İbni Arabi Risaleleri:KİTABU’L TECELLİYAT

KİTABU’L TECELLİYAT

TECELLİYAT KİTABI



Şeyhu’l Ekber
MUHYİDDİN İBN. ARABÎ K.S. 
TECELLİLER KİTABI
Bismillahirrahmanirrahim
Allah'ın salat ve selamı Hz. Muhammed’in ve ehlibeytinin üzerine olsun.
Coşkulu  kavuşmaların  sığınağı,  nefeslerin  varlıklarının  tecelligahı,  kıyasın  menşei, karışmaların huzuru, ilhamların ve vesveselerin iniş mekanı,  meleğin ve şeytanın miracı, aşağıların yegane mekanından yükseldiği, en yüce makamın önünde durduğu vakit yüce ruhanilerin süfli varlıkların kalıplarında inip durduğu menzil, varlık huzurunun tamamlayıcısı, kerem ve cömertlik nispetlerinin madeni, remzle-rin ve sembollerin hazinesi ve imkan ve  cevaz  denizinin  sahili  sağlam  aklı  berzah  aleminde,  yüksek  fikirlerle,  ulu  ve  görkemli zikirlerle muhkemleştiren Allah'a hamdolsun. Açık ve kapalı hamd ile O'na hamd etmiştir; bildiği ve benim de bildiğim gibi. Allah'ın salatı işaretlenmiş, alametlenmiş ridanın üzerine olsun. Ki en kadim giysiye bürünmeye razı olmuştur. Onun tertemiz ehlibeytinin de üzerine olsun. Üçüncü tılsım menzillerinden gelen bir nüzuldür bu. Ve bu on üç menzilden biridir.
Cafer  Sadık'ın  -Allah'ın  selamı  üzerine  olsun-  öğrencisi  anlatıyor:  Efendim  Mevlam Cafer'e  sordum:  Neden  tılsıma  tılsım  adı  verilmiştir?  Buyurdu  ki:  Çevirmesinden  dolayı. Yani  tılsım  vekil  kılındığı  şeye  musallat  olur.  "Heyakil"  kitabımızda  tılsımı  eksiksiz  bir şekilde  açıkladık.  İnşallah  bu  eserimize  müracaat  edilsin.  Bu  da  mutlak  vahdaniyet huzurundan kaynaklanmaktadır. Ki ikincisi olmayan birin bunun oluşumuna taalluk etmesi söz  konusu  değildir.  Ama  taalluk  ettiği  için  oluşu  kabul  eden  tevhid  huzuru  "Futuhati'l Mekkiyye" adlı eserin bir bölümünü oluşturan "Kitabu'l Huruf'ta zikredilmiştir ve bu kitap da onun bir parçasıdır. İnşallah adı geçen eserimize bakılsın.
Şimdi Allah'ın ismini andıktan sonra şunu söylüyoruz: Uluhiyet huzuru mutlak tenzihi gerektirir.  Uluhiyetin  zatının  gerektirdiği  mutlak  tenzihin  anlamını  ise  yoktan  varedilmiş, yaratılmış  kevn  bilmez.  Çünkü  kevnin  kendisinden  olan  her  tenzih  onun  içindir,  yani kevnlere  döner.  Nitekim  "kendimi  tenzih  ederim"  diyen  de  bu  yüzden  demiştir.  Çünkü tenzih neticede O'na döner ve mutlak tenzihe de ihtiyacı yoktur. Bu nüzullerde uluhiyetin çok  tecellileri  vardır.  Eğer  bu  tecellileri  burada  açıklamaya  kalkarsak  çok  uzun  bir  işe girişmiş  oluruz.  Bu  yüzden  yüz  küsur  tecelliyi  veya  bundan  biraz  fazlasını  zikretmekle yetiniyoruz. Bunda da ima ve özet esaslı bir üslubu kullanacağız, açıklama ve uzun uzun anlatma  yolunu  tutmayacağız.  Çünkü  evren  fehvanilik  ve  huzur  kelimesi  açısından tecellileri  taşıyor  değildir.  Aksine  tecelli  ve  müşahede  açısından  taşıyor.  Ya  niyabet  ve tercüme  açısından  nasıl  olur!  öte yandan,  ululuk,  azamet  ve  kerem  vasıflarına  sahip Rahman  ismiyle  rububiyet  arşına  istiva  etmenin  aracı  olan  kuşatıcı  rahmet,  cömertlik olarak  bütün  mümkün  nitelikli  varlıkları  kaplamış,  mümkün  nitelikli  varlıkların-aynlerini; mutlusunu, bedbahtını, kazançlısını, ziyan edenini ortaya çıkarmıştır. Her grubu ana yolunun üzerine koymuştur ve her grub için izlediği yolun sonuna bir amaç yerleştirmiştir. Yüce Allah bizi, kendisinin gayesi olduğu yola iletsin. Bizi maddenin zulmünden, cisimlerle kayıtlı nefislerin arzularının hilelerinden beri kılsın. Ne güzel kafiledir, rahmanın kafilesi. Ne mutlu onlara! Ne mutlu onlara ve güzel akıbetlerine!

1- Sır Yolundan İşaret Tecellisi
Bil ki: İşaret edilen feleğe, bir mevcut olduğu için değil, bir şeyi taşıdığı işaret edilir. Dolayısıyla  işaret  taşınanadır,  ona  değil.  Bu  fehvani  yasanın  bir  kısmıdır.  Sureti,  bu makamda şekil yoluyla üçgen suretidir. Özellikle temessül alemi olan berzah alemine nüzul ettiğinde bu surette olur. Tıpkı ilmin süt suretinde nüzul etmesi gibi. Bu üçgen suretin bir köşesi  Allah  ile  mahlukatının  arasındaki münasebetin  kaldırılmasını  ifade  eder.  İkinci köşesi keşfin ve nazarın idrak ettiklerinin karıştırılmasının ortadan kalkmasını ifade eder ve bu  azamet  bablarından  biridir.  Üçüncü  köşesi,  fiil,  söz  ve  inanç  hususunda  kurtuluş mahalline ulaştıran mutluluk yolunu açıklar. Bu üçgenin kenarları temsil huzurunda eşittir.
Birinci kenar, bir münasebeti ifade eder ki, bununla Allah ile kul arasında bilme (marifet) gerçekleşir. Bu sahneyi müşahede eden bir kimse Allah'ın bizi bilmesini bilir. Yani O'nun bize taalluk etmesinin keyfiyetini ve bizim O'nu bilmemizi ve O'ndan ne bildiğimizi öğrenir.
Çünkü bizim O'nu bilmemiz bir cüzdür ve taallukunun "yok" gibi olması doğru olmaz. Diğer kenar nur kenarıdır ve sana bu feleği gösterir. Bu sayede senin derecene ne yazıldığını,  senin  derecende  insanın  mutlu  eden  nelerin  bulunduğunu  görürsün.  Üçüncü kenar sana bazı şeyler verir ki, onlarla takdir kapsamındaki hadiselerden, devirlerin akışı içinde  belirginleşen olaylardan  ve  tabiatların doğurduğu, neticelerden  sakınırsın,  böylece korunmuş olursun. Bu sahneyi eksiksiz bir şekilde gözlemleyip kavradığın zaman, anlarsın ki felek sensin, sensin dosdoğru yol, sensin kendi içinde ve kendine doğru yol alan salik.
Sen  gayesin;  matlubun  sensin,  yokluğun  ve  yolunda  gidişin  sana  yöneliktir.  Ezildikten,silindikten, hak ile tahukkuk ettikten ve doğruluk makamında belirginleştikten sonra sadece kendini gözlemlersin. İdraki idrak etmekten aciz olmak idraktir.

2- Göz Aydınlığı Veren MakamdaTenezzüh Niteliklerinin Tecellisi
Bil  ki:  Bu  ilk  tecelliden  kaybolduğun  ve  perdeler  indirildiği  zaman  hikmet  esaslı  bir ilahi  tertip  olarak  bu  diğer  tecellide  belirirsin.  Burada  aklın  düşüncesi  itibariyle  hiçbir etkinliği yoktur. Bilakis bu, keşfi bir kabul, zevk mahiyetli bir sahnedir. Ona nail olanlar nail olmuştur.  Kul,  zatı  mukaddes  ve  hükümlerinin  anlamlarının  münezzeh  olmuş  olarak burada kaim olur. Fehvanilik ona aşık olur. Bu ilgi mahiyetinde bir aşık olmadır. Ve etkileri de  üzerinde  görünür.  Bunun  neticesinde  kul,  Musevi  görünümde  Muhammedi  yolu  izler.
Hep en yüce ufka bakar. Derken aşağı tabakalardan ona seslenilir: En yüce ufka bakarken sınırdan uzak dur. Çünkü ben oradan ve buradan sana sesleneceğim. Seslendiğim zaman dağın  paramparça  olur,  bedenin  kendinden  geçer.  Yakin  müşahedesiyle  yakınlaşma mahalline gidenler içinde övülürsün. Sana armağanlar verilir, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insan kalbinin düşünmediği güzellikler hediye edilir sana.
Sonra en göz alıcı, en kutsal istivanın yanındaki en yüce ufukta bulunan en yüce, en parlak manzara döndürülürsün. Senin garib bedeninin özünden yoksulluk ve ihtiyaç alemi gelir  sana.  Sevgilinin  armağanlarından  kendi  paylarına  düşeni  isterler.  İstediklerini iştiyakları  ve  susuzlukları  oranında  ver.  Israrla  istemelerine  aldırış  etme.  Çünkü  ısrar, nefsani  bir  yetenek  ve  eğitimle  elde  edilen  bir  güçtür.  Ama  sen  onların  zatlarına,  hiçbir perde ve hicabın önünü kapatamadığı gözle bak. Onlardan keşfettiğin özellikler oranında bu armağanları aralarında paylaştır. Zatı düzgün olana, bağışta cömert davran. Sana karşı büyüklenen,  kibirlenen  kimseye  karşı  en  ağır  hareket  eden  binek  gibi  ol.  Kibirlense, büyüklense de zatının gerektirdiği şeyden onu yoksun bırakma. Çünkü bü-yüklenmesi arızi bir haldir; çok kısa bir zaman sonra örtü kalkar, rüzgarlar hevaları önlerine katıp götürür.
Geride sadece halis din kalır. Böyle olunca da yaptığın bağıştan dolayı övülürsün. Rızıklar manevi ve maddi olanlarıyla, kulların ellerinde bulunan emanetlerdir. Emaneti sahibine ver; sorumluluğundan  kurtulursun.  Eğer  bunu  yapmazsan  çok  zulmeden,  çok  cahil  birisin.
Doğru yolu ancak Allah gösterir.

3- Yakini İmana Sahip Olanlara İnen Gayp İnişleri Niteliklerinin Tecellisi
Bu önceki tecelliden sonra, senin için şu diğer tecelli hasıl olur. Bu tecelli aracılığıyla bütün has ve yakın velilerin ve diğerlerinin kaynaklarını, hikmet ve hüküm nitelikli yasaların kaynaklarını,  Hakkın  bunlara  sirayet  edişini,  yalanın  bunlardan  uzaklaştırılışını seyredersin.  Sonra  senin  yeteneğine  özgü  olan  ve  başka  hiç  kimsenin  ortaklığının  söz konusu  olmadığı  şey  verilir  sana.  Bu  tecellide  hastalanırsın,  ardından  ölürsün, hasredilirsin, yeniden diriltilirsin, sorguya çekilirsin,  tabiatının cehenneminin üzerine sıratın kurulur,  mizanın  adaletinin  kubbesine  konur,  amellerin  huzura  getirilir;  rabbinle  olan huzurun  oranında  ölü  ve  diri  suretler  halinde.    Bu  tecelli  de  ölü  olanlara  bir  ruh üfleyemezsin.  Çünkü  bu  tecelli  ahiret  yurdunun  bir  misalidir.    Mutlak  olarak  senin  kendi ellerinle  işlediklerinden  oluşan  kitabın  verilir  sana.    Önceden  yapıp  işlediğin  amellerini orada görürsün.  Bunun üzerine kuşku ve karışıklık kalkar, yerini yakin, kesin inanç alır. 
Nitekim şöyle buyurmuştur: "Va'bud rabbeke hatta ye'tike'l yakin / Ve sana yakin gelinceye kadar  rabbine  ibadet  et."  (Hicr,99)  Bu  ve  benzeri  şeyleri  gözlemlemen,    küçük  kıyamet mahiyetindedir. Bu tecelli de Hak taala sana bir örnek olarak bunları gösterdi. Senin için bir mutluluk ve inayet göstergesi olarak. Ya da bundan sonra sapacak olursan,  bir bedbahtlık vesilesi olarak. Eğer saparsan O'nun bir bilgiye dayalı olarak saptırdıklarından biri olursun.  
Nitekim  yüce  Allah  şöyle  buyurmuştur:  "Ve  ma  kanellahu  liyudiüe  kavmen  ba'de  iz hedahum  hatta  yubeyyine  lehum  ma  yette-kun  I  Allah  bir  topluluğu  doğru  yola  ilettikten sonra,  sakınacakları  şeyleri  kendilerine  açıklayıncaya  kadar  onları  saptıracak  değildir." (Tevbe,115) Şu halde müşahede ettiğini tanı, bil. Senin önüne indirilen gaiplerin letaifi ve sırlarıyla,  bu  nurun  inişleriyle  perdelenme,  madde  alemine  ve  yükümlülük  yurduna dönüşünden sonra bunları muameleler suretinde tahakkuk ettirmekten geri kalma. Çünkü Hak bunları misal olarak sana göstermiştir ki ölümden sonra bizzat gözlemleyesin. Allah sana  mühlet  vermiş,  yükselme  ve  amelleri  kabullenme  yurduna  geri  döndürmekle  sana minnet etmiştir, ki bu ölü surete ruh üfleye-sin, hayat elbisesi giydiresin. O da yarın elinden tutup  kalıcı  mutluluk  yurduna  götürecektir,  "/e  innehu  hayrım  mustekarren  ve  ahsenu makilen / Kalacakları yer çok huzurlu ve dinlenecekleri yer pek güzeldir." (Furkan,24)

4- Cem ve Varlık Aynından İşaret Tecellisi
Bu  tecellide  senin  için  Hz.  Muhammed'in  (s.a.v.)  hakikati  hazır  edilir.  Allah ile konuşma huzurunda seyredilir. Edebini takın ve bu konuşmada Ona ilka edilenlere kulak ver.  O zaman  marifetin  en  yücesine  erişme  imkanına  kavuşursun.  Çünkü bu,  Hz. Muhammed'e  (s.a.v.)  yönelik  hitabıdır,  sana  yönelik  hitabı  değildir.  Çünkü O’nun  (s.a.v.) kabul istidadı  daha  şerefli  ve  daha  yücedir. O  halde  sahneyi  seyrederken  kulak  ver.  Bu rububiyet huzurunda veliler ayrışıp belirginleşirler, hidayet yoluyla en aşağı cemiyetten en yüce ve daha yüce cemiyete, yakınlık makamına ve en göz alıcı seviyeye, yüce huzura, en üstün mahalle ulaşırlar. Ki orada görülenler anlatılamaz. Bu tecelliden döndüğün zaman, hicap bakımından inniyet (varlık ve hüviyet) tecellisinde bulursun kendini.

