Bir İşkence Vak'ası!


Cengiz Sarıkaya (9 Ağustos 2006)


Cengiz Sarıkaya, gözaltında gördüğü işkence sonucu bedenen ve zihnen ömrü boyunca sakat yaşamaya mahkum edildikten sonra mahkeme denilen TC nin adalet(sizlik) mekanizması tarafından ömür boyu hapse mahkum edilen Müslüman genç bir şehidin ismidir.

ALLAH yolunda mücadele ederken gerektiğinde canını vererek bedenini feda etmek, mallarını, aile ve çocuklarını, sevdiği dünyalıklarını terketmek İslam inancının en temel göstergesidir. Çünkü İslam insana en yüce değerleri sunar. Kişi ile ALLAH arasında bu ilişkiden daha değerli bir şey olmadığını ısrarla vurgular.

Sevgi ve iman emek ister. Onların yükselmesi için omuzlara, kalpde yerini bulması için de fedakarlığa ihtiyaç vardır. Tarih inançları için var güçleri ile çalışanların başarıları ile doludur. Eğer inandığınız değerleriniz için zamanı gelince fedakarlık yapmıyorsanız, sizin için sizi bu fedakarlıktan alıkoyan şey o inandığınızı söylediğiniz değerinizden daha mühimdir ki onu terk edemiyorsunuz. Ya da sizin ile aynı inanca sahip birileri bu çabanın içinde iken başına gelen sıkıntılardan dolayı yardıma ihtiyaç duyduğunda yardım etmiyorsanız yine sizi bu yardımdan alıkoyan şey sizin için inancınızdan daha değerli olmalıdır.

Kendilerini ALLAH’ın dini İslam’a adıyan ve bu yolda cezaevlerine düşüp bedenen ve ruhen acılar çekenlerin ellerini tutmuyorsak bu kutsal davaya insan çağırmaya ve iddialı söylemlerde bulunmaya hakkımız da olamaz. Şehidlerin geride bıraktıkları ailelerine sahip çıkmak Müslümanların görevidir. Aynı şekilde bu yüce dava uğrunda bedenlerinden fedakarlıkta bulunup sakat kalanların kalan ömürlerinde yaşamlarını toplumdan kopmadan veya küçük düşmeden sürdürebilmeleri için onlara yardım etmek de namaz gibi oruç gibi Müslümanların dini bir görevidir.

İslam ALLAH tarafından son peygamber aracılığı ile gönderilmiş Hak dindir. Onun yücelmesi için hayatlarını feda edenler Şehid, yaralanıp hayatta kalanlar ise Gazidirler. Rabbimiz Şehidlerimizin de Gazilerimizin de ecirlerini izzeti dergahında fazlası ile verecektir. Ancak Müslümanların onlara karşı yapmaları gereken; Şehidlerin adlarını sürekli rahmetle ve hayırla anarken onlardan geriye kalan kadınlarına ve yetimlerine sahip çıkıp onların ihtiyaçlarını karşılamaktır. Gazilere karşı ise onların durumlarına göre fiziken, madden ve manen desteklenmeleridir.

Şehidlerinin geride bıraktıkları ailelerine sahip çıkmayan, gazilerini ihmal eden topluluklar ileride çevrelerinde geniş kalabalıklar bulamayacaklardır. Bu gazilere gösterilen olumlu veya olumsuz tavır hareket içerisinde yer alanlar açısından olsun veya gerekse katılmayı düşünenler için önemli bir motivasyon ya da yıkıntı kaynağı olacaktır. ALLAH da bu sahiplenmenin ya da sahiplenmeyişin mutlaka karşılığını verecektir.

İşte bu çerçevede aşağıda sizlere kendisini yakından tanıdığım çok değerli bir Müslüman şehidten bahsedeceğim. Bu yiğit delikanlı ALLAH yolunda maddi zenginliklerini ve sevdiklerini terk etmiş ve ALLAH yolunda iken gördüğü işkence sonucu felç olmuş olan ve kalan ömrünü bu sakat bedeni ile geçirmek zorunda kalmış ve sonrasında genç yaşta vefat etmiş olan Cengiz Sarıkaya kardeşimdir.

