İbni Arabi Risaleleri-Kitabul’l Menzili’l Kutbi ve Mekalihi ve Halihi

KUTB’UN MENZİLİ
SÖZÜ VE HALİ KİTABI
 



Şeyhu’l Ekber
MUHYİDDİN İBN. ARABÎ K.S.
KUTB’UN MENZİLİ
SÖZÜ VE HALİ KİTABI

 

Bismillahirrahmanirrahim
Allah'ın salat ve selamı Peygamberimizin ve ehlibeytinin üzerine olsun. Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun. Akıbet muttakilerindir. Güç ve kudret ancak yüce ve azamet sahibi Allah'ındır. Allah'ın salat ve selamı efendimiz Hz. Muhammed'in ve pak ve temiz ehlibeytinin üzerine olsun.
 

Allah sizi muvaffak kılsın, bilin ki: Övgüsü açık ve isimleri kutsal olan yüce Allah, Kutb'un menzilini huzurdan sır menzili kılmıştır. Bu menzili aşılmaz kılmıştır ki, sadece O'nun ismi aşabilmektedir. Sonra İmam'ın menzilini de celal ve ünsiyet menzili olarak Kutb'un solunda varetmiştir. Bu menzille Rab ismi ilintilidir; alemin ve bitkilerin yönetimi, salahı buna aittir. Uzaklık sırrı onun yanındadır. Anahtarlar Onun elindedir. O, alemdeki tertemiz seyyiddir ve kutup imamın da kılıcıdır. Sonra Kutbun sağındaki imamın menzilini de cemal ve heybet menzili kılmıştır. Makam itibariyle mülk ve saltanat onundur, fiil itibariyle değil. Boyun eğdirilmiş suretlerden mücerret ruhlar aleminin anahtarları onun elindedir. Bunların şekli ilahi huzurda nasıldır? Kuşkusuz Kutub ensesiz bir yüzdür. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ben sizi arkamdan görebiliyorum." Bu sözüyle Hz. Peygamber (s.a.v.) maddi bir varlık olarak arka(sırt)yı vurgularken, oradan görebilmeyi belirterek maddi sırtın hakikatini nefyediyor. Arka(sırt/öte)yı onların yokluklarının ispatı olarak dile getiriyor. Ayrıca soldaki imamın iki yüzünün olduğunu vurguluyor. Bir yüzü mürekkeptir ve aleme tekabül etmektedir. Bir yüzü basittir ve Kutba tekabül etmektedir. Sağdaki imamınsa tek yüzünün olduğunu ve her zaman ayakta durduğunu belirtiyor. O, ensesiyle şuurlarca algılanmamaktadır. Eğer sorulsaydı, "O, ensesi olmayan bir yüzdür", diye cevap verirdi. "Mevakiu'n-Nücum" adlı eserimizde iki imamın kalp feleğindeki menzilini açıklamıştık. Bu babda, inşallah, kitabımıza yaraşır biçimde Kutubun ve iki imamın menzilinden söz edeceğiz.
 

Kutb'un Menzili Makamı ve Hali
Kutub, dairenin merkezi, çerçevesi ve Hakkın aynasıdır. Alemin etrafında döndüğü bir eksendir. İncelikleri vardır ki, bütün mahlukatın kalplerine hayır ve şerle uzanır; ama bu hayır ve şer aynı orandadır; biri diğerine ağır basmaz. Aslında bunlar Kutbun yanında ne hayır ne de serdir; bilakis varlıktırlar; bunları kabul eden mahalle göre hayır ve şer olarak belirginleşirler. Bu ehli sünnet tarafından vurgulanan bir kuraldır ve bazı akılcılar da aklın ve arazın gereği olarak bunu vurgulamışlardır. Yüce Allah bir ayette şöyle buyurmuştur: "Fe elhemeha fucureha ve tekvaha /Ona iyilik ve kötülüklerini ilham edene..." (Şems, 8) Bu, ilahi sırdan kaynaklanan sahih bir kuraldır. Sonra cennet ve cehennem varoldu. Ayrıca varlıktaki bütün nispetler de zuhur etti. İlahi zatın huzuru gibi. Bunlardan biri de yüce Allah'ın sözüdür. Allah zat ismiyle camidir/toplayandır, kabze-dendir, bedîdir/açandır. Vermemek ve vermek O'nun elindedir. Muhakkiklere göre hiçbir gizli ve örtülü tarafı olmayan gerçek şudur ki, ortada kesinlikle vermemek diye bir şey yoktur, aksine, ebedi bir bağış, kesintisiz ikram ve devamlı feyiz vardır. Menetme sadece ilahi vaciplik açısından söz konusudur ki, bunu da iki nedenden dolayı kendine ıtlak etmiştir. Birincisi; bağışta bulunulan varlıkların, kendilerine verilen tüm bağışları bir tek zaman diliminde kabul etmek gibi bir özellikleri yoktur; aksine bağışların bazılarını kabul etme özelliğine sahiptirler. Dolayısıyla varlıkların bazı bağışları kabul etmemelerini ilahi men olarak isimlendiririz. Çünkü akıl erbabının kullana geldikleri önerme bağlamında söyleyecek olursak: eğer Allah dileseydi, men edilen şeyi menedilen varlığa menedilen zamanda verirdi. Bu doğrudur, fakat "lev=eğer" edatı, ancak mümkün olmayan bir şeyi ifade eden cümlenin başında yer alır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Lev eradellahu. en yet-tehize veleden /Allah çocuk edinmek isteseydi." (Zümer,4) "Lev eredna en nettehize lehven /Eğer biz eğlence edinmek isteseydik." (Enbiya, 17) "Lev şae rebbuke ma fealehu / Eğer rabbin isteseydi, onu yapamazlardı." (En'am,112) "Lev şi'na leateyna külle nefsin hudahu / Eğer isteseydik her nefse hidayetini verirdik." (Secde, 13)
 

