“KAZ GİBİ SİYASET” YAPMAKTANSA…


“KAZ GİBİ SİYASET” YAPMAKTANSA…
Öncelikle belirteyim ki, uzun uzun yazıp da, mevzuyu çıkmaz sokaklara sürükleyecek değilim.
Bir iki hususu belirtmek için yazıyorum.
Zaten uzun uzun yazılmış, dört beş aydır dile getirilenleri anlamayanlar, anlamak istemeyenler için, burada uzun uzun yazmak, söz ve zaman israfından başka bir işe yaramayacaktır.
Peşin ön kabullerle, zorlama mantık yürütmelerle, oturduğun yerden devrimcilik(!) taslamalarla bu işler olmuyor, maalesef.
Birinci husus;
Çocukluğumuzda muhakkak yapmışızdır; elimize taş alıp, suya atmak ve ortaya çıkan daireleri seyretmek.
Ve hepimiz biliriz ki; taşın ilk düştüğü yerde oluşan daire ile en sondaki daire arasında hem şekil, hem de etki olarak çok farklılıklar vardır.
Merkeze en yakın daire en güzel, en uzak daire ise şekli bozuk ve etkisi hiç yok denecek kadar azdır.
Son röportajda da görüldüğü üzere, Kumandan kılıcı çekmiş ve bunu en yakından gören ve hisseden kişi de röportajı yapan kimsedir. Yani taşın düştüğü yere en yakın daire. Taşın etkisini en çok hisseden daire…
Ve bu taşın, hangi açı ile hangi noktaya düştüğünü gören kimse…
Sizce bu kişi, bu gözlemden sonra, acaba o çekilen kılıcın hedefi olmak ister mi?
O kılıcın niçin, hangi sâiklerle, kimlere çekildiğini bilen şahıs, kendini o hatalardan ayıklamaz mı?
O kılıcın şiddetini bilen yazar, o şiddetten kendini muhafaza etmeye çalışmaz mı?
Merkeze en yakın yerde konumlanan kişi, merkezin kontrolü dışında kalabilir mi?
Soruları uzatabiliriz…
Ama gerek yok, sanırım ne demek istediğimiz anlaşılmıştır…
Ve “ince siyaset” olayı…
İnce siyaset nasıl bir şey bilmiyorum, hiç de işim olmaz…
Ama bir iki hususu belirtmeden geçemeyeceğim…
Öncelikle;
İnce siyaset yapmak, “Kaz gibi siyaset yapmak”tan daha iyidir. (Bu arada “Kaz gibi siyaset yapmak” tabiri, merkezindir. Ve kimlere söylendiği bizce malûmdur. Üstüne alınan?..)
Ama hiçbir zaman, ince siyaset gibi bir derdimiz olmadı.
Bütün siyasetimizin nirengi noktası; “Salih Mirzabeyoğlu’na Özgürlük”
Bütün çalışmalar, bütün hamleler, yazılanlar, çizilenler bunun için…
Hatta ve hatta bu sebeble, o cephe, bu grup, şu klik derdimiz olmadan, herkesle, her cephe, her grup, her klik ile bir araya gelmekten çekinmedik…
Çünkü amacımız ve hedefimiz belliydi…
Bak, öyle ince siyaset diye bir derdimiz yokmuş…
Ama ille de var diyorsanız;
Sabahtan akşama kadar şeytan taşlar gibi sövüp saymaktansa,
Oturduğun yerde hop oturup hop kalkarak devrim(!) yaptığını zannetmektense,
Kaz gibi siyaset yapmaktansa,
Böyle ince siyaset yapmaya can kurban…
Maalesef aktüel politik mevzulara, günlük siyasete, fikirle müdahil olunmadığı için, fikirden hareketle siyaset ve politika üretilemediği için, yapılan işleri de, böyle “ince siyaset” olarak görmek gibi bir açmaza düşersiniz. Hani “fikirde müphem aksiyonda açık olma” ilkesi var ya.
Evet, o bizim için değil mi?
(Ufak bir not;
Yazarın önceki yazılarını da okumanızı tavsiye ederim…
Çünkü yazar kırılma noktasını 17 Aralık değil de, 7 Şubat MİT başkanını alma operasyonu olarak tanımlıyor ve öncesini de diğer yazılarında belirtiyor.
Gezi olayları daha sonraki süreç…
Yani Ankara’daki keşmekeşi tetikleyen milat Gezi olayları değil, biraz daha ince siyaset öğrenseydiniz, bu milatın 7 Şubat’ta Mit Başkanı Hakan Fidan’ı alma operasyonu olarak görürdünüz…
Daha öncesine giderseniz 2011 yılındaki gelişmeleri bulursunuz..
Ben de bilmiyordum da, yazarın yazılarını okuyunca öğrendim. Size de tavsiye ederim, ufuk açıcı oluyor. Sonra böyle, ince siyaset yapacağım diye, fikirden uzaklaşmış birisi, size siyaset dersi filân vermeye kalkışır da, siz gibi fikire sıkı sıkıya bağlı insanlara karşı ayıp olur demi ama…)
Gündemi takip edemeyenler, hâdiseleri peşinden sürükleyemeyip de, kendi hâdiselerin peşinden yetişeceğim diye soluk soluğa kalanlar, Baran Dergisi yazarı Faruk Selim Bey’in deyimi ile “zübük siyasetçiler”e fazla söze gerek yok…
Fikrin şartlara tatbik edilmesi gerekirken, şartların fikre tatbik edilmesi durumu…
Ve “İslama Muhatap Anlayış” davasını, alıp, eğip, büküp “İslâmî” olmayan bir anlayış davası…
YAV HE HE…
Bir durum tesbiti;
İmam Malik: “Tasavvuf bilmeyen fakih fasık, tasavvufu bilip de fıkhı bilmeyen ise zındık olur. Bu ikisini birleştiren ise hakikate ulaşır”
Yani; Büyük Doğu’yu bilmeden, anlamadan İbdacı veya İbda’yı görmezden gelerek, anlamaya yanaşmayarak Büyük Doğucu, hakikât ise bu ikisinin birbirinin sebeb ve sonucu olduğudur. Bu ikisini birleştirmeyen hakikâte ulaşması muhâldir. Şekilde görüldüğü gibi…
Evet; Şükrü Sak’ın ifâdesiyle;
“Asıl mesele şu; nasıl oluyor da, 500 tane yazar olan yerde, okuyucu sayısı 250’yi bulmuyor? Diye sormuştuk… Bu soruya kabaca, “çünkü bu yazarların(!) yarısı kendi yazdığını da okumuyor” diyebilirsiniz, ama bu yeterli bir açıklama olmaz!.. “ (Baran Dergisi )
Evet, halk arasında bir söz vardır; “Kendi çalar, kendi oynar.” Diye…
Bu “kendi çalıp, kendi oynayanları” rahatsız edecek değiliz, çalıp oynamaya devam etsinler. Dedik ya; “Zübük siyaset ve zübük siyasetçi”, başka bir izaha da gerek yok…
Son zamanlarda da, en çok hoşuma giden kalıplaşmış kelimelerden birisi de; “YAV HE HE…”
Karşındaki muhatabın seviyesi, sövmeyi en büyük siyasi hareket(!), yerinde hop oturup hop kalmayı da en büyük devrim(!) olarak görmesi karşısında, öyle uzun uzun izahlara gerek yok; YAV HE HE…
Siyasetin nasıl olması gerektiği, fikrin eşya ve hâdiselere tatbikinin nasıl olması gerektiği, bir sürecin nasıl ve hangi argümanlarla yürütülmesi gerektiği üzerine uzun uzun yazılmış…
(O uzun uzun yazılanlara bakıp, kendinize bir yol haritası çizmeniz size en iyi tavsiyedir…)
Onun için uzun uzun yazmaya gerek yok, sen nasıl olsa anlamayacaksın ve baştan anlamaya niyetin yok; YAV HE HE…
Biz siyaset nedir bilmeyiz, ihtlâlci bir hareket mensubu değiliz; YAV HE HE…
Anti-emperyalist, anti-kapitalist, Millici, tam bağımsızlıkçı değiliz; YAV HE HE…
Bütün yazdığın ve yazacağın ne varsa hepsine; YAV HE HE…
Peşinen kabul ettik, aldık, helalleştik…
Tamam bundan sonra, o dediğiniz her şey biziz..
Onların tam tersi de sizsiniz…
Yani anti-emperyalist, anti-kapitalist, tam bağımsızlıkçı ve en büyük devrimci(!) sizsiniz…
Şimdi, bırakın bizi bize…              
Nasıl olsa biz sizin büyük siyasi, stratejik hareketlerinizi anlayamıyoruz, anlamlandıramıyoruz…
Boşu boşuna, bize anlatmaya çalışıp da yorulmayın…
Sövmeye ve hakaret etmeye ayırdığınız vakti, okuyup anlamaya ayırın yeter!
Son söz olarak, biz hiçbir zaman, sırnaşan olmadık, hiç resmimiz olmadığı için ressamız da demedik, kendimizi çok şükür sıvacı olarak da vasıflandırmadık…

Bunların dışındaki her şey için: YAV HE HE…

Hiç yorum yok

Öne Çıkan Yayın

İBDA ve İBDA-C Nedir?

İBDA-C’nin daha iyi anlaşılması için İBDA'nın kısaca tarif ve izahını yapmak istiyoruz… Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu’nun "...

İzleyiciler

Popüler Yayınlar

Tema resimleri duncan1890 tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.