Cengiz Sarıkaya, gözaltında gördüğü işkence sonucu bedenen ve zihnen ömrü boyunca sakat yaşamaya mahkum edildikten sonra mahkeme denilen TC nin adalet(sizlik) mekanizması tarafından ömür boyu hapse mahkum edilen Müslüman genç bir şehidin ismidir.

Onu ve onun yaşadıklarını uzun bir kitap haline getirmek gerekir belki ama bu yazı ile onun biraz daha olsun tanınmasını sağlamayı amaçladım. Cengiz, varlıklı ailesini ve yaşantısını terk edip kendini ALLAH yoluna adamış bu genç insan ve onun gibi kaç tanesi daha her insana bir kere bahşedilen ömürlerini bu yolda feda ederken, onları sadece küçük bir yazı ile anmak kesinlikle yeterli değildir. Böylesi gençler unutulmayı hiç ama hiç hak etmiyorlar.

Cengiz 1971 yılında Mardin’in Estel kasabasında Arap kökenli bir ailenin üçüncü çocuğu olarak dünyaya gelir. Kendisi ile birlikte ailenin ikisi erkek ikisi kız dört çocuğu vardır. Estel’i hiç tanıyamadan kendisi küçük yaşta iken ailesi Batman’a yerleşirler. Ama her tatilde Estel’e ziyarete giderler. Babası Türkiye Petrollerinin Batman Rafinerisinde çalışır. Oturdukları lüks lojmanlarda iyi koşullarda bir yaşamları vardır. Babası ve annesi geleneklerinin öğrettiği kadar dindar, sisteme yeterince bağlı ve siyasetten uzaktırlar. Aile henüz sistem tarafından bir bütün olarak türk’leştirilemediği için Cengiz kendi ana dili olan arapçayı da öğrenir. Cengiz ilk ve ortaokulu bu lojmanların bulunduğu yerde bitirdikten sonra Batman Endüstri Meslek Lisesinin torna-tesviye bölümüne kaydını yaptırır.

Sanat okulu yıllarında çevresinde artık belirli bir genç arkadaş çevresi oluşmuştur. Kızıl saçları ve 1.95 boyu ile Cengiz çok dikkat çeken yakışıklı bir delikanlı olmuştur. Onunla ilk karşılaşan onun bu azametli görüntüsüne bakıp sert bir insanla karşılaşacağını beklerken, Cengiz bu koca bedenin altında çok tatlı bir çocuk ruhu taşıyordu. Cüssesinden dolayı arkadaşları ona “büyük adam” lakabını takmışlardı. Onun ile tanışıp da onu sevmeyen yoktur demek hiç abartılı olmayacaktır. 18 yaşına girdiği gibi araba ehliyeti alan Cengiz kısa zamanda çok iyi bir şöför olmuştu. Oturup kalktığı arkadaşlarının bir kısmı namaz kılan bir kısmı ise namaz kılmayan gençlerdi, ancak hepsi temiz gençlerdi ve iyi bir arkadaş çevresiydi. Biraraya geldiklerinde sohbet konularının büyük kısmını yeni çıkmış güçlü motorları olan arabalar veya motorsikletler oluşturuyordu.

Sanat okulu sonrası girdiği ilk üniversite sınavlarını kaybeden Cengiz bir sene sonra gireceği sınavlara makina mühendisliğini okuyan abisinin gözetiminde çalışmaya başladı. Işte bu dönem Cengiz ile tanışma dönemimiz oldu. Birlikte yoğun bir şekilde sınav hazırlıklarına başladık. Her gün üç-dört saat abisinin gözetiminde ders çalışıyorduk.

Bu yıllar Cengiz’in de benim de dine ilgimizin arttığı yıllardı. Cengiz zaman zaman babası ile namazlara giderdi. Ayrıca Kur’anı yüzünden okumasını da öğrenmişti. Ancak bu öğrendiği bilgiler onun hayatında pratik bir yer bulamıyordu.

