Mehmet TARDUŞ
Mehmet Tarduş; Müslüman bir tutsak...
Belki de kimselerin ismini bilmediği bir Müslüman...
Ve inanın bu Müslümanların ahı iki dünyanızı birden tarümar etmeye yeter de artar bile...
Bu vesile ile sırf Müslüman oldukları için cezaevlerinde olan 600 Müslümanı bir kez daha hatırlatalım....
Bismillahirrahmanirrahim
Tüm varlığı, her canlıyı sonsuz rahmet ve sevgisiyle yaratan, onları rızkı ile yaşatan, bizleri hidayetiyle doğru yola eriştiren, hayatın ve ölümün, dünyanın ve ahiret hayatının tek “el-malik”i olan yüceler yücesi olan Allah’a sonsuz hamd- ü senâ olsun şükürler olsun.
Salat’u selam; Tüm insanlığa bir rahmet, bir müjdeci, bir uyarıcı, bir şahit olarak gönderilen sevgili peygamber efendimiz önderimiz rehberimiz örneğimiz olan Hz.Muhammed Mustafa (sav)’ya olsun onun yolunu takip eden, inanıp inandığı gibi yaşayan tüm müminlerin üzerine de selam olsun.
Çok kıymetli ağabeylerim kardeşlerim!
Sizleri, selamın en güzeliyle selamlar, sevgi ve saygılarımı sunarım. Rabbimden rahmet, bereket, mağfiret, hidayet, yardım ve sabır dilerim. Adınız gibi dünyada da ahirette de hayatın önde gidenlerinden öncülerinden olmanızı, bizlere de nasip etmesini yüce Allahtan niyaz ederim.
Değerli kardeşlerim!
Sizin, Cafer Tayyar Soykök hocama gönderdiğiniz mektupla beraber derginizden ve önümüz aydaki çalışmanızdan haberdar oldum. Cafer hocamla aynı odayı paylaşıyoruz. Her konuda birbirimize yardımcı ve destek olmaya çalışıyoruz. Çalışmanızdan bahsedince “sende yaz” dedi. Yazmaya karar verdim “Müslüman tutsakların” sorunları ile ilgilenmenizden dolayı sizlere çok teşekkür ederim. Gerçekten bu konuda çok dertliyiz. Bu konuya el atmanızdan dolayı çok memnun, bahtiyar olduk. Şuan Müslüman tutsakların dışarıdaki kardeşlerinin her türlü ilgi, yardım ve desteklerini ihtiyaçları vardır. Bir mektup dahi mahkumun iç dünyasında mutluluk esintileri oluşturmasına yeter de artar bile. Bu örnekliğinizin diğer kardeşlerimize de örneklik teşkil etmesini Rabbim nasip eder inşallah.
Değerli Kardeşlerim!
Kısaca kendimi tanıtayım. Ben Mehmet Tarduş Batmanlıyım. 1994 yılından beri çok genç yaşta, 21-22 yaşından beri zindanda mahkum olarak bulunmaktayım. Bizler Diyarbakır’da Menzil Kitapevi çevresinde toplanıp gönül birliği yapmış İslami davet çalışması yapan kardeşler idik. Başta, Fidan Güngör (95 yılında derin güçler tarafından kaçırılıp ortadan kaybedildi.) ve diğer ağabeylerimizin gayretleri ile geleneksel İslamî anlayıştan uyanıp tevhidi inancın şuuruna bilincine kavuştum. Onlardan bu dinin sadece namaz ve oruç olmadığını hayatın tüm alanlarını kuşatan, yaşanılması gereken, son nefesimize kadar İslami