İbn-i Arabî Risaleleri: KİTABU’T TERACİM
KİTABU’T TERACİM
TERCÜMELER KİTABI
Şeyhu’l Ekber
MUHYİDDİN İBN.
ARABÎ K.S.
TERCÜMELER
KİTABI
Bismillahirrahmanirrahim
Allah'ın salat
ve selamı Hz. Peygamberin ve ehli beytinin üzerine olsun.
Alemlerin Rabbi olan Allah'a
hamdolsun. Akıbet Allah'tan korkanların(muttakilerin)dir. Güç ve kuvvet ancak ulu ve azamet
sahibi Allah'ındır. O'ndan yardım istiyorum. Allah'ın salat ve selamı Hz. Muhammed'in ve
ehlibeytinin üzerine olsun.
Biliniz ki, ey himmet sahibi ve
yüksek derecelere tırmanan kardeşlerimiz! Size hitap ediyorum ve sizinle hatırlatma ve
uyarma maksadıyla konuşuyorum, öğretme maksadıyla değil. Hiç şüphesiz Allah'ın
isimlerinin hakikatleriyle kadın olsun erkek olsun kamil insanın içinde bulunan insani hakikatler
arasındaki iniş menzilleri, yönelişlerin ve isimlerin çeşitliliğine paralel olarak çeşitlilik arz
eder. Bu gruptaki insanların dışındakiler için böyle bir genelleme söz konusu değildir; çünkü
bunlarda suretin kemali söz konusu değildir. Şu halde insani hakikatlerin
menzillere konaklaması, zelillik ve muhtaçlık talebi ve mahallin de fikirden hali olması ile
bağlantılıdır. İşte çok değerli ve amaçlanan bir hazırlık ve donanımdır ki, akıl erbabı bir çok kişi buna
güç yetirememiştir; hatta bazısı bunu inkar bile etmiştir. Yani bu yöntemin bir
sonuç verebileceğini kabul etmemişlerdir. Bazıları ise bu yöntemi kabul etmiş ve feyiz ve
ruh olarak isimlendirmişlerdir. Ne var ki, bunlar da bu mertebeye ulaşmada acizlik
göstermişlerdir; çünkü fikir onlara galip geldiği gibi enbiyânın aleyhisselâm dilinde
yasalaştırılan meşru ibadetleri yerine getirmemişlerdir.
Gerçi bunların da kendilerine
göre yerine getirdikleri ibadetleri, duaları ve uydurdukları bir tür
ruhbanlıkları vardı; ancak bunlar tevhit inancına ve doğruluk temeline dayanmıyorlardı. Bu yüzden ilâhî
bağışların, ilhamların kokusunu almış değillerdir. Bunun yanında akıl çerçevesi dışında
vardıkları herhangi bir menzilleri de yoktur. Çünkü onların bütün ilgisi ve himmeti, yüceler
alemi, ilk akıl, küllî nefis ve akıllar gibi sırlara ve soyut varlıklara yöneliktir. Bu yüzden
yüce Allah, onları inançlarıyla başbaşa bıraktı, onları yöneldikleri amaçlara bağladı,
ebedî mutluluktan, keşiften, müşahededen ve saf tevhitten
yoksun bıraktı. Dolayısıyla
onların bu kadar yüksek ve güçlü bir himmetleri yoktur. Bu yüzden hitap onlara kainat
perdesinin gerisinden yöneltilir, O'nu doğrudan duyamazlar.
İndî inançlarının perdesinin
gerisinde oldukları halde O'nu duyabilirler mi hiç? "Ve ma kane li beşerin en yukellimehullahu
illa vah-yen ev min verai hicabin / Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde
arkasından konuşur." (Şura, 51) Muhatap olan kimse üzerinde beşer ismini taşıdığı ve
beşeriyet niteliğinden soyutlanmadığı sürece ona hitap doğrudan
yöneltilmez. Âlemde gerçek fail,
eksiksiz ve kamil iktidara sahip yüce Allah olduğuna göre, perdelenmiş ve perdelenmemiş
kullarına hitap eden O'dur. İki grup arasındaki üstünlük farkı, bulundukları makamların
kendilerine kazandırdığı meziyetlere göre belirginleşir. Bu yüzden yüce Allah şöyle
buyurmuştur: "Ve kellemella.hu Musa Teklima / Ve Allah Musa ile gerçekten konuştu." (Nisa,
164) Bu ayette, Musa'nın, aradaki perde kendisi için kaldırılarak özel hitaba mazhar kılınmak
suretiyle başkalarından üstün kılındığına, dolayısıyla başkasının duyamadığı sesi bu
makamda duyduğuna işaret ediliyor. Yüksek menzillerde konaklamanın ancak şeriatın
emrettiği hususlara eksiksiz bir şekilde uymakla, tevhidi bir soyutlamayla, huzurlara O'nun
vasıflarıyla değil kendi vasıflarınla dahil olmanla, sendeki kutsal surete uygun şeyleri
O'ndan almanla mümkün olduğunu anladığına göre, eğer akıl sahibi biriysen, bu amaca varmak
için bu çerçevede soyutlanman gerekir.
