İbni Arabi Risaleleri- KİTABU’L KUTUB-2


KİTABU’L KUTUB
MEKTUPLAR KİTABI
 
 
Şeyhu’l Ekber
MUHYUDDİN İBN. ARABÎ K.S.
MEKTUPLAR KİTABI 2. BÖLÜM
(1. bölüme buradan ulaşabilirsiniz)
 




Bir diğer mektup:

Allah'a hamd ederek tabiat incisine ve göz önündeki çiçeğe hitabettik. Onun katından melek yanımıza döndü ve bize "nun"un yüreğinin sırrını haber verdi ki, bu sır "nun" lafzının atında korunmaktadır. O zaman anladık ki karınca oradadır ve mülkler de onun aşağısındadır:

Bir karınca; benzerlerinin terbiyecisi

Yalnız kaldı, anlayamadı yumuşaklığını

Senin sırrının bize sirayet ettiğini görünce

Ona dedi ki: yüceliğini adlandır

Birden inciye gözlerini dikti

Hayret! Sözünden dolayı ve güneşin göz kamaştırıcı parlaklığından dolayı. Böylece günahları yakarak perdeleri birer birer yırtmaya başladık. Böyle devam ettik, ta ki derin (bir denize varıncaya) ve güvenilir bir dayanağa ulaşıncaya kadar. Orada binekleri yatırdık, sevgililerin yurtlarına vardık. Üzeri kapanmış izlerini ve silinmiş kalıntılarını araştırdık; ki diyarları deve kuşlarının oyun alanı, saba ve şimal rüzgarlarının estiği mekan olmuştur. 

Diyarlar ki güney rüzgarları silip süpürmüş, bulutlar haline ağlamakta. Derken sesimiz yankılandı, tıpkı ikizi olan biri gibi sırrımıza seslendi. Bunun üzerine melekutlardan kalkıp göç ettik. İrticalen hakikate hitap ediyorduk.

Ben, senim. Peki kimdir

Ben ve sen benim mekanınım diyen?

Ben dedi, ben dedim, söyle dedi

Ben dedim, benim benliğimle dedi.

Sen bensin, sen benden gayrisi değilsin, ki

Ben bendim, sen de benim aynımdın.

Ben dedim, hayır, aksine ben hazırım

Ve kendimden gaibim ve kendi huzurumdan

Çünkü "nun" "kaf" gibidir, ne zaman yürürse

Benim hayatımda hakikat düşüncelerine doğru

Ben bakarım bir harfe ki belirmiştir

Hikmetimden "nun"un "kafinin arasından

Kim benden başkası olursa ben o olurum

Kim benim zatım olursa, ey birliğim!

Halk içinde ona kul olurum

da benim içimdedir, tekliğimle

İnsanlar arasında onların sevgilisi olurum

Ve ben onların içinde ikiliğimle varım

Fena yurdunda sır açığa çıkmıştır

Ben neredeyim ve ben neredeyim, hayretim nerede!

Ben benim, söyleyen ben değilim

Kulum ben, ancak hangiliğimle

Allah Rabdir ve ben O'nun kuluyum

Her şey benim kahredici gücümün altında ve kabzamdadır. 

Hakikatler karışınca, maşukla aşık birleşince uluhiyet saltanatında belirginleşti ve kulluk perdelerinde tebarüz etti. Bunun neticesinde göz onun nazarında bir eser, müşahede de bir haber oldu. Dolayısıyla birinin liderliği altında oluşlarının yanı sıra maddeler arasında ayırım da ortaya çıktı. İşte ayanın sırrı budur. Ki bu, insan diye ifade edilir. Daima Hay(diri) ve Vahid (Tek) olan bunu açıklamıştır, "onun benzerinin gibisi yoktur" ifadesinde. Böylece mülkün üzerine perdeler indirildi. Mülk arşına istiva etti. Arşı Onun hakikatidir. İstivası ise benzerliğidir. Öncesizlik incisi lisanlarda dolaşır oldu. Onu gözle görülür zümrüt levhine nakşetti. Onu Rahmanın kaleminin tasarrufu kapsamında ifade etti ve şöyle dedi: "Senefruğu lekum eyyuhessekelan / Ey insan ve cin! Sizin de hesabınızı ele alacağız" (Rahman,31) Eğer belirginleşseydi kuşkusuz tertemiz, arı hayatın bir sırrı var. Hiç kimse sapmadı ve hiç kimse hidayete ermedi. O, en yüce aleme uzanandır ve ona da en ideal yol eşlik etmektedir. Her şeye hamledilince ağır geldi, baskın çıktı.

Böylece her şeyin oluşu olumsuzlandı, hafiflendi ve perdelendi. Derken melekut nakledişe boyun eğdi, onu örnek bir incelikle hareket ettirdi. Yüzleri naklin kaimliği önünde eğildi. Aklın sultanı maddenin izzetini yok etti. Siz, ey kurtulmuş hizip! Ey kurtuluşa ermiş, ikrama mahzar olmuş grup! Sağlam ve belirgin bir tepede Ruhul eminin ru-haniyetinin inişini sağlayanın kadrini bilin. O sizin levhlerinize yazan katiptir. Şahsiyetlerinizi şekillendirendir. Sizin ruhlarınızdan suretlerinize üfleyendir. O halde sizden size baktığı şeyin değerini bilin. Onun sebebiyle sizden sadır olan şeylerin değerini de. Onu hak bir inci olarak var etmiştir, sedefi de gayrettir. Göz bebeğidir ki, göz çukuru hayretten ibarettir.

Bir diğer mektup:

Ey kabirlerin dirisi ve sakini!

Ve güneşinin sakini Ümmü'l A'la!

Ağladım; nasıl ağlamam ki ona

Nebilerin en hayırlısının kızının adaşıdır o.

Ağladım; ona ağlamak benim hakkımdır

Kıyamet gününe ve buluşma anına kadar

Özlem duyan birinin hüznüyle matem tuttum

Onun hüznüyle, teselliler beni terk etti.

Niçin üzüntüden ağıt yakmayayım ve ağlamayayım ki

Başıma gelen bu beladan daha büyük bela mı var?!

Göz yaşlarına yardım ettim, ama nida etmiyorum

Ey göz, ağlamakta cömert ol

Ey Kızların efendisi ve ayrılıp giden Haya yolunda eşyadan!

Bir mezarı suladı ki, oraya sevgili olarak girdin

Göklerde ikram edicinin katına doğru.

Cevap ver, şikayetimi duy ve iade et

Cevabını bir kardeşin ki uzaklığım sana yakındır

Karşılaştıklarınla ilgili olarak bana cevap ver ve bildir

Perdelerin açılmasına dair sırları

Acaba nimetler keşfin yanında mıdır ki

Hepimiz için aynı düzeyde nimet olsun? İlah'ın ona güzellikle muamele edeceğini

zannediyorum

Ey umudum! Kulunun bu zannını gerçek kıl. Fatımacık hakkında sana dua ettim,

vesile kılarak

(peygamberin kızı) Fatıma'yı. Duamı kabul et.

Onu ve onu (Fatıma'yı) beraber hasret

Sancağın altında seçilmiş peygamberle birlikte

Bizi bir araya getir, sevinç bizim olsun

Bizim olsun ebedi kalış yurdu (ahiret) ve helak yurdu (dünya).

Validenin katına. Kerem sahibi kız kardeş Ümmü Sa'd'a. Allah onu isminin yüceliğine ulaştırsın ve sabrını güçlendirsin. Kalbini pekiştirsin. Ecrini büyük kılsın. Ona esenlik versin. Çünkü kaçınılmaz bir olay gelmiştir başına. Hiçbir mahluk bu olaydan kurtulamaz. Şehit kızının vefatı. Güzel ve mutlu kızının. Beyaz inci. Fatıma Zehra'nın adaşı. Onun için bağışlanma, esenlik ve huzur dilenmektedir, ikram ve hoşnutluk yurdunda. Kim bilir; belki de nimetler onu bir an önce çağırdı. Fatıma Zehra için hazırlandığı gibi onun için de hazırlandı nimetler. Yüce Allah bu hususta güzel zannı ve umudu gerçek kılsın. Bu hususta en samimi seslenişi kabul buyursun. Çünkü O, duaları işitendir. Oğlu ona teselli vererek, sabır dileyerek, dikkat çekerek ve hatırlatarak hitabetti. Hitabın başlangıcı kıldığı, mektubun başına yerleştirdiği, teselli kapısını açtığı ilk adım olarak izzet ve beka sahibine hamdetti, ardından Nebilerin en hayırlısına salat ve selam gönderdi. Sonra önceki önderlerin yolunu izleyerek güzel öğütlere başladı.