5- Hicap ve Perde Bakımından İnniyet (varlık ve hüviyet) Tecellisi
Bu tecellide de seninle birlikte Hz. Muhammed'in (s.a.v.) hakikati hazır kılınır. Bir veli için  gerçekleşen  bir  tecellide  onunla  birlikte  peygamber  veya  peygamber  olmayan  daha büyük bir veli hazır kılındığı zaman, bu huzurdaki söz mutlaka en büyük olana yöneltilir, öbürü ise dinleyici konumunda kalır. Aslında bu o kula yönelik ilahi bir inayettir. Şu halde bu konuşmada gizli sırlara ve böyle bir tecellide hazır bulunmayan kimseler için alametleri belirginleşmeyen  gaiplere  kulak  versin.  Bu  huzurda  bilirsin  ki,  Allah'ın  bazı  emin  kulları vardır;  kendilerine  has eminlikleri  hükmünce  kendilerine  sunulan letaiften  sırları  kendileri için  açığa  vursunlar  diye  kıtır  kıtır  doğrasan,  yine  de  kendileriyle  birlikte  gönderilen  bu sırlardan  hiçbir  şeyi  açığa  vurmazlar.  Çünkü  gizleme  olgusunu  tahakkuk  ettirmişlerdir.
Bunun bir bela olduğunu, kendilerinde olan şeyi dışa vurmaları için uğratıldıkları bir sınav olduğunu  bilirler:  "Vela  ye'menu  mekrellahi  illa'l  kavmu'l  hasirun  /  Ziyana  uğrayan topluluktan  başkası  Allah'ın  mühlet  vermesinden  emin  olamaz."  (Araf,99)  Kendilerinden dahi gizledikleri bu sırları başkalarına hiç açarlar mı! Onlar kendilerine emredildiği gibi bu sırları  varlıklarına  dönüştürürler  ve  alametleri  ahiret  yurdunda  belirginleşir.  Bu  alametler aracılığıyla  diğer  mahlukattan  ayrılırlar.  Ahiret  yurdunda  gizli  ve  güvenilir  iyiler  olarak bilinirler.  Dünyada  ne  çok  bilinmeden  kalırlar!  Bizim  tarikatımızın  mensupları  içinde kınananlar  konumundadırlar.  Gaybe  iman  onları  başkalarından  müstağni  kılmıştır.
Varlıklardan varlıklar aracılığıyla gizlenirler. Onların ayakları, tahkikinin şevki uyarınca her yola eşit düzeyde basar. Onlar batında gavs (yardım eden), zahirde ise (mugas) yardım görenlerdir.  Eğer  bu tecellide  onları  müşahede  edersen  sen  de  onlardansın.  Eğer  onları müşahede etmezsen, kendine döndüğünde korunursan, şüphesiz sen iddialar meydanında dolaşacaksın.  Eğer  bu iddialarda hak  üzere isen, doğruluk  ayakları  üzerinde  dikilmişsen bildiklerinle  mutlu  yaşar,  mutlu  ölürsün.  Yok  eğer  yüz  üstü  bırakılırsan,  korunmazsan, gizlilik sırları sana verildiği halde makamı sana verilmemişse, bu sırları açığa vurursun. O zaman eminlik övgüsünden yoksun kalırsın. Üzerine hıyanet elbisesi giydirilir. Senin için: Ne  kafir!  Ne  cahil!  denir.  Söylenen  gerçeğin  ta  kendisidir  ve  sana  nispet  edilen  nitelik kesinlik  ifade  eder.  çünkü  sen  iman  yurdunda  iki  kusur  işledin.  Bu  yüzden  seni  tekfir ederler.  Senin  cehaletin  de  işlediğin  fiilin  aynısıdır.  Dolayısıyla  günah işlerken  hakkı  dile getirirler.

6- İdrak Edilenleri Kevni İdrak Edicilerinden Alma Tecellisi
Bu  tecellide  de  Muhammedi  hakikat  hazır  bulunur  ve  Hamid  isminin  tecellisidir. Kendileri için gerekli olan tasarruflar esnasında gözlerin ve bütün idrak edilenlerin yanında ve  de  bu  makamda  ilahî  mühür  elinde  olan  isim,  bu  ismin  bu  mührü  varlıkta  kullanma keyfiyeti;  nübüvveti,  risaleti  ve  velayeti  mühürlemesi,  sonlandırması  müşahede  edilir.  Ki bununla itina gösterilen kalplerin üzerine mühür vurulur, hakkın şuhudundan sonra hiçbir varlık tahakküm etme ve sahip olma hükmüyle oraya giremez. Ancak hizmet etme ve emir hükmüyle girebilir, ardından da çıkar. Bu makamdan sonra düşüncenin bir cariyenin veya başka  bir  şeyin  sevgisine  taalluk  etmesi  gibi  durumlara  gelince,  bu  tabiatın  hükmüyle gerçekleşir,  üzerine  mühür  vurulan  hakkın  evi  ve  doğruluğun  oturağı  olan  rabbani  sır hükmüyle  değil.  Nebilerin  (s.a.v.)  sevgilerinin  kaynağı  burasıdır.  Mutlak  olarak  kainattaki tüm sevgilerin de kaynağı budur. Ne var ki, genelin sırları inayet mührüyle mühürlenmemiş olsa  da  bundan  başkasıyla  mühürlenmişlerdir.  Dolayısıyla  onların  sırları  karanlıkta  ve körlüktedir. Çünkü yüzleri tabiata dönüktür ve tabiat da en büyük karanlıktır. Mahlukattaki sevgi  de  yukarı  ve  aşağı  varlıklara  yönelik  olması  itibariyle  de  aslı  üzeredir.  Ama  Allah sevgisi  bu  kapsama  girmez.  Ama  o  bu  kapsama  girer.  Ne  var  ki  insanların  büyük çoğunluğu bunları birbirinden ayıramaz. Şu halde bizim Allah'a yönelik sevgimiz de ihsan açısından geçerlidir. Yani doğamızdan kaynaklanır. Bizim tabiat karanlığından münezzeh sevgimiz,  hakka  nispet  edildiği  oranda  bize  de  nispet  edilir.  O'nun  sevgisi  ise  böyle olmadığı gibi, ona meyledilmez de. Bu tecelli sana sevgi ile ilgili bu iki hükmün hakikatini öğretecektir.

7- Hallerin Farklılığı Tecellisi
İnanılan  surette  gerçekleşmeyen  tecelli  budur.  Bu  yüzden  tecelli  mertebeleri  ve menzilleri hakkında bilgisi olmayanlar bunu inkar ederler.  Şu halde rezil olmaktan sakın. Çünkü  inançların  suretlerinde  değişim  meydana  geldiğinde  inkar  edilmesi  gerektiğini söylediğin  şeyi  bildiğini  ikrar  etmek  durumunda  kalırsın.  Bu  hakikat  münafıkların nifaklarına,  riyakarların  riyalarına  ve  bu  kategorideki  başka  zümrelerin  hastalıklı anlayışlarına devam etmelerinin nedenidir.

8- Karıştırma Tecellisi
Bu  tecellide insan  tuzağın  ve  hilenin inceliklerini  ve  sebeplerini,  bu  tuzak  ve  hileye düşenin nereden düştüğünü öğrenir. Ayrıca insanın onu sahip olduğu vasıflarla tasavvur ettiğini  de  öğrenir. Şu  halde  kendisini  Allah'tan  alıkoyan,  perdeleyen  şeylerden  sakınsın.   "Kendimi    tenzih    ederim=subhani"      diyen    de  bu  tecelliden  söylemiştir  bu  sözü.  Hz. Peygamber  (s.a.v.)  de  bu tecelli  bağlamında  "Size  geri  dönecek  olan  yine  sizin amellerinizdir"  buyurmuştur.  Karıştırma  suretine  gelince,  bununla  insanın,  amellerinin  ve fiillerinin kendi aleyhine yaratılmadıklarını, aksine bir süreliğine ortaya çıkıp sonra yok olan arazlar olduğunu sanması kast edilmiştir. Bu menzilde duran, bu tecelliyi müşahede eden tuzaktan emin olur ve nasıl tuzak kurulduğunu öğrenir. Ne var ki, Hz. Peygamberin (s.a.v.) "savaş hiledir." Sözü gibi ya da iki adamın arasını bulmak gibi ve İbrahim Peygamberin eşi için  "o  benim  kız  kardeşimdir"  demesi  gibi  hile  ve  yalanı  gerektiren  menzilleri  tahsil edinceye kadar geçerlidir bu. Yalan ve hilenin mubah olduğu bu mertebelerden çıkış için başka  yollar  var.  Bu  yollardan  söz  konusu  mertebelerden  çıkar  ve  bu  vasıfla belirginleşmez  artık.  Ayrıca  "ve  mekerellah  /  Allah  da  tuzak  kurdu"  benzeri  sözlere kanmamak  gerekir.  Çünkü  kendilerine  dönen  yine  kendi  tuzaklarıdır,  tuzaklarının  kendi başlarına  geçmesi  Allah'ın  onlara  tuzak  kurmasıdır.  Bu  tecellide  tahakkuk  et  ve  bu makamdakileri tahsil edinceye kadar dur.

9- Hakikatlerin Reddi Tecellisi
Bu  tecelli,  Haktan  başka  maksadı  olmayan,  Hakkı  da  himmetin  taalluk  etmesi bakımından talep eden, kesp veya güzelliğe aşık olmak bakımından talep etmeyen kimse için  gerçekleşir.  Bu  tecellide  hakikatler  ona  en  güzel  surette,  en  güzel  muamele  çerçevesinde ve en latif kabulle görünür. O zaman şöyle der: Haberiniz olsun! Allah'tan başka her şey batıldır.
Aslında  batıl  değildir;  fakat  bulunduğu  makamın  hakimiyeti  bu  kişiyi  tamamen bürüdüğü    için  böyle  söylemiştir.  Nitekim  Hz.  Rasulullah  (s.a.v.)  "Arapların  söylediği  en doğru beyit:
'Haberiniz olsun! Allah'tan başka her şey batıldır' beytidir"   buyurmuştur.
Bütün  varlıklar,  Allah'tan  başkası  olsa  da  kendi  içinde  hiç  kuşkusuz  haktır.  Ancak varlığı kendi zatından kaynaklanmayan bir varlık yok hükmündedir, batıldır. Bu durum bazı açılardan geçerlidir ki, Hak taala bir varlık olarak bu açıdan sair varlıklardan ayrılır. Bunu derken  Hakkın  varlığının  zatından  olmasını  kast  ediyorum.  Öte  yandan  Hak  ile  başkası arasında  hiçbir açıdan  gerçek  olarak  bir  ortaklık  söz  konusu  değildir.  Ki  bu açı,  bir  cinsi kapsayan bir cins olsun ve de ayırıcı bir bölünmeye ihtiyacı bulunsun. Hakkın zatının cins ve fasıldan mürekkep olması imkansızdır.

10- Beraberlik Tecellisi
İnsan bütün varlıkların kapsayıcı bir nüshası olduğu için her varlıktan bir hakikati de içinde  taşır.  İşte  bu  hakikat  söz  konusu  varlığa  bakar  ve  insan  ile  o  varlık  arasındaki münasebet  bu  hakikat  üzerinden  kurulur  ve  aradaki ilişkinin  zemini  budur.  Hak  teala  ne zaman  seni  alemlerden  bir  aleme  ve  varlıklardan  bir  varlığa  vakıf  kıldıysa  bu  varlığa  o hakikat diliyle şunu söyle: "Ben bütünlüğümle seninle beraberim, benim yanımda senden başkası  yoktur,  sen  doğrusun  ve  ben  bizzat  seninle  beraberim,  senden  başkasıyla  araz olarak beraberim." O zaman Hak seni seçer, o varlığın gücü dahilindeki bütün özellikleri ve sırları sana verir. Her varlığa bu şekilde davran. Bu fiile ancak diri olan ve Hak tealanın kullarıyla  beraberliğinden  ibaret  bulunan  bu  tecelliye  elde  eden  kimse  güç  yetirebilir. 
Nitekim  yüce  Allah  şöyle  buyurmuştur:      "Ve  huve  meakum  eynema  kuntum  /  Nerede olsanız,  O  sizinle  beraberdir."  (Hadid,4)  Bu  beraberlikte  tecelli  ettiği  zaman,  sana anlattığım hususlarda nasıl tasarruf ettiğini öğrenirsin.
 11- Mücadele Tecellisi
Eğer  senin  için  keşfin  vaki  olmasını  sağlayan  bir  tecelli  gerçekleşir  ve  ayağın  bu tecellinin  sergisine  basar  da  sana  "geri  dön"  denilirse,  dönme  ve  şöyle  de:  Eğer  O'na döneceksem,  Onsuz  bir  makam  yoktur.  Böyle  iken  niçin  bana  "geri  dön"  deniliyor?  Bu huzur  da  O'na  giden  bir  yoldur.  Şu  halde  bırak  bu  yolda  yürüyeyim.  Eğer  O'ndan başkasına  dönecek  olsam,  bu  konuma  hükmetmez  ve  zatın  hükmüyle  ilgili  bu  tecelliyi bilmezdim.  Beni  O'nun  sergisine  sok,  ki  yanında  ne  olduğunu  göreyim.  Bunu  söylediğin zaman  ilerlersin  ve  geri  dönmekten  korunursun.  Eğer  sana  "sen  bu  tecellilerde  yalnızca amellerinin meyvelerini devşirirsin. Ve sen bunu gerektiren amel işlemekteydin" denilirse, "bu  doğrudur"  de,  peki  çok  bağışlayan  Gafur,  ihsan  sahibi  Rahim  nerede?  Nerede  "ben kulumun  benimle  ilgili  zannının  yanı  başındayım."  diyen?  Ben  hayırdan  başka  bir  zan beslemedim ki. Bu tavırla büyük menfaatler sağlanır.

12- Fıtrat Tecellisi
Bil  ki,  insan  yaratılışının  başından  itibaren  hidayete  sahip  kılınmıştır.  Bu,  Allah'ın onun  ve  diğer  tüm  insanların  yaratılışlarına  esas  kıldığı  fıtrattır.  Aynı  şekilde  bu,  ruhlar aleminde Adem'in zürriyetinden alınan misaktır da. İnsan bu hidayete tabiatının gerektirdiği bir cihetten sahip olmuş değildir. Yani insan tabiatı gereği hidayetten kaçtığı halde bu cihet onun  hidayete  aşkla  bağlanmasını  gerektirmiş,  sapmak  ise,  insanın  başlangıçta  sahip olmadığı bir şeydi de Şeytan buna sahip olmasını sağlamış,  sapma da insanın tabiatına uygundur, mizacıyla uyuşmaktadır, dolayısıyla sapmaya nefsani bir aşkla bağlanmaktadır, gibi bir durum söz konusu değildir. Sebebine gelince; insan aslı itibariyle rabbani bir varlıktır  ve  sınırlandırılmamıştır.    Hidayet  ise  sınırlandırma  demektir.  Sapma  ise sınırlandırılmanın  kalkması  ve    insanın    rububiyetinin    ortaya    çıkması      demektir.  Bu yüzden  Allah,    mutluluk  perdesiyle  onu  masum,  korunmuş  kılmamıştır.  Ki  buna  da bedbahtlıkla sahip olmaktadır,  çünkü  dünya yurdunda bulunduğu sırada tabiatına uygun düşmektedir.  Ve  çünkü  mutluluk  da  insanın  tabiatına  uygundur;  ancak  sonraki  bir aşamada.  Bu yüzden insan  ona  kavuşmak  için acele  eder.  Nitekim yüce Allah  şöyle  buyurmuştur:  "men  kane  yuridu'l  acilete  /  Her  kim  bu  çarçabuk geçeni isterse."  (İsra,18)
İşte bu tecelli hasıl olduğunda onda gerçek anlamda sebat et.  Bu seni fıtrat ve mutluluk üzere sabitleştirir.

13- Varlık Sirayeti Tecellisi
Emrin  sırrı  varlığa  sirayet  etti,  ışığın  havaya sirayet  etmesi  gibi.  Bunun neticesinde faal illetler, sebepler ve hükümler ortaya çıktı ve her varlık hakikatinden, etkilenirliğinden ve  malulluğundan  kayboldu  da  "ben"  dedi.  Varlıklar  kibirlendi,  birbirlerine  karşı  büyüklük başladı.  Derken  kendisine  büyüklük  taşlanılan,  benzerlerine  ve  malullerine  büyüklük taslayanın kibriyle kendisine büyüklük taslamasında uzaklaşıp kayboldu. Böylece alemde büyüklük zuhur etti, ama O'nun tazimi zuhur etmedi. Gerçek zuhur gerçek büyüklü ğe sahip olanındı. O da Aziz ve her şeyi bilen yüce Allah'tır.

14- Büyük Rahmet Tecellisi
Rahmet  varlık  (ya  da  cömertlik)  pınarından  yayıldı.  Eşya  huzur  kelimesi  olan fehvanilik kelimesiyle varlıkta zuhur etti. Eğer o olmasaydı mümkün nitelikli varlıklar varlık alemine çıkış emrine boyun eğmeyecekti. Ancak aşk onları çıkardı ve nesnelerini gözler önüne  serdi.  Bunun  kaynağı  "kun=ol"  dediğimiz  huzur  kelimesiydi.  Eşya  ortaya  çıkınca, uğruna  varlık  alemine  çıktığı  sevgili  görmeyi  istedi.  Ama  buna  bir  yol  bulamadı.  Önüne izzet perdesi gerilmişti. Bu yüzden kendisinden başka bir şey göremiyordu, bundan dolayı kederlendi. Şöyle dedi: Oluşumu müşahede etmekten kaçtım, sadece O'nu istedim. Çünkü kendi sevgimde kendime zuhur edişim, O'nun ilminde, gözüme zuhur etmeyeceğim şekilde O'nu  müşahede  edişimden  uzaklaşıp  kaybolmam  demektir.  Şu  halde  tecelli  yoktur  ve dönüşüm  yokluğadır.  Dolayısıyla  O'nun  ilmi  kapsamındaki  varlığım  açısından  O'nu müşahede  edişim,  kendi  oluşumu  müşahede  edişimden  daha  iyidir.  Bu  yüzden  benim vatanım kaynağın tek ve oluşun yok olduğu yerdir.
Bana  bakanın  yabancısı  olduğu  oluş  göründüğünde  Binek  develeri  gibi,  yurtların özlemiyle inledim, ağladım.

