Ebû Eyyûb el-Ensârî-4 Mayıs 672
"Mihmandar-ı Nebevi" ünvanı ile anılan Hz. Eyyûb el Ensari'nin tam ismi Ebu Eyyûb Halid b. Zeyd'dir. Eyyûb el-Ensari, Hazrec kabilesinin Neccaroğulları kolundandır. Annesi Zehra bint-i Sa'd, babası Küleyb b. Sa'lebe'dir. Baba tarafından, Ebû Eyyûb bin Zeyd bin Kelîb bin Salebe bin Abdi Avf bin Ganem bin Mâlik bin Neccâr; anne tarafından da Hind binti Rebi’a bin Kâ’b bin Amr bin İmrü’l-Kays bin Salebe bin Kâ’b’ın nesliyle Hazreti Muhammed ( aleyhisselâm ) ile birleşir. Hazrec kabilesine mensûbtur. Doğum târihi kesin olarak bilinmemesine rağmen, Medine’de Melik Tübbe’nin evinde doğdu. Melik Tübbe, Hazreti İbrâhim’in dininden olup, Yemen’de Resûlullahtan ( aleyhisselâm ) yediyüz sene önce yaşadı. Son Peygamber Hazreti Muhammed’in ( aleyhisselâm ) Medine’ye geleceğini devrin büyük âlimlerinden öğrenip, buraya gelerek, yerleşti. Resûlullah ( aleyhisselâm ) için dahi binalar yaptırıp, îmân ettiğini bildiren bir mektûb yazarak, bıraktı. Hazreti Resûlullah, Hicret-i Nebevî’den sonra Medine-i Münevvere’ye teşrîf edince, vaktiyle Melik Tübbe’nin yaptırdığı ve Hazreti Hâlid’in ikâmet ettiği evin bahçesine devenin çökmesiyle bu mektûb çıkarılıp, Peygamberimize ( aleyhisselâm ) arz edildi. Resûlullah ( aleyhisselâm ) bir hadîs-i şerîfte “Tübbe’ye sövmeyiniz, çünkü O mü’min idi.” buyurdu.
Hicretten iki yıl önce Müslüman olan Ebu Eyyûb, ikinci Akabe Biatında bulundu ve Ensardan İslamiyet'i kabul eden ilk kişi oldu. Ebu Eyyûb Hz. Peygamber (a.s.m.) ile Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Mekke'nin fethi, Huneyn başta olmak üzere bütün savaşlara katıldı. Savaşlarda ona zarar gelmemesi için yanından hiç ayrılmaz hatta bazı geceler çadırı etrafında nöbet tutardı. Vahiy katibi olması sebebiyle Hz. Peygamber (a.s.m.) zamanında Kur'an-ı Kerim ayetlerinin bir araya getirilmesine hizmet etti. Ashab arasında ilmiyle de tanındığı için kendisine sorulan dini konularda pek çok fetva verdi. Hanımı Ümmü Eyyûb de (radıyallahü anha) Müslüman olup, Peygamberimize ( aleyhisselâm ) hizmet ile şereflendi. Üç erkek, bir kız çocuğu vardı. Eyyûb, Abdurrahmân, Hâlid erkek; Amre de kız çocuğudur.