Allah'ın, meneden olmadığı halde meneden olarak isimlendirilmesini gerektiren ikinci husus ise şudur: Akıllar varlıkların mahiyetlerinin bazı kısımlarını kavramak hususunda yetersiz kalırlar. Çünkü zati sınırlara ulaşmak zordur. Bir çok akıl, eşyayı ancak resmedilen sınırları ve lafzi hudutlarıyla bilebilirler. Yoksa yüce Allah cömertliğini bütün varlıklar üzerine mutlak olarak akıtmıştır. Gözleri gören kimseler açısından güneşin bütün ışığını tüm yeryüzüne göndermesi gibi. Bunu kabul etme oranı ise değişiktir ve bu değişiklik mahallerin değişikliğiyle ilintilidir. Yoksa ışık değişmez. Ama parlak cisimlerin ışığı alışları ile koyu varlıkların alışları bir değildir.
 

Ama örtü içinde gizli olan bir varlığın payına da ışığın zıddından başka bir şey düşmez. Aslında bu da bağıştır. Ama hakkı engelleyen bu mahrum bunu men olarak nitelendirir. Aslında hakkı menetmekle kendisini perdeleyen O'dur. Ya hakikati itibariyle bunu yapar, ya da fiil, gizlenme, tortu ve karşıtlık gibi ortadan kalkması mümkün olan herhangi bir araz ile buna neden olur. Ancak sahih bir idrakten perdelenmiş olduğu için ve ayrıca perdelerinden başka yönlere de sevk edildiği için özlem duyduğu kimi şeylerin kendisine ulaşmamasını men olarak nitelendirir. Buna göre Kutubun menzili çekip çevirmeyi varetme huzurudur. O halifedir. Makamı, emri yürürlüğe koyma ve hükümleri çekip çevirmedir. Hali'ise; genel niteliklidir ve özel bir hal olarak kayıtlandırılamaz. Çünkü O, varlıktaki genel örtüdür ve cömertliğin hazineleri O'nun elindedir. Hak devamlı otarak onda tecelli eder.
 

Bu yüzdendir ki Hz. Sıddık (Ebubekir) şöyle demiştir: "Bir şeyi görmeden önce mutlaka Allah'ı görürüm." Memleketler içinde Kutbun payına Mekke düşmüştür. Bedeniyle herhangi bir yerde ikamet etse de mahalli Mekke'dir, başka değil. Bir Kutup, Kutupluk mertebesine ulaştığında, her sırrın, her hayvanın, her cansız varlığın, her insanın ve cinnin Ona biat etmesi gerekir. Bunlardan çok azı müstesnadır. "Mu-bayeetu'l Kutb fi hazreti Kurb" adını verdiğimiz büyük bir eserde bu biati ayrıntılı biçimde ele aldık, biatin gerçekleşme şeklini detaylı olarak sunduk. Sevgiliyi her şey bildikten sonra sırlar ona doğru akar. Böyle iken başından sonuna kadar bütün alemin ihtiyacını karşılamakla görevli kutup için durum nasıldır acaba! Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadiste şöyle buyurmuştur: "Allah bir kulu sevince, arşı taşıyan meleklere bunu bildirir. Cebraile bu kulun ismini göklere haykırmasını emreder. Böylece herkes onu tanır ve sever. Sonra yeryüzünde kabul görmesini sağlar." Nitekim ben, dünyayı kuşatan kaf dağını saran yılanı gören bir adam görmüştüm. Yılan dağı sarmışken başı ile kuyruğu birleşmişti. Adam yılana selam verir, yılan da onun selamını alır. Sonra yılan, adama mağrib memleketinede Cabiye'de ikamet eden Şeyh Ebu Medyen'i sorar. Adam yılana: Ebu Medyen'i nereden tanıyorsun? der. Yılan der ki: Yeryüzünde onu tanımayan biri var mıdır? Yüce Allah onun ismini yeryüzüne indirdiğinden beri bizden onu tanımayan tek kişi kalmamıştır." İşte bu sevgilinin durumu.
 

Bir de sevgilinin sadece güzelliklerinden bir güzellik olduğu, alemin ıslahı elinde bulunan ve varlıkta hakkın nazargahı olan kutubun durumunu düşününlAl-lah'tan, Kutubun en kısa zamanda avam ve havas herkese zuhur etmesini diliyoruz. Onun yolundan ayr ılmayın, onun uğrunda sabırla direnin.
 