15- Kalpleri Bürüyen Rahmet Tecellisi
Rahmet kalpleri bürüdü, basiretlerin gözü açıldı ve daha önce kendisine görünmeyen şeyleri  idrak  eder  oldu.  Ki  gaybin,  münezzehin  ve  gözalıcı  heybetin  huzuruna  varit  olan görme organıdır. Bu tecelliyle bilir ki, Allah onu, kör kıldığı diğer tüm kalpler içinde özel bir konuma sahip kılmıştır. Ki Allah karanlığını ona göstermiştir. Ona, kör olarak sadır olmuş, başı  önde,  aşağıların  aşağısına  düşmüş  olarak  bakar.  "Ve  lakin  te'ma'l  kulubu'iletti  fi's sudur / Fakat göğüslerdeki kalpler kör olur." (Hac,46) Çünkü göz bakışının kayıtlandırdığı her  şey,  ihtiva  edilmiştir,  mekan  kaydıyla  sınırlandırılmıştır.  "Fi  zulumatin  ba'duha  favka ba'din iza ahrace yedehu lem yeked yeraha. Ve men lem yec'alillahu nuren min ndihi fema lehu  min  nur  /  Birbiri  üstüne  karanlıklar...insan,  elini  çıkarıp  uzatsa,  neredeyse  onu  dahi göremez.  Bir  kimseye  Allah  nur  vermemişse,  artık  o  kimsenin  aydınlıktan nasibi  yoktur." (Nur,40) kendisinden kaynaklanan bir nura sahip olması mümkün değildir.

16- Cömertlik Tecellisi
Varlık aleme  yayıldı.  Bütün  varlıkların  objeleri, zevali  olmayacak  şekilde  sabit oldu.
İyilik, kendisine elverişli mahalde yayıldı. Her şey iyi oldu, iyileştirdi. Boyunlara hükmedildi, iddialar  ehil  olanlar  arasında  ortaya  çıktı.  Zenginler  sahip  oldukları  şeyler  hususunda yoksullara karşı cömert davrandı. Yoksullar da zenginlerden kabul etmek suretiyle onlara karşı  cömert  davrandı.  Her  iki  grup  da  nimete  kavuştu.  Yoksulun  zahiri  ıslah  olurken zenginin  de  kalbi  ıslah  oldu.  Her  kes  nimet  içinde  devamlıdır  ve  müşahedeleriyle mutludur, dedi.

17- Adalet ve Karşılık Tecellisi
Adalet  yayıldı.  Bir  topluluk  tabiatın  karanlığına  meyletti.  Bu  onların  cezasıydı.  Bir topluluk  da  şeriatın  nuruna  meyletti,  bu  da  onların  ödülüydü.  Le-taiflerinin  hakikati açısından  şeriatın  nuruna  meyledenler,  tanınmayan  fertlerdir.  İç yönelişlerinin  hakikati açısından  meyledenler  bahçelerde  sevinmektedirler.  "Yetufu  aleyhim  vildanun muhalledune  bi  ekva-bin  ve  ebarike  ve  ke'sin  min  main  /  çevrelerinde  ölümsüz  gençler dolaşır; main çeşmesinden doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehlerle."   (Vakıa, 17-18)

18- İşitme ve Seslenme Tecellisi
Emrin  nidası  kulakları  deldi.  Melodilerin  nağmelerini  ve  güzel  seslerin arzedilişini algıladı.  Gurbette-kinin  sevgilinin  huzuruna  özlem  duyup  ağlaması  gibi  inledi.  Dinledi  ve mutlu oldu. Gerçek bir vecd ile harekete geçti. Vecd ile buldu ve hamdetti. Sırların letaifi ve marifetlerin ihsanları hasil oldu. Sahnelerin ve konumların lezzetlerini hissetti. Derken varlığına döndü ve müşahedesi oranında tasarrufta bulundu.
 19- Yakıcı Bulutlar Tecellisi
Nurlar ve Karanlıklar kaldırıldı. Ariflerin üzerine kerem bulutları yükseldi. Yakıcılığının hakimiyeti doğruluk adımını attı da onları sildi. Bu yüzden onlar bir açıdan onlar değildirler.
Çünkü  onun  müşahedesi  esnasında  herhangi  bir  varlığın  sübutu  söz  konusu  olamaz. Ancak  varlığının  cömertliği  ile  sebat  edebilir.  Bu  yüzden  iki  göz  birleşse  bütün  kevnler yanardı.  Biz,  bizi  gördüğü  yönden  başka  bir  yönle  gördüğümüz  için  sabit  olduk  ve  onu açıkça gördük.

20- Suretlerde Dönüşme Tecellisi
Maddi  suretler  yayıldı.  Letaifler  çeşitlendi.  Kaynaklar  da.  Marifetler  çeşitlendi, tecelliler  de.  Bunun  neticesinde  beşerin  gözünde  suretlerde  dönüşmeler  ve  değişmeler gerçekleşti. Artık alamet ve inançtan başka belirginleşme olamaz.  Allah, müşahede edilmekten yücedir, uludur.

21- Hayret Tecellisi
Aziz  ve  erişilmez  cenab-ı  Hakkı  gözler  dahi  göremezken  basiretlerin  görmesi  nasıl mümkün  olabilir.  Hak  gözleri  ve  basiretleri  hayrete  düşürmüş  ve  senden  dolayı "hayrete düşüşümüzü artır", demişlerdir. Çünkü kendilerine tecelli edenden başkasına hayret ediyor değildirler.  Kavranamayacak  olanı  kavramayı düşündükleri  için  hayrete  düşüyorlar.
Dolayısıyla hayrete düşüşün arttırılmasını istemeleri, tecellinin devam etmesini istemeleri anlamına gelir.

22- İddia Tecellisi
Hak  ilim  ve  sırf  varlık  iddiasında  bulunan  kimseye  de:  Eğer  senin  için görünmez (gayb)  alem  görünen  (şehadet)  aleme  dönüşüyorsa  sen  ilim  sahibisin.  Hangi  tür  haber verme  şeklinde  olursa olsun  eğer  müşahede  ettiğinin  haberlerine  sahip  olabiliyorsan,  bu senin  sağlam  ve  idrak  eden  bir  göze  sahip  olduğunun  ifadesidir.  Bildiğine hükmedebiliyorsan, istediğini somut olarak görebiliyorsan ve seninle beraber hükmettiğine yönelik olarak cereyan ediyorsa, o zaman sen zıt kabul etmeyen haksin.

23- İnsaf Tecellisi
Vuslat  ve  topluluğu  derleme  iddiasında  bulunduğun  zaman,  korkarım  ki  senin toplanman kendinle olsun, onunla olmasın. Böyle olunca da vasıl oldum dersin, ama hala ayrılıkta olursun. Toplandım (cem oldum) dersen, fakat firakta bulunursun. Kriter, mihenk ve ölçü budur. Bu makamda nefsini yanıltma. O, senden beri olduğu yönünde şahitlik eder.
Varlıklar  nefeslerle  birlikte  meydana  gelirler. Bunları  bilmeni  senden  talep etmem.  Senin yeni ölçün, önceki nefisleri titreten, sarsılmaz kalpleri zamanı gelmeden kendinden geçiren kitaptır.  Bu  kitapta  sana  kerem  sahibi  melek  aracılığıyla  büyük  haber  iletildi,  sohbet arkadaşıyla karşılıklı konuşmadan da bu haber sana aktarıldı. Ama feleğe dair herhangi bir hareketi ve döngüsel yakınlık bilinmeden işte senin ölçün budur.

24- Mertebeleri Bilme Tecellisi
Kalplerin  müşahedesi  sevgiliyle,  tenzih  mahiyetinde  buluşmalarıdır,  teşbih mahiyetinde değil. Bu da oluşsuz olur, çünkü sen o olmuşsundur. Açıkça müşahede etme ise,  görme  organı  veya  niyet  kaydı  olmaksızın  bakmak  şeklinde  olur.  Şu halde  göz  ve görme  ortaklık  sıfatıdır.  Gerçi  "leyse  ke  mislihi  şey'un  ve huve'ssemiu'l  basir  /  O'nun benzeri gibi bir şey yoktur. O işitendir, görendir." (Şura, 11) Kalp sana has bir sıfattır, onu, onun seni gördüğü yerden gözle görürsün. Bu da onun gözü olur, senin değil. Ama onu seni  müşahede  etmediği  yerden  kalp  ile  müşahede  edersin.  Bu  yüzden  kalbin  gördüğü sahne seni baki kılar, gözün gördüğü sahne senin yakıp yok eder.

25- Mukabele Tecellisi
Aynan  berraklaştığı,  vehminin  ve  hayalinin  camı  kırıldığı  ve  sana  tecelli  eden  her şeyde  haktan  başka  bir  şey  senin  geri  kalmadığı  zaman,  aynanda  kendi  zatının huzurundan başka bir şeyle karşılaşmazsın. O zaman kardasın. Fakat durum sana karışık gelirse, aynanın yüzünü kevnin huzuruna çevir ve  şahıslarda değerlendir. Çünkü nefisler içlerindeki düşünce suretleriyle orada tecelli ederler. O zaman halkın vicdanları ekseninde konuş ve aldırma. Ta ki vicdanları ekseninde konuştuğun şeylerin tümü sana verilinceye ve hiç kimsenin de itirazıyla karşılaşmayıncaya kadar devam et. Deneme sırasında sebat et. Kuşkusuz Hak sana bir imtihan yöneltecektir. Eğer doğru isen sebat et. Eğer uyuşma esnasında  kendinde  bir  bozukluk  görürsen,  bil  ki  camını  henüz  kırmamışsın,  kendi ölçülerini aşmamışsın. Bu takdirde arınma ve kurtulma için çalış.

26- Kısmet Tecellisi
Her kulun Allah ile bir hali vardır. Kimi Allah'ı bilir, kimi bilmez. Ama şekil ve merasim alimleri  O'nu  kesinlikle  bilemezler.  Çünkü  ilimlerini  aldıkları  harfler,  onlar  için  Allah'ı bilmenin önündeki perdeler konumundadır. Onların huzurları bu mertebedir. Onlar kıyıda olan  kimselerdir.  Cömertlik  nefhalarm-dan  bir  esintiye  hasrettirler.  Çünkü  kainattaki  kaynakları harflerdir. Bildikleri, varlıktan varlığa yönelik süreci anlamaktan ibarettir. Başta da sonda  da  tereddüt  içindedirler.  Çaba  sarfetmenin  ecrini  alacak  olsalar  da  Hakka  vasıl olmaları  mümkün  değildir.  Ücretle ders vermek de bir tür varlıktır.  Bu yüzden varlığın boyunduruğu  altında  ve  harflerin  bağlarıyla  kayıtlı  olmaktan  kurtulamazlar.  Fakat  Allah tarafından  bir  belge  üzerinde  olanlar,  istediğini  keşfeder,  böylece  mutmain  olur,  kaderin akışı altında huzura erer. ibadetini müşahede eder, isyanını müşahede eder. Ne zaman, nasıl, kime ve nerede isyan ettiğini, nasıl tevbe edip arınacağını bilir. Keşfettiği her şeyi, akıbetini görmenin verdiği huzurla yerine getirir. Bu hak aracılığıyla da halktan ayrışır.

27- Bekleme Tecellisi
Muhakkik  yüzünü  kainata  taraf  çevirdiğinde,  bu  esnada  hak  ona  bazı  hikmetler gösterir.  Böylece  henüz  vakti  gelmeyen  bir  şeye  hükmeder,  kendi  keşfine  dayalı  olarak değil.  Fakat  kalbi,  düşüncenin  doğru  delilini  ve  hareketin  ayrıcalığını  müşahede  eder.
Onun  için,  hükmedilen  şeyin  gerçekleşmesine  kadar  beklemek  daha  iyidir. Çünkü  bu beklemeden  gafil  olursa,  farkında  olmadığı  bir  yerden  helak  olabilir.  Çünkü  karıştırma makamındadır. Muhakkik bu makamdan sakınmalıdır. Elindeki tek ölçü de beklemedir.

28- Doğruluk Tecellisi
Süluku hak ile, vuslatı hakka ve dönüşü hak ile haktan olan kimsenin bakışı, hak ile haktan  olmak  üzere  haktır.  Hakkın  irfaniyetinden  yardım  bekler.  Onun  için  bir  hüküm çizilmez. Dilinde ve özünde batıl lisanı geçmez. Halk suretinde hak ve halk ibaresinde hak konuşmasıdır o.
 29- Hazırlanma Tecellisi
Kalpler  hazırlandığında  zikirleriyle  vasfedilirler  ve  perdeleriyle  alakalar  kesilir.  İki huzur karşı karşıya gelir. "Allahu nuru's semavati ve'l ard / Allah göklerin ve yerin nurudur." (Nur,35) ayetinden ilahi huzur nuru parıldar. Bir daha başını kaldırmayacak şekilde ebed secdesinde  iken  kalbin  kulluk  nurlarıy-la  karşılaşır.  Eğer  fani  ise  kulluk  nuru  rububiyet nuruna dere olur. Şayet baki ise rububiyet nuru kulluk nurunun içine girer. Bir nesnesi, bir anlamı ve bir ruhu olur. Kulluk nuru, bu nur için görme, lafız ve cisim mesabesinde olur. Derken  kulluk  nuru,  rububiyet  nuru  olan  batınına  sirayet  eder.  gaipler  arasında,  bir gaybdan bir gayba intikal eder. Derken gaipler gaybına varır. İşte bu kalplerin ve intikallerin varacağı  son  noktadır.  Bu  yüce  makama  yaraşan  armağanların  lütuflarından  alıp  da getirdiği şeyler sayılmayacak kadar çoktur.

30- Himmetlerin Tecellisi
Himmetler bir himmet üzerinde toplanırlar, bir ile birde yok oluncaya kadar. Geride bir kalır  ve  bire  şahitlik  eder.  Bu,  özel  kullardan  olan  adamların  hallerinden  biridir.  Bunların göğüsleri açılır ve kendilerine gizli olan şeyleri algılamaya başlarlar. Ki bunlarda onlar için göz aydınlığı vardır. Takdirin fekle-rinde, eğer hak ile iseler güneşler olarak, göz ile iseler aylar olarak ve eğer ilimle iseler yıldızlar olarak yüzerler. Göklerin yarılıp parçalandığı güne kadar gece ve gündüzün getireceği tüm gelişmeleri bilirler. O gün, güneş olan dürülür, ay olanın  yüzü  tutulur,  yıldız  olan da  söner.  Geride  hakkın  nurundan  başka  nur  kalmaz.  Ki vahdaniyet  nurudur  bu,  o  tecelli  edince  de  hiçbir  nur  kalmaz.  Nur  içinde  bir  nur  olarak zatından zatına yansır.

31- İstiva Tecellisi
İzzet  Rabbi  "Arzıma,  göğüme  sığmadım;  ama  kulumun  kalbine  sığdım"  buyurduğu gibi, insani letaif arşına istiva ettiği zaman, bu arş bütün letaife sahip olur ve onlar üzerinde tasarrufta bulunur. Bir kiralın memleketinde hükmetmesi gibi hükmeder, bir mal sahibinin malı üzerinde tasarrufta bulunması gibi tasarrufta bulunur. Haberiniz olsun o Kutuptur.

32- Velayet Tecellisi
Velayet  en  uzak  felektir.  Orada  yüzen  kimse  muttali  olur,  görür.  Muttali  olup gören bilir.  Bilen  bildiği  şeyin  suretine  dönüşür.  İşte  bu  meçhul  velidir  ki  tanınmaz,  tanıtılamaz belirsizliktir. Bir suretle de kayıtlandırılamaz. Ona ilişkin bir tutum ve davranış da bilinemez.
Her durum için o durumun elbisesine bürünür; ya nimetlerine ya da zorluklarına. Yemenli biriyle karşılaştığın zaman uğurlu gündür o gün.  Maad kabilesinden biriyle karşılaşsan, o da iki cennet eder.  Feleğindeki tüm genişliği kapsamış olur.