Resûlullah ( aleyhisselâm ) Hicret’ten sonra ondört gün Kubâ denen yerde kaldı. Buradan Medine’ye hareket etmek üzere ana tarafından akrabası ve dayıları olan Neccâroğulları’na haber gönderdi. Neccâroğulları kılıçlarını kuşanıp geldi. Resûlullah ( aleyhisselâm ), Cuma namazını kılıp, Medine’ye hareket ettiler. Medine’ye geldiklerinde yolun iki tarafını dolduranlar “Resûlullah geldi! Resûlullah geldi!” deyip, sevinç gözyaşları döküyorlardı. Medine'nin ileri gelenleri Peygamberimizin devesi Kusva’nın yularına sarılarak: “Yâ Resûlallah, bize buyurunuz! Size yabancı olmayan, hürmet eden, düşmanlarınızla mücadeleye gücü yeten ailemizde misâfir olunuz!” diyorlardı. Resûlullah da “Deveyi kendi haline bırakınız. Çünkü, o me’murdur. Emîr olunduğu yere gider; ona yol veriniz!” diye onlara teşekkür ediyordu. Onlar da deveyi bırakıyorlardı. Deve, sonunda Neccâroğulları yurduna gelip çöktü. Peygamberimiz, “Akrabamız evlerinden hangisinin evi daha yakındır?” diye sorunca Neccâroğullarından Ebû Eyyûb-i Ensârî: “Yâ Nebîyyallah! Benim evim yakındır, işte şu evim, bu da kapı”, diye göstererek Resûlullahı evine davet etti. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) Ebû Eyyûb-i Ensârî hazretlerinin evinde Mescid-i Nebevî, hücreler ve odalar bitinceye kadar kaldı. Ebû Eyyûb-i Ensârî, O’nun gece bekçiliğini ve muhafızlığını yaptı. Kendisi, hanımı Ümmü Eyyûb Fâtıma ve annesi Hind ( radıyallahü anha ) gece-gündüz, Resûlullah’a ( aleyhisselâm ) hizmet ettiler.
Bundan dolayı Ebu Eyyûb "Mihmandar-ı Nebi" ünvanıyla anıldı. Bu ev İslamiyet'in öğretildiği bir mektep durumundaydı. Hz. Peygamber (a.s.m.) fakir muhacirlere burada yemek verir, kendisine sunulan hediyeleri fakirlere burada dağıtırdı. Ev sahiplerine her vesile ile dua eder, onların bolluğa kavuşmalarını, huzur ve afiyet içinde olmalarını dilerdi. Resul-i Ekrem (a.s.m.) kendi evine taşındıktan sonra da zaman zaman Ebu Eyyûb'un evine misafir olurdu.
Hazreti Ebû Eyyûb-i Ensârî hazretlerinin Ensâr-ı kiram, Eshâb-ı kiram, Mihmandâr-ı Nebevî ve Hazreti Muhammed ( aleyhisselâm ) ve yakın arkadaşlarına ev sahipliği gibi üstünlüklerinin yanında daha pekçok hâlleri vardır. Bedir, Uhud, Hudeybiyye ve diğer bütün gazvelerde (harplerde) Resûlullahın yanında bulundu ve Resûlullahın hayır duâlarına kavuşdu. Bir çok muharebelerde sancakdarlık hizmeti ile şereflendi. Bu sebeple kendisine (Sancaktâr-ı Resûlullah) ünvanı verildi. Resûlullah ( aleyhisselâm ) efendimiz, Eshâb-ı kiram arasında âhiret kardeşliği sözleşmesi yaptırırlarken, Hâlid bin Zeyd ile Mus’ab bin Umeyr hazretleri arasında da âhiret kardeşliği akdi yaptırmıştır. Hâlid bin Zeyd hazretleri Cemel ve Sıffînvakalarında, Hazreti Ali’nin yanında bulundu. Kumandanları arasında yer aldı. Hazreti Ali şehîd oluncaya kadar hep yanında bulundu. Suriye, Filistin muharebelerinde Mısır ve Kıbrıs’ın fethinde de bulundu. Gayet şecaatli ve pek kahraman idi. Bir muharebede bir özründen dolayı bulunamadığı için hep üzülürdü.
Ebu Eyyûb, Hz. Ebu Bekir devrindeki savaşlarla Hz. Ömer devrinde yapılan Suriye, Filistin ve Mısır seferlerine katıldı. Kıbrıs seferinde de bulundu. Medine, asilerin eline geçip Hz. Osman'ın namaz kıldırması engellenince herkes tarafından sevilip sayıldığı için Hz. Ali'nin tavsiyesi üzerine bir müddet imamlık yaptı. Hz. Ali halifeliği döneminde Irak'a gittiğinde onu Medine'de yerine vekil bıraktı. Haricilerle ve Muaviye ile yapılan savaşlarda Hz. Ali'nin yanında yer aldı. Bu dönemde Basra valisi olan Abdullah b. Abbas, Basra'ya gelen Ebu Eyyûb'a "Senin vaktiyle Hz. Peygamber'e yaptığın gibi ben de bugün sana hizmet etmek istiyorum" diyerek konağını ona bıraktı. Giderken de kendisine kırk bin dirhem, yirmi köle ve değerli hediyeler vererek onu uğurladı.
