İbni Arabi Risaleleri- KİTABU’L KUTUB-2
KİTABU’L KUTUB
MEKTUPLAR KİTABI
Şeyhu’l Ekber
MUHYUDDİN İBN. ARABÎ K.S.
MEKTUPLAR KİTABI 2. BÖLÜM
(1. bölüme buradan ulaşabilirsiniz)
Bir diğer mektup:
Allah'a hamd ederek tabiat incisine ve
göz önündeki çiçeğe hitabettik. Onun katından melek yanımıza döndü ve bize
"nun"un yüreğinin sırrını haber verdi ki, bu sır "nun"
lafzının atında korunmaktadır. O zaman anladık
ki karınca oradadır ve mülkler de onun aşağısındadır:
Bir karınca; benzerlerinin terbiyecisi
Yalnız kaldı, anlayamadı yumuşaklığını
Senin sırrının bize sirayet ettiğini
görünce
Ona dedi ki: yüceliğini adlandır
Birden inciye gözlerini dikti
Hayret! Sözünden dolayı ve güneşin göz
kamaştırıcı parlaklığından dolayı. Böylece günahları yakarak perdeleri
birer birer yırtmaya başladık. Böyle devam ettik, ta ki derin (bir denize varıncaya) ve
güvenilir bir dayanağa ulaşıncaya kadar. Orada binekleri yatırdık, sevgililerin
yurtlarına vardık. Üzeri kapanmış izlerini ve silinmiş kalıntılarını araştırdık; ki diyarları
deve kuşlarının oyun alanı, saba ve şimal rüzgarlarının estiği mekan olmuştur.
Diyarlar ki
güney rüzgarları silip süpürmüş, bulutlar haline ağlamakta. Derken sesimiz yankılandı,
tıpkı ikizi olan biri gibi sırrımıza seslendi. Bunun üzerine melekutlardan kalkıp göç
ettik. İrticalen hakikate hitap ediyorduk.
Ben, senim. Peki kimdir
Ben ve sen benim mekanınım diyen?
Ben dedi, ben dedim, söyle dedi
Ben dedim, benim benliğimle dedi.
Sen bensin, sen benden gayrisi değilsin,
ki
Ben bendim, sen de benim aynımdın.
Ben dedim, hayır, aksine ben hazırım
Ve kendimden gaibim ve kendi
huzurumdan
Çünkü "nun" "kaf"
gibidir, ne zaman yürürse
Benim hayatımda hakikat düşüncelerine
doğru
Ben bakarım bir harfe ki belirmiştir
Hikmetimden "nun"un
"kafinin arasından
Kim benden başkası olursa ben o olurum
Kim benim zatım olursa, ey birliğim!
Halk içinde ona kul olurum
da benim içimdedir, tekliğimle
İnsanlar arasında onların sevgilisi
olurum
Ve ben onların içinde ikiliğimle varım
Fena yurdunda sır açığa çıkmıştır
Ben neredeyim ve ben neredeyim,
hayretim nerede!
Ben benim, söyleyen ben değilim
Kulum ben, ancak hangiliğimle
Allah Rabdir ve ben O'nun kuluyum
Her şey benim kahredici gücümün
altında ve kabzamdadır.
Hakikatler karışınca, maşukla aşık
birleşince uluhiyet saltanatında belirginleşti ve kulluk perdelerinde tebarüz etti.
Bunun neticesinde göz onun nazarında bir eser, müşahede de bir haber oldu.
Dolayısıyla birinin liderliği altında oluşlarının yanı sıra maddeler arasında ayırım da ortaya
çıktı. İşte ayanın sırrı budur. Ki bu, insan diye ifade edilir. Daima Hay(diri) ve Vahid (Tek)
olan bunu açıklamıştır, "onun benzerinin gibisi yoktur" ifadesinde. Böylece
mülkün üzerine perdeler indirildi. Mülk arşına istiva etti. Arşı Onun hakikatidir. İstivası ise benzerliğidir. Öncesizlik incisi lisanlarda dolaşır oldu. Onu gözle görülür zümrüt levhine nakşetti.
Onu Rahmanın kaleminin tasarrufu kapsamında ifade etti ve şöyle dedi:
"Senefruğu lekum eyyuhessekelan / Ey insan ve cin! Sizin de hesabınızı ele alacağız" (Rahman,31) Eğer belirginleşseydi kuşkusuz tertemiz, arı hayatın bir sırrı var. Hiç kimse sapmadı ve
hiç kimse hidayete ermedi. O, en yüce aleme uzanandır ve ona da en ideal yol eşlik
etmektedir. Her şeye hamledilince ağır geldi, baskın çıktı.
Böylece her şeyin oluşu olumsuzlandı,
hafiflendi ve perdelendi. Derken melekut nakledişe boyun eğdi, onu örnek bir incelikle
hareket ettirdi. Yüzleri naklin kaimliği önünde eğildi. Aklın sultanı maddenin
izzetini yok etti. Siz, ey kurtulmuş hizip! Ey kurtuluşa ermiş, ikrama mahzar olmuş grup! Sağlam ve
belirgin bir tepede Ruhul eminin ru-haniyetinin inişini sağlayanın kadrini bilin. O
sizin levhlerinize yazan katiptir. Şahsiyetlerinizi şekillendirendir. Sizin ruhlarınızdan suretlerinize
üfleyendir. O halde sizden size baktığı şeyin değerini bilin. Onun sebebiyle sizden
sadır olan şeylerin değerini de. Onu hak bir inci olarak var etmiştir, sedefi de
gayrettir. Göz bebeğidir ki, göz çukuru hayretten ibarettir.
Bir diğer mektup:
Ey kabirlerin dirisi ve sakini!
Ve güneşinin sakini Ümmü'l A'la!
Ağladım; nasıl ağlamam ki ona
Nebilerin en hayırlısının kızının
adaşıdır o.
Ağladım; ona ağlamak benim hakkımdır
Kıyamet gününe ve buluşma anına kadar
Özlem duyan birinin hüznüyle matem
tuttum
Onun hüznüyle, teselliler beni terk
etti.
Niçin üzüntüden ağıt yakmayayım ve
ağlamayayım ki
Başıma gelen bu beladan daha büyük
bela mı var?!
Göz yaşlarına yardım ettim, ama nida
etmiyorum
Ey göz, ağlamakta cömert ol
Ey Kızların efendisi ve ayrılıp giden
Haya yolunda eşyadan!
Bir mezarı suladı ki, oraya sevgili
olarak girdin
Göklerde ikram edicinin katına doğru.
Cevap ver, şikayetimi duy ve iade et
Cevabını bir kardeşin ki uzaklığım
sana yakındır
Karşılaştıklarınla ilgili olarak bana
cevap ver ve bildir
Perdelerin açılmasına dair sırları
Acaba nimetler keşfin yanında mıdır ki
Hepimiz için aynı düzeyde nimet olsun?
İlah'ın ona güzellikle muamele edeceğini
zannediyorum
Ey umudum! Kulunun bu zannını gerçek
kıl. Fatımacık hakkında sana dua ettim,
vesile kılarak
(peygamberin kızı) Fatıma'yı. Duamı
kabul et.
Onu ve onu (Fatıma'yı) beraber hasret
Sancağın altında seçilmiş peygamberle
birlikte
Bizi bir araya getir, sevinç bizim
olsun
Bizim olsun ebedi kalış yurdu (ahiret)
ve helak yurdu (dünya).
Validenin katına. Kerem sahibi kız
kardeş Ümmü Sa'd'a. Allah onu isminin yüceliğine ulaştırsın ve sabrını güçlendirsin.
Kalbini pekiştirsin. Ecrini büyük kılsın. Ona esenlik versin. Çünkü kaçınılmaz bir olay
gelmiştir başına. Hiçbir mahluk bu olaydan kurtulamaz. Şehit kızının vefatı. Güzel ve mutlu
kızının. Beyaz inci. Fatıma Zehra'nın adaşı. Onun için bağışlanma, esenlik ve huzur
dilenmektedir, ikram ve hoşnutluk yurdunda. Kim bilir; belki de nimetler onu bir an önce çağırdı.
Fatıma Zehra için hazırlandığı gibi onun için de hazırlandı nimetler. Yüce Allah bu
hususta güzel zannı ve umudu gerçek kılsın. Bu hususta en samimi seslenişi kabul buyursun.