İşte bu dönemde her vakit camiye gidip namazımızı cemaat ile kılıp sonra geri derslerimizin başına dönmeye başladık. Camimizin temizlik ve bakımı ile uğraşan yaşlı, kürt Hacı bir amcası vardı. Caminin bahçesinde başımızı onun dizlerine koyar uzanırdık. O da biraz kırık türkçesi ile bize bitmeyen dört yıllık askerlik anılarını anlatırdı. Boş zamanlarımızda cami hocası da ortalıklarda yoksa “Xalo” amcanın gözetiminde güreş tutardık. Cengiz’i yenmek ne mümkün! Bazen Cengiz’e karşı iki kişi birden güreşirdikse de başarılı olamazdık. Bu güreş müsabakarımız cami hocasının bizi cami içindeki bir müsabakada yakalamaşına kadar sürdü. Tabi kabak Xalo amcamızın başına patladı.

Bir gün Xalo amcanın rahatsızlığını duyup da sora sora şehrin en fakir semtinde evini bulup onu hasta yatağında ziyaret ettiğimiz zaman kocaman oğulları ve torunları ile ilk defa karşılaşıyorduk. Ama onlar bizi hemen tanıdılar. Meğer amcamız sürekli evde bizden bahsedermiş. Türkçe bilmeyen eşleri de bizi çocukları gibi karşılamıştı. Yanımızda ise hediye olarak bir paket kesme şeker almayı da ihmal etmemiştik.

Cengiz çok güzel yemek yapardı. Zaman zaman kendisini evinden çağırmaya gittiğimde mutfakta yemeklerin başında bulurdum onu. “Annem bir yere kadar gitti yemeklerle ilgileniyorum” derdi. Bana da annesi gelinceye kadar yemek yapan Cengiz’i izlemek düşerdi.

Elindekilerini arkadaşları ile paylaşmaktan zevk alırdı. Cep harçlıklarını sürekli sigara içtiği için harçlığı kesilen ayağı sakat bir arkadaşı ile paylaşırdı. Başka bir-iki kişi gibi ben de ilk araba sürmeyi Cengiz’den ögrenmiştim. Besim (cengiz'in babası) amca iş yerine gittikten sonra Cengiz’in yedek anahtarı sayesinden babasının arabasını alıp Batı Raman dağına gider sürüş yapardık. Babası fark etmesin diye de aldığımız benzini eski derecesine kadar harcar yine park yerine koyardık. Sonradan öğerendik ki Besim amca yaptığımız bu işi ilk günden fark etmiş. Meğer arabayı park ettiğinde sürekli kilometresine bakarmış...

Yine bir gün babası cami de mevlüt vermek için arabanın bagajını bisküvi ve lokum doldurup gelmişti. O bu malzemenin büyük bir kısmını alıp camiye gidince çam ormanı tarafından gizlice yanaşıp polis karakolunun dibinden arabayı alıp dört kişi o tüm malzemeyi eğlenceli hava da karnımız ağrıyıncaya kadar tıkabasa yemiştik. Tabi bu rahat davranışımızın sebebi babasının Cengiz'e karşı merhamet ve sevgisiydi.

O annesinin de bir tanesiydi. Abisi yerine annesinin gözdesi hep Cengiz’di. O annesinin en büyük sırdaşıydı. Her görüştüğümüzde kendine yeni iş dalları seçen Cengiz’in son kararı Tır şöförü olmaktı. Çünkü annesi ile yaptığı son sohbette, annesine Irak ve Suriye’den kaçak hediyelikler getirmek için şöför olmaya karar vermişti.