Ebu Eyyûb haksızlıklara tahammül edemez, doğru bildiğini söylemekten çekinmezdi. Cihad maksadıyla gittiği Mısır'da vali olan Sahabe Ukbe b. Amir'in akşam namazını geç kıldırdığını görünce onu uyardı. Resul-i Ekrem'in (a.s.m.) akşamı geç kıldığının zannedilmesine sebebiyet vererek halka kötü örnek olmamasını söyledi. Namazları müstehab olan vakitlerde kıldırmayan Medine Valisi Mervan b. Hakem'e muhalefet eder, Resulullah'a (a.s.m.) uyduğu takdirde kendisine uyacağını, aksi halde aleyhinde bulunacağını açıkça söylerdi. Bir gün Ebu Eyyûb'u Resül-i Ekrem'in (a.s.m.) kabrine başını dayamış olduğu halde ağlarken gören Mervan bu hareketinin sünnete aykırı olduğunu söyleyince Ebu Eyyûb, "Ben bu mezar taşına değil, Resulullah'a geldim. Onun, 'din işlerini ehliyetli kimseler üstlendiği zaman kaygılanmayın; ancak ehil olmayanlar başa geçince ne kadar ağlasanız yeridir' dediğini duymuştum." diye cevap verdi.
Ebu Eyyûb, Medine döneminden itibaren Hz. Peygamber'den (a.s.m.) hiç ayrılmadığı, onu yedi ay evinde misafir ettiği halde, Ebu Eyyûb'den sadece 150 hadis rivayet edilmiştir. Ebu Eyyûb'dan rivayet edilen hadis sayısının az olması iki nedene bağlanabilir. Birincisi, hadis rivayetinde çok titiz olması; ikincisi ise, ömrünün savaş meydanlarında geçmesidir. Kendisinin bilmediği bir hadisi Ukbe b. Amir'den bizzat rivayet etmek için Medine'den ta Mısır'a kadar gitmesi, söz konusu titizliğin eşsiz bir örneğini ortaya koymaktadır.
Sağlıklı olan herkesin Allah yolunda savaşa katılması gerektiğine inanan Ebu Eyyûb "Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız." (El-Bakara, 2/195) mealindeki ayette sözü edilen tehlikeyi, savaşa gitmeyip işiyle gücüyle meşgul olmak şeklinde açıklardı. Bu sebeple ihtiyarlık döneminde bile her yıl bir savaşta bulunmaya gayret etti. Katıldığı seferlerin sonuncusu, Müslümanların ilk İstanbul kuşatması oldu. Onun bu kuşatmadan bir yıl sonra (49/669) gönderilen Yezid b. Muaviye kumandasındaki takviye birliğinde bulunduğu da rivayet edilmektedir. Bu rivayette İslam ordusu Haliç'e vardığı zaman, Ebu Eyyûb'un rahatsızlığı artmıştı; Yezid kendisini ziyaret edip bir dileğinin olup olmadığını sordu. Ebu Eyyûb da ondan askere selam söylemesini, kendisinin ölünce yıkanıp kefenlenmesini ve ordunun ilerleyebildiği en uç noktaya gömülmesini vasiyet etti. Hz. Peygamberin (a.s.m.) "Konstantiniyye surunun dibine salih bir kişi gömülecektir" buyurduğunu söyleyerek, "umarım ki o kişi ben olurum" dedi.