Çünkü O, duaları işitendir. Oğlu ona teselli vererek, sabır dileyerek, dikkat
çekerek ve hatırlatarak hitabetti. Hitabın başlangıcı kıldığı, mektubun başına yerleştirdiği, teselli
kapısını açtığı ilk adım olarak izzet ve beka sahibine hamdetti, ardından Nebilerin en
hayırlısına salat ve selam gönderdi. Sonra önceki önderlerin yolunu izleyerek güzel öğütlere
başladı.
Dedi ki: Allah'a hamdediyorum; O'nun
hamdiyle başlıyorum, Onunla bitiriyorum ve Onunla tamamlıyorum. Allah, ölümü her
canlının kaçınılmaz sonu kılmış, yokluğu her şeyin son noktası yapmıştır. Şu ayette
istisna ettiği kimseler hariç: "Fe saike men fi'ssemavati ve men fi'l ardi illa men şaellah / Allah'ın
diledikleri müstesna olmak üzere göklerde ve yerde ne varsa hepsi ölecektir."
(Zümer,68) Allah ölümle bütün dik başlı zorbaları kahreder, ezer, her inatçı şeytanın hakimiyetini yok
eder. ölüm belası iyi kötü, kurtulmuş mahvolmuş herkesi kaplar. Bir musibettir ki
"sütü kesilmez." -sonu gelmez anlamında bir deyim- Bir ağaçtır ki acı meyvesinin şırası
kolaylıkla yutulmaz. Miraç ve makamlar, mucizeler ve kerametler sahibi Muhammed'e salat ve selam
olsun, bu gözlemlenen yüce makama yükselmesine, ma-kam-ı mahmudu istiva
edişi kendisine gösterilmesine rağmen kabre yattı, kayaların ve toprakların altına
girdi. Böyle iken biz niçin düşünmeyecekmişiz! Neyi umuyoruz! Daha neyi bekliyoruz! Çabuk!
Çabuk! Bu diyardan kaçınılmaz olan ayrılığa hazırlan. Eninde sonunda yakana
yapışacak olan helak hususunda faydalı olan sebepleri bul. Bul!
İmdi... Allah, sevgili kız kardeşe,
biricik garibe vaktin gelmesinden, zamanın tükenmesinden önce durumunu
düzeltmesini ilham etsin. Kendisi için en iyi olan şeyler bakan, ölümüne hazırlanan, bu gününde,
geçmişte kaçırdıklarını tedarik eden, ayının tutulmasından, güneşinin yüzünün
kapanmasından önce tedbirlerini alan kimselerden eylesin. Çünkü ölüm, ümitlerle
birlikte amelleri de keser. Aileyi ve malı darmadağın eder.
Görkemli evleri harap eder. zorbaları
ve tağutları helak eder. Taç taht sahibi bırakmaz; mutlaka izleri silinmiş belli belirsiz
bir mezara koyar. Nerede Romalılar! Hakanlar! Hani Kahtan atlısı! Sezar ve Sasanî sülesi
şimdi nerdeler! Kel-danilerin soyundan gelen Nabatlar! Tak ve taç sahipleri!
Zamanın belalısı tümünün kökünü kuruttu. Üzerlerinden nice geceler ve gündüzler geçti de
unutulup gittiler. Şimdi onlardan birini hissedebiliyor musun? ya da onlardan bir fısıltı
duyabiliyor musun?! Andolsun, eğer ölümde acıların kesilmesinden, bu cisimlerin
çözülmesinden, gece ve gündüzden ayr ılmaktan, ömürler ne kadar sürse de haberlerin ve izlerin
silindiği mahalle uzanmaktan başka bir şey olmasaydı yine de uzun uzun düşünmemiz ve ibret
almamız gerekirdi. Bir de ölümün ardında sorguya çekilmenin, hesap görmenin, münakaşa
ve azarlamanın olduğunu, bütün bunların neticesinde ya nimetlere ya da azaba
kavuşmanın olduğunu düşün. Çocuğun dehşetinden ihtiyarladığı, her dik başlı zorbanın
boyun eğdiği bir günde... "Ve tedau kullu zati hamlin hamleha ve tera'nnase sukara ve ma hum
bi sukara. Ve lakinne azabellahi şedid / Her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları
da sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir; fakat Allah'ın azabı çok
dehşetlidir." (Hac,2) Bu matemde, bu ağlayışta bana yardım edecek biri var mı? Benim
mutlularla birlikte kurtulmam için yok mu yardım edecek?
Heyhat! Heyhat! Boş ve
faydasız şeyler bizi oyaladı. Ölümle birlikte gelen şeyleri düşünmekten alıkoydu. Zevkimizin
putuna tapınmaya devam ettik. Şehvetlerimizin dizginlerini sonuna kadar salıverdik.
Allah'ın hudutlarıyla ilgili olarak alabildiğine aşırı gittik; sanki Allah tarafından bir güvencemiz
varmış, sanki tehditlerinin bizi kapsamayacağına ilişkin olarak Allah bize söz vermiş
gibi. Allah'a yemin ederim, Allah heybetiyle bizi kapıp götürüyor gibi, bizi uzak diyarlara
sürüklüyor sanki. Sevenlerden ayrıldık, hesap gününe doğru gidiyoruz. Bayındır diyardan
viranelere taşındık. İpimiz kesildi. Sebeplerimiz yok oldu. Bir araya getirdiğimiz ailemiz
dağıldı. Mallarımız miras olarak paylaşıldı.
Ölüm okuna bakma zamanımız gelmedi mi?
Nasıl da canlının hedefine isabet ediyor! Bu okun bir gün bizim de hedefimize
isabet etmesi kaçınılmazdır. İster istemez o günümüz gelecektir. Nitekim bize karşı
tuzağını kurduğunu, korkusunu üzerimize saldığını, bizi el değirmeninin arasına atıp öğüttüğünü,
üzerimize oklarını fırlattığını gördük. Nereye kaçabiliriz? Nasıl bir yerde karar
kılabiliriz? Dünya, iyi halde oluşumuzla bizi perdeledi, bir gün göç edeceğimizi düşünmemizi engelledi,
akıbet ve son yurduna gideceğimizi. Üstelik dünyanın çökeceğini, nimetlerinin yok
olacağını biliyorduk. Dönmemizin, dinlememizin ve dünyaya sarılmaktan vazgeçmemizin
zamanı gelmedi mi? Daima diri ve her şeye hakim olan Allah'a gideceğimize kesin olarak
inanıyoruz. Bununla beraber utanma azaldı, saldırganlık arttı. Bu da söz
dinlemeye karşı kulaklarımızda bir ağırlık olmasına neden oldu. Neticede sırtımıza ağır veballer
bindikçe bindi. Allah'a andolsun, bedenlere ağır gelen, gözlere göründü. Umutlarımız
aldanış yurduna diktik. Ye-şermeyecek tohumlar ektik. Sanki diktiğimizin meyvesini
devşirecekmişiz ve ektiğimizi burada biçecekmişiz gibi.
Allah'ın kula, ektiğini biçecektir
Allah için ekene ne mutlu!
Bu gün hesap gören olarak nefsimiz,
denetleyici olarak rabbimiz yeter. Allah bizi boşuna yaratmadığı gibi başı boş da
bırakmamıştır. Bilakis, ahiret günü görülen, müşahede edilen bir gündür. O gün
mutlu olanla, bedbaht olan birbirinden ayr ılacaktır. Şu halde, Allah seni muvaffak kılsın, şu
anda hangi hayat tarzı üzerinde hangi akıbete doğru gitmekte olduğuna bak! Başına gelen
musibeti, seni derinden üzen olayı bir yana bırakarak bu mesele ile ilgilen. Bu, bütün
muhtaç kulları saran bir olgudan başka bir şey midir? Bu zor akıbete uğramak hepimiz için kaçınılmazdır.
İnsanların en hayırlısı olan Resulullah (s.a.v.) öldü, eşleri, sahabeleri ve
vezirleri öldüler. Bu dünya yurdunda onlardan hiç kimse kalmadı.