Mahallenin sevimli yaramaz gençlerindendi de Cengiz. Bazı geceler bir-iki arkadaşı ile bir araya gelir, yolun ortasına ucuna siyah ince bir ip bağladıkları parayı bırakıp yoldan geçen birilerinin onu almak istediğinde çekiştirirlerdi. Bu oyun da paranın peşinden koşturup da oyuna geldiğini anlayan bir amcanın kızması ile biterdi. Yine akşamları çalıların arkasına saklanıp camiden geçen cemaatten yanlız olanlarını köpek sesi yaparak korkuturlardı. Onun bu şakalarına hiç kimse kızmazdı. Çünkü onu tanıyordu mahalleli amcalar ve teyzeler. Onun dürüst ve saygılı kişiliği kendini çok sevdirmişti.

Bu temiz ama şakacı kişiliği ile mahallenin sevilen delikanlısında her gün gelişmeler/degişiklikler olmaya başlamıştı. Artık siyasi konulardan konuşmaya başlamıştı. Askerliği sorguluyor, Iran devriminden bahsediyordu. Israil karşısında mücadele veren Hizbullah’ı takip ediyordu. Magazin programları yerine haber programlarını takip ediyordu. Dönemin en cok izleyici toplayan 32. Gün isimli haber programını kaçırmıyor, aksamları Iran’ın türkçe yayınlarında Selahaddin Eş’i zevkle dinliyordu. Elinde bana göstermek istemediği kitaplar oluyordu. Aşırı hızlı ve fazla kitap okuyordu. Benim tepkimi ölçemediği için olacak, bu değişimini benden gizlemeye çalışıyordu. Ki düşündüğü gibi de olmuştu. Konuyu ilk bana açıp da sistemi sorguladığında saatler/günler süren tartışmayı da başlatmış oldu. Insan eğitildiği aile yuvasından, okudugu okuldan kendisine verilen eğitimin etkisinden kolay kolay kurtulamıyor. Cengiz ile uzun süren ve bazen sertleşen tartışmaların akşamı sabahlara kadar konuştuklarımızı tartışıyordum kafamda. Mutlaka o da aynı şeyleri yapıyordu. Çünkü ertesi gün bir araya geldiğimizde önceki günün konusunu tartıştığımızda birbirimizle helalleşip hak verdiğimiz yönlerimizden bahsediyorduk.



Hakka karşı çıkmak akıl karı değildi. Teslim oldum doğrulara. Cengiz ile yıllar sürecek beraberliğimiz bu karar ile pekişmiş oldu.

ÖSS tercih formunu doldururken ikimizin de kazanmamızın kesin olduğu ortak yeri tercih formunun en başına yazdık. Belki daha iyi yerlere gidebilirdik ama bu yollarımızı ayırabilirdi. Sınav sonuçları istediğimiz gibi olmuş, ikimiz de birinci tercihimizi kazanmıştık.

İnsaat halindeki bir binanin sıvalanmış tek odasında öğrencilik yapmaya çalıştık. Tuvaletini aynı zamanda banyo olarak kullandığımız evimizde, yokluk içinde okulluluğumuzu sürdürmeye çalışıyorduk. Okul sonrasın da ise birbirinden çok uzak ayrı şehirlede olmamıza rağmen iletişimimizi hiç koparmadık. Ta ki kalleşce olay yaşanıp, koca Cengiz ağır yaralı olduğu halde duvarlar aramıza girinceye kadar...

