İbni Arabi Risaleleri:KİTABU’L TECELLİYAT
KİTABU’L
TECELLİYAT
TECELLİYAT
KİTABI
Şeyhu’l
Ekber
MUHYİDDİN
İBN. ARABÎ K.S.
TECELLİLER
KİTABI
Bismillahirrahmanirrahim
Allah'ın salat ve selamı Hz. Muhammed’in ve ehlibeytinin
üzerine olsun.
Coşkulu
kavuşmaların sığınağı, nefeslerin
varlıklarının tecelligahı, kıyasın
menşei, karışmaların huzuru, ilhamların ve vesveselerin iniş
mekanı, meleğin ve şeytanın miracı,
aşağıların yegane mekanından yükseldiği, en yüce makamın önünde durduğu vakit
yüce ruhanilerin süfli varlıkların kalıplarında inip durduğu menzil, varlık
huzurunun tamamlayıcısı, kerem ve cömertlik nispetlerinin madeni, remzle-rin ve
sembollerin hazinesi ve imkan ve
cevaz denizinin sahili
sağlam aklı berzah
aleminde, yüksek fikirlerle,
ulu ve görkemli zikirlerle muhkemleştiren Allah'a
hamdolsun. Açık ve kapalı hamd ile O'na hamd etmiştir; bildiği ve benim de
bildiğim gibi. Allah'ın salatı işaretlenmiş, alametlenmiş ridanın üzerine
olsun. Ki en kadim giysiye bürünmeye razı olmuştur. Onun tertemiz ehlibeytinin
de üzerine olsun. Üçüncü tılsım menzillerinden gelen bir nüzuldür bu. Ve bu on
üç menzilden biridir.
Cafer Sadık'ın -Allah'ın
selamı üzerine olsun-
öğrencisi anlatıyor: Efendim
Mevlam Cafer'e sordum: Neden
tılsıma tılsım adı
verilmiştir? Buyurdu ki:
Çevirmesinden dolayı. Yani tılsım
vekil kılındığı şeye
musallat olur. "Heyakil" kitabımızda
tılsımı eksiksiz bir şekilde
açıkladık. İnşallah bu
eserimize müracaat edilsin.
Bu da mutlak
vahdaniyet huzurundan kaynaklanmaktadır. Ki ikincisi olmayan birin bunun
oluşumuna taalluk etmesi söz konusu değildir.
Ama taalluk ettiği
için oluşu kabul
eden tevhid huzuru
"Futuhati'l Mekkiyye" adlı eserin bir bölümünü oluşturan
"Kitabu'l Huruf'ta zikredilmiştir ve bu kitap da onun bir parçasıdır.
İnşallah adı geçen eserimize bakılsın.
Şimdi Allah'ın ismini andıktan sonra şunu söylüyoruz:
Uluhiyet huzuru mutlak tenzihi gerektirir.
Uluhiyetin zatının gerektirdiği
mutlak tenzihin anlamını
ise yoktan varedilmiş, yaratılmış kevn
bilmez. Çünkü kevnin
kendisinden olan her
tenzih onun içindir,
yani kevnlere döner. Nitekim
"kendimi tenzih ederim"
diyen de bu
yüzden demiştir. Çünkü tenzih neticede O'na döner ve mutlak
tenzihe de ihtiyacı yoktur. Bu nüzullerde uluhiyetin çok tecellileri
vardır. Eğer bu
tecellileri burada açıklamaya
kalkarsak çok uzun
bir işe girişmiş oluruz.
Bu yüzden yüz
küsur tecelliyi veya
bundan biraz fazlasını
zikretmekle yetiniyoruz. Bunda da ima ve özet esaslı bir üslubu kullanacağız,
açıklama ve uzun uzun anlatma
yolunu tutmayacağız. Çünkü
evren fehvanilik ve
huzur kelimesi açısından tecellileri taşıyor
değildir. Aksine tecelli
ve müşahede açısından
taşıyor. Ya niyabet
ve tercüme açısından nasıl
olur! öte yandan, ululuk,
azamet ve kerem
vasıflarına sahip Rahman ismiyle
rububiyet arşına istiva
etmenin aracı olan
kuşatıcı rahmet, cömertlik olarak bütün
mümkün nitelikli varlıkları
kaplamış, mümkün nitelikli
varlıkların-aynlerini; mutlusunu, bedbahtını, kazançlısını, ziyan
edenini ortaya çıkarmıştır. Her grubu ana yolunun üzerine koymuştur ve her grub
için izlediği yolun sonuna bir amaç yerleştirmiştir. Yüce Allah bizi,
kendisinin gayesi olduğu yola iletsin. Bizi maddenin zulmünden, cisimlerle
kayıtlı nefislerin arzularının hilelerinden beri kılsın. Ne güzel kafiledir,
rahmanın kafilesi. Ne mutlu onlara! Ne mutlu onlara ve güzel akıbetlerine!
1- Sır
Yolundan İşaret Tecellisi
Bil ki: İşaret edilen feleğe, bir mevcut olduğu için değil,
bir şeyi taşıdığı işaret edilir. Dolayısıyla
işaret taşınanadır, ona
değil. Bu fehvani
yasanın bir kısmıdır.
Sureti, bu makamda şekil yoluyla
üçgen suretidir. Özellikle temessül alemi olan berzah alemine nüzul ettiğinde
bu surette olur. Tıpkı ilmin süt suretinde nüzul etmesi gibi. Bu üçgen suretin
bir köşesi Allah ile
mahlukatının arasındaki
münasebetin kaldırılmasını ifade
eder. İkinci köşesi keşfin ve
nazarın idrak ettiklerinin karıştırılmasının ortadan kalkmasını ifade eder ve
bu azamet bablarından
biridir. Üçüncü köşesi,
fiil, söz ve
inanç hususunda kurtuluş mahalline ulaştıran mutluluk yolunu
açıklar. Bu üçgenin kenarları temsil huzurunda eşittir.
Birinci kenar, bir münasebeti ifade eder ki, bununla Allah
ile kul arasında bilme (marifet) gerçekleşir. Bu sahneyi müşahede eden bir
kimse Allah'ın bizi bilmesini bilir. Yani O'nun bize taalluk etmesinin
keyfiyetini ve bizim O'nu bilmemizi ve O'ndan ne bildiğimizi öğrenir.
Çünkü bizim O'nu bilmemiz bir cüzdür ve taallukunun
"yok" gibi olması doğru olmaz. Diğer kenar nur kenarıdır ve sana bu
feleği gösterir. Bu sayede senin derecene ne yazıldığını, senin
derecende insanın mutlu
eden nelerin bulunduğunu
görürsün. Üçüncü kenar sana bazı
şeyler verir ki, onlarla takdir kapsamındaki hadiselerden, devirlerin akışı
içinde belirginleşen olaylardan ve
tabiatların doğurduğu, neticelerden
sakınırsın, böylece korunmuş
olursun. Bu sahneyi eksiksiz bir şekilde gözlemleyip kavradığın zaman, anlarsın
ki felek sensin, sensin dosdoğru yol, sensin kendi içinde ve kendine doğru yol
alan salik.
Sen gayesin; matlubun
sensin, yokluğun ve
yolunda gidişin sana
yöneliktir.
Ezildikten,silindikten, hak ile tahukkuk ettikten ve doğruluk makamında
belirginleştikten sonra sadece kendini gözlemlersin. İdraki idrak etmekten aciz
olmak idraktir.
2- Göz
Aydınlığı Veren MakamdaTenezzüh Niteliklerinin Tecellisi
Bil ki: Bu
ilk tecelliden kaybolduğun
ve perdeler indirildiği
zaman hikmet esaslı
bir ilahi tertip olarak
bu diğer tecellide
belirirsin. Burada aklın
düşüncesi itibariyle hiçbir etkinliği yoktur. Bilakis bu, keşfi
bir kabul, zevk mahiyetli bir sahnedir. Ona nail olanlar nail olmuştur. Kul,
zatı mukaddes ve
hükümlerinin anlamlarının münezzeh
olmuş olarak burada kaim olur.
Fehvanilik ona aşık olur. Bu ilgi mahiyetinde bir aşık olmadır. Ve etkileri
de üzerinde görünür.
Bunun neticesinde kul,
Musevi görünümde Muhammedi
yolu izler.
Hep en yüce ufka bakar. Derken aşağı tabakalardan ona
seslenilir: En yüce ufka bakarken sınırdan uzak dur. Çünkü ben oradan ve
buradan sana sesleneceğim. Seslendiğim zaman dağın paramparça
olur, bedenin kendinden
geçer. Yakin müşahedesiyle
yakınlaşma mahalline gidenler içinde övülürsün. Sana armağanlar verilir,
hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insan kalbinin
düşünmediği güzellikler hediye edilir sana.
Sonra en göz alıcı, en kutsal istivanın yanındaki en yüce
ufukta bulunan en yüce, en parlak manzara döndürülürsün. Senin garib bedeninin
özünden yoksulluk ve ihtiyaç alemi gelir
sana. Sevgilinin armağanlarından kendi
paylarına düşeni isterler.
İstediklerini iştiyakları ve susuzlukları
oranında ver. Israrla
istemelerine aldırış etme.
Çünkü ısrar, nefsani bir
yetenek ve eğitimle
elde edilen bir
güçtür. Ama sen
onların zatlarına, hiçbir perde ve hicabın önünü kapatamadığı
gözle bak. Onlardan keşfettiğin özellikler oranında bu armağanları aralarında
paylaştır. Zatı düzgün olana, bağışta cömert davran. Sana karşı
büyüklenen, kibirlenen kimseye
karşı en ağır
hareket eden binek
gibi ol. Kibirlense, büyüklense de zatının
gerektirdiği şeyden onu yoksun bırakma. Çünkü bü-yüklenmesi arızi bir haldir;
çok kısa bir zaman sonra örtü kalkar, rüzgarlar hevaları önlerine katıp
götürür.
Geride sadece halis din kalır. Böyle olunca da yaptığın
bağıştan dolayı övülürsün. Rızıklar manevi ve maddi olanlarıyla, kulların
ellerinde bulunan emanetlerdir. Emaneti sahibine ver; sorumluluğundan kurtulursun.
Eğer bunu yapmazsan
çok zulmeden, çok
cahil birisin.
Doğru yolu ancak Allah gösterir.
3-
Yakini İmana Sahip Olanlara İnen Gayp İnişleri Niteliklerinin Tecellisi
Bu önceki tecelliden sonra, senin için şu diğer tecelli
hasıl olur. Bu tecelli aracılığıyla bütün has ve yakın velilerin ve
diğerlerinin kaynaklarını, hikmet ve hüküm nitelikli yasaların
kaynaklarını, Hakkın bunlara
sirayet edişini, yalanın
bunlardan uzaklaştırılışını
seyredersin. Sonra senin
yeteneğine özgü olan
ve başka hiç
kimsenin ortaklığının söz konusu
olmadığı şey verilir
sana. Bu tecellide
hastalanırsın, ardından ölürsün, hasredilirsin, yeniden
diriltilirsin, sorguya çekilirsin,
tabiatının cehenneminin üzerine sıratın kurulur, mizanın
adaletinin kubbesine konur,
amellerin huzura getirilir;
rabbinle olan huzurun oranında
ölü ve diri
suretler halinde. Bu
tecelli de ölü
olanlara bir ruh üfleyemezsin. Çünkü
bu tecelli ahiret
yurdunun bir misalidir.
Mutlak olarak senin
kendi ellerinle işlediklerinden oluşan
kitabın verilir sana.
Önceden yapıp işlediğin
amellerini orada görürsün. Bunun
üzerine kuşku ve karışıklık kalkar, yerini yakin, kesin inanç alır.
Nitekim şöyle buyurmuştur: "Va'bud rabbeke hatta
ye'tike'l yakin / Ve sana yakin gelinceye kadar
rabbine ibadet et."
(Hicr,99) Bu ve
benzeri şeyleri gözlemlemen, küçük
kıyamet mahiyetindedir. Bu tecelli de Hak taala sana bir örnek olarak
bunları gösterdi. Senin için bir mutluluk ve inayet göstergesi olarak. Ya da
bundan sonra sapacak olursan, bir
bedbahtlık vesilesi olarak. Eğer saparsan O'nun bir bilgiye dayalı olarak
saptırdıklarından biri olursun.
Nitekim yüce Allah
şöyle buyurmuştur: "Ve
ma kanellahu liyudiüe
kavmen ba'de iz hedahum
hatta yubeyyine lehum
ma yette-kun I
Allah bir topluluğu
doğru yola ilettikten sonra, sakınacakları
şeyleri kendilerine açıklayıncaya
kadar onları saptıracak
değildir." (Tevbe,115) Şu halde müşahede ettiğini tanı, bil. Senin
önüne indirilen gaiplerin letaifi ve sırlarıyla, bu
nurun inişleriyle perdelenme,
madde alemine ve
yükümlülük yurduna dönüşünden
sonra bunları muameleler suretinde tahakkuk ettirmekten geri kalma. Çünkü Hak
bunları misal olarak sana göstermiştir ki ölümden sonra bizzat gözlemleyesin.
Allah sana mühlet vermiş,
yükselme ve amelleri
kabullenme yurduna geri
döndürmekle sana minnet etmiştir,
ki bu ölü surete ruh üfleye-sin, hayat elbisesi giydiresin. O da yarın elinden
tutup kalıcı mutluluk
yurduna götürecektir, "/e
innehu hayrım mustekarren
ve ahsenu makilen / Kalacakları yer
çok huzurlu ve dinlenecekleri yer pek güzeldir." (Furkan,24)
4- Cem
ve Varlık Aynından İşaret Tecellisi
Bu tecellide senin
için Hz. Muhammed'in
(s.a.v.) hakikati hazır
edilir. Allah ile konuşma
huzurunda seyredilir. Edebini takın ve bu konuşmada Ona ilka edilenlere kulak
ver. O zaman marifetin
en yücesine erişme
imkanına kavuşursun. Çünkü bu,
Hz. Muhammed'e (s.a.v.) yönelik
hitabıdır, sana yönelik
hitabı değildir. Çünkü O’nun
(s.a.v.) kabul istidadı daha şerefli
ve daha yücedir. O
halde sahneyi seyrederken
kulak ver. Bu rububiyet huzurunda veliler ayrışıp
belirginleşirler, hidayet yoluyla en aşağı cemiyetten en yüce ve daha yüce
cemiyete, yakınlık makamına ve en göz alıcı seviyeye, yüce huzura, en üstün
mahalle ulaşırlar. Ki orada görülenler anlatılamaz. Bu tecelliden döndüğün
zaman, hicap bakımından inniyet (varlık ve hüviyet) tecellisinde bulursun
kendini.
5-
Hicap ve Perde Bakımından İnniyet (varlık ve hüviyet) Tecellisi
Bu tecellide de seninle birlikte Hz. Muhammed'in (s.a.v.) hakikati
hazır kılınır. Bir veli için
gerçekleşen bir tecellide
onunla birlikte peygamber
veya peygamber olmayan
daha büyük bir veli hazır kılındığı zaman, bu huzurdaki söz mutlaka en
büyük olana yöneltilir, öbürü ise dinleyici konumunda kalır. Aslında bu o kula
yönelik ilahi bir inayettir. Şu halde bu konuşmada gizli sırlara ve böyle bir
tecellide hazır bulunmayan kimseler için alametleri belirginleşmeyen gaiplere
kulak versin. Bu
huzurda bilirsin ki, Allah'ın
bazı emin kulları vardır; kendilerine
has eminlikleri hükmünce kendilerine
sunulan letaiften sırları kendileri için açığa
vursunlar diye kıtır
kıtır doğrasan, yine
de kendileriyle birlikte
gönderilen bu sırlardan hiçbir
şeyi açığa vurmazlar.
Çünkü gizleme olgusunu
tahakkuk ettirmişlerdir.