"Uzun zaman ikamet edenin
ölümünün üzerinden uzun zaman geçti." "Kullu men aleyha fanin. Ve yebka
vechu rabbike zu'l celali ve'l ikram / Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacaktır. Ancak
azamet ve ikram sahibi Rabbi-nin zatı baki kalacaktır." (Rahman,26-27) (O
halde işi ilahi takdire teslim et, Seyyidul-enbiya'nm (s.a.v.) dediğini de. Gözlerinin önünde can veren
oğlu İbrahim'e göz yaşı dökmüş ve şöyle demişti:
Göz yaşlarını döker, kalp hüzünlenir;
ama biz rabbimizin razı olduğundan başka bir şey söylemeyiz. Allah'a yemin ederim, ey
İbrahim! Biz senin ayrılığından dolayı üzülüyoruz." Göz yaşını dökmende senin için bir
sakınca yoktur, acılı kalbinin kederlenmesinin de. Çünkü Hz. Peygamberin (s.a.v.) oğlu
ölürken kalbi derin bir hüzünle sızlıyordu. Göz yaşı dökmeye başladığında Sa'd ona: Ya
Resulallahîbu nedir? dedi. buyurdu ki: Bu, Allah'ın kullarının kalplerine yerleştirdiği
rahmettir. Allah ancak merhametli kullarına merhamet eder." o halde ölüye ağlamak
mubahtır; bağırıp çağırmadan, feryat etmeden.
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "Allah'ın göz yaşına ve kalbin hüzünlenmesine azap etmeyeceğini, ama
şuna-dilini göstererek- azap edeceğini veya merhamet edeceğini duymadınız
mı?" Hz. Peygamberin (s.a.v.) ailesinden biri ölmüştü. Kadınlar toplanıp onun için ağladılar.
Ömer kadınların ağlamasına engel oldu. Hz. Resulullah (s.a.v.) ona dedi ki: Bırak
onları ey Ömer! Göz yaşlarını döker, kalp hüzünlenir ve vade yakındır." Bütün bunlar
sahih rivayetlerdir. Bunları, kız kardeş olarak sana aktarıyorum ki, günah olmadığını ve
sorguya çekilmeyeceğini bilerek göz yaşını akıtıp yüreğini ferahlatasın. Eğer sevabını
Allah'tan umarak sabredersen, ecrini Allah verecektir ve büyük bir ödül kazanacaksın.
"İnna lil-lahi ve inna ileyhi raciyun / Biz Allah'tan geldik ve yine O'na gideceğiz" de. Allah'ın
övgüsüne mahzar olursun "Ulaike aleyhim salavatun bin rabbihim ve rahmetlin ve ulaike humu'l
muhtedun / İşte rablerin-den bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu
bulanlar da onlardır." (Bakara, 157) Seni uyardım, uyarıları dinle. Sana öğüt verdim,
sakın. Ahiret yurduna taşınmaya hazırlan. Kabir çukurunda sana yöneltilecek soruya
vereceğin cevap üzerinde düşün. Sanki dünya hiç olmamış ve ahiret her zaman varmış
gibi. Arzuları az olan, amelinde ihlaslı davranan, etrafını gözlemleyerek ibret alan, düşünüp
sabreden, kendisine öğüt verilince öğütler doğrultusunda sakınan kul kâr
etmiştir, büyük dehşetten emin olmuştur. Allah bize kendisine itaat etmeyi ilham etsin,
rahmetiyle bizi rahmetine dahil etsin. Vesselam.
Bir diğer mektup:
İşlerin, olayların anahtarları kerem
sahibi Allah'ın elindedir. Yardım ve zafer ancak üstün iradeli, hüküm ve hikmet sahibi
Allah katındandır. Şöyle buyurmuştur: "emmen yucibu'l muztarre iza deahu ve
yekşifu'ssue / Yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve sıkıntıyı
gideren mi?" (Nemi,62) O halde kalplerinizi -Allah'an çağrısından- yüz çevirme kirinden
arındırın. Bedeninizin organların suç ve günah işleme cürmüne karşı bağlayın. Allah'ın size
rızık olarak verdiği şeylerden yoksullarınıza infak etme hususunda cömert davranın.
Allah'tan korkun ve aralarınızı düzeltin. Pişman olarak rabbinize dönün, O'na teslim olun ve
rabbiniz-den size inen en güzel hükme tabi olun. Ey müminler! Hep birlikte rabbinize tevbe
edin. Bu hususları sağlam bir şekilde yerine getirdiğinizde, sonunda yanına
dönülecek olan zata yönelme hususunda sahih bir karar verdiğinizde, O'na dua edin. Samimi
bir şekilde O'na seslenmeye çalışın. Çünkü O yakındır, dualara icabet edendir. Yüce
Allah şöyle buyurmuştur: "Ve iza seeleke ibadi anni fe inni karibun ucibu da'uete'dai iza
deani. Fel yestecibu li ue'l yu'minu bi leallehum yerşudun / Kullarım sana, beni
sorduğunda: Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O
halde benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bula-lar."(Bakara,
186) Burada yüce Allah sizin dualarınızı kabul etmesini, sizin O'nun davetine icabet etmenize
bağlamıştır. O'nun size yönelik daveti daha önce zikredilmişti: "Ya kaumena ecibu
daiyellahi ve aminu bihi yağfir lekum min zunubikum ve yucirkum min azabın elim / Ey
kavmimiz! Allah'ın davetçisine uyun. Ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı kısmen
bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun." (Ahkaf,31) Eğer Allah'ın davetine icabet ederseniz,
Allah da sizin duanızı kabul eder. Eğer yüz çevirip dinlememezlik ederseniz "ve ma
zalemnahum ve lakin kanu enfusehum yezlimun / Biz onlara zulmetmedik, fakat, onlar
kendilerine haksızlık ediyorlardı." (Nahl, 118)
Size geri dönecek olan amellerinizdir.
Kim Allah'ın davetçisine icabet etmezse, çağrısını kabul etmezse, yeryüzünde
Allah'ı aciz bırakacak değildir. Ayrıca Allah'tan başka da bir dostu, velisi de olmaz,
böyleleri apaçık sapıklık içindedirler. Eğer Allah'ın davetçisine ve hak kelamına icabet etseniz, O sizi
bağışlar ve duanıza icabet eder. Allah'ın vadi doğrudur.
Daha önce bir takım günahlar işlemiş,
bazı suçlar irtikap etmiş olsanız, sonra bunlardan kaçınsa-nız, Allah'a tevbe
ederek dönseniz, işlediğiniz günahlarda ısrar etmeseniz, işlediğiniz çirkinliklerden
pişmanlık duysanız, Allah hakkında beslenen umut ve güzel zan, Allah'ın keremi ile gerçekleşir
ve içinde bulunduğunuz sıkıntıyı kaldırır, başınıza gelen belayı savar. Şayet başınıza
gelen musibet, cezalandırma mahiyetinde olmayıp, Allah'ın takdiri ile size yöneltilmiş
ise, bu takdirde de büyük bir sevaba nail olursunuz. Bunu da teslimiyetle ve Allah'ın takdirine
havale etmekle karşılayın, çünkü Allah'ın emrini geri çevirecek kimse yoktur. O'nun verdiği
hükmü sorgulayacak kimse de bulunmaz. Ayrıca bu musibetler aracılığıyla kendinizin,
Allah'ın inayet gösterdiği ve sınadığı kimselerden olduğunuzu öğrenmiş olursunuz. Çünkü
dünyadaki belalar, Allah'ın mümin kullarına verdiği çabuklaştırılmış nimetlerdir. Yüce
Allah şöyle buyurmuştur: "velenebluvennekum hatta na'leme'l mücahidine minkum
ve'ssabirin / Andolsun ki içinizden cihad edenlerle sabredenleri belirleyin-ceye kadar
sizi imtihan edeceğiz." (Muhammed,31) O halde sınama amaçlı belalar, insanın Allah
katındaki mertebesine göre inerler. Peygamber efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir: "Allah bana verdiği belaları başka hiçbir nebiye vermemiştir." Bu hadis bir alime
sorulmuş ve denilmiş ki: Eyyub ve Zekeriyya gibi Nebiler (selam üzerlerine olsun) çok daha
büyük musibetlerle sınanmışlar. Re-sulullah (s.a.v.) bu tür belalardan hiçbiriyle sınanmamış.
O halde Hz. Peygamberin (s.a.v.) uğradığını belirttiği bu musibet hangisidir? Bu alim şu
cevabı vermiş: Hangi bela Resulullah'ın (s.a.v.) başına gelen beladan daha büyük olabilir?