Ariflerden biri, benim de bulunduğum bir sırada, Fas şehrinde bir diğer arife sordu: Zamanın şahsı şu anda mevcut mudur, değil midir? Sorulan kişi: Hayır, ama beklenmektedir, dedi. Bu cevapla onun eksikliğini anladık. Dedim ki: Bu adamın yanında, Allah'ın aleme dağıttığı sırrın marifeti namına bir şey yok. Eğer Kutubun zamanın sahibi olduğunu bilseydi, bir Yahudi, bir Hıristiyan veya herhangi bir mezhebin ve dinin mensubunun nefsinin mutlaka onu sevmekle şekillendiğini, kendisine yerleştirilen sırdan ötürü onu sevdiğini bilseydi, böyle konuşmazdı. Sadece cinsiyetten dolayı şahıslar onu tanımıyorlar. Bu ise ilahi bir imtihandır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ve lev cealnahu meleken le cealnahu reculen / Eğer biz onu bir melek kılsaydık, mutlaka onu bir erkek yapardık." (En'am,9) "Le nezzelnahu aleyhim mine's-semai meleken resulen / Onu gökten (semadan) üzerlerine melek bir resul olarak indirirdik." (İsra,95) "Ve ma nerake illa beşeren mislena / Senin ancak bizim gibi bir beşer olduğunu görüyoruz." (Hud,27) "Ye'kulu mimma te'kulune minhu ve yeşrebu mimma teşrebun / Sizin yediğinizden yiyor, içtiğinizden içiyor." (Müminun,33) Bunlar onun zahirine inkar gözüyle bakıyorlar. Bu inkar da ölüm getirmektedir.
 

Çünkü onlar gizli dünyaları itibariyle ona aşıktırlar; ama kovdukları bu kişinin gizli dünyaları itibariyle aşık oldukları kimse olduğunu bilmiyorlar. Bu yüzden Efendimiz Aleyhisselâm şöyle buyurdu: "Allah'ım! Kavmime doğru yolu göster. Çünkü onlar bilmiyorlar." Bizden bir Muhammedi de bu mertebeden inen birini gördüğünde şöyle der: "Rabbi la tezer ale'l ardi mine'l kafirine deyyaren / Rabbim! Yeryüzünde kafirlerden hiç kimse bırakma." (Nuh,26) Bizden Muhammedîlikten başkasına varis olan da bu şekilde söyler. Kutup, kendisine karşı savaşan kimselere hayret eder. Çünkü kafirlerin uğruna Nebilere karşı savaştıkları ve kendilerini feda ettikleri sır, Nebilerin getirdiği ve nitelendikleri sırrın ta kendisidir. Zahir dardır. Çünkü suretlerin bir tarafını teşkil etmektedir. Bu yüzden zahir içindeki alem de bu sınırlar içinde kalır. Bu baskı ve sınırlandırmadan dolayı sırlar şaşırır. Eğer meleklerin açılması ve genişliği gibi bir genişlik gerçekleşseydi, herkesin ortak kabulü olan Hakka bakabileceklerdi. Dolayısıyla kutuplar bu mertebe itibariyle birbirlerinden üstündürler. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Tilke'r rusulu faddalna ba'dahum ala ba'din /O resullerin(elçilerin) bazısını bazısından üstün kıldık." (Bakara,253)
 

Kutublarm en mükemmeli; Muhammedi olanıdır. Bu makamdan inen herkes varis olduğu Nebinin mertebesine göre tekamül eder. Kutuplar içinde İsevîler, Museviler, İbrahimîler, Yusufîler ve Nuhîler var. Her Kutup varis olduğu Nebinin mertebesine göre bir mertebeye iner. Ama hepsi de Muhammed'in (s.a.v.) kandilinden ışık alır. Bu kandil hepsini kuşatmıştır. Kutuplar marifetleri itibariyle birbirlerinden üstündürler, Kutupluk niteliği ve varlığı tedbir etme fonksiyonu itibariyle değil. Çünkü Velinin Nebi olduğu bu Muhammedi devre, toprak nitelikli devre gibi değildir. Çünkü toprak nitelikli devre itibariyle bir zamanda bir, iki, üç ve daha fazla Nebi bulunabilir. Ve her biri de belli bir gruba gönderilmiş olabilir.
 

İbrahim ve Lut'un bu devre itibariyle aynı zaman diliminde gönderilmiş olmaları gibi. Bu durumu sözünü ettiğimiz devre hakikati itibariyle gerektirir. Ama ulvî Muhammedi devre böyle değildir. Çünkü artık zaman dönmüş dolaşmış ilk günkü halini almıştır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Musa bu gün yaşamış olsaydı, bana uymaktan başka seçeneği olmazdı." Yine şöyle buyurmuştur: "İki halifeye birden biat edildiği zaman birini öldürün." Dolayısıyla hükümler birbirine, devreler de birbirine benzemez. Bu kitabın akışı içinde zamanın dönüp dolaşıp ilk halini alması meselesi üzerinde durmuştuk. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İsa Nebi olsa da bizim adımıza ümmetine imamlık etmektedir." Dolayısıyla o da bu ümmetin Velilerinden biridir. Böylece Hz. Peygamber (s.a.v.) kendi devresinin nübuvvetiyle bizim devre-mizdeki velayeti birleştiriyor. Eğer ona (İsa'ya) veli desen, Hz. Sıddık ve başkaları onun ardından gelir. Eğer Resul Nebi desen, Hz. Sıddık ve başkaları onun önünde gelir. Hakikatlerin marifetinin hayret vericiliğine bakın! İnsanlar ve bütün resuller de Hz. Muhammedi (s.a.v.) bu mesabede idrak eder. Bu yüzden yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Kuntum hayre ümmetin uhricet linnasi / Siz insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz." (Al-i imran.110)
 