Bunun bir bela olduğunu, kendilerinde olan şeyi dışa
vurmaları için uğratıldıkları bir sınav olduğunu bilirler:
"Vela ye'menu mekrellahi
illa'l kavmu'l hasirun
/ Ziyana uğrayan topluluktan başkası
Allah'ın mühlet vermesinden
emin olamaz." (Araf,99)
Kendilerinden dahi gizledikleri bu sırları başkalarına hiç açarlar mı!
Onlar kendilerine emredildiği gibi bu sırları
varlıklarına dönüştürürler ve
alametleri ahiret yurdunda belirginleşir.
Bu alametler aracılığıyla diğer
mahlukattan ayrılırlar. Ahiret
yurdunda gizli ve
güvenilir iyiler olarak bilinirler. Dünyada
ne çok bilinmeden
kalırlar! Bizim tarikatımızın
mensupları içinde kınananlar konumundadırlar. Gaybe
iman onları başkalarından
müstağni kılmıştır.
Varlıklardan varlıklar aracılığıyla gizlenirler. Onların
ayakları, tahkikinin şevki uyarınca her yola eşit düzeyde basar. Onlar batında gavs
(yardım eden), zahirde ise (mugas) yardım görenlerdir. Eğer
bu tecellide onları müşahede
edersen sen de onlardansın. Eğer
onları müşahede etmezsen, kendine döndüğünde korunursan, şüphesiz sen
iddialar meydanında dolaşacaksın.
Eğer bu iddialarda hak üzere isen, doğruluk ayakları
üzerinde dikilmişsen
bildiklerinle mutlu yaşar,
mutlu ölürsün. Yok
eğer yüz üstü
bırakılırsan, korunmazsan, gizlilik
sırları sana verildiği halde makamı sana verilmemişse, bu sırları açığa
vurursun. O zaman eminlik övgüsünden yoksun kalırsın. Üzerine hıyanet elbisesi
giydirilir. Senin için: Ne kafir! Ne
cahil! denir. Söylenen
gerçeğin ta kendisidir
ve sana nispet
edilen nitelik kesinlik ifade
eder. çünkü sen
iman yurdunda iki
kusur işledin. Bu
yüzden seni tekfir ederler. Senin
cehaletin de işlediğin
fiilin aynısıdır. Dolayısıyla günah işlerken
hakkı dile getirirler.
6-
İdrak Edilenleri Kevni İdrak Edicilerinden Alma Tecellisi
Bu tecellide de
Muhammedi hakikat hazır
bulunur ve Hamid
isminin tecellisidir. Kendileri
için gerekli olan tasarruflar esnasında gözlerin ve bütün idrak edilenlerin
yanında ve de bu
makamda ilahî mühür
elinde olan isim,
bu ismin bu
mührü varlıkta kullanma keyfiyeti; nübüvveti,
risaleti ve velayeti
mühürlemesi, sonlandırması müşahede
edilir. Ki bununla itina
gösterilen kalplerin üzerine mühür vurulur, hakkın şuhudundan sonra hiçbir varlık
tahakküm etme ve sahip olma hükmüyle oraya giremez. Ancak hizmet etme ve emir hükmüyle
girebilir, ardından da çıkar. Bu makamdan sonra düşüncenin bir cariyenin veya başka bir
şeyin sevgisine taalluk
etmesi gibi durumlara
gelince, bu tabiatın
hükmüyle gerçekleşir,
üzerine mühür vurulan
hakkın evi ve
doğruluğun oturağı olan
rabbani sır hükmüyle değil.
Nebilerin (s.a.v.) sevgilerinin
kaynağı burasıdır. Mutlak
olarak kainattaki tüm sevgilerin
de kaynağı budur. Ne var ki, genelin sırları inayet mührüyle mühürlenmemiş olsa da
bundan başkasıyla mühürlenmişlerdir. Dolayısıyla
onların sırları karanlıkta
ve körlüktedir. Çünkü yüzleri tabiata dönüktür ve tabiat da en büyük
karanlıktır. Mahlukattaki sevgi de yukarı
ve aşağı varlıklara
yönelik olması itibariyle
de aslı üzeredir.
Ama Allah sevgisi bu
kapsama girmez. Ama
o bu kapsama
girer. Ne var
ki insanların büyük çoğunluğu bunları birbirinden ayıramaz.
Şu halde bizim Allah'a yönelik sevgimiz de ihsan açısından geçerlidir. Yani
doğamızdan kaynaklanır. Bizim tabiat karanlığından münezzeh sevgimiz, hakka
nispet edildiği oranda
bize de nispet
edilir. O'nun sevgisi
ise böyle olmadığı gibi, ona
meyledilmez de. Bu tecelli sana sevgi ile ilgili bu iki hükmün hakikatini öğretecektir.
7-
Hallerin Farklılığı Tecellisi
İnanılan surette gerçekleşmeyen tecelli
budur. Bu yüzden
tecelli mertebeleri ve menzilleri hakkında bilgisi olmayanlar
bunu inkar ederler. Şu halde rezil
olmaktan sakın. Çünkü inançların suretlerinde
değişim meydana geldiğinde
inkar edilmesi gerektiğini söylediğin şeyi
bildiğini ikrar etmek
durumunda kalırsın. Bu hakikat münafıkların nifaklarına, riyakarların
riyalarına ve bu
kategorideki başka zümrelerin
hastalıklı anlayışlarına devam etmelerinin nedenidir.
8-
Karıştırma Tecellisi
Bu tecellide
insan tuzağın ve
hilenin inceliklerini ve sebeplerini,
bu tuzak ve
hileye düşenin nereden düştüğünü öğrenir. Ayrıca insanın onu sahip
olduğu vasıflarla tasavvur ettiğini
de öğrenir. Şu halde
kendisini Allah'tan alıkoyan, perdeleyen
şeylerden sakınsın. "Kendimi tenzih
ederim=subhani"
diyen de bu
tecelliden söylemiştir bu
sözü. Hz. Peygamber (s.a.v.)
de bu tecelli bağlamında
"Size geri dönecek
olan yine sizin amellerinizdir" buyurmuştur.
Karıştırma suretine gelince,
bununla insanın, amellerinin
ve fiillerinin kendi aleyhine yaratılmadıklarını, aksine bir süreliğine
ortaya çıkıp sonra yok olan arazlar olduğunu sanması kast edilmiştir. Bu
menzilde duran, bu tecelliyi müşahede eden tuzaktan emin olur ve nasıl tuzak
kurulduğunu öğrenir. Ne var ki, Hz. Peygamberin (s.a.v.) "savaş
hiledir." Sözü gibi ya da iki adamın arasını bulmak gibi ve İbrahim
Peygamberin eşi için "o benim
kız kardeşimdir" demesi
gibi hile ve
yalanı gerektiren menzilleri
tahsil edinceye kadar geçerlidir bu. Yalan ve hilenin mubah olduğu bu
mertebelerden çıkış için başka
yollar var. Bu
yollardan söz konusu
mertebelerden çıkar ve
bu vasıfla belirginleşmez artık.
Ayrıca "ve mekerellah
/ Allah da tuzak kurdu"
benzeri sözlere kanmamak gerekir.
Çünkü kendilerine dönen
yine kendi tuzaklarıdır,
tuzaklarının kendi başlarına geçmesi
Allah'ın onlara tuzak
kurmasıdır. Bu tecellide
tahakkuk et ve bu makamdakileri
tahsil edinceye kadar dur.
9-
Hakikatlerin Reddi Tecellisi
Bu tecelli, Haktan
başka maksadı olmayan,
Hakkı da himmetin
taalluk etmesi bakımından talep
eden, kesp veya güzelliğe aşık olmak bakımından talep etmeyen kimse için gerçekleşir.
Bu tecellide hakikatler
ona en güzel
surette, en güzel muamele çerçevesinde ve en latif kabulle görünür. O
zaman şöyle der: Haberiniz olsun! Allah'tan başka her şey batıldır.
Aslında batıl değildir;
fakat bulunduğu makamın
hakimiyeti bu kişiyi
tamamen bürüdüğü için böyle
söylemiştir. Nitekim Hz.
Rasulullah (s.a.v.) "Arapların söylediği
en doğru beyit:
'Haberiniz olsun! Allah'tan başka her şey batıldır'
beytidir" buyurmuştur.
Bütün varlıklar, Allah'tan
başkası olsa da
kendi içinde hiç kuşkusuz
haktır. Ancak varlığı kendi
zatından kaynaklanmayan bir varlık yok hükmündedir, batıldır. Bu durum bazı açılardan
geçerlidir ki, Hak taala bir varlık olarak bu açıdan sair varlıklardan ayrılır.
Bunu derken Hakkın varlığının
zatından olmasını kast
ediyorum. Öte yandan
Hak ile başkası arasında hiçbir açıdan
gerçek olarak bir
ortaklık söz konusu
değildir. Ki bu açı,
bir cinsi kapsayan bir cins olsun
ve de ayırıcı bir bölünmeye ihtiyacı bulunsun. Hakkın zatının cins ve fasıldan
mürekkep olması imkansızdır.
10-
Beraberlik Tecellisi
İnsan bütün varlıkların kapsayıcı bir nüshası olduğu için
her varlıktan bir hakikati de içinde
taşır. İşte bu
hakikat söz konusu
varlığa bakar ve insan ile
o varlık arasındaki münasebet bu
hakikat üzerinden kurulur
ve aradaki ilişkinin zemini
budur. Hak teala
ne zaman seni alemlerden
bir aleme ve
varlıklardan bir varlığa
vakıf kıldıysa bu
varlığa o hakikat diliyle şunu
söyle: "Ben bütünlüğümle seninle beraberim, benim yanımda senden başkası yoktur,
sen doğrusun ve ben bizzat
seninle beraberim, senden
başkasıyla araz olarak
beraberim." O zaman Hak seni seçer, o varlığın gücü dahilindeki bütün
özellikleri ve sırları sana verir. Her varlığa bu şekilde davran. Bu fiile
ancak diri olan ve Hak tealanın kullarıyla
beraberliğinden ibaret bulunan
bu tecelliye elde
eden kimse güç
yetirebilir.
Nitekim yüce Allah
şöyle buyurmuştur: "Ve
huve meakum eynema
kuntum / Nerede olsanız, O sizinle beraberdir." (Hadid,4)
Bu beraberlikte tecelli
ettiği zaman, sana anlattığım hususlarda nasıl tasarruf
ettiğini öğrenirsin.
11- Mücadele Tecellisi
Eğer senin için
keşfin vaki olmasını
sağlayan bir tecelli
gerçekleşir ve ayağın
bu tecellinin sergisine basar
da sana "geri
dön" denilirse, dönme
ve şöyle de:
Eğer O'na döneceksem, Onsuz
bir makam yoktur.
Böyle iken niçin
bana "geri dön"
deniliyor? Bu huzur da
O'na giden bir
yoldur. Şu halde
bırak bu yolda
yürüyeyim. Eğer O'ndan başkasına dönecek
olsam, bu konuma
hükmetmez ve zatın
hükmüyle ilgili bu
tecelliyi bilmezdim. Beni O'nun
sergisine sok, ki
yanında ne olduğunu
göreyim. Bunu söylediğin zaman ilerlersin
ve geri dönmekten
korunursun. Eğer sana
"sen bu tecellilerde
yalnızca amellerinin meyvelerini devşirirsin. Ve sen bunu gerektiren amel
işlemekteydin" denilirse, "bu
doğrudur" de, peki
çok bağışlayan Gafur,
ihsan sahibi Rahim
nerede? Nerede "ben kulumun benimle
ilgili zannının yanı
başındayım." diyen? Ben
hayırdan başka bir
zan beslemedim ki. Bu tavırla büyük menfaatler sağlanır.
12-
Fıtrat Tecellisi
Bil ki, insan
yaratılışının başından itibaren
hidayete sahip kılınmıştır.
Bu, Allah'ın onun ve
diğer tüm insanların
yaratılışlarına esas kıldığı
fıtrattır. Aynı şekilde
bu, ruhlar aleminde Adem'in
zürriyetinden alınan misaktır da. İnsan bu hidayete tabiatının gerektirdiği bir
cihetten sahip olmuş değildir. Yani insan tabiatı gereği hidayetten kaçtığı
halde bu cihet onun hidayete aşkla
bağlanmasını gerektirmiş, sapmak
ise, insanın başlangıçta
sahip olmadığı bir şeydi de Şeytan buna sahip olmasını sağlamış, sapma da insanın tabiatına uygundur,
mizacıyla uyuşmaktadır, dolayısıyla sapmaya nefsani bir aşkla bağlanmaktadır, gibi
bir durum söz konusu değildir. Sebebine gelince; insan aslı itibariyle rabbani
bir varlıktır ve sınırlandırılmamıştır. Hidayet
ise sınırlandırma demektir.
Sapma ise sınırlandırılmanın kalkması
ve insanın rububiyetinin ortaya
çıkması demektir. Bu yüzden
Allah, mutluluk perdesiyle
onu masum, korunmuş
kılmamıştır. Ki buna
da bedbahtlıkla sahip olmaktadır,
çünkü dünya yurdunda bulunduğu
sırada tabiatına uygun düşmektedir.
Ve çünkü mutluluk
da insanın tabiatına
uygundur; ancak sonraki
bir aşamada. Bu yüzden insan ona
kavuşmak için acele eder.
Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"men kane yuridu'l
acilete / Her
kim bu çarçabuk geçeni isterse." (İsra,18)
İşte bu tecelli hasıl olduğunda onda gerçek anlamda sebat et. Bu seni fıtrat ve mutluluk üzere
sabitleştirir.
13-
Varlık Sirayeti Tecellisi
Emrin sırrı varlığa
sirayet etti, ışığın
havaya sirayet etmesi gibi.
Bunun neticesinde faal illetler, sebepler ve hükümler ortaya çıktı ve
her varlık hakikatinden, etkilenirliğinden ve
malulluğundan kayboldu da
"ben" dedi. Varlıklar
kibirlendi, birbirlerine karşı
büyüklük başladı. Derken kendisine
büyüklük taşlanılan, benzerlerine
ve malullerine büyüklük taslayanın kibriyle kendisine
büyüklük taslamasında uzaklaşıp kayboldu. Böylece alemde büyüklük zuhur etti,
ama O'nun tazimi zuhur etmedi. Gerçek zuhur gerçek büyüklü ğe sahip olanındı. O
da Aziz ve her şeyi bilen yüce Allah'tır.
14-
Büyük Rahmet Tecellisi
Rahmet varlık (ya
da cömertlik) pınarından
yayıldı. Eşya huzur
kelimesi olan fehvanilik
kelimesiyle varlıkta zuhur etti. Eğer o olmasaydı mümkün nitelikli varlıklar
varlık alemine çıkış emrine boyun eğmeyecekti. Ancak aşk onları çıkardı ve
nesnelerini gözler önüne serdi. Bunun
kaynağı "kun=ol" dediğimiz
huzur kelimesiydi. Eşya
ortaya çıkınca, uğruna varlık
alemine çıktığı sevgili
görmeyi istedi. Ama buna bir
yol bulamadı. Önüne izzet perdesi gerilmişti. Bu yüzden
kendisinden başka bir şey göremiyordu, bundan dolayı kederlendi. Şöyle dedi:
Oluşumu müşahede etmekten kaçtım, sadece O'nu istedim. Çünkü kendi sevgimde
kendime zuhur edişim, O'nun ilminde, gözüme zuhur etmeyeceğim şekilde O'nu müşahede
edişimden uzaklaşıp kaybolmam
demektir. Şu halde
tecelli yoktur ve dönüşüm
yokluğadır. Dolayısıyla O'nun
ilmi kapsamındaki varlığım
açısından O'nu müşahede edişim,
kendi oluşumu müşahede
edişimden daha iyidir.
Bu yüzden benim vatanım kaynağın tek ve oluşun yok
olduğu yerdir.
Bana bakanın yabancısı
olduğu oluş göründüğünde
Binek develeri gibi,
yurtların özlemiyle inledim, ağladım.