33- Karışma Tecellisi
Mizacın  yurdu  katışık  nütfeye  benzer.  İrade  ettiği  ise  bu  ikisinin  arasından  doğan üründür.  Fakat  Hak,  bedbaht  için  bir  yol  göstericilik,  mutlu  için  de  bir  yol  göstericilik kılmıştır. Bunlara ulaşmak için de özel şahıslarda bulunan özel bir göz, özel ilahi huzurdan özel bir nur kılmıştır. Bu gözün önündeki vehimler perdesi kalkınca, bu özel nur cisimlerin karanlığını  bu  kevnden  kovunca,  gözler  bu  nurlar  sayesinde  bedbahtların  ve  iyilerin belirtilerini idrak ederler. Arındıkları ve halis oldukları için kıyamları çabuk olur. 
34- Ferdaniyet Tecellisi
Allah'ın  kainat  düzenine  hakim  kıldığı  bazı  melekleri  vardır.  Allah'ın  celal  ve  cemal nuru içinde daimi bir lezzettedirler. Sürekli müşahede halindedirler. Allah'ın kendilerinden başkalarını  da  yarattığını  bilmezler.  Kendi  zatlarından  başka  hiçbir  şeyle  karşılaşmamışlardır.  Bu  duruma  en  çok  yaraşanlar  da  Allah'ın  Adem  oğullarından  yarattığı bazı kullardır. Bunlar Kutbun hükmünün dışında olan fertlerdir. Ne bilirler ne de bilinirler. Allah gözlerini kapatmıştır, göremezler. Kevnlerin gaybi hususunda onları perdelemiştir ki herhangi bir cebine ne koyulduğunu bilmesin. Başkasının cebinde olanı bilmesi daha yaraşır.  Başkasının vicdanı  ekseninde  konuşması  daha  layıktır.  Bütün  maddi  varlıklar karşısında  durduğu  halde  neredeyse  bunları  ayırt  edemeyecektir.  Bunun  nedeni bilmemesidir,  gafil  olması  veya  unutması  değildi.  Çünkü  yüce  Allah,  onları  vuslat hakikatleriyle  tahakkuk  ettirmiştir,  onları  kendisi  için  var  etmiştir.  Bu  yüzden  O'ndan başkasına  dair  bir  bilgileri  yoktur.  O'nu  bilirler,  O'nun  içinde  vardırlar,  Onunla  hareket ederler,  O'na  iştiyak  duyarlar,  O'na  konuk  olurlar,  O'nun  önünde  otururlar,  O'ndan başkasını  tanımazlar.  Bu  makamın  efendisi  (s.a.v.)  şöyle  buyurmuştur:  "Siz  dünyanızın maslahatını daha iyi bilirsiniz."

35- Teslimiyet Tecellisi
Şekil  ve  ahir  ulemasından  müçtehit  olanlara  itiraz  etmeyin,  onları  mutlak  olarak perdelenmişler olarak görmeyin. Çünkü onlar gayblere büyük bir adım atmışlardır, ancak bunu bilmiyorlar ve bilerek bu adımı atmamışlardır. Bu nedenle, kendi özünde hak ilimler olsa da zanlara göre hükmederler. Onlarla cehd sahibi veliler arasındaki fark, özellikle bir hükümde  buluştukları  zaman,  sadece  yol  ve  yöntem  ayrılığıdır.  Bunların  gayesi  keşiftir.
Onların  ortaya  koyduğu  ve  kendi  içinde  ilim  olan  şey,  onlar  için  ilimdir.  Dolayısıyla  bu hüküm  çerçevesinde  bilerek  Allah'a  çağırmış  oluyorlar.  Nitekim  Kur'an'da  peygamber efendimize şöyle hitap edilmiştir: "Ed'u ilal-lahi ala basiretin ene ve meni'ttebani / Ben ve bana uyanlar Allah'a bilgiye dayanarak çağırıyoruz." (Yusuf, 108) Onlar  cehd  ehlidir.  Örnek  alarak  Hz.  Peygamberin  (s.a.v.)  fiillerine  tabi  olmuşlardır. Bu da onları basirete ulaştırmıştır. Ama müçtehitlerin en son varacağı nokta zann-ı galibe ulaşmaktır.  Aslında  ortaya  koydukları  şey  kendi  içinde  ilim  olsa  da  kendileri  açısından zandır.  Bu  yüzden  bir  bilgiye  dayanmadan  Allah'a  çağırıyorlar.  Dolayısıyla  gaipler kapsamında  değişmez  bir  payları  vardır.  Bilmedikleri  bir  taraftan  inmiş  bir  şeriatları  da vardır.

36- İman Nuru Tecellisi
İman dağınık bir nurdur ve İslam nuruyla karışıktır. Çünkü kendi başına duramaz. Bu yüzden  İslam  nuruyla  karışmıştır.  Böylece  keşif,  bizzat  gözlemleme  ve  mutala  etme  ile pekiştirilmiştir.  Dolayısıyla  gaiplerden  kendi  miktarınca  öğrenmiştir.  Ta ki  ihsan mertebesine ulaşıncaya kadar. Orası nurların huzurudur.

37- Ruhların Miraçları Tecellisi
Arınıp  berraklaştığı  zaman  insanî  ruhlar,  ayrı  ayrı  veya  birlikte  yüceler  alemine yücelirler,  miraca  çıkarlar.  Ayrı  ruhaniliklerin  görünümlerini  seyrederler.  Sen  onların baktıkları  yerleri  feleklerin  ruhlarında  ve  bu  ruhları  döndürüşlerinde  görebilirsin.  Sonra devirlerin  hükümleriyle  birlikte  inerler.  Böylece  bir  tarafı  inişlerin  inceliklerine  doğru  salı verilir, yıldızlarının kulların kalplerindeki dökülüş yerlerine kadar. Derken göğüslerinin ihtiva ettiğini, vicdanlarının kapsadığını ve hareketlerinin delalet ettiğini öğrenmiş olurlar. Çünkü gaybı bilmenin bir çok yolu vardır.

38- Şeriatların Verdiği Tecellisi
Şeriatlar kulların sırlarının miktarınca inerler. Ancak şeriat gözler olarak iner; her göz de kulların sırlarından bir çoğuna yönelik olur. Bunlardan bir veya iki göz uykuda kulların sırlarını  idrak  edebilir.  Gözler  birbirlerine  eklendiğinde  bu  sırları  uyanıkken  de  idrak edebilirler. Bu idrak,  resul ve velinin üzerinde birleştiği üç rükünden biridir. Gerçekte resulün bunu idrak edişi veli oluşundan ileri geliyor, resul oluşundan değil. İşte buna velayet denir. Bu yüzden resul ile veli arasında ortaklık söz konusu olmuştur. Kim bildikleriyle amel ederse, Allah onu bilmedikleri şeylerin ilmine mirasçı kılar. Allah'tan korkun. Size öğreten Allah'tır.

39-Had Tecellisi
Sırlar fena, beka, cem ve fark ile okuyucusuna yönelince ilahi huzur nuru üzerlerine düşer;  kendi  açılarından,  zat  açısından  değil.  Derken  önünde  nefisler  arzı  aydınlanır.
Hemen  oraya  yönelir  ve  gözünün  gördüğünü  bilir.  Gaiplerden,  sırlardan,  vicdanların gizlediklerinden ve gece ve gündüzde cereyan eden hadiselerden haber verir.

40- Zanların Tecellisi
Velinin zanları felakettir. Çünkü haset perdesinin arkasından ona açılmışlardır. Bunun neticesinde kendinde bir şey bulur, ama nereden geldiğini bilmez. Makamını bilir ve bunun başkası için olduğunu da bilir. Onu söyler, böylece başkasının hali oluşur. İşte bu bize göre zandır. Yine bizden ulular bu makamdan olurlar. Fakat bu onlar için zan değildir. Aksine yüce  Allah,  üzerinde  hazır  bulunduğu  hali  onun  diliyle  ifade  etmiştir.  Hazır  olan,  şeyh benim zihnimde olanı söyledi, der. Oysa şeyh onun zihninde olanla beraber değildir. Hatta "bu şahsın kalbinde ne var?" diye şeyhe sorulsa bilemeyecektir. Bu makam Ebu's Suud el-Bağdadi'ye soruldu. Şu cevabı verdi: Allah'ın kullarından bazıları vardır ki, zihinde olanları söylerler, oysa zihinde olanlarla birlikte değildirler." Zan sahibi ise,  tereddütsüz kendinde gördüğü  sükunet  olmazsa,  bunu  söylemeyecektir.  Bu  veliler  için  bir  acizlik  makamıdır, burada  sınırlandırılmışlardır.  Bir  de  onların  zihinlerini  düşünün!  Buradan  inmeden  önce
takdirlerle karşılaşma makamına intikam ederler. Ama iniş esnasında yavaşlıkları söz konusudur. Takdir semada döner durur. Ay feleğinin yere varıncaya kadar konkavı üç senelik mesafedir. Bu sürenin sonunda takdir iner ve veliler, anlayışın anlaşılması adını verdikleri bir hal ile bilirler. Anlayışın anlaşılmasının anlamı, öncelikle amelleri anlamları ile ilgilidir.
Sonra  bu  amellerden  birinin  gücüyle  bunu  tafsilatlandırırlar.  İşte  bu  güç,  anlayışın anlaşılmasıdır.

41- Murakebe Tecellisi
Emir  ve  nehye  uymak,  sırrı  murakebe  etmeyi  sürdürmek,  senin  bu  bilgiye  muttali olman  demektir  ve  makamının  da  gerektirdiği  bir  durumdur.  Bir  kimse  bu  halden makamının gerektirmediği bir şey görürse, bunun başkası için olduğunu bilir. Bu üç rüknün bulunması kaçınılmazdır.  Çünkü  kevnin  gaiplerinin  tecellilerinin  başlangıcını  bunlar oluşturur.

 42- Kudret Tecellisi
İrade, berzahlardan bir berzahta ilahi cömertlikle muamele etme türünden  şartlarını koruyarak uzaklık olarak yoğunlaştığı zaman sahibiyle bir tür gayb mahiyetinde konuşur.

43- Kalp Tecellisi
Cehalet,  zıtlarm  aynı  nokta  üzerinde  çarpışarak  birbirlerini  engellemesinden kaynaklanan  bir  durma  halidir.  Bu  halin  sahibi  ebedi  bir  karanlık  içindedir.  Bu  kişi  ilim sahibi değildir.  Şüphe,  doğru bir adım olmaksızın bir amele başlama halidir. Kişi bu halde iken halkın üzerinde bulunduğu şeyin zahirine tabi olur. Belki hak üzeredirler diye onlara uyar. Bu arada hem kendi nefsini itham eder hem halkı. Fakat genelde kendi nefsini kınar.
Zan ise, değişme halidir. Çünkü zan sahibi kalp gözüyle bakar. Kalbinse hiçbir halde sebat etmesi söz konusu değildir. Kalp çok hızlı değişir. Kalbe kalp denilmesinin sebebi bu değişkenliğidir. İlim ise doğruluk halidir. Çünkü hakkın gözüyle bakar. Hakkın gözüyle baktığı için de isabet eder, yanılmaz.

44- Neş'et Tecellisi
Beden en güzel tertibe ve en latif mizaca sahip olarak şekillendiği ve gözleri kör eden o  karanlıktan  arındığı,  sonra  beliren  varlığın  yanı  başındaki  ruhul  kuddüsten  bir  nefha kendisine yöneldiği zaman, bu eşyada bilgi ve doğruluk gerektirir. Bu genelde sözlerinde doğruluk  karakterine  sahip  kılınmış  kişi için bir arınmadır.  Daha  doğrusu  çocukluğundan beri gördüğü şeye göre konuşur ve yanılmaz. Yanılırsa da arazla ilgili olarak yanılır. Çünkü kendi içinde bulduğunu  terk  eder  ve  dışarıdan  edindiğini  esas alır.  Bazen  gördüğü  veya işittiği  şey  batıl  olabilir.  Gördüğü  ve  ya  işittiği  bu  şeyin  bir  suretinin  kendi  içine nakşedildiğini görür ve bunu dile getirir. İşte tehlike budur, başka değil.
Bu  erdemli  cibilliyete riyazetler  ve  cehtler,  en  şerefli  mahalle  ve en  kutsal makama yükselme  çabası  eklendiğinde,  bu  cüzi  ruh  küllisinin  bütününe  yükselir.  Oradan  bütün alemin suretinin ötesindeki gaipleri, oradaki külli nefsin kuvveti ve mertebeleriyle seyreder, alemdeki her şeye zaman ve mekan olarak tahsis edilenleri gözlemler. Bütün bunlar bir tek ilimle ve bir tek fıtratla olur. Derken kevnin tafsili mahalline iner ve işaretler aracılığıyla onu tanır, bilir. Bu hale sahip olanlar bir takım fertlerdir ki yüce Allah önceden öngördüğü ezeli inayetiyle bu niteliklere sahip olarak onları yaratmıştır. Kahinler de bu türden varlıklardır.
Şu  kadarı  var  ki,  onlar  bu  mübarek  varoluşa  riyazeti  ve  üstün  meziyetlerle  bezenmeyi eklemediler. Bu yüzden düşünceleri genellikle isabetli iken nadir hükümlerde hata ederler.
Bu  tür  bir  varoluşa  sahip  kimseler,  çok  zaman  ruhanileri  görürler  ve  bu  münasebet üzerinde  düşünürler.  Kuşkusuz  bu  asli  bir  letafettir.  Güçleri  oranında  bu  meziyetten yararlanırlar. Ancak ilahi izzet katından mahrum olurlar. Burası sadece Allah'ın kullarından velilere özgüdür. Kutlu olsun onlara.

45- Düşünce Tecellisi
İlk akla gelen şeylerin tümü rabbanidir ve bunları söyleyen kimse kesinlikle yanılmaz. Ancak ilk varoluş vaktinden sonraki ikinci derecedeki bir vakitte arazlar bunlara musallat olabilir. Bir kimse ilk düşünceleri bilme yeteneğine sahip kılınmışsa, buna rağmen ahlaki bir arınma meziyetinden yoksun ise gaipleri bilme hususunda nasipsizdir. Onun kendisiyle ilgili olarak söylediklerine güvenilmez.

 46- Görme Tecellisi
Kul  beşeri  kirlerden  arındığı,  nefsani  tortulardan  temizlendiği  zaman  Hak  taala üzerine doğar. Bu doğuşta ona aracısız gaybi bilme yeteneğinden dilediğince bahşeder.
Artık  bu  nurla  bakar.  Artık  kendisi  sakınılan olur  ve  kimseden  sakınmaz.  En  muttaki  velilerden  içinde  bir  şey  kaldıkça,  yani  Salihlerden  korkma  duygusunu  taşıdıkça  ve  bu tecelliye de mahzar olmamışsa, içinde nefsani bir pay kalır. Duydum ki, Şeyh Ebu Rebi el-Kefif el-Endelusi Mısırda iken Ebu Abdullah el-Kureşi el Mubteli'nin şöyle dediğini duymuş:
Allah'ım!  Herhangi  bir  sırrımızın  açığa  çıkması  suretiyle  bizi  rezil  etme!"  Şeyh  ona  şu karşılığı vermiş: Ey Muhammed! Ya niçin halka açmadığın şeyi Allah'a açıyorsun? Gizlin de  açığın  da  Allah  katında  bir  değil  mi?"  Bu  sırla ilgilidir.  El-Kureşi  uyanır,  hatasını itiraf eder, şeyhin kendisine gösterdiği şekilde amel eder ve mutedil yolu izler. Allah bu şeyhten ve talebesinde razı olsun. İşte bu garip tecellilerden biridir.

47- Zaman Zaman Tecelli
Hak seni kendisiyle cem ettiği zaman, seni senden ayırır. Artık aktif olursun, varlıkta açık etkin olur. Seni seninle cem ettiği zaman, kulluk makamında seni kendisinden ayırır.
Bu  velayet  makamı  ve  açılma  huzurudur.  Bu  aynı  zamanda  hilafet  ve başkalarına hükmetme  makamıdır. Bu cemlerden istediğini seç. Ama senin seninle cem olman daha üstündür, çünkü Onu gözle görürsün. Onunla cem olman ise Onun senden kaybolmasıdır.
Çünkü  senden  zuhur  eder.  Bu,  O  kutsal  zata  ve  insani letafete  yaraşan  vuslat  ve ittisal gayesinin  gaybıdır:  "İnnellezine  yubayiuneke  innema  yubayiunellah  /  Muhakkak  ki  sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler." (Feth.lO)     Dinle ve ibret al.

48- Vasiyet Tecellisi
Bu tecellide sana ilmi tavsiye ederim. Hallerin lezzetlerinden kaçın. Çünkü öldürücü zehirlerdir onlar. Engelleyici perdelerdir. Çünkü ilim seni O'na kul yapar. Bizden istenen de budur ve senin O'nunla hazır kılar. Hal ise senin hemcinslerine efendi yapar. Halin galip gelmesi onları sana kul eder. Sen de onlara karşı rububiyet niteliklerini sergilersin. Bu zamanda seninle yaratılış gayen arasında ne gibi bir ilgi kalabilir ki! Şu halde ilim makamların en şereflisidir. Onu sakın elinden kaçırma.