Allah'ın onu "Kabe kavseyn ev edna" makamına yükseltip vasıtasız konuşarak vahye
muhatap ettikten sonra şu aşağı aleme hitap etmesi için indirmesinden daha büyük musibet
olur mu? Sevgiliden ayrılmaktan daha büyük bela mı var? Hiç bir Nebî, Hz.
Resulullah'ın (s.a.v.) uğradığı bu belanın benzerini görmemiştir...
Size gelince, Allah sizi rahata
çıkarsın, kötülükleri sizden uzaklaştırsın, içinde bulunduğunuz musibetlerden sizi
korusun. Başınıza gelen belayı sizin için günahlardan bağışlanma vesilesi kılsın. Sizi
çepeçevre saran bu smırlandırılmışlık halinizi, topraklarınızı kaplayan bu felaketinizi Allah,
gücünün hakimiyetiyle savsın, yakıcı taşlarla şeytanlarını kovsun. Bunda sizi için en büyük ibret
dersleri vardır. Bunlara maddi gözlerle değil, basiret gözüyle bakın.
Bilin ki, Allah size rahmet etsin,
kaderden kurtuluşun yolu yine kaderdir. Kadere karşı hazırlık yapmanın ve sakınmanın hiçbir
faydası yoktur. Bizim yaptığımız nefisleri alıştırıp ısındırmaktan başka bir şey değildir.
Sadece maddi binanın devamını sağlamaya yönelik koruyucu ve sağlamlaştırıcı önlemler
almaktayız. O halde gerçek anlamda kendinizi korumaya alın ve bu sözlerimi de bir öğüt,
caydırıcı bir uyarı olarak alın. Bir tanıtma ve hatırlatma olarak. Çünkü kul kaderin
avucunda mahsur kalmıştır, her şeyin melekutü elinde olanın elinde bir mülktür. O,
birdir ve karşı konulmaz güce sahiptir. Şeriat kaydı altında hakikate göre tasarrufta
bulunur.
İş manevi olduğu ve sır da melekuti
olduğu, üstelik basiret de körelip ahlakın ıslahına yönelik bakışlardan mahrum olduğu,
haramlar fütursuzca işlendiği, cahiller şüpheler içinde çalkanıp durduğu, zevk u sefa, oyun ve
eğlence peşinde vakit geçirdikleri için şeytan burunlarına üfledi, bu yüzden
böbürlenerek burun kaldırdılar, kibirlendiler. Kendi varoluş anlamlarını kavrama çabasından gafil
kaldılar. Mevlalarının kahredici hakimiyetinin farkına varmadılar. Bu yüzden yüce Allah,
onları varoluş anlamları ve akledişleri bağlamında musibete uğratarak uyarmak istedi.
Edeplendirme ve arındırma, nefisle-rini-inşallahtemizleme ve yaklaştırma amacıyla onları sınadı.
Böylece içlerinde küfrü ve nifakı en şiddetli, merhameti ve acıması en az olanı
onları kuşattı, sardı. Artık hayatları bir kedere dönüşmüştü. Yataklarında rahat
uyuyamaz olmuşlardı. İnsan, geleni gidenden ayırt edemez olmuştu. Sanki kıyamet gününü
andıran dehşet verici, insanın aklını başından alan bir musibete uğramışlardı. O
halde -Allah size rahmet etsin- zorda kalmışın muhtaçlığıyla O'na sığının, gizli açık
O'na dua edin. Umulur ki O, size bir kurtuluş, bir çıkış yolu gösterir. Allah'tan korkup
sakının, aralarınızı ıslah edin. Allah'a ve Resulüne itaat edin. Allah'ın merhametinden yana
karamsarlığa düşmeyin, O'nun rahmetinden ümidinizi kesmeyin ve deyin ki: "Rabbena
vela tuhammilna ma la takate lena bihi va'fu anna vağfir lena verhamna ente Meulana fensurna
ale'l kavmi'l kafirin / Ey rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler yükleme! Bizi affet!
Bizi bağışla! Bize acı! Sen bizim mevlamızsın. Kafirler topluluğuna karşı bize yardım
et." (Bakara,286) Allah, sizden öncekilere dediği gibi, size de "evet" diye cevap verir.
Çünkü O kullarına karşı çok merhametli ve çok şefkatlidir. Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize
olsun.
Bir diğer mektup:
Seherde bahçeden gelen kokuya benzer
selam
Yüce imamın efendi Hızır'ın üzerine
olsun
İlmi öğreten, kendisine kelam gelen
İlahtan, örtüsüz ve aracısız kişiye.
Alimler alimi, sıfat ve isimler
sancaktarı, hakikatin işareti, halifenin abdallarının reisi.
Ki fani hayatı baki hayatına
ulaşmıştır. Sırrı ve açıklığı buluşmuştur. Balık onun için bir delil kılınmış, o da denizde bir yol
tutmuştur. Bir izbe yol tutunca, Kelim (Musa) yorgunluktan şikayet etti. Delikanlısına,
yiyeceğimizi getir, dedi. Dedi ki: Arkamızda denizde bir izbede kaldı. Böylece geldikleri yoldan geri
döndüler. Vasıtaların ortadan kalktığı makamda bir şahıs gördüklerinde Kelim, doğruluk ve
eğitim üzre ona tabi oldu. Suya atılmış sandık gemisi delindi. Himmeti Kıpti
delikanlıyı öldürdü. Duvarı da yükseltti. Nihayet çobanlar ve "babamız yaşlı bir adamdır"
diyenler geldi. Bir gölgeye sığındı. "Ben üzerime indireceğin hayra muhtacım." Sonra istediğin
ve istediğimiz sana verildi. Rabbin de ilahi edebin kapsadığını irade etti. Senin kalbin
varlık içinde faal bir sırdır. Bir himmet secdeden kaçındı. Dedi ki: Ey abid ve ey
ma-bud! Çünkü başkasıyla konuşuyordu. Fayda ve zarar sıfatları üzere fena bulmuştu. Geceler
boyunca melekle söz alış verişinde bulunduk.
Kendimizden geçmişçesine
zikrettiklerimiz hususunda yarışın sırtına binmiş gidiyorduk. Bu sırada Sıddıklıkla Nebilik arasında
bir makam izhar ettin ki, bir çok zihin bunu kavrama düzeyine erişemez.
Muhakkiklerin dediğini bilirsin.
Sıddıklarm omuzlarına basılmaz, diye. Bunu söylemelerinin nedeni, erişilmez,
mücadele oklarının ulaşamadığı makama düşme korkusudur. Şimdi ben bu makama adım
atıyorum. Sırtına biniyorum. Heyhat! Neler anlatıyorum ben! Arifler hayret doğrusu; nasıl
gizlediler onu. Keşke bilselerdi, remzetselerdi, gizlenmiş olarak açıklasalardı ve de
şifreleselerdi. Sen kendi hakikatini açıklamadın mı? iki alem arasındaki huzurda ve iki makam
arasındaki mertebede yoluna şahit olana öğüt vermedin mi? Kaldı ki siz bizim
yanınızda kesin bir makamda değilsiniz. Bilakis şekillerin sırlarının tabileri arasındasınız. Bu
yüzden bu makamdan cevap vermenizden yüz çevirdik.
Bizden başka önde gelen seyyidlerden
buna vakıf olan var mı? Çünkü Ebu Hamid (Gazali) kitabının bir çok yerinde bundan
perdelendiğini açıkça zikretmektedir. Onun dışında, onun geleneğine ve yoluna uyan nice imam da
kendi hakkı itibariyle onun hakikatinden perdelenmiştir. Allah, senin vereceğin
cevapla beni pekiştirecektir, mektubunla beni onurlandıracaktır.
Benimle senin aranda bir sır vardır,
onu kimse bilemez
Sadece kast ettiği şeye "ol"
diyen ve hemen olmasını sağlayan bilir.
Çünkü sen benden aşağıda ve yüz
çevirmiştir, bense
Yukarıdaydım. Dedin ki: falanın
dediğini doğrula.
Bu sizin uncu adaşınız bize haber
veriyor
Hal suretinde, lisansız haber verme.
size hizmetçinizden gelen bir resuldür
Uzaktan gelen. Gerçi sizinle buluşmak
da yakınlaşmakta.