Bil ki, Yahudi ve Hıristiyan gibi
kitap sahibi bir kimse, kendilerine indirilen kitabın emrettiklerini, bizim şeriatımız
inip onları neshetmeden önce, eksiksiz bir şekilde yerine getirseydi, bunun yanında bizim
tarikatımızın mensuplarının vasfettiği gibi soyutlansaydı, arınsaydı, bu menzillerden ve
varidatlardan Allah'ın dilediği kadarına nail olurdu. Ama aklına tapan, kişisel görüşüne
tabi kimseler için durum farklıdır. Onlar bu uğurda en ağır meşakkatleri çekseler de böyle
bir lütfa mahzar olmazlar, çünkü onlar Allah'ın yakınlaşma vesilesi olarak öngörmediği
ibadet şekillerini ihdas ederek uygularlar. Kendilerince talep
ettikleri hakikatin telkinlerine
göre ibadet tarzları geliştirirler. Diğer bir ifadeyle yıldızlar ve başka varlıklar gibi Allah'ın
ortakları olarak ileri sürdükleri aracılardan edinirler ibadet şekillerini. Bu varlıkların
hakikatlerinin kendilerine ilka ettiğini düşündükleri zikirlerle ve dualarla onları Allah'a götüren
aracılar kılarlar. Onları böyle davranmaya iten şey zamanla oluşan geleneklerdir. Allah böyle
yapmaları yönünde her hangi bir hüküm koymamıştır. Bunlardan bazıları meleklere
tapar, çünkü onların iddialarına göre melekler Allah'a en yakın varlıklardır; tıpkı
vezirlerin kırallar nezdindeki konumlarına benzer bir konuma sahiptirler. Böylece kıralların
vezirleri ile Allah'ın meleklerini birbirleriyle mukayese ediyorlar. Tabii yanılıyorlar;
düşünüyorlar, ama doğruyu bulmuyorlar. Allah'ın mahlukat arasında gizli tuzakları vardır,
gözle görülmez ve insanı aşamalı olarak mahvedici akıbete götüren yolları vardır. Nitekim
yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Zeyyenna lehum a'malehum fehum ya'mahun / Şüphesiz biz,
işlerini kendilerine süslü gösterdik; o yüzden bocalar dururlar." (Nemi,4) Bir
diğer ayette de şöyle buyurmuştur: "Ve mekerna mekren ve hum la yeş'urun / Biz de kendileri
farkında olmadan bir tuzak kurduk." (Nemi,50) Bir yerde de şöyle buyurmuştur:
"Senes-tedricuhum min haysu la ya'lemun- Ve umli lehum in-ne keydi metinun / Hiç bilmeyecekleri
yerden yavaş yavaş helake götüreceğiz- Onlara mühlet veririm; benim cezam
çetindir." (A'raf, 182-183) Ve yine şöyle buyurmuştur: "Efemen zuyyine lehu suu amelihi fe rcahu
hasenen / Kötü işi kendisine güzel gösterilip de onu güzel gören kimse mi?"
(Fatır,8) Bir ayette de şöyle buyurmuştur: "Ve hum yahsebune ennehum yuhsinune sun'an / İyi
işler yaptıklarını sanırlar." (Kehf, 104)
Yüce Allah sırlarını hem yüce
aleme hem de aşağı aleme yerleştirmiştir. Dolayısıyla bütün alemler yücedir. Alemin
hakikatleri arasında üstün olmayacağı için, şu hakikatler ve zatlar bakımından daha üstündür,
denemez. Bu nedenle bütün alem, aşağısı söz konusu olmaksızın yüksektir, yücedir.
