ÖLMEDEN ÖLMEK
Gâyelerin gâyesinin mukaddes sancağını taşıyan Peygamberler Peygamberi, madde planındaki gazalariyle, sonsuzluk âlemine, ölmüşken ölmeyenleri; ruh planındaki Ekber Cihad ile de, ölmemişken ölenleri sevk etmeye memurdurlar.
Büyük; kul çapında her büyüğün yanında
küçük ve hiç kalacağı büyük kurtarıcılık işte budur. İnsanı, nefsi ve
cemiyetiyle bir arada kurtarmak…
*
Şimdi, Kurtarıcılar Kurtarıcısını biraz daha yakından görür gibiyiz.
Daha fazla yaklaşamayız; yanarız!
Nasıl ki, Allah, O’nun göz planındaki cemâlini bile tam izhar etseydi
bakmaya takat getiremezdik. Ya iç hakikatine nazar etmek?
En mahrem ve yakın görüş noktalarından Peygamber anlayışı, işte sonu olmayan bu idrak vecdinden başlar.
Yoksa O’nu birtakım kuru tâzim
kelimeleri içinde, bir takım yavan hesapların ve dış görünüş
sınırlarının gözlüğünden boş yere hecelemeye çalışmak değil… Vecdin
metodiyle görüş arasındaki fark, birinin peşinen topyekûn ve ispatsız
doğrulaması, öbürünün ise ispat dâvasında kuru aklı konuşturması ve
satıhta kalması…
Bir Garplı şairin:
“-Gerçek hayat bu görünen değil.”
Dediği hayat… Gerçek hayat… Bu hayatın her
zerresiyle ilân ve ihtar ettiği ve yanında ebedî noksanlar
silsilesinden ibaret kaldığı, hakikî hayat…
İşte bu hayat, tam ve kâmil hayat, O’nun izlerine kavuşan ve her şeyi O’nun izlerinde götüren yoldur.
Allah, O’nun göz planındaki cemâlini bile tam izhar etseydi bakmaya takat getiremezdik. En mahrem ve yakın görüş noktalarından Peygamber anlayışı, işte sonu olmayan bu idrak vecdinden başlar.
*
O’nun ardındaki saflar, ölmemişken ölenler ordusudur; ve bu ordunun gazada verdiği ölüler de, ölmüşken ölmiyenler…*
Dış gâye birincide, iç gâye ve büyük oluş da ikincide…
*
Ölmemişken ölenlerin kazandığı sonsuz
âlemde, ayrıca şehidlikten gelen öyle bir mertebe var ki, başta en
büyüklerin en büyüğü, bütün büyüklere Allah bu mertebeyi verdi.
Evvelâ, hakikî ve ebedî hayatın
rehberi ve her derecenin üstü Allah’ın Sevgilisi bizzat şehid… Hayber’de
tattığı zehirli etin yıllarca süren sinsi tesiriyle şehid… Ebu Bekr de
aynı sebebten ve onunla beraber… Ömer, Osman, Ali ise, doğrudan doğruya
vücutlarında, Allah için güneş güneş al kan yaralar açan hançerler ve
kılıçlarla şehid…
Bunlar evvelâ şahit, sonra şehid…
Gâyelerin gâyesi yoliyle, ölmeden ölmüş olmanın nimetine, Allah’ta fâni
ve bâki olmanın sırrına şahit ve sonra Allah yolunda şehid…
Onun içindir ki, yaratılış hikmetinin getirdiği bâtın yolundan büyük oluşa erenler, ayrıca şehidliğe de can attılar.
*
Dâva, bilen ve bilmeyen, anlayan ve anlamayan için tek:
Hep solmayan renge, geçmeyen âna, pörsümeyen yeniye, bölünmeyen bütüne ulaşmak…
*
O’nun yolu:
“Mağara ve Ötesi”nde yolun nasıl açıldığı ve nasıl kıvrım kıvrım uzandığını dış çizgileriyle göstermiştik.
Dış planda şu veya bu işle meşgul
görünen her Sahabî, bu yolun içindedir. Allah Resûlünün bâtın hikmetiyle
başlayan bu yolun son durağı, yine O’nun hakikatidir.
O’nun ardındaki saflar, ölmemişken ölenler ordusudur; ve bu ordunun gazada verdiği ölüler de, ölmüşken ölmiyenler… Dış gâye birincide, iç gâye ve büyük oluş da ikincide…
*
Bütün zâhir ölçüleri (Şeriat) sımsıkı tutulmadan o hakikate varılmaz.
