Beraat Gecesi- Prof. Dr. Mahmud Es'ad Coşan





Beraat Gecesi
Prof. Dr. Mahmud Es'ad Coşan  

Mübarek “üç aylar”dan Şâbân-ı şerîf içindeyiz; Ramazan’a az kaldı. Hem on bir ayın sultanı ve mü’minlerin sebeb-i gufrânı Ramazan’ın heyecanı içimize düştü, hem de “Berat gecesi”nin telaşı gönlümüzü kapladı. 


Şaban ayı, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hazretlerinin ayıdır; Efendimiz bu ayda; geceleri sabahlara kadar ibadet ederdi; çok oruç tutardı. Hz. Âişe validemiz (ra.) sebebini sorunca buyurmuş ki: 

“Ya Âişe! Bu, melekü’l-mevte (Azrail) o sene içinde vefat edeceklerin isimlerinin yazdırıldığı aydır. Ben de ismimin ancak oruçlu iken kaydedilmesini seviyor ve istiyorum.”1 

Ashâb-ı kirâm ve geçmiş evliyâullah büyüklerimiz bu ayda çok oruç tutar, çok Kur’ân-ı Kerîm okurlar, Peygamber Efendimize çok salavat getirirler, af ve mağrifet olunmak için onu tevessül edinirlerdi; zenginler zekâtlarını bu ayda fakirlere verip, onların Ramazan orucu için kuvvetlenmelerini düşünürler, valiler durumu şer’an müsait mahkûmları hapisten azat ederler, tüccarlar borçlarını alacaklılarına öder, hesaplarını kapatırlar; çoğu Ramazan hilalini görünce de gusül abdestini alıp itikâfa girerlerdi. 


Leyle-i Berâet, Berat gecesi, Şaban ayının en mühim gecesidir; yılın da en mübarek, en dikkat edilecek, ihya olunacak gecelerinden biridir, meleklerin bayramıdır; bu gece yeryüzüne çok rahmet, bereket ve hayır iner; çok mü’minler af ve mağfiret olunur; ancak şirke bulaşanlar, birbirlerine kin tutanlar, dostlar ve akraba ile ilgiyi kesenler, sihir yapanlar, kâhinler, ayyaşlar, faizciler, namusunu satanlar hariç! Berat gecesinde eceller, rızıklar, hacca gidecekler, ölecekler, saidler, şakiler, senenin mühim olayları yazılır, tespit olunur, kesinleşir; kimi Allah’ın rahmetine erer, kimi mahrum kalır; kimi mükâfatlandırılır, kimi cezalanır; nicesinin kefeni hazırlanmıştır, o çarşıda alış verişte; kiminin kabri kesinleşmiştir, o gafilce eğlencede; nice gülen vardır, eceli yakın; nice bina vardır, sahibi toprağa girecek; nice cennet uman vardır, cehennemde yanacak; nice sevap uman vardır, ikaba uğrayacak; nice kâr bekleyen vardır, zarara çarpılacak... 


Berat gecesi müthiş bir gecedir; Hasan-ı Basrî hazretleri bu gecede evinden çıkmıştı, yüzü sapsarı; sanki kabre konulmuş da kalkmış... Sebebini sordular bu korku, hüzün ve kederin, buyurdu ki: 

“Vallahi gemisi parçalanmış bir kimse benden daha fena durumda değildir; çünkü işlediğim günahlarımı kesinlikle biliyorum ama iyiliklerimin kabul olduğundan şüphedeyim, acaba halim ne olacak diye telaştayım...” 

Sevgili kardeşlerim, bu mühim gece için öncelerden hazırlanın, oruçlar tutun, zekâtlar, sadakalar verin, salât u selâmlar getirin, çok zikir yapın, tevbe edin, Kur’an okuyun, nafile namaz kılın, sıla-i rahîm yapın, ağlayın, dua edin, Mevlaya yalvarın da sizi, bizi mağfiret eylesin, adımızı “Dîvân-ı Süedâ”ya kayıt buyursun, bahtımızı güzel kılsın, rızkımızı bol versin, nusretiyle bizleri ve mücahid kullarını takviye etsin, zaferlere erdirsin; fütûhât ve füyûzâta mazhar kılsın, başımızdan musibetleri, belaları, cezaları, kötülükleri uzaklaştırsın, bizleri iki cihanda aziz ve bahtiyar eylesin! 


Yoksa bu âlemin hayhuyu bitecek gibi değil; dünya boş ve fâni; baki ve ebedî olan âhiret! Allah cümle ümmet-i Muhammed’i nevm-i gafletten ikaz buyursun, hakkı görüp ona uymayı, batılı sezip ondan korunmayı, âhirete iyi ve tam hazırlanmayı nasip ve müyesser eylesin! 