Çünkü alemdeki her hakikat ilahi bir hakikatle irtibatl ıdır, onu koruyan budur. Yani tümü
üstündür, şereflidir, aksi olmaksızın yüksektir. Bundan sonra bir şeref ve aşağılık söz konusuysa
bu ya insanların örfünden ya da şariin hükmünden ileri geliyordur. Bu yüzden normal
konuşmalarımızda, şu şereflidir, şu daha şereflidir, şu aşağıdır, şu daha aşağıdır,
diyoruz. İşaret ettiğimiz bu hususları anlayan biri, alemde rahat eder, onun sırf hayır ve güzellik
olduğunu bilir. Çünkü ortağı olmayan hikmet sahibi Allah'ın sanatıdır. Allah, gerekeni,
gerektiği gibi, gerektiği için yapar.
Muvahhitlerin hitabi
telakkilerinin şekline gelince, bu, insani latifenin düşünceden soyutlanmış olarak harekete
geçmesinden, bilmediğini, kendisiyle ilgili olarak varlığın O'na mensup olduğundan ve varlığı
kayıtlandırdığından başka bir şey bilmediği zattan istemesinden ibarettir. Bu akıl
söz konusu huzurlardan birine indiği zaman, "yaklaştı" hükmüyle iner veya içindeki
sırlarla birlikte güzel isimlerden (esmaul husna) biri ona belirir veya zuhur eder. Böylece
arınmışlığı, niyetinin doğruluğu ve yolda korunmuşluğu oranında ona bağışta bulunur. O
da varoluş alemine bilen biri olarak döner, rabbiyle rabbini bilmesi veya varlığının
bir örneğiyle rabbini bilmesiyle baki kalır. Sonra bir iniş daha gerçekleşir ve bu ebediyete kadar
devam eder: "Ve ma edri ma yufelu bi ve la bikum. İn ettebiu illa ma yuha ileyye /Bana
ve size ne yapılacağını bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım."
(Ahkaf,9) Bunu söyleyen insanların en hayırlısı, akli kapasitesi en büyük olanı, fikir ve görüşü en
sahih olan Allah Resulüdür. Bakar mısınız; burada kişisel düşünceye yer var mıdır? Heyhat!
Fikir sahipleri, Peygamberlik (Nübüvvet) ve velayetin kişisel çalışmayla elde
edilebildiğini savunanlar mahvoldular! Bunu nasıl söyleyebilirler?
Peygamberlik (Nübüvvet) ve
velilik akıl ötesi iki makamdır. Aklın bu iki makamda hiçbir etkinliği yoktur. Aksine bunlar
yüce Allah'ın dilediği kimseler tahsis ettiği lütuflardır.
Aslında bu görüşü savunanların bu
tavrına şaşmıyorum. Ancak bu görüşü savunanların, öte yandan akıl
için, onun bir madde olmadığını, bir maddenin içinde olmadığını, onun için fikrin
imkansız olduğunu, zilletle, acziyetle ve ilahi bağışlara muhtaçlığıyla kendisini varedene yöneldiğini,
O'ndan başkasına ise izzet, sultan ve ifade etmek suretiyle yöneldiğini
söylemelerine hayret ediyorum. Aslında burada onların farkında olmadıkları bir sır vardır. Eğer
onlar aklın Allah katındaki bilgileri alış şeklini bilselerdi kuşkusuz büyük bir gerçeği görmüş
olacaklardı. Bakın; onun varedicisine muhtaçlığı zati bir muhtaçlıktır. " O"
Allah, korumasıyla (ismetiyle) insanları destekler ve rahmet kapılarını açandır.
Tercümeler Kahrî
Babı:
Allah'a muhtaç kul şöyle der:
Makamını bilmeyen kişinin düşleri beyinsizcedir, işaretleri de çarpıktır.
Latife: Bir makamda
kendini mağlup görürsen, seni mağlup edene bak; eğer seni mağlup eden senin gibi biriyse,
onun nefsidir galip gelen, onu ancak öyle bulursun.
İşaret: Bir makam var;
orada zatını cahilliğinle tanıtman gerekir. Tıpkı Efendimiz Aleyhisselâmın buyurduğu gibi:
"Ben, Adem oğullarının efendisiyim; ama bunda övünecek bir şey yok." Çünkü bu
sözleriyle Efendimiz (s.a.v.) övünmeyi değil, kendini tanıtmayı kast etmiştir.