Yıl 1993, haziran ayıydı. Polis Bursa’nin bir semtindeki sanayi bölgesinde bulunan bir depoyu kuşattığında içerideki üç kişiden ikisi kaçarken Cengiz Sarıkaya yakalanarak sorguya alındı. Günlerce sürdü işkenceli sorgu. Elektrikli askılardı onu en çok zorlayan. Falakalar, kaba dayaklar ve diğer yöntemlerin tümünü uyguluyorlardı. Cengiz arkadaşlarına zaman kazandırarak onların yer değiştirebilmeleri için polisin ağır işkencelerine günlerce direndi. Polisi her gün „tamam size istediğiniz yerleri verecem“ deyip oyaladı. Onları bir gün oraya, bir gün buraya, bir gün bir baska mekana götürdü. Kendisi ile hiç bir ilgisi olmayan eylemleri üstlendiği için bilmediği olaylara kişiler ve yerler icad ediyordu. Kendisi ile oynandığını anlayan işkence memurları olmayan sabırlarını yitirmişlerdi. Sonunda sorgu sırasında veya dışarıdaki yer gösterme(!) tatbikatlarından birinde Cengiz’in kafasına vurdukları ağır bir darbe ile ya da onu arabadan atarak sinirlerini yatıştırdılar. Kafasından ağır darbe yiyen o yiğit delikanlı felç olmuştu. Arkadaşlarının kendisine “koca adam” diye lakap taktıkları koca Cengiz artık sedyede dümdüz yatan ve hiç bir şey hissedemeyen yarı ölü biri olmuştu. Beyin fonksiyonları normal çalışmıyordu. Kısacası o artık bitkisel hayatta olan birisi idi. 80 yıldır genç, ihtiyar, kadın ve erkek demeden katleden zalim sistemin yeni ama malesef son olmayan bir kurbanı olmuştu Cengiz. Bir gencin daha hayatını karartan karanlık yaratıklar için çok da mühim bir mesele değildi bu yaşadıkları. Ellerinde yarı ölü durumuna düşen Cengiz’in durumuna kılıfı da uydurmuşlardı. “Cengiz araçtan atlayıp kaçmak isterken kafasını çarpıştı”. Yalan, iftira, işkence, adam kaçırma ve yargısız infaz hayatlarının bir parçasıydı bu karanlık katillerin. Savcı tarafından ifadesi dahi alınmayan Cengiz o bitkisel hayattaki hali ile getirilip Bayrampaşa cezaevinin revirine terk edildi. Aslında onlar da Cengiz’in yaşamasından umut kesmişlerdi. Onu revirde bulan arkadaşları onu hemen kendi koğuşlarına aldılar. Artık onlar Cengiz’e bir anne, bir baba olmuşlardı. Altını değişitirdiler, banyosunu yaptırdılar. Belki zihni yeniden açılır diye onunla geçmişi konuştular, anlamadığı ve belki duymadığı halde. Bayrampaşa Cezaevinin şartlarında vucüduna her gün masaj yaptılar, bacak ve kollarını oynatabilmesi için fizik terapi uyguladılar. Kimisi ise onun pisikoloğu olmuştu, her gün onunla saatlerce konuşuyordu. Kimisi onun fizik doktoru olmuştu, her gün onun sporunu yapıp-yapmadığını kontrol ediyordu.

Cengiz tutuklanalı yıllar geçmişti ama hala mahkemede ifadesini dahi alınamadığı halde onu hala serbest bırakmıyorlardı. Cezaevinin o ağır şartlarında Cengiz arkadaşları ile defalarca barikatlar kurdu, jandarma ile çatıştı. Cezaevine girince direniş bitmiyordu. Hak arama savaşı burada da devam ediyordu. Tahta kaşık yerine metal kaşık alabilmek için ya da ziyaretçilerinizce getirilen hediyenizi sağ- sağlim alabilmek için veya havalandırmaya çıkmak için kavga etmeniz gerekiyordu. Cezaevleri sizi islah etmek için değil, sizi kişiliksizleştirmek için inşa edilir bu ülkede. Eğer boyun eğerseniz köşenizde sakin sakin oturursanız sorun yok. Arada hakaret küfür, tekme veya bir tokat yemeğe ya da temizlikçi olarak ya da amele olarak kullanılmaya sesinizi çıkarmıyorsanız belki az sorunla çıkarsınız. Yok ama eğer ben de insanım derseniz, işte o zaman sözünüzün arkasında durmalısınız, aksi halde sizi ezmek için vardır devletin görevlileri orada. Ya hakkınız için kavga edersiniz, ya da hakkınız yoktur, olanlar da lütuftur.