Mihmandar-ı Nebevi Ebu Eyyub el-Ensari, Hicretin 49. yılında (669) vefat etmiştir. Ancak H. 50-52-55 olduğu da rivayet edilmektedir. Cenaze namazını Yezid b. Muaviye kıldırmıştır. Vasiyeti üzerine ordunun ilerleyebildiği en son noktaya defnedilmiştir. Surlara yakın bir yerde birinin defnedildiğini öğrenen Bizans İmparatoru, Yezid b.Muaviye'ye haber gönderip kuşatma kalktıktan sonra o mezarı açacağını ve cesedi vahşi hayvanlara parçalatıp yedireceğini söyledi. Buna karşılık Yezid, o kişinin Peygamber Sahabesi ve kendileri için önemli bir kişi olduğunu belirterek, eğer onun cesedine bir zarar verecek olurlarsa İslam ülkesinde yıkılmadık kilise, öldürülmedik Hıristiyan bırakmayacağını İmparator'a iletti. İmparator bu tehdit üzerine geri adım atıp, Eyyûb el-Ensari'nin cesedine bir şey yapmayacağına dair söz verdi ve söz verdiği gibi mezarına dokunmadı.
İslam ordusu kuşatmayı kaldırıp geri çekildikten sonra, Bizans halkı yıllarca Eyyûb el-Ensari'nin kabrini ziyaret ettiler, kuraklık zamanında kabrine gelip yağmur duasında bulundular. Fakat Latin istilasında Ebu Eyyûb'un türbesi de yıkıldı. Bu istiladan sonra zamanla Ebu Eyyûb'un kabri kayboldu.
Osmanlı Sultanı Fâtih Sultan Mehmed Hân (1429-1481) İstanbul’un fethini gerçekleştirdikten sonra devrin büyük âlim ve gönül sultanlarından Akşemseddîn hazretlerine: “Ey benim muhterem Hocam! Târih kitaplarının yazdığına göre, Peygamberimiz Muhammed Mustafa ( aleyhisselâm ) efendimiz hazretlerinin mihmandarı Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin ( radıyallahü anh ) mübârek kabri, burada (İstanbul) kalenin yakın bir yerindeymiş. Himmetinizle kabr-i şerîfin yerini bulmak ve bilmek arzusundayım” buyurunca Akşemseddîn, Sultana hitaben; “Sultanım ben geceleri şu semtte bir yere nûr inmekte olduğunu görüyorum. Zan ederim ki, o nûrun indiği yerde, o mübareğin kabr-i şerîfi olsa gerektir” buyurdu. Beraber bugünkü türbenin bulunduğu yere geldiler. Akşemseddîn hazretleri bir müddet teveccühte bulunduktan sonra: “Evet, Hazreti Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin rûh-u şerîfi ile şimdi mülakat ettim, İstanbul’un fethini tebrik edip, “Beni zulmet-i küfürden kurtardın.” buyurarak ferah ve sürürünü belirtti buyurunca, Fâtih Sultan Mehmed Hân ve Akşemseddîn ile maiyeti hep beraber, işâret edilen yere geldiler. Sultan Fâtih, Akşemseddîn hazretlerine; “Efendim! Kabri şerîfin yerini tayin buyurunuz ki, üzerine türbe yapalım” dedi. Akşemseddîn hazretleri şimdiki türbenin bulunduğu yerde bir müddet teveccüh ve murâkabede bulunduktan sonra, mezarın baş tarafından bir yeri göstererek: “Burasını kazınız. İnşâallahü teâlâ, iki arşın sonra yazılı bir mermer çıkacaktır. İşte orası Hazreti Mihmandâr-ı Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin kabr-i şerifidir” buyurdu. İşâret edilen yer kazıldı. Buyurduğu gibi yazılı mermer bulundu. Sultan Fâtih, Akşemseddîn hazretlerinin kerâmetine hayran kalıp, ziyadesiyle memnun oldu. Fâtih Sultan Mehmed Hân, Ebû Eyyûb-i Ensârî hazretlerinin kabri üzerine bir türbe, Akşemseddîn ve ailesine mahsûs odalar ile bir de câmi-i şerîf bina ettirdi. Burası bütün müslümanların ziyâretgâhı haline geldi. Câmi-i şerîfe 1136 (m. 1723) senesinde iki uzun minare yapıldı. Osmanlı Sultanı Üçüncü Selim Hân 1203 (m. 1789), 1223 (m. 1807) Eyyûb Sultan Câmii’ni 1215 (m. 1800) senesinde yeniden yaptırdı. İlk Cuma namazında Sultan Selim Hân da bulundu. Eyyûb Sultan Câmii’nin son tamirini 1380 (m. 1960) senesinde devrin başvekîli Adnan Menderes yaptırdı. Türbenin son tamirini Osmanlı Sultanlarından ikinci Mahmud Hân 1255 (m. 1808), 1223 (m. 1839) yaptırdı. Sanduka üzerindeki yazılar, Sultan’ın el yazısıdır. Türbedeki asılı levhadaki iki beyti Sultan Üçüncü Selim Hân söyleyip, devrin meşhûr hattadı Yesârîzâde yazmıştır.