49- Ahlak Tecellisi
İlahi  ahlaklar  senin  üzerine  art  arda  ahlaklar  olarak iner.  Aralarında ilahi gözlemsel ayni konumlar vardır. Bunları da o ahlak bahşeder. Tıpkı şimşekler gibi geçip giderler. Ama sana isabet etmezlik etmezler, çünkü sen onları kaçırmazsın, ama istemezsin de. Çünkü onlar vakitlerin neticeleridir. Bir kimse kaçınılmaz olanı talep ederse o cahildir. Allah da bir cahili veli edinmez.

50- Tevhid Tecellisi
Tevhid  bir  ilimdir.  Sonra  haldir,  sonra  ilimdir.  İlk  ilim  delil  tevhididir  ve  bu  genelin tevhididir.  Genel  derken  şekil  ulemasını  kast  ediyorum.  Hal  tevhidi  ise,  hakkın  senin niteliğin  olmasından  ibarettir.  Dolayısıyla  sende  O  olur,  sen  değil,  "ve  ma  remeyte  iz remeyte  ve  lakinnellahe  rema  /  Attığın  zaman  sen  atmadın,  fakat  Allah  attı."  (Enfal,17)
Halden sonraki ikinci ilim müşahede tevhididir. O zaman eşyayı vahdaniyet/birlik açısından görürsün. Birden başka bir şey göremezsin. Birliğin makamlara tecelli etmesiyle de vecd gerçekleşir.  Alemin  tamamı  birbirine  eklenmiş  vecddir.  Ve  mürekkep/birleşim  olarak isimlendirilir.  Bu  izafede  de  bir  yönü  olur,  buna  da  şekillenme  adı  verilir.  Bu  alemden başkası için de bu müşahede söz konusu değildir.

51- Tabiat Tecellisi
Hakkın onu kendisinden çağırdığı vakitte arif tabiata geri dönebilir. O zaman O'ndan başkasından  duymaz.  Çünkü  seslenmesi  olandan  başka  da  bir  şey  de  yoktur.  O  halde dönüş esnasında kendisini korusun. Çünkü tabiatın bir baskısı vardır ki, adetin maksadı da odur. Bu takdirde tabiatın gerektirdiği şeyle kaynaşmaması icap eder. Nitekim bunlardan bazı kimseler gördük ki O'nun yanından bir delile dayalı olarak döndüler. Sonra onları ve seslendiği şeyi bıraktı. O zaman adeti sürdürmek suretiyle tabiata ısındılar. Bundan da bir sağırlık  doğdu.  Özel  seslenişe  muhatap  oldular,  fakat  duyamadılar.  Derken alışkanlıklardan  kendilerine  seslenildi,  bunu  duydular.  Bunun  neticesinde  saptılar  ve başkalarını  da  saptırdılar.  Fazlalıktan  sonra  gelen  eksiklikten  (ıslah  olduktan  sonra  ifsat olmaktan) ve fıtrat tevhidinden dönmekten Allah'a sığınırız.

52- Senden ve Sana Tecellisi
Allah'ın nispi hazineleri vardır. Kullarından bazı fertlerin teveccühleri burada yükselir.
Aynleri  değişip  durur  ve  ilahi  sırlar  cem  ayniyle  döner.  Kendilerinden  olanla gerçekleştirdikleri  teveccühleri  kendilerine  yönelik  olanla  kendilerine  geri  döner.  Onların hazineleri  vardır.  Aynlerini  başka  bir  surette  döndürürler.  Kendilerinden  olanla  bunları reddederler.  Böylece  aynleri  irfani  surete  doğru  değişir.  Onu  kendilerine  yönelik  olanla gönderirler. Kendilerinden olanla onları başka bir surete çevirirler. Böylece ayn bir olduğu halde suret alanında sonsuz değişim yaşanır. İrfanlar onlara yönelik, ameller de onlardan kaynaklanır.

53- Hak ve Emir Tecellisi
Allah'ın  bazı  adamları(erleri)  vardır.  Allah  onlara  kalplerini  açmıştır,  Allah'ın  mutlak ululuğunu gözlemlerler. Onlara zatıyla hak ettiği adam ve iclali bahsetmiştir. Onlar Allah'ın hakkıyla kaimdirler, emriyle değil. Bu, ulu bir makamdır ki birkaç adam buna nail olabilir.
Burası  cemadatın  ruhlarının  makamıdır.  Dağ  bu  makamdan  paramparça  oldu  ve  Musa (a.s) kendinden geçip bayıldı. Bu noktada parçalanma ve kendinden geçip bayılma emrine gerek  olmadı.  Bunlar  Allah'ın  has  kullarıdır,  Allah'ın  hakkı  esasına  dayalı  olarak  Allah'a ibadet  ederler.  Emrin  kapsamının  dışmdadırlar.  Allah'ın  bazı  kulları  da  vardır  ki,  bunlar Allah'ın  emriyle  kaimdirler,  musahhar  kılınmış  melekler  gibi.  Üzerlerindeki  rablerinden korkarlar ve kendilerine emredileni derhal yerine getirirler. Kendileriyle ilgili olarak herhangi bir  makam  hasıl  olmamış  müminler  de  bu  kapsama  girer.  Ki  onlar  Allah'ın  emriyle kaimdirler  ve  onlar  kulluk  haklarına riayet  ederler.  Diğer  bir ifadeyle  rablık  haklarıyla  kaimdirler. Bu yüzden kendilerini yönlendirecek bir emre muhtaçtırlar. Özel konumda olmanın yönlendirmesiyle bizzat yönlendirilirler.

54- Münazara Tecellisi
Allah'ın bazı kulları vardır. Allah onları bu makamda hazır kılmıştır. Sonra kendilerini bulundurduğu huzurdan izale etmiştir. Onlar da kendilerini hazır kıldığı şeyden dolayı zail olmuşlardır. Böylece hazır olma gaip olmanın aynısı, gaip olma da hazır olmanın aynısı, uzaklık yakınlığın aynısı ve (yakınlık da) uzaklığın aynısı olmuştur. Burası halleri var etme makamıdır. Bu makamda Cüneyd'le bir araya geldim.  Bana: Anlam birdir,  dedi.  Dedim ki:  bu kadar genel konuşma. Aksine bazı yönlerden birdir. Çünkü mutlaklığın sahih olmadığı bir  hususta  mutlak  bir  yargıda  bulunmak  hakikatlerle  çelişir.  Dedi  ki:  Gaybı  şühududur, şühudu gaybıdır. Dedim ki: Şahit ilk önce peyda olanın şahididir, bunun gaybı ise izafidir.
Yoksa  gayp  gayptır  ve  şühud  içinde  barındırmaz  ve  gözler  de  onu  görmez.  Dolayısıyla gözlemlenen  gaip,  izafi  gaybın  kapsamındadır.  Cüneyd  dönüp  giderken  şunları söylüyordu: Gayp, gayp içinde gayptır... Onunla bu makamda buluştuğum sırada perdeden sarkanları gözleme zamanına yakın bir makamdaydım. Allah'ın evlerinden birindeki arştan düşenleri gözleme vakti nerde!

55- Tevhidi Bilmeyenin Tecellisi
Ey  Yaradanının  tevhidini  bilmeyi  talep  eden!  Bunu  nasıl  bilebilirsin  ki!  Sen  varlık bakımından ikinci mertebedesin.  İkinin varlığıyla biri tanıması ne  mümkün.  Ki yok olursa geride kendisiyle kendisini bilen bir kalır. Senin de tevhidi bilmen mümkün olmaz. Çünkü sen birden birliği açısından sadır olmamışsın, aksine herhangi bir nispet açısından sadır olmuşsun.  Kendisi  ve  var  edicisi  açısından  varlığının  aslı  bu  türden  olan  biri  tevhidin zevkine varabilir mi! Özelliğinin vahdaniyeti seni yanıltmasın. O fiilin birliğine delalet eder.
Tevhidin anlamı, başkası tarafından bilinmekten yücedir. Bizim için tecritten başka bir şey kalmıyor.  Buna  da  tarikat  ehli  tarafından  tevhid  deniyor.  Bu  tecellide  en-Nefezi'yi  (Allah rahmet etsin) görmüştüm.

56- Tevhidin Ağırlığı Tecellisi
Her açıdan muvahhit olanın halife olması sahih olmaz. Çünkü halife, bütün memleketin ağırlıkları yüklenmek suretiyle güvenilen kimsedir. Tevhid ise bunu sırf ona özgü kılmak, bu hususta onu bir bilmek, bu hususta başkası için bir alan bırakmamaktır.  Bu tecellide Şibli'ye  dedim  ki:  Ey  Şibli!  Tevhid  toplar,  hilafet  ise  parçalar.  Dolayısıyla  muvahhid tevhidinin  huzurunda  iken  halife  olamaz.  Bana  dedi  ki:  Mezhep  budur.  Peki  kaimlerden hangisi daha tamamdır? Dedim ki: Halife, hilafet üzere yaratılandır. Tevhit ise asıldır. Bana dedi ki: Bunun bir işareti var mıdır? Evet, dedim. Bana dedi ki: Nedir o? Ona dedim ki: Ben demiştim,  sen  söyle.  Dedi  ki:  Bir  şey  bilmemesi,  bir  şey  istememesi  ve  bir  şeye  güç yetirememesidir. Öyle ki elinin içinde ve ayağının dibinde olan ayrılıktan sorulsa bile, bunu bilmemesidir.  Yediği  yiyecekten  sorulsa  bir  şey  yediğini  bilmemesidir.  Yiyeceği  lokma lokma  kaldırmak  istese,  bunu  yapamamasıdır,  acizliğinden,  gücünün  olmayışından.  Bu cevabı üzerine onu öptüm ve dönüp gittim.

57- İllet Tecellisi
Bu  tecellide  Hallacı  gördüm.  Ona  dedim  ki:  "Ey  Hallaç!  Sana  göre  O'nun  illetinin olması sahih midir?" Bu arada O derken işaret ettim. Gülümsedi ve bana şöyle dedi: Sen "Ey illetlerin illeti! Ey daima olan kadim!" diyenin sözünü kast ediyorsun. Evet, dedim. Bana şöyle dedi: Bu bir cahilin söyleyeceği sözdür. Bil ki, Allah illetleri yaratır, ama kendisi bir illet değildir. Hiçbir şey yok iken var olan, varlıkları herhangi bir şeyden var etmeyen,  şu anda daha önce olduğu gibi olan biri illet olmayı kabul eder mi? Eğer illet olsa, irtibatlanır, eğer irtibatlansa O'nun için kemal sıfatı sahih olmaz. Allah zalimlerin dediklerinden yücedir, uludur. O'na dedim ki: O'nu bu şekilde biliyorum. Dedi ki: Bu şekilde bilinmesi gerekir.  Sebat et. Ona dedim ki: Peki evinin yıkılmasına niçin müsaade ettin? Gülümsedi ve şöyle dedi: Evi boşalttıktan sonra kevnlerin elleri ona haksızlıkla uzandığında, yok oldum, sonra yok oldum ve Harun'u kavmim içinde halife olarak bıraktım. Benim yokluğumda onu zayıf düşürdüler, zayıf gördüler. Ve evimi yıkmak üzere bir araya geldiler. Evi temelinden yıkmaya  başladıklarında  onu  yıkamadılar.  Bunun  üzerine  yok  oluşumdan  sonra  eve  bir daha  döndüm.  Ona  baktım.  İbret  alametleri  de  ortadan  kalkmıştı.  O  zaman  nefsim, kevnlerin  ellerinin  tahakküm  ettiği  bir  evi  imar  etmek  istemedi.  Elimi  bu  evden  çektim. Hallaç öldü dediler. Hallaç ölmedi, ama evin sakini göç ettiği için ev yıkıldı. Ona dedim ki: Yanımda öyle bir bilgi var ki senin delilin bunun karşısında çürür. Başını öne eğdi ve şöyle dedi: " Ve favke külli zi ilmin alim I Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır." (Yusuf,86) Sağa sola sapma, Hak sendedir. Benim kapasitemse bu kadardır... Onu bırakıp geri döndüm.

58- Tevhid Denizi Tecellisi
Tevhid engin bir deniz ve bir sahildir. Sahil aşılabilir; ama deniz aşılamaz. Sahil bilinir, deniz  tadılır.  Bu  denizin  sahilinde  durdum.  Elbiselerimi  çıkarıp  denize  girdim.  Art  arda dalgalarla karşılaştım. Yüzmeme engel oldular. Orada, nefsimle olmadan durdum. Cüneydi gördüm.  Kucakladım,  öptüm.  Bana  hoş  geldin,  dedi  ve  beni  ağırladı.  Ona  dedim  ki:  Ne zamandan beri benimlesin? Dedi ki: Bu denize girdiğinden beri. Beni unuttuğun için ben de süreyi  unuttum.  Beni  kucakladı,  ben  de  onu  kucakladım.  Birlikte  denize  daldık.  Ebedi ölümle öldük. Artık yeniden hayat bulmamız, dirilmemiz mümkün değildir.

59- Tevhid Yürüyüşü Tecellisi
Bu  tecellide  Zünnun  el-Mısri'yi  gördüm.  İnsanların  en  güzellerinden  biriydi.  Ona dedim  ki:  Ey  Zünnun!  Senin  ve  senin  gibi  düşünenlerin  "Hak  tasavvur edilenden,  temsil edilenden ve tahayyül edilenden ayrıdır" şeklindeki görüşüne şaşırdım. Bu sırada bayıldım.
Kendime  geldiğimde  titriyordum.  Ardından  toparlandım  ve  şöyle  dedim:  Kainat ancak O'nunla kaim olduğu halde nasıl O'ndan hali olabilir? Kainat yok iken O vardı, böyle iken kevnin aynısı olabilir mi? Ey sevgili! Ey Zünnun! Derken onu öptüm ve şöyle dedim: Sana acıyorum. Mabudunu Onunla ilgili tasavvurunun aynısı kılma. Hayret hayret etmene engel olmasın.  O'nun  dediği  gibi  de.  O  hem  hem  nefyetmiş  hem  de  ispat  etmiştir:  "Leyse  ke mislihi  şey'un  ve  huve's  semiu'l  basir  /  O'nun  benzeri  gibi  yoktur.  O  işitendir,  görendir." {Şura, 11)) O tasavvur edilenin aynısı değildir ve tasavvur edilen de O'ndan hali değildir.
Bunun üzerine Zünnun  şöyle dedi: Bu ilimdir. Bana getir ki ben  şu anda tutsağım. Şimdi serbest  bırakıldım.  Sahip  olduğum  ne  varsa  Onunladır.  Senin  tuttuğunu  tutmaktayım. Dedim ki: Ey Zünnun! Seni bu şekilde istemiyorum. Mevlamız efendimiz şöyle buyuruyor: " ve  beda  lehum  minella-hi  ma  lem  yekunu yehtesibun  /  Onlar  için,  Allah  tarafından,  hiç hesaba  katmadıkları  şeyler  ortaya  çıkmıştır."  (Zümer,47)  İlim  bir  vakitle,  bir  mekanla,  bir hayatla,  bir  halle  veya  bir  makamla  kayıtlandırılamaz.  Bunun  üzerine  bana  şöyle  dedi: Allah seni hayırla mükafatlandırsın. Daha önce bilmediğim şeyler benim açımdan açıklığa kavuştu. Zatım bana tecelli etti. Ölümden sonra yükseliş kapısı önümde açıldı. Daha önce bundan haberim yoktu. Allah seni hayırla mükafatlandırsın.

60- Tevhidin Cemi Tecellisi
Eşyanı  Onunla  cemi,  tevhidin  aynının  cemidir.  Görmüyor  musun!  sayılar,  birden başka  bir  şeyle  toplanabiliyorlar  mı?  Eğer  nazar  ehli isen  onların birer  birer delillerinden başkasına bakma. Onlara da senden olan birle bak. Eğer sahaların ve geçişlerin ehli isen, o senin nazarın olduğu gibi gözün de olsun, o zaman tevhid tevhidle bilinir. Çünkü bir şey ancak kendisiyle bilinir.

61- Tevhidin Tefriki Tecellisi
Eşya ayrıştığı zaman temayüz eder. Ancak özellikleriyle temayüz edebilir eşya. Her şeyin özelliği de tekliğidir. O halde birle toplanır ve birle ayrılır eşya.
 62- Tevhidin Cemliği Tecellisi
Her şeyin içinde her şey vardır. Eğer bunu bilmiyorsan, tevhidi de bilmiyorsun. Eğer birin  içinde  ikinin,  üçün,  dördün...sonsuza  kadar  tüm  sayıların  aynısı  olmasaydı,  onunla birlenmeleri veya onun aynısı olmaları sahih olmazdı. Bu zihinlere yaklaştırma amaçlı bir örnektir. Anla!