Latife: Senin izzetin,
bilinmemendedir. Bilinmediğin zaman tahkir edilirsin; tahkir edildiğin zaman yenilirsin ve
yardım görmezsin.
İşaret: Horlanan,
yükseklik ehli için olan şeylerden alıkonmuştur.
İşaret: Alıkonduğun, engellendiğin
zaman, budur bağışı. Sana bahsedildiği zaman, budur engellemesi. O halde alma
yerine terk etmeyi seç,
Latife: Varlık iki
menzildir, imar ise birdir; istersen onu iki menzil arasında eşit bir şekilde paylaştır, istersen bir
tarafın kefesinin ağır basmasını sağla.
Latife: Aziz; alt
edilemeyen galip gelinemeyen kimsedir. Aziz olan, yenilene yardım etmekten ve yeneni yüzüstü
bırakmaktan aciz değildir. Ne var ki, bir galibin bir de mağlubun olması gerekir. Çünkü
Hakkın ve mahlukatın olması zorunludur.
Latife: Aşağılama,
şekilleri aşağılamak değildir. Asıl aşağılama, tekebbür edene karşı tekebbür ederek onu
aşağılamaktır. Çünkü o seni perdelemektedir. Ama senin gibi olanı ve senin için yaratılanı
aşağılama. Eğer bir kimseyi aşağılamamışsan, sen de aşağılanmazsın. Çünkü aşağılama
fiili hakkedeni bulur, ancak hakkeden aşağılanır. Bilindiği gibi aşk ancak benzer
şeyler arasında olabilir. Bu ise harekete sevk eder, aşağılayıcı olmaz. Aşağılama
onunla kaim olacak bir şey değildir. Aksi takdirde senin aşağılaman sana geri döner.
Kendin gibi olan birini aşağıladığın zaman, kendin aşağılanırsın ve yanındaki
hayırdan alıkonursun. Senden ona aşağılama intikal ettiği anda sendeki hayır da ona intikal
eder. Adet edinilen aşağılama ile beraber olma, çünkü adetin hükmü için yüksek döşekler
konulmuştur.
İşaret: Yaptığın şeydir
sana geri dönen. Ne ekersen onu biçersin.
Tercüme Babı:
İşaret: Eğer Kaf dağına
çıkarsan, o olursun. O olduğun zaman da senin arzın uzamaz. Arzın uzamadığı zaman
imaret sabitleşir. Sabitleştiğinde açılıp genişlersin, dolayısıyla kadrin bilinir, sana
teşekkür edilir.
Latife: Senin yanında
olan her şey O'ndandır; senin yanında olan şeylerin içinde kendini sana gizlemiştir. O halde
O'na bak, perdeye değil.
Latife: Senin terkibinde
olup O'na sarılan araçlara bak; asıl tutan O'dur, onlar değil.
Latife: O'nun için
kullar, senin damarlarında dolaşan hayat mesabesindedir. Onu muhafaza et, onda müşahede
edersin.
İşaret: Sana hitap
ettiği zaman, O'nun hitabını ancak Onunla dinle. Çünkü O, başkasının dinlemesini kıskanır.
Ortada O'ndan başkası yoktur, o halde O'nu tenzih et.
Latife: O'nun
"Nerede olursan ben seninleyim" sözüne bak. Bu söz, senin konuyu daha iyi anlayabilmen için
söylenmiştir, yoksa O'nun için "nerede" olmaz. O'nun için "nerede" (mekan) olmadığına
göre O, seninle beraberdir. Eğer "nerede" (mekan) olursa, seninle beraber olan sensin, O
değil. Sen O'nun sırrısın). Dolayısıyla O'nun sırrı seninledir. O'nun sırrı korumasıdır. O halde
O'nun koruması seninledir. Koruması ise sıfatının semeresidir. Şu halde sıfatı
seninledir. Sıfatı da O'ndan başkası değildir. Demek ki, O seninledir. Buna göre,
"nerede" bulunuyorsan eğer, seninle O'nun arasındaki aracılara bak. Şayet "nerede"
değilsen, bu takdirde O'na en yakın olan yönüne bak.