Koca Cengiz yıllar sonra iyileşmiş ama yarım bir insan olmuştu. Vücudunun sağ tarafı tutmuyor, konuştukları zorla anlaşılıyor ve davranışlarında ölçülülük yoktu. Cengiz artık bir çocuk gibiydi, hatta küçücük bir sakat çocuk. Artık ağırlaşan dili ile neşeli şarkılar söyleyemiyordu. Hareketsizlikten dolayı vücudu aşırı kilolanmıştı. Elindeki bastonu ile yaşlı bir insan gibi olan Cengiz’in vücudu kısa bir yolu dahi nice sıkıntılar ile yürüyebiliyordu.

Mahkeme günü kendisine müebbet hapis kararını açıklayan elleri kuruyası hakime “Unutmayın hakim bey yukarıda da ALLAH’ın mahkemesi var” diyordu. O asıl mahkemenin kurulacağı güne iman etmişti. Insanların mahkemesi onu korkutmuyordu. Çocuklaşan aklı onun bu inancına hiç bir zarar verememişti.

O utangaç, bir o kadar yakışıklı, selvi boylu Cengiz polis kuşatması öncesi artık evlenmek istiyordu. O kızların kendisini uzaktan birbirlerine gösterdikleri delikanlı, evlenerek kendi ailesini kurmayı hayal ediyordu. O da kendi evinin eri olmak, kendi çocukları ile oynamak istiyordu. O eski zamanlarında çocukların en sevgili oyun arkadaşıydı. Dost ve arkadaşlarını ziyarete gidince buna en çok evin çocukları sevinirdi. Cengiz amcaları onlarla oynar, koşar ve zıplardı. Ama o kahrolası darbe onun hayatını karartı, tüm hayallerini yıktı. Artık kendisinin geçindireceği bir evi, ellerini saçlarında gezdirebileceği bir eşi, koşup yarışmalar yapacağı şirin yavruları olamayacaktı. Onun için duygusuz, vijdansız ve ahlaksız hakimin kararı onu sarsmamıştı. O zaten yıllar önce gözlem altında yediği darbe ile sarsılacağı kadar sarsılmıştı. Onu bekleyen henüz uzun bir hayat vardı karşısında. O polis tarafından yakalandığında henüz 23 yaşındaydı. Kendisine verilen ceza ise bir ömür boyuydu. Vucüduna indirilen darbe ile zaten bir ömür boyu sakat kalacak Cengiz’e bir de bir ömür boyu cezaevinde kalma cezası verilmişti. Acaba suçu neydi, ki bu kadar büyük cezalara çarptırılıyordu? Hepimiz biliyoruz ki bu ülkede nice toplu katliamlar yapanlar 7-8 seneyi bulmadan sokaklara dönerlerken, Cengiz’in suçu ne idi? Bu ülkenin başbakanını asanlar parti baskanlığı yapıyorken Cengiz ne yapmıştı? Aslında Cengiz öyle iktidar sahiplerini sarsacak bir eylemliliklerde bulunduğu için falan almadı bu cezayı. Onun yaptığı eylemlerin arkasında İslami kimlik vardı. Asıl cezalandırılan onun bu kimliğiydi. Onun şahsında bu inancı bu davayı güdenlere bir göz dağı verilmek isteniyordu. Kahrolası elleri ve dilleri ile koca Cengiz’i yarım insan ettiler. Sevgiyi ve merhameti yüreklerinde taşımayanların verdikleri bu ceza Cengiz için ağırdı elbette eğer Rabbine olan imanı olmasaydı. O inanç onu ayakta tutu, o inanç onu yeniden ayağa kaldırdı ve o inanç ona yeniden yaşama azmi kazandırdı.

Ve Cengiz Sarıkaya “felçli” ve “başkasının yardımına muhtaç” olmasına rağmen tam 11 yıl 157 gün hapiste yatırıldı. sonra Cengiz cumhura başkanlık ettiği iddiasındaki zat tarafından serbest bırakıldı. Bu merhamet gösterisindeki zat Cengiz’den özür dilemesi gerekirken onu görmeden önüne getirilen evrakları imzalayarak yaptı bu işi.