63- Fena Tevhidi Tecellisi
Tevhid senin senden, O'ndan, kevnden ve fenadan fena bulmandır. O halde onunla ara.  Çünkü  haktan  başka  her  şey  düşme  eğilimindedir.  Ondan  başkası  da  onu  ayakta tutamaz. Yani kaim olmanın tek yolu tevhiddir. Kim ikame ediyorsa tevhid sahibi odur. Yani düşme meyline sahip ikiden önceki birdir.

64- Çıkış Tevhidi Tecellisi
"Başkası"ndan  çık,  tevhidin  yüzüyle  karşılaşırsın.  Nasıl?  diye  sorma.  Çünkü  tevhid "nasıl"ın karşıtıdır ve onu olumsuzlar. Çık, bulursun.

65-Tevhid Tecellisinin Tecellisi
Tevhid, bakanın da bakılanın da O olmasıdır. Şairin dediği gibi değil: Bana tecelli edince bütünüm bakış kesilir.  Bana seslendiğinde her yanım kulak kesilir.

Zuhur ettiği şeyde açılınca ve açıldığı şeyle zuhur edince, işte bu tevhid makamı olur. Bu latif bir sesleniştir ki kalbi eritir. Bu tecellide kardeşimiz Hazzaz'ı (Allah rahmet etsin) gördüm. Ona dedim ki: Bu senin tevhid bakımından sonundur veya tevhidin sonudur. Dedi ki:  Bu  tevhidin  sonudur.  Bunun  üzerine  onu  öptüm  ve  dedim  ki:  Ey  Ebu  Said!  Zaman olarak  bizden  öncesiniz.  Biz  ise  gördüğün  şeyle  sizden  önceyiz.  Ey  Ebu  Said!  Cevap verirken nasıl tevhiddeki kendi sonunla tevhidin sonunu birbirinden ayırıyorsun? Oysa ikisi aynıdır; tevhide üstünlük olmaz. Tevhid nispetle olmaz, nisbetin aynısıdır. Utandı. Gönlünü aldım ve dönüp gittim.

66- Rububiyet Tevhidi Tecellisi
Bu tecellide Cüneydi gördüm ve dedim ki: Ey Ebu Kasım! Nasıl tevhid hususunda kul rabden ayrılır, diyorsun? Bu ayırımda sen nerede olursun? Ne kul olman ne de rab olman sahih olur? Bu durumda arada olman gerekir. Bu da iki makamdan da soyutlanarak her ikisine uzaktan  bakmayı  ve  bilmeyi  gerektirir,  ta  ki  onları  görebilesin.  Utandı,  başını  öne eğdi.  Ona  dedim  ki:  Başını  eğme!  Sizler  ne  güzel  selefler  ve  bizler  ne  güzel  halefleriz!
Oradan  ilahlığı  seyret,  ne  dediğimi  anlarsın.  Ey  Ebu  Kasım!  Rububiyetin  bir  tevhidi uluhiyetin de bir tevhidi vardır. Tevhidini sınırlandır ve mutlak kılma. Çünkü her ismin bir tevhidi ve cemi vardır. Bana dedi ki: Hatamızı nasıl telafi edebiliriz? Çünkü bizden çıkan çıkmış,  bizden  nakledilen  her  tarafa  nakledilmiştir?  Dedim ki:  Korkma!  Benim  gibisini geride  bırakan  biri  kaybolmaz.  Ben  senin  naibin,  sen  de  benim  kardeşimsin.  Ona  bir öpücük kondurdum. Bunun üzerine daha önce bilmediklerini bildi. Oradan ayrılıp gittim.

 67- Tevhide Doyma Tecellisi
Cüneyd'le  birlikte  tevhid  denizinde  boğulup  öldüğümüzde,  bu  denizin  suyundan takatımızdan fazlasını içmiştik. Burada saygı değer bir kişi gördük. Ona selam verdik, kim olduğunu sorduk. Bize, onun Yusuf b. Hüseyin olduğu söylendi. Onu duymuştum. Derhal yanma gittim ve öptüm. Tevhide susamıştı. Onu öpünce tevhide kandı. Ona dedim ki: Seni bir daha öpeyim. Dedi ki: Artık doydum. Ona dedim ki: Hani sen diyordun: Tevhidi talep eden  kişi  ancak  hak  ile  kanabilir!  Aşağıda  olan,  yukarıda  olanın  kendisine  sunduğu içecekle  kanar.  Hiç  kimsenin  kanması  söz  konusu  değil,  bunu  bil.  Bunun  üzerine  Yusuf meseleyi anladı ve bana doğru koşmaya başladı. Onu kucakladım. Onun için yükseleceği bir miraç belirledim. Öyle ki her arif ona ve ondan yükselmeyi bilemez. Onlar için sadece tayin edilen pay vardır, başka değil. Bize ve bizim müşahede ettiğimizi müşahede edenlere gelince, bizim miraçlarımız üçtür: Ona, Ondan ve Onun içinde... sonra bizim yanımıza bir olarak döner. Ama Onun içinde fanidir, Onun içinde Onadır ve Onun içinde Ondandır. Bir ayn Onadır, Onun içinde Ondandır. Dolayısıyla Onun içinde olmaktan başka bir şey yoktur.
Onun  içinde  yükselmek  de  ancak  Onunla  olur.  Onlar  sensin.  Ey  bu  hitabı  dinleyen!  Bu tecelliyi gerçekleştir.

68- Marifet Tecellilerinden bir tecelli
Bu tecellide İbni Ata'yı gördüm. Dedim ki: Ey  İbni Ata! Devenin ayağı suya batarsa Allah'ı  ulularsın.  Hiç  şüphesiz  seninle  birlikte  deve  de  Allah'ı  ulu-lamış  olur.  Peki  senin ululaman  nerede?  Devenden  hangi  özelliğinle  farklılaşacaksın?  Devenin  ayağı  suya dalarken  rabbinden  başka  bir  şeyi  mi  talep  eder?  İbni  Ata  şöyle  dedi:  Bunun  için  Allah uludur, dedim. Ona dedim ki: Hiç  şüphesiz deve Allah'ı senden daha iyi biliyor. Çünkü o senin  ululamandan  Allah'ı  ulular.  Nitekim  yukarıdaki  baş  istediği  gibi  aşağıdaki  ayak  da ister. Dolayısıyla benden sonra ayak gelir ve verdiği şey de onun hakikatidir. Ey İbni Ata!
Senin  bu  tavrın  güzel  değildir.  Diyorsun  ki:  İmamımız  Resulullah'tır  (s.a.v.).  Ki  o  şöyle buyurmuştur:  "Eğer  bir  ipe  tutunup  aşağı  sarksaydınız,  Allah  ile  karşılaşırdınız.!"  Sanki deve  Allah'ı  senden  daha  iyi  biliyor.  Her  rabbini  talep  edene  talebinin  suretini  teslim  etseydin  ya,  tıpkı  senin için  teslim  edildiği  gibi.  Allah'a  tevbe  et,  ey  İbni  Ata!  Çünkü  senin deven  senin  üstadındır.  Bunun  üzerine,  ahdin  bozulmasıdır  bu,  artık  bu  ahdi  yerine getirmenin  vakti  geçti,  dedi.  Ona  dedim  ki:  Himmetini  yükselt.  Dedi  ki:  Zaman  geçti, himmetler ortadan kalktı. Ona dedim ki: Himmetler zamanla yükseldikleri gibi zamansız da yükselebilirler.  Zaman  zail  olduğuna  göre  zamansızlık  vardır.  O  halde  himmetleri zamansızlıkta  yükselt,  dikkatini  çektiğim  şeylere  nail  olursun  ve  daima  ebediyen  yükselirsin.  İbni  Ata  söylediklerimi  anladı  ve  şöyle  dedi:  Senin  gibi  üstad  mübarek  olsun.
Sonra  bu  kapıyı  açtı,  yükseldi,  müşahede  etti.  Böylece  benim  mizanımda  hasıl  oldu  ve beni ikrar etti. Ben de dönüp gittim.

69- Kızıl Nur Tecellisi
Parıldayan kızıl nur içinde yürüdüm. Yanımda İbrahim el-Havvas vardı. Bu tecelliye ve  bu  tecellinin  hakikatine  uygun  olarak  aramızda  konuşuyorduk.  Bu  halde  devam ediyorduk ki, birden Ali b. Ebu Talib'i (r.a.) gördük. Bu nurun içinde hızla geçip gidiyordu.
Onu durdurdum. Bana dönüp baktı. Ona dedim ki: O bu mudur? Dedi ki: O budur, nedir O bu?  Tıpkı  benim  gibi,  nedir  ben?  Ve  senin gibi, nedir  sen?  Dedim  ki:  Öyleyse  bir  zıt  mı var? Hayır, dedi. Dedim ki: Ayn bir midir? Evet, dedi. Dedim ki: Hayret! Dedi ki: O hayretin aynıdır.  Senin  yanında  ne  var?  Dedim  ki:  Yanımda  olan,  benim  yanımdadır  ve  aynın aynıdır. Dedi ki: Sen benim kardeşimsin. Dedim ki: Ben de sana yöneldim. Sonra Ebubekir nerede? dedim.  İleride, dedi. Dedim ki: Ona yetişmek istiyorum. Sana sorduğum gibi bu durumu ona da soracağım. Dedi ki: Bak, gayp perdelerinin gerisindeki beyaz nur içindedir o. Bunun üzerine onu orada bırakıp gittim.

70- Beyaz nur Tecellisi
Gayp perdelerinin gerisindeki beyaz nurun içine girdim. Derecenin başında durmuş Ebu  Bekir  es-Sıddık'ı  (r.a)  gördüm.  Batı  tarafına  bakıyordu.  Üzerinde  göz  kamaştırıcı altından  bir  giysi  vardı,  parıldayışı  göz  alıcıydı.  Oturağının  üzerine  vuran  bir  nur çevrelemişti onu. Susmuş, herhangi bir şey söylemiyor, hareket etmiyordu. Sanki afallamış gibiydi. Beni tanısın diye kendi mertebemi zikrederek ona seslendim. Baktım beni benden daha  iyi  tanıyor.  Başını  bana  doğru  kaldırdı.  Dedim  ki:  Durum  nasıl?  Dedi  ki:  İşte görüyorsun.  Dedim  ki:  Ali  şöyle  şöyle  dedi.  Dedi  ki:  Ali  doğru  söylüyor.  Ben  de  doğru söylüyorum ve sen de doğru söylüyorsun. Dedim ki: Ne yapayım? Dedi ki: Resulullah'ın (s.a.v.) sana dediğini yap. Dedim ki: o senin makamındır. Dedi ki: Onun (s.a.v.) makamıdır ve  sana  bahsetmiştir.  Sonra  şöyle  dedi:  Ben  de  sana  bağışladım.  Dedim  ki:  O  senin elindedir. Dedi ki: Al, onu sana hibe ettim.

71- Yeşil Nur Tecellisi
Sonra hak perdelerinin gerisindeki yeşil nur içindeki bir başka tecelliye baktım. Ömer b. Hattab oradaydı. Dedim ki: Ey Ömer! Buyur, dedi. Dedim ki: Durum nasıl? Bana durum nasıl diye soruyor! dedi ve Ebu Bekir'in ve Ali'nin (r.) sözlerini hatırlattı. Ben de benimle Resulullah (s.a.v.) arasında geçen bazı sözleri ona aktardım. Dedi ki: Makamı al. Dedim ki: o senin elindedir. Dedi ki: Sana hibe ettim. Dedim ki: Hayret! Dedi ki: Hayret etme! Çünkü lütuf büyüktür, ben peygamberin saygıdeğer hısımı değil miyim. Sınırlı nuru al. Çünkü şahit geldi ve miracı iki elin önüne koydu.

72- Ağaç Tecellisi
Miraç  gösterildi.  Uzayıp  giden  nur  mülkünü  bu  miraçta  aşıp  yükseldim.  Müminlerin kalplerini önüme aldım. Bana, onları nur olarak parlat, denildi. Çünkü küfrün karanlığı iyice koyulaştı. Bu nurdan başkası da bu koyu karanlığı dağıtamaz. Bunun üzerine miraçta bir susuzluk tuttu beni.

73- İstihkak Tevhidi Tecellisi
Hakkın  istihkak  tevhidini  haktan  başkası  bilemez.  Birlediğimiz  zaman,  Onu  rıza tevhidiyle ve lisaniyle birlemiş oluruz. Böylece bizden, istihkak tevhidinin egemenliğinden kaynaklanan bir koku yayılır ki orada yoktu. Dolayısıyla tevhid, seçme, himmet, bilgi, ayn ve şey olmaksızın bizden doğar ve bizden akar.

74- Gayb Nuru Tecellisi
Gayb  nurunda  idik.  Orada  Sehl  b.  Abdullah  et-Tusteri'yi  gördük.  Ona  dedim  ki: Marifetin kaç nuru vardır ey Sehl?! Dedi ki: Marifetin iki nuru vardır: Akıl nuru ve iman nuru. Dedim ki: Akıl nuru neyi idrak eder ve iman  nuru neyi idrak eder? Dedi ki: Akıl nurunun idrak ettiği "leyse ke mislihi şey'un / O'nun benzeri gibisi yoktur." (Şura, 11) ifadesinin anlamıdır.  İman  nurunun  zatı  idrak  etmesi  ise  sınırsızdır.  Dedim  ki:  Senin  hicaptan  söz ettiğini  görüyorum.  Evet,  dedi.  Sonra  dedim  ki:  Ey  Sehl!  Farkında  olmadan  Onu sınırlandırdın.  Bu  yüzden  kalbin,  yanlışın  meydana  geldiği  ilk  adımda  secde  etti.  Söyle, dedi.  Dedim  ki:  Önüme çömeldiğinde  söylerim.  Diz  çöktü.  Bunun  üzerine  dedim  ki:  Ey Sehl! Senin gibisi tevhid hakkında sorar ve kendisi cevap verir. Buna verilecek cevap sükut etmekten  başka  bir  şey  midir  ki?  Derken  Sehl  fena  buldu,  sonra  döndü.  Meseleyi  bizim haber verdiğimiz şekilde gördü. Dedim ki: Ey Sehl! Senin için ben ne ifade ediyorum? Dedi ki:  Sen  tevhid  ilminde  imamsın.  Bu  makamda  bilmediğim  şeyleri  biliyorsun.  Onu  tevhid ilminde  nurani  tarafa  indirdim.  Onunla  Zünnun  el-Mısri'yi  kardeş  yaptım.  Sonra  dönüp gittim.
75- Tevhid Tecellilerinden Bir Tecelli 
Marifet  evlerinden  birine  tevhidle  bir  kürsü  kondu.  Uluhiyet  bu  kürsüye  kurulmuş vaziyette zuhur etti. Ben öylece ayakta duruyordum. Yanımda bir adam dikilmiş, üzerinde üç giysi vardı. Bir giysi görünmüyordu,  bu giysi bedenini sarıyordu.  Bir giysi ona ödünç verilmişti. Sordum: Ey adam! Kimsin sen? Mansur'a sor, dedi. Baktım, Mansur arkasında duruyor.  Dedim  ki:  Ey  Ebu  Abdullah!  Bu  kimdir?  Dedi  ki:  Murtaiş'tir.  Dedim  ki:  İsminden hareketle onun mecbur olduğunu görüyorum, muhtar değil. Murtaiş dedi ki: Ben asıl olana bağlı kaldım. Muhtar kimse iddiada bulunmaktadır. Ben ihtiyar etmem. Dedim ki: Tevhidini neye  bina  ediyorsun?  Üç  temele  dayandırıyorum,  dedi.  Dedim  ki:  Üç  temele  dayanan tevhid tevhid değildir. Bunun üzerine mahcup oldu. Ona dedim ki: Mahcup olma. Ne oldu? Dedi ki: Belimi kırdın. Dedim ki: Sen nerde, Sehl ve Cüneyd gibiler nerde! Onlar benim kemalime  şahitlik  ettiler.  Bunun  üzerine  tevhidinin  temellerini  açıklamak  amacıyla  şöyle dedi:
Rabdir, tektir ve zıddı yoktur
Ona dedim ki: bana göre böyle değildir
Dedi ki: Size göre nasıldır? Dedik ki:
Yitişimin varlığı ve buluşumun yitişi
Hakkımı terk etmek suretiyle hakkımı birlemem
Ve benim hakkım birliğimden başkası değildir.
Bana dedi ki: Beni gidenlere kat. Evet, dedim.
Sonra dönüp gittim. O şöyle diyordu:
Ey kalp! Onu dinle ve itaat et
Çünkü sonradan apaçık belgelerle geldi.
Ona dönüp şöyle dedim:
Garip bir berzahta zuhur ettin
Rab benim rabbim, kul benim kulum

76- İzzet Tecellisi
Eğer sana, hakkı ne ile buldun? diye sorulsa , de ki:  İki zıddı birlikte  kabul etmesiyle.  Çünkü  evvelahir, zahir-batın, istiva-nüzul ve maiyet gibi ayetlerde zikredilen zıtların Ona nispet edilmesi sahihtir. Eğer sana, iki zıddı kabul etmenin anlamı nedir? diye sorulsa, de ki:  Kevnde  olan  varlıklardan  biri  bir  şeyle  nitelense  veya  vasfedilse,  eğer  bu  açıdan vasfedilmişse  mutlaka  o  şeyin  zıddı  ondan  olumsuzlanır.  Ama  bu  durum  hakkın nitelenmesi  açısından  sahih  değildir. Çünkü  O'nun  zatı  başka  zatlara  benzemez.
Dolayısıyla O'nunla ilgili hüküm de başkalarına ilişkin hükümler gibi olmaz. Bu mesele aklın kapasitesinin ötesindedir. Çünkü akıl dediğimi anlayamaz.  Şöyle denebilir: Ama bunu düşünen de akıldır! O zaman şunu söylersin: Durum bundan ibarettir. Çünkü Hakkın akıl tarafından idrak edilmesi sahih olsa, o zaman aklın hükümleri O'nun için geçerli olur. Eğer bu söylemden vazgeçmezsen ebedi bedbahtlıkla bedbaht olursun. Haktan sana ne? Seninle  Hak  arasında ne  tür  bir  münasebet  vardır  ve  hangi  açıdan  birleşiyorsunuz?  Hak'kı hakka bırak. Çünkü Hakkı Haktan başkası bilemez. Ve Hak hakkı söyler. Hakkın izzetine andolsun, seni sana tecelli ettirmediğim, sana göstermediğim sürece kendini bilemezsin. Böyle  iken  beni  nasıl  bileceksin?  Edebini  takın.  Haddini  bilen  helak  olmaz.  Kullarımdan hidayete erenleri örnek al.

77- Nasihat Tecellisi
Bilmediğin eve girme. Çünkü her evde mutlaka korkutucu ve helak edici şeyler vardır. Bilmediği  bir  eve  giren  kimse  çok  geçmeden  helak  olur.  Bir  evi  de  onu  bina  edenden başkası  bilemez.  Çünkü  eve  neler  koyduğunu  o  bilir.  Hak  seni,  imar  edesin  diye,  bir  ev olarak  yapmıştır.  Bu  evin  banisi  sen  değilsin:  "Efere-eytum  ma  tumnun.  Eentum tahlukunehu  em  nahnu'l  haliktın  /  Söyleyin öyleyse,  döktüğünüz  meni  nedir?  Onu  siz  mi yaratıyorsunuz  yoksa  yaratan  biz  miyiz?"  (Vakıa,58-59)  O  halde  açıklanmamış  konulara girme.  Çünkü  hangi  tehlikede  helak  olacağını,  hangi  dehşette  korkacağını  bilemezsin. Evinin  kapısında  dur,  hak  elinden  tutsun  ve  seni  evin  içinde  yürütsün.  Ey  akılsız!  Fikrin kemendiyle  mi  kuşları  avlayacaksın?  Yoksa  talebin  atlılarıyla    ceylanları  yakalayacaksın? Acaba cehd okuyla mı avını vuracaksın? Ey gafil! Neler oluyor sana? Avına kendi  okunu  fırlatsana!  İsabet  ettirsen  isabet  etmiş  olursun.  Ama  ebediyen  isabet ettiremezsin. Ey kendine dahi güç yetiremeyen aciz! Böyle bir  şeye nasıl kalkışabilirsin?
Kendini yormaktan başka eline bir şey geçmeyecektir.

78- Seni Aldatmasın Tecellisi
Ey miskin! Ne oluyor sana, örnek üstüne örnek verildiği halde düşünmüyorsun? Daha ne zamana kadar karanlıklar içinde önünü görmeden rastgele adım attığın halde kendini nur  içinde  sanacaksın?  Ne  vakte  kadar  tek  gözü  kör  gibi yalpalayacaksın?  Ben  delil sahibiyim. O delilin aynısıdır. Ne zaman sana eşlik etse ona iftira ediyorsun. Arzının geniş olması seni aldatmasın. Her tarafı dikenlidir ve senin de ayakkabın yoktur. Senin gibi kaç kişi orada öldü. Nice adamların ayakkabıları paralandı da oldukları yerde durdular, ne bir adım ileri ne de bir adım geri atabildiler. Oracıkta açlık ve susuzluktan öldüler.

79- Amel Yeri Olmaksızın Amel Etme Tecellisi
Yeryüzünde  yürüyen  nice  kişi  vardır  ki  yer  onlara  lanet  okumakta.  Onun  üzerine secde eden kaç kişinin secdesini kabul etmemekde. Ne dua edenler var ki duaları dildeki sözlerinin  ötesine  geçmez,  düşünceleri  de  yerini  bulmaz.  Buna  karşılık  havralarda  ve kiliselerde  ne  çok  sevgili  veli  var!  Namazlarda  ve  mescitlerde  de  bir  çok  buğzedilen düşman var! Namazlarda ve mescitlerdeki bu düşman, havralarda ve kiliselerdeki veli için amel  ettiği halde,  kendi için  amel  ettiğini  sanır.  Söz  gerçekleşmiş,  hikmet  vaki  olmuş  ve emir  yerine  gelmiştir.  Ne  eksik  ne  de  fazla.  Bu  bir  tavla  oyunudur,  satranç  oyunu  değil.
İnsanın belini  kıran,  zamanın  felaketi!  Bu  O'nun  emri  gereği  uygulanan  bir  hükümdür  ve O'nun verdiği hükmü de sorgulayacak kimse yoktur. Boyun koptu ve ellere düştü. Ameller dağılıp gitti, bilgiler çürüdü. Kevn yok edildi. Bu bir yüzme ve soymadır. Şundan soyulur ve şuna giydirilir.

80- Kemal Tecellisi
Dinle  ey  sevgilim!  Sen  kevnin  maksadı  olan  ayn-sın.  Sen  dairenin  merkezi  ve çevresisin.  Sen  kevnin  birleşiği  ve  yalınısın.  Sen  gökle  yer  arasında  inip  duran  emirsin. Senin idrak güçlerini sırf beni idrak etmen için yarattım. Beni idrak ettiğin zaman kendini idrak edersin. Ama kendini idrak etmenle beni idrak edeceğini bekleme. Benim gözümle beni  ve  kendini  görürsün,  kendi  gözünle  beni  göremezsin.  Sevgilim!  Kaç  kere  sana seslendim;  beni  duymadın.  Kaç  kere  kendimi  sana  gösterdim;  beni  görmedin.  Defalarca kokulara  karıştım;  ama  beni  koklamadın.  Yiyeceklere  karıştım,  benim  tadıma  bakmadın. Neden dokunduğun şeylerde bana dokunmazsın? Niçin kokular içinde kokumu almazsın? Niye beni görmezsin? Neden beni duymazsın? Neyin var senin? Neyin var? Neyin? Ben lezzet  veren  her  şeyden  daha lezzetliyim.  Ben  canın  çektiği  her  şeyden  daha  çekiciyim.
Senin  için  her  güzelden  daha  güzelim.  Güzel  benim.  Benim  güzel.  Beni  sev.  Sev  beni. Benden  başkasını  sevme.  Bana  aşık  ol.  Beni  arzu  et,  benden  başkasını  değil.  Beni kucakla. Öp beni. Benim gibi bağlananı bulamazsın. Her kes kendisi için seni ister; ama ben senin için seni istiyorum. Sen ise benden kaçıyorsun, sevgilim! Bana insaf etmiyorsun.
Eğer  bana  yaklaşırsan,  senin  bana  yaklaştığının  kat  kat  fazla  sana  yaklaşırım  ben.  Ben sana senin nefsinden ve nefesinden daha yakınım. Benden başka mahluklardan kim yapar bunu sana! Sevgilim! Kendine dikkat et. Seni ne başkasının yanında, ne de senin yanında görmek  isterim.  Benim  yanımda  benimle  kendi  yanında  ol.  Nitekim  benim  yanmadasın, ama bunun farkında değilsin.
Sevgilim! Vuslat vaktidir, vuslat!
Eğer ayrılığa ulaşmanın bir yolunu bulsaydık
Ayrılığa ayrılığın acısını tattırırdık
 Sevgilim!  Benim  elim  ve  senin  elin  hakka  varıyorlar  ki  aramızda  ebed  hükmüyle hükmetsin. Sevgilim! Bazı husumetler var ki lezzetli şeylerin en lezzetlisi olurlar. Karşılıklı konuşmadan lezzet doğar. Şair der ki:
Onu sevdiğim için öldürmek istedim 
Ki mahşer günü benim hasmım olsun

De  ki:  "min  ilmin  bi'l  melei'l  a'la  iz  yahtesimun  /Onlar  orada  tartışırken  mele-i  a'la hakkında  ...bir  bilgi"  (Sad,69)  var    sizde.  Şayet  husumetleri  bitirmek  için  hakimin huzurunda  durmaktan  başka  çare  yoksa,  böyle  bir  durmaktan  ve  sevgiliyi  seyretmekten daha lezzetli ne olabilir ki! Ey can! Ey can!

81- Sevginin Samimiyeti Tecellisi
Sevgilim! Gözümün nuru! Sen bana ben mesabe-sindesin. Nazlım, Paydaşım! Allah aşkına neler söylüyorum! Sen benim zatımsın. İşte elim ve senin elin. Bizi birlik suretinde hak sevgilinin huzuruna sok, ki birbirimizden ayırt edilmeyelim. Aynde bir olalım. Ne latif bir anlam ve ne berrak bir karışım:
Cam ince, şarap ince 
Benzeştiler, aynileştiler iyice 
Hepsi şarapmış da kadeh yokmuş gibi 
Ya da tümü kadehmiş, şarap yokmuş gibi

Bakarsın  doğurması  yakın  develer  başıboş  bırakılır,  izler  silinir,  aylar  tutulur, gündüzün güneşi dürülür, nurların yıldızları söndürülür.
 Yok oluruz, sonra yok oluruz, yok oluruz sonra  Yokluğun yokluksuz yok olması gibi 
Baki kalırız, sonra baki kalırız, baki kalırız sonra 
Bekanın bekasız baki kalması gibi

82- Velinin Sıfatı Tecellisi
Sevgilim!  Allah  dostu!  "el-ardu  kuddet.  Ve  elkat  ma  fiha  ve  tehallet.  Ve  ezinet lirebbiha  ve  hukkat  /  yer  dümdüz  edildiği,  içinde  bulunanları  atıp  boşaldığı  ve  rabbini dinleyip O'na hakkıyla itaata mecbur kılındığı..." (İnşikak,3-5) gibi... ariflerin seması yarıldı.
İşi bitti. Emirsiz kaldılar. Ebedi hayatı yaşadılar. Varlıkların himmetleri onlara taalluk etmez.
Durumları  karışık  gelir  onlara.  Allah  katında unutuldular  ve  bilinmezler.  Ne mutlu  onlara!
Ne güzel bir sondur bu! Ne güzel akıbet! Ne zenginlikleri bilinir ki, bize bağışta bulunun, denilsin, ne makamları bilinir ki bizi çağırın denilsin. Hak onları mahlukatı içinde gizlemiştir.
Onları  vakit  suretinde  kaim  kılmıştır.  Sirayet ettiler.  O  kadar  ki isteyenler  de  vakitlerinde gördükleri  şeylere  sirayet  ettiler.  Onlar  dünyada  da  ahirette  de  meçhuldürler.  Alemlerin yanında  yüzleri  karadır.  Yakınlığın  şiddetinden  ve  üzerlerindeki  teklifin  kalkmış olmasından.  Ne  dünyada  hükmederler,  ne  de  ahirette  şefaat ederler. "Sumrnun  bukmun um-yun fe hum la ya'kilun / Onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdi. Bu sebeple düşünmezler." (Bakara,  171)  "Sumun  bukmun  umyunfi  hum  la  yerciun  /  Onlar  sağırlar,  dilsizler  ve körlerdir. Bu sebeple onlar geri dönemezler." (Bakara, 18)

83- O'nu Hangi Gözle Görürsün Tecellisi
Sevgili tecelli ettiğinde
Hangi gözle görürsün onu
Onun gözüyle. Benim gözümle değil.
Ondan başkası Onu göremez çünkü.

Gerçek  anlamda  idrak  ettiğini  iddia  eden  kimse  cahillik  etmiştir.  Hadis  (sonradan olma)  varlık,  O'na  olan  nispeti  açısından  idrak  edilebilir  ancak.  Seven  sevdiğini  onun gözüyle  görür.  Eğer  kendi  gözüyle  görse  seven  değildir.  Sevilen  de  sevgilisini  sevgilinin gözüyle görür, kendi gözüyle değil. Bu makamla ilgili olarak söylenmiş olsa gerektir şu şiir:
O benim gözümdü, ben onun gözü 
O benim varlığımdı, ben onun varlığı
Ey gözümün gözü, ey varlığımın varlığı 
Varlık onun varlığı, göz onun gözü.

84- Hakikat Tecellilerinden
Bana göründüğünde onu yüceltirim 
Benden kaybolduğunda yüce benim 
Ben samim dost ve yaren değilim 
Fakat paydaşıma baktığımda 
Hadis gözle perdelenmez  Çünkü hadis kadimin ayniyle vardır.

Sevgilim!  Senin  öncesizliğindir  (kadimliğin)  benim  sonradan  oluşumu  (hadis) ortaya çıkaran.  Bilmiyorum,  belki  de  benim  sonradan  oluşumdur  (hadisliğim)  senin  öncesizliğini izhar eden. Seninle olduğum zaman beni tanı, sevgilim! Çünkü bilmiyorum. Çünkü ortada tanıyacağım,  bileceğim  kimse  yok.  Eğer  kendimle  oluyorsam,  bilemem.  Çünkü  benim hakikatim bilinmemektir. O halde cehalet kaçınılmazdır. O halde benim gözüm ol ki seni seninle göreyim. Görülen ama bilinmeyen münezzehtir.

85- Sevginin Tashihi Tecellisi
Marifeti sahih olanın tevhidi sahih olur. tevhidi sahih olanın sevgisi sahih olur. Sevgi sana ait, tevhid O'na aittir. Sevgi seninle O'nun arasındaki alakadır. Kul ile rab arasındaki karşılaşmalar onunla olur.

86- Muamele Tecellisi
Dedim  ki:  Kardeşlerimizi  müride,  muhalefetin  meydana  geldiği  mekanlardan ayrılmasını  emrettiklerini  gördüm.  Bana,  onların  dediği  gibi  deme,  denildi.  Asilere  de  ki, muhalefet  ettikleri  yerlerde,  giysilerin  içinde  ve  zamanda  Allah'a  itaat  etsinler.  Çünkü aleyhlerine şahitlik edildiği gibi, lehlerine de şahitlik edilir. Bunu yaptıktan sonra, isterlerse oradan ayrılabilirler. Bir kötülüğün hemen ardından onu silecek bir iyilik işle.

87- Rahat Nasıl Olur Tecellisi
Ya Allah! dediğim zaman, niçin çağırıyorsun dedi. 
Şayet çağırmasam, bu sefer, çağırsana, diyor. 
Kuşkusuz lezzetlere kavuşmuştur dilsiz olan 
Sağır olansa rahatlara özgü kılınmıştır.

88- Yok'un Hükmü Tecellisi 
Üç şeyin sebatı yoktur 
Selb, hal ve zaman
O halde ayn için yok vardır ve bunlar hakimdirler 
Akıl ve dil bunları söylemiştir.

89- Bir'in Kendine Tecelli Etmesi
O olmasaydı, bir varlığım olmazdı 
Evet, müşahedem de olmazdı 
Fakat ben varlıkta ferdim 
Ve sen benim alemimde Teksin 
Fert içinde fert aynimin varlığıdır 
Ya da O'nun Tek ve ulu varlığıdır. 
90- Alamet Tecellisi
Allah'ı gerçek anlamda bilenin alameti, kendi sırrına muttali olup da ona dair bir bilgi bulamamasıdır.    İşte  ötesinde  başka  ilim  bulunmayan  kamil insan  budur.  Allah  erlerinin bazılarının bazılarına olan üstünlüğü, sırra bu işin eşlik etmesinden kaynaklanmaktadır. Bu tecellide Ebubekir b. Cahdar'ı (Şib-li) gördüm.

91- Sen Kimsin ve O kimdir Tecellisi
Ben ben değilim ve ben O değilim
Peki ben kimim, O kimdir?
Ey O! Sen bensin, de.
Ey ben! Sen de O musun?
Hayır ve ben... O ben değildir
O da değildir. O o değildir.
Eğer O olsaydı, bakamazdı
Gözlerimiz onunla ona
Varlıkta bizden başkası yoktur.
Ben, O ve O ve O.
Şu halde bizim olan bizimle bizimdir
Onun olanın Onunla Onun olması gibi.

92- Kelam Tecellisi
Veli batı tarafından ilahi hitabın vaki oluşunu duyduğunda kendisinden eser kalmaz, ismi kalır. Tıpkı geride müsenımaya ait bir vücut kalmadığı halde yokluğun isminin kalması gibi. Sonra isimden isim de yok edilir. Artık isim isimden söz etmez olur. Güzel bir sanat. Sonra  kendisine  kendisiyle  hitap  eder.  Hem  konuşan  hem  dinleyen  olur.  Derken  velide eserler zahir olmaya başlar:
İzler velinin üzerinde parlamaya başlar
Nakışlı elbisenin üzerindeki nakışların parlaması gibi

Sonradan olma (hadis) varlık, öncesiz (kadim) varlığı göz ve hitap olarak müşahede edebilir mi?!

93- Hayret Tecellilerinden
Kendi  aklınla,  kelamının  aynında  müşahedesinin  aynını  bilmeyi  nasıl  istersin! Kelamının  aynı  müşahedesinin  aynıdır.  Bununla  beraber  sana  gösterse,  seninle konuşmayacaktır. Seninle konuşsa, sana göstermeyecektir. Allah'a andolsun, söylediğimi görmüyorsun.  Hayır,  Allah'a  andolsun,  ben  de  ne  dediğimi  bilmiyorum.  Sen  nasıl bileceksin!
Böyle bilinir sevgili, bilmeyeni Allah'ı bu şekilde, onu terk et.
Bana boyun eğdiler ve kalbim onlara aktı
Kapılarına geldi, onu terk etmediler
Ona sahip oldular,
Ta ki aralarında şaşkına dönünceye kadar
Ona sahip oldular. Bundan sonra helak ettiler.

94- Lisan ve Sır Tecellisi
Tevhidin  bir  dili  bir  de  sırrı  vardır.  Seninle  konuştuğunda,  seni  ayandan  havasın içinde ayırır. Böylece tevhid birlerle zahir olur. Seni tevhidin sırrına muttali kıldığında seni dilsiz yapar. Seni Onunla Onda cem eder. O zaman sadece biri birle görürsün.

95- İki Yüz Tecellisi
Kul  hususi  kılınınca  iki  yüzü  olur.  Bir  yüzü  kulluğu  ile  ilgili,  bir  yüzü  de  hususi kılınmışlığıyla ilgili olur. Kulluk yüzü ancak hususilik yüzü aracılığıyla görülür. Dolayısıyla her hususi kılınmış kuldur; ama her kul hususi kılınmış değildir. Çünkü hususi kılınma aynı seni cem ederken kulluk aynı seni ayırır. Hususi ol, kul olursun.

96- Kalp Tecellisi
Tarikat  ehli  olduğu  zaman  kul  ilk  olarak  fena  ve  beka  kapısında  kaim  kılınır.  Bu makamı gerçekleştirdiği zaman, Hakkı içine alan kalbin marifetini görür. Kalbini bilince de onun içinde güzel işitmenin gerçekleştiği ev olduğunu bilir. Bu, dinlemenin şartlarından biri olan mekan olarak da ifade edilir. Bu esnada bir ilme sahip olur ve Hakkın evinde Hakkı Hak ile dinler. Dinleme ile de yokluktan varlığa çıkış gerçekleşir.
97- Evlerin Harap Olması Tecellisi
Beni kendinden şildin, ispat ettin
İçinde. Şu halde silmenin aynı ispatın aynıdır.
Hayret ettim size, uzaklaştırdığınızda
Evlerin arkasından size gelenleri.
Eğer bir sakinim olsa, ey efendim!
Geçip giden evlere aldırmam
Evlerin en dayanaksızı ki için bina ettiğiniz
Örümceğe nispet edilenidir
Bana göre kuvvet bakımından onunla
Melekutta gördüğüm ev arasında bir fark yok
Evin kuvveti sahibinden başka bir şey değildir.
Sahibi ölüne ev harap olur.

 98- Fena Tecellisinden
Seni eşyada senden yok edince, O'nu sana eşyanın hareket ettiricisi ve durdurucusu olarak gösterir. Ama seni senden ve eşyadan yok edince, O'nu sana ayn olarak gösterir.
Eğer gördüğünden gafil olursan o zaman seni senden yok etmez ve sen de yanılmazsın.
Beka fenası budur ve bu nefiste bir tazimin hasıl olmasından olur.

99- Bu tecelliden
Beka seni O'na nispet eder. Fena ise seni kevne nispet eder. Kendin için istediğini seç.

100- Rüyet Tecellisi
Rüyeti iste ve bayılmaktan korkma. Çünkü bayılma ancak rüyetten sonra gerçekleşir. Sonunda kendine gelirsin. Ayılmak kaçınılmazdır. Çünkü yokluk imkansızdır.

101- Devir Tecellisi
Sordum: Kulluk nasıl sahih olur? diye. Tevhidin sahih olması ile, denildi. Tevhid ne ile sahih  olur?  diye  sordum.  Denildi  ki:  Kulluğun  sahih  olmasıyla.  Dedim  ki:  Gördüğüm kadarıyla bu meselede bir döngü söz konusu. Denildi ki: Ya ne sanıyordun? Dedim ki: Bir delil  ve  medlul  olduğun  sanıyordum.  Dedi  ki:  Mesele  öyle  değildir.  Ne  delil  var  ne  de medlul.  Dedim  ki:  Kulun  özelliği  kendisine  emredileni  yapmasıdır.  Denildi  ki:  Kendisine yapılanı işitmesi kulun özelliğidir.

102- Susma Tecellisi
Sevgilim!  Mesele  vasfedilmekten  alıkondu,  sustu.  Bütün  bütünle  meşguldür.  Boşluk yok sevgilim! Çağırıldık ve konuk olduk. Baki kılındık ve haller yitip gitti.
Vecdin varlığı, gizlediğini açığa çıkardı
Hakkın izleri bizden ve onlardan parlamaya başladı

103- Nasip Tecellisi
Sevgilim!   Sende   senin  payına  bak!   Çünkü   sen dünyanın ve ahiretin aynısın. Eğer  kendini  orada  görürsen  bil  ki  kovulmuşsun,  kapının  önüne  konulmuşsun.  Nasibinin kırıntıları  seni  bulur,  onlar  için  çalışma  sevgilim!  Onlar  için  kendini  yorma,  yoksa kaybedersin. Onunla kendinden kaybol.
Gözler bir göze döndü
Çünkü hakkın varlığı sayıları ortadan kaldırmadadır.

104- Kuruntular Tecellisi
Nefsin  avutucu  kuruntuları  Allah  ile  ünsiyetin  zıddıdır.  Çünkü  Allah  ile  ünsiyet, avutucu kuruntularla idrak edilmez. Nitekim şöyle buyurmuştur: "Ve garratkumu'l emaniyyu / Kurutlar sizi aldattı." (Hadid,14) Nefsin kuruntusu kendisinde olmayan  şeyi söylemesidir ve bu da nefse tatlı gelir. Kul bu kuruntulara uydu mu artık iflah olmaz. Vakti öldürür. Böyle bir kişi her zaman ziyandadır. Bu kuruntuları dile getirdiği zaman onlardan zevk alır. Ama kendisiyle baş başa kaldığı zaman elinde hiçbir şey olmadığını görür. Bu adamın payına akılsızın birinin tarif ettiği şu hal düşer:
Kuruntularım şayet gerçekleşirlerse ne güzel temennilerdir
Yok gerçekleşmezse, o zaman hoşça vakit geçirmiş oluruz
Sevgilim!  Nefsinin  kuruntularından  dolayı  rab-binle  ünsiyete  terk  ediyorsun.  Bu yaptığın  hoş  bir  şey  değildir.İmanın,  islamın  ve  tevhidin  seni  aldatmasın.  Kuruntulara daldığın  sırada  ruhun  kabzedi-lirse  semeresi  ne  olacak?  Ki  sen  halinin  ne  olacağını bilmiyorsun! Sen ölümden sonrasını görmüyorsun ve üzerinde öldüğün hali biliyorsun. O zaman senin yanında kuruntularından başka bir şey olmayacaktır. Öyleyse tevhid nerede kaldı? Nerede kaldı iman? Vaktin zayi oldu, hüsrana uğradın.
Benim  halim  ve  senin  halin  rivayet  açısından  birdir  Maksat  bilmek  ve  bilgiyle  amel etmekten başka bir şey değildir.

105-Takrir Tecellisi
Hak  senden  kalbini  istedi  ve  geri  kalan  varlığının  tümünü  sana  bahşetti.  Kalbini temizledi,  huzur,  mu-rakebe  ve  haşyetle  onu  süsledi.  Nitekim  bu  hususta  şöyle buyurmuştur:  "İnne  leke  fi'n-nehari  sebhen  ta-vilen  I  Zira  gündüz  vakti,  sana  uzun  bir meşguliyet  vardır."  (Müzemmil,7)  Allah  sana  yirmi  dört  saat  vermiş,  bunun  bir  kısmını yerine getirmekle yükümlü olduğun farz namazlara tahsis etmiştir ki, hiçbir zaman yarım saati geçmez. Sonra sana, bütün vakitlerinde münacatlarmla ve varlığınla uğraş, bana sadece  bu  kadar  zaman  ayır,  bu  vakti  de  senin  için  beş  vakte  ayırdım  ki,  sana  uzun gelmesin, demiştir.
Bak,  ey  kardeşim!  Hangi  kul  olacaksın!  Şu  azamet  sahibi  Cabbar  olan  Allah'ın bahşettiği  bu  büyük  lutfa  bak.  Eğer  tam  tersi  geçerli  olsaydı,  bunu yapamayacaktın.
Yükümlülükle ilgili bu lütfün yanında muhalefet edilmesi durumunda süre tanıma lütfunu da bahsetmiştir.  Sana  mühlet  vermiş,  seni  davet  etmiş,  en  basit  bir  düşünceni,  göz  ucuyla şöyle bir  bakmanı  dahi  kabul  etmiştir.  Allah için  söyle  ey  miskin! O'dan  başka  kim  sana bunu  yapar?  Sen  böyle  cömert  bir  efendiye,  bu  büyük  lütfün  ve  güzel  fiilin  sahibine, muhalefet  ederek  karşı  çıkıyorsun  ve  utanmıyorsun  öyle  mi!  Ama  sana  mühlet  veriyor olması  seni  aldatmasın.  Çünkü  O'nun  yakalaması  çok  şiddetlidir:  "Ve  kezalike  ahzu rabbike iza ahaze'l kura ve hiye zalimetun inne ahzehu elimun  şedid / Rabbin, haksızlık eden  memleketleri  yakaladığında,  onun  ya-kalayışı  işte  böyledir.  Şüphesiz  onun yakalaması  pek  elem  vericidir,  pek  çetindir."  (Hud,102)  Senin  nefsinden  başka  bir memleketin yok. Eğer orayı bu şekilde yakalarsa, kim durumdan ders çıkaracak, kim öğüt alacak? Bir kimse eğer kendi nefsi üzerinden öğüde muhatap oluyorsa o kimse bedbahttır.
Allah  lütfuyla  bir  kimseye  başkası  aracılığıyla  öğüt  vermeden  ona  kendi  nefsi  üzerinden öğüt vermez. Hangi kul olduğuna baki Yiğitler arasında bir yarıştır bu, yarış! Sakın karşı çıktığı, muhalefet ettiği halde örfe göre en güzel karşılık alan, en güzel makamlara gelen ve  kendisi  için  görkemli  durumlar  oluşturulan  kimsenin  durumu  seni  yanıltmasın.  Bütün bunlar  birer  tuzaktır.  Farkında  olmadığı  şekilde  helak  edici  akıbete  yavaş  yavaş sürüklenmedir. Eğer böyle biri kendi durumunu örnek göstererek sana karşı delil sunmaya kalkarsa ona şöyle de:
Toz duman kalkınca göreceksin 
Altında at mı var eşek mi var!

106- Biatlaşmayı Bozma Tecellisi
Biat edilenler üç gruptur: Resuller, onların varisleri olan şeyhler ve sultanlar. Aslında her üç grubun şahsında biat edilen bir zattır, O da yüce Allah'tır. Bu üç grup, Allah adına, tabi  kimselerin  Matlarına  şahitlik  etmektedirler.  Bu  üç grubun  uymakla  yükümlü  oldukları bazı şartlar vardır, tümü de Allah'ın emriyle kaim olmak noktasında birleşir. Tabi olanların da uymakla yükümlü oldukları şartlar vardır ve bu şartlar emredilene biat etmek noktasında birleşir. Resuller ve şeyhler kesinlikle günahı, isyanı emretmezler. Çünkü Resuller masum, şeyhler de korunmuşturlar.
Sultanlara  gelince,  onlardan  şeyhlere  bağlananlar  korunur,  bağlanmayanlar  yüz    üstü kalır.
Bununla  beraber  günah  ve  isyan  hususunda  onlara  itaat  edilmez.  Biat,  Allah'a kavuşuncaya  kadar  sürmelidir.  Tabi  olanlardan  biri  Matından  dönerse  o  ebedi  olarak cehenneme girer. Allah onunla konuşmaz, ona bakmaz ve onu arındırmaz. Bu gibi kimseler için elem verici bir azap vardır. Bu onun ahirette-ki payıdır. Dünyaya gelince, Ebu Yezid el-Bestami kendisine muhalefet eden öğrencisi hakkında şöyle demiştir: Allah'ın gözünden düşeni kendi halinde bırakın. Nitekim daha sonra bu adam kadınlar benzeyen kimselerle birlikte  görüldü.  Daha  sonra  hırsızlık  yaptı  ve  eli  kesildi.  Bütün  bunlar  onun  biatim bozmasının cezasıydı... şimdi bu adam nerde, Davud et-Tai'nin talebesi gibi biatma bağlı kalan  kimse  nerde!  Davud  ona:  kendini  tandıra  at,  demişti,  o  da  kendini  yanan  tandıra atmıştı  ve  tandır  serin  ve  sela-metli  hale  gelip  onu  yakmamıştı.  İşte  bu  biatına  bağlı kalmasının sonucuydu.

107- Karşılaştırma Tecellisi
Seni  görmekle  fena  bulmayan  rekabet  etmez.  Böyle  birini  bir    başka  bir  işten  de alıkoymaz. Rububiyet kısımlarından ona özgü olan husus budur. Sakın arifin "hiçbir şey beni rabbimden alıkoymaz ve rabbim de beni hiçbir şeyden alıkoymaz." sözüne kanma. O huzurun kuvvetini kast ediyor, müşahedeyi değil. Çünkü sana ne zaman göründüyse seni  yok etmiştir ve seni onun için baki kılmıştır.  Seni senin için baki kılmış değildir. O halde senin için olanı al, onun için olanı bırak.

108-Cezb Tecellisi
Ancak  mecbur  olan,  isimlerden  fena  bulur  ve  Allah  ile  baki  kalır.  Bu  yüzden  ona cevap verir. Şu halde mecbur olmanın alameti icabet etmektir. İşte bu cezb yok oluşudur.
Çünkü  onda  ancak  kendi  nefsinin  payı  itibariyle  yok  olmuştur.  Onu  görünce  kendi  payından  feragat  edip  kaçınmıştır.  Ona,  dön!  denilince,  falan  emri  bildim,  demiştir.  Payımı vuslatımın aynısı kılan Allah'a hamdolsun.

109- Aklın Gitmesi Tecellisi
Gizli marifet parlayan nurlardır. Eğer ibareler onları alsa, bu akledilemeyen bir dille ve anlaşılamayan  bir  hitapla  olur.  Kendine  geldiğinde  ona,  ne  dedin?  denir.  Sonra  ona söylediği sözler nakledilir, o da söyler. Çünkü duymaz. Ona tekrarla denilince, o da ben dönünceye veya o dönünceye kadar, der. Böyle kimselerden hitap kalkar, çünkü mecnun konumundadır.  Tevhidin  sahihliği,  sırları  gizleme  ve  bilmediği  alametler  hakkında  hüsnü zan besleme şeklinde Allah ehli olanlardan sadır olan bu hal ne güzel bir deliliktir!
Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun. Salat ve selam Hz. Muhammed'in ve pak ve temiz kılınmış ehlibeytinin üzerine olsun.
Kitap Son Buldu.

Hiç yorum yok

Öne Çıkan Yayın

İBDA ve İBDA-C Nedir?

İBDA-C’nin daha iyi anlaşılması için İBDA'nın kısaca tarif ve izahını yapmak istiyoruz… Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu’nun "...

İzleyiciler

Popüler Yayınlar

Tema resimleri duncan1890 tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.