Dedi ki: Allah'a hamdediyorum; O'nun hamdiyle başlıyorum, Onunla bitiriyorum ve Onunla tamamlıyorum. Allah, ölümü her canlının kaçınılmaz sonu kılmış, yokluğu her şeyin son noktası yapmıştır. Şu ayette istisna ettiği kimseler hariç: "Fe saike men fi'ssemavati ve men fi'l ardi illa men şaellah / Allah'ın diledikleri müstesna olmak üzere göklerde ve yerde ne varsa hepsi ölecektir." (Zümer,68) Allah ölümle bütün dik başlı zorbaları kahreder, ezer, her inatçı şeytanın hakimiyetini yok eder. ölüm belası iyi kötü, kurtulmuş mahvolmuş herkesi kaplar. Bir musibettir ki "sütü kesilmez." -sonu gelmez anlamında bir deyim- Bir ağaçtır ki acı meyvesinin şırası kolaylıkla yutulmaz. Miraç ve makamlar, mucizeler ve kerametler sahibi Muhammed'e salat ve selam olsun, bu gözlemlenen yüce makama yükselmesine, ma-kam-ı mahmudu istiva edişi kendisine gösterilmesine rağmen kabre yattı, kayaların ve toprakların altına girdi. Böyle iken biz niçin düşünmeyecekmişiz! Neyi umuyoruz! Daha neyi bekliyoruz! Çabuk! Çabuk! Bu diyardan kaçınılmaz olan ayrılığa hazırlan. Eninde sonunda yakana yapışacak olan helak hususunda faydalı olan sebepleri bul. Bul!

İmdi... Allah, sevgili kız kardeşe, biricik garibe vaktin gelmesinden, zamanın tükenmesinden önce durumunu düzeltmesini ilham etsin. Kendisi için en iyi olan şeyler bakan, ölümüne hazırlanan, bu gününde, geçmişte kaçırdıklarını tedarik eden, ayının tutulmasından, güneşinin yüzünün kapanmasından önce tedbirlerini alan kimselerden eylesin. Çünkü ölüm, ümitlerle birlikte amelleri de keser. Aileyi ve malı darmadağın eder.

Görkemli evleri harap eder. zorbaları ve tağutları helak eder. Taç taht sahibi bırakmaz; mutlaka izleri silinmiş belli belirsiz bir mezara koyar. Nerede Romalılar! Hakanlar! Hani Kahtan atlısı! Sezar ve Sasanî sülesi şimdi nerdeler! Kel-danilerin soyundan gelen Nabatlar! Tak ve taç sahipleri! Zamanın belalısı tümünün kökünü kuruttu. Üzerlerinden nice geceler ve gündüzler geçti de unutulup gittiler. Şimdi onlardan birini hissedebiliyor musun? ya da onlardan bir fısıltı duyabiliyor musun?! Andolsun, eğer ölümde acıların kesilmesinden, bu cisimlerin çözülmesinden, gece ve gündüzden ayr ılmaktan, ömürler ne kadar sürse de haberlerin ve izlerin silindiği mahalle uzanmaktan başka bir şey olmasaydı yine de uzun uzun düşünmemiz ve ibret almamız gerekirdi. Bir de ölümün ardında sorguya çekilmenin, hesap görmenin, münakaşa ve azarlamanın olduğunu, bütün bunların neticesinde ya nimetlere ya da azaba kavuşmanın olduğunu düşün. Çocuğun dehşetinden ihtiyarladığı, her dik başlı zorbanın boyun eğdiği bir günde... "Ve tedau kullu zati hamlin hamleha ve tera'nnase sukara ve ma hum bi sukara. Ve lakinne azabellahi şedid / Her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir; fakat Allah'ın azabı çok dehşetlidir." (Hac,2) Bu matemde, bu ağlayışta bana yardım edecek biri var mı? Benim mutlularla birlikte kurtulmam için yok mu yardım edecek? 

Heyhat! Heyhat! Boş ve faydasız şeyler bizi oyaladı. Ölümle birlikte gelen şeyleri düşünmekten alıkoydu. Zevkimizin putuna tapınmaya devam ettik. Şehvetlerimizin dizginlerini sonuna kadar salıverdik. Allah'ın hudutlarıyla ilgili olarak alabildiğine aşırı gittik; sanki Allah tarafından bir güvencemiz varmış, sanki tehditlerinin bizi kapsamayacağına ilişkin olarak Allah bize söz vermiş gibi. Allah'a yemin ederim, Allah heybetiyle bizi kapıp götürüyor gibi, bizi uzak diyarlara sürüklüyor sanki. Sevenlerden ayrıldık, hesap gününe doğru gidiyoruz. Bayındır diyardan viranelere taşındık. İpimiz kesildi. Sebeplerimiz yok oldu. Bir araya getirdiğimiz ailemiz dağıldı. Mallarımız miras olarak paylaşıldı.

Ölüm okuna bakma zamanımız gelmedi mi? Nasıl da canlının hedefine isabet ediyor! Bu okun bir gün bizim de hedefimize isabet etmesi kaçınılmazdır. İster istemez o günümüz gelecektir. Nitekim bize karşı tuzağını kurduğunu, korkusunu üzerimize saldığını, bizi el değirmeninin arasına atıp öğüttüğünü, üzerimize oklarını fırlattığını gördük. Nereye kaçabiliriz? Nasıl bir yerde karar kılabiliriz? Dünya, iyi halde oluşumuzla bizi perdeledi, bir gün göç edeceğimizi düşünmemizi engelledi, akıbet ve son yurduna gideceğimizi. Üstelik dünyanın çökeceğini, nimetlerinin yok olacağını biliyorduk. Dönmemizin, dinlememizin ve dünyaya sarılmaktan vazgeçmemizin zamanı gelmedi mi? Daima diri ve her şeye hakim olan Allah'a gideceğimize kesin olarak inanıyoruz. Bununla beraber utanma azaldı, saldırganlık arttı. Bu da söz dinlemeye karşı kulaklarımızda bir ağırlık olmasına neden oldu. Neticede sırtımıza ağır veballer bindikçe bindi. Allah'a andolsun, bedenlere ağır gelen, gözlere göründü. Umutlarımız aldanış yurduna diktik. Ye-şermeyecek tohumlar ektik. Sanki diktiğimizin meyvesini devşirecekmişiz ve ektiğimizi burada biçecekmişiz gibi.
Allah'ın kula, ektiğini biçecektir
Allah için ekene ne mutlu!
Bu gün hesap gören olarak nefsimiz, denetleyici olarak rabbimiz yeter. Allah bizi boşuna yaratmadığı gibi başı boş da bırakmamıştır. Bilakis, ahiret günü görülen, müşahede edilen bir gündür. O gün mutlu olanla, bedbaht olan birbirinden ayr ılacaktır. Şu halde, Allah seni muvaffak kılsın, şu anda hangi hayat tarzı üzerinde hangi akıbete doğru gitmekte olduğuna bak! Başına gelen musibeti, seni derinden üzen olayı bir yana bırakarak bu mesele ile ilgilen. Bu, bütün muhtaç kulları saran bir olgudan başka bir şey midir? Bu zor akıbete uğramak hepimiz için kaçınılmazdır. İnsanların en hayırlısı olan Resulullah (s.a.v.) öldü, eşleri, sahabeleri ve vezirleri öldüler. Bu dünya yurdunda onlardan hiç kimse kalmadı.