Dolayısıyla Hz. Nebi (s.a.v.) insanlar karşısında hangi konumda ise biz de aynı konumdayız. "Ve kezalike cealnakum ummeten vasaten / Böylece sizin orta bir ümmet yaptık." (Bakara, 143) Yani, sizi seçilmiş bir ümmet kıldık, "li tekunu şuhedae ala'n nasi ve yekune'r Resulü aleykum şehiden / Böylece siz insanlara örnek olasınız, resul de size örnek olsun." (Bakara, 143) Bu ayet, bizim diğer ümmetler karşısındaki hükmümüzü ve konumumuzu, Hz. Peygamberin (s.a.v.) bizim karşımızdaki hükmü ve konumu gibi gösteriyor. Yani biz (Muhammedi ümmet), diğer ümmetler için resul hükmündeyiz. Bu yüzden Efendimiz Rasulallah Aleyhisselam şöyle buyurmuştur: "Bu ümmetin alimleri diğer ümmetlerin nebileri gibidir." Buradaki niteleme üzerinde durduğumuz menzil ve konum itibariyle geçerlidir. Her peygamber ümmetiyle birlikte haşredildiği gibi her Kutup da zamanının iyi kötü bütün ehliyle birlikte hasredilir. Bize gösterilen inayete bakın! Ki biz bu niteliği Hz. Muhammed (s.a.v.) sayesinde kazanmışız. Buna göre bir resul hasredilir ve onunla ilgili hüküm özel bir taifeyle birlikte haşredilmesidir. Buna karşılık bizden bir Kutup böyle değildir. O geneldir, zamanındaki iyi kötü her keşi toplayıcıdır. İsevî veya Musevî mirasa sahip olsa da bu onda bir eksikliğe yol açmaz. Çünkü Muhammedi kandilden ışık almaktadır.
 

Onun genel makamı vardır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) onların bu durumuna dikkat çekmiştir. Bir grupla ilgili olarak, "Nebi değildirler, ama Nebiler onlara gıpta ederler", demiştir. Bunun nedeni, Onları daha genel bir makama ulaştıran içlerindeki Muhammedi berekettir. İnşallah bu kitabın akışı içinde Kutupların hallerine, menziller itibariyle birbirlerinden üstün oluşlarına dair doyurucu açıklamalara yer vereceğiz. Bu gün yanımızda bir öğrenci var, bize hizmet etmektedir. Onun Kutupların en büyüklerinden biri olmasını temenni ediyoruz. Bize böyle bir müjde verilmiştir. Bu mübarek menzilin münacatma gelince, bu babın akışı içinde inşallah iki imamın menzilini açıklarken buna değineceğim.
 

Bu Muhammedi Menzilin Münacatı
Bu yola çıkan insan ve cinler için hüzünlerden koruyucu tılsımdır. De ki: "Euzu bi'lilâhl elmeliki rabbi min şerri ma yağrajı kalbi / Sığınırım ilahî hükümran ve rabbe, kalbe yapışan, göğüslerde depreşen kötülüklerden, meydana gelen hadiselerden." Ki kalblerin özelliği bahşedilen sırrın etkisiyle gayplerin peşinde olmaktır. İşte bu Allah'ın hükmüdür, aranızda onunla hükmeder. Ey insanlar! Sizler üç tabakasınız. İki tabakanın hilali kuşatılmış haldedir. Birinin güneşi ise doğmaktadır. Kuşkusuz senin rabbin her şeyin yaratıcısı ve her şeyi bilendir. Alemi ilmiyle ıslah eder. Mülk hükmüyle verir. Ortayı da yalnız bırakır. Nazmının sırrı uyarınca yazılmış kitapta sona bıraksa da. Çünkü O, hikmet sahibidir, bilendir. Görünmezin ve görünenin sırrıdır. Bir alamet ki ucunda ateş vardır; sağlam gözlere ve basiretlere yolu aydınlatır. Allah, onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir. Kim gelir de burada tutulursa, o yeniden yaratılış hakkında hep kuşku içinde olur. Allah her şeyi görendir. Allah'ım! İbrahim'in, İsmail'in, İshak'ın, Muhammed'in, Hasan'm ve Hüseyin'in (Allah'ın salat ve selamı hepsinin üzerine olsun) hakkı için bu isimlerin sahiplerini ve taşıyıcılarını her türlü hastalıktan beri kılasm, nefiste depreşen ve rüzgarlarda esen her türlü kötülükten koruyasın.
 

En Mükemmel İmamın Menzili
En kamil imam, Kutb'un solundadır. Onunla birlik menzili arasında Kutbun ölüp de sırrın ona intikal etmesi vardır. Çünkü birleşme Kutba aittir. İmam, imamlığı esnasında ölürse onun yerine bir başka imam gelir. Dört imamdan birinin yerine başka bir imam intikal eder. Böylece başka bir imamla buluşur. Bu yüzden imam, rabbin kulu olduğu halde, alemin rabbi (tedbir edicisi) olarak isimlendirilmiştir.
 

Onlar rableri ve eğiticileri için savaşmadılar Bir komşuya da duyurmadılar ki, sağlam olarak bir mahfeye binsin.
 