Bir diğer mektup:
"Ma ale'r Resuli illa'l belağu
vellahu ya'lemu ma tubduna vema tektumun / Resule düşen, ancak duyurmadır. Allah
açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilir." (Maide,99) Allah bizi tanıyıp bildikten sonra cahilin
bizi tanımaması, bilmemesi bize bir zarar vermez.
Allah'ın has kulları vardır ki Allah,
onları arın-dırmıştır. Bunlar bir takım kurallar belirleyerek onlar aracılığıyla kendileriyle Allah
arasındaki münasebetlerde Allah'a boyun eğmiş, kulluk etmişlerdir. Onlar rableriyle ilgili
olarak apaçık bir kanıt üzeredirler. Kendilerinden olan bir şahit de onları izler. Hakikatleri
olduğu gibi gözlemlemiş ve bu gözlemleri ışığında mahlukatla ilgili hükümler
vermişlerdir. İki cihandan da gizlidirler. Hak onları gayret ve koruma perdesi altında gizlemiştir.
Halk arasında iken onların gelenekleri üzere hareket ederler. Hak ile münasebetlerinde ise
daima namazdadırlar; ona ruhani ibarelerle, semavi letaifle münacat ederler. Ayakları
O'nun melekutuna sağlam basmıştır, fikirleri O'nun ceberutunda cevelan eder. Tanımla ve
yönlendirme yetkileri vardır. Doğrulturlar, yıkarlar.
İşleri mukayese üzere cereyan eder.
İrade ettikleri şey hususunda bir kuşkuları olmadığı gibi zihinleri de karışık de-, ğildir.
Helalin ve haramın dizginleri onların elindedir. Hükümlerin ölçüleri onların katından
çıkar, kainattan, varlıktan istediklerini, canlarının çektiğini alırlar. Onlar hakkın
kendileri için öngördüğü yararlanma doğrultusunda nimetlerden lezzet almaktadırlar.
Dolayısıyla onların denizinden avuçlarını doldurmak isteyen, onların arasına karışmak
isteyen kimse, onları kendi hallerinde bırakmalıdır.
Onların hallerini zahiri lisan
ölçülerine göre değerlendirme. Çünkü gaybın gizliliklerinde halı hazırda gelip geçenlere dair hükümler
vardır. Nefeslerle birlikte artarda gelen resuller vardır. Cinslerden ayrılan türler
vardır. Kuşkusuz mahalli olan mutludur, zatını, haramı ve helali olacak şekilde sabra yönelten
ve kalbini bir mescide dönüştüren, zatını da mabede. Orada yüce ruhaniler ibadetlerini
ikame ederler, hem de en yüce nazara kar şı. Kuşkusuz biz, çocuğa, durumunun gerektirdiği
hususları açıkladık. Eğer onun açısından eksik kalan bir şey varsa, o da onun için imkansız
olduğu için açıklanmamıştır, "ve kuli'l hakku min rabbikum fe men şae Je'l yu'min ve men
şae fe'l yakfur / Ve de ki: Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen
inkar etsin." (Kehf,29) Biz, Allah'ın dediklerine şehadet ederiz. Genel olarak tüm resullerini,
özel olarak da Muhammed'i (s.a.v.) tasdik ediyoruz. Allah'ın emrettiğini
emrettik, O'nun nehyettiğini nehyettik. Bundan ötesi de bizim için vacip ve gerekli değildir:
"Ve kullu insanin elzemnahu tairehu fi unkihi- ikra' kitabeke kefa binefsike'l yevme aleyke hasiba /
Her insanın amelini boynuna bağladık.... Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak
kendi nefsin yeter." (İsra, 13-14} Teslim ol, kurtul.
Doğruluktan ayrılma, kazançlı
çıkarsın. Sana öğüt veriyorum. Vesselam.
Bir diğer mektup:
İmdi... Ey kardeşim! Yüce Allah
Subhanehu kullarını mükellef kılmış ve Nebisinin (s.a.v.) lisaniyle bilinmesi gereken
her şeyi onlara öğretmiştir. Dolayısıyla hikmetli, basiretli ve anlayışlı her akıl sahibinin Allah'ın
vaat ettiklerine hazırlanması ve azap tehditleri üzerinde düşünmesi gerekir. O halde
gücünün yettiğince ibadet etmeye koş. Sakınma elbiselerine bürün. Şu ayette dikkat
çekilen ilahi uyarı üzerinde düşün: "kella la vezere ila rabbike yevme izini'l mustakarru /
Hayır, hayır! Sığınacak yer yoktur! O gün varıp durulacak yer, sadece rabbinin
huzurudur." (Kıyame.ll) Nefisler bu dehşetli sona varacaklarına kesin olarak inandığı zaman, ağır
amelleri yerine getirmeleri daha kolay olur.
Amellerin vakitlerini gözetler ve
vakitlerin geçmesinden korkar, başına musibetlerin gelmesinden endişe eder. Allah'ın
sevdiği amellerin önceden işler, Allah'a dayanır, O'na güvenir. Kaçınılmaz olarak birinin
huzuruna varıla-caksa, akıl sahibi bir kimsenin, onun yanında yüzünün olmasını sağlayacak
davranışlar sergilemesi gereklidir. Özellikle sonunda huzuruna varılacak bu kimse,
her şeyi ilmiyle kuşatan ve her şeyi sayıp kaydeden Allah olursa! O halde bizim için
gerekli olan, Muhammed'i (s.a.v.) tasdik ediyoruz. Allah'ın emrettiğini emrettik, O'nun
nehyettiğini nehyettik. Bundan ötesi de bizim için vacip ve gerekli değildir: "Ve kullu
insanin elzemnahu tairehu fi unkihi- ikra' kitabeke kefa binefsike'l yevme aleyke hasiba / Her insanın
amelini boynuna bağladık.... Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin
yeter." (İsra, 13-14} Teslim ol, kurtul. Doğruluktan ayrılma, kazançlı çıkarsın. Sana öğüt
veriyorum. Vesselam.
Bir diğer mektup:
İmdi... Ey kardeşim! Yüce Allah
Subhanehu kullarını mükellef kılmış ve Nebisinin (s.a.v.) lisaniyle bilinmesi gereken
her şeyi onlara öğretmiştir. Dolayısıyla hikmetli, basiretli ve anlayışlı her akıl sahibinin
Allah'ın vaat ettiklerine hazırlanması ve azap tehditleri üzerinde düşünmesi gerekir. O halde
gücünün yettiğince ibadet etmeye koş. Sakınma elbiselerine bürün. Şu ayette dikkat
çekilen ilahi uyarı üzerinde düşün: "kella la vezere ila rabbike yevme izini'l mustakarru /
Hayır, hayır! Sığınacak yer yoktur! O gün varıp durulacak yer, sadece rabbinin
huzurudur." (Kıyame.ll) Nefisler bu dehşetli sona varacaklarına kesin olarak inandığı zaman, ağır
amelleri yerine getirmeleri daha kolay olur.
Amellerin vakitlerini gözetler ve
vakitlerin geçmesinden korkar, başına musibetlerin gelmesinden endişe eder. Allah'ın
sevdiği amellerin önceden işler, Allah'a dayanır, O'na güvenir. Kaçınılmaz olarak birinin
huzuruna varıla-caksa, akıl sahibi bir kimsenin, onun yanında yüzünün olmasını sağlayacak
davranışlar sergilemesi gereklidir. Özellikle sonunda huzuruna varılacak bu kimse,
her şeyi ilmiyle kuşatan ve her şeyi sayıp kaydeden Allah olursa! O halde bizim için
gerekli olan, ey kardeş!-yurt gittikçe uzaklaşmışken ve mezar da kazılmışken-gıyaben
birbirimiz için dua etmektir. Allah bizi, öğrettiği şeylerle ilgili olarak gaflet ve şüphe ehli eylemesin.
Allah bizi hidayet yollarına iletsin. Bizi önderlik, örneklik miraçlarına yükseltsin.