İşaret: Yokluğundan sonra sana
zuhur ettiğinde, gördüğün için O'nu, zuhuruyla seni baki kılar, üzerine bir hilat
giydirir. Çünkü sen O'nun müşahedesinin huzurundasın. Ve sen oluşsuz olmuşsun. Bunun nedeni de
O'nun senin üzerindeki hilatıdır. O'nun hilatı bir ikramdır. Cömert kimsenin ikramı
kerem sahibi cömerde benzer. Kimin üzerinde ikra zuhur ederse, o susar, ikram
sahibi konuşur. Yabancı olan bunu birleşme/ittihat sanır, oysa bu ittihat değildir.
Tahakkuk eden, Rabbinden başkası ile konuşulmasını kıskanan "Gayur"dur. Bu ondan
değildir, çünkü onunla aklı başından gitmiştir, onun için yanıp tutuşmaktadır, onun hasretiyle kendinden
geçmiştir. Dolayısıyla mazur görülmesi gerekir. Nitekim onu mazur görmüştür de.
Çünkü aklını başından alıp götüreni müşahede etmiştir.
Latife: Ey bu muhakkikin, aklını
başından alıp götürenden aktardıklarını inkar eden! Peki O'nun yarattığı kainatta
meydana gelen en küçük bir hadise karşısında niçin aklınız başınızdan gitmektedir! Bundan
ibret almaz mısınız? Onunla deliye dönenler ne mutludur!
Onlar O'nun bilinmeyen ailesidir.
Büyüklük
Tercümesi Babı:
Latife: Allah'a karşı
kibirlilik edenin karşısında kibirlen, çünkü senin mütevaziliğin budur. Kibirlenenlerin
büyüklenmeleri karşısında, bunun Allah'tan olduğunu bilsen de tevazu gösterme. Çünkü büyüklük
O'nun bir sıfatadır; ancak imkansız için de O'nun bir hükmü vardır.
Latife: Kibirlenen
birini gördüğünde ona karşı tevazu göster. Çünkü onun hakikati kulluktur. Böyle yapmakla ona
kulluğunu hatırlatırsın. Böylece nefis hesap etmediğin bir taraftan aslına döner ve seni
sever. Seni sevdiğinde sana yakın olur. Sana yakın olduğunda sana hizmet etmek ister. Ona
hakikati siyasetle dinlet; bir hikaye anlat, tartışma ve diyalog esnasında bir örnek
ver. Nefsi mutlaka bundan etkilenir ve gerçeği kabul eder. Bu takdirde onun öğretmeni
olursun, reislik ondan sana intikal eder. Sen Allah ile hakikate ermişsin, onu da Allah'a
döndürmüş olursun. Allah ancak kendisini bilenlerden alır. Çünkü bilen vermenin adabıyla
edeblenmiş olur.
İşaret: Tevazu, başı öne
eğmek veya hizmet etmek yahut falanca hakkı eda etmek değildir. Bu saydıklarımın tümü
reislere karşı dalkavukluk etmenin, onların nezdinde mevki edinmek için hoş görünmeye
çalışmanın göstergeleridir. Asıl tevazu, Allah'ı bilmenle arkadaşlık etmendir. Kendini
bildiğin tanıdığın zaman rabbini bilir, tanırsın. Rabbini bildiğin zaman, O'nun katında olup da sana
ait olan şeyleri ve de sende olup O'na ait olan şeyleri de bilirsin. O'na ait olanları
verir, kendine ait olanları da talep edersin. Eğer sana ait olan şeyleri seni denemek için
verirse, geri çevir ya da yerinden çıkar; o zaman bilmen daha da güçlenir.
Latife: Kimin dediğini
ve ne dediğini bilmeden söyleyenin ne söylediğini bildin mi:
Bir tanrı ki
başının üzerine tilki işer
Tilkilerin
üzerine işediği aşağılıktır.
Ya da İbni Camuh’un putu için
dediğini duydun mu:
Eğer tanrı
olsaydın, şimdi olmazdın
Sen ve bir köpek
çöldeki bir kuyunun dibinde.
