AHLAK DÂVAMIZ


Tanrıkulu, bugün, ne güzel ve muvazeneli bir öfke içinde:
- Bir ses kütlesinin âzamisi, maddî mânâda en ağır ses hamulesinin vahidi ve derecesi nedir, bilmiyorum; bileyim veya bilmiyeyim; vatanımın en yüksek noktasına çıkıp seslerin en yükseğiyle şöyle haykırmak ihtiyacındayım: 
 "Bütün mes'elelerimiz bir tarafa!!! Bizim dâvamız tek!!! Ahlâkımız!!! Söyleyin, gösterin, belirtin; bütün hayat ve faaliyet şubelerimizde bağlı olduğumuz ahlâk kökünün ismi nedir??? Biz hangi ahlâka bağlıyız?? Ve kuruttuğumuz köklere karşı, bugünkü ruh ağacımızın, (dalları bastı kiraz) şeklinde, içi kurt dolu yemişlerle yüklü olduğunu görüyor muyuz??? Görüyorsak ne duruyoruz??? Duruyorsak ne umuyoruz??? Suratımıza bir takım teselli pudraları sürerken, ruhumuzun tâ içinden yanıp kül olduğumuzu, hangi yılın, hangi mevsimin, hangi ayında, hangi gün, saat kaçta anlıyacağız??? Ne güzel söylüyor:
- Lâfın gerçeği: Dâvaları, idarî, içtimaî, iktisadî, sınaî, ilmî, siyasî, edebî, beledî, sıhhî, istediğimiz kadar sınıflara ayırabiliriz. Fakat biz, şimdilik, buna benzer dâvalardan hiç birine muhatap olmak ehliyetinde değiliz. Bizim bir tek dâvamız olmak gerektir: Ahlâkî dâva!!! Söylüyor:
- Ruh ve ahlâk, herhangi bir fayda mevzuunda, insan iradesini hayra yöneltecek tek müessir olduğuna göre, bu ana müessir üzerinde herhangi bir inhiraf, artık başka şubelerdeki inhirafların o şubelere mahsus çerçeveler içinde düzeltilmesini imkânsız kılar. Beni anlıyor musun? Meselâ balmumundan yapılmış bir heykel topyekûn erirken, o heykelin kayan burnunu, düşen gözünü, çarpılan ağzını ve kopan kolunu ayrı ayrı, müstakil olarak düzeltmeğe kalkmaktan birşey çıkmaz. Heykelde, bütün bu unsurların tecelli zemini olan topyekûn ruh ve ahlâk dâvası bütünleşmeden, herhangi bir İdarî, içtimaî, iktisadî, sınaî, ilmî, siyasî, edebî, beledî, sıhhî ve daha bilmem kaç türlü dâvayı mevziî çerçevelerde hal ve fasletmeğe kalkmak; biraz evvel işaret ettiğim gibi vebalı bir hastanın dudağındaki çatlaklara (pomat) sürmekten farksız olur. Söylüyor:
- Müthiş ve muazzam ahlâk dâvamızı şube şube ele almadan; ve Ardahan'daki çobandan, İstanbul'da Kaf-dağı mahallesinde, Fildişi Kule sokağında oturan mustarip ve bezgin münevvere kadar herkesin kucaklıyabileceği müşahhas bir plâna dökmeden evvel, mes'eleye sadece umumî ve terkibi bir teşhis koyalım:
Bir kadına, bir eve, bir manzaraya, bir gazeteye, terkibî gözle, topyekûn bakar bakmaz aldığımız intiba gibi, kendi kendimize bir bakışta hemen kestiririz ki, biz şu ânda, ahlâk zaviyesinden bedahetlerin bedaheti hâlinde fışkıran bir iflâs panayırı arzediyoruz. Okyanuslarda, altından suların birdenbire çekildiği bir gemi; işte bizim ruh ve ahlâk manzaramız... Bir zamanlar Okyanuslarda batan (Titanik) gemisinde olduğu gibi. yolcuların çoğu bu geminin kamaralarında ve salonlarında, tam bir zevk ve sala şuursuzluğu içinde yuvarlanırken, güvertede, bir iki muztarip ve münzevî müşahedeci, vaziyeti görmektedir: "Sular, altımızdan yıldırım hızıyle çekiliyor!!! Bir saniye sonra kumların ve kayaların üstündeyiz.'!!" Söylüyor:
- Vaziyet hakkında muayene ve müşahedelerimizi iki usûle istinat ettirebiliriz. Biri, olmıyanı göstermek ve olmaya davet etmek... Öbürü, olanı görmek... Olmayan, olması gerekirken, mevcut bulunmayan şeylerin manzumesi...
Bu da, her (rejim)in, her şeyden evvel tesisine mecbur olduğu, bütün, tamam, eksiksiz, tezatsız bir ahlâk telâkkisi... Ve ayrıca, bütün cemiyetin, topyekûn ruhunu teşkil eden mukaddesatın istinat ettiği iman ve mefkure zemini... İşte bizde olmıyan şey... Olmadığını göstermek ve olmaya davet etmek zorunda olduğumuz şey... Soralım:
- "İnkılâbımızın; misilsiz bir kurtuluş hamlesine dayanan inkılâbımızın, bize gösterebileceği, bütün, tamam, eksiksiz ve tezatsiz bir ahlâk telâkkisi var mıdır? Varsa nedir? Bunun kitabı, Örgüsü, kanunu an'anesi, tatbik sahası nerededir? Ve ayrıca, bügün cemiyetin topyekûn ruhunu teşkil eden mukaddesatın dayandığı iman ve mefkure zeminimiz üstünde neler var, yahut neler yok? Bütün cemiyetin topyekûn ruhunu teşkil eden mukaddesatın dayandığı iman ve mefkure zeminimiz üstünde nelerin yok olduğunu saymaya, nefes, kuvvet, zaman, hiçbir şey yetişmez. Fakat nelerin var olduğunu, bir kaç kelime taslağı içinde belirtebilirim. Müthiş bir başıboşluk, imansızlık, nizamsızlık, şüphe, inkâr, sara ihtilâçları, nebatî ve hayvanı sahada tam bir insiyakîlik ve nefsanîlik; işte bu...
Ve şöyle bitiriyor:
- Ben sana ne dedim? Bizim ne idarî, ne içtimaî, ne iktisadî, ne sınaî, ne ilmî, ne siyasî, ne edebî, ne beledî, ne sıhhî, ne filân, ne falan bir dâvamız var; dâvamız bir, ahlâkî!!!
Ve bütün vatan halkını, gece yarısı, donla ve gömlekle evinden fırlayıp meydanlarda toplanmaya davet eden bir dehşet edâsiyle bu mevzu ele alınmadıkça, kurtuluşumuzun müzakere usûlü dahi bilinmemiş olacaktır.
Sana bu işin bir tarihçesini çizeceğim!..
(1944)
Hakim Kuldan Dinlediklerim (Tanrıkulundan Dinlediklerim)
Necip Fazıl Kısakürek

Hiç yorum yok

Öne Çıkan Yayın

İBDA ve İBDA-C Nedir?

İBDA-C’nin daha iyi anlaşılması için İBDA'nın kısaca tarif ve izahını yapmak istiyoruz… Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu’nun "...

İzleyiciler

Popüler Yayınlar

Tema resimleri duncan1890 tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.