Cengiz artık serbestti. Ilk olarak anne ve babasının evine gitti. Evde artık annesi yoktu, selvi boylu oğlunun sedyelerde taşınan bir muhtaç haline dönüşmesini kaldıramamıştı ana yüreği. Önce şekeri yükseldi ve vefaatınden önceki son 2 yılını kör geçirdi. Sonunda yüreği de taşıyamayınca bunca acıyı, Hakkın rahmetine yürüdü. Annesi yoktu Cengiz’in artık ama babasının bedeni de oğlunun yaşadıklarını ve eşini kaybetmenin ağırlığını taşıyamamıştı. Besim amca da bu kadar acıyı kaldıramadı ve vücudunun bir tarafı felç oldu. O da vucüdunun yarısı tamamen felç olduğu için artık yürümek icin değneğe ihtiyaç duyuyordu. Evde artık felçli Cengiz, felçli babası ve hayata küsmüş bir abisi vardı. Cengiz'in vefaatinden kisa bir zaman sonra Besim amca da vefaat etti.

Serin bir bahar günü memleketinden çıkmıştı, soğuk bir kış günü döndü. Selvi boylu delikanlıydı ayrıldığında, 110 kiloluk bastonlu bir felçliydi geri geldiginde. Ayrıldığında nice dostları vardı şehrinde, geri geldiğinde onların pek azı bu şehirde yaşıyordu ve onu arayıp soranlar da pek azdı.
Cengiz ilk olarak gezmeye memleketinin çocukluk anıları ile dolu caddlerinden, park ve bahçelerinden başladı. Ayaklarını sürüye sürüye, çekiştire çekiştire gezebiliyordu. Her kaldırıma çıkmak bir sorun oluyordu. Ama umurunda değildi. Önemli olan eski havayı teneffüs etmekti. Onu yudumlamak ve eski dostları görüp sarılmak istiyordu. Dün sokaklarında koşturduğu memleketinde 34 yaşındaki Cengiz ancak ayaklarını sürerek geziyordu. Dostları, onları bulmalı onlar ile paylaşmalıydı duygularını. Onlar Cengiz’i değil, Cengiz onları buldu. Her biri birer eş, çocuk ve iş sahibi olmuşlardı. Onu eskiden tanıyanlar onun bu halini görünce kendilerini ağlamaktan alıkoymadılar. Onu bu hale getirenlere her türlü bedduayı okudular. Kimi hemen yardım etmek istedi, kendini buna görevli hissetti. Kimi de onlara bir yük olmasından korktu. Sanki Cengiz onlardan bir şey istemişcesine. Onun hayalleri bu dünyada kalmamıştı. O yasadıklarının karşılığını fazlası ile Ahirette almayı umut ediyordu. Ama onun hayallerini yıkanları yakalasaydı aslında o da onların hayallerini yerle bir edecekti. Ama o bu işi ALLAH’a havale etmişti. Gerçi bunca insanın bedduasını alanlar asla rahat yüzü göremiyeceklerdir.
Rabbine inanmıştı Cengiz. Başına gelenlere sabretmek düşüyordu ona Hz. Eyyub gibi, Yusuf’un zindanda dayandığı gibi. Acılarını ve sorunlarını hep O’na olan güveni ile aşmıştı.
9 Ağustos, 2006 tarihinde Cengiz Sarıkaya sabah namazı vakti evlerinin damında dengesini kaybederek düşme sonucu vefaat etti.

Kendisine Rahmeti sonsuz Rabbimden gani gani Rahmet dilerim. Peygamberler ve şehidler ile beraber olsun mekanın değerli dostum...


http://ifa-ev.net-2006 Essen Almanya

Hiç yorum yok

Öne Çıkan Yayın

İBDA ve İBDA-C Nedir?

İBDA-C’nin daha iyi anlaşılması için İBDA'nın kısaca tarif ve izahını yapmak istiyoruz… Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu’nun "...

İzleyiciler

Popüler Yayınlar

Tema resimleri duncan1890 tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.