*
Ekber Cihaddan geçmeden oraya varılmaz.
*
Nefs yenilmeden oraya varılmaz.
*
Allah Sevgilisinin ahlâkına bürünmeden oraya varılmaz.
*
Bir yol göstericiye varılmadan oraya varılmaz.
*
Yunus Emre gibi, tek kapısına, kırk yıl dümdüz odun taşımadan ortaya varılmaz.
*
Bu bir hâldir, laf işi değildir; ve bu
hâli O’nun ruhaniyetine vâris bir yol göstericiden başka kimse
gönüllerde tutuşturamaz.
*
O, gelmiş ve gelecek bütün insanlığın
meydanında, mutlak yol gösterici… Ve iç maktalarda gezindiğimiz zaman
da, daima dışında kaldığımız mârifet, O’nun dışından O’nun içine
girebilmek…
Bu yüzdendir ki, Allah O’nun dilinden emretti:
“-Ölmeden ölünüz!”
O, gelmiş ve gelecek bütün insanlığın meydanında, mutlak yol gösterici… Ve iç maktalarda gezindiğimiz zaman da, daima dışında kaldığımız mârifet, O’nun dışından O’nun içine girebilmek…
NASIL?
Bu işin usûlünde, yine dış planda
çerçeveliyelim ki, nefsi körletmek, iğneli fıçıya sokmak ve öldürmek
diye bir şey yoktur. Sadece onu dizginlemek, yalnız Şer’î haklar içinde
terbiye etmek, onun hak kisvesine bürünen oyunlarını bozmak, onu daima
büyük mizana bağlı bir murakabe altında tutmak, neş’esini kırmak,
kibrini yıkmak, üstün ahlâka erdirmek, bütün dereceleri aştırmak ve
sonra ruh yoliyle ulaştırmak, ruha inkılâp ettirmek…Bu!...
*
Nefs tâbirine eş bir mefhumun hiçbir
lisanda ve tam mânasiyle bulunmadığına dikkat edecek olursak, Peygamber
lisânının belirttiği yepyeni bir hikmetle karşılaşırız.
O, ne “ben”dir, benliktir; ne zâttır, şudur, budur; kalb hakikati içinde, ruhun, mukabil kutbunu gösteren ayrı ve bambaşka bir mevcuttur. Her insanda bu mevcut; daima gizli ve bazen aşikâr bir Allah düşmanı.
Allah düşmanı yola getirilmedikçe Allah’a yol açılmaz.
*
Dâva nefsi öldürmek değil, yola getirmek olduğu içindir ki; İslâmiyette ruhbaniyet mevcut değildir.Nefsin
yemeğini, uykusunu, kadınını ve daha binbir meşru zevkini kökünden
kesen ve daha ona nice çileler çektiren bâtıl metodların da,
İslamiyetteki gerçek erdiriş usûliyle hiçbir benzerliği yok. Her şey
ölçüye bağlı… Bellibaşlı itidâl hadleri içinde ve mizanlı… Yoksa öbür
türlü, her taraftan gene nefs tecelli edecektir.
O daima üste çıkan bir canavar…
*
Allah’ın, nefs bahsinde velîsine ettiği ihtarı hatırlayalım:
“-O’nu içine al! Biz seni onunla seviyoruz!”
Allah’a nefssiz değil, teslim olmuş ve İslâma gelmiş nefsle gidilecektir.
*
Tekrar edelim ki, bu Dâvaların
Dâvasında, ana prensiplerden, dış plan hakikatlerinden fazla bir şey
söyleyebilmiş değiliz… Biz, kapıyı ve kapının üstündeki başlıca formül
yaftalarını gösteriyoruz. İçeriye girmeden ve “zehirle pişmiş” aşın
başına oturmadan bilgi aramayın. Erenlerin tâbiriyle:
“Tadmayan bilmez”…
İşte Kurtarıcılar Kurtarıcısının insanlığa açtığı büyük kurtuluş kapısı!
Şeriat sarayının içindeki has oda kapısı.
Sarayın dış çizgileriyle tam bir uygunluk ve bağlantı hâlindeki bu odaya girebilen, hakikati bulur.
Avizesi ebediyet olan has oda…
Başta ve sonda, dış O’nun, iç O’nun, yol O’nun, menzil O’nun…
Hiç yorum yok