Unutulan Müslümanlardan: Cafer Tayyar Soykök
Hiç sesi çıkmayan, bir köşede unutulan, ailelerinden başka hatırlayanı olmayan, TC'nin adalet(!) kurbanlarından Sivas Davası mahkumları...
Hatırlayanı yok, hatırlatanı yok...
Aziz Nesin denen ateist bir köpeğin kışkırtması sonucu yaşanan Sivas olayları ve neticesinde uydurma deliller ve işkence ile alınmış ifadeler ile verilen mahkumiyetler...
Sivas Davası tutsaklarından Cafer Tayyar Soykök'ün Genç Öncüler Dergisi'ne göndermiş olduğu mektubunu içerden dşarıya duyarlılık oluşturması ve Sivas Davası üzerinden TC'nin adalet(!) sistemini seyretmek için paylaşıyoruz...
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla
Bizi hidayete ulaştıran (7/43), imanları sebebiyle mü’minlerin kalplerini birbirleriyle kaynaştırıp kardeşler kılan (3/103) Allah’a hamd olsun.
Salat ve selam tüm peygamberlere (37/78-130) (33/56) ve peygamberlerin (a.s) getirdiği mesaja iman edip, gereğince amel eden, yaşam biçimi olabilmesi için mücadele içerisinde olan ve bu uğurda canlarını ve mallarını feda eden tüm müminlere olsun.
Öncelikle “Müslüman Tutsakların” sorunlarını kaleme alma ihtiyacı hisseden Genç Öncüler Dergisi sahibi, sorumluları, çalışanları kardeşlerime teşekkürü bir borç biliyor ve teşekkür ediyorum. Bu konu kısmen dergilerde gündeme getirilmiş olsa da, mağdur Müslümanların göndermiş olduğu yazılarla yine de bu konu gündem yapılması gereken, özelde Müslümanların genelde her insanın bilgilendirilmesi gereken bir konu. Çünkü insanlar olayları hep medyanın göstermek istediği şekilde öğrendiklerini düşünerek öğrendiklerini düşündükleri yanlı-yanlış bilgiler üzerinde fikir yürüterek kanaat sahibi olabiliyorlar. Halbuki Rabbimiz biz Müslümanlara: “Ey iman edenler, size bir fasık bir haber getirdiğinde bilmeyerek bir topluluğa zarar verip de yaptığınıza pişman olmamanız için o haberin doğruluğunu araştırın.” (Hucûrat/6) buyurarak bilgilenmede nasıl davranılması gerektiğini öğretiyor. Yaşadığımız coğrafyada İslâm düşmanı iki yüzlü bir kısım medya, İslâm ve Müslümanlarla ilgili haber, yorum, karikatür, film, tiyatro vs. hep yanlı, yönlendirici-saptırıcı davranarak insanların İslâmdan uzaklaşmalarını, Müslümanlardan nefret etmelerini arzulamış ve bu arzularını gerçekleştirebilmek için her yolu denemişler ve denemeye halen de devam etmektedirler.
Bu girişten sonra kendi yaşadıklarımızı örnek olarak verebilirim. Kamuoyunda Sivas Olayları olarak bilinen ancak medyanın çarpıtma ve yönlendirmesi ile Alevi-Sünni davası imiş gibi Alevilere yönelik bir katliam gibi gösterilen bu olay, aslında peygamberimize (sav) yönelik iftira ve karalamaları protestodan başka bir amacı olmayan bir protesto yürüyüşünden başka bir şey değildir. Bizler Sivas’ta Alevisiyle Sünnisiyle içiçe yaşayan, arkadaşlık, komşuluk vs. ilişkileri olan ve yıllarca bir arada sorunsuz bu ilişkileri sürdüren insanlarız. Yürüyüşe 15-20 bin kişi katılmasına rağmen bir Alevinin evine, dükkanına zarar verilmemiş, Alevilerle ilgili en küçük bir slogan dahi atılmamıştır. Atılan sloganlar, peygamberimize yönelik iftira ve hakaret dolu Salman Rüşdi adlı bir alçağın yazı dizisini Aydınlık Dergisi’nde yayınlayan Aziz Nesin denilen ateist bir yazarı ve onun şehrimize gelişine izin veren Sivas Valisi’ni protesto eden “Vali İstifa!” “Sivas Aziz Nesin’e Mezar Olacak!” “Aziz Nesin Sivas’tan Defol!” şeklinde atılan sloganlardır.