15-
Kalpleri Bürüyen Rahmet Tecellisi
Rahmet kalpleri bürüdü, basiretlerin gözü açıldı ve daha
önce kendisine görünmeyen şeyleri
idrak eder oldu.
Ki gaybin, münezzehin
ve gözalıcı heybetin
huzuruna varit olan görme organıdır. Bu tecelliyle bilir ki,
Allah onu, kör kıldığı diğer tüm kalpler içinde özel bir konuma sahip
kılmıştır. Ki Allah karanlığını ona göstermiştir. Ona, kör olarak sadır olmuş,
başı önde, aşağıların
aşağısına düşmüş olarak
bakar. "Ve lakin
te'ma'l kulubu'iletti fi's sudur / Fakat göğüslerdeki kalpler kör
olur." (Hac,46) Çünkü göz bakışının kayıtlandırdığı her şey,
ihtiva edilmiştir, mekan
kaydıyla
sınırlandırılmıştır.
"Fi zulumatin ba'duha
favka ba'din iza ahrace yedehu lem yeked yeraha. Ve men lem yec'alillahu
nuren min ndihi fema lehu min nur
/ Birbiri üstüne
karanlıklar...insan, elini çıkarıp
uzatsa, neredeyse onu
dahi göremez. Bir kimseye
Allah nur vermemişse,
artık o kimsenin
aydınlıktan nasibi yoktur."
(Nur,40) kendisinden kaynaklanan bir nura sahip olması mümkün değildir.
16-
Cömertlik Tecellisi
Varlık aleme
yayıldı. Bütün varlıkların
objeleri, zevali olmayacak şekilde
sabit oldu.
İyilik, kendisine elverişli mahalde yayıldı. Her şey iyi
oldu, iyileştirdi. Boyunlara hükmedildi, iddialar ehil
olanlar arasında ortaya
çıktı. Zenginler sahip
oldukları şeyler hususunda yoksullara karşı cömert davrandı.
Yoksullar da zenginlerden kabul etmek suretiyle onlara karşı cömert
davrandı. Her iki
grup da nimete
kavuştu. Yoksulun zahiri
ıslah olurken zenginin de
kalbi ıslah oldu. Her kes
nimet içinde devamlıdır
ve müşahedeleriyle mutludur,
dedi.
17-
Adalet ve Karşılık Tecellisi
Adalet yayıldı. Bir
topluluk tabiatın karanlığına
meyletti. Bu onların
cezasıydı. Bir topluluk da
şeriatın nuruna meyletti,
bu da onların
ödülüydü. Le-taiflerinin hakikati açısından şeriatın
nuruna meyledenler, tanınmayan
fertlerdir. İç yönelişlerinin hakikati açısından meyledenler
bahçelerde sevinmektedirler. "Yetufu
aleyhim vildanun muhalledune bi
ekva-bin ve ebarike
ve ke'sin min
main / çevrelerinde
ölümsüz gençler dolaşır; main
çeşmesinden doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehlerle." (Vakıa, 17-18)
18-
İşitme ve Seslenme Tecellisi
Emrin nidası kulakları
deldi. Melodilerin nağmelerini
ve güzel seslerin arzedilişini algıladı. Gurbette-kinin sevgilinin
huzuruna özlem duyup
ağlaması gibi inledi.
Dinledi ve mutlu oldu. Gerçek bir
vecd ile harekete geçti. Vecd ile buldu ve hamdetti. Sırların letaifi ve
marifetlerin ihsanları hasil oldu. Sahnelerin ve konumların lezzetlerini
hissetti. Derken varlığına döndü ve müşahedesi oranında tasarrufta bulundu.
19- Yakıcı Bulutlar Tecellisi
Nurlar ve Karanlıklar kaldırıldı. Ariflerin üzerine kerem
bulutları yükseldi. Yakıcılığının hakimiyeti doğruluk adımını attı da onları
sildi. Bu yüzden onlar bir açıdan onlar değildirler.
Çünkü onun müşahedesi
esnasında herhangi bir
varlığın sübutu söz
konusu olamaz. Ancak varlığının
cömertliği ile sebat
edebilir. Bu yüzden
iki göz birleşse
bütün kevnler yanardı. Biz,
bizi gördüğü yönden
başka bir yönle
gördüğümüz için sabit
olduk ve onu açıkça gördük.
20-
Suretlerde Dönüşme Tecellisi
Maddi suretler yayıldı.
Letaifler çeşitlendi. Kaynaklar
da. Marifetler çeşitlendi, tecelliler de.
Bunun neticesinde beşerin
gözünde suretlerde dönüşmeler
ve değişmeler gerçekleşti. Artık
alamet ve inançtan başka belirginleşme olamaz.
Allah, müşahede edilmekten yücedir, uludur.
21-
Hayret Tecellisi
Aziz ve erişilmez
cenab-ı Hakkı gözler
dahi göremezken basiretlerin
görmesi nasıl mümkün olabilir.
Hak gözleri ve
basiretleri hayrete düşürmüş
ve senden dolayı "hayrete düşüşümüzü artır",
demişlerdir. Çünkü kendilerine tecelli edenden başkasına hayret ediyor
değildirler. Kavranamayacak olanı
kavramayı düşündükleri için hayrete
düşüyorlar.
Dolayısıyla hayrete düşüşün arttırılmasını istemeleri,
tecellinin devam etmesini istemeleri anlamına gelir.
22-
İddia Tecellisi
Hak ilim ve
sırf varlık iddiasında
bulunan kimseye de:
Eğer senin için görünmez (gayb) alem
görünen (şehadet) aleme
dönüşüyorsa sen ilim
sahibisin. Hangi tür
haber verme şeklinde olursa olsun
eğer müşahede ettiğinin
haberlerine sahip olabiliyorsan, bu senin
sağlam ve idrak
eden bir göze
sahip olduğunun ifadesidir.
Bildiğine hükmedebiliyorsan, istediğini somut olarak görebiliyorsan ve
seninle beraber hükmettiğine yönelik olarak cereyan ediyorsa, o zaman sen zıt
kabul etmeyen haksin.
23-
İnsaf Tecellisi
Vuslat ve topluluğu
derleme iddiasında bulunduğun
zaman, korkarım ki
senin toplanman kendinle olsun, onunla olmasın. Böyle olunca da vasıl
oldum dersin, ama hala ayrılıkta olursun. Toplandım (cem oldum) dersen, fakat
firakta bulunursun. Kriter, mihenk ve ölçü budur. Bu makamda nefsini yanıltma.
O, senden beri olduğu yönünde şahitlik eder.
Varlıklar
nefeslerle birlikte meydana
gelirler. Bunları bilmeni senden
talep etmem. Senin yeni ölçün,
önceki nefisleri titreten, sarsılmaz kalpleri zamanı gelmeden kendinden geçiren
kitaptır. Bu kitapta
sana kerem sahibi
melek aracılığıyla büyük
haber iletildi, sohbet arkadaşıyla karşılıklı konuşmadan da
bu haber sana aktarıldı. Ama feleğe dair herhangi bir hareketi ve döngüsel
yakınlık bilinmeden işte senin ölçün budur.
24-
Mertebeleri Bilme Tecellisi
Kalplerin
müşahedesi sevgiliyle, tenzih
mahiyetinde buluşmalarıdır, teşbih mahiyetinde değil. Bu da oluşsuz olur,
çünkü sen o olmuşsundur. Açıkça müşahede etme ise, görme
organı veya niyet
kaydı olmaksızın bakmak
şeklinde olur. Şu halde
göz ve görme ortaklık
sıfatıdır. Gerçi "leyse
ke mislihi şey'un
ve huve'ssemiu'l basir /
O'nun benzeri gibi bir şey yoktur. O işitendir, görendir." (Şura,
11) Kalp sana has bir sıfattır, onu, onun seni gördüğü yerden gözle görürsün.
Bu da onun gözü olur, senin değil. Ama onu seni
müşahede etmediği yerden
kalp ile müşahede
edersin. Bu yüzden
kalbin gördüğü sahne seni baki
kılar, gözün gördüğü sahne senin yakıp yok eder.
25-
Mukabele Tecellisi
Aynan
berraklaştığı, vehminin ve
hayalinin camı kırıldığı
ve sana tecelli
eden her şeyde haktan
başka bir şey
senin geri kalmadığı
zaman, aynanda kendi
zatının huzurundan başka bir şeyle karşılaşmazsın. O zaman kardasın.
Fakat durum sana karışık gelirse, aynanın yüzünü kevnin huzuruna çevir ve şahıslarda değerlendir. Çünkü nefisler
içlerindeki düşünce suretleriyle orada tecelli ederler. O zaman halkın
vicdanları ekseninde konuş ve aldırma. Ta ki vicdanları ekseninde konuştuğun
şeylerin tümü sana verilinceye ve hiç kimsenin de itirazıyla karşılaşmayıncaya
kadar devam et. Deneme sırasında sebat et. Kuşkusuz Hak sana bir imtihan
yöneltecektir. Eğer doğru isen sebat et. Eğer uyuşma esnasında kendinde
bir bozukluk görürsen,
bil ki camını
henüz kırmamışsın, kendi ölçülerini aşmamışsın. Bu takdirde
arınma ve kurtulma için çalış.
26-
Kısmet Tecellisi
Her kulun Allah ile bir hali vardır. Kimi Allah'ı bilir,
kimi bilmez. Ama şekil ve merasim alimleri
O'nu kesinlikle bilemezler.
Çünkü ilimlerini aldıkları
harfler, onlar için
Allah'ı bilmenin önündeki perdeler konumundadır. Onların huzurları bu
mertebedir. Onlar kıyıda olan
kimselerdir. Cömertlik nefhalarm-dan
bir esintiye hasrettirler.
Çünkü kainattaki kaynakları harflerdir. Bildikleri, varlıktan
varlığa yönelik süreci anlamaktan ibarettir. Başta da sonda da
tereddüt içindedirler. Çaba
sarfetmenin ecrini alacak
olsalar da Hakka
vasıl olmaları mümkün değildir.
Ücretle ders vermek de bir tür varlıktır. Bu yüzden varlığın boyunduruğu altında
ve harflerin bağlarıyla
kayıtlı olmaktan kurtulamazlar. Fakat
Allah tarafından bir belge
üzerinde olanlar, istediğini
keşfeder, böylece mutmain
olur, kaderin akışı altında
huzura erer. ibadetini müşahede eder, isyanını müşahede eder. Ne zaman, nasıl,
kime ve nerede isyan ettiğini, nasıl tevbe edip arınacağını bilir. Keşfettiği
her şeyi, akıbetini görmenin verdiği huzurla yerine getirir. Bu hak
aracılığıyla da halktan ayrışır.
27-
Bekleme Tecellisi
Muhakkik yüzünü kainata
taraf çevirdiğinde, bu
esnada hak ona
bazı hikmetler gösterir. Böylece
henüz vakti gelmeyen
bir şeye hükmeder,
kendi keşfine dayalı
olarak değil. Fakat kalbi,
düşüncenin doğru delilini
ve hareketin ayrıcalığını
müşahede eder.
Onun için, hükmedilen
şeyin gerçekleşmesine kadar
beklemek daha iyidir. Çünkü
bu beklemeden gafil olursa,
farkında olmadığı bir
yerden helak olabilir.
Çünkü karıştırma makamındadır. Muhakkik
bu makamdan sakınmalıdır. Elindeki tek ölçü de beklemedir.
28-
Doğruluk Tecellisi
Süluku hak ile, vuslatı hakka ve dönüşü hak ile haktan olan
kimsenin bakışı, hak ile haktan
olmak üzere haktır.
Hakkın irfaniyetinden yardım
bekler. Onun için
bir hüküm çizilmez. Dilinde ve
özünde batıl lisanı geçmez. Halk suretinde hak ve halk ibaresinde hak
konuşmasıdır o.
29- Hazırlanma Tecellisi
Kalpler
hazırlandığında zikirleriyle vasfedilirler
ve perdeleriyle alakalar
kesilir. İki huzur karşı karşıya
gelir. "Allahu nuru's semavati ve'l ard / Allah göklerin ve yerin
nurudur." (Nur,35) ayetinden ilahi huzur nuru parıldar. Bir daha başını
kaldırmayacak şekilde ebed secdesinde
iken kalbin kulluk
nurlarıy-la karşılaşır. Eğer
fani ise kulluk
nuru rububiyet nuruna dere olur.
Şayet baki ise rububiyet nuru kulluk nurunun içine girer. Bir nesnesi, bir
anlamı ve bir ruhu olur. Kulluk nuru, bu nur için görme, lafız ve cisim
mesabesinde olur. Derken kulluk nuru,
rububiyet nuru olan
batınına sirayet eder.
gaipler arasında, bir gaybdan bir gayba intikal eder. Derken
gaipler gaybına varır. İşte bu kalplerin ve intikallerin varacağı son
noktadır. Bu yüce
makama yaraşan armağanların
lütuflarından alıp da getirdiği şeyler sayılmayacak kadar
çoktur.
30-
Himmetlerin Tecellisi
Himmetler bir himmet üzerinde toplanırlar, bir ile birde yok
oluncaya kadar. Geride bir kalır ve bire
şahitlik eder. Bu,
özel kullardan olan
adamların hallerinden biridir.
Bunların göğüsleri açılır ve kendilerine gizli olan şeyleri algılamaya
başlarlar. Ki bunlarda onlar için göz aydınlığı vardır. Takdirin fekle-rinde,
eğer hak ile iseler güneşler olarak, göz ile iseler aylar olarak ve eğer ilimle
iseler yıldızlar olarak yüzerler. Göklerin yarılıp parçalandığı güne kadar gece
ve gündüzün getireceği tüm gelişmeleri bilirler. O gün, güneş olan dürülür, ay
olanın yüzü tutulur,
yıldız olan da söner.
Geride hakkın nurundan
başka nur kalmaz.
Ki vahdaniyet nurudur bu,
o tecelli edince
de hiçbir nur
kalmaz. Nur içinde
bir nur olarak zatından zatına yansır.
31-
İstiva Tecellisi
İzzet Rabbi "Arzıma,
göğüme sığmadım; ama
kulumun kalbine sığdım"
buyurduğu gibi, insani letaif arşına istiva ettiği zaman, bu arş bütün
letaife sahip olur ve onlar üzerinde tasarrufta bulunur. Bir kiralın
memleketinde hükmetmesi gibi hükmeder, bir mal sahibinin malı üzerinde
tasarrufta bulunması gibi tasarrufta bulunur. Haberiniz olsun o Kutuptur.
32-
Velayet Tecellisi
Velayet en uzak felektir. Orada
yüzen kimse muttali
olur, görür. Muttali
olup gören bilir. Bilen bildiği
şeyin suretine dönüşür.
İşte bu meçhul
velidir ki tanınmaz,
tanıtılamaz belirsizliktir. Bir suretle de kayıtlandırılamaz. Ona
ilişkin bir tutum ve davranış da bilinemez.
Her durum için o durumun elbisesine bürünür; ya nimetlerine
ya da zorluklarına. Yemenli biriyle karşılaştığın zaman uğurlu gündür o
gün. Maad kabilesinden biriyle karşılaşsan,
o da iki cennet eder. Feleğindeki tüm
genişliği kapsamış olur.
33-
Karışma Tecellisi
Mizacın yurdu katışık
nütfeye benzer. İrade
ettiği ise bu
ikisinin arasından doğan üründür. Fakat
Hak, bedbaht için
bir yol göstericilik,
mutlu için de
bir yol göstericilik kılmıştır. Bunlara ulaşmak için
de özel şahıslarda bulunan özel bir göz, özel ilahi huzurdan özel bir nur
kılmıştır. Bu gözün önündeki vehimler perdesi kalkınca, bu özel nur cisimlerin
karanlığını bu kevnden
kovunca, gözler bu
nurlar sayesinde bedbahtların
ve iyilerin belirtilerini idrak
ederler. Arındıkları ve halis oldukları için kıyamları çabuk olur.
34-
Ferdaniyet Tecellisi
Allah'ın kainat düzenine
hakim kıldığı bazı
melekleri vardır. Allah'ın
celal ve cemal nuru içinde daimi bir lezzettedirler.
Sürekli müşahede halindedirler. Allah'ın kendilerinden başkalarını da
yarattığını bilmezler. Kendi
zatlarından başka hiçbir
şeyle karşılaşmamışlardır. Bu
duruma en çok
yaraşanlar da Allah'ın
Adem oğullarından yarattığı bazı kullardır. Bunlar Kutbun
hükmünün dışında olan fertlerdir. Ne bilirler ne de bilinirler. Allah gözlerini
kapatmıştır, göremezler. Kevnlerin gaybi hususunda onları perdelemiştir ki
herhangi bir cebine ne koyulduğunu bilmesin. Başkasının cebinde olanı bilmesi
daha yaraşır. Başkasının vicdanı ekseninde
konuşması daha layıktır.
Bütün maddi varlıklar karşısında durduğu
halde neredeyse bunları
ayırt edemeyecektir. Bunun
nedeni bilmemesidir, gafil olması
veya unutması değildi.
Çünkü yüce Allah,
onları vuslat hakikatleriyle tahakkuk
ettirmiştir, onları kendisi
için var etmiştir.
Bu yüzden O'ndan başkasına dair
bir bilgileri yoktur.
O'nu bilirler, O'nun
içinde vardırlar, Onunla
hareket ederler, O'na iştiyak
duyarlar, O'na konuk
olurlar, O'nun önünde
otururlar, O'ndan başkasını tanımazlar.
Bu makamın efendisi
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Siz dünyanızın maslahatını
daha iyi bilirsiniz."
35-
Teslimiyet Tecellisi
Şekil ve ahir
ulemasından müçtehit olanlara
itiraz etmeyin, onları
mutlak olarak perdelenmişler
olarak görmeyin. Çünkü onlar gayblere büyük bir adım atmışlardır, ancak bunu
bilmiyorlar ve bilerek bu adımı atmamışlardır. Bu nedenle, kendi özünde hak
ilimler olsa da zanlara göre hükmederler. Onlarla cehd sahibi veliler
arasındaki fark, özellikle bir hükümde
buluştukları zaman, sadece
yol ve yöntem
ayrılığıdır. Bunların gayesi
keşiftir.
Onların ortaya koyduğu
ve kendi içinde
ilim olan şey,
onlar için ilimdir.
Dolayısıyla bu hüküm çerçevesinde
bilerek Allah'a çağırmış
oluyorlar. Nitekim Kur'an'da
peygamber efendimize şöyle hitap edilmiştir: "Ed'u ilal-lahi ala
basiretin ene ve meni'ttebani / Ben ve bana uyanlar Allah'a bilgiye dayanarak
çağırıyoruz." (Yusuf, 108) Onlar
cehd ehlidir. Örnek
alarak Hz. Peygamberin
(s.a.v.) fiillerine tabi
olmuşlardır. Bu da onları basirete ulaştırmıştır. Ama müçtehitlerin en
son varacağı nokta zann-ı galibe ulaşmaktır.
Aslında ortaya koydukları
şey kendi içinde
ilim olsa da
kendileri açısından zandır. Bu
yüzden bir bilgiye
dayanmadan Allah'a çağırıyorlar.
Dolayısıyla gaipler kapsamında değişmez
bir payları vardır.
Bilmedikleri bir taraftan
inmiş bir şeriatları
da vardır.
36-
İman Nuru Tecellisi
İman dağınık bir nurdur ve İslam nuruyla karışıktır. Çünkü
kendi başına duramaz. Bu yüzden
İslam nuruyla karışmıştır.
Böylece keşif, bizzat
gözlemleme ve mutala
etme ile pekiştirilmiştir. Dolayısıyla
gaiplerden kendi miktarınca
öğrenmiştir. Ta ki ihsan mertebesine ulaşıncaya kadar. Orası
nurların huzurudur.
37-
Ruhların Miraçları Tecellisi
Arınıp
berraklaştığı zaman insanî
ruhlar, ayrı ayrı
veya birlikte yüceler
alemine yücelirler, miraca çıkarlar.
Ayrı ruhaniliklerin görünümlerini seyrederler.
Sen onların baktıkları yerleri
feleklerin ruhlarında ve
bu ruhları döndürüşlerinde görebilirsin.
Sonra devirlerin
hükümleriyle birlikte inerler.
Böylece bir tarafı
inişlerin inceliklerine doğru
salı verilir, yıldızlarının kulların kalplerindeki dökülüş yerlerine
kadar. Derken göğüslerinin ihtiva ettiğini, vicdanlarının kapsadığını ve
hareketlerinin delalet ettiğini öğrenmiş olurlar. Çünkü gaybı bilmenin bir çok
yolu vardır.
38-
Şeriatların Verdiği Tecellisi
Şeriatlar kulların sırlarının miktarınca inerler. Ancak şeriat
gözler olarak iner; her göz de kulların sırlarından bir çoğuna yönelik olur.
Bunlardan bir veya iki göz uykuda kulların sırlarını idrak
edebilir. Gözler birbirlerine
eklendiğinde bu sırları
uyanıkken de idrak edebilirler. Bu idrak, resul ve velinin üzerinde birleştiği üç rükünden
biridir. Gerçekte resulün bunu idrak edişi veli oluşundan ileri geliyor, resul
oluşundan değil. İşte buna velayet denir. Bu yüzden resul ile veli arasında
ortaklık söz konusu olmuştur. Kim bildikleriyle amel ederse, Allah onu
bilmedikleri şeylerin ilmine mirasçı kılar. Allah'tan korkun. Size öğreten
Allah'tır.
39-Had
Tecellisi
Sırlar fena, beka, cem ve fark ile okuyucusuna yönelince
ilahi huzur nuru üzerlerine düşer;
kendi açılarından, zat
açısından değil. Derken
önünde nefisler arzı
aydınlanır.
Hemen oraya yönelir
ve gözünün gördüğünü
bilir. Gaiplerden, sırlardan,
vicdanların gizlediklerinden ve gece ve gündüzde cereyan eden hadiselerden
haber verir.
40-
Zanların Tecellisi
Velinin zanları felakettir. Çünkü haset perdesinin
arkasından ona açılmışlardır. Bunun neticesinde kendinde bir şey bulur, ama
nereden geldiğini bilmez. Makamını bilir ve bunun başkası için olduğunu da
bilir. Onu söyler, böylece başkasının hali oluşur. İşte bu bize göre zandır.
Yine bizden ulular bu makamdan olurlar. Fakat bu onlar için zan değildir.
Aksine yüce Allah, üzerinde
hazır bulunduğu hali
onun diliyle ifade
etmiştir. Hazır olan,
şeyh benim zihnimde olanı söyledi, der. Oysa şeyh onun zihninde olanla
beraber değildir. Hatta "bu şahsın kalbinde ne var?" diye şeyhe
sorulsa bilemeyecektir. Bu makam Ebu's Suud el-Bağdadi'ye soruldu. Şu cevabı
verdi: Allah'ın kullarından bazıları vardır ki, zihinde olanları söylerler,
oysa zihinde olanlarla birlikte değildirler." Zan sahibi ise, tereddütsüz kendinde gördüğü sükunet
olmazsa, bunu söylemeyecektir. Bu
veliler için bir
acizlik makamıdır, burada sınırlandırılmışlardır. Bir
de onların zihinlerini
düşünün! Buradan inmeden
önce
takdirlerle karşılaşma makamına intikam ederler. Ama iniş
esnasında yavaşlıkları söz konusudur. Takdir semada döner durur. Ay feleğinin
yere varıncaya kadar konkavı üç senelik mesafedir. Bu sürenin sonunda takdir
iner ve veliler, anlayışın anlaşılması adını verdikleri bir hal ile bilirler.
Anlayışın anlaşılmasının anlamı, öncelikle amelleri anlamları ile ilgilidir.
Sonra bu amellerden
birinin gücüyle bunu
tafsilatlandırırlar. İşte bu
güç, anlayışın anlaşılmasıdır.
41-
Murakebe Tecellisi
Emir ve nehye
uymak, sırrı murakebe
etmeyi sürdürmek, senin
bu bilgiye muttali olman
demektir ve makamının
da gerektirdiği bir
durumdur. Bir kimse
bu halden makamının
gerektirmediği bir şey görürse, bunun başkası için olduğunu bilir. Bu üç rüknün
bulunması kaçınılmazdır. Çünkü kevnin
gaiplerinin tecellilerinin başlangıcını
bunlar oluşturur.
42- Kudret Tecellisi
İrade, berzahlardan bir berzahta ilahi cömertlikle muamele
etme türünden şartlarını koruyarak
uzaklık olarak yoğunlaştığı zaman sahibiyle bir tür gayb mahiyetinde konuşur.
43-
Kalp Tecellisi
Cehalet, zıtlarm aynı
nokta üzerinde çarpışarak birbirlerini
engellemesinden kaynaklanan
bir durma halidir.
Bu halin sahibi
ebedi bir karanlık
içindedir. Bu kişi
ilim sahibi değildir. Şüphe, doğru bir adım olmaksızın bir amele başlama
halidir. Kişi bu halde iken halkın üzerinde bulunduğu şeyin zahirine tabi olur.
Belki hak üzeredirler diye onlara uyar. Bu arada hem kendi nefsini itham eder
hem halkı. Fakat genelde kendi nefsini kınar.
Zan ise, değişme halidir. Çünkü zan sahibi kalp gözüyle bakar.
Kalbinse hiçbir halde sebat etmesi söz konusu değildir. Kalp çok hızlı değişir.
Kalbe kalp denilmesinin sebebi bu değişkenliğidir. İlim ise doğruluk halidir.
Çünkü hakkın gözüyle bakar. Hakkın gözüyle baktığı için de isabet eder, yanılmaz.
44-
Neş'et Tecellisi
Beden en güzel tertibe ve en latif mizaca sahip olarak
şekillendiği ve gözleri kör eden o
karanlıktan arındığı, sonra
beliren varlığın yanı
başındaki ruhul kuddüsten
bir nefha kendisine yöneldiği
zaman, bu eşyada bilgi ve doğruluk gerektirir. Bu genelde sözlerinde doğruluk karakterine
sahip kılınmış kişi için bir arınmadır. Daha
doğrusu çocukluğundan beri
gördüğü şeye göre konuşur ve yanılmaz. Yanılırsa da arazla ilgili olarak
yanılır. Çünkü kendi içinde bulduğunu
terk eder ve
dışarıdan edindiğini esas alır.
Bazen gördüğü veya işittiği
şey batıl olabilir.
Gördüğü ve ya
işittiği bu şeyin
bir suretinin kendi
içine nakşedildiğini görür ve bunu dile getirir. İşte tehlike budur,
başka değil.
Bu erdemli cibilliyete riyazetler ve
cehtler, en şerefli
mahalle ve en kutsal makama yükselme çabası
eklendiğinde, bu cüzi
ruh küllisinin bütününe
yükselir. Oradan bütün alemin suretinin ötesindeki gaipleri,
oradaki külli nefsin kuvveti ve mertebeleriyle seyreder, alemdeki her şeye
zaman ve mekan olarak tahsis edilenleri gözlemler. Bütün bunlar bir tek ilimle
ve bir tek fıtratla olur. Derken kevnin tafsili mahalline iner ve işaretler
aracılığıyla onu tanır, bilir. Bu hale sahip olanlar bir takım fertlerdir ki
yüce Allah önceden öngördüğü ezeli inayetiyle bu niteliklere sahip olarak
onları yaratmıştır. Kahinler de bu türden varlıklardır.
Şu kadarı var
ki, onlar bu
mübarek varoluşa riyazeti
ve üstün meziyetlerle
bezenmeyi eklemediler. Bu yüzden düşünceleri genellikle isabetli iken
nadir hükümlerde hata ederler.
Bu tür bir
varoluşa sahip kimseler,
çok zaman ruhanileri
görürler ve bu
münasebet üzerinde
düşünürler. Kuşkusuz bu
asli bir letafettir.
Güçleri oranında bu
meziyetten yararlanırlar. Ancak ilahi izzet katından mahrum olurlar.
Burası sadece Allah'ın kullarından velilere özgüdür. Kutlu olsun onlara.
45-
Düşünce Tecellisi
İlk akla gelen şeylerin tümü rabbanidir ve bunları söyleyen
kimse kesinlikle yanılmaz. Ancak ilk varoluş vaktinden sonraki ikinci derecedeki
bir vakitte arazlar bunlara musallat olabilir. Bir kimse ilk düşünceleri bilme
yeteneğine sahip kılınmışsa, buna rağmen ahlaki bir arınma meziyetinden yoksun
ise gaipleri bilme hususunda nasipsizdir. Onun kendisiyle ilgili olarak
söylediklerine güvenilmez.
46- Görme Tecellisi
Kul beşeri kirlerden
arındığı, nefsani tortulardan
temizlendiği zaman Hak
taala üzerine doğar. Bu doğuşta ona aracısız gaybi bilme yeteneğinden
dilediğince bahşeder.
Artık bu nurla
bakar. Artık kendisi
sakınılan olur ve kimseden
sakınmaz. En muttaki
velilerden içinde bir
şey kaldıkça, yani
Salihlerden korkma duygusunu
taşıdıkça ve bu tecelliye de mahzar olmamışsa, içinde
nefsani bir pay kalır. Duydum ki, Şeyh Ebu Rebi el-Kefif el-Endelusi Mısırda
iken Ebu Abdullah el-Kureşi el Mubteli'nin şöyle dediğini duymuş:
Allah'ım!
Herhangi bir sırrımızın
açığa çıkması suretiyle
bizi rezil etme!"
Şeyh ona şu karşılığı vermiş: Ey Muhammed! Ya niçin
halka açmadığın şeyi Allah'a açıyorsun? Gizlin de açığın
da Allah katında
bir değil mi?"
Bu sırla ilgilidir. El-Kureşi
uyanır, hatasını itiraf eder,
şeyhin kendisine gösterdiği şekilde amel eder ve mutedil yolu izler. Allah bu
şeyhten ve talebesinde razı olsun. İşte bu garip tecellilerden biridir.
47-
Zaman Zaman Tecelli
Hak seni kendisiyle cem ettiği zaman, seni senden ayırır.
Artık aktif olursun, varlıkta açık etkin olur. Seni seninle cem ettiği zaman,
kulluk makamında seni kendisinden ayırır.
Bu velayet makamı
ve açılma huzurudur.
Bu aynı zamanda
hilafet ve başkalarına hükmetme makamıdır. Bu cemlerden istediğini seç. Ama senin
seninle cem olman daha üstündür, çünkü Onu gözle görürsün. Onunla cem olman ise
Onun senden kaybolmasıdır.
Çünkü senden zuhur
eder. Bu, O
kutsal zata ve
insani letafete yaraşan vuslat
ve ittisal gayesinin
gaybıdır: "İnnellezine yubayiuneke
innema yubayiunellah /
Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah'a biat
etmektedirler." (Feth.lO) Dinle
ve ibret al.
48-
Vasiyet Tecellisi
Bu tecellide sana ilmi tavsiye ederim. Hallerin lezzetlerinden
kaçın. Çünkü öldürücü zehirlerdir onlar. Engelleyici perdelerdir. Çünkü ilim
seni O'na kul yapar. Bizden istenen de budur ve senin O'nunla hazır kılar. Hal
ise senin hemcinslerine efendi yapar. Halin galip gelmesi onları sana kul eder.
Sen de onlara karşı rububiyet niteliklerini sergilersin. Bu zamanda seninle
yaratılış gayen arasında ne gibi bir ilgi kalabilir ki! Şu halde ilim makamların
en şereflisidir. Onu sakın elinden kaçırma.
49-
Ahlak Tecellisi
İlahi ahlaklar senin
üzerine art arda
ahlaklar olarak iner. Aralarında ilahi gözlemsel ayni konumlar
vardır. Bunları da o ahlak bahşeder. Tıpkı şimşekler gibi geçip giderler. Ama
sana isabet etmezlik etmezler, çünkü sen onları kaçırmazsın, ama istemezsin de.
Çünkü onlar vakitlerin neticeleridir. Bir kimse kaçınılmaz olanı talep ederse o
cahildir. Allah da bir cahili veli edinmez.
50-
Tevhid Tecellisi
Tevhid bir ilimdir.
Sonra haldir, sonra
ilimdir. İlk ilim
delil tevhididir ve
bu genelin tevhididir. Genel
derken şekil ulemasını
kast ediyorum. Hal
tevhidi ise, hakkın
senin niteliğin olmasından ibarettir.
Dolayısıyla sende O
olur, sen değil,
"ve ma remeyte
iz remeyte ve lakinnellahe
rema / Attığın
zaman sen atmadın,
fakat Allah attı."
(Enfal,17)
Halden sonraki ikinci ilim müşahede tevhididir. O zaman eşyayı
vahdaniyet/birlik açısından görürsün. Birden başka bir şey göremezsin. Birliğin
makamlara tecelli etmesiyle de vecd gerçekleşir. Alemin
tamamı birbirine eklenmiş
vecddir. Ve mürekkep/birleşim olarak isimlendirilir. Bu
izafede de bir
yönü olur, buna
da şekillenme adı
verilir. Bu alemden başkası için de bu müşahede söz
konusu değildir.
51-
Tabiat Tecellisi
Hakkın onu kendisinden çağırdığı vakitte arif tabiata geri
dönebilir. O zaman O'ndan başkasından
duymaz. Çünkü seslenmesi
olandan başka da bir şey
de yoktur. O
halde dönüş esnasında kendisini korusun. Çünkü tabiatın bir baskısı
vardır ki, adetin maksadı da odur. Bu takdirde tabiatın gerektirdiği şeyle
kaynaşmaması icap eder. Nitekim bunlardan bazı kimseler gördük ki O'nun
yanından bir delile dayalı olarak döndüler. Sonra onları ve seslendiği şeyi
bıraktı. O zaman adeti sürdürmek suretiyle tabiata ısındılar. Bundan da bir sağırlık doğdu.
Özel seslenişe muhatap
oldular, fakat duyamadılar.
Derken alışkanlıklardan
kendilerine seslenildi, bunu
duydular. Bunun neticesinde
saptılar ve başkalarını da
saptırdılar. Fazlalıktan sonra gelen eksiklikten
(ıslah olduktan sonra
ifsat olmaktan) ve fıtrat tevhidinden dönmekten Allah'a sığınırız.
52-
Senden ve Sana Tecellisi
Allah'ın nispi hazineleri vardır. Kullarından bazı fertlerin
teveccühleri burada yükselir.
Aynleri değişip durur
ve ilahi sırlar
cem ayniyle döner.
Kendilerinden olanla gerçekleştirdikleri teveccühleri
kendilerine yönelik olanla
kendilerine geri döner.
Onların hazineleri vardır. Aynlerini
başka bir surette
döndürürler. Kendilerinden olanla
bunları reddederler. Böylece aynleri
irfani surete doğru
değişir. Onu kendilerine
yönelik olanla gönderirler.
Kendilerinden olanla onları başka bir surete çevirirler. Böylece ayn bir olduğu
halde suret alanında sonsuz değişim yaşanır. İrfanlar onlara yönelik, ameller
de onlardan kaynaklanır.
53- Hak
ve Emir Tecellisi
Allah'ın bazı adamları(erleri) vardır.
Allah onlara kalplerini
açmıştır, Allah'ın mutlak ululuğunu gözlemlerler. Onlara zatıyla
hak ettiği adam ve iclali bahsetmiştir. Onlar Allah'ın hakkıyla kaimdirler,
emriyle değil. Bu, ulu bir makamdır ki birkaç adam buna nail olabilir.
Burası cemadatın ruhlarının
makamıdır. Dağ bu
makamdan paramparça oldu
ve Musa (a.s) kendinden geçip
bayıldı. Bu noktada parçalanma ve kendinden geçip bayılma emrine gerek olmadı.
Bunlar Allah'ın has
kullarıdır, Allah'ın hakkı
esasına dayalı olarak
Allah'a ibadet ederler. Emrin
kapsamının dışmdadırlar. Allah'ın
bazı kulları da
vardır ki, bunlar Allah'ın emriyle
kaimdirler, musahhar kılınmış
melekler gibi. Üzerlerindeki
rablerinden korkarlar ve kendilerine emredileni derhal yerine
getirirler. Kendileriyle ilgili olarak herhangi bir makam
hasıl olmamış müminler
de bu kapsama
girer. Ki onlar
Allah'ın emriyle kaimdirler ve
onlar kulluk haklarına riayet ederler.
Diğer bir ifadeyle rablık
haklarıyla kaimdirler. Bu yüzden
kendilerini yönlendirecek bir emre muhtaçtırlar. Özel konumda olmanın yönlendirmesiyle
bizzat yönlendirilirler.
54-
Münazara Tecellisi
Allah'ın bazı kulları vardır. Allah onları bu makamda hazır
kılmıştır. Sonra kendilerini bulundurduğu huzurdan izale etmiştir. Onlar da
kendilerini hazır kıldığı şeyden dolayı zail olmuşlardır. Böylece hazır olma
gaip olmanın aynısı, gaip olma da hazır olmanın aynısı, uzaklık yakınlığın
aynısı ve (yakınlık da) uzaklığın aynısı olmuştur. Burası halleri var etme makamıdır.
Bu makamda Cüneyd'le bir araya geldim.
Bana: Anlam birdir, dedi. Dedim ki:
bu kadar genel konuşma. Aksine bazı yönlerden birdir. Çünkü mutlaklığın
sahih olmadığı bir hususta mutlak
bir yargıda bulunmak
hakikatlerle çelişir. Dedi
ki: Gaybı şühududur, şühudu gaybıdır. Dedim ki: Şahit
ilk önce peyda olanın şahididir, bunun gaybı ise izafidir.
Yoksa gayp gayptır
ve şühud içinde
barındırmaz ve gözler de
onu görmez. Dolayısıyla gözlemlenen gaip,
izafi gaybın kapsamındadır. Cüneyd
dönüp giderken şunları söylüyordu: Gayp, gayp içinde
gayptır... Onunla bu makamda buluştuğum sırada perdeden sarkanları gözleme
zamanına yakın bir makamdaydım. Allah'ın evlerinden birindeki arştan düşenleri
gözleme vakti nerde!
55-
Tevhidi Bilmeyenin Tecellisi
Ey Yaradanının tevhidini
bilmeyi talep eden!
Bunu nasıl bilebilirsin
ki! Sen varlık bakımından ikinci mertebedesin. İkinin varlığıyla biri tanıması ne mümkün.
Ki yok olursa geride kendisiyle kendisini bilen bir kalır. Senin de tevhidi
bilmen mümkün olmaz. Çünkü sen birden birliği açısından sadır olmamışsın,
aksine herhangi bir nispet açısından sadır olmuşsun. Kendisi
ve var edicisi
açısından varlığının aslı
bu türden olan
biri tevhidin zevkine varabilir
mi! Özelliğinin vahdaniyeti seni yanıltmasın. O fiilin birliğine delalet eder.
Tevhidin anlamı, başkası tarafından bilinmekten yücedir.
Bizim için tecritten başka bir şey kalmıyor.
Buna da tarikat
ehli tarafından tevhid
deniyor. Bu tecellide
en-Nefezi'yi (Allah rahmet etsin)
görmüştüm.
56-
Tevhidin Ağırlığı Tecellisi
Her açıdan muvahhit olanın halife olması sahih olmaz. Çünkü
halife, bütün memleketin ağırlıkları yüklenmek suretiyle güvenilen kimsedir.
Tevhid ise bunu sırf ona özgü kılmak, bu hususta onu bir bilmek, bu hususta
başkası için bir alan bırakmamaktır. Bu
tecellide Şibli'ye dedim ki:
Ey Şibli! Tevhid
toplar, hilafet ise parçalar. Dolayısıyla
muvahhid tevhidinin
huzurunda iken halife
olamaz. Bana dedi
ki: Mezhep budur.
Peki kaimlerden hangisi daha
tamamdır? Dedim ki: Halife, hilafet üzere yaratılandır. Tevhit ise asıldır.
Bana dedi ki: Bunun bir işareti var mıdır? Evet, dedim. Bana dedi ki: Nedir o?
Ona dedim ki: Ben demiştim, sen söyle.
Dedi ki: Bir
şey bilmemesi, bir
şey istememesi ve
bir şeye güç yetirememesidir. Öyle ki elinin içinde ve
ayağının dibinde olan ayrılıktan sorulsa bile, bunu bilmemesidir. Yediği
yiyecekten sorulsa bir
şey yediğini bilmemesidir.
Yiyeceği lokma lokma kaldırmak
istese, bunu yapamamasıdır, acizliğinden,
gücünün olmayışından. Bu cevabı üzerine onu öptüm ve dönüp gittim.
57-
İllet Tecellisi
Bu tecellide Hallacı
gördüm. Ona dedim
ki: "Ey Hallaç!
Sana göre O'nun
illetinin olması sahih midir?" Bu arada O derken işaret ettim. Gülümsedi
ve bana şöyle dedi: Sen "Ey illetlerin illeti! Ey daima olan kadim!"
diyenin sözünü kast ediyorsun. Evet, dedim. Bana şöyle dedi: Bu bir cahilin
söyleyeceği sözdür. Bil ki, Allah illetleri yaratır, ama kendisi bir illet
değildir. Hiçbir şey yok iken var olan, varlıkları herhangi bir şeyden var
etmeyen, şu anda daha önce olduğu gibi
olan biri illet olmayı kabul eder mi? Eğer illet olsa, irtibatlanır, eğer
irtibatlansa O'nun için kemal sıfatı sahih olmaz. Allah zalimlerin
dediklerinden yücedir, uludur. O'na dedim ki: O'nu bu şekilde biliyorum. Dedi
ki: Bu şekilde bilinmesi gerekir. Sebat
et. Ona dedim ki: Peki evinin yıkılmasına niçin müsaade ettin? Gülümsedi ve şöyle
dedi: Evi boşalttıktan sonra kevnlerin elleri ona haksızlıkla uzandığında, yok
oldum, sonra yok oldum ve Harun'u kavmim içinde halife olarak bıraktım. Benim
yokluğumda onu zayıf düşürdüler, zayıf gördüler. Ve evimi yıkmak üzere bir
araya geldiler. Evi temelinden yıkmaya
başladıklarında onu yıkamadılar.
Bunun üzerine yok
oluşumdan sonra eve
bir daha döndüm. Ona
baktım. İbret alametleri
de ortadan kalkmıştı.
O zaman nefsim, kevnlerin ellerinin
tahakküm ettiği bir
evi imar etmek
istemedi. Elimi bu
evden çektim. Hallaç öldü
dediler. Hallaç ölmedi, ama evin sakini göç ettiği için ev yıkıldı. Ona dedim ki:
Yanımda öyle bir bilgi var ki senin delilin bunun karşısında çürür. Başını öne
eğdi ve şöyle dedi: " Ve favke külli zi ilmin alim I Her ilim sahibinin
üstünde daha iyi bilen birisi vardır." (Yusuf,86) Sağa sola sapma, Hak
sendedir. Benim kapasitemse bu kadardır... Onu bırakıp geri döndüm.
58-
Tevhid Denizi Tecellisi
Tevhid engin bir deniz ve bir sahildir. Sahil aşılabilir;
ama deniz aşılamaz. Sahil bilinir, deniz
tadılır. Bu denizin
sahilinde durdum. Elbiselerimi
çıkarıp denize girdim.
Art arda dalgalarla karşılaştım.
Yüzmeme engel oldular. Orada, nefsimle olmadan durdum. Cüneydi gördüm. Kucakladım,
öptüm. Bana hoş
geldin, dedi ve
beni ağırladı. Ona
dedim ki: Ne zamandan beri benimlesin? Dedi ki: Bu
denize girdiğinden beri. Beni unuttuğun için ben de süreyi unuttum.
Beni kucakladı, ben de onu
kucakladım. Birlikte denize
daldık. Ebedi ölümle öldük. Artık
yeniden hayat bulmamız, dirilmemiz mümkün değildir.
59-
Tevhid Yürüyüşü Tecellisi
Bu tecellide Zünnun
el-Mısri'yi gördüm. İnsanların
en güzellerinden biriydi.
Ona dedim ki: Ey
Zünnun! Senin ve
senin gibi düşünenlerin
"Hak tasavvur
edilenden, temsil edilenden ve tahayyül
edilenden ayrıdır" şeklindeki görüşüne şaşırdım. Bu sırada bayıldım.
Kendime
geldiğimde titriyordum. Ardından
toparlandım ve şöyle
dedim: Kainat ancak O'nunla kaim
olduğu halde nasıl O'ndan hali olabilir? Kainat yok iken O vardı, böyle iken kevnin
aynısı olabilir mi? Ey sevgili! Ey Zünnun! Derken onu öptüm ve şöyle dedim:
Sana acıyorum. Mabudunu Onunla ilgili tasavvurunun aynısı kılma. Hayret hayret
etmene engel olmasın. O'nun dediği
gibi de. O
hem hem nefyetmiş
hem de ispat etmiştir: "Leyse
ke mislihi şey'un ve
huve's semiu'l basir
/ O'nun benzeri
gibi yoktur. O
işitendir, görendir." {Şura,
11)) O tasavvur edilenin aynısı değildir ve tasavvur edilen de O'ndan hali
değildir.
Bunun üzerine Zünnun
şöyle dedi: Bu ilimdir. Bana getir ki ben şu anda tutsağım. Şimdi serbest bırakıldım.
Sahip olduğum ne
varsa Onunladır. Senin
tuttuğunu tutmaktayım. Dedim ki:
Ey Zünnun! Seni bu şekilde istemiyorum. Mevlamız efendimiz şöyle buyuruyor:
" ve beda lehum
minella-hi ma lem
yekunu yehtesibun / Onlar
için, Allah tarafından,
hiç hesaba katmadıkları şeyler
ortaya çıkmıştır." (Zümer,47)
İlim bir vakitle,
bir mekanla, bir hayatla,
bir halle veya
bir makamla kayıtlandırılamaz. Bunun
üzerine bana şöyle
dedi: Allah seni hayırla mükafatlandırsın. Daha önce bilmediğim şeyler
benim açımdan açıklığa kavuştu. Zatım bana tecelli etti. Ölümden sonra yükseliş
kapısı önümde açıldı. Daha önce bundan haberim yoktu. Allah seni hayırla
mükafatlandırsın.
60-
Tevhidin Cemi Tecellisi
Eşyanı Onunla cemi,
tevhidin aynının cemidir.
Görmüyor musun! sayılar,
birden başka bir şeyle
toplanabiliyorlar mı? Eğer
nazar ehli isen onların birer
birer delillerinden başkasına bakma. Onlara da senden olan birle bak.
Eğer sahaların ve geçişlerin ehli isen, o senin nazarın olduğu gibi gözün de
olsun, o zaman tevhid tevhidle bilinir. Çünkü bir şey ancak kendisiyle bilinir.
61-
Tevhidin Tefriki Tecellisi
Eşya ayrıştığı zaman temayüz eder. Ancak özellikleriyle
temayüz edebilir eşya. Her şeyin özelliği de tekliğidir. O halde birle toplanır
ve birle ayrılır eşya.
62- Tevhidin Cemliği Tecellisi
Her şeyin içinde her şey vardır. Eğer bunu bilmiyorsan,
tevhidi de bilmiyorsun. Eğer birin
içinde ikinin, üçün,
dördün...sonsuza kadar tüm
sayıların aynısı olmasaydı,
onunla birlenmeleri veya onun aynısı olmaları sahih olmazdı. Bu zihinlere
yaklaştırma amaçlı bir örnektir. Anla!
63-
Fena Tevhidi Tecellisi
Tevhid senin senden, O'ndan, kevnden ve fenadan fena
bulmandır. O halde onunla ara.
Çünkü haktan başka
her şey düşme
eğilimindedir. Ondan başkası
da onu ayakta tutamaz. Yani kaim olmanın tek yolu
tevhiddir. Kim ikame ediyorsa tevhid sahibi odur. Yani düşme meyline sahip
ikiden önceki birdir.
64-
Çıkış Tevhidi Tecellisi
"Başkası"ndan
çık, tevhidin yüzüyle
karşılaşırsın. Nasıl? diye
sorma. Çünkü tevhid "nasıl"ın karşıtıdır ve onu
olumsuzlar. Çık, bulursun.
65-Tevhid
Tecellisinin Tecellisi
Tevhid, bakanın da bakılanın da O olmasıdır. Şairin dediği
gibi değil: Bana tecelli edince bütünüm bakış kesilir. Bana seslendiğinde her yanım kulak kesilir.
Zuhur ettiği şeyde açılınca ve açıldığı şeyle zuhur edince,
işte bu tevhid makamı olur. Bu latif bir sesleniştir ki kalbi eritir. Bu
tecellide kardeşimiz Hazzaz'ı (Allah rahmet etsin) gördüm. Ona dedim ki: Bu
senin tevhid bakımından sonundur veya tevhidin sonudur. Dedi ki: Bu
tevhidin sonudur. Bunun
üzerine onu öptüm
ve dedim ki:
Ey Ebu Said!
Zaman olarak bizden öncesiniz.
Biz ise gördüğün
şeyle sizden önceyiz.
Ey Ebu Said!
Cevap verirken nasıl tevhiddeki kendi sonunla tevhidin sonunu birbirinden
ayırıyorsun? Oysa ikisi aynıdır; tevhide üstünlük olmaz. Tevhid nispetle olmaz,
nisbetin aynısıdır. Utandı. Gönlünü aldım ve dönüp gittim.
66-
Rububiyet Tevhidi Tecellisi
Bu tecellide Cüneydi gördüm ve dedim ki: Ey Ebu Kasım! Nasıl
tevhid hususunda kul rabden ayrılır, diyorsun? Bu ayırımda sen nerede olursun?
Ne kul olman ne de rab olman sahih olur? Bu durumda arada olman gerekir. Bu da
iki makamdan da soyutlanarak her ikisine uzaktan bakmayı
ve bilmeyi gerektirir,
ta ki onları
görebilesin. Utandı, başını
öne eğdi. Ona dedim
ki: Başını eğme!
Sizler ne güzel
selefler ve bizler
ne güzel halefleriz!
Oradan ilahlığı seyret,
ne dediğimi anlarsın.
Ey Ebu Kasım!
Rububiyetin bir tevhidi uluhiyetin de bir tevhidi vardır.
Tevhidini sınırlandır ve mutlak kılma. Çünkü her ismin bir tevhidi ve cemi
vardır. Bana dedi ki: Hatamızı nasıl telafi edebiliriz? Çünkü bizden çıkan çıkmış, bizden
nakledilen her tarafa
nakledilmiştir? Dedim ki: Korkma!
Benim gibisini geride bırakan
biri kaybolmaz. Ben
senin naibin, sen de
benim
kardeşimsin. Ona bir öpücük kondurdum. Bunun üzerine daha önce
bilmediklerini bildi. Oradan ayrılıp gittim.
67- Tevhide Doyma Tecellisi
Cüneyd'le
birlikte tevhid denizinde
boğulup öldüğümüzde, bu
denizin suyundan takatımızdan
fazlasını içmiştik. Burada saygı değer bir kişi gördük. Ona selam verdik, kim olduğunu
sorduk. Bize, onun Yusuf b. Hüseyin olduğu söylendi. Onu duymuştum. Derhal yanma
gittim ve öptüm. Tevhide susamıştı. Onu öpünce tevhide kandı. Ona dedim ki:
Seni bir daha öpeyim. Dedi ki: Artık doydum. Ona dedim ki: Hani sen diyordun:
Tevhidi talep eden kişi ancak
hak ile kanabilir!
Aşağıda olan, yukarıda
olanın kendisine sunduğu içecekle kanar.
Hiç kimsenin kanması
söz konusu değil,
bunu bil. Bunun
üzerine Yusuf meseleyi anladı ve
bana doğru koşmaya başladı. Onu kucakladım. Onun için yükseleceği bir miraç
belirledim. Öyle ki her arif ona ve ondan yükselmeyi bilemez. Onlar için sadece
tayin edilen pay vardır, başka değil. Bize ve bizim müşahede ettiğimizi
müşahede edenlere gelince, bizim miraçlarımız üçtür: Ona, Ondan ve Onun
içinde... sonra bizim yanımıza bir olarak döner. Ama Onun içinde fanidir, Onun
içinde Onadır ve Onun içinde Ondandır. Bir ayn Onadır, Onun içinde Ondandır.
Dolayısıyla Onun içinde olmaktan başka bir şey yoktur.
Onun içinde yükselmek
de ancak Onunla
olur. Onlar sensin. Ey
bu hitabı dinleyen!
Bu tecelliyi gerçekleştir.
68-
Marifet Tecellilerinden bir tecelli
Bu tecellide İbni Ata'yı gördüm. Dedim ki: Ey İbni Ata! Devenin ayağı suya batarsa Allah'ı ulularsın.
Hiç şüphesiz seninle
birlikte deve de Allah'ı
ulu-lamış olur.
Peki senin ululaman nerede?
Devenden hangi özelliğinle
farklılaşacaksın? Devenin ayağı
suya dalarken rabbinden başka
bir şeyi mi
talep eder? İbni
Ata şöyle dedi:
Bunun için Allah uludur, dedim. Ona dedim ki: Hiç şüphesiz deve Allah'ı senden daha iyi
biliyor. Çünkü o senin ululamandan Allah'ı
ulular. Nitekim yukarıdaki
baş istediği gibi
aşağıdaki ayak da ister. Dolayısıyla benden sonra ayak gelir
ve verdiği şey de onun hakikatidir. Ey İbni Ata!
Senin bu tavrın
güzel değildir. Diyorsun
ki: İmamımız Resulullah'tır (s.a.v.).
Ki o şöyle buyurmuştur: "Eğer
bir ipe tutunup
aşağı sarksaydınız, Allah ile karşılaşırdınız.!" Sanki deve
Allah'ı senden daha
iyi biliyor. Her rabbini
talep edene talebinin
suretini teslim etseydin
ya, tıpkı senin için
teslim edildiği gibi.
Allah'a tevbe et,
ey İbni Ata!
Çünkü senin deven senin
üstadındır. Bunun üzerine,
ahdin bozulmasıdır bu,
artık bu ahdi
yerine getirmenin vakti geçti,
dedi. Ona dedim
ki: Himmetini yükselt.
Dedi ki: Zaman
geçti, himmetler ortadan kalktı. Ona dedim ki: Himmetler zamanla yükseldikleri
gibi zamansız da yükselebilirler.
Zaman zail olduğuna
göre zamansızlık vardır.
O halde himmetleri zamansızlıkta yükselt,
dikkatini çektiğim şeylere
nail olursun ve
daima ebediyen yükselirsin.
İbni Ata söylediklerimi anladı
ve şöyle dedi:
Senin gibi üstad
mübarek olsun.
Sonra bu kapıyı
açtı, yükseldi, müşahede
etti. Böylece benim
mizanımda hasıl oldu
ve beni ikrar etti. Ben de dönüp gittim.
69-
Kızıl Nur Tecellisi
Parıldayan kızıl nur içinde yürüdüm. Yanımda İbrahim
el-Havvas vardı. Bu tecelliye ve bu tecellinin
hakikatine uygun olarak
aramızda konuşuyorduk. Bu
halde devam ediyorduk ki, birden
Ali b. Ebu Talib'i (r.a.) gördük. Bu nurun içinde hızla geçip gidiyordu.
Onu durdurdum. Bana dönüp baktı. Ona dedim ki: O bu mudur?
Dedi ki: O budur, nedir O bu? Tıpkı benim
gibi, nedir ben?
Ve senin gibi, nedir sen?
Dedim ki: Öyleyse
bir zıt mı var? Hayır, dedi. Dedim ki: Ayn bir midir?
Evet, dedi. Dedim ki: Hayret! Dedi ki: O hayretin aynıdır. Senin
yanında ne var?
Dedim ki: Yanımda
olan, benim yanımdadır
ve aynın aynıdır. Dedi ki: Sen
benim kardeşimsin. Dedim ki: Ben de sana yöneldim. Sonra Ebubekir nerede?
dedim. İleride, dedi. Dedim ki: Ona
yetişmek istiyorum. Sana sorduğum gibi bu durumu ona da soracağım. Dedi ki:
Bak, gayp perdelerinin gerisindeki beyaz nur içindedir o. Bunun üzerine onu
orada bırakıp gittim.
70-
Beyaz nur Tecellisi
Gayp perdelerinin gerisindeki beyaz nurun içine girdim.
Derecenin başında durmuş Ebu Bekir es-Sıddık'ı
(r.a) gördüm. Batı
tarafına bakıyordu. Üzerinde
göz kamaştırıcı altından bir
giysi vardı, parıldayışı
göz alıcıydı. Oturağının
üzerine vuran bir
nur çevrelemişti onu. Susmuş, herhangi bir şey söylemiyor, hareket
etmiyordu. Sanki afallamış gibiydi. Beni tanısın diye kendi mertebemi
zikrederek ona seslendim. Baktım beni benden daha iyi
tanıyor. Başını bana
doğru kaldırdı. Dedim
ki: Durum nasıl?
Dedi ki: İşte görüyorsun. Dedim
ki: Ali şöyle
şöyle dedi. Dedi
ki: Ali doğru
söylüyor. Ben de
doğru söylüyorum ve sen de doğru söylüyorsun. Dedim ki: Ne yapayım? Dedi
ki: Resulullah'ın (s.a.v.) sana dediğini yap. Dedim ki: o senin makamındır. Dedi
ki: Onun (s.a.v.) makamıdır ve sana bahsetmiştir.
Sonra şöyle dedi:
Ben de sana
bağışladım. Dedim ki:
O senin elindedir. Dedi ki: Al,
onu sana hibe ettim.
71-
Yeşil Nur Tecellisi
Sonra hak perdelerinin gerisindeki yeşil nur içindeki bir
başka tecelliye baktım. Ömer b. Hattab oradaydı. Dedim ki: Ey Ömer! Buyur,
dedi. Dedim ki: Durum nasıl? Bana durum nasıl diye soruyor! dedi ve Ebu
Bekir'in ve Ali'nin (r.) sözlerini hatırlattı. Ben de benimle Resulullah
(s.a.v.) arasında geçen bazı sözleri ona aktardım. Dedi ki: Makamı al. Dedim
ki: o senin elindedir. Dedi ki: Sana hibe ettim. Dedim ki: Hayret! Dedi ki:
Hayret etme! Çünkü lütuf büyüktür, ben peygamberin saygıdeğer hısımı değil
miyim. Sınırlı nuru al. Çünkü şahit geldi ve miracı iki elin önüne koydu.
72-
Ağaç Tecellisi
Miraç
gösterildi. Uzayıp giden
nur mülkünü bu
miraçta aşıp yükseldim.
Müminlerin kalplerini önüme aldım. Bana, onları nur olarak parlat,
denildi. Çünkü küfrün karanlığı iyice koyulaştı. Bu nurdan başkası da bu koyu
karanlığı dağıtamaz. Bunun üzerine miraçta bir susuzluk tuttu beni.
73-
İstihkak Tevhidi Tecellisi
Hakkın istihkak tevhidini
haktan başkası bilemez.
Birlediğimiz zaman, Onu
rıza tevhidiyle ve lisaniyle birlemiş oluruz. Böylece bizden, istihkak
tevhidinin egemenliğinden kaynaklanan bir koku yayılır ki orada yoktu.
Dolayısıyla tevhid, seçme, himmet, bilgi, ayn ve şey olmaksızın bizden doğar ve
bizden akar.
74-
Gayb Nuru Tecellisi
Gayb nurunda idik.
Orada Sehl b.
Abdullah et-Tusteri'yi gördük.
Ona dedim ki: Marifetin kaç nuru vardır ey Sehl?! Dedi
ki: Marifetin iki nuru vardır: Akıl nuru ve iman nuru. Dedim ki: Akıl nuru neyi
idrak eder ve iman nuru neyi idrak eder?
Dedi ki: Akıl nurunun idrak ettiği "leyse ke mislihi şey'un / O'nun
benzeri gibisi yoktur." (Şura, 11) ifadesinin anlamıdır. İman
nurunun zatı idrak
etmesi ise sınırsızdır.
Dedim ki: Senin
hicaptan söz ettiğini görüyorum.
Evet, dedi. Sonra
dedim ki: Ey Sehl!
Farkında olmadan Onu sınırlandırdın. Bu
yüzden kalbin, yanlışın
meydana geldiği ilk
adımda secde etti. Söyle,
dedi. Dedim ki:
Önüme çömeldiğinde söylerim. Diz
çöktü. Bunun üzerine
dedim ki: Ey Sehl! Senin gibisi tevhid hakkında sorar
ve kendisi cevap verir. Buna verilecek cevap sükut etmekten başka
bir şey midir
ki? Derken Sehl
fena buldu, sonra
döndü. Meseleyi bizim haber verdiğimiz şekilde gördü. Dedim
ki: Ey Sehl! Senin için ben ne ifade ediyorum? Dedi ki: Sen
tevhid ilminde imamsın.
Bu makamda bilmediğim
şeyleri biliyorsun. Onu
tevhid ilminde nurani tarafa
indirdim. Onunla Zünnun
el-Mısri'yi kardeş yaptım.
Sonra dönüp gittim.
75-
Tevhid Tecellilerinden Bir Tecelli
Marifet
evlerinden birine tevhidle
bir kürsü kondu.
Uluhiyet bu kürsüye
kurulmuş vaziyette zuhur etti. Ben öylece ayakta duruyordum. Yanımda bir
adam dikilmiş, üzerinde üç giysi vardı. Bir giysi görünmüyordu, bu giysi bedenini sarıyordu. Bir giysi ona ödünç verilmişti. Sordum: Ey
adam! Kimsin sen? Mansur'a sor, dedi. Baktım, Mansur arkasında duruyor. Dedim
ki: Ey Ebu
Abdullah! Bu kimdir?
Dedi ki: Murtaiş'tir.
Dedim ki: İsminden hareketle onun mecbur olduğunu
görüyorum, muhtar değil. Murtaiş dedi ki: Ben asıl olana bağlı kaldım. Muhtar
kimse iddiada bulunmaktadır. Ben ihtiyar etmem. Dedim ki: Tevhidini neye bina
ediyorsun? Üç temele
dayandırıyorum, dedi. Dedim
ki: Üç temele
dayanan tevhid tevhid değildir. Bunun üzerine mahcup oldu. Ona dedim ki:
Mahcup olma. Ne oldu? Dedi ki: Belimi kırdın. Dedim ki: Sen nerde, Sehl ve Cüneyd
gibiler nerde! Onlar benim kemalime
şahitlik ettiler. Bunun
üzerine tevhidinin temellerini
açıklamak amacıyla şöyle dedi:
Rabdir, tektir ve zıddı yoktur
Ona dedim ki: bana göre böyle değildir
Dedi ki: Size göre nasıldır? Dedik ki:
Yitişimin varlığı ve buluşumun yitişi
Hakkımı terk etmek suretiyle hakkımı birlemem
Ve benim hakkım birliğimden başkası değildir.
Bana dedi ki: Beni gidenlere kat. Evet, dedim.
Sonra dönüp gittim. O şöyle diyordu:
Ey kalp! Onu dinle ve itaat et
Çünkü sonradan apaçık belgelerle geldi.
Ona dönüp şöyle dedim:
Garip bir berzahta zuhur ettin
Rab benim rabbim, kul benim kulum
76-
İzzet Tecellisi
Eğer sana, hakkı ne ile buldun? diye sorulsa , de ki: İki zıddı birlikte kabul etmesiyle. Çünkü
evvelahir, zahir-batın, istiva-nüzul ve maiyet gibi ayetlerde zikredilen
zıtların Ona nispet edilmesi sahihtir. Eğer sana, iki zıddı kabul etmenin anlamı
nedir? diye sorulsa, de ki: Kevnde olan
varlıklardan biri bir
şeyle nitelense veya vasfedilse,
eğer bu açıdan vasfedilmişse mutlaka
o şeyin zıddı
ondan olumsuzlanır. Ama
bu durum hakkın nitelenmesi açısından
sahih değildir. Çünkü O'nun
zatı başka zatlara
benzemez.
Dolayısıyla O'nunla ilgili hüküm de başkalarına ilişkin hükümler
gibi olmaz. Bu mesele aklın kapasitesinin ötesindedir. Çünkü akıl dediğimi
anlayamaz. Şöyle denebilir: Ama bunu düşünen
de akıldır! O zaman şunu söylersin: Durum bundan ibarettir. Çünkü Hakkın akıl tarafından
idrak edilmesi sahih olsa, o zaman aklın hükümleri O'nun için geçerli olur.
Eğer bu söylemden vazgeçmezsen ebedi bedbahtlıkla bedbaht olursun. Haktan sana
ne? Seninle Hak arasında ne
tür bir münasebet
vardır ve hangi
açıdan birleşiyorsunuz? Hak'kı hakka bırak. Çünkü Hakkı Haktan
başkası bilemez. Ve Hak hakkı söyler. Hakkın izzetine andolsun, seni sana
tecelli ettirmediğim, sana göstermediğim sürece kendini bilemezsin. Böyle iken
beni nasıl bileceksin?
Edebini takın. Haddini
bilen helak olmaz.
Kullarımdan hidayete erenleri örnek al.
77-
Nasihat Tecellisi
Bilmediğin eve girme. Çünkü her evde mutlaka korkutucu ve
helak edici şeyler vardır. Bilmediği
bir eve giren
kimse çok geçmeden
helak olur. Bir
evi de onu
bina edenden başkası bilemez.
Çünkü eve neler
koyduğunu o bilir.
Hak seni, imar
edesin diye, bir ev
olarak yapmıştır. Bu
evin banisi sen
değilsin: "Efere-eytum ma
tumnun. Eentum tahlukunehu em
nahnu'l haliktın /
Söyleyin öyleyse, döktüğünüz meni
nedir? Onu siz mi
yaratıyorsunuz yoksa yaratan
biz miyiz?" (Vakıa,58-59)
O halde açıklanmamış
konulara girme. Çünkü hangi
tehlikede helak olacağını,
hangi dehşette korkacağını
bilemezsin. Evinin kapısında dur,
hak elinden tutsun
ve seni evin
içinde yürütsün. Ey
akılsız! Fikrin kemendiyle mi
kuşları avlayacaksın? Yoksa
talebin atlılarıyla mı
ceylanları yakalayacaksın? Acaba
cehd okuyla mı avını vuracaksın? Ey gafil! Neler oluyor sana? Avına kendi okunu
fırlatsana! İsabet ettirsen
isabet etmiş olursun.
Ama ebediyen isabet ettiremezsin. Ey kendine dahi güç
yetiremeyen aciz! Böyle bir şeye nasıl kalkışabilirsin?
Kendini yormaktan başka eline bir şey geçmeyecektir.
78-
Seni Aldatmasın Tecellisi
Ey miskin! Ne oluyor sana, örnek üstüne örnek verildiği
halde düşünmüyorsun? Daha ne zamana kadar karanlıklar içinde önünü görmeden
rastgele adım attığın halde kendini nur
içinde sanacaksın? Ne
vakte kadar tek
gözü kör gibi yalpalayacaksın? Ben
delil sahibiyim. O delilin aynısıdır. Ne zaman sana eşlik etse ona
iftira ediyorsun. Arzının geniş olması seni aldatmasın. Her tarafı dikenlidir
ve senin de ayakkabın yoktur. Senin gibi kaç kişi orada öldü. Nice adamların ayakkabıları
paralandı da oldukları yerde durdular, ne bir adım ileri ne de bir adım geri
atabildiler. Oracıkta açlık ve susuzluktan öldüler.
79-
Amel Yeri Olmaksızın Amel Etme Tecellisi
Yeryüzünde
yürüyen nice kişi
vardır ki yer
onlara lanet okumakta.
Onun üzerine secde eden kaç
kişinin secdesini kabul etmemekde. Ne dua edenler var ki duaları dildeki sözlerinin ötesine
geçmez, düşünceleri de
yerini bulmaz. Buna
karşılık havralarda ve kiliselerde ne
çok sevgili veli
var! Namazlarda ve
mescitlerde de bir
çok buğzedilen düşman var!
Namazlarda ve mescitlerdeki bu düşman, havralarda ve kiliselerdeki veli için amel ettiği halde,
kendi için amel ettiğini
sanır. Söz gerçekleşmiş,
hikmet vaki olmuş
ve emir yerine gelmiştir.
Ne eksik ne
de fazla. Bu
bir tavla oyunudur,
satranç oyunu değil.
İnsanın belini
kıran, zamanın felaketi!
Bu O'nun emri
gereği uygulanan bir
hükümdür ve O'nun verdiği hükmü
de sorgulayacak kimse yoktur. Boyun koptu ve ellere düştü. Ameller dağılıp
gitti, bilgiler çürüdü. Kevn yok edildi. Bu bir yüzme ve soymadır. Şundan
soyulur ve şuna giydirilir.
80-
Kemal Tecellisi
Dinle ey sevgilim!
Sen kevnin maksadı
olan ayn-sın. Sen
dairenin merkezi ve çevresisin. Sen
kevnin birleşiği ve
yalınısın. Sen gökle
yer arasında inip
duran emirsin. Senin idrak
güçlerini sırf beni idrak etmen için yarattım. Beni idrak ettiğin zaman kendini
idrak edersin. Ama kendini idrak etmenle beni idrak edeceğini bekleme. Benim
gözümle beni ve kendini
görürsün, kendi gözünle
beni göremezsin. Sevgilim!
Kaç kere sana seslendim; beni
duymadın. Kaç kere
kendimi sana gösterdim;
beni görmedin. Defalarca kokulara karıştım;
ama beni koklamadın.
Yiyeceklere karıştım, benim
tadıma bakmadın. Neden dokunduğun
şeylerde bana dokunmazsın? Niçin kokular içinde kokumu almazsın? Niye beni
görmezsin? Neden beni duymazsın? Neyin var senin? Neyin var? Neyin? Ben lezzet veren
her şeyden daha lezzetliyim. Ben
canın çektiği her
şeyden daha çekiciyim.
Senin için her
güzelden daha güzelim.
Güzel benim. Benim güzel. Beni
sev. Sev beni. Benden
başkasını sevme. Bana
aşık ol. Beni
arzu et, benden
başkasını değil. Beni kucakla. Öp beni. Benim gibi bağlananı
bulamazsın. Her kes kendisi için seni ister; ama ben senin için seni istiyorum.
Sen ise benden kaçıyorsun, sevgilim! Bana insaf etmiyorsun.
Eğer bana yaklaşırsan,
senin bana yaklaştığının
kat kat fazla
sana yaklaşırım ben.
Ben sana senin nefsinden ve nefesinden daha yakınım. Benden başka
mahluklardan kim yapar bunu sana! Sevgilim! Kendine dikkat et. Seni ne
başkasının yanında, ne de senin yanında görmek
isterim. Benim yanımda
benimle kendi yanında
ol. Nitekim benim
yanmadasın, ama bunun farkında değilsin.
Sevgilim! Vuslat vaktidir, vuslat!
Eğer ayrılığa ulaşmanın bir yolunu bulsaydık
Ayrılığa ayrılığın acısını tattırırdık
Sevgilim! Benim
elim ve senin
elin hakka varıyorlar
ki aramızda ebed
hükmüyle hükmetsin. Sevgilim! Bazı husumetler var ki lezzetli şeylerin
en lezzetlisi olurlar. Karşılıklı konuşmadan lezzet doğar. Şair der ki:
Onu sevdiğim için öldürmek istedim
Ki mahşer günü benim hasmım olsun
De ki: "min
ilmin bi'l melei'l
a'la iz yahtesimun
/Onlar orada tartışırken
mele-i a'la hakkında ...bir
bilgi" (Sad,69) var mı sizde.
Şayet husumetleri bitirmek
için hakimin huzurunda durmaktan
başka çare yoksa,
böyle bir durmaktan
ve sevgiliyi seyretmekten daha lezzetli ne olabilir ki! Ey
can! Ey can!
81-
Sevginin Samimiyeti Tecellisi
Sevgilim! Gözümün nuru! Sen bana ben mesabe-sindesin.
Nazlım, Paydaşım! Allah aşkına neler söylüyorum! Sen benim zatımsın. İşte elim
ve senin elin. Bizi birlik suretinde hak sevgilinin huzuruna sok, ki
birbirimizden ayırt edilmeyelim. Aynde bir olalım. Ne latif bir anlam ve ne
berrak bir karışım:
Cam ince, şarap ince
Benzeştiler, aynileştiler iyice
Hepsi şarapmış da kadeh yokmuş gibi
Ya da tümü kadehmiş, şarap yokmuş gibi
Bakarsın
doğurması yakın develer
başıboş bırakılır, izler
silinir, aylar tutulur, gündüzün güneşi dürülür, nurların
yıldızları söndürülür.
Yok oluruz, sonra yok
oluruz, yok oluruz sonra Yokluğun
yokluksuz yok olması gibi
Baki kalırız, sonra baki kalırız, baki kalırız sonra
Bekanın bekasız baki kalması gibi
82-
Velinin Sıfatı Tecellisi
Sevgilim! Allah dostu!
"el-ardu kuddet. Ve
elkat ma fiha
ve tehallet. Ve
ezinet lirebbiha ve hukkat
/ yer dümdüz
edildiği, içinde bulunanları
atıp boşaldığı ve
rabbini dinleyip O'na hakkıyla itaata mecbur kılındığı..."
(İnşikak,3-5) gibi... ariflerin seması yarıldı.
İşi bitti. Emirsiz kaldılar. Ebedi hayatı yaşadılar.
Varlıkların himmetleri onlara taalluk etmez.
Durumları
karışık gelir onlara.
Allah katında unutuldular ve
bilinmezler. Ne mutlu onlara!
Ne güzel bir sondur bu! Ne güzel akıbet! Ne zenginlikleri
bilinir ki, bize bağışta bulunun, denilsin, ne makamları bilinir ki bizi
çağırın denilsin. Hak onları mahlukatı içinde gizlemiştir.
Onları vakit suretinde
kaim kılmıştır. Sirayet ettiler. O
kadar ki isteyenler de
vakitlerinde gördükleri
şeylere sirayet ettiler.
Onlar dünyada da
ahirette de meçhuldürler.
Alemlerin yanında yüzleri karadır.
Yakınlığın şiddetinden ve üzerlerindeki teklifin
kalkmış olmasından. Ne dünyada
hükmederler, ne de
ahirette şefaat ederler.
"Sumrnun bukmun um-yun fe hum la
ya'kilun / Onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdi. Bu sebeple düşünmezler."
(Bakara, 171) "Sumun
bukmun umyunfi hum
la yerciun / Onlar sağırlar,
dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple
onlar geri dönemezler." (Bakara, 18)
83-
O'nu Hangi Gözle Görürsün Tecellisi
Sevgili tecelli ettiğinde
Hangi gözle görürsün onu
Onun gözüyle. Benim gözümle değil.
Ondan başkası Onu göremez çünkü.
Gerçek anlamda idrak
ettiğini iddia eden
kimse cahillik etmiştir.
Hadis (sonradan olma) varlık,
O'na olan nispeti
açısından idrak edilebilir
ancak. Seven sevdiğini
onun gözüyle görür. Eğer
kendi gözüyle görse
seven değildir. Sevilen
de sevgilisini sevgilinin gözüyle görür, kendi gözüyle
değil. Bu makamla ilgili olarak söylenmiş olsa gerektir şu şiir:
O benim gözümdü, ben onun gözü
O benim varlığımdı, ben onun varlığı
Ey gözümün gözü, ey varlığımın varlığı
Varlık onun varlığı, göz onun gözü.
84-
Hakikat Tecellilerinden
Bana göründüğünde onu yüceltirim
Benden kaybolduğunda yüce benim
Ben samim dost ve yaren değilim
Fakat paydaşıma baktığımda
Hadis gözle perdelenmez
Çünkü hadis kadimin ayniyle vardır.
Sevgilim! Senin öncesizliğindir (kadimliğin) benim
sonradan oluşumu (hadis) ortaya çıkaran. Bilmiyorum,
belki de benim
sonradan oluşumdur (hadisliğim)
senin öncesizliğini izhar eden.
Seninle olduğum zaman beni tanı, sevgilim! Çünkü bilmiyorum. Çünkü ortada tanıyacağım, bileceğim
kimse yok. Eğer
kendimle oluyorsam, bilemem.
Çünkü benim hakikatim
bilinmemektir. O halde cehalet kaçınılmazdır. O halde benim gözüm ol ki seni seninle
göreyim. Görülen ama bilinmeyen münezzehtir.
85-
Sevginin Tashihi Tecellisi
Marifeti sahih olanın tevhidi sahih olur. tevhidi sahih olanın
sevgisi sahih olur. Sevgi sana ait, tevhid O'na aittir. Sevgi seninle O'nun
arasındaki alakadır. Kul ile rab arasındaki karşılaşmalar onunla olur.
86-
Muamele Tecellisi
Dedim ki: Kardeşlerimizi müride, muhalefetin meydana
geldiği mekanlardan ayrılmasını emrettiklerini gördüm.
Bana, onların dediği
gibi deme, denildi.
Asilere de ki, muhalefet
ettikleri yerlerde, giysilerin
içinde ve zamanda
Allah'a itaat etsinler.
Çünkü aleyhlerine şahitlik edildiği gibi, lehlerine de şahitlik edilir.
Bunu yaptıktan sonra, isterlerse oradan ayrılabilirler. Bir kötülüğün hemen
ardından onu silecek bir iyilik işle.
87-
Rahat Nasıl Olur Tecellisi
Ya Allah! dediğim zaman, niçin çağırıyorsun dedi.
Şayet çağırmasam, bu sefer, çağırsana, diyor.
Kuşkusuz lezzetlere kavuşmuştur dilsiz olan
Sağır olansa rahatlara özgü kılınmıştır.
88-
Yok'un Hükmü Tecellisi
Üç şeyin sebatı yoktur
Selb, hal ve zaman
O halde ayn için yok vardır ve bunlar hakimdirler
Akıl ve dil bunları söylemiştir.
89-
Bir'in Kendine Tecelli Etmesi
O olmasaydı, bir varlığım olmazdı
Evet, müşahedem de olmazdı
Fakat ben varlıkta ferdim
Ve sen benim alemimde Teksin
Fert içinde fert aynimin varlığıdır
Ya da O'nun Tek ve ulu varlığıdır.
90-
Alamet Tecellisi
Allah'ı gerçek anlamda bilenin alameti, kendi sırrına muttali
olup da ona dair bir bilgi bulamamasıdır.
İşte ötesinde başka
ilim bulunmayan kamil insan
budur. Allah erlerinin bazılarının bazılarına olan
üstünlüğü, sırra bu işin eşlik etmesinden kaynaklanmaktadır. Bu tecellide
Ebubekir b. Cahdar'ı (Şib-li) gördüm.
91- Sen
Kimsin ve O kimdir Tecellisi
Ben ben değilim ve ben O değilim
Peki ben kimim, O kimdir?
Ey O! Sen bensin, de.
Ey ben! Sen de O musun?
Hayır ve ben... O ben değildir
O da değildir. O o değildir.
Eğer O olsaydı, bakamazdı
Gözlerimiz onunla ona
Varlıkta bizden başkası yoktur.
Ben, O ve O ve O.
Şu halde bizim olan bizimle bizimdir
Onun olanın Onunla Onun olması gibi.
92-
Kelam Tecellisi
Veli batı tarafından ilahi hitabın vaki oluşunu duyduğunda
kendisinden eser kalmaz, ismi kalır. Tıpkı geride müsenımaya ait bir vücut
kalmadığı halde yokluğun isminin kalması gibi. Sonra isimden isim de yok
edilir. Artık isim isimden söz etmez olur. Güzel bir sanat. Sonra kendisine
kendisiyle hitap eder.
Hem konuşan hem dinleyen olur.
Derken velide eserler zahir
olmaya başlar:
İzler velinin üzerinde parlamaya başlar
Nakışlı elbisenin üzerindeki nakışların parlaması gibi
Sonradan olma (hadis) varlık, öncesiz (kadim) varlığı göz ve
hitap olarak müşahede edebilir mi?!
93-
Hayret Tecellilerinden
Kendi aklınla, kelamının
aynında müşahedesinin aynını
bilmeyi nasıl istersin! Kelamının aynı
müşahedesinin aynıdır. Bununla
beraber sana gösterse,
seninle konuşmayacaktır. Seninle konuşsa, sana göstermeyecektir. Allah'a
andolsun, söylediğimi görmüyorsun.
Hayır, Allah'a andolsun,
ben de ne dediğimi bilmiyorum.
Sen nasıl bileceksin!
Böyle bilinir sevgili, bilmeyeni Allah'ı bu şekilde, onu
terk et.
Bana boyun eğdiler ve kalbim onlara aktı
Kapılarına geldi, onu terk etmediler
Ona sahip oldular,
Ta ki aralarında şaşkına dönünceye kadar
Ona sahip oldular. Bundan sonra helak ettiler.
94-
Lisan ve Sır Tecellisi
Tevhidin bir dili
bir de sırrı
vardır. Seninle konuştuğunda,
seni ayandan havasın içinde ayırır. Böylece tevhid
birlerle zahir olur. Seni tevhidin sırrına muttali kıldığında seni dilsiz
yapar. Seni Onunla Onda cem eder. O zaman sadece biri birle görürsün.
95- İki
Yüz Tecellisi
Kul hususi kılınınca
iki yüzü olur.
Bir yüzü kulluğu
ile ilgili, bir
yüzü de hususi kılınmışlığıyla ilgili olur. Kulluk
yüzü ancak hususilik yüzü aracılığıyla görülür. Dolayısıyla her hususi kılınmış
kuldur; ama her kul hususi kılınmış değildir. Çünkü hususi kılınma aynı seni
cem ederken kulluk aynı seni ayırır. Hususi ol, kul olursun.
96-
Kalp Tecellisi
Tarikat ehli olduğu
zaman kul ilk
olarak fena ve
beka kapısında kaim
kılınır. Bu makamı
gerçekleştirdiği zaman, Hakkı içine alan kalbin marifetini görür. Kalbini
bilince de onun içinde güzel işitmenin gerçekleştiği ev olduğunu bilir. Bu,
dinlemenin şartlarından biri olan mekan olarak da ifade edilir. Bu esnada bir
ilme sahip olur ve Hakkın evinde Hakkı Hak ile dinler. Dinleme ile de yokluktan
varlığa çıkış gerçekleşir.
97-
Evlerin Harap Olması Tecellisi
Beni kendinden şildin, ispat ettin
İçinde. Şu halde silmenin aynı ispatın aynıdır.
Hayret ettim size, uzaklaştırdığınızda
Evlerin arkasından size gelenleri.
Eğer bir sakinim olsa, ey efendim!
Geçip giden evlere aldırmam
Evlerin en dayanaksızı ki için bina ettiğiniz
Örümceğe nispet edilenidir
Bana göre kuvvet bakımından onunla
Melekutta gördüğüm ev arasında bir fark yok
Evin kuvveti sahibinden başka bir şey değildir.
Sahibi ölüne ev harap olur.
98- Fena Tecellisinden
Seni eşyada senden yok edince, O'nu sana eşyanın hareket
ettiricisi ve durdurucusu olarak gösterir. Ama seni senden ve eşyadan yok
edince, O'nu sana ayn olarak gösterir.
Eğer gördüğünden gafil olursan o zaman seni senden yok etmez
ve sen de yanılmazsın.
Beka fenası budur ve bu nefiste bir tazimin hasıl olmasından
olur.
99- Bu
tecelliden
Beka seni O'na nispet eder. Fena ise seni kevne nispet eder.
Kendin için istediğini seç.
100-
Rüyet Tecellisi
Rüyeti iste ve bayılmaktan korkma. Çünkü bayılma ancak
rüyetten sonra gerçekleşir. Sonunda kendine gelirsin. Ayılmak kaçınılmazdır.
Çünkü yokluk imkansızdır.
101-
Devir Tecellisi
Sordum: Kulluk nasıl sahih olur? diye. Tevhidin sahih olması
ile, denildi. Tevhid ne ile sahih
olur? diye sordum.
Denildi ki: Kulluğun
sahih olmasıyla. Dedim
ki: Gördüğüm kadarıyla bu
meselede bir döngü söz konusu. Denildi ki: Ya ne sanıyordun? Dedim ki: Bir delil ve
medlul olduğun sanıyordum.
Dedi ki: Mesele
öyle değildir. Ne
delil var ne de medlul. Dedim
ki: Kulun özelliği
kendisine emredileni yapmasıdır.
Denildi ki: Kendisine yapılanı işitmesi kulun
özelliğidir.
102-
Susma Tecellisi
Sevgilim! Mesele vasfedilmekten alıkondu,
sustu. Bütün bütünle
meşguldür. Boşluk yok sevgilim!
Çağırıldık ve konuk olduk. Baki kılındık ve haller yitip gitti.
Vecdin varlığı, gizlediğini açığa çıkardı
Hakkın izleri bizden ve onlardan parlamaya başladı
103-
Nasip Tecellisi
Sevgilim! Sende senin
payına bak! Çünkü
sen dünyanın ve ahiretin aynısın. Eğer
kendini orada görürsen
bil ki kovulmuşsun,
kapının önüne konulmuşsun.
Nasibinin kırıntıları seni bulur,
onlar için çalışma
sevgilim! Onlar için
kendini yorma, yoksa kaybedersin. Onunla kendinden kaybol.
Gözler bir göze döndü
Çünkü hakkın varlığı sayıları ortadan kaldırmadadır.
104-
Kuruntular Tecellisi
Nefsin avutucu kuruntuları
Allah ile ünsiyetin
zıddıdır. Çünkü Allah
ile ünsiyet, avutucu kuruntularla
idrak edilmez. Nitekim şöyle buyurmuştur: "Ve garratkumu'l emaniyyu /
Kurutlar sizi aldattı." (Hadid,14) Nefsin kuruntusu kendisinde
olmayan şeyi söylemesidir ve bu da nefse
tatlı gelir. Kul bu kuruntulara uydu mu artık iflah olmaz. Vakti öldürür. Böyle
bir kişi her zaman ziyandadır. Bu kuruntuları dile getirdiği zaman onlardan
zevk alır. Ama kendisiyle baş başa kaldığı zaman elinde hiçbir şey olmadığını
görür. Bu adamın payına akılsızın birinin tarif ettiği şu hal düşer:
Kuruntularım şayet gerçekleşirlerse ne güzel temennilerdir
Yok gerçekleşmezse, o zaman hoşça vakit geçirmiş oluruz
Sevgilim!
Nefsinin kuruntularından dolayı
rab-binle ünsiyete terk
ediyorsun. Bu yaptığın hoş
bir şey değildir.İmanın, islamın
ve tevhidin seni
aldatmasın. Kuruntulara daldığın sırada
ruhun kabzedi-lirse semeresi
ne olacak? Ki
sen halinin ne
olacağını bilmiyorsun! Sen ölümden sonrasını görmüyorsun ve üzerinde
öldüğün hali biliyorsun. O zaman senin yanında kuruntularından başka bir şey
olmayacaktır. Öyleyse tevhid nerede kaldı? Nerede kaldı iman? Vaktin zayi oldu,
hüsrana uğradın.
Benim halim ve
senin halin rivayet
açısından birdir Maksat
bilmek ve bilgiyle
amel etmekten başka bir şey değildir.
105-Takrir
Tecellisi
Hak senden kalbini
istedi ve geri
kalan varlığının tümünü
sana bahşetti. Kalbini temizledi, huzur,
mu-rakebe ve haşyetle
onu süsledi. Nitekim
bu hususta şöyle buyurmuştur: "İnne
leke fi'n-nehari sebhen
ta-vilen I Zira gündüz vakti,
sana uzun bir meşguliyet vardır."
(Müzemmil,7) Allah sana
yirmi dört saat
vermiş, bunun bir
kısmını yerine getirmekle yükümlü olduğun farz namazlara tahsis etmiştir
ki, hiçbir zaman yarım saati geçmez. Sonra sana, bütün vakitlerinde
münacatlarmla ve varlığınla uğraş, bana sadece
bu kadar zaman
ayır, bu vakti
de senin için
beş vakte ayırdım
ki, sana uzun gelmesin, demiştir.
Bak, ey kardeşim!
Hangi kul olacaksın!
Şu azamet sahibi
Cabbar olan Allah'ın bahşettiği bu
büyük lutfa bak.
Eğer tam tersi
geçerli olsaydı, bunu yapamayacaktın.
Yükümlülükle ilgili bu lütfün yanında muhalefet edilmesi durumunda
süre tanıma lütfunu da bahsetmiştir.
Sana mühlet vermiş,
seni davet etmiş,
en basit bir
düşünceni, göz ucuyla şöyle bir bakmanı
dahi kabul etmiştir.
Allah için söyle ey miskin!
O'dan başka kim
sana bunu yapar? Sen
böyle cömert bir
efendiye, bu büyük lütfün
ve güzel fiilin
sahibine, muhalefet ederek karşı
çıkıyorsun ve utanmıyorsun
öyle mi! Ama
sana mühlet veriyor olması seni
aldatmasın. Çünkü O'nun
yakalaması çok şiddetlidir:
"Ve kezalike ahzu rabbike iza ahaze'l kura ve hiye
zalimetun inne ahzehu elimun şedid /
Rabbin, haksızlık eden memleketleri yakaladığında, onun
ya-kalayışı işte böyledir.
Şüphesiz onun yakalaması pek
elem vericidir, pek
çetindir." (Hud,102) Senin
nefsinden başka bir memleketin yok. Eğer orayı bu şekilde
yakalarsa, kim durumdan ders çıkaracak, kim öğüt alacak? Bir kimse eğer kendi
nefsi üzerinden öğüde muhatap oluyorsa o kimse bedbahttır.
Allah lütfuyla bir
kimseye başkası aracılığıyla
öğüt vermeden ona
kendi nefsi üzerinden öğüt vermez. Hangi kul olduğuna
baki Yiğitler arasında bir yarıştır bu, yarış! Sakın karşı çıktığı, muhalefet
ettiği halde örfe göre en güzel karşılık alan, en güzel makamlara gelen ve kendisi
için görkemli durumlar
oluşturulan kimsenin durumu
seni yanıltmasın. Bütün bunlar
birer tuzaktır. Farkında
olmadığı şekilde helak
edici akıbete yavaş
yavaş sürüklenmedir. Eğer böyle biri kendi durumunu örnek göstererek
sana karşı delil sunmaya kalkarsa ona şöyle de:
Toz duman kalkınca göreceksin
Altında at mı var eşek mi var!
106-
Biatlaşmayı Bozma Tecellisi
Biat edilenler üç gruptur: Resuller, onların varisleri olan
şeyhler ve sultanlar. Aslında her üç grubun şahsında biat edilen bir zattır, O
da yüce Allah'tır. Bu üç grup, Allah adına, tabi kimselerin
Matlarına şahitlik etmektedirler. Bu üç
grubun uymakla yükümlü
oldukları bazı şartlar vardır, tümü de Allah'ın emriyle kaim olmak noktasında
birleşir. Tabi olanların da uymakla yükümlü oldukları şartlar vardır ve bu şartlar
emredilene biat etmek noktasında birleşir. Resuller ve şeyhler kesinlikle
günahı, isyanı emretmezler. Çünkü Resuller masum, şeyhler de korunmuşturlar.
Sultanlara
gelince, onlardan şeyhlere
bağlananlar korunur, bağlanmayanlar yüz üstü
kalır.
Bununla beraber günah
ve isyan hususunda
onlara itaat edilmez.
Biat, Allah'a kavuşuncaya kadar
sürmelidir. Tabi olanlardan
biri Matından dönerse
o ebedi olarak cehenneme girer. Allah onunla
konuşmaz, ona bakmaz ve onu arındırmaz. Bu gibi kimseler için elem verici bir
azap vardır. Bu onun ahirette-ki payıdır. Dünyaya gelince, Ebu Yezid el-Bestami
kendisine muhalefet eden öğrencisi hakkında şöyle demiştir: Allah'ın gözünden düşeni
kendi halinde bırakın. Nitekim daha sonra bu adam kadınlar benzeyen kimselerle birlikte görüldü.
Daha sonra hırsızlık
yaptı ve eli
kesildi. Bütün bunlar
onun biatim bozmasının
cezasıydı... şimdi bu adam nerde, Davud et-Tai'nin talebesi gibi biatma bağlı kalan kimse
nerde! Davud ona: kendini tandıra
at, demişti, o
da kendini yanan
tandıra atmıştı ve tandır
serin ve sela-metli
hale gelip onu
yakmamıştı. İşte bu
biatına bağlı kalmasının
sonucuydu.
107-
Karşılaştırma Tecellisi
Seni görmekle fena
bulmayan rekabet etmez.
Böyle birini bir
iş başka bir
işten de alıkoymaz. Rububiyet
kısımlarından ona özgü olan husus budur. Sakın arifin "hiçbir şey beni
rabbimden alıkoymaz ve rabbim de beni hiçbir şeyden alıkoymaz." sözüne
kanma. O huzurun kuvvetini kast ediyor, müşahedeyi değil. Çünkü sana ne zaman
göründüyse seni yok etmiştir ve seni
onun için baki kılmıştır. Seni senin
için baki kılmış değildir. O halde senin için olanı al, onun için olanı bırak.
108-Cezb
Tecellisi
Ancak mecbur olan,
isimlerden fena bulur
ve Allah ile baki
kalır. Bu yüzden
ona cevap verir. Şu halde mecbur olmanın alameti icabet etmektir. İşte
bu cezb yok oluşudur.
Çünkü onda ancak
kendi nefsinin payı
itibariyle yok olmuştur.
Onu görünce kendi
payından feragat edip
kaçınmıştır. Ona, dön!
denilince, falan emri
bildim, demiştir. Payımı vuslatımın aynısı kılan Allah'a
hamdolsun.
109-
Aklın Gitmesi Tecellisi
Gizli marifet parlayan nurlardır. Eğer ibareler onları alsa,
bu akledilemeyen bir dille ve anlaşılamayan
bir hitapla olur.
Kendine geldiğinde ona, ne dedin?
denir. Sonra ona söylediği sözler nakledilir, o da söyler.
Çünkü duymaz. Ona tekrarla denilince, o da ben dönünceye veya o dönünceye
kadar, der. Böyle kimselerden hitap kalkar, çünkü mecnun konumundadır. Tevhidin
sahihliği, sırları gizleme
ve bilmediği alametler
hakkında hüsnü zan besleme
şeklinde Allah ehli olanlardan sadır olan bu hal ne güzel bir deliliktir!
Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun. Salat ve selam Hz.
Muhammed'in ve pak ve temiz kılınmış ehlibeytinin üzerine olsun.
Kitap Son Buldu.
Hiç yorum yok