Bir diğer mektup:
Falandan falana... Allah'ın selamı,
rahmeti ve bereketi üzerine olsun. İmdi...Hiç kuşkusuz tecellilerin bir çok türü
vardır, hepsini birleştiren husus ise fena ve bekadır. Bir kimse fena tecellisini talep ederse ne
istediğini bilemez. Çünkü yüce Allah tecelli verdiği gibi, tecelli esnasında da bağışlar
sunulur. Tecelli bir kimseyi yok ettiğinde, fena bulmasına neden olduğunda bu tecellide ne
verildiğini bilemez. Ey kardeşim! Şu halde tecelli hadisesinden geri döndüğün zaman senin
için hasıl olan şeye bak. Çünkü senin payın budur, nimetin buna göre belirlenir ve
ona dayanmak durumundasm. Arifler, himmetlerin soylu atlarına binip Allah'a giden
yolda birbirleriyle yarıştılar. Alimler atlarına binip yarıştılar. Nebiler Buraklarma binip
yarıştılar. Muhammediler kanat çırpışla-rıyla yarıştılar.
Her yarışmacının hedefi bineğine göre
belirginleşir. Kanadı rüzgar taşır. Burakı kanat taşır. Soylu atı kırbaç koşturur. Atı mahmuz
şaha kaldırır. Şu halde hazırlanman gerekir. İşte araçlar!.. Ey kardeşim! Üzerinde
hiçbir perde olmayandan tecelli etmesini isteyene şaşıyorum. Gözlerini kapatıp da onu
görmek istiyorum, diyene, kendisini açıkça gösterdiği halde seni arıyorum, diyene, elini
başkasına açıp işe yaramaz kırıntılar dilendiği halde, O'na: sende istiyorum, diyene hayret
ediyorum. Allah'ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun.
Bir diğer mektup:
Falandan falana. Allah'ın selamı,
rahmeti ve bereketi üzerine olsun. İmdi... Bil ki, subuhat yüzün nurlarıdır. Aslında
algılanan onlardır, yüz değildir. Çünkü onlar yüzün perdeleridir. Fakat onu idrak edenin
helaki ile onun arasında idrakin varlığından başka bir şey yoktur. Bu yüzden idrak edilemez.
Çünkü müşahededen maksat, şahidi kavraması için gözün baki olmasıdır. Ey kardeşim! Bil
ki, nurlar, alemlerin görülmesini sağlayan ışıklardır.
Ey kardeşim! O nurdur, O'nu nasıl
görebilirim? deme. O'nun ışığı, karanlığı ve gölgesi vardır. Seni gölgede durdurur, gözünü
ışıkta gezdirir ve onu görürsün. Biliyoruz ki, O, bütün varlık alemini nurdan
yaratmıştır. Karanlık ise ondan aşağıdır. Dolayısıyla O nurdur, sen de karanlıksın. Bil ki karanlık
cehennemde, nur ise cennettedir. Görmek ise, ışık ve karanlığın varlığından dolayı ancak
yükseltide olabilir. Cennet perdedir, çünkü nurdur. Cehennem perdedir, çünkü karanlıktır.
Bu hususu anla. Vesselam.
Bir diğer mektup:
Falandan falana... Allah'ın selamı,
rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. İmdi...Bil ki, O, cemin karşısına cemi koymuştur; ancak
hüviyet ve benliği de cem etmiştir. Alışkanlık ise benlikle benlik, hüviyetle hüviyet
arasındaki irtibattır. Ey kardeşim! Bil ki: Seni cem etmesinin sebebi, seni yalnız bir
makama has kılmadığını, dolayısıyla bu makamda durmaman gerektiğini bilmendir. Çünkü
O, Muhammedi bir kulunun bir makamda durmasını, genişi daraltmasını,
dolayısıyla cahil olmasını istemez. O, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyor. Ey kardeşim!
Bir şeye yaklaşma çabasının gayesi, o şeyin cevheri itibariyle arazın altında
olmasıdır, eğer iki zat iseler ve yakınlık itibariyle de aşağıda bulunsa, bu durumda senin onu ihtiva
ettiğin gibi onun da seni ihtiva etmesi söz konusudur. Birincisine örnek
"errahmanu ale'l arşi's teva / Rahman arşı istiva etti."dir.
ikincisine örnek: "Vasieni kalbu
abdi: Kulumun kalbine sığdım."dir. Bu üçlüden dilediğini seç. Ey kardeşim! Kulluk,
beraberlikten daha yüksektir. Beraberlik bir yoldur ve varacağı son nokta da kulluktur. Ey kardeşim!
"(lî)=benim için ve (bî)=benimle" iki yüksek makamdır. "fî=İçinde" onlardan daha
yüksektir. İzzeti ve celali hakkı için, beni Mağrib'de harflerle ve yıldızlarla nikahladı, "fî"
ile nikahlanmaktan daha lezzetlisini görmedim. Ey kardeşim! Sen alemine çıktığın zaman
"inde=yanında"ya dayan. Alemine girdiğinde ise "fî=
içinde"ye dayan, (lî) ve (bî)yi ise ikisinin
arasında bir set kıl. (lî)nin (fî)ye, (bî)nin (inde)ye hizmet etmesini sağla. Sana öğüt veriyorum.
Vesselam.
Bir diğer mektup:
Falandan falana... Allah'ın selamı,
rahmeti ve bereketi üzerine olsun. İmdi... Bazı
kullar vardır; onları hakkı görmekten
perdelemiştir; bunlar, O'nun ahiret yurdunda zuhur etmesinden sonra zuhur ederler. Bazı
kullar vardır; ne dünyada ne de ahiret-te zuhur ederler. Bazı kulları da vardır;
onlara mah-lukatın sırlarını öğretmiştir; onlar bilirler, ama bilinmezler. Bazı kullarına kendisini
tanıtmıştır, onlar O'ndan başkasını bilmezler; sırf O'na mahsusturlar. Kim O'nun yanında kendi
istidadıyla hangi makama kendisini arzederse, Allah onu bu makama ulaştırır, bu
makamı ona bahşeder. Ey kardeşim! Dünya velayetine aldanma; çünkü O, razı olduğunu da
olmadığmı da veli edinir. Ahirette ise durum böyle değildir. O ahirette razı olduğundan
başkasını veli edinmez. Ey dostum! Sana acıdığı için öğüt verene kulak ver. Allah'ın
velilerinin kerametleri ve harikuladelikleri içlerindedir, dışlarında değil. Çünkü açık
kerametler arınma amacına yönelik belalardır. Kim bunların yanında durur, bunlarla yetinirse,
bunlar kendisine verilir. Ama bunlardan kaçınan kimsenin kalbinde bir göz açılır, bu gözle O'na
bakar. Sonsuz nimetlerle ni-metlenir. Onun içinde bir dil var eder; bu dille konuşur. İşte
tercih ettiği velisi budur; Ona bakar ve Onu talep eder. vesselam.
Bir diğer mektup:
Falandan falana... Allah'ın selamı,
rahmeti ve bereketi üzerine olsun. İmdi... Ey kardeşim! Bil ki, Müslüman hitap eder,
münacat eder. Mümin bilir. Muhsin edeplenir. Dolayısıyla Müslüman tabi olur, itaat
eder. Mümin bilmediğini tasdik eder. Muhsin ise Allah'ın zikrini gördüğünde onda hakkı
görür, müşahede eder. Sonra ey kardeşim! Şunu da bil ki, ruhlar bedenlere indikleri
vakit, nurlarının heykellerine inmezler. Aksine, karışmış, berzahtan temessül etmiş bir heykele
girerler ki fikirler yükselsin ve cinsle ısınıp kaynaşma gerçekleşsin. O halde sizden kim
arkadaşının önünde oturursa ona uysun. Ey kardeşim! Kuşkusuz seni uyardım. Her durum ve
şartta sana soran kişiye cevap ver. Eğer soruyu soran kişinin, sana sorduğu şeyi aslında
bildiğini anlarsan, usta ve uyanık bir edebiyatçı ol.
Vesselam.
Bir diğer mektup:
Falandan falana.. Allah'ın selamı,
rahmeti ve bereketi üzerine olsun. İmdi... Bir gün bir Musevî ile bir Muhammedi
tartışıyorlardı. Musevî olan dedi ki: Hicabın lütfunun oluşturduğu hicap himmetin gücünden
daha şereflidir. Hicabın lütfü yakınlık verir, zayıflık değil. Çünkü kuvvet ve zayıflık
uzaklık için hakikat değildirler. Çünkü kuvvetinin bir etkisi olmaz. Muhammedi olan Musevî olana
şöyle karşılık verdi: Dinle ey kardeşim!
Münazaranın müsebbibi nedir? Yüce
Allah buyuruyor ki: "Hel yenzurune illa en ye'tiyehumullahu fi zulelin mine'l
gamam / Onlar ille de buluttan gölgeler içinde Allah' ın ...gelmesini mi beklerler?"