Bizler ırkların, renklerin, ve dillerin Allah’ın ayetlerinden olduğunu (30/22), insanların farklılıklarından dolayı ayrıştırmanın, ötekileştirmenin Allah’ın ayetlerini inkar anlamına geleceğine inanan insanlarız. İnsanları zorla Müslüman yapmaya çalışmanın (2/256) doğru olmadığını, Rabbimiz böyle bir şey isteseydi herkesin ister istemez iman edeceğini (10/19), insanların iman ya da inkârlarını kendi tercihlerine bıraktığını (18/29), insanın kendi tercihinin kendi sorumluluğunda (10/18), (30/44) olduğunu bilen, böyle inanan insanlar olmamız sebebiyle böyle bir yanlışlığa girmemiz söz konusu olamaz. Bizim sorumluluğumuz doğruyu gösterebilmektir (5/67), (16/125), (41/33).
Yürüyüş iki bölümden oluşmaktadır. Paşa Camii’nden Kültür Merkezi’ne kadar olan bölüm sloganlarla Kültür Merkezi’ne kadar yürüyüş, orada yapılan bir konuşmadan sonra dağılma. Diğer bölüm ise dağılan insanların duyguları istismar edilerek Aziz Nesin’in Madımak Oteli’nde olduğu şayiası ile insanların bir kısmını yeniden toplayıp otelin önüne götürme ve protestoya orada devam etme. Otelin önünde kalabalığın gittikçe artması saat 17.00’dan sonra işyerlerinin, resmi kurumların da dağılmasıyla kalabalığı görenlerin otelin önünde toplanması, Aziz Nesin’i otelden alabilmek için otelin taşlanarak camlarının kırılması, saat 20.00 ‘da ise otel önündeki bir taksinin ters çevrilerek yakılması, yükselen alev ve dumanların aniden çıkan ve beş dakika süren rüzgarla birlikte otele dolması ve oteldeki insanların karbonmonoksit gazı sebebiyle zehirlenmesi ve bir kısmının otelde bir kısmının da kaldırıldıkları hastanede yaşamlarını yitirmesi şeklinde gerçekleşen bir olaydır. Bu, mahkeme kayıtlarında ve hastane kayıtlarında da mevcut raporlarla tespit edilmiştir. Ancak buna rağmen İslâm düşmanı medya, olayı bir Alevi-Sunni çatışması, gözü dönmüş canilerin oteli yakarak insanları diri diri yakması şeklinde vahşi bir olay olarak göstermiş, buna insanları -ki Müslümanların çoğu da dahil- inandırabilmiştir. O nedenle de olay mecrasından saptırılmış, katliam davası gibi gösterilmiştir. Olaydan sonra Alevilerin çoğunlukta olduğu Ali Baba Mahallesi’nde ispiyon-ihbar tahtası kurulmuş, suçlu-suçsuz demeden insanların isimleri oraya yazılarak emniyete bildirilmiş, ayrıca Aydınlık Dergisi bazı mücadeleci Müslümanların isimlerini yayınlayarak -ki ben bunlardanım- olayla ilgili olduğu şeklinde ihbarda bulunarak rastgele bir tutuklama kampanyası yürütülmüş ve insanların tutuklanmaları sağlanmıştır.
Emniyet sorgulamasında ise insanlara hiçbir delil olmadan suç isnat edilmiş, insanlar görmedikleri ve kendilerinin teşhis etmemiş olan polisler arasında paylaştırılarak tutanaklar düzenlenmiş, bu tutanaklar bizim imzalamamamıza rağmen polisler tarafından imzalanmış, kimisine zorla imza ettirilmiş, kimilerine de imzalamaktan imtina ettim şeklinde imzalatılmış, bu tutanaklar mahkemece kabul görmüş, insanlar buna göre cezalandırılmış, kendimizi aklayıcı ifadelerimiz ve şahitlerimizin ifadeleri mahkeme katında hiçbir işe yaramamış hatta dikkate bile alınmamış, şahitlerimizin bir kısmına bile yalancı şahitlikten ayrıca dava açılmış, gözleri korkutulmaya çalışılmıştır. Emniyette on beş gün sorgulama yapıldıktan sonra savcılığa çıkarıldık. Savcının önündeki listede insanların isimlerinin karşısı kimileri kırmızı ile kimileri yeşil ile önceden işaretli vaziyetteydi. Sorgu hakimi ne çıkarken katip tutuklama müzekkerelerini yazıyordu. Tutuklamamız 18’inde yapılmış ancak katip tutuklama müzekkeresi üzerinde yeniden tarih değiştiriyordu. Yani tutuklamamız bizden habersiz 17’sinde yapılmış, 17 18’ e tebdil ediliyor, değiştiriliyordu. Bu müzekkerelerimizde daktilo yazısıyla 17 18’e dönüşmüş şekilde her iki rakam da belli bir şekilde mevcut.
Emniyet sorgulanmam esnasında bir komiser bana (ismi bende mevcut) sen Sivas’ta olmasan da bu olayda seni tutuklardık dedi. Tutuklamadan sonra bizleri Sivas Cezaevi’ne götürdüler. Beş tane koğuşa yerleştirdiler. Sivas’ta üç ayrı mahkemede soruşturma açıldı. Asliye Ceza Mahkemesi, Ağır Ceza Mahkemesi ve Kayseri DGM mahkemeye çıkmamıza iki gün kala Adalet Bakanlığı emriyle (ki o zaman CHP’li nin Mehmet Moğultay bakandı) 55 kişi Kırşehir Kapalı Cezaevi’ne, 56 kişi ise Afyon Kapalı Cezaevi’ne nakil-sürgün edildik. Amaç hem bizi ailemizden koparmak hem de bizde birlikte ailemizi de mağdur etmekti. Mağduriyetimizi daha da artırmak için dosyamızı Adalet Bakanlığı emri ile Ankara DGM’ye gönderttiler. Halbuki suç işlenilen yerin mahkemesinde yargılanmamız hukuken gerekliydi. Eğer suçun işlendiği yerde yargılama yapması gereken mahkeme bulunmazsa en yakın şehrin mahkemesinde yargılanmamız gerekiyordu. Yani Kayseri DGM’de yargılanmamız gerekirken Ankara DGM’de yargılanmamız sağlandı CHP iktidarı tarafından. Böylece ailelerimiz mahkemeye gelemeyecek, gelseler de hem maddi sıkıntı hem de psikolojik sıkıntı içerisine girecekler, bizlerde mahkemeye üç, üç buçuk saat cezaevi araçlarıyla sıkıntı içerisinde gelecektik. Mahkemeler bir hafta sürdüğü için de Ankara Cezaevi’nde mahkeme süresince kalıp sonra Afyon Kırşehir’e cezaevine tekrar getirilecek, aynı mağduriyet ve psikolojik işkenceyi bizlerde ailelerimizle yaşayacaktık. Bizler mahkemeye ancak dört buçuk ayda çıkabildik. Yakınlarımız görüşlerimize gelemiyor o nedenle şahitlerimizle de bir irtibatımız olamıyordu. Görüşe gelebilmek için ailelerimiz geceden otobüse biniyorlar, 8 saatlik bir yolculuktan sonra ancak Afyon’a gelebiliyorlar, cezaevine girebilmek 1 saat, görüşme yapabilmek için saatlerce kuyruğa girip yazılıyor yine kuyruğa girerek görüş için cezaevine girebiliyorlardı. Cezaevinde ise yönetim en doğal haklarımızı bile engellemeye çalışıyor, ailelerimizin getirdiği yiyecek ve giyeceklerden kimileri iade ediliyor, kimisi de karmakarışık hale getirilerek yenilemez, giyilemez şekilde bize teslim ediliyordu. Koğuş aramalarında eşyalarımız dağıtılıyor, birbirine karıştırılıyor, eşyaları bulabilmek için “bu kimin” şeklinde seslenerek eşyalarımızı bulduktan sonra yerleştirebiliyorduk. Bu işlem saatlerce sürüyor ve psikolojimiz bozulmaya çalışılıyordu. Tabii ki onlar bize işkence yapıyorlardı böylece ama bu işlem bizi birbirimize kaynaştırıyor, acıyı ve sevinci paylaşmayı ve gasp edilen haklarımızı alabilmek için bizleri bir ve beraber olmaya, birlikte mücadeleye yöneltiyordu. Bizler çoğunlukla birbirini tanımayan, birbirleriyle ilişkisi olmayan insanlardık. Tanıyanlarımız da 3 kişi yada 5 kişi şeklinde komşuluk ya da aynı işyerinde olmanın verdiği bir tanışıklıktı. Ne yazık ki birbirini tanımayan bizler medyada örgüt üyesi, örgüt yöneticisi gibi gösterildik. Bu yayınlar mahkemeyi de ziyadesiyle etkiledi. Başlangıçta DGM yargılama neticesinde 15’er yıl cinayetten ceza verdi. Hem de o dönemde hakim ve savcıların askerler tarafından brifing verilerek Sivas Olayları ile irticai bir kalkışmanın ülkede başladığı, Erbakan iktidarı ile bunun devam ettirildiği vs. şeklinde medyanın da desteğini yanlarına alarak cezalandırılmaları için 28 Şubat süreci denilen irtica ile mücadele adı altında BÇG (Batı Çalışma Grubu)’nin kampanyası başladı. Müslümanlar mağdur edilmeye başlandı. O dönemde bile bizlere baskı ile 15 yıl ceza verdiler. Hem de adi suç şeklinde. Karşı tarafın (müştekilerin) avukatlarını organize eden Türkiye Barolar Birliği başkanı Önder Sav bile bu cezayı yeterli görmüş “Bizim için bu dava adliye koridorlarında bitmiştir. Artık gönüllerde devam edecektir.” demişti. Ancak Yargıtay aşamasında CHP’li Seyfi Oktay’ın (dönemin Adalet Bakanı) baskısıyla dava yeniden bozulup, hakimler değiştirildikten sonra dosyadan habersiz olan mahkeme heyeti 50 klasör olan dosyamızı o zaman zarfında okunması mümkün olmamasına rağmen bizlere siyasi 146/1’den idam cezasını vermiş, Yargıtay da bunu onaylamıştır. Örgütsüz, hükümeti yıkmaya yönelik bir kalkışma şeklinde cezaya hükmetmiş. Ne adlilere verilen haktan ne de siyasilere verilenlerden yararlanamayan mahkumlar haline getirmişlerdir bizleri. İki arada bir derede örneğindeki gibi.
Afyon Cezaevi’ne ve Ulucanlar Ankara Cezaevin’e her gelişimizde tezgahlar kuruldu. O saatteki vardiyalar tarafından dayak yedik, dayak attık, her birinden ayrı ayrı mahkeme açılarak mağdur edildik. İki vardiyanın birleşimi (sayım) esnasında koğuştan 5 kişi zorla dışarı çekilip alınarak 50 kişilik elleri sopalı gardiyanların arasında kalıp kendimizi korumaya, savunmaya çalıştık. Mağdurken suçlu gösterilip mahkemeye sevk edildik. Haklarımızı alabilmek, kendimizi koruyabilmek, sesimizi dışarıya ulaştırabilmek için ölüm orucuna (16 gün) gittik. İsyan çıkarmak zorunda kaldık, haklarımızı alabildik ancak hücreye (2×2 metre) alındık, mahkemelik olduk. Cezaevlerini, ayak oyunlarını, onlardan korunabilmek için bir ve beraber olabilmeyi, birlikte mücadele etmeyi öğrendik. Böylece kendi haklarımızı alabildiğimiz gibi, adli mahkûmların problemlerini çözüp haklarını alabildik. Böylece onlarla diyalog kurup Rabbimiz’in mesajını onlara ulaştırabilmeye insanların İslami mesajı tanıyı,p sorumluluklarını anlamalarını sağladık. Böylece kimileri hidayete ulaşırken kimilerinin de gerçek İslam’ı öğrenmelerine sebep olduk. Tabii ki bundan önce İslam’dan bihaber ancak kendilerini İslam’a nisbet eden, atalarından gördükleri ve işittiklerini din edinmiş, bunu yeterli gören dava arkadaşlarımızın İslam’ı anlama ve öğrenmelerini sağlayabilmek için onların bilgilenmelerini sağlayabilmek için acizane bir çalışma içerisine girerek dava arkadaşlarımın çoğunun İslamı anlamalarını sağlayarak yaşama dönüştürebilmek için, sorumluluk bilinci vermeye, cezaevini Medrese-i Yusufiye’ye dönüştürmeye çalıştık. Hamd olsun Rabbimize yararlı da oldu.
Bizler 21 sene 6 ay oldu içerideyiz. Bu zaman zarfında her birimiz acıları yaşadık, acıları paylaşarak azaltmaya çalıştık. Allah için sabrettik, acılara katlandık en yakınlarımızın ölüm haberini aldık, ölümlerinde yanlarında bulunamayıp sorumluluklarımızı yerine geçiremediğimiz için üzüldük ancak gücümüzün üzerindeki şeylerden güç yetiremediklerimizden sorumlu olmadığımızı düşünerek Allah’a güvenip dayandık, sabır, dua ve namaz ile Rabbimizden yardım diledik, ayaklarımızın kaymaması için çaba sarf ettik. Rabbimiz’in yardımını istedik, acılara göğüs germeyi direnerek öğrendik ve olgunlaşmaya çalıştık. Rabbimiz “…. Allah yolunda uğradıkları bir susuzluk, bir yorgunluk, bir açlık, kafirlerin şaşırtan bir adım atmaları ve düşmana karşı bir başarı sağlamaları, kendileri için iyi bir salih amel olarak mutlaka yazılacaktır. Çünkü Allah iyi davrananları amellerini asla boşa çıkarmaz.” (Tevbe 120). Yaptıklarının en güzeli ile ödüllendirir (9/121). “Bilsin ki insan için çalışmasından başka bir şey yoktur. Çalışması da ileride görülecektir. Sonra ona karşılığı tastamam ödenecektir.” Buyurmuştur. (Necm 39/41)
Cezaevleri, zindanlar her mücadele adamının karşılaşabileceği bir gerçekliktir. Bir amaç, bir dava uğruna yola çıkan her mücadele adamının yolu bir gün zindan, cezaevinden geçebilir. İslam’a giren, bu dine iman eden her mümin insanları Allah’ın dinine davet etmenin gerekliliğini, cenneti elde edebilmenin, kurtuluşa edebilmenin yolunun (3/104) buradan geçtiğine inanır ve bunun mücadelesini vermeyi de kabullenir. Böylece Allah yolunda mücadeleyi kendine bir gaye edinir ve ömrünü bu gayeye adar (6/161,162)
Mücadele inançların çatışmasını, ayrışmasını beraberinde getirir. Bu mücadeleden en çok iktidar ve sermaye sahipleri rahatsız olacaktır. İktidar sahipleri tarih boyunca hep davetin karşısında durmuşlar ve davetçileri anarşi çıkarmakla suçlamış, onları cezalandırmayı çalışmışlardır. (40/26) Cezalandırma yöntemlerinden bir tanesi de toplumla bağlarını koparmak, ilişkilerini kesmek olan cezaevleridir. O nedenle ömrünü bu davaya, yüce bir gayeye adayan her dava adamı çok iyi bilir ki bu mücadelede mücadele erinin yolu bir gün cezaeviyle kesişebilir.
Bu dünya hayatı bir sınavdan ibarettir. (51/56) Rabbimiz hayatı ve ölümü hangimizin güzel davranacağını belirlemek için yaratmıştır. (67/2) İnsan inandım demekle kurtulamaz. İnandım diyen insan imanının sınavını vermek, inancını Rabbine teslimiyet ile ispat etmek zorundadır. (29/2,3) Rabbimiz bizleri bu sınavda sadece sözlerimizden değil, davranışlarımızdan da hesaba çekecektir. Ayrıca toplumsal ilişkilerimizden, çevremizde olup biten kötülükler hususunda nasıl davrandığımız hususunda da hesap vereceğiz. (5/62, 63, 78, 79) Eğer davet görevimizi, marufu emir ve münkeri nehiy hususunda üzerimize düşeni yerine getirirsek (3/104) sorumluluğumuzu yerine getirmiş, herkesin birbirinden kaçıştığı o dehşetli günde (80/33-37) “Rabbim biz sorumlu olduğumuz şeyi yerine getirdik.” diyebileceğimiz bir mazeretimiz olacaktır. (7/164) İmtihan alanımız olan şu dünyada, özgürce sorumluluklarımızı yerine getirebilmek, dinin önündeki engelleri kaldırabilmek, zulmün yok olabilmesi ve adaletin tesis edilebilmesi için mücadele etmek için zulmün egemen olduğu bir sistemde ister istemez yolumuz bir şekilde cezaevi ile kesişecektir. Zira cezaevlerinin yapılış amaçlarından bir tanesi ve en önemlisi muhalif ideolojilere sahip kişilerin cezalandırılması, düzen karşıtı eğilim ve fikirlerin tasfiye edilmesi, nihayetinde bireyselleştirilmeleridir. Bugün o amacın tamamen gerçekleşmediğini gören zindancı anlayış, cezaevlerini oda sistemlerine dönüştürmüş F tipi cezaevlerini inşa ederek dışarıyla irtibatını kopardığı insanları kendi aralarında da yalnızlaştırarak, birer ve üçer kişilik odalara hapsederek birbirleri ile irtibat kurmalarını da engellemiş, topluma yönelik mesajlarında bu odaları konforlu odalar şeklinde, demogoji yaparak, bir mezara dönüştürdükleri odaları toplumunda kabullenmesini sağlamaya çalışmış, nisbeten de başarılı olmuştur.
Bir Müslüman için hayat devam ettiği sürece imtihan da devam ediyor demektir. Cezaevleri de imtihanın bir parçası demektir. Hayatın en karanlık, en dar bir alanında da olsa rızay-ı ilahiyi kazanabilmek, kulluk görevimizi yerine getirmek gerekir. Zaman ve mekanın kendine has kuralları vardır. Her ne kadar burada bizim hayatımızı kurallarla zindancı gelenek sınırlandırmış olsa da inancımızı ve irademizi elimizden alamayacaktır. Bizim hangi şart ve ortamda nasıl davranacağımızı Rabbimiz belirlemiştir. Bize düşen ise Rabbimiz’in çizdiği sınırlara riayet ederek O’nun rızasını kazanabilmektir. (89/27-30) Zindanı gülistana çevirebilmek sorumluluk bilincinde olan biz dava erlerine bağlıdır. Sabır, azim, kararlılık ve tevekkülle yolumuza devam etmek, yoldaki engellerin kaldırılmasını sağlayacak, yolumuz açılacak ve aydınlanacaktır. (29/69)
Selam olsun hidayete uyanlara.
Selam olsun Rabblerine verdiği sözü yerine getirenlere ve sözlerini gerçekleştirmek için mücadele edenlere. (33/23)
Selam olsun zindanları aydınlatan, gülistana dönüştürenlere.
Selam olsun kardeş olma bilinci ile kardeşlerinin derdini dert edinip habersiz olanlara, işitmeyenlere işittirmeye çalışanlara.
Sivas zindanından kardeşiniz
Cafer Tayyar Soykök
E Tipi Kapalı Cezaevi D1 Koğuşu
Sivas
Genç Öncüler Dergisi
YanıtlaSilZeynep huma soykökı