* Dipnotlar 1. Hz. Âişe’den nakledilen rivayet için bk. Ebû Ya’lâ, el-Müsned, VIII, 311, hadis no: 4911; Bk. Mecma’, III, 440; et-Terğîbü ve’t-terhîb, II, 72. 



25.12.1996 Beraat Gecesi Sohbeti: 


Bu gece Berat kandili, dediğimiz gece. Berat kandili diye değil ama hadîs-i şerîflerde; Leyletü'n-nısfi min Şa'ban diye geçiyor. Mesela Hz. Âişe validemizden rivayet olunmuş ki;Semi'tü'n-nebiyye sallallahu aleyhi ve selleme yekûl Âişe-i Sıddıka validemiz; "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle dediğini duydum." diyor. Yensahu'l-lahü'l-hayre fî erbaati leyâlin neshâ. " 

Allahu Teâlâ hazretleri şu dört gecede hayrı, rahmeti, lütfu, ihsanı kullarının üstüne bol bol döker, bol bol ikram eder. " Leyletü'l-adhâ "Arefeyi kurbana bağlayan gece, ertesi sabah kurban bayramı namazı kılınacak olan gece." Çok kıymetli bir gecedir. O zaman hacılar da Arafat'tan Müzdelife'ye ya gelmiş oluyorlar ya gelecek oluyorlar, yolda oluyorlar. Akşam ezanından sonra Arafat'tan Müzdelife'ye doğru yola çıkılıyor. İşte o gece sabah namazını kıldıktan sonra Mina'ya gidip kurban kesiyorlar ya, hacıların o gecesi, hacca gitmeyenlerin de Arefe'yi kurbana bağlayan gecesi çok önemli bir gece. "İbadet edilip, dualar edilip bu sevaplardan istifade edilmeye çalışılsın." diye ihtar edilen, hatırda bulundurulması gereken gecelerden birisi bu.  
Ve leyletü'l-fıtr. "İftar edilen gece." Oruçlar bitmiş, bayram gelmiş. Ertesi gün Ramazan bayramı namazı kılınacak. Teravih kılınmıyor, sahura kalkılmıyor. İşte o gece çok kıymetli bir gecedir. O geceyi de iyi ihya etmek, Allah'a çok dualar edip sevapları kazanmak lazım.  
Ve leyletü'n-nısfi min Şa'ban. "Şaban'ın yarısı gecesi." Şaban otuz günse, yarısı on dördünü on beşine bağlayan gece olur. Berat kandili dediğimiz mübarek gece; içinde bulunduğumuz gece. 
Yünsehu fîhe'l-âcâl ve'l-erzâk veya yensehu fîhe'l-âcâl ve'l-erzâk. "Allahu Teâlâ hazretleri insanların ecellerini ve rızıklarını yazar; kararlaştırır." Ve yüktebü fîhe'l-hâccü. "Kim hacca gidecekse o yazılır." diye, bu gecede mühim işlerin olduğunu beyan ediyor. Bu dört geceden üçüncüsü bu.  
Dördüncüsü de; Ve fî leyleti arefeti ile'l-ezâni. "Arefe gecesi ezana kadar." Bu gecelerin son vakitleri ne zaman? İmsak kesildiği, sabah ezanı okunduğu, fecir attığı zaman. Bu dört geceyi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bildirmiş. Bazı alimler de; "Beş gecedir; bir tanesi de cuma gecesidir." demişler. Tabi o cuma gecesi her hafta oluyor, ondan da gafil olmamak lazım. Bu gecede çok büyük ikramlar var.  Bu hususta bir hadîs-i şerîf Ebû Hureyre radıyallahu anh'den rivayet edilmiş. 
Kâle Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ennehu kâl. "Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:" Câenî Cibrîlü aleyhisselam leylete'n-nısfi min Şa'ban. "Şaban'ın yarısı gecesi, yani bu Beraat gecesinde Cebrâil aleyhisselam bana geldi." Ve kâle lî yâ Muhammed irfa' ra'seke ile's-semâ.  "Bana dedi ki: 'Yâ Muhammed, başını semaya kaldır.'" Kâle, kultü lehû mâ hâzihi'l-leyletü? "Ben ona sordum; 'bu gece nedir, özelliği nedir?'"Kâle hâzihi'l-leyletü. "Bu gece öyle bir gecedir ki;" Yeftehu'l-lâhu sübhânehû fîhâ selâse miete bâbin min ebvabi'r-rahmeti. "Allahu Teâlâ hazretleri bu gece rahmet kapılarından üç yüz altmış tanesini açar." Ve yağfiru li-külli men lâ yüşrikü bihî şey'en. "Kendisine şirk koşmayan her kulu afv u mağfiret eder."  