(Bakara,210) Bu, Musa'nın ilahî tecelliye şahit olduğu dağ gibidir. Dağ daha yoğun, daha katı bir
varlıktır. Dolayısıyla Muhammedi makam daha şereflidir. Hicabı da daha şeffaftır.
Bulutun şeffaflığı nerede dağın şeffaflığı nerede! O'na doğru şevkle nefes alıp verdiklerinde
ariflerin himmetlerinin rüzgarları esmeye başladı ve
bulutları dağıttı. O da zahir oldu ve
arifler secdeye kapandılar. Musa'nın himmeti ise dağı parçaladı. Çünkü daha güçlüydü.
Bulutlar ise dağdan daha şeffaftılar. Şimdi soruyorum: Şeref, himmetin gücünde midir yoksa
perdenin şeffaflığında mıdır? Perdenin kalınlığı yakınlığı ifade ettiği gibi zayıflığı
da ifade eder. uzaklığı ifade ettiği gibi gücü de ifade eder.
İşte tartışmanın ve karşılıklı
konuşmanın sebebi budur. O halde ey kardeşim! Sen kitabını okumakla meşgul ol; sekinet üzerine
bulutlar indirir ve onlar zikri dinlerler. Dolayısıyla sen de mele-i ala meclisinin bir ferdi
olursun. Bu ise tembellikten iyidir. Yahut üstat ol ki kitabını sana okusun. Böylece kitap rabbinden
taze ve yeniden nazil olmuş gibi olur, taklit olarak değil. Vesselam.
Bir diğer mektup:
Falandan falana... Selam üzerine
olsun. İmdi... Ey kardeşim! Sana tavsiye ediyorum.
Bil ki, hak seni ölçüler içinde
durdurur ve sana perdeler gerisinden hitap ederse, seninle onun arasında iki perde var demektir:
biri ölçü, biri de hitap. Hitap perdesine gelince, görme ve konuşma bir arada olmaz.
Çünkü sana hitap ettiği zaman anlamanı sağlar. Ama sana göründüğü zaman, seni senin
yanında yok eder, senin sen olduğunu anlayamazsın.
Ölçü perdesine gelince, bu, karşı
karşıya aynı hizada olmayı gerektirir. Bu ise orada sahih olmaz, çünkü sen kabe kavseyn
sergisine oturmuşsun, gözde değil. Kabe kavseynin en yakını kürenin iki ucudur. Bu
yüzden ölçüdür ve bu hususta uzak ile yakın eşittir. "Ve zannuni iz zehebe muğadiben sümme nada
fi'zzulumat / Zünnunu(Yunus'u) da zikret. O öfkeli bir halde geçip gitmişti...
Nihayet karanlıklar içinde niyaz etti." (Enbiya,87) İki yay gibi ya da daha yakın idi. "Ve nahnu
akrebu ileyhi min habli'l verid / Ve biz ona şah damarından daha yakınız." (Kaf,
16) Biri genel bir makam biri de özel bir makamdır. Yakınlık ve uzaklığı ifade ederler. Bu
nurda ve karanlıkta mevcuttur. Dolayısıyla hiçbir şey
O'na bir başka şeye göre daha yakın
değildir. Şu halde şeyler arasında üstünlük nereden geliyor? Evet, senin açından üstünlük,
senin kendinle ilgili bilgine göre belirginleşir. Nefsini bilen herkes, onun nefsiyle ilgili
olarak söylediğimin delili değildir. Neden bast (genişlikaçıklık) zamanı onu bilemiyor. Onu bilmiyorum,
diyen kimse, neden kabz (darlık-sıkılık) zamanı onu biliyor. Tarikattan, yoldan
ayrılma, hakikata teşvik et; başarırsın. Vesselam.
Bir diğer mektup:
Falandan falana. Selam üzerine olsun.
İmdi... Ey kardeşim! Hiç kuşkusuz üç göz vardır: Yüzdeki maddi göz. Bu göz yön
olgusuyla kayıtlıdır. Akıl gözü; o da düşünceyle kayıtlıdır. Kalp gözü; o da keşifle
kayıtlıdır. Görüldüğü gibi bütün gözler kayıtlı ve sınırlıdır. ise kayıtlandırılamaz,
sınırlandırılamaz. Peki hangi gözle O'nu göreceksin. Kalp gözünün alanı gayb kapsamındadır. Yüzdeki
maddi gözün alanı gözlemlenir alem kapsamındadır.
Akıl gözünün alanı talep olgusu
kapsamındadır. O ise gaybin, gözlemlenen alemin ve talebin yaratıcısıdır. Ortada bir
dördüncü göz de yoktur. Ey kardeşim! O'nu göreceğin göz nerede? Senin gördüğün senin içindedir
ve senin suretindir. Ama onu ancak içinde görebilirsin. Onu göremezsen,
gördüğünü de göremezsin: "Fela ta'lem ne/sun ma uhfiye lehum bin kurrati aynin / Onlar için
ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez." (Secde, 17) Senin matlubun, aradığın senin
içinde gizlenmiştir; sen sonsuza kadar bilmeden, farkında
olmadan onu taşımaktasın. Şu halde
dikkatini çektiğim bu sahne üzerinde araştırma yap. Hiç kuşkusuz sana büyük bir olayı
gösterdim. Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun.
Bir diğer mektup:
Falandan falana... Selam üzerine
olsun. İmdi... Hiç kuşkusuz O'nu müşahede edenin yanında hiçbir şey büyük olmaz, ancak
O'nun has kulları başka. Onlar, O'nu müşahede ettiklerinde her şey onların yanında
büyük olur. Çünkü O'nu her şeyde müşahede ederler. O'nu müşahede etmeksizin hiçbir şeyi
görmezler. Önlerinde perde yoktur. Bir şeye geldikleri zaman da kendilerine, O'nun
kendilerine müşahede edilen isminden başka bir isimle seslenir. Onlar da O'na icabet
ederler. O'nu kendi tasavvurlarında olandan farklı bir surette görürler. Sonra bu yeni
suretle birlikte dönerler ve O'nu ebediyen her şeyde müşahede ederler. Dünyada ilim ve
müşahede ile, ahirette ise göz ve rüyet ile görürler.
O'nun has kullarından başkaları ise,
O'nu müşahede ederler, sonra O'nun nuruyla geri dönerler. Sonra O'na özlem duyarlar,
O'nu müşahede etmeyi isterler. Bunun üzerine O bunlara şahit olur ve isteklerine
icabet eder. onlar da O'nu müşahede ederler. Sonra onları kendisine döndürür. Bunun üzerine
özlem duyarlar ve talep ederler. O da onlara icabet eder, onlar da müşahede ederler. Her
zaman böyle sürüp gider. Kendine bak; hangi grubun içinde belirginleşiyorsun,
kimlere katılıyorsun? Bil ki, ey kardeşim! Kim O'nu müşahede ederse kalbi kuvvetlenir;
gördüğü manzaralardan korkuya kapılmaz. Kim O'nun fiillerini müşahede ederse gördüğü her
şeyden korkuya kapılır. Bunun üzerine sığınacağı, kendisini korkutan fiiline karşı
kendisini savunacak birini arar. Eğer fiilinden, O'ndan olduğu için korkarsa, O, onun sığındığı
sığınak olur. Ama O'nun fiilinden nefsi için korkuya kapılırsa, nefsini ona vekil kılar, yüz üstü
bırakır. Yardım göremez olur. Değerini bil.
Vesselam.
Bir diğer mektup:
Falandan falana... Allah'ın selamı,
rahmeti ve bereketi üzerine olsun. İmdi. Ey kardeşim! Ne çok "eğer",
"eğer olmasaydı", "şayet" ve "ne zaman ki..."
edatlarıyla bana
hitap ediyorsun?! Bunlar perdelerdir,
hem de en kalın perdeler. Bunların olduğu yerde marifet de olmaz, aynen kavramak da.