Alemdâr-ı Kerîmi şâh-ı iklimi risâletsin
Muinim ol benim, dâim, bâhakkı Hazret-i Bari
Selîm ilham i her dem, yüz sürer bu Ravza-i Pâke
Şefaatle kerem kıl, yâ Ebâ Eyyûb el-Ensârî
Hazreti Ebû Eyyûb el-Ensârî, Peygamber efendimizden bizzat işiterek 150 hadîs-i şerîf rivâyet etti. Bunlardan bazıları şunlardır:
Bir gün Hazreti Hâlid bin Velîd’in oğlu Abdurrahmân muharebe sırasında yakaladığı dört esîrin katlini emretmişti. Dördünün de atılacak oklarla can vermesini istemişti. Ebû Eyyûb bunu haber alınca Abdurrahmân’ı ikaz etmiş ve “Resûl-i Ekrem’den ( aleyhisselâm ) işkenceli ölümleri nehy ettiğini duydum” diyerek bir hadîs-i şerîf nakletmiştir.
Bir başka rivâyetinde:
Bir adam Resûlullaha gelerek, “Yâ Resûlallah, bana veciz şekilde nasîhat eder misin?” dedi. Bunun üzerine Resûlullah ( aleyhisselâm ) nasîhat isteyen o adama şöyle dedi:“Namazını kıldığın zaman, sanki dünyâya veda ediyormuşsun gibi ol, yarın özür dileyeceğin bir sözü söyleme, insanların elindekinden ümidini kes.”
“Ramâzan-ı şerîf ayında tamamen oruç tuttuktan sonra, şevval ayında altı gün daha oruç tutan kimse, bütün sene oruç tutmuş gibi olur.”
“Kim Allaha ortak koşmadan ibâdet eder, namazı kılar, zekâtı verir. Ramazan ayında oruç tutar ve büyük günahlardan sakınırsa, muhakkak onun için Cennet vardır.” Eshâb-ı kiram, “Yâ Resûlallah! Büyük günahlar nelerdir?” diye sordular. Resûlullah buyurdu ki: “Allah’a ortak koşmak, müslüman bir kimseyi öldürmek ve cihâddan kaçmaktır.”
“Kılınan her namaz hatalara bir set çeker.”
“Sizden birisi helaya gittiğinde kıbleye yönelmesin ve kıbleye dönmesin.”
“Akşam namazına, yıldızlar doğmadan önce acele ediniz.”
“Sadakanın efdali, (en faziletlisi) akrabaya verilendir.”
“Bir müslümana, din kardeşini, üç günden daha fazla terk etmek, karşılaştıklarında birbirinden yüz çevirmek helâl olmaz. Bunların en hayırlısı ilk önce selâm verendir.”
“Bir mücâhidin, fî sebilillah, düşmana hücum ve garat (akın) etmek üzere hareket ve faaliyette iken, üzerine güneşin doğması ve yine akşam üzeri harb meydanında karargâhına (gecelemek için) dönmesi Allahü teâlâ indinde, güneşin üzerlerine doğup, battığı bütün dünyâ mal ve mülkünden daha efdal, daha hayırlı ve sevâbdır.”
Hiç yorum yok