İlahın kulu Kutuptur. Kesinlikle Allah'la beraber kimse yoktur. Bu imamsa, melikin kulu diğer imam rabbinin kuludur. Diğer kulların isimleri de makamlarına göre belirginleşir. Bu imam sırların sırrını bilir. O ilahî tedbire sahiptir. Sayılarda da ilahî sırlar vardır ki, ondan başkası bunları bilemez. Bu imam, özel olarak aşık olunan sanatı da bilir. Değerli taşları da bilir, ama bu bilgiyi başkalarından gizler. İnfiallerin isimlerine dair bazı bilgileri elde eder ki, bazısı hakiki mahiyetiyle oluşur. Savaşlarda ve tuzaklarda akıl almaz yetenekler sergiler. O ömrünün yarısı kadar alemle, diğer yarısı kadar da Kutupla veya mahluk hak ile aynı düzeyde olur. Ta ki kutupluk makamına erişinceye veya ölünceye kadar. Heybeti varlık alemine kılıçla zuhur eder. Ezelde kendisi için takdir edildiği üzre himmet olarak da zuhur edebilir. Bu imamdan muamelelerin sırları toprak menşeli şekilleriyle zuhur eder. Onun beş sırrı vardır. Biri sebat sırrıdır ki, onunla şeylerin hakikatlerini bilir, onunla tedbir eder, onunla tafsil eder, onunla doğurtur, onunla evlendirir. Remzlerin sırlarını onunla yorumlar, büyüleri çözer, eşyanın zahiri, Batıni, hakiki ve gayri hakiki yönlerini açıklar. Gemiyi delmek, duvarı örmek ona aittir. Çocuğu öldürmekse hal ve keşif olarak ona ait değildir. Çünkü çocuğun herhangi bir gün öldürülmesi mutlaka Kutbun emriyle olur.
 

Beş sırrın ikincisi ise sahip olma sırrıdır. Onunla zayıflara acır, boğulanı kurtarır, yoksula kazandırır, zayıfı güçlendirir, herkesi taşır. Hakkın gönderdiği belalara karşı onlara yardım eder, kötülüğe uğrayana cömert davranır, suçları affeder, hoş görür, tökezlemeleri görmezlikten gelir, iki aşığı, anne ile çocuğunu bir araya getirir. Özlem duydukları için yolcular için yolu dürerek kısaltır. Rahmani hakikatin ona verdiği ve varlıkta sergilediği genel güç bu sırdan kaynaklanır.
 

Üçüncü sır ise liderlik sırrıdır. Onunla övünür, hakikatini sergiler ve: "Ben Adem oğullarının efendi-siyim" "Şüphesiz ben Allah'ım, benden başka ilah yoktur." "ben münezzehim" "cübbemin içinde Allah'tan başkası yoktur" der. Ona verilen ve makamını ve yüksekliğini gösteren hakikat işte bu sırdan ileri gelmektedir.
 

Dördüncü sır, ıslah sırrıdır. Bu sır ile mahlukatı, kurtuluşlarını içeren zorluklara sevkeder, helak olmalarına neden olacak lezzetlerden uzak tutar. Bu sır ile çocukla annesini, birbirini sevseler de ve Allah için bir araya gelseler de aşıkları birbirinden ayırır.  Mahlukatın birliğini dağıtır. Çünkü bu sır ona hakikati gösterir ki, kalbi duygular birbirleri için yaratılmamışlardır ve bunları ancak Allah değiştirir. Dolayısıyla bunları Allah'a doğru fertlik makamına döndürür. Zaten bu duygular için istenen de budur. Bu yüzden şöyle buyurulmuştur: "ve ma halektu'l cinne ue'l inse illa liya'budun / Cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zariyat,56) Yani beni tanısınlar. Cinleri ve insanları birbirleriyle ünsiyet kurup kaynaşsınlar veya birbirlerine aşık olsunlar, birbirlerinin sırlarını bilsinler diye yarattım, demiyor. Allah, mükellefi kendisi için yaratmıştır. O başkasına bakmamalıdır. İşte bu sırla imam kalplerin ilgisini Allah'tan başkasından koparır, Allah'a yöneltir. Bu hallerden hiçbiri yoktur ki insanlar onu, kendi içlerinde hissetmesinler. Ama nereden doğduğunu bilmezler. Bunun kaynağı sözünü ettiğimiz bu imamdır. İmam, gözetilen şahısla ilgili olarak kaim olan bu sırra ilişkin hükmü itibariyle Allah'ın önce-siz ilminin bir yansımasıdır. İşte bu sır, imamın kalbine Allah'ın ezeli ilmi uyarınca yerleşir. Halkın ıslahı ile ilgili olarak imama bahşedilen hakikat bu sırdan kaynaklanır. Beşinci sır ise hazırlama, donatma sırrıdır. Bu sırla yağmurları yağdırır, memelerin süt vermesini sağlar, ekinleri yeşertir, şehvetleri uyandırır, meyveleri olgunlaştırır, suların tatlı olmasını sağlar. Bu sırla mücadele ve huzur ehline bir kuvvet verir ki zorluk çekmeden bir çok günlere ve ayrılmadan, zarar görmeden nice yıllara ulaşırlar. Bu sırla İbrahi-mî, İsraifilî, Cebrailî, Ademî, Rıdvanî ve Maliki hakikat devam eder. Çünkü alemin bekası bu sekize bağlıdır, alemin bekasının sırrı ise gıdasıdır. Bu cevherin gıdası ise, amaçlarının devamlı ve peş peşe yeni-lenmesidir. Bir zaman bir fert bundan soyutlanırsa, büsbütün yok olur. Gıdaların gıdası da bu sırdan kaynaklanır. "Mevakiu'n Nücum" adlı eserin bazı nüshalarında bundan söz ettik. Dolayısıyla kitapta daha kapsamlı bir şekilde ele aldık. Bunun bazı nüshaları alemde zuhur etmiştir. Alemin zahir, batın, cisim, ruh ve nefis olarak bekasını sağlayan hakikat de zuhur eder. Yani bütün bunlar bu sırdan kaynaklanır. Bu beş sır bu imama hastır ve imamın ismi de Abdurrab (Rabbin kulu)dir. Şeyh Ebu Meyden, Ticane'de ölümüne bir veya iki saat kal ıncaya kadar bu makamda yaşadı. Bu son demlerinde üzerine Kutupluk hilati giydirildi, imamlık kisvesi üzerinden çıkarıldı. Böylece ismi Abdulilah (ilahın kulu) oldu. Üzerindeki hilat Abdurrab ismiyle birlikte Bağdat'ta Abdulvahhab isimli bir adama geçti. Bu hususta Horasan'da bir adam Şeyh Ebu Medyen'le yarışırdı. Ama Şeyh büyük bir Kutup olarak vefat etti. Kur'an'dan ona ilişkin bölüm "Tebarekellezi biyedihi'l mülk" (mülk suresi) idi. Kitabın sonunda Kutupların kapılarından söz ederken onun haline de değineceğiz.
 