Müşrikler, uluhiyet vasfının
kulluk ettikleri varlığın içinde olduğunu sanıyorlardı. Allah da tanrılarına yöneldiklerinde
onların ihtiyaçlarını karşılardı. Bu, onlar için bir tuzak, yavaş yavaş helake sürüklemeydi. İlâhî
tarafla ilgili sergilenen bir gayretti. Çünkü onlar bu putlarda ilahi bir varlık
olduğunu tasavvur etmeselerdi, onlara tapmazlardı. Allah, dünyada istediklerine onları nail eyledi,
ihtiyaçlarını verdi. Fakat Allah'ın tuzağından kurtulamadılar. Mabudlarından gafil oldukları,
Ona bağlanmadıkları için, Ona yönelme sırrı içlerinden zail oldu. Bu da bazılarının bu
tanrılara tapmanın abes bir davranış olduğunu fark etmelerine yol açtı. Nitekim bazıları da
hidayete erdi. O halde, size hayat verecek şeye sizi davet eden Allah'a şükredin.
İşaret: Tevazu etmesi
düşünülmeyen ve kibirlenmesi de tasavvur edilmeyen birine karşı tevazu gösteren kimse
hakkında ne dersin? Böyle bir davranış tevazu olur mu?
Çünkü tevazu, kibirlenenin
baskısı altında tevazu gösterenin içinde meydana gelen zillet demektir? Halbuki ortada
kibirlenen kimse de yoktur?
Cevap: Bu tür kimselere
karşı tevazu gösteren kimse, ona kendi içinde tevazu göstermez. Büyüklük izzet
perdesinin arkasındadır. Dolayısıyla tevazu gösteren kendi içinde kendi nefsine karşı zelil
olmaktadır, fakat bunun farkında değildir. O'nun gölgesine girmeye tenezzül etmemiş, buna
karşılık kullarının gölgelerine sığınmıştır.
Fetih Tercümesi
Babı:
Latife: Sen kevnsin,
Allah ise seni var edendir. Varlığı seninle açmıştır; sen varlığın anahtarısın. Bu yüzden sen O'nun
yanındasın; Allah'tan başka kimse seni bilemez.
İşaret: Allah'ın seninle
açtığı ilk kapının senin nefsinin kapısı olduğunu bilir misin? Varlık sahnesine zuhur ettiğin
zaman büyüklendin; bunun üzerine seni aç bıraktı, muhtaç kıldı.
Latife: Hak kendisine
baktığı ve kendi elleriyle var ettiği için Adem gururlanmadı. Çünkü gururlanmak, kendini
beğenmek insan için mutluluk sebebi değildir; kendini beğenmek insanın bedbahtlığının
sebebidir.
İşaret: Eğer üfürme bir
tane olsaydı, o zaman bedbahtlık veya mutluluk herkesi kaplardı. Aksine iki kabza olduğu
gibi iki nefha vardır.
İşaret: Bak, üfleyen
biri, bir tek nefesi ile kandili söndürürken tutuşmuş kuru otları da alevlendiriyor. Neden oluyor bu?
Mahalden mi kaynaklanıyor, yoksa üfürmeden mi?
Latife: Oluş (kevn)
hakkın oluşudur, insanın değil. İnsan bu oluşun anahtarıdır. Hak anahtardadır. Açılma onunla
gerçekleşir. Açılma esnasında isimler insana çıkarlar. Bazı insanlar bu isimlerle bedbaht
olurlar, bazıları mutlu olurlar.
İşaret: İki türlü
anahtar vardır: dişli ve dişsiz. Keşke bilseydim; insan nasıl bir anahtardır?
İşaret: İnsan, varlığın
oluşunun anahtarıdır, ibadetlerin oluşunun da. Ezel onunla zuhur etmiştir ve ebedin kapısını
da o açar.
Latife: Anahtarı at ey
insan! Allah'a koş, seni ebedi mutlulukla mutlu etsin. Ebu Yezide: Nefsini terk et ve gel,
denilmiştir.
İcabet Tercümesi
Babı:
İşaret: Bir kul var bir
de Rab. Sen O'na yükselirsin, O sana iner. Nitekim şöyle buyurmuştur: "Ve ileyhi
yes'adu'l Kelimu't Tayyib/ O'na ancak güzel sözler yükselir." (Fatır, 10) Rabbimiz de dünya semasına
nüzul eder.
Latife: O sana şah
damarı kadar yakındır; O'ndan başkasına bakma. Eğer O'ndan başkasına bakarsan kendinden
başka bir şey göremezsin. Nefsin de O'na karşı bir perdedir; asla O'nu göremezsin.
İşaret: Yolu Allah'a
doğru olan varlığı bilmez; çünkü varlık maksada ulaştırmaz. Eğer varlık O'na ulaştıracak olsaydı,
O kainat için bir sınır olurdu. Oysa O, hiