CEMİL MERİÇ
13 Haziran...
Türk Münevveri, Cemil Meriç'in ölüm yıldönümü...
Üstad Necib Fazıl’ın Bâbıâli’de Cemil Meriç için: “Allah’ın iç gözü daha iyi görsün diye dış gözünü kapattığı sahici münevver örneği Cemil Meriç…”
70 yıllık ömrünün yarısını gözleri açık, diğer yarısını ise okumak, okumak ve ısrarla okumak sevdasıyla gözlerini kaybedip yaşadı.Yakınları ve dostlarının yardımıyla, okumaya hiç ama hiç ara vermeden, daha bir tutku ve ihtirasla kitablara sarılır. “Kimim ben?” diye soruyor ve cevabını yine kendisi veriyor: “Hayatını Türk irfanına adayan münzevi ve mütecessis bir fikir işçisi…”
İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu'nun da okumak yönünden tavsiye ettiği son dönem aydınlarımızdan Cemil Meriç hakkında kısa bilgi ve eserlerinden alıntıları ilginize sunuyoruz...
Kendisine tekraren rahmet...
Cemil Meriç Kimdir
Asıl adı Hüseyin Cemil olan Cemil Meriç, 12 Aralık 1916 yılında Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde dünyaya geldi. 13 Haziran 1987 yılında 71 yaşındayken hayata gözlerini kapadı.Mekanı cennet olsun.
Yazar ve mütercim. 12 Aralık 1916’da Hatay Reyhanlı’da doğdu. Ailesi Balkan Savaşı sırasında Yunanistan’dan göçmüştü. Fransız idaresindeki Hatay’da Fransız eğitim sistemi uygulayan Antakya Sultanisi’nde okudu. Bir süre ilkokul öğretmenliği ve nahiye müdürlüğü, Tercüme kaleminde reis muavinliği yaptı.
1940’da İstanbul Üniversitesi’ne girip Fransız Dili ve Edebiyatı öğrenimi gördü. 1941’den başlayarak İnsan, Yücel, Gün, Ayin Bibliyografyası dergilerinde yazmaya başladı. 1942 ve 45 yılları arasında Elazığ lisesinde, 1952 ve 54 yılları arasında ise İstanbul`da Fransızca öğretmeni olarak çalıştı. Daha sonra İstanbul üniversitesi Edebiyat fakültesinde yabancı diller okutmanlığı görevinde bulundu, Sosyoloji bölümünde dersler verdi. Mükemmel düzeyde Fransızca okuyup yazan Meriç, İngilizceyi anlıyor, Arapçayı, kendi ifadesiyle, “söküyor”du.
1955’de gözlerindeki miyobunun artması sonucu görmez oldu, ama olağan üstü çalışma ve üretme temposu düşmedi. Talebelerinin yardımıyla çalışmalarını ölümüne kadar sürdürdü. 1974 yılında İstanbul üniversitesinden emekli oldu ve yıllarının birikimini ardarda kitaplaştırmaya girişti. 1984’te, önce beyin kanaması, ardından felç geçirdi, 13 Haziran 1987’de vefat etti.
Cemil Meriç`in ilk yazısı Hatay`da Yeni Gün Gazetesi`nde çıktı (1928). Sonra Yirminci Asır, Yeni İnsan, Türk Edebiyatı, Yeni Devir, Pınar, Doğuş ve Edebiyat dergilerinde yazılar yazdı. Hisar dergisinde “Fildisi Kuleden” başlığıyla sürekli denemeler yazdı. Meriç, gençlik yıllarında Fransızcadan tercümeye başladı. Hanore de Balzac ve Victor Hugo`dan yaptığı tercümelerle kuvvetli bir mütercim olduğunu gösterdi. Bati medeniyetinin temelini araştırdı. Dil meseleleri üzerinde önemle durdu. Dilin, bir milletin özü olduğunu savundu ve sansüre, anarşik edebiyata şiddetle çattı.
Cemil Meriç’in Eserleri
İnceleme
Hind Edebiyatı (1964),
Saint Simon İlk Sosyolog, İlk Sosyalist (1967),
Umrândan Uygarlığa (1974),
Bir Dünyanın Eşiğinde (1976),
Işık Doğudan Gelir (1984),
Kültürden İrfana (1985)
Deneme
Mağaradakiler (1978),
Bu Ülke (1974, 1985)
Günlük
Jurnal I (1992)
Jurnal II (1994)
Diğer Kitapları
Kırk Ambar (1980),
Bir Facianın Hikayesi (1981),
Sosyoloji Notları ve Konferanslar (1993)
Ödülleri
Umrandan Uygarlığa adlı eseriyle 1974 yılında Türkiye Millî Kültür Vakfı ödülünü almıştır.
Kırk Ambar adlı eseriyle 1983 yılında Türkiye Millî Kültür Vakfı ödülü ve Ankara Yazarlar Birliği Derneği’nin Yılın Yazarı ödülüne layık görülmüştür. Ayrıca Türkiye Yazarlar Birliği Yılın Fikir Eserleri ödülü almaya hak kaznmışıtr.
Cemil Meriç Kronolojisi
1916 12 Aralık günü Hatay’ın Reyhanlı kazasında dünyaya gelir. İki de ablası vardır: Zehra ve Nadide. Ailesi Yunanistan göçmenidir.
1920 Birinci Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarla 1936 arası, Suriye Fransa’nın mandası altındadır. Misak-ı Milli dışında bırakılan Hatay’da da Fransa muhtar bir idare kurmuştur: Bağımsız İskenderun Sancağı.
1923 Babasının memuriyetten ayrılması üzerine Reyhanlı’ya dönerler. Aynı yıl Reyhanlı Rüştiyesi’nde okula başlar. Bu ilkokulda, üçüncü sınıftan itibaren Fransızca dersleri de okutulmaktadır.
1928 İlkokulu bitirir, elindeki diplomanın adı: “Certificat d’études primaires”dir. Aynı yıl Antakya’ya gider ve Antakya Sultanîsi’nde ortaokula başlar. Eğitim Fransız kültürü ağırlıklıdır.
1933 Çalışkan bir öğrenci olmasına rağmen cebirden ikmale kalır, gözleri zayıftır ve sınıftaki tahtayı iyi görmemektedir, altı numara miyobu olduğu anlaşılır. Aynı yıl, yerel Yenigün gazetesinde ilk yazısı yayımlanır: “Geç kalmış bir muhasebe”
1936 İstanbul’a gelir. Üniversiteye giremez. Bir süre pertevniyal lisesi 12. sınıfına devam eder. Hocaları, felsefede İhsan Kongar, tarihte Resat Ekrem Koçu, edebiyatta Keyise İdali, Fransızca’da Nurullah Ataç’tır. Kumkapı ve Kadırga talebe yurtlarında kalır. Nazım Hikmet ve Kerem Sadi ile tanışır. Onlar için kendi imzasını kullanmadan iki kitap çevirir Türkçe’ye: Gaston Jèze’in maliye ile ilgili 400 sayfalık bir kitabı ile Stalin’in “Pratik ve Teori” adlı kitabı. Bu kitaplar için herhangi bir ücret almamıştır.
1937 Mayıs ayında vapurla İskenderun’a döner.
1938 Hatay Reyhanlı’ya dönüp Batı Ayrancı köyünde ilkokul öğretmenliğine başlar. Türk Hava Kurumu’nda sekreterlik, ^belediye’de kâtiplik gibi geçici görevlerde de bulunur.
1939 Nisan ayında tevkif edilir, üç yüz kadar kitabına ve dergi koleksiyonlarına el konur. Antakya’ya götürülür, Hatay hükümetini devirmek suçundan idam talebiyle yargılanır, iki ay sonra beraat eder. Aynı yıl 29 Haziran’da Hatay Türkiye’ye katılır.
1940 Tekrar İstanbul’a gider.
1941 İstanbul’daki ilk yazısı “İnsan” dergisinde yayımlanır: “Honoré de Balzac”
1942 İkinci Dünya Savaşı yüzünden Yabanci Diller Okulu öğrencileri Avrupa’ya gönderilemez, mecburi hizmeti vardır, kurada şansına Elazığ çıkar. Buraya gitmeden az önce tarih ve coğrafya ögretmeni olan Fevziye Menteşoğlu ile tanışır ve 19 Mart günü evlenir, eşi İstanbul’ludur. Aynı yıl, Haziran ayında babası ölür. Aynı yıl, 29 Ekim’de Elazığ Lisesi’nde Fransızca öğretmenliğine başlar.
1942-1943 “Ayın Bibliyografyası” adlı dergide tercüme tenkitleri yayımlanır.
1943 İlk çeviri kitabi yayımlanır, “Altın Gözlü Kız”, Balzac, (Üniversite Kitabevi), 189 sayfalık kitabın 74 sayfası Balzac’la ilgili bir incelemenin yer aldığı önsözdür.
1945 Elazığ’daki stajyer ögretmenlik görevinden, iki sene dört ay sonra ayrılır. Eşinin Elazığ’a tayini çıkmadığı gibi, aile burada iki de çocuk kaybetmiştir. Ancak İstanbul’da doğum yapabileceğinin anlaşılması üzerine İstanbul’a gidilir. Tıp Fakültesi’nden gözlerinin yorgun olması nedeniyle aldığı rapora rağmen bakanlıkça izinli de sayılmayınca istifa eder. Aynı yıl, 1 Nisan’da bir oğlu dünyaya gelir, ismini Mahmut Ali koyar. Aynı yıl, Balzac’dan iki çevirisi çıkar: “Otuzundaki Kadın” (A. Bolat Yayınevi, 168 sayfa) ve “Onüçlerin Romanı (Ferragus)” (Yüksel Yayınevi), 157 sayfanın 28 sayfası önsözdür.
1946 16 Aralık, bir kızı gelir dünyaya: Ümit. Aynı yıl bir çevirisi daha basılır, Balzac’tan: “Kibar Fahişelerin İhtişam ve Sefaleti” (İnkilap Yayınevi), 471 sayfa, 17 sayfalık bir önsöz. Aynı yıl, Aralık ayının son günlerinde sınavla İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Fransızca okutmanı olur.
1947 Bir yıl kadar “Yirminci Asır” dergisinde yazar. 1947-1953 yılları arasında makale yazmaya ara vermiş gibidir. 1953′te aynı dergide birkaç makalesi daha yayımlanacaktır.
1948 Victor Hugo’nun “Hernani” adlı piyesinin manzum olarak tercümesi Milli Eğitim Bakanlığı tarafından kendisine verilir.
1951 İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ne doktora ögrencisi olarak kaydolur.
1952-1953 İstanbul Işık Lisesi’ne Fransızca öğretmeni olur.
1954 Gözlerini tamamen kaybeder.
1956 Aralık ayında “Hernani” çevirisi, Maarif Vekaleti’nin “Klasikler” dizisi arasında yayımlanır.
1959 Victor Hugo’nun “Sefiller” adlı eserini Türkçe’ye çevirmesi bakanlıkça uygun görülür.
1964 Bir yıl kadar bastırılamayan “Hint Edebiyatı”, sonunda yayımlanır (Dönem Yayınları, 266 s.).
1965 Uzun aradan sonra ilk kez “Dönem” ve “Çağrı” dergilerinde makaleleri çıkar.
1966 Victor Hugo’dan, Mahmut Sait Kılıççı ile beraber manzum olarak çevirdiği “Marion de Lorme” basılır (M.E.B. Yayınları, 192 s.). Aynı yıl, Hugo’dan yapmış olduğu “Hernani” çevirisi ikinci kez basılır (M.E.B. Yayınları, 184 s.).
1967 Makale yazmayı “Yeni İnsan” ve “Hisar” dergilerinde sürdürür. “Hisar”daki yazıları aralıklarla da olsa on yılı aşkın bir süre devam edecektir. “Saint-Simon: İlk Sosyolog, İlk Sosyalist” bu yıl basılır. (Çan Yayınları, 143 s.). Aynı yıl, A. Meillet ile M. Lejeune’ün Encyclopédie Française’deki bir yazısını “Dillerin Yapısı ve Gelişmesi” başlığı altında, talebesi Berke Vardar ile Türkçe’ye çevirirler. (Dönem Yayınları, 86 s.).
1969 “Sosyalizm ve Sosyoloji Tarihinde Pierre Joseph Proudhon” adlı bir çalışması Fakülteler Matbaası’nda basılır. (Türkiye Harsi ve İctimai Araştırmalar Derneği, sayı 101, 23 s.).
1970 İ.Ü.E.F. Sosyoloji dergisinde 1968 yılında çıkan “İdeoloji” ile ilgili bir başka çalışması (sayı 21-22), bir kitapçık halinde yayımlanır (Fakülteler Matbaası, 23 s.).
1973 Balzac’tan çevirmiş olduğu “Kibar Fahişelerin İhtişam ve Sefaleti” adlı eser, ikinci defa, “İhtisam ve Sefalet (Vautrin)” adıyla gözden geçirilip basılır (Ötüken Yayınevi, 543 s.).
1974 “Bu Ülke” yayımlanır (Ötüken Yayınevi, 170 s.). “Umrandan Uygarlığa” adlı eseri de bu yıl basılır (Ötüken Yayinevi, 371 s.) ve Türkiye Milli Kültür Vakfı’ndan “fikir dalında” ödül alır. Aynı yıldan itibaren “Türk Edebiyatı”, “Kubbealtı Akademi” ve “Orta Doğu” gazetesinde yazıları çıkmaya başlar.
1976 “Hint Edebiyatı” adlı eserı, “Hint ve Batı” başlıklı bir bölümün de eklenmesiyle “Bir Dünyanın Eşiğinde” adıyla ikinci kez basılır (Ötüken Yayınevi, 344 s.).
1978 Aynı yıl Mart ayında TRT televizyonun birinci kanalında roman üzerine bir söyleşisi yayımlanır.
1980 “Kırk Ambar” basılır (Ötüken Yayınevi, 487 s.). Aynı yıl eser, Türkiye Milli Kültür Vakfı Ödülü’ne layık görülür. Uriel Heyd’den “Ziya Gökalp, Türk Milliyetçiliğinin Temelleri” isimli kitabı çevirir (Sebil Yayınevi, 134 s.). “Milli Eğitim ve Kültür” dergisinde ve “Yeni Devir” gazetesinde makaleleri yayımlanmaktadır.
1981 “Bir Facianın Hikayesi” Ankara’da bir yayınevi tarafından basılır (Ümran Yayınları, 167 s.). Thornton Wilder’in “Köprüden Düşenler” adlı kitabını Lamia Çataloğlu ile birlikte İngilizce’den Türkçe’ye çevirirler (Tur Yayınları, 112 s.). Aynı yıl, Ankara Yazarlar Birliği Derneği tarafından “yılın yazarı” seçilir.
1982 Kayseri Sanatçılar Derneği’nden, inceleme dalında bir ödül alır. Aynı yıl, 15 Ocak Nişantaşı Akademi Kitabevi’nde bir imza günü düzenlenir. İlk kez okuyucusuyla buluşur. Aynı yıl, 30 Ocak’ta “Cemil Meriç’le Türk kültüründeki değişmeler hakkında bir söyleşi” başlığını taşıyan bir televizyon programına katılır.
1983 Maxime Rodinson’un “Batıyı Büyüleyen İslam” adlı eserini dilimize kazandırır (Pınar Yayınları, 233 s.). Aynı yıl İletişim Yayınları’nın çıkardığı “Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi”‘ne makaleler yazar. 7 Mart günü 41 yıllık bir beraberlikten sonra eşini kaybeder. Aynı yıl TÜYAP Kitap Fuarı’nda kitaplarını imzalar.
1984 “Işık Dogudan Gelir” adlı kitabı yayımlanır (Pınar Yayınları, 233 s.). Aynı yılın Ağustos ayında bir beyin kanaması geçirir: sol hemipleji sonucu sol tarafına felç iner. Cerrahpaşa Hastanesi’nde üç ay süren bir tedaviden sonra taburcu olur.
1985 “Kültürden İrfana” adlı eseri İnsan Yayınları arasında çıkar (405 s.). Aynı yayıneviyle bütün eserlerinin basılması konusunda imzalanan sözleşmeye rağmen diğer eserleri basılmaz.
1986 İletişim Yayınları’nın bu kez de “Tanzimattan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi”nde makaleleri yer alır.
1987 13 Haziran günü, kendisini yatağa mahkûm eden uzunca bir hastalıktan sonra, 71 yaşında yaşama
gözlerini yumar. Karacaahmet Mezarlığı’na eşinin yanına defnedilir.
ESERLERİNDEN SEÇMELER:
BİR DÜNYANIN EŞİĞİNDEN
Önce bir pırıltıdır Doğu, bir özleyiştir. Efsaneyle şiir kanatlıdırlar. İlim ağır ağır ilerler.
Asya, aşkın kanat açabileceği tek ülke. "Altın Gözlü Kız”ın kahramanı sevgilisine şöyle seslenir: "Hind’e gidelim. Ebedi bir bahar yaşanır orada, topraktan yalnız çiçek fışkırır, kuşlar aşkı terennüm eder.” (63)
Batı bizden öğrenmiş Hint masallarını. Hümayunname Avrupa’nın bütün dillerine çevrilmiş. Ama biz tanımamışız Hind’i. Kelile Ve Dimne’nin, Heft Peyker’in, Tutiname’nin vatanını tanımamışız. (85)
BU ÜLKE’DEN
Kamûs, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla. Kamûsa uzanan el namusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız İhtilali tek mukaddese saygı göstermiş: Kamûsa. (88)
Her dudakta aynı rezil şikâyet: Yaşanmaz bu memlekette! Neden? Efendilerimizi rahatsız eden bu toz bulutu, bu lâğım kokusu, bu insan ve makine uğultusu mu? Hayır, onlar Türkiye’nin insanından şikâyetçi. İnsanından, yani kendilerinden. Aynaya tahammülleri yok. Vatanlarını yaşanmaz bulanlar, vatanlarını "yaşanmaz”laştıranlardır. (97)
Kitap ve gazete… biri zamanın dışındadır, öteki "an”ın kendisi. Kitap, beraber yaşar sizinle, beraber büyür. Gazete okununca biter.
Kitap fazla ciddi, gazete fazla sorumsuz. Dergi, hür tefekkürün kalesi. Belki serseri ama taze ve sıcak bir tefekkür. Kitap, çok defa tek insanın eseri, tek düşüncenin yankısı; dergi bir zekâlar topluluğunun. (102-103)
Felâketimizin kaynağı kültür yokluğu. Bizi helâk eden ne ahlâksızlık, ne bencillik, ne kafamızın ağır işlemesi. Bir öğrenci kayıtsızlığı içindeyiz. Hoca tanımadığımız için yardım görmemize imkân yok. (112)
Ruh, yazının icadından beri ölümsüz. Kaya homurdanır, mermer gülümser, konuşan yalnız kitap. (263)
Denize atılan bir şişe her kitap. Asırlar, kumsalda oynayan birer çocuk. İçine gönlünü boşalttığın şişeyi belki açarlar belki açmazlar. (267)
Münakaşa eden iki insan, aynı graniti yontan iki heykeltıraş, hakikati arayan iki yol arkadaşı. Hedefi tahrip değil, terkiptir bu kavganın. Mağlubun muzaffer olduğu tek yarış.
Yanıldığını kabul etmek, yeni bir hakikatin fethiyle zenginleşmektir: Parçadan bütüne, karanlıktan aydınlığa geçiş. (283)
UMRANDAN UYGARLIĞA’DAN
Ülkemize göz dikenler anlaşmazlık içindeydiler. Bazıları topraklarımızı ele geçirmek istiyordu, bazıları bizi sömürerek sanayi ve ticaretlerini geliştirmek. Birinciler gizli niyetini şairane sözlerle maskeliyorlardı: acı çeken insanlığı rahata kavuşturacak, din kardeşlerini kurtaracak, ezilen kavimlerin zincirlerini kıracaklardı. Bu kutsal emeller uğrunda ülkemize gireceklerdi. İkinciler, olmaz! Diyorlardı, olmaz ve olmamalıdır! Osmanlı ülkesinin bütünlüğü Avrupa’nın dengesi için şarttır. Aynı ikiyüzlülük. İzleyeceğimiz politika meydandaydı. Bazı devletlerin saldırı gücüne karşı ötekilerin müdafaa gücünü kullanacaktık. (34)
Kendi milletinin kültürünü, medeniyetini, marifetini inkâr veya istihkar eden, milliyetinden sâkıt olur. Onun adına konuşmak hakkını kaybeder. (63)
İki yol var insanlık için: Kendi kendini imha veya gerçekten insanlaşmak. İnsanlık tek merkeze yönelen bir tür, öteki türler gibi dağılıcı değil. Bu biricik düşünen türün sonu, çözülüş olamaz. Mekân ve zamanı aşacak insan. Bu kanatlanış, birleşmenin, birlikte düşünmenin eseri olacak. (106)
Türk insanının en büyük noksanı siyasî düşünceye gözlerini kapamış olmasıdır. bütünü bilmediğimizden ya sloganlara esir olduk, ya ideolojilere köle. Siyasî düşünce çağdaş insanın yolunu aydınlatacak en emin projektördür. Çağdaş Avrupa bu hakikatı çok iyi anladığından mekteplere siyasî edebiyatı ders olarak koymuş bulunuyor. (164)
MAĞARADAKİLER’DEN
Namuslu aydın, kucağında yaşadığı çevreye uymayandır. (38)
Türk aydını her mevsim bir başka meçhulün sevdalısı. Geçen asrın ortalarında ıslahatçıdır, sonra ihtilâlci olur, sonra inkılâpçı. (111)
Kelimeler bir milletin, bir medeniyet câmiasının ortak malıdırlar. Onları hiç kimse dilediği gibi kullanamaz. (134)
Türk için en büyük felâket: Başsızlık. Fert, devletin emrindedir, devlet, ferdin hizmetinde. Toplum, yekpare bir bütün. (182)
Otorite ile hürriyet… politikayı özetleyen iki zıt mefhum. Çatışıyorlarsa, toplum rahatsızdır; aralarında ahenk kurulmuşsa, mutlu. Otoriteyi yıkmak, anarşiye yol açmaktır. Hürriyeti kaldırmak, toplumu bir veya birkaç kişinin sömürüsüne terk etmektir. Demek ki insanlar ne hürriyetten vazgeçebilirler, ne otoriteden. Ama bir hakikatı da unutmamalıyız: Hürriyetin tek desteği var: hak… Otorite hem kuvvete dayanır, hem hileye. Yani hürriyete daima tehlikededir. (200)
KIRK AMBAR I’DEN
Hayal ağacı Asya’da boy atmış ilkin. Doğulu, Binbir Gece’deki sultana benzer. Zavallı Şehrazat: ya her akşam yeni bir masalla eğlendirecektir sultanı, ya canından olacaktır. Batı’da insanlar, kaderlerini kendi çabaları ile inşa etmek isterler, pek iltifat etmezler hayale. (128)
Hayatını kalemiyle kazanan bir yazar, bu yalancı alkış tufanı karşısında elbette ki kendini kaybedecek. Kitap bir ticaret metaı oldukça, yaratıcı ister istemez esnaflaşacaktır. (352)
İhtiyar bir medeniyetin dramıydı bu; kendini inkâr eden bir medeniyetin dramı. Doğu ile Batı, Haç’la Hilal, muhteşem bir maziyle karanlık bir istikbal boğaz boğaza idiler. Ama kavga sona ermemişti henüz. Son söz söylenmemişti. (377)
Tarihçi bütün inançları kavramak zorunda. Mizacına en aykırı düşünceleri anlayacak kadar geniş bir idraki yoksa, tarihten vazgeçsin. Tarihçinin iki tutkusu olmalıdır: hakikat ve güzellik. Bir tezin müdafii de olmamalıdır tarihçi. Maziden alınacak büyük dersler var. Ama tarihin öğrettiklerini uygulamak, tenkidin görevi. Tarih hiçbir fayda gözetilmeden yazılırsa, faydalıdır. (444)
KIRK AMBAR II’DEN
Tefekkür vuzuhla başlar, kurtuluş şuurlar. (80)
Kapitülasyonlar kelimelerden örülü bir zincir. Asırlarca kolumuzu, kanadımızı bağlamış. Lozan’ın en büyük zaferi kapitülasyonları parçalamak. Sahiden parçalanmış mı kapitülasyonlar? Sanmıyoruz. Galiba isim değiştirmiş sadece, "ticaret anlaşması” olmuş, "azgelişmiş ülkelere yardım” olmuş… (101)
Batı olayı karmaşık bir gerçek. Olayın kahramanı Avrupa. Ama bir değil iki Avrupa var. Birinci Avrupa, insanlığa âşık, hürriyetçi, adalete, terakkiye gönül vermiş, beşeriyetin refahı peşinde. İkinci Avrupa, kıyıcı, çıkarlarından, kazancından başka kaygısı yok, hasbelkader eline geçen ilim tekelini insafsızca sömürmek istiyor. (125)
Zavallı Ali Kemal! Yarım asır önce ruhumuzu kemiren şifasız hastalığı teşhis etmişti: Medenî cesaret yokluğu. Filhakika, aydınımızın ayırıcı vasfı dalkavukluktur. (204)
Çağımızın öncüleri, kelimenin babadan kalma manasıyla kültürlü kimseler değil, bilginler, uzmanlar, teknisyenlerdir. Ehliyetli olan yalnız onlardır. Kültürlü insan aynı zamanda ehliyetli olmayı başaramamışsa yarım kalmıştır, çünkü hakikati araştırırken, kendi görüşünün ve kendi zevkinin sınırlarını aşamaz. (317)
Bir yandan kendi kendimizi tekrarlayıp duruyoruz, öte yandan yenilik arayışlarımızı sürdürüyoruz. Alışkanlıklarımıza olan bu bağlılık kadar yeniliklere duyduğumuz ilgi de temel bir ihtiyaç… Kaldı ki yeniliğin olmadığı yerde alışkanlıkları savunmanın da bir anlamı yok. Biri diğerinin varolma sebebi. (489)
IŞIK DOĞUDAN GELİR’DEN
Bereket ki en eski çağlardan beri, aile ocağı, emek, terbiye gibi büyük içtimai uzuvlarla donatılmışız. Yoksa topluluklar da ayakta duramazdı, fert de. (182)
Eskiler, aklı, ‘hayırla şerri birbirinden ayıran meleke’ diye tanımlamış. Zamanımızda ise şerden başka bir şey görülmediği için tarifi değiştirmek ve akıl, bize birçok şerden hangisinin ehven olduğunu bildiren melekedir, demek daha doğru olur. (220)
Âşık âkil olamayacağı gibi âkil de âşık olamaz. Aşkın güneşi kalbe doğunca, akıl bir gölge gibi kaybolur gider… Âkil, dünyanın kazancıyla uğraşır. Âşık, gizli sırların meftunudur. (242)
Kendi dünyamızı tanımak, yani kaynaklarımıza dönmek yorucu ve çetin emekler sayesinde gerçekleşebilir. (277)
JURNAL I’DEN
Ne kadar cesur olursak olalım, yokluk bizi ürkütüyor. İz bırakmadan silinmek, bir kurbağa gibi gebermek, bütün rüyalarımızla, bütün acılarımızla yok olmak… İnsan zekâsı bu kadar trajik bir sonu zor kabul ediyor. Vücudumuzu aşmak, ‘ben’in dar ve sevimsiz geometrisinin ötesine geçmek, sonsuza yönelmek, bir insana sarılmak, hatıralarda yaşamak: işte aşkın, dinin ve kahramanlığın kaynakları. (43)
Şuur her gün yeni bir fetihten hoşlanmıyor. Her fetihte emek, alınteri, tedirginlik var. Yeniye idrâkimizin kapılarını kolay kolay açmıyoruz. Çok kötü bir dinleyici ve daha da kötü bir okuyucuyuz. Beklediğimizi, dörtte üç bildiğimizi duyduğumuz zaman kulaklarımız ilgiyle açılıyor. (132)
Hürriyet rahatsız ediyor insanı. Bir güvensizlik duygusu çöküyor içine. Kendi başına karar vermek, yeni yeni durumlar karşısında davranışını tayin edebilmek, çok sıkıntılı bir iş. Hür bir dünya tehlikelerle dolu. Ancak tehlikeli bir hayata görüs gerebeilecek insanlar demokrasiye sevgi duyabilirler. (196)
SOSYOLOJİ NOTLARI VE KONFERANSLAR’DAN
Tabiatın büyük kuvvetleri karşısında kendini yalnız zekâsıyla silâhlı bulan insanoğlu, tabiattaki kuvvetleri sabırla incelemiş, gökkubbede kendi büyüklüğünü ve küçüklüğünü seyretmiştir. (30)
İnsan bazı bahislerde sağdır, bazılarında sol. Bu itibarla bu kelimeleri aşmak lâzım. İleri-geri ise çok daha kaypak kelimelerdir. (44)
Her yerde var olan hiçbir yerde yoktur. (80)
Fikir, Aşil’in kılıcı gibidir; kendi açtığı yarayı kendi tedavi eder. (89)
Her Türk aydını, mutlaka çağımızın kaderini tayin eden sosyalizmi, tarihî gelişmesini, Batı’nın ekonomik-sosyal tarihini bilmek mecburiyetindedir. (108)
Politika cemiyet hâlinde yaşayan insanların mümkün olduğu kadar birbirlerine az zarar vererek yaşamalarını temin eder. Bir çoban, bir yönetici ilmidir. (114)
Müslüman ülkelerde kapitalizmin kurulamayışının Müslümanlık’la hiçbir ilgisi yoktur. İslâmiyet’te kapitalistik sektör kurulmuş, fakat sonradan kapitalizme geçilmemiştir. Çünkü Avrupa bizden önce davranmış ve kendi dışında kalan ülkeleri Pazar yapmıştır. (170)
Solla sağ bir bütündür, solu tayin eden sağdır, sağı tayin eden soldur. Biz hakikatların sadece bir tarafını görmeye mahkûm edilmişizdir. Oysa yalnız bir tarafını görmek, hiçbir şeyi görmemektir. (195)
Bir milleti yok etmenin en kestirme yolu inançlarını yok etmektir. (279)
Hiç yorum yok