Ruhanî İmam'ın Menzili
Kutbun sağında olan bu imam, bilin ki, hal sahibidir, makam sahibi değildir. Maliki tarafından kendi nefsiyle meşguldür. Adı Abdulmelik (Melik'in ku-lu)dir. Mahlukata izafesi sırf bir izafe değildir. Ruha-niyete sağlam basmıştır. Sema bilgisine sahiptir. Arza dair ilmi ise yoktur. O mele-i ala'dan bir haberdir. Onunla aşık olunur. Önceki imamdan daha fazla onunla parlarız, belirginleşiriz. Çünkü buna münasip güce sahiptir. Ancak onlardan kaynaklanan bir sırrı vardır. Bu yüzden bazı sırlara halis değildir. Çünkü onlar-Allah onlardan razı olsun- iki kısma ayrılırlar. Bir kısmı hamledilir, bir kısmı hamledilmez. Önceki imam, kendisiyle kaim olduğu için hamledilmeyendir. Bu ise hamledilir, çünkü kendisiyle kaim değildir. Bulut perdelerinin arkasında durur. Kendisini ve rabbini rabbinin hükmünde görür, kendisinin hükmünde değil. Ama bu mertebeden inen için farklı bir durura söz konusudur, o rabbini kendi hükmünde görür. Vakitleri, içinde bulunduğu durumla meşguldür. O, Kutup için ayna hükmündedir. Öbürü ise mahal ve ayna hükmündedir. Öncekinin nasibi levh ve en yüce kalem iken, bu ikincisinin payı yücelere uygun ilkadır. İki sırrı vardır: kulluk sırrı ve efendilik sırrı. Kulluk sırrıyla, gece gündüz durmadan teşbih eder, ikrama nail olmuş (mükremin)kullara katılır. Ancak bu makamda süfli bir durum var. Çünkü düşmanlar, Rahman'ın kulları olan melekleri dişi yaptıklarını söylediler. Onların melekleri Rahman'a izafe etmeleri sırf ve halis bir izafedir. Bu yüzden onlara dişilik ismi uyarlandı. Eğer ilah'm kulları olsalardı, erkeklik niteliği onlara galip gelirdi. Abdulmelik (ruhani imam) da rahmanın kuludur. Bu yüzden nikahı ruhanilerledir. Ona ilka edilir, ona inzal olur, o kimseye ilka etmez ve kimseye inzal olmaz. Sırlar, marifetler ve yüce alem ona in-kah ederlerken, o hiçbirine inkah etmez. Mele-i ala'daki bütün ruhaniler için aynı durum geçerlidir. Onların süfli/aşağı alemde bir etkileri olmaz. Onlar inkah edilirler, ama inkah etmezler. Onlardan bizim üzerimizde etkisi olan her hangi biri hem menkuh, hem de nakihtir. Bu yüzden nekrelik hali galip gelir. Çünkü daha önce ve daha şereflidir. Araplar: el-Fevatimu ve zeydun harecu: Fatımalar ve Zeyd çıktılar." derler, burada müzekker fiil kullanırlar. Cümlede müzekker bir kişi ve Fatımalar bir grup olmasına rağmen müzekkerlik galip gelmiştir. Bunu anla! Çünkü bu latif ve ince bir işarettir. Dolayısıyla Abdulmelik (melikin kulu) ulvi bir müennes, hali sahih, mutlu ve kevn'den halidir. Hakkın önünde durur. Büyük mevkilerin sahibi Muhammed b. Ali b. Abdulcabbar en-Nefefci'nin arkadaşının ağırlıklı hali buydu. Bu babda bu husus sabittir. Kitabın başında Kutupla, hakikatiyle, nispetiyle ve kaynağıyla ilgili açıklamalara yer verdik. O, Kutupluk sırrı üzere bir tanedir. Ona oradan bak.
 