"Uzun zaman ikamet edenin ölümünün üzerinden uzun zaman geçti." "Kullu men aleyha fanin. Ve yebka vechu rabbike zu'l celali ve'l ikram / Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacaktır. Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbi-nin zatı baki kalacaktır." (Rahman,26-27) (O halde işi ilahi takdire teslim et, Seyyidul-enbiya'nm (s.a.v.) dediğini de. Gözlerinin önünde can veren oğlu İbrahim'e göz yaşı dökmüş ve şöyle demişti:

Göz yaşlarını döker, kalp hüzünlenir; ama biz rabbimizin razı olduğundan başka bir şey söylemeyiz. Allah'a yemin ederim, ey İbrahim! Biz senin ayrılığından dolayı üzülüyoruz." Göz yaşını dökmende senin için bir sakınca yoktur, acılı kalbinin kederlenmesinin de. Çünkü Hz. Peygamberin (s.a.v.) oğlu ölürken kalbi derin bir hüzünle sızlıyordu. Göz yaşı dökmeye başladığında Sa'd ona: Ya Resulallahîbu nedir? dedi. buyurdu ki: Bu, Allah'ın kullarının kalplerine yerleştirdiği rahmettir. Allah ancak merhametli kullarına merhamet eder." o halde ölüye ağlamak mubahtır; bağırıp çağırmadan, feryat etmeden.

Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın göz yaşına ve kalbin hüzünlenmesine azap etmeyeceğini, ama şuna-dilini göstererek- azap edeceğini veya merhamet edeceğini duymadınız mı?" Hz. Peygamberin (s.a.v.) ailesinden biri ölmüştü. Kadınlar toplanıp onun için ağladılar. Ömer kadınların ağlamasına engel oldu. Hz. Resulullah (s.a.v.) ona dedi ki: Bırak onları ey Ömer! Göz yaşlarını döker, kalp hüzünlenir ve vade yakındır." Bütün bunlar sahih rivayetlerdir. Bunları, kız kardeş olarak sana aktarıyorum ki, günah olmadığını ve sorguya çekilmeyeceğini bilerek göz yaşını akıtıp yüreğini ferahlatasın. Eğer sevabını Allah'tan umarak sabredersen, ecrini Allah verecektir ve büyük bir ödül kazanacaksın. "İnna lil-lahi ve inna ileyhi raciyun / Biz Allah'tan geldik ve yine O'na gideceğiz" de. Allah'ın övgüsüne mahzar olursun "Ulaike aleyhim salavatun bin rabbihim ve rahmetlin ve ulaike humu'l muhtedun / İşte rablerin-den bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır." (Bakara, 157) Seni uyardım, uyarıları dinle. Sana öğüt verdim, sakın. Ahiret yurduna taşınmaya hazırlan. Kabir çukurunda sana yöneltilecek soruya vereceğin cevap üzerinde düşün. Sanki dünya hiç olmamış ve ahiret her zaman varmış gibi. Arzuları az olan, amelinde ihlaslı davranan, etrafını gözlemleyerek ibret alan, düşünüp sabreden, kendisine öğüt verilince öğütler doğrultusunda sakınan kul kâr etmiştir, büyük dehşetten emin olmuştur. Allah bize kendisine itaat etmeyi ilham etsin, rahmetiyle bizi rahmetine dahil etsin. Vesselam.

Bir diğer mektup:

İşlerin, olayların anahtarları kerem sahibi Allah'ın elindedir. Yardım ve zafer ancak üstün iradeli, hüküm ve hikmet sahibi Allah katındandır. Şöyle buyurmuştur: "emmen yucibu'l muztarre iza deahu ve yekşifu'ssue / Yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve sıkıntıyı gideren mi?" (Nemi,62) O halde kalplerinizi -Allah'an çağrısından- yüz çevirme kirinden arındırın. Bedeninizin organların suç ve günah işleme cürmüne karşı bağlayın. Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden yoksullarınıza infak etme hususunda cömert davranın. Allah'tan korkun ve aralarınızı düzeltin. Pişman olarak rabbinize dönün, O'na teslim olun ve rabbiniz-den size inen en güzel hükme tabi olun. Ey müminler! Hep birlikte rabbinize tevbe edin. Bu hususları sağlam bir şekilde yerine getirdiğinizde, sonunda yanına dönülecek olan zata yönelme hususunda sahih bir karar verdiğinizde, O'na dua edin. Samimi bir şekilde O'na seslenmeye çalışın. Çünkü O yakındır, dualara icabet edendir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ve iza seeleke ibadi anni fe inni karibun ucibu da'uete'dai iza deani. Fel yestecibu li ue'l yu'minu bi leallehum yerşudun / Kullarım sana, beni sorduğunda: Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bula-lar."(Bakara, 186) Burada yüce Allah sizin dualarınızı kabul etmesini, sizin O'nun davetine icabet etmenize bağlamıştır. O'nun size yönelik daveti daha önce zikredilmişti: "Ya kaumena ecibu daiyellahi ve aminu bihi yağfir lekum min zunubikum ve yucirkum min azabın elim / Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine uyun. Ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı kısmen bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun." (Ahkaf,31) Eğer Allah'ın davetine icabet ederseniz, Allah da sizin duanızı kabul eder. Eğer yüz çevirip dinlememezlik ederseniz "ve ma zalemnahum ve lakin kanu enfusehum yezlimun / Biz onlara zulmetmedik, fakat, onlar kendilerine haksızlık ediyorlardı." (Nahl, 118)
Size geri dönecek olan amellerinizdir. Kim Allah'ın davetçisine icabet etmezse, çağrısını kabul etmezse, yeryüzünde Allah'ı aciz bırakacak değildir. Ayrıca Allah'tan başka da bir dostu, velisi de olmaz, böyleleri apaçık sapıklık içindedirler. Eğer Allah'ın davetçisine ve hak kelamına icabet etseniz, O sizi bağışlar ve duanıza icabet eder. Allah'ın vadi doğrudur.

Daha önce bir takım günahlar işlemiş, bazı suçlar irtikap etmiş olsanız, sonra bunlardan kaçınsa-nız, Allah'a tevbe ederek dönseniz, işlediğiniz günahlarda ısrar etmeseniz, işlediğiniz çirkinliklerden pişmanlık duysanız, Allah hakkında beslenen umut ve güzel zan, Allah'ın keremi ile gerçekleşir ve içinde bulunduğunuz sıkıntıyı kaldırır, başınıza gelen belayı savar. Şayet başınıza gelen musibet, cezalandırma mahiyetinde olmayıp, Allah'ın takdiri ile size yöneltilmiş ise, bu takdirde de büyük bir sevaba nail olursunuz. Bunu da teslimiyetle ve Allah'ın takdirine havale etmekle karşılayın, çünkü Allah'ın emrini geri çevirecek kimse yoktur. O'nun verdiği hükmü sorgulayacak kimse de bulunmaz. Ayrıca bu musibetler aracılığıyla kendinizin, Allah'ın inayet gösterdiği ve sınadığı kimselerden olduğunuzu öğrenmiş olursunuz. Çünkü dünyadaki belalar, Allah'ın mümin kullarına verdiği çabuklaştırılmış nimetlerdir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "velenebluvennekum hatta na'leme'l mücahidine minkum ve'ssabirin / Andolsun ki içinizden cihad edenlerle sabredenleri belirleyin-ceye kadar sizi imtihan edeceğiz." (Muhammed,31) O halde sınama amaçlı belalar, insanın Allah katındaki mertebesine göre inerler. Peygamber efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah bana verdiği belaları başka hiçbir nebiye vermemiştir." Bu hadis bir alime sorulmuş ve denilmiş ki: Eyyub ve Zekeriyya gibi Nebiler (selam üzerlerine olsun) çok daha büyük musibetlerle sınanmışlar. Re-sulullah (s.a.v.) bu tür belalardan hiçbiriyle sınanmamış. O halde Hz. Peygamberin (s.a.v.) uğradığını belirttiği bu musibet hangisidir? Bu alim şu cevabı vermiş: Hangi bela Resulullah'ın (s.a.v.) başına gelen beladan daha büyük olabilir? Allah'ın onu "Kabe kavseyn ev edna" makamına yükseltip vasıtasız konuşarak vahye muhatap ettikten sonra şu aşağı aleme hitap etmesi için indirmesinden daha büyük musibet olur mu? Sevgiliden ayrılmaktan daha büyük bela mı var? Hiç bir Nebî, Hz. Resulullah'ın (s.a.v.) uğradığı bu belanın benzerini görmemiştir...