Sakın yüce Allah'ın "eğer isteseydik..." "Eğer istese..." gibi sözlerine bakıp
aldanma. Çünkü O'nun açısından isteme, meşiyet ne değişir, ne de tereddüt ifade eder. O,
dilediğini dilemiştir ve dilediği de uygulanmıştır. Kaderin akışı ve hakimiyeti altında sebat et,
sakin ol! Rüzgarın şiddeti, geminin dayanıksızlığı ve dalgaların peşpeşe gelişi seni
korkutmasın. Allah, bundan daha az bir şeyle de insanı helak eder ve bundan daha büyüğünden
de korur. Nice boğulmakta olan kişi var ki, su girdap olup onu çepeçevre kuşattığı
halde kurtulmuştur. Buna karşılık yakınlarının evinde divanının üzerine kurulmuş, neşeli
olarak sevenlerinin yanında bulunurken helak olmuş nice kişi vardır. Nöbetçiler
tarafından kuşatılmış olarak korunan bir çok kişi, bu sıkı koruma tedbirlerine rağmen felakete
uğramıştır. Bu felaket onu tam kalbinden vurmuştur; ya boğazına lokma tıkandığında ölmüştür,
ya da ansızın helak olup ruhunu teslim etmiştir.
Kuşkusuz takdir edilen olup bitmiştir.
O halde çok dua et, durmadan yakar. Belki de bu dua
ve yakarma da takdirin bir parçasıdır.
Bunun yanında kadere teslimiyetten asla ayrılma, bu geçmiş olaylarla ilgili olarak neşe
içinde olmanı sağlar. Bir kimse kaderine teslim oluyorsa, bu onun yakınlığının göstergelerinden
biridir. Her şey O'na döner. Ben işimi Allah'a havale ediyorum. Allah bana yeter. O'na
tevekkül ettim.
Bir diğer mektup:
Falandan falana... Selam üzerine
olsun. İmdi... Hiç kuşkusuz hakkın aleme yönelik iki bağışı vardır: biri mutlak, biri de
şartlara bağlıdır. Şartlara bağlı bağışı için şöyle buyurmaktadır: "Ve evfu biahdi uf
i biahdikum / Bana verdiğiniz ahdi (sözü) yerine getirin
ki, ben de size vaat ettiklerimi
vereyim." (Bakara,40) Mutlak bağışı ile ilgili olarak da şöyle buyurmaktadır: "Zalike fadlullahi
yu'tihi men yeşau I Bu, Allah'ın dilediğine verdiği lütfudur." (Maide,54) Sonra Allah insanları
gruplara ayırmıştır: Bir gruba hidayeti vermiş, onları dirayetten yoksun bırakmıştır. Bir gruba
dirayeti vermiş, onları hidayetten yoksun bırakmıştır. Bir gruba dirayeti ve
hidayeti birlikte vermiştir. Bir grubu da hem dirayetten hem hidayetten yoksun bırakmıştır. Bir
gruba bunları şefaatle bahsetmiştir. Bir grup hakkında da şefaati kabul etmemiştir.
Eğer bütün bunlar bize dönük olsaydı, bizden kaynaklansaydı, O, ilah olamazdı ve
verdiklerinden dolayı da şükür sunulmaya layık olmazdı. Nitekim Allah'ın saptırdığı
kimseler böyle düşünmektedirler. O halde her şey O'na ve O'nun dilemesine döner. Yani bütün
bunlar mutlak olmakla birlikte mahsus kılınmışlardır. O halde sen nefsini
kına. Çünkü Allah katında edeb sahibi ile edebsiz bir değildir. "Kal hel yestevi'üezine
ya'lemune ve'llezine la ya'lemun. İnnema yetezekkeru ulu'l elbab / De ki: Hiç bilenlerle
bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür." (Zümer,9)
Allah'ı düşün, Allah'ı. Ey kardeşim! Kelb gibi kapıdan ayrılmamak, üstü başı yırtıp bir
kenara atmak ve kapıcıya rüşvet vermek lazım. O zaman övgüye değer akıbete ulaşılır.
Vesselam.
Bir diğer mektup:
Bu mektupta, mülkü elinden alman,
bunun ardından uzun bir süre sonra ölen birinden dolayı meliklerin soyundan gelen
birine teselli vermek istiyoruz. Allah onun ömrünü uzatsın ve onun ömrü ile bize bereket versin.
Rabbinin merhametine muhtaç merhumun ahiret yurduna göçtüğü haberi bana ulaştı.
Allah rahmetiyle ona lütfuta bulunsun. Artık onu göremeyeceğimden dolayı üzüldüm, ancak
Allah'ın ona rahmet edeceğine ilişkin güvenimden dolayı da sevindim. Mülkü
ile ilgili olarak başına gelen musibetten dolayı onun ecrini katlayacağını, rabbi-nin hakkı
ile ilgili olarak kaçırdığı fırsatlardan dolayı da onu bağışlayacağını umuyorum. Bunlardan
sorumlu olsa da ona musibete uğramış kimselerin ecri vardır. Burası, ilmin hakkını
verenler açısından ince bir meseledir. Vesselam.
Bir diğer mektup:
Şeyh, bu mektubu erdemli kişilerden
birinin gönderdiği mektuba cevap olarak yazmıştır. Bu kişi mektubunda bazı
hallerle ilgili sorular yöneltmişti. Allah razı olsun, şeyh ona şu cevabı yazmıştır:
Bismillahirrahmanirrahim
Dostun mektubu ulaştı. Bu mektupta
kendisi açısından daha iyi olduğunu düşündüğü şeyin açıklamasını soruyor dostundan..
Ki bu cevap, kendisine varit olan şeyin hükmünde olsun. Senin dostun yoluna devam
etmeyi ve tahkiki açısından üzerinde bulunduğu hali sürdürmeyi istediğinde, sarp bir yokuş
olarak vekille karşılaştı. Bu, onunla şühud arasına girdi, maksada ulaşmasını ve varlık
hakikatleriyle tahakkuk etmesini engelledi. Bunun kaderin sarp yokuşu, engeli olmasından
korktum. Çünkü keskin-liğiyle belirginleşmişti.
Aşılması zor olduğunu gördüm. Benimle
buluşmak istediğim şey arasına bir engel olarak girmişti. Şafağı sökmez bir gecede bu
duvarın önünde durdum. Üstelik içinde neler gizlediğini de bilmiyordum. Tutunacak bir ip
istedim. Sağlam bir kulpa, İslam kulpuna sarılmayı arzuladım. Bana: kaldığın sürece
istemeye devam et, diye seslenildi. O zaman anladım ki bu hitap hayali bir huzurda hayali,
temsili bir surette gerçekleşmiştir. Yine anladım ki beden heykelinin bağlarının tedbirinin
kesilmemiş, onun üzerindeki hükmü kaldırılmamıştır.
Mahbesime geri döndüğümde iflasımın
zeval bulmuş olmasından dolayı sevindim. Bunun üzerine gördüklerimi namzettim ve
nazmım kapsamında bulduğum bazı hususları dostum için dile getirdim. Dostum ona baktığında,
onlara dayansın, ama Allah'ın tuzağından emin olmaktan sakındırsın. Çünkü "la
ye'menu mekrellahi illa'l kavmu'l hasirun / Ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allah'ın
mekrinden emin olamaz." (A'raf,99) Kulak ver; benim lisanım aracılığıyla sana seslenilen şeyle
doğru yolu bulursun. O halde dostum, yazdıklarım üzerinde durup düşünsün. Zikrettiği
şey hakkında. Basireti hususunda gözden ve sırrından ibret alsın. Artık mahvin
zamanının gelmesinin vaktidir. Seni niçin varettiğini biliyorsun. Sana gösterdiği kemal
derecesinide.. O, senden varlığının gerektirdiğinden ve şühudunun gereğinden başka bir şey
istememiştir. Eğer insaf ölçülerine göre hareket edip bu istenenleri yerine getirirsen
bilmiş olursun. Eğer sana gösterdikten sonra gördüklerini görmemiş gibi yaparsan
onları küçümsemiş olursun. Sözün en ağırı, ahdin bozulmasını istemektir. Vesselam.
Mektubun kendisine gelmesinden dolayı sevindi. Ona ve içeriğine derin bakışlar yöneltti.
Üzerinde tefekküre daldı. Bilmesi, beklemesinin ve süratle intikal etmesinin sebebiydi.
Zaten birkaç gün kaldı, sonra yürüdü. En yüksek miraçla maksuduna yükseldi. Vesselam.
Alemlerin rabbi olan Allah'a
hamdolsun. Mektuplar Kitabının Sonu
Hiç yorum yok