ilkelere göre yaşanılması gerektiğini, yani gerçek tevhidi, İslamı öğrendim. Yüreğimize bu din aşkını, sevdasını yerleştiren Rabbime hamd olsun. Bu dava aşkının yüreğimizde tutuşturduğu bu ateş bu aşk bize insanlara davete yöneltti. Bu dava aşkı, yüreğe düşmeye dursun, artık insanı koşturmadan bırakmaz masum bir yüreği İslam’ın aydınlık yoluyla mutluluğuyla buluşturmadan bırakmaz. İstersin ki tüm insanlar İslam’la tanışsın bu tatlı mutluluğu huzuru onlarda tatsın. Bu aşk ateşi insanın yüreğinde bitimsiz bir enerji üretir. Yerinde duramaz hale getirir. Şu mahalle, bu mahalle derken akşamı buluruz. Bir heyecanla bu aşk ile hepimiz bu güzel tebliğ mücadelesini veriyorduk. Bu tevhid mücadelesine çıkarken, bu yolda yürürken, İslâmi hareketin önünde engellerin zorlukların olacağını biliyorduk. Rabbimiz bizleri imtihanlardan geçireceğini açıkça bildirmişti: “İman ettim demekle cennete gidilemeyeceğini” biliyorduk. Bu yolda ya şehadet ya hapis işkence ya da hicret gibi musibetler ile karşılaşacağımızı biliyorduk. Ama bu kutlu din için her türlü fedakârlığı yapmaya kararlıydık. Bu dava aşkını yüreğimize atan Rabbimizin, önümüze çıkaracağı zorluklara karşı bizlere yardım edeceğini de biliyorduk. Rabbim dert verdi mi, yanında dermanı da verir. Zorluk verdi mi yanında kolaylığı da verir. Rabbimiz öylesine şefkatli ve merhametlidir ki yeter ki sizler iradenizle aşkınızla bu yolda yürüyün sabır, metanet, yardım ondan. Yeter ki yola çıkmasını bilelim. İbn Teymiye’nin dediği gibi “Düşmanlarım bana ne yapabilirler ki öldürülmem şehadet, sürülmem seyahat, hapsedilmem halvettir.” Bu yola çıkanlar şunu çok iyi biliyorlar ki tüm peygamberler bu tür engellerle, zorluklarla karşılaşmışlardır. Tevhid davasının yılmaz savunucusu olan, put kıran, önderimiz Hz.İbrahim de aynı zorlukları yaşamıştır. Yani hapsedilip, ateşe atılmış her türlü zorlukları Rabbinin izniyle aşmıştır.
Sevgili Peygamber Efendimizin, Rabbimizin yoluna uyması istenmiş, Sevgili Peygamber Efendimiz de tevhid mücadelesinde her türlü zorlukla, engelle, hapsedilmekle, öldürülmekle ve sürülmekle tehdit edilip aleyhinde planlar yapılmıştır. Hepsi de verdikleri mücadeleyi azimle sürdürerek Allah’ın yardımıyla muzaffer olmuşlardır. İşte bunlara uyan tüm önderler bizim rehberimiz, örneğimiz, verdikleri mücadele yöntemleri yöntemlerimizdir. Bunlar zorluklarla karşılaştıkları gibi bizlerin de daha doğrusu kıyamete kadar bu davayı omuzlayacak olan tüm dava adamlarının yoluna bu tür zorluklar, engeller, imtihanlar çıkacaktır. Bu dava sabır, irade, azim , kararlılık, dik duruş, akıl, mantık, basiret, feraset ister. Bu soluksuz yürünecek olan yoldur.
“Sizler, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men edersiniz ve Allah’a iman edersiniz”( Ali İmran 110)
“Sen Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır. Ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Rabbim yolundan sapanları da bilendir ve O hidayete erenleri de çok iyi bilendir.” (Nahl suresi 125)
“Yavrucuğum namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış. Başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar azmedilmeye değer işlerdir”(Lokman17)
Hidayet rehberimiz olan yolumuzu aydınlatan Kuran ayetlerinden de anlaşıldığı gibi bizler bu hayata, şahit olmaya yani İslami ilkeleri hayatımıza uyarlamaya, tüm insanlığa örnek olmaya, bu şahitlik görevimizi güzel bir mücadeleyle sürdürüp, sorumluluğumuzu yerine getirmek için gönderildik. Bu yolda hikmetle, güzel öğütle, karşılaşılan zorluklara azmetmekle, sorumluluğumuzun bilincinde olarak yürümemiz gerektiğidir. Bizler hedef değil, sefer odaklı bir mücadeleyle sorumluyuz. Rabbim zafer nasip eder veya etmez bize düşen bu yolda kararlı yürümektir. Davet çalışmalarımız toplumun her kesiminde bir yankı bulmuş, insanlar davete karşılık veriyorlardı. Bizler sadece tebliğ çalışmasında bulunuyorduk. Tabi ki bu davet çalışmaları şeytani ve tağuti sistemlerin, zulüm yöntemlerinin, hasetçilerin gözüne batacaktı, battı da.
Zor bir coğrafyada, zor yıllardaydık. Derin güçlerin Doğu Güneydoğu’da farklı planları vardı. Başta PKK zulmüne uğradık. Daha sonra bizden olduğunu zannettiğimiz, ellerimiz sandığımız eller tarafından zulme maruz kaldık. Daha sonra sistemin, zalim düzenin zulmüne maruz kaldık. Kimi kardeşlerimiz Rabbimizin davetine uyup, şehit oldu. Kimi kardeşlerimiz başka illere hicret etmek zorunda kaldı. Kimi kardeşlerimizle beraber payımıza zindan düştü. Polisler tarafından gözaltına alındığımız zaman aklınıza gelebilecek her türlü işkenceden geçirildik. Beni ve diğer kardeşlerimi 15 gün boyunca demir bir kapıya kelepçeleyip sert bir sandalyede oturttular. Bizlere soğuk betonu bile çok gördüler. O sandalye üzerinde uyuyamıyorduk. O koridor işkence koridoruydu. Her saniyesini işkenceyle geçirdik. Yoğun işkence ve uykusuzluktan dolayı iki gün aklımı, şuurumu yitirdim. Durumumun kritik olduğu anlaşılınca bana işkence yapmaktan vazgeçtiler ve yaralarımızın iyileşmesi için bizleri dar bir hücreye attılar. O dar hücre bile bizlere huzur kaynağı oldu. Vücudumuz işkenceden dolayı şişmişti. Gözaltına alındığımız zaman işkenceciler tarafından bizlere, “Bakın, sizler Ortadoğu’nun en büyük işkence hanesine geldiniz” dediler. Dayanın dayanabilirseniz. Her gün ölümlerden ölüm beğenir olduk. Nihayet bir ayın sonunda bizleri mahkemeye çıkaracaklardı. Ama o da ne! Sayın savcımız ifademizi adliye binası yerine, işkence hanede yani gözaltı merkezinde almaya gelmemiş mi? Neye uğradığımızı şaşırdık. Kimimiz işkence korkusundan dolayı ifade verdi, kimisi de konuşmayıp mahkemeye çıkmayı bekledi. Nihayet bizi mahkemeye çıkardılar. İşkence altında alınan tüm ifadelerimizi reddettik. Ben de vücudumdaki işkenceden dolayı yara izlerimi kanlı elbiselerimi Hakim beye gösterdim. Bana ne dese beğenirsiniz “Olur oğlum olur. Her karakola düşen birkaç tokat tekme yer.” dedi ve o da işkenceye alet oldu. Mahkeme sonunda bizler “T.C. anayasasını değiştirmek laik düzeni yıkıp yerine şer’i kurallara dayalı devlet kurmak” suçlamasıyla tutuklanıp zindana gönderildik. Bu bir ay boyunca ailelerimize bile bilgi verilmemiş. Gözaltında olduğumuz bile reddedilmiştir. Sonradan cezaevinde gözyaşları içinde tel örgüler, camlar ardında ailemizle görüşme imkanımız oldu. Diyarbakır cezaevinde yer yok mazeretiyle Adıyaman cezaevine gönderildik. Yani payımıza gurbet, hicran, yollar düştü. Evet bu yolda bu engeller olağandı, azimle aşılması gereken zorluklardı. Yılmadan, yıkılmadan, gevşemeden, dağılmadan sabırla yola devam etmek zorundaydık. Çünkü bizler ister dışarıda olsun, ister zindanda olsun yaratılış gayemize göre yaşamakla sorumlu idik. Bunu yerine getirdiğimiz zaman inşallah görevimizi de yapmış olacaktır. Çünkü bizler sefer odaklıydık, bu yolda sadece yürüyecektik. Bizler sahip olmaya değil şahit olmaya gelmiştik. Zindanlı yıllarımız başlamıştı hızla eksiklerimizi gidermeye başlamıştık. Tefsir, fıkıh, tarih, siyer, dil, Kuran arapçası çalışmalarımız oldu. Zindanda yapılacak en güzel şeyi yaptık yani sürekli okuduk. Dört yıllık Açık Öğretim Fakültesini bitirdim. Yıllar yılları kovaladı beş yıllık mahkeme süresinde mahkeme hayatı, bizlere ömür boyu hapis cezasına mahkum etti. Yani şu fani dünyada payımıza zindan düştü.
Evet zindan bizler için medreseyi Yusufiye idi. Hep öğrenci olduk. Hep öğrenip, dersler çıkarmaya çalıştık. Ve bence bu öğrencilik hep sürmeli, öğrenmeye, anlamaya o kadar muhtacız ki bu uzun yıllar içinde Adıyaman Elazığ Bolu F tipi en son Sivas cezaevinde yattım. İslamî mücadelenin doğasında var. Mısır ülkelerine bakın çok iyi görüp öğreneceksiniz. On binlerce masum insan, hapishanelerde işkence tezgahlarından geçiriliyorlar. Ne için? Rabbimizin rızası için, İslâm davasını yüceltmek için. Bu yolda canlarda, mallarda, ömürlerde feda edilmeye değerdir.
Bu yıllarda ailelerimiz de aynı cefayı, acıyı çekti. Görüşe gelmek, bir saat görüş yapabilmek için bazen binlerce kilometrelik yollar tepiliyordu. Yaz, kış, yağmur, çamur, kar, tipi, fırtına bu zorluklara fedakârlıklara katlandılar. Canımız anamıza, babamıza hep acı çektirdik. Yükümüzü çekmek zorunda kaldılar. Kapı önlerinde saatlerce kaldılar, hakaret görüp itilip kakıldılar. Yani onlar da bizimle aynı acıları çektiler. Zindan, sıkıntılar, meşakkatler içinde sabrın ve tahammülün öğrenildiği mekandı. Bedenin esarette, ruhun özgür olduğu yer idi. Dünyaya kapalı Allah’a açık olan kapıydı, şuur, uyanış ve yükselişin, manevi duyguların kabarıp, ibadetten en yoğun lezzet alındığı yer. Dıştan içeriye doğru yani afaktan enfuse doğru bir yolculuk mekanıydı. Hasret ve özlemlerin yoğun yaşandığı, hatıraların, hayallerin en çok kurulduğu yerdir zindan. Evet zindan kimsesizlikler, mahrumiyetler, yalnızlıklar eviydi. Evet zindan insanın yaratılış fıtratına ters idi, anormal bir ortam, psikolojilerin bozulduğu, bedeni rahatsızlıkların çok olduğu, bir yerdir.
Geçmişi sorgulayıp, hayatın yeniden anlaşıldığı, doğuş ve yükselişler mekanıdır. Zindan her yönüyle bambaşka bir dünya, havasıyla, suyuyla, insanıyla, dört etrafını saran beton duvarlarıyla başka bir dünya. Beton çölündesiniz âdetâ.
“Zindan bir boşluktur. Herkes orayı kendine göre doldurur.”
“Deniz misali kimi zaman sessiz sakin, durgun ve suskun, kimi zaman da coşkulu, dolu, dalgalı, ve fırtınalı insan manzaralarının olduğu yer.”Görüşçünün, postacının, mektubun hasretle beklenildiği yerin adıdır zindan. Acıların, mutlulukların, hatıraların, çokça paylaşıldığı yerin adıdır. Ruhun uyanışının, şuurun inkişafının, manevi yükselişin yeridir. Bazen en zaruri ihtiyaçlarını karşılanamayıp, acılara, öfkelere yenildiğin yeridir mapushane. Bir şey yapamamanın, çaresizliğin en çok olduğu yerin adıdır zindan. Gurbetçinin çilecilerin evidir.
“Zindan genişliği olmayan dar ve zor mekan.” İnsan zindanda ya adam olup çıkar, yada darmadağın olur.
“Hayat ve ölümün arasındaki çizginin inceldiği yer.” Dünyanın ne kadar da fani olduğunun en iyi görüldüğü yerin adıdır zindan.
“Esaret dalgaları arasında, yol arayışlarının olduğu, çırpınışların, boğuşmaların, savrulmaların olduğu yer, an be an değişen duyguların düşüncelerin mekânıdır zindan.”
“ Bir musibet bin nasihattan iyidir.” sözünün anlaşıldığı yerdir. En güzel nasihat mekanıdır zindan.
“Değerlendirmesini bilene mehdi yar, değerlendirmesini bilmeyene lahdu mezar, olduğu yer”
Neticede “Her insan kendi arzularının zindanında mahpustur. Arzularından kurtulduğu kadar özgürlüğe kavuşur.”
Zindan bir okuldur. Buradan alınan ders ve ibretler, hiçbir fakülteden öğrenilmeyecek kadar değerlidir. Düşünmenin, sorgulamanın, anlayıp dirilmenin mekanıdır.
Evet çok değerli kardeşlerim!
Zindan, İslamî hareketin önündeki engellerden biridir. Önden gidenler de, bununla yüzleşmişlerdir, onlardan sonra gelecek olanlar da yüzleşeceklerdir, aşanlara ne mutlu!
Önemli olan bu engeli İslamî ilkelerden taviz vermeden, yılmadan, yıkılmadan, azimle, sabırla geçmektir.
Bu daveti hikmetle, öğütle, basiretle, ferasetle yapmaktır. Bu din rahmet ve adalet dinidir. Bu peygamber rahmet peygamberidir. Müslümanlar da birbirlerine karşı rahmetle, sevgiyle, şefkatle yaklaşmak, sahiplenmek zorundadırlar. Gerçek anlamda kardeş olmak zorundalar. İnsanlara karşı olan tavrımız, ilkemiz Hz. Ali’nin şu sözünde dediği gibi olmalıdır. “İnsanlar ya dinde kardeşindir, ya da insanlıkta(soyda) kardeşindir.” Dinimize karşı, Müslümanlara karşı düşmanca saldırılar olmadıkça bu ilke üzere davranılmalıdır. Özellikle bu dönemde birbirimize karşı öylesine şefkat göstermeye muhtacız ki İslâmî hareketin basiretli ve ferasetli önderlere ihtiyacı vardır. Müslümanları her türlü sinsi tuzaklara karşı koruyacak, kirli tezgahları bozacak öncülere muhtacız. Rabbimizden duamız da budur. Rabbimiz hiçbir alanda boşluk bırakmamıştır. Her işin başı ahlak ve edeptir. Ahlak ve edepten mahrum olan herşey çirkindir, uzak durulması gereken şeylerdir.
Evet birbirimize en muhtaç olduğumuz bir çağda ne kadar da birbirimizden uzaklaşıp ayrılmışız. Halbuki rabbimiz tam tersini beraber olmayı, kardeş olmayı emretmiştir. Bir ve beraber olan, kardeş olanlara selam olsun.
Hepinizi tekrar sevgiyle selamlıyor yüce Allah’a emanet ediyorum
Kardeşiniz Mehmet TARDUŞ
Genç Öncüler Dergisi
Hiç yorum yok