Size gelince, Allah sizi rahata çıkarsın, kötülükleri sizden uzaklaştırsın, içinde bulunduğunuz musibetlerden sizi korusun. Başınıza gelen belayı sizin için günahlardan bağışlanma vesilesi kılsın. Sizi çepeçevre saran bu smırlandırılmışlık halinizi, topraklarınızı kaplayan bu felaketinizi Allah, gücünün hakimiyetiyle savsın, yakıcı taşlarla şeytanlarını kovsun. Bunda sizi için en büyük ibret dersleri vardır. Bunlara maddi gözlerle değil, basiret gözüyle bakın.

Bilin ki, Allah size rahmet etsin, kaderden kurtuluşun yolu yine kaderdir. Kadere karşı hazırlık yapmanın ve sakınmanın hiçbir faydası yoktur. Bizim yaptığımız nefisleri alıştırıp ısındırmaktan başka bir şey değildir. Sadece maddi binanın devamını sağlamaya yönelik koruyucu ve sağlamlaştırıcı önlemler almaktayız. O halde gerçek anlamda kendinizi korumaya alın ve bu sözlerimi de bir öğüt, caydırıcı bir uyarı olarak alın. Bir tanıtma ve hatırlatma olarak. Çünkü kul kaderin avucunda mahsur kalmıştır, her şeyin melekutü elinde olanın elinde bir mülktür. O, birdir ve karşı konulmaz güce sahiptir. Şeriat kaydı altında hakikate göre tasarrufta bulunur.

İş manevi olduğu ve sır da melekuti olduğu, üstelik basiret de körelip ahlakın ıslahına yönelik bakışlardan mahrum olduğu, haramlar fütursuzca işlendiği, cahiller şüpheler içinde çalkanıp durduğu, zevk u sefa, oyun ve eğlence peşinde vakit geçirdikleri için şeytan burunlarına üfledi, bu yüzden böbürlenerek burun kaldırdılar, kibirlendiler. Kendi varoluş anlamlarını kavrama çabasından gafil kaldılar. Mevlalarının kahredici hakimiyetinin farkına varmadılar. Bu yüzden yüce Allah, onları varoluş anlamları ve akledişleri bağlamında musibete uğratarak uyarmak istedi. Edeplendirme ve arındırma, nefisle-rini-inşallahtemizleme ve yaklaştırma amacıyla onları sınadı. Böylece içlerinde küfrü ve nifakı en şiddetli, merhameti ve acıması en az olanı onları kuşattı, sardı. Artık hayatları bir kedere dönüşmüştü. Yataklarında rahat uyuyamaz olmuşlardı. İnsan, geleni gidenden ayırt edemez olmuştu. Sanki kıyamet gününü andıran dehşet verici, insanın aklını başından alan bir musibete uğramışlardı. O halde -Allah size rahmet etsin- zorda kalmışın muhtaçlığıyla O'na sığının, gizli açık O'na dua edin. Umulur ki O, size bir kurtuluş, bir çıkış yolu gösterir. Allah'tan korkup sakının, aralarınızı ıslah edin. Allah'a ve Resulüne itaat edin. Allah'ın merhametinden yana karamsarlığa düşmeyin, O'nun rahmetinden ümidinizi kesmeyin ve deyin ki: "Rabbena vela tuhammilna ma la takate lena bihi va'fu anna vağfir lena verhamna ente Meulana fensurna ale'l kavmi'l kafirin / Ey rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla! Bize acı! Sen bizim mevlamızsın. Kafirler topluluğuna karşı bize yardım et." (Bakara,286) Allah, sizden öncekilere dediği gibi, size de "evet" diye cevap verir. Çünkü O kullarına karşı çok merhametli ve çok şefkatlidir. Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

Bir diğer mektup:

Seherde bahçeden gelen kokuya benzer selam
Yüce imamın efendi Hızır'ın üzerine olsun
İlmi öğreten, kendisine kelam gelen
İlahtan, örtüsüz ve aracısız kişiye.
Alimler alimi, sıfat ve isimler sancaktarı, hakikatin işareti, halifenin abdallarının reisi.
Ki fani hayatı baki hayatına ulaşmıştır. Sırrı ve açıklığı buluşmuştur. Balık onun için bir delil kılınmış, o da denizde bir yol tutmuştur. Bir izbe yol tutunca, Kelim (Musa) yorgunluktan şikayet etti. Delikanlısına, yiyeceğimizi getir, dedi. Dedi ki: Arkamızda denizde bir izbede kaldı. Böylece geldikleri yoldan geri döndüler. Vasıtaların ortadan kalktığı makamda bir şahıs gördüklerinde Kelim, doğruluk ve eğitim üzre ona tabi oldu. Suya atılmış sandık gemisi delindi. Himmeti Kıpti delikanlıyı öldürdü. Duvarı da yükseltti. Nihayet çobanlar ve "babamız yaşlı bir adamdır" diyenler geldi. Bir gölgeye sığındı. "Ben üzerime indireceğin hayra muhtacım." Sonra istediğin ve istediğimiz sana verildi. Rabbin de ilahi edebin kapsadığını irade etti. Senin kalbin varlık içinde faal bir sırdır. Bir himmet secdeden kaçındı. Dedi ki: Ey abid ve ey ma-bud! Çünkü başkasıyla konuşuyordu. Fayda ve zarar sıfatları üzere fena bulmuştu. Geceler boyunca melekle söz alış verişinde bulunduk.

Kendimizden geçmişçesine zikrettiklerimiz hususunda yarışın sırtına binmiş gidiyorduk. Bu sırada Sıddıklıkla Nebilik arasında bir makam izhar ettin ki, bir çok zihin bunu kavrama düzeyine erişemez.

Muhakkiklerin dediğini bilirsin. Sıddıklarm omuzlarına basılmaz, diye. Bunu söylemelerinin nedeni, erişilmez, mücadele oklarının ulaşamadığı makama düşme korkusudur. Şimdi ben bu makama adım atıyorum. Sırtına biniyorum. Heyhat! Neler anlatıyorum ben! Arifler hayret doğrusu; nasıl gizlediler onu. Keşke bilselerdi, remzetselerdi, gizlenmiş olarak açıklasalardı ve de şifreleselerdi. Sen kendi hakikatini açıklamadın mı? iki alem arasındaki huzurda ve iki makam arasındaki mertebede yoluna şahit olana öğüt vermedin mi? Kaldı ki siz bizim yanınızda kesin bir makamda değilsiniz. Bilakis şekillerin sırlarının tabileri arasındasınız. Bu yüzden bu makamdan cevap vermenizden yüz çevirdik.

Bizden başka önde gelen seyyidlerden buna vakıf olan var mı? Çünkü Ebu Hamid (Gazali) kitabının bir çok yerinde bundan perdelendiğini açıkça zikretmektedir. Onun dışında, onun geleneğine ve yoluna uyan nice imam da kendi hakkı itibariyle onun hakikatinden perdelenmiştir. Allah, senin vereceğin cevapla beni pekiştirecektir, mektubunla beni onurlandıracaktır.
Benimle senin aranda bir sır vardır, onu kimse bilemez

Sadece kast ettiği şeye "ol" diyen ve hemen olmasını sağlayan bilir.

Çünkü sen benden aşağıda ve yüz çevirmiştir, bense

Yukarıdaydım. Dedin ki: falanın dediğini doğrula.

Bu sizin uncu adaşınız bize haber veriyor

Hal suretinde, lisansız haber verme.

size hizmetçinizden gelen bir resuldür

Uzaktan gelen. Gerçi sizinle buluşmak da yakınlaşmakta.