Kutupluk Huzuru
Gözlemlenen bir huzur halinde, Mağrip ülkesinde Fas şehrinde bulunuyordum. Bir ara kendimde bir karamsarlık hissettim. Adet haline getirdiğim bazı alışkanlıklardan kaynaklanıyordu. Bu esnada müşahedeyi müşahede etmekte gaflet ettim. Sonra kendime geldiğimde kevnin gırtlağıma sarıldığını, boğazımı sıktığını gördüm. Hicap günahları beni kuşatmıştı. Kalkıp kapının arkasında durdum. Gah kapıyı çalıyordum, gah kulak kabartıyordum. Birden kapı açıldı, göğsüm ferahladı, genişledi. Baktım Kutup kapıda tebessüm ederek duruyor. Dedi ki: Arif ne istiyor? Dedim ki: Yüceler alemimize göç etmem gerekiyor. Çünkü çirkin sıfatlar üzerimizde belirdi. Durumumla ilgili olarak olacak şeyin sırrına vakıf oldum. Amacım göç etmedeki tek halin lezzetini almaktır. Mele-i ala'ya alaycı ve aşağılayıcı gözlerle baktı ve şöyle dedi: Benden taraf yaz, benden sana görüneni. Bunun üzerine ona aral ıksız baktım. Sırlar üzerimize akmaya başladı, Kutubun önümüzde belirmesini istediği her şey yansıyordu. Bu gözlemlenen sahnede ondan kaynaklanan bir şiir inşad ettim. Bu rabbani bir sırdı. Sanki onun diliyle konuşuyordum. Onun kalbindeki düşünceleri tercüme ediyordum. Şiirin sonuna geldiğimde, susmamı istedi. Mektubu yazdım. Himmet onu doğruluk Burak'ına bindirdi ve ahbaplara ulaştırdı. Böylece herkes miktarını öğrenmiş oldu.
 

Fasıl:
Yusuf b. Hüseyin anlatıyor: Zünnun-i Mısrî'nin Bayezid'i ziyarete gidenlerden birine şöyle dediğini duydum: Bayezid'e de ki: Daha ne zamana kadar sürecek bu uyku, bu rahat; kervan geçti! Adam Bayezid'e gitmek üzere ola çıktı. Yanına vardığında selam verdi ve dedi ki: Zünnun-i Mısrî sana selam söyledi ve: daha ne zamana kadar sürecek bu uyku, bu rahat; kervan geçti gitti! diyor. Bayezid dedi ki: Kardeşim Zünnun'a de ki: Gerçek erkek odur ki, bütün gece uyur, sabahleyin kervan menziline konmadan önce emin bir şekilde menzilde bulur kendini.
 

Adam oradan ayrılıp Zünnun'un yanına geldi ve bu sözleri aktardı. Dedi ki: Bu, hallerimizin henüz ulaşamadığı bir sözdür. Bu menzil, yüksek ve şerefli bir menzildir; akıllara durgunluk veren sırlar ve latif manalar içermektedir. Bu menzildeki kişi Rabbin kuludur (Abdurrab), en kamil imamdır. Sabahın, karanlığın, kinin, kovuculuğun, remzlerin ve kıskançlığın sırlarında öncülük ona aittir. Tarikat ehlinin Hakka yolculukları iki yolda gerçekleşir. Yollardan birini kendi nefisleriyle katederler. "Kendini bilen rabbini bilir" sözü buna yönelik bir işarettir. Diğeri ise onları götüren yoldur. Bu, kesilmiş muratların halidir. İkincisi ise; müritlerin ve kesilmişlerin halidir. Bununla beraber her iki grup da saliktir. Birini yol götürse bile. Bu iki yolun maddi alemdeki benzeri yayaların çöllerdeki yolculuğu ile gemiye binerek denizde yol alan kimselerin yolculuğudur. Bu yüzdendir ki, bazıları ömrün insanı yürütmesini gemi yolcusuna benzetmişlerdir. Şairin biri şöyle der:
 

Senin yolculuğun ey adam! Geminin götürmesine benzer Bir topluluğu. Onlar yerlerinde otururken yelkenler rüzgarda uçuşur.
 

Bayezid'in sözlerinden "kervan menzile konmadan önce kendini güvenli bir şekilde menzilde bulur" sözüyle bu tür bir yolculuğu kast ettiği anlaşılıyor. Yine bu sözleri gösteriyor ki, o da kervanın istediğini istemektedir, onun peşindedir. Fazladan olarak rahat ve nimet içindedir. Tıpkı günün ortasında kendilerine özel olarak cennet nimetleri sunulan zenginlerle birlikte olan fakirler gibi. Bunun ardında da ortaklık devam eder. Bayezid'in sözlerinin zahiri anlamı budur. Ancak bize göre, bu anlatılanlardan farklı bir anlamı daha var. Biz Bayezid'in hallerini şerhe-derken "Miftahu akfali'lilhami't-tevhid" adlı eserimizde bu anlam işaret ettik. Bu konuda geniş bilgi için adı geçen esere bakılabilir. Şimdi konumuza dönelim. 

Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Subhanellezi esra bi abdihi / Geceleyin kulunu yürüten Allah münezzehtir." (İsra.l) "Sümme dena Je tedella Je kane kabe kavseyni ev edna / sonra yaklaştı, derken daha da yaklaştı. O kadar ki iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu." (Necm,8-9) "Ma kezebe'l fuadu ma rea / Gördüğünü kalbi yalanlamadı." (Necm,ll) Kutsi bir hadiste de şöyle buyurmuştur: "Arzıma, göğüme(semama) sığmadım, fakat kulumun kalbine sığdım." İşte bunlar sahili olmayan denizlerdir. Bu kitabın kapasitesi oranında bu denizlerin bir kısmını açıklamamız gerekmektedir. İnşallah bu kevnin mertebesinin gerektirdiği kadarını ifa etmiş olmamız açısından zorunlu bir açıklamadır bu. Bil ki, Allah'ın itina gösterdiği kalpler iki kısımdır. Bazı kalplere özlem galip gelir. Bazı kalplere ise özlem galip gelmez. Özlem duymayan kalpler, ilminin şahidine ulaşan kalplerdir; bir takım muamele türleriyle yolculuk yapmış, ikna olmuş ve mutmain olmuşlardır. Bu yüzden mutmain olan kalbe "...rabbine dön." denilmiştir. Bu makam nerde "rabbini görmedin mi" sözü ner-de?! Sonra perde indi ve şöyle dedi: Gölgeyi nasıl uzattı? Sonra nasıl kendine çekti? Bir kişi, O'nu zayıf, güçlü, büyük, küçük, yüksek, alçak, şerefli, aşağı nefsinden çağırır. Bu işin iki yönü vardır. Bir yön; Allah'a delalet etmesi bakımından diğerleriyle birleşmektedir.
Bir yön itibariyle de herkes diğerinden ayrılır; bu da aynı şekilde Allah'ın bilgisine delalet etmektedir. Yollar çeşitli ve türlü türlü olsalar da, hepsi Ondan doğuyor ve O'na dönüyor. Tıpkı bir yuvarlak halinde aynı noktadan başlayan çizgiler gibi.
 

Bu gerçek açıklığa kavuşup yolların çeşitliliği anlaşıldığına göre, bil ki, yüce Allah'ın her yola yönelik bir yüzü vardır ve bu yüzü diğer bir yola yönelik yüzünden ayrıdır. Tıpkı bir yolun diğer bir yola benzememesi gibi. O halde bilmeler de değişik olacaktır. Bilgiler zıt olacaktır, deme. Bu demektir ki, Allah hakkında fikir beyan eden, konuşan herkes, bir müşahededen sonra bunu gerçekleştirmektedir ve bu müşahede de O'ndan ve O'na yönelik olmaktadır. Yani her konuşan bir hakikate dayanarak konuşmaktadır.
 

Arkadaşının yolundan farklı bir yol izlese de. Nitekim yolların ayrı olmasından dolayı müşahedeler de ayrı olmaktadır. Buna bağlı olarak da müşahede edilen de çeşitlilik arzeder. Dolayısıyla O'na dair tanımlama da farklılık gösterir. Örneğin bu hakikatlere nüfuz edemeyen ve perdelenmiş bulunan kimse bunları duyduğunda inkara sapar. Bu hakikatleri bilen de işitir. Ama farklı tepkiler verirler. Her biri, yüce Allah, benim dediğimi kast ediyor, der. Bunları duyan da her ikisini de cahillikle nitelendirir ve hakkın bunlardan sadece birinin yanında olması gerekir, der.
 

Acaba belirlenen payın genişliği ve sınırlılığı oranında hakkın her ikisinin de yanında olması mümkün değil midir? İlahî huzurda olmasının etkisiyle hakikati bilen arife göre her ikisi de zorunlu olarak isabetlidir. Bu da kesinleştiğine göre, anlaşılıyor ki, hakka yürüyenle menzilde uyuyan da aslında bir yere doğru yol almaktadır ve her ikisi de sabah vakti menzile varmaktadır. Fakat müşahedeler farklıdır; çünkü uyku yolu yorgunluk yolu değildir. Hz. Peygamber (s.a.v.), bollukta lütuf sahibi nimet verene hamderdi. Zorlukta ve her halu karda hamdederdi. Hamdedilen, zât olarak birdir. Ama sıfat ve isimler itibariyle hamdedilen farklıdır. Çünkü lezzetlerin kaynaklandığı isim, acıların kaynaklandığı sıfattan ayrıdır.
 

Kısacası "rahim olan Allah'a hamdolsun", diyenin de "rahman olan Allah'a hamdolsun", diyenin de dediği kabul edilir. Her bir sözün kendine dönük bir hakkı vardır. Bu mesele çok derindir ve zihinler tarafından kavranması zordur. Buna göre Bayezid aşık olarak uyumuş, uyandığında, kervanın da peşinden yollara düştüğü sevgiliyi baş ucunda görmüştür. Kafile ise sabah olduğunda matlubunun yanında bulmuştur kendini. Tam da Bayezid'in uyandığı vakitte. İki sahih yoldaş, iki farklı ve fakat benzer yolcu olarak.
Biz bu makamı, Mercane'de sembolik bir anlatımla "Ankau Mağrib" adlı kitapta açıkladık.
 

Ha. Mim. Ayn. Sin. Kaf. Bu Menzilin Münacatı:
Bismillahirrahmanirrahim
Halkın afetlerinden Hakkın hicapları ve tılsımların sırrından "Ta. Sin. Mim."lerin tamamı sana geri verildi. Sabah aydınlandığında, ay fetih suretine girdiğinde.Onun şerrinden Allah'a sığın. Onun zarar verici elemini sizden gidermesini O'ndan dileyin. Çünkü O latiftir, her şeyden haberdardır. Sona erdi. Onlara karşı Allah sana kafi gelecektir. O, işitendir. Yüce ve azamet sahibi Allah'tandır güç ve kudret.
Allah'ın salat ve selamı efendimiz Hazreti Muhammed'in, ehlibeytinin ve ashabının üzerine olsun.
Kitap sona erdi. Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun.

Hiç yorum yok

Öne Çıkan Yayın

İBDA ve İBDA-C Nedir?

İBDA-C’nin daha iyi anlaşılması için İBDA'nın kısaca tarif ve izahını yapmak istiyoruz… Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu’nun "...

İzleyiciler

Popüler Yayınlar

Tema resimleri duncan1890 tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.