Ama bazı istisnaları var; o önemli. Onları söyleyeyim: İllâ en yekûne sâhiren. "Sihirbaz, sihir yapan." Onu affetmez. Hani bazı insanlar var; sihirle, büyüyle uğraşıyor, bir şeyler yazıyor; bunlar makbul şeyler değil. Ev kâhinen. "Kehanette bulunan, kâhinlik yapan." "Fincana baktım, yıldıza baktım; şu şöyle olacak, bu böyle olacak." diyor. Bunu meslek edinmiş insanlar var. Allah bunları da affetmez. Ev müdminü hamrin. "İçki içmeye müdavim olan" kimseyi de affetmez.Ev müsırran ale'r-ribâ. "Faiz yemekten tevbe etmeyen, faiz yemeye devam eden" kimseyi de affetmez. Ve'z-zinâ. "Zina etmeye devam eden" kimseyi de affetmez. Fe inne hâülâi lâ yuğferu lehüm. "İşte bunlar affolunmaz. "Hattâ yetûbû. Tabi kapı tamamen kapalı değil. Kusurlu, günahkâr kullar da hatasını, kusurunu anlayıp tevbe ederse Allah tevbe edenleri afv u mağfiret eder.  Tevbe; hatasını anlayıp günahından dönmek, Cenâb-ı Hakk'a yönelmek; "Yâ Rabbi! Bundan sonra senin emrini tutacağım, buyruğuna göre hareket edeceğim." demek. Böyle bir pişmanlık duyup da doğru yola gelenleri ne kadar suçlu olsalar da Allahu Teâlâ hazretleri daima afv u mağfiret eder. Ümitsizliğe düşmek yok. Allah'ın rahmeti daha geniş. Allahu Teâlâ hazretleri afv u mağfiret edebilir. 
Bu sayılanlara ilaveten başka noktaları da içeren bir hadîs-i şerîf var. Onu da okuyalım.  Râvîsi Ali b. Ebî Talib radıyallahu anh. Hz. Ali Efendimiz radıyallahu anh ve kerremallahu vecheh, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu naklediyor: Yenzilu'l-lâhu teâlâ fî leyleti'n-nısfi min Şa'ban ile's-semâi'd-dünyâ. "Allahu Teâlâ hazretleri Şaban'ın yarısı gecesinde -yani bu on dördünü on beşine bağlayan gecede, Berat gecesinde- semâ-i dünyâya nüzûl eder. Semâ-i dünya, yeryüzünün seması demek değil; en yakın sema demek. Semalar yedi kattır. Kur'ân-ı Kerîm'de; Seb'a semavâtin tıbâgâ. "Yedi kat sema" olarak geçiyor. Bunların bize en yakın olanı es-semâü'd-dünyâ yani en yakın semadır. Dünya burada en yakın mânasına kullanılan bir sıfat; ism-i tafdil'in müennesi oluyor. En yakın semaya nüzûl eder. Mekândan münezzeh olan, her yerde hâzır ve nâzır olan Allahu Teâlâ hazretleri kullarına lütuf için rahmetiyle yaklaşıyor. Bu gece kullarına yakınlık gösterdiği bir gece.  
Fe-yağfiru li-külli müslimin illâ li-müşrikin. "Her müslümanı affeder de müşrik, Allah'a şirk koşan kimseyi affetmez." Tabii burada; "İnsan mü'min olup da müşrik olur mu?" diye bir soru hatırımıza geliyor. İnsan hem mü'min hem de müşrik olabilir mi? Olabilir.  İmanı doğru düzgün değilse, itikadı bozuksa, Allah'ın emirlerini, yasaklarını iyi öğrenmemişse, Allah inancı sahih değilse, bâtıl inançlara sahipse olabilir. 
Bir de bazı insanlar Allah'ın varlığını birliğini biliyor da, bildiği halde yine de başka şeylere itibar ediyor, ehemmiyet veriyor, uyuyor; onun sözünü dinliyor.  Mesela insanlar tarafından alkışlanmak, beğenilmek, insanların yanında itibar kazanmak, gözlerine girmek, saygı sevgi toplamak gibi bir menfaat saikasıyla, gösteriş olarak, riya olarak, içinden gelmediği halde bazı ibadetleri yapıyor olabilir. Riya şirk-i hafîdir, gizli bir şirktir. Allah onun içini dışını biliyor; Allah'tan korkmuyor da insanların sevgisini, saygısını kazanmaya çalışıyor, ona itibar ediyor. Bu da bir çeşit şirktir. Bu mânada gizli şirk eş-şirku'l-hafiyyü herkeste olabilir.  Çok dikkat etmek lazım. 
Şirke düşmemek nasıl olur?İhlâs ile olur. Yaptığı her şeyi sırf Allah rızası için yapmakla olur. Şirk-i hafîye düşmemenin çaresi budur. Tabi her şeyden önce insanların mârifetullahı, Allah bilgisini iyi öğrenmesi lazım. Sahih kaynaklardan, Kur'ân-ı Kerîm'den, bilgiyi Kur'ân-ı Kerîm'den almış büyük alimlerin sözlerinden öğrenmesi lazım. Mârifetullahı öğrenen kimselere ârif diyoruz, ârif-i billâh diyoruz. O da ancak tasavvufî terbiyeyle hâsıl oluyor. Tasavvufî terbiye olmadan insanlar bu şirk-i hafîden kurtulamıyorlar.  Allah'ın bir oluşunu, tevhidinin inceliklerini, lâ ilâhe illallâh'ı anlayamıyorlar. Onun için konu yine dönüp dolaşıyor insanın iyi bir mutasavvıf olmasına, ârif bir kimse olmasına geliyor. 
Bu gece affedilenler arasında olabilmek için şirkten kurtulmuş olması lazım. Allah cümlemize sahih, sağlam itikat; ihlaslı amel nasip eylesin. Şirkin gizlisinden, açığından korusun. Bunları affetmeyecek.  Başka?  Ev müşâhınin. "Kardeşine, arkadaşına, dindaşına karşı içinde kızgınlık, kırgınlık veya kin olan kimseyi de affetmeyecek." Melekler onların affını Allahu Teâlâ hazretlerine arz edince; Allah tarafından meleklere: Deûhümâ hattâ yastelehû. "Bırakın onları kenara! İlk önce birbirleriyle barışmayı öğrensinler; barışsınlar, sulh olsunlar da ondan sonra afv u mağfiret edeceğim." buyurulacak ve onlar mağfiret edilenlerin arasından çıkarılacak.  
Aziz ve muhterem kardeşlerim!  Çevremde dert yanan insanlardan, gördüğüm kimselerden biliyorum. Müslümanlar çeşit çeşit sebeplerle birbirlerine kızmış, kırılmış, darılmış olabiliyorlar. Birtakım kırıcı olaylar da olmuş olabiliyor. Ne yapması lazım? Affetmesi, hoş görmesi lazım. Yaradılanı hoşgör, Yaradan'dan ötürü. Yunus Emre'nin nasihati. Aslında Allah'ın emri, Peygamber Efendimiz'in emri de, Yunus Emre onu bu kelimelerle ifade etmiş. Yaradan'dan ötürü Allah rızası için, Allah'ın rahmetine ermek için yaradılmışı hoş görmek, hakkını bağışlamak lazım, affetmek lazım.  Böyle yapmak neden iyi?Çünkü insan bazen kendisini haklı sanıyor ama haksız oluyor. Uzaktan tarafsız gözle meseleyi inceleyen biri; "Bu kendisini haklı sanıyor ama aslında haksız." diyebiliyor. Fakat söylenilmiyor. Söylesen de anlamıyor, dinlemiyor; "Ben haklıyım…" diye ısrar ediyor. Tabi onlar hakkında son hükmü Allah verecek, mahkeme-i kübrâ'da kimin haklı kimin haksız olduğu anlaşılacak. Ama iş oraya geldikten ve haksızlığı anlaşıldıktan sonra telafisi mümkün olmayan bir durum ortaya çıktığı için akıllı insanlar dünyadayken bu işleri hallederler.  İşi mahkeme-i kübrâ'ya bırakmadan halletmek en iyisi. Kızgınlıkları soğutmak, dargınlıkları, kırgınlıkları bir tarafa koymak, yaradılanı Yaradan'dan ötürü hoş görüp barışmak lazım. Bazen akraba birbirine darılıyor, kardeşler birbirlerine darılıyor. Bazen komşular birbirlerine darılıyor, ortaklar birbirlerine darılıyor. Tabi şeytanın işi bu. İnsanları kandıracak, aldatacak, yalan yanlış işlere bulaştıracak, Allah'ın sevmediği durumlara, cehenneme düşürmeye çalışacak, intikam alacak; şeytanlığını yapacak. Biz ne yapmalıyız?Biz de Allah'ın sevdiği neyse onu yapmaya çalışmalıyız. Zor gelebilir, nefsimize ağır gelebilir ama affedici olmalıyız, kırgınlığı bırakmalıyız. Bir de herkes; "Belki ben haksızım." derse daha doğru olur. "Ben haklıyım ama karşı tarafı affedeyim." değil de; "Ben hep kendimi haklı sanıyorum ama acaba ben haksız olabilir miyim?" diye düşünmek çok defa iyi oluyor. Ancak o zaman insan gerçeği bulabiliyor. Aksi takdirde insanın nefs-i emmâresi kabarmış olduğu için haksızlığı bir türlü kabul etmiyor.  Allah bu gece birbirine kızgın olanı da affetmeyeceği için bu kırgınlıkları bırakmak, barışmak lazım. Eğer dargın olduğunuz kimseler varsa Allah rızası için bu gecede kendinizi haksız kabul edin veya hâlâ haklı olduğunuzu düşünüyorsanız da affedin, dargınlıkları bir tarafa bırakın. Çünkü Allah dargınları sevmiyor. Birbirleriyle barışıncaya kadar onları affetmiyor, birbirine kızgın olanların kızgınlığı devam ettiği müddetçe onları rahmetine dâhil etmiyor.  Ev kâtıu rahmin. "Akrabaları ile bağlarını kesenleri" de Allah affetmez. Akrabasıyla alakayı kesmiş; ya kızmıştır veya ihmalkârdır. Adam şehre gelir, fabrika sahibi olur, zengin olur; rahat bir hayata geçer. Köydeki eşini dostunu, akrabasını, dayısını, halasını, yetimleri, dulları unutur. Halbuki akrabanın akrabayı kollaması lazım; bir dinî vazife. Buna sıla-i rahim deniliyor; hem ziyaret edecek, hem mektup yazacak, halini soracak, ilgilenecek, hem de mâlî sıkıntısı varsa yardımcı olmaya çalışacak. Bazen de bu ilgisizlik, dargınlık ve kırgınlıktan dolayı oluyor. Müşahin kelimesiyle ifade edildiği gibi, kızgın olduğundan akrabasına gitmiyor. Ama akraba ile kızgınlık daha fena, daha ağır bir sorumluluk çünkü akrabaya özel ilgi göstermeyi Allah emrediyor. Bu hususta bir kat daha fazla isyan edilmiş oluyor. O bakımdan sıla-i rahim yapmalı, ilgi kesilmiş akraba varsa onlar aranmalı, ziyaretlerine gidilmeli, kandilleri tebrik edilmeli, hediye götürülmeli ve bu kızgınlıktan, küslükten kurtulmaya çalışılmalı. Bazen dargın olan veyahut alakayı koparmış olan insanlardan birisi; "Allah rızası için bu dargınlığı kaldırayım, sevabı kazanayım." diye bir adım attığı, bir atılım yaptığı, elini uzattığı zaman, bakıyorsunuz karşı taraf; "Bu işte bir bit yeniği var." diye düşünerek uzatılan eli sıkmıyor, barışmaya yanaşmıyor; kırgınlığı, dargınlığı devam ettiriyor. Bunlarla da karşılaşıyoruz. Peygamber Efendimiz bunları da biliyor ve bunlar hakkında da buyuruyor ki; "Eğer dargınlardan birisi barışmaya niyet eder, teşebbüs eder de ötekisi buna karşılık vermez, barışmaya yanaşmaz, başını çevirirse; o zaman vebal, sorumluluk, günah ötekisinde olur." Bu teşebbüs etti, sevap kazandı; ötekisi kabul etmedi, vebal, sorumluluk, günah yüklendi. T
abii bu mübarek gecede bu durumlardan da uzak durmak lazım. Ev imraetin teb'i fî fercihâ. "Namusunu korumayan, namusunu satan kadını da affetmez." Tabii bu, bir büyük kötülük. En büyük günahlardan birisi. İslâm bunun karşısına evlenmeyi koymuş. Evlilik sevap, nikâh helal ama nikâhın dışındaki ilişkilerin hepsi son derece büyük günah. Onların olmaması lazım. Hatta onlara götürecek küçük hareketler bile günah. Mesela nâmahreme bakmak bile günah. Bakıp da hayal etmek günah.  Mesela; "İnsan oruçlu iken bakıyor, hayal ediyor, hayalinden müstehcen şeyler geçiriyor; o zaman orucunun sevabı kaçar, mânevî bakımdan orucu bozulur." diye hadîs-i şerîflerde bildiriliyor. Oruç tutan insan gözüne sahip olacak, harama bakmayacak; aklına sahip olacak, kötü şeyler düşünmeyecek; diline sahip olacak, kötü şeyler söylemeyecek; eline sahip olacak, elini harama uzatmayacak; günah şeyleri yapmaya kalkışmayacak; ayağıyla haram yerlere gitmeyecek. Burada "kadın" deniliyor. Yaygın olan bu ama her zaman suçlu kadın olmaz bazen erkek de aynı derecede suçlu olur, hatta büyük suç onda olabilir. Böyle kadınlar affolunmaz da erkekler affolunur mu?  Tabii o durumda olan erkekler de bu gece affolunmaz. Onun için aşk ile sıdk ile çok pişman olarak, bir daha yapmamak niyetiyle, kesin bir dönüşle dönmesi lazım. Böyle aşk ile tevbe-i nasuh ile dönerse tevbesinde sadık olmak şartıyla Allah günahını affedebilir, eskilerini silebilir. Tevbesinde sadık olmazsa hem eskileri hem de yeni işlediği suçları hepsini birden hesaba katıp cezasını verir. O bakımdan bu hadîs-i şerîflerde sıralanmış olan kötü huyları birer misal olarak almalı.  Demek ki Allah buna benzer, buna mümasil kötülükleri olanları affetmiyormuş. "O halde ben de böyle kötülüklerim varsa bunlardan kurtulayım." diye düşünüp kendisini bu kötü sıfatlardan pak eylemeli, sıyırıp çıkarmalı ki Allah'ın rahmetine mazhar olsun. Bu gecede insan neler yapabilir, nasıl dua edebilir, gecesini nasıl ihya edebilir? Bu mübarek gecenin vakti akşam ezanından sabah ezanına kadardır. Yani akşam başladı. Kandil diye gündüz oruç tutuluyor ya yemeğe oturduğu zamandan itibaren başlıyor.  Ertesi gün fecir atıncaya, imsak kesilinceye kadar bu güzellikler devam ediyor. 
Meleklerin de bayramı olurmuş, aziz ve muhterem kardeşlerim, meleklerin bayramlarından bir tanesi de işte bu Berat gecesidir. Bir de beraat, biliyorsunuz mahkemede gidiyor, birisine bir suç isnat edilmiş; muhakeme ediliyor, beraat oluyor. "Suçu yok, temiz" mânasına. Mü'min kulların suçlarından beraat etmesi, cehennemden âzat olması nedeniyle bu geceye Berat gecesi denilmiş.  Allahu Teâlâ hazretleri bizi de öyle beraat edenlerden eylesin! Peygamber Efendimiz bu geceleri kendisi bizzat ihya etmiş. Hatta; "Bu gece Şaban'ın yarısı gecesidir. Rabbime ibadet etmem için bana müsaade eder misin?" diye son derece yüksek bir nezaketle hanımına rica etmiş. Çünkü hanımın da beyi üzerinde hakkı var; aile hukuku var. Nasıl ihya etmiş? Hz. Âişe validemiz müteaddit kandillerde Peygamber Efendimiz'in ne yaptığına dair bilgiler vermiş; oradan biliyoruz. Mesela hafifçe bir namaz kılmış. Secdeye varmış; yarı geceye kadar…  
Kalkmış ikinci rekatte yine o kadar okumuş. Bir daha secdeye varmış, fecre kadar… Demek ki secde halinde niyaz ederek gecesini ihya etmiş. Secde hali, kulun Allah'a en yakın halidir. Çünkü mübarek alnını, şerefli alnını toprağa koymuştur, tevazuun en güzel gösterisidir. Secde hali, Allah'a en hoş gelen ibadettir. Peygamber Efendimiz secde ederdi, secdesini uzatırdı, secdesinde dua ederdi. Hz. Âişe validemiz bir gece karanlıkta odada onu aramış, yoklamış. Ayağı, mübarek topuğuna değmiş; bakmış secdede.  Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in nasıl dua ettiğine kulak vermiş. Böyle bir Berat gecesinde, Berat kandilinde Efendimiz'in secdede şöyle dua ettiğini bildiriyor. Buyurmuş ki Efendimiz: Secede leke sevâdî ve hayâlî. "Yâ Rabbi! Bedenim de hayalim de sana secde etti." Tefekkürümle, bütün iç dünyam ve bedenimle senin önünde saygıyla secde halindeyim. Ve âmene bike fuâdî. "Yâ Rabbi! Gönlüm sana derinden, tam olarak inandı." Ebûü leke bi-niami. "Yâ Rabbi! Bana verdiğin bütün nimetleri idrak ediyorum, itiraf ediyorum; sen beni nimetlerine gark eyledin." Ve a'terifü leke bi'z-zenbi. "Sana kullukta eksikli, kusurlu olduğumu itiraf ediyorum, biliyorum." diye tevazu gösteriyor.  Halbuki Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz kulların ibadete en gayretli olanıydı. Ashâb-ı kirâm Peygamber Efendimiz'e uymaya çalışırlardı. Resûlullah Efendimiz'in yaptığı ibadetleri uygulamaya çalışırlardı; tâkat getiremezlerdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz de zaten onlara söylerdi; "Siz benim gibi tâkat getiremezsiniz. Rabbim beni destekliyor, kuvvet veriyor, rahmetiyle güçlendiriyor, rızıklandırıyor.  Ben yapabilirim, siz yapamazsınız." Bir keresinde namaz kılarken arkasında kendisine uymuş olan Abdullah b. Abbas diyor ki; "Namazda o kadar uzun sûreler okudu ki; Bakara sûresini okudu -iki yüz seksen altı âyet, elli sayfa- arkasından Âl-i İmrân sûresini okudu -iki yüz âyet- o kadar uzun sürdü ki bir ara namazdan çıkmayı düşündüm." Efendimiz sabahlara kadar ayakları şişecek şekilde aşk ile şevk ile ibadet ederdi ama yine de ne diyor? A'terifu leke bi'z-zenbi. "Yâ Rabbi! Günahımı itiraf ediyorum." Zalemtü nefsî. "Nefsime zulmettim." Ne büyük bir tevazu! O kadar güzel ibadetlerine rağmen Mevlâsına nasıl münâcaat ediyor. Fa'ğfirlî. "Beni mağfiret eyle!" İnnehû lâ yağfiru'z-zünûbe illâ ente. "Günahı ancak sen affedersin."  Senden başka hangi kapıya varayım, kime yalvarayım. Günahlarımı kimse affedemez ki. Yâ Rabbi! Affedecek sensin. Eûzü bi-afvike min ukûbetike. "Yâ Rabbi! İşlediğim suçlardan dolayı ceza vermeye kâdirsin ama affetmeye de kâdirsin. Affını istiyorum, affına sığınıyorum, ceza vermenden affına iltica ediyorum." Ve eûzü bi-rahmetike min nıkmetike. "Ceza verip de intikam almandan, rahmedip affetmene sığınıyorum.  Beni cezalandırmandan affına sığınıyorum. Affeyle yâ Rabbi! Rahmetine erdir yâ Rabbi!" Eûzü bi-rıdâke min-sahatike. "Gazap etmenden hoşnutluğuna sığınıyorum. Gazap etme yâ Rabbi! Beni sevdiğin, razı olduğun kullarından eyle!" demiş oluyor. Eûzü bike minke. "Yâ Rabbi! Senden kime varayım, nereye kaçayım; senden yine sana sığınırım." diyor. Lâ uhsî senâen aleyke. "Seni nasıl methedeyim, sana hangi dillerle nasıl söyleyeyim?  Yâ Rabbi! Güzel evsafını saymakla bitiremem; tâkat getiremem." diyor. Ente kemâ esneyte alâ nefsike. "Yâ Rabbi! Kur'ân-ı kerîm'de, hadîs-i kutsîlerde, bana ilham ettiğin durumlarda kendini hangi kelimelerle, hangi cümlelerle nasıl medh ü senâ ettiysen, sen öylesin. Yâ Rabbi! Kul seni layıkıyla methetmeye kâdir olamaz." diye secdede sabaha kadar dua ediyormuş. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ayakta, oturarak, secde ederek; ayakları şişinceye kadar ibadet ediyor, bu geceleri ihya ediyordu. Biz ne yapabiliriz?  Biz de ilk önce Peygamber Efendimiz'in secdede yaptığı gibi tevbe ve istiğfar ederiz. "Affet yâ Rabbi! Ben hatamı anladım. Bundan sonraki ömrümde artık sana güzel kulluk etmeye karar verdim. Beni afv u mağfiret eyle!" deriz. Estağfirullah el-azîm ve etûbu ileyh diye yüz defa, bin defa ne kadarına gücümüz yeterse o kadar teshih çekeriz, affımızı dileriz. Bu duaları Peygamber Efendimiz'in yaptığı gibi namazda, namazın secdesinde de söyleyebilir, namazı bitirdikten sonra el açıp, gözyaşlarıyla yalvarıp affımızı, mağfiretimizi de isteyebiliriz. Nafile namazlar kılarız. Kaza namazları kılarız. Kılmamış olduğumuz, cahillik, gafillik edip kaçırmış olduğumuz namazları öderiz. 
Bir de sünnet olan güzel bir namaz var; tesbih namazı.  Böyle gecelerde rahmetli Hocamızla İskenderpaşa camimizde kılardık. Bazen o kıldırırdı; bazen başkasına kıldırtır, kendisi de uyardı. Tesbih namazı; üç yüz kere Sübhâna'l-lâhi ve'l-hamdü li'l-lâhi ve lâ ilâhe illa'l-lâhu vallahu ekber ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ bi'l-lâhi'l-aliyyi'l-azîm sözünün söylendiği bir namazdır. Yetmiş beşi bir rekatta, yetmiş beşi ikinci rekatta böylece yüz elli eder. Yüz elli daha iki rekat. Dört rekat kılınır. İlmihallerde tarifi vardır. Allahu Ekber diye durulur. Sübhâneke okunduktan sonra Fâtiha'ya geçmeden önce on dört defa Sübhâna'l-lâhi ve'l-hamdü li'l-lâhi ve lâ ilâhe illa'l-lâhu va'l-lâhu ekber denilir, on beşincide ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ bi'l-lahi'l-aliyyi'l-azîm denilir. Ondan sonra Fâtiha okunur, sûre okunur. Bitirildiği zaman on defa bu dua söylenir, onuncuda ilavesi yapılarak rükuda tesbihler çekildikten sonra on defa daha okunur; etti otuz beş. Doğrulduğu zaman on defa; etti kırk beş. Secdede tesbihlerden sonra on defa; elli beş. İki secde arasında on defa; altmış beş. İkinci secdede on defa; yetmiş beş. Bir rekatte yetmiş beş defa söylenerek kılınır.  Sünnet olan bir namazdır. Böyle gecelerde kılınırsa sevabı daha fazladır. Cemaatle de kılınabilir. 
Kur'an okunarak, zikir yapılarak gece ihya edilebilir. Eline tesbih alıp Sübhânallah, Elhamdülillah, Allahu Ekber, ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah, Hasbünallah ve sâir gibi çeşitli mübarek kelimeleri, güzel tesbihleri çekerek sevaplı işler yapılabilir. Tefekkür ederek; mazisini, istikbalini düşünerek, günahlarına ağlayarak, sevaplarına sevinerek, bundan sonraki ömründe günah işlememeye niyet ederek, sevaplı işleri yapmaya karar vererek geceyi ihya etmeye çalışırsınız. 
İşi çok ters olmayan kimseler yatsı namazını camide kılmalı; işte, nöbette olanlar, polis olur, asker olur, vazifeli olur, mühim bir işin başında olur, mazereti olur onlar hariç. yatsı namazını camide kılmalı; bu çok önemli. Sabah namazını da camide kılmalı. Yatsı ile sabahı camide kılarsa bütün geceyi ihya etmiş gibi olur. Bunu ihmal etmeyin. Yatsı namazlarına gidin. Ertesi sabah, sabah namazını evde değil; camide cemaatle kılın. Bu da güzel bir tedbirdir.Bütün gece abdestli olun. Biraz yorulur, uzanırsanız bile saati kurup yine kalkın; bu geceyi ihya etmeye gayret edin. Bir mühim nokta da hep kendinize dua etmeyin; sevdikleriniz, arkadaşlarınız, dostlarınızdan bazılarını da duanıza alın. Çünkü siz birisine dua ettiğiniz zaman baş ucunuzda bir melek; "Âmin!" der.  O da sizin için dua eder; "Yâ Rabbi! Bu mü'min kulun kardeşi için, arkadaşı için hayır dua ediyor; ona istediğinin bir mislini de buna ver." der. Onun için etrafınızdaki sevdiklerinize, dostlarınıza vefalı olun, unutmayın; onlar için de dua edin. 
Hocanız olarak bizi de, uzaklardan size böyle telefonla, vaaz veren şu kardeşinizi de duadan unutmayın.Allah, sevdiklerinizle beraber nice nice kandillere erdirsin! Uzun ömürlerle muammer eylesin! Âmâl-i sâliha işleyerek, hayrât u hasenât yaparak ömrünüzü hayırlı şekilde geçirmenizi nasip etsin! Evlatlarınızı hayırlı kimseler eylesin! Hastalarımıza acilen şifalar versin! Maddî, mânevî rahatsızlıklarımız olduğu gibi ahlâkî hastalıklarımız, rahatsızlıklarımız da vardır, fikirlerimizde bozukluklar da vardır; Allah fikirlerimizi de, kötü huylarımızı da düzeltsin; maddeten mânen, kalben kâliben, aklen fikren, ahlâken tertemiz, sıhhatli, kuvvetli, pırıl pırıl müslümanlar olmayı nasip etsin! Sevdiği kul olmayı nasip etsin! Uzun ömürler sürdükten, ümmet-i Muhammed'e faydalı işler yaptıktan sonra, huzuruna sevdiği, razı olduğu kullar olarak varmayı nasip eylesin! Cennetiyle cemaliyle müşerref eylesin! Rıdvân-ı Ekber'ine cümlemizi nail eylesin! 
es-Selamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatüh...

Hiç yorum yok

Öne Çıkan Yayın

İBDA ve İBDA-C Nedir?

İBDA-C’nin daha iyi anlaşılması için İBDA'nın kısaca tarif ve izahını yapmak istiyoruz… Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu’nun "...

İzleyiciler

Popüler Yayınlar

Tema resimleri duncan1890 tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.