Bir diğer mektup:


"Ma ale'r Resuli illa'l belağu vellahu ya'lemu ma tubduna vema tektumun / Resule düşen, ancak duyurmadır. Allah açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilir." (Maide,99) Allah bizi tanıyıp bildikten sonra cahilin bizi tanımaması, bilmemesi bize bir zarar vermez.

Allah'ın has kulları vardır ki Allah, onları arın-dırmıştır. Bunlar bir takım kurallar belirleyerek onlar aracılığıyla kendileriyle Allah arasındaki münasebetlerde Allah'a boyun eğmiş, kulluk etmişlerdir. Onlar rableriyle ilgili olarak apaçık bir kanıt üzeredirler. Kendilerinden olan bir şahit de onları izler. Hakikatleri olduğu gibi gözlemlemiş ve bu gözlemleri ışığında mahlukatla ilgili hükümler vermişlerdir. İki cihandan da gizlidirler. Hak onları gayret ve koruma perdesi altında gizlemiştir. Halk arasında iken onların gelenekleri üzere hareket ederler. Hak ile münasebetlerinde ise daima namazdadırlar; ona ruhani ibarelerle, semavi letaifle münacat ederler. Ayakları O'nun melekutuna sağlam basmıştır, fikirleri O'nun ceberutunda cevelan eder. Tanımla ve yönlendirme yetkileri vardır. Doğrulturlar, yıkarlar.

İşleri mukayese üzere cereyan eder. İrade ettikleri şey hususunda bir kuşkuları olmadığı gibi zihinleri de karışık de-, ğildir. Helalin ve haramın dizginleri onların elindedir. Hükümlerin ölçüleri onların katından çıkar, kainattan, varlıktan istediklerini, canlarının çektiğini alırlar. Onlar hakkın kendileri için öngördüğü yararlanma doğrultusunda nimetlerden lezzet almaktadırlar. Dolayısıyla onların denizinden avuçlarını doldurmak isteyen, onların arasına karışmak isteyen kimse, onları kendi hallerinde bırakmalıdır.

Onların hallerini zahiri lisan ölçülerine göre değerlendirme. Çünkü gaybın gizliliklerinde halı hazırda gelip geçenlere dair hükümler vardır. Nefeslerle birlikte artarda gelen resuller vardır. Cinslerden ayrılan türler vardır. Kuşkusuz mahalli olan mutludur, zatını, haramı ve helali olacak şekilde sabra yönelten ve kalbini bir mescide dönüştüren, zatını da mabede. Orada yüce ruhaniler ibadetlerini ikame ederler, hem de en yüce nazara kar şı. Kuşkusuz biz, çocuğa, durumunun gerektirdiği hususları açıkladık. Eğer onun açısından eksik kalan bir şey varsa, o da onun için imkansız olduğu için açıklanmamıştır, "ve kuli'l hakku min rabbikum fe men şae Je'l yu'min ve men şae fe'l yakfur / Ve de ki: Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin." (Kehf,29) Biz, Allah'ın dediklerine şehadet ederiz. Genel olarak tüm resullerini, özel olarak da Muhammed'i (s.a.v.) tasdik ediyoruz. Allah'ın emrettiğini emrettik, O'nun nehyettiğini nehyettik. Bundan ötesi de bizim için vacip ve gerekli değildir: "Ve kullu insanin elzemnahu tairehu fi unkihi- ikra' kitabeke kefa binefsike'l yevme aleyke hasiba / Her insanın amelini boynuna bağladık.... Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter." (İsra, 13-14} Teslim ol, kurtul.
 Doğruluktan ayrılma, kazançlı çıkarsın. Sana öğüt veriyorum. Vesselam.

Bir diğer mektup:

İmdi... Ey kardeşim! Yüce Allah Subhanehu kullarını mükellef kılmış ve Nebisinin (s.a.v.) lisaniyle bilinmesi gereken her şeyi onlara öğretmiştir. Dolayısıyla hikmetli, basiretli ve anlayışlı her akıl sahibinin Allah'ın vaat ettiklerine hazırlanması ve azap tehditleri üzerinde düşünmesi gerekir. O halde gücünün yettiğince ibadet etmeye koş. Sakınma elbiselerine bürün. Şu ayette dikkat çekilen ilahi uyarı üzerinde düşün: "kella la vezere ila rabbike yevme izini'l mustakarru / Hayır, hayır! Sığınacak yer yoktur! O gün varıp durulacak yer, sadece rabbinin huzurudur." (Kıyame.ll) Nefisler bu dehşetli sona varacaklarına kesin olarak inandığı zaman, ağır amelleri yerine getirmeleri daha kolay olur.

Amellerin vakitlerini gözetler ve vakitlerin geçmesinden korkar, başına musibetlerin gelmesinden endişe eder. Allah'ın sevdiği amellerin önceden işler, Allah'a dayanır, O'na güvenir. Kaçınılmaz olarak birinin huzuruna varıla-caksa, akıl sahibi bir kimsenin, onun yanında yüzünün olmasını sağlayacak davranışlar sergilemesi gereklidir. Özellikle sonunda huzuruna varılacak bu kimse, her şeyi ilmiyle kuşatan ve her şeyi sayıp kaydeden Allah olursa! O halde bizim için gerekli olan, Muhammed'i (s.a.v.) tasdik ediyoruz. Allah'ın emrettiğini emrettik, O'nun nehyettiğini nehyettik. Bundan ötesi de bizim için vacip ve gerekli değildir: "Ve kullu insanin elzemnahu tairehu fi unkihi- ikra' kitabeke kefa binefsike'l yevme aleyke hasiba / Her insanın amelini boynuna bağladık.... Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter." (İsra, 13-14} Teslim ol, kurtul. Doğruluktan ayrılma, kazançlı çıkarsın. Sana öğüt veriyorum. Vesselam.

Bir diğer mektup:

İmdi... Ey kardeşim! Yüce Allah Subhanehu kullarını mükellef kılmış ve Nebisinin (s.a.v.) lisaniyle bilinmesi gereken her şeyi onlara öğretmiştir. Dolayısıyla hikmetli, basiretli ve anlayışlı her akıl sahibinin Allah'ın vaat ettiklerine hazırlanması ve azap tehditleri üzerinde düşünmesi gerekir. O halde gücünün yettiğince ibadet etmeye koş. Sakınma elbiselerine bürün. Şu ayette dikkat çekilen ilahi uyarı üzerinde düşün: "kella la vezere ila rabbike yevme izini'l mustakarru / Hayır, hayır! Sığınacak yer yoktur! O gün varıp durulacak yer, sadece rabbinin huzurudur." (Kıyame.ll) Nefisler bu dehşetli sona varacaklarına kesin olarak inandığı zaman, ağır amelleri yerine getirmeleri daha kolay olur.

Amellerin vakitlerini gözetler ve vakitlerin geçmesinden korkar, başına musibetlerin gelmesinden endişe eder. Allah'ın sevdiği amellerin önceden işler, Allah'a dayanır, O'na güvenir. Kaçınılmaz olarak birinin huzuruna varıla-caksa, akıl sahibi bir kimsenin, onun yanında yüzünün olmasını sağlayacak davranışlar sergilemesi gereklidir. Özellikle sonunda huzuruna varılacak bu kimse, her şeyi ilmiyle kuşatan ve her şeyi sayıp kaydeden Allah olursa! O halde bizim için gerekli olan, ey kardeş!-yurt gittikçe uzaklaşmışken ve mezar da kazılmışken-gıyaben birbirimiz için dua etmektir. Allah bizi, öğrettiği şeylerle ilgili olarak gaflet ve şüphe ehli eylemesin. Allah bizi hidayet yollarına iletsin. Bizi önderlik, örneklik miraçlarına yükseltsin.

Bir diğer mektup:

Falandan falana... Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun. İmdi...Hiç kuşkusuz tecellilerin bir çok türü vardır, hepsini birleştiren husus ise fena ve bekadır. Bir kimse fena tecellisini talep ederse ne istediğini bilemez. Çünkü yüce Allah tecelli verdiği gibi, tecelli esnasında da bağışlar sunulur. Tecelli bir kimseyi yok ettiğinde, fena bulmasına neden olduğunda bu tecellide ne verildiğini bilemez. Ey kardeşim! Şu halde tecelli hadisesinden geri döndüğün zaman senin için hasıl olan şeye bak. Çünkü senin payın budur, nimetin buna göre belirlenir ve ona dayanmak durumundasm. Arifler, himmetlerin soylu atlarına binip Allah'a giden yolda birbirleriyle yarıştılar. Alimler atlarına binip yarıştılar. Nebiler Buraklarma binip yarıştılar. Muhammediler kanat çırpışla-rıyla yarıştılar.

Her yarışmacının hedefi bineğine göre belirginleşir. Kanadı rüzgar taşır. Burakı kanat taşır. Soylu atı kırbaç koşturur. Atı mahmuz şaha kaldırır. Şu halde hazırlanman gerekir. İşte araçlar!.. Ey kardeşim! Üzerinde hiçbir perde olmayandan tecelli etmesini isteyene şaşıyorum. Gözlerini kapatıp da onu görmek istiyorum, diyene, kendisini açıkça gösterdiği halde seni arıyorum, diyene, elini başkasına açıp işe yaramaz kırıntılar dilendiği halde, O'na: sende istiyorum, diyene hayret ediyorum. Allah'ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun.

Bir diğer mektup:

Falandan falana. Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun. İmdi... Bil ki, subuhat yüzün nurlarıdır. Aslında algılanan onlardır, yüz değildir. Çünkü onlar yüzün perdeleridir. Fakat onu idrak edenin helaki ile onun arasında idrakin varlığından başka bir şey yoktur. Bu yüzden idrak edilemez. Çünkü müşahededen maksat, şahidi kavraması için gözün baki olmasıdır. Ey kardeşim! Bil ki, nurlar, alemlerin görülmesini sağlayan ışıklardır.

Ey kardeşim! O nurdur, O'nu nasıl görebilirim? deme. O'nun ışığı, karanlığı ve gölgesi vardır. Seni gölgede durdurur, gözünü ışıkta gezdirir ve onu görürsün. Biliyoruz ki, O, bütün varlık alemini nurdan yaratmıştır. Karanlık ise ondan aşağıdır. Dolayısıyla O nurdur, sen de karanlıksın. Bil ki karanlık cehennemde, nur ise cennettedir. Görmek ise, ışık ve karanlığın varlığından dolayı ancak yükseltide olabilir. Cennet perdedir, çünkü nurdur. Cehennem perdedir, çünkü karanlıktır. Bu hususu anla. Vesselam.

Bir diğer mektup:

Falandan falana... Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. İmdi...Bil ki, O, cemin karşısına cemi koymuştur; ancak hüviyet ve benliği de cem etmiştir. Alışkanlık ise benlikle benlik, hüviyetle hüviyet arasındaki irtibattır. Ey kardeşim! Bil ki: Seni cem etmesinin sebebi, seni yalnız bir makama has kılmadığını, dolayısıyla bu makamda durmaman gerektiğini bilmendir. Çünkü O, Muhammedi bir kulunun bir makamda durmasını, genişi daraltmasını, dolayısıyla cahil olmasını istemez. O, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyor. Ey kardeşim! Bir şeye yaklaşma çabasının gayesi, o şeyin cevheri itibariyle arazın altında olmasıdır, eğer iki zat iseler ve yakınlık itibariyle de aşağıda bulunsa, bu durumda senin onu ihtiva ettiğin gibi onun da seni ihtiva etmesi söz konusudur. Birincisine örnek "errahmanu ale'l arşi's teva / Rahman arşı istiva etti."dir.

ikincisine örnek: "Vasieni kalbu abdi: Kulumun kalbine sığdım."dir. Bu üçlüden dilediğini seç. Ey kardeşim! Kulluk, beraberlikten daha yüksektir. Beraberlik bir yoldur ve varacağı son nokta da kulluktur. Ey kardeşim! "(lî)=benim için ve (bî)=benimle" iki yüksek makamdır. "fî=İçinde" onlardan daha yüksektir. İzzeti ve celali hakkı için, beni Mağrib'de harflerle ve yıldızlarla nikahladı, "fî" ile nikahlanmaktan daha lezzetlisini görmedim. Ey kardeşim! Sen alemine çıktığın zaman "inde=yanında"ya dayan. Alemine girdiğinde ise "fî= içinde"ye dayan, (lî) ve (bî)yi ise ikisinin arasında bir set kıl. (lî)nin (fî)ye, (bî)nin (inde)ye hizmet etmesini sağla. Sana öğüt veriyorum. Vesselam.

Bir diğer mektup:

Falandan falana... Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun. İmdi... Bazı
kullar vardır; onları hakkı görmekten perdelemiştir; bunlar, O'nun ahiret yurdunda zuhur etmesinden sonra zuhur ederler. Bazı kullar vardır; ne dünyada ne de ahiret-te zuhur ederler. Bazı kulları da vardır; onlara mah-lukatın sırlarını öğretmiştir; onlar bilirler, ama bilinmezler. Bazı kullarına kendisini tanıtmıştır, onlar O'ndan başkasını bilmezler; sırf O'na mahsusturlar. Kim O'nun yanında kendi istidadıyla hangi makama kendisini arzederse, Allah onu bu makama ulaştırır, bu makamı ona bahşeder. Ey kardeşim! Dünya velayetine aldanma; çünkü O, razı olduğunu da olmadığmı da veli edinir. Ahirette ise durum böyle değildir. O ahirette razı olduğundan başkasını veli edinmez. Ey dostum! Sana acıdığı için öğüt verene kulak ver. Allah'ın velilerinin kerametleri ve harikuladelikleri içlerindedir, dışlarında değil. Çünkü açık kerametler arınma amacına yönelik belalardır. Kim bunların yanında durur, bunlarla yetinirse, bunlar kendisine verilir. Ama bunlardan kaçınan kimsenin kalbinde bir göz açılır, bu gözle O'na bakar. Sonsuz nimetlerle ni-metlenir. Onun içinde bir dil var eder; bu dille konuşur. İşte tercih ettiği velisi budur; Ona bakar ve Onu talep eder. vesselam.

Bir diğer mektup:

Falandan falana... Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun. İmdi... Ey kardeşim! Bil ki, Müslüman hitap eder, münacat eder. Mümin bilir. Muhsin edeplenir. Dolayısıyla Müslüman tabi olur, itaat eder. Mümin bilmediğini tasdik eder. Muhsin ise Allah'ın zikrini gördüğünde onda hakkı görür, müşahede eder. Sonra ey kardeşim! Şunu da bil ki, ruhlar bedenlere indikleri vakit, nurlarının heykellerine inmezler. Aksine, karışmış, berzahtan temessül etmiş bir heykele girerler ki fikirler yükselsin ve cinsle ısınıp kaynaşma gerçekleşsin. O halde sizden kim arkadaşının önünde oturursa ona uysun. Ey kardeşim! Kuşkusuz seni uyardım. Her durum ve şartta sana soran kişiye cevap ver. Eğer soruyu soran kişinin, sana sorduğu şeyi aslında bildiğini anlarsan, usta ve uyanık bir edebiyatçı ol.
Vesselam.

Bir diğer mektup:

Falandan falana.. Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun. İmdi... Bir gün bir Musevî ile bir Muhammedi tartışıyorlardı. Musevî olan dedi ki: Hicabın lütfunun oluşturduğu hicap himmetin gücünden daha şereflidir. Hicabın lütfü yakınlık verir, zayıflık değil. Çünkü kuvvet ve zayıflık uzaklık için hakikat değildirler. Çünkü kuvvetinin bir etkisi olmaz. Muhammedi olan Musevî olana şöyle karşılık verdi: Dinle ey kardeşim!

Münazaranın müsebbibi nedir? Yüce Allah buyuruyor ki: "Hel yenzurune illa en ye'tiyehumullahu fi zulelin mine'l gamam / Onlar ille de buluttan gölgeler içinde Allah' ın ...gelmesini mi beklerler?" (Bakara,210) Bu, Musa'nın ilahî tecelliye şahit olduğu dağ gibidir. Dağ daha yoğun, daha katı bir varlıktır. Dolayısıyla Muhammedi makam daha şereflidir. Hicabı da daha şeffaftır. Bulutun şeffaflığı nerede dağın şeffaflığı nerede! O'na doğru şevkle nefes alıp verdiklerinde ariflerin himmetlerinin rüzgarları esmeye başladı ve
bulutları dağıttı. O da zahir oldu ve arifler secdeye kapandılar. Musa'nın himmeti ise dağı parçaladı. Çünkü daha güçlüydü. Bulutlar ise dağdan daha şeffaftılar. Şimdi soruyorum: Şeref, himmetin gücünde midir yoksa perdenin şeffaflığında mıdır? Perdenin kalınlığı yakınlığı ifade ettiği gibi zayıflığı da ifade eder. uzaklığı ifade ettiği gibi gücü de ifade eder.

İşte tartışmanın ve karşılıklı konuşmanın sebebi budur. O halde ey kardeşim! Sen kitabını okumakla meşgul ol; sekinet üzerine bulutlar indirir ve onlar zikri dinlerler. Dolayısıyla sen de mele-i ala meclisinin bir ferdi olursun. Bu ise tembellikten iyidir. Yahut üstat ol ki kitabını sana okusun. Böylece kitap rabbinden taze ve yeniden nazil olmuş gibi olur, taklit olarak değil. Vesselam.

Bir diğer mektup:

Falandan falana... Selam üzerine olsun. İmdi... Ey kardeşim! Sana tavsiye ediyorum.

Bil ki, hak seni ölçüler içinde durdurur ve sana perdeler gerisinden hitap ederse, seninle onun arasında iki perde var demektir: biri ölçü, biri de hitap. Hitap perdesine gelince, görme ve konuşma bir arada olmaz. Çünkü sana hitap ettiği zaman anlamanı sağlar. Ama sana göründüğü zaman, seni senin yanında yok eder, senin sen olduğunu anlayamazsın.

Ölçü perdesine gelince, bu, karşı karşıya aynı hizada olmayı gerektirir. Bu ise orada sahih olmaz, çünkü sen kabe kavseyn sergisine oturmuşsun, gözde değil. Kabe kavseynin en yakını kürenin iki ucudur. Bu yüzden ölçüdür ve bu hususta uzak ile yakın eşittir. "Ve zannuni iz zehebe muğadiben sümme nada fi'zzulumat / Zünnunu(Yunus'u) da zikret. O öfkeli bir halde geçip gitmişti... Nihayet karanlıklar içinde niyaz etti." (Enbiya,87) İki yay gibi ya da daha yakın idi. "Ve nahnu akrebu ileyhi min habli'l verid / Ve biz ona şah damarından daha yakınız." (Kaf, 16) Biri genel bir makam biri de özel bir makamdır. Yakınlık ve uzaklığı ifade ederler. Bu nurda ve karanlıkta mevcuttur. Dolayısıyla hiçbir şey

O'na bir başka şeye göre daha yakın değildir. Şu halde şeyler arasında üstünlük nereden geliyor? Evet, senin açından üstünlük, senin kendinle ilgili bilgine göre belirginleşir. Nefsini bilen herkes, onun nefsiyle ilgili olarak söylediğimin delili değildir. Neden bast (genişlikaçıklık) zamanı onu bilemiyor. Onu bilmiyorum, diyen kimse, neden kabz (darlık-sıkılık) zamanı onu biliyor. Tarikattan, yoldan ayrılma, hakikata teşvik et; başarırsın. Vesselam.

Bir diğer mektup:

Falandan falana. Selam üzerine olsun. İmdi... Ey kardeşim! Hiç kuşkusuz üç göz vardır: Yüzdeki maddi göz. Bu göz yön olgusuyla kayıtlıdır. Akıl gözü; o da düşünceyle kayıtlıdır. Kalp gözü; o da keşifle kayıtlıdır. Görüldüğü gibi bütün gözler kayıtlı ve sınırlıdır. ise kayıtlandırılamaz, sınırlandırılamaz. Peki hangi gözle O'nu göreceksin. Kalp gözünün alanı gayb kapsamındadır. Yüzdeki maddi gözün alanı gözlemlenir alem kapsamındadır.

Akıl gözünün alanı talep olgusu kapsamındadır. O ise gaybin, gözlemlenen alemin ve talebin yaratıcısıdır. Ortada bir dördüncü göz de yoktur. Ey kardeşim! O'nu göreceğin göz nerede? Senin gördüğün senin içindedir ve senin suretindir. Ama onu ancak içinde görebilirsin. Onu göremezsen, gördüğünü de göremezsin: "Fela ta'lem ne/sun ma uhfiye lehum bin kurrati aynin / Onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez." (Secde, 17) Senin matlubun, aradığın senin içinde gizlenmiştir; sen sonsuza kadar bilmeden, farkında
olmadan onu taşımaktasın. Şu halde dikkatini çektiğim bu sahne üzerinde araştırma yap. Hiç kuşkusuz sana büyük bir olayı gösterdim. Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun.

Bir diğer mektup:

Falandan falana... Selam üzerine olsun. İmdi... Hiç kuşkusuz O'nu müşahede edenin yanında hiçbir şey büyük olmaz, ancak O'nun has kulları başka. Onlar, O'nu müşahede ettiklerinde her şey onların yanında büyük olur. Çünkü O'nu her şeyde müşahede ederler. O'nu müşahede etmeksizin hiçbir şeyi görmezler. Önlerinde perde yoktur. Bir şeye geldikleri zaman da kendilerine, O'nun kendilerine müşahede edilen isminden başka bir isimle seslenir. Onlar da O'na icabet ederler. O'nu kendi tasavvurlarında olandan farklı bir surette görürler. Sonra bu yeni suretle birlikte dönerler ve O'nu ebediyen her şeyde müşahede ederler. Dünyada ilim ve müşahede ile, ahirette ise göz ve rüyet ile görürler.

O'nun has kullarından başkaları ise, O'nu müşahede ederler, sonra O'nun nuruyla geri dönerler. Sonra O'na özlem duyarlar, O'nu müşahede etmeyi isterler. Bunun üzerine O bunlara şahit olur ve isteklerine icabet eder. onlar da O'nu müşahede ederler. Sonra onları kendisine döndürür. Bunun üzerine özlem duyarlar ve talep ederler. O da onlara icabet eder, onlar da müşahede ederler. Her zaman böyle sürüp gider. Kendine bak; hangi grubun içinde belirginleşiyorsun, kimlere katılıyorsun? Bil ki, ey kardeşim! Kim O'nu müşahede ederse kalbi kuvvetlenir; gördüğü manzaralardan korkuya kapılmaz. Kim O'nun fiillerini müşahede ederse gördüğü her şeyden korkuya kapılır. Bunun üzerine sığınacağı, kendisini korkutan fiiline karşı kendisini savunacak birini arar. Eğer fiilinden, O'ndan olduğu için korkarsa, O, onun sığındığı sığınak olur. Ama O'nun fiilinden nefsi için korkuya kapılırsa, nefsini ona vekil kılar, yüz üstü bırakır. Yardım göremez olur. Değerini bil.
Vesselam.

Bir diğer mektup:

Falandan falana... Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun. İmdi. Ey kardeşim! Ne çok "eğer", "eğer olmasaydı", "şayet" ve "ne zaman ki..." edatlarıyla bana
hitap ediyorsun?! Bunlar perdelerdir, hem de en kalın perdeler. Bunların olduğu yerde marifet de olmaz, aynen kavramak da. Sakın yüce Allah'ın "eğer isteseydik..." "Eğer istese..." gibi sözlerine bakıp aldanma. Çünkü O'nun açısından isteme, meşiyet ne değişir, ne de tereddüt ifade eder. O, dilediğini dilemiştir ve dilediği de uygulanmıştır. Kaderin akışı ve hakimiyeti altında sebat et, sakin ol! Rüzgarın şiddeti, geminin dayanıksızlığı ve dalgaların peşpeşe gelişi seni korkutmasın. Allah, bundan daha az bir şeyle de insanı helak eder ve bundan daha büyüğünden de korur. Nice boğulmakta olan kişi var ki, su girdap olup onu çepeçevre kuşattığı halde kurtulmuştur. Buna karşılık yakınlarının evinde divanının üzerine kurulmuş, neşeli olarak sevenlerinin yanında bulunurken helak olmuş nice kişi vardır. Nöbetçiler tarafından kuşatılmış olarak korunan bir çok kişi, bu sıkı koruma tedbirlerine rağmen felakete uğramıştır. Bu felaket onu tam kalbinden vurmuştur; ya boğazına lokma tıkandığında ölmüştür, ya da ansızın helak olup ruhunu teslim etmiştir.

Kuşkusuz takdir edilen olup bitmiştir. O halde çok dua et, durmadan yakar. Belki de bu dua
ve yakarma da takdirin bir parçasıdır. Bunun yanında kadere teslimiyetten asla ayrılma, bu geçmiş olaylarla ilgili olarak neşe içinde olmanı sağlar. Bir kimse kaderine teslim oluyorsa, bu onun yakınlığının göstergelerinden biridir. Her şey O'na döner. Ben işimi Allah'a havale ediyorum. Allah bana yeter. O'na tevekkül ettim.

Bir diğer mektup:

Falandan falana... Selam üzerine olsun. İmdi... Hiç kuşkusuz hakkın aleme yönelik iki bağışı vardır: biri mutlak, biri de şartlara bağlıdır. Şartlara bağlı bağışı için şöyle buyurmaktadır: "Ve evfu biahdi uf i biahdikum / Bana verdiğiniz ahdi (sözü) yerine getirin
ki, ben de size vaat ettiklerimi vereyim." (Bakara,40) Mutlak bağışı ile ilgili olarak da şöyle buyurmaktadır: "Zalike fadlullahi yu'tihi men yeşau I Bu, Allah'ın dilediğine verdiği lütfudur." (Maide,54) Sonra Allah insanları gruplara ayırmıştır: Bir gruba hidayeti vermiş, onları dirayetten yoksun bırakmıştır. Bir gruba dirayeti vermiş, onları hidayetten yoksun bırakmıştır. Bir gruba dirayeti ve hidayeti birlikte vermiştir. Bir grubu da hem dirayetten hem hidayetten yoksun bırakmıştır. Bir gruba bunları şefaatle bahsetmiştir. Bir grup hakkında da şefaati kabul etmemiştir. Eğer bütün bunlar bize dönük olsaydı, bizden kaynaklansaydı, O, ilah olamazdı ve verdiklerinden dolayı da şükür sunulmaya layık olmazdı. Nitekim Allah'ın saptırdığı kimseler böyle düşünmektedirler. O halde her şey O'na ve O'nun dilemesine döner. Yani bütün bunlar mutlak olmakla birlikte mahsus kılınmışlardır. O halde sen nefsini kına. Çünkü Allah katında edeb sahibi ile edebsiz bir değildir. "Kal hel yestevi'üezine ya'lemune ve'llezine la ya'lemun. İnnema yetezekkeru ulu'l elbab / De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür." (Zümer,9) Allah'ı düşün, Allah'ı. Ey kardeşim! Kelb gibi kapıdan ayrılmamak, üstü başı yırtıp bir kenara atmak ve kapıcıya rüşvet vermek lazım. O zaman övgüye değer akıbete ulaşılır. Vesselam.

Bir diğer mektup:

Bu mektupta, mülkü elinden alman, bunun ardından uzun bir süre sonra ölen birinden dolayı meliklerin soyundan gelen birine teselli vermek istiyoruz. Allah onun ömrünü uzatsın ve onun ömrü ile bize bereket versin. Rabbinin merhametine muhtaç merhumun ahiret yurduna göçtüğü haberi bana ulaştı. Allah rahmetiyle ona lütfuta bulunsun. Artık onu göremeyeceğimden dolayı üzüldüm, ancak Allah'ın ona rahmet edeceğine ilişkin güvenimden dolayı da sevindim. Mülkü ile ilgili olarak başına gelen musibetten dolayı onun ecrini katlayacağını, rabbi-nin hakkı ile ilgili olarak kaçırdığı fırsatlardan dolayı da onu bağışlayacağını umuyorum. Bunlardan sorumlu olsa da ona musibete uğramış kimselerin ecri vardır. Burası, ilmin hakkını verenler açısından ince bir meseledir. Vesselam.

Bir diğer mektup:

Şeyh, bu mektubu erdemli kişilerden birinin gönderdiği mektuba cevap olarak yazmıştır. Bu kişi mektubunda bazı hallerle ilgili sorular yöneltmişti. Allah razı olsun, şeyh ona şu cevabı yazmıştır:

Bismillahirrahmanirrahim
Dostun mektubu ulaştı. Bu mektupta kendisi açısından daha iyi olduğunu düşündüğü şeyin açıklamasını soruyor dostundan.. Ki bu cevap, kendisine varit olan şeyin hükmünde olsun. Senin dostun yoluna devam etmeyi ve tahkiki açısından üzerinde bulunduğu hali sürdürmeyi istediğinde, sarp bir yokuş olarak vekille karşılaştı. Bu, onunla şühud arasına girdi, maksada ulaşmasını ve varlık hakikatleriyle tahakkuk etmesini engelledi. Bunun kaderin sarp yokuşu, engeli olmasından korktum. Çünkü keskin-liğiyle belirginleşmişti.

Aşılması zor olduğunu gördüm. Benimle buluşmak istediğim şey arasına bir engel olarak girmişti. Şafağı sökmez bir gecede bu duvarın önünde durdum. Üstelik içinde neler gizlediğini de bilmiyordum. Tutunacak bir ip istedim. Sağlam bir kulpa, İslam kulpuna sarılmayı arzuladım. Bana: kaldığın sürece istemeye devam et, diye seslenildi. O zaman anladım ki bu hitap hayali bir huzurda hayali, temsili bir surette gerçekleşmiştir. Yine anladım ki beden heykelinin bağlarının tedbirinin kesilmemiş, onun üzerindeki hükmü kaldırılmamıştır.

Mahbesime geri döndüğümde iflasımın zeval bulmuş olmasından dolayı sevindim. Bunun üzerine gördüklerimi namzettim ve nazmım kapsamında bulduğum bazı hususları dostum için dile getirdim. Dostum ona baktığında, onlara dayansın, ama Allah'ın tuzağından emin olmaktan sakındırsın. Çünkü "la ye'menu mekrellahi illa'l kavmu'l hasirun / Ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allah'ın mekrinden emin olamaz." (A'raf,99) Kulak ver; benim lisanım aracılığıyla sana seslenilen şeyle doğru yolu bulursun. O halde dostum, yazdıklarım üzerinde durup düşünsün. Zikrettiği şey hakkında. Basireti hususunda gözden ve sırrından ibret alsın. Artık mahvin zamanının gelmesinin vaktidir. Seni niçin varettiğini biliyorsun. Sana gösterdiği kemal derecesinide.. O, senden varlığının gerektirdiğinden ve şühudunun gereğinden başka bir şey istememiştir. Eğer insaf ölçülerine göre hareket edip bu istenenleri yerine getirirsen bilmiş olursun. Eğer sana gösterdikten sonra gördüklerini görmemiş gibi yaparsan onları küçümsemiş olursun. Sözün en ağırı, ahdin bozulmasını istemektir. Vesselam. Mektubun kendisine gelmesinden dolayı sevindi. Ona ve içeriğine derin bakışlar yöneltti. Üzerinde tefekküre daldı. Bilmesi, beklemesinin ve süratle intikal etmesinin sebebiydi. Zaten birkaç gün kaldı, sonra yürüdü. En yüksek miraçla maksuduna yükseldi. Vesselam.

Alemlerin rabbi olan Allah'a hamdolsun. Mektuplar Kitabının Sonu

Hiç yorum yok

Öne Çıkan Yayın

İBDA ve İBDA-C Nedir?

İBDA-C’nin daha iyi anlaşılması için İBDA'nın kısaca tarif ve izahını yapmak istiyoruz… Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu’nun "...

İzleyiciler

Popüler Yayınlar

Tema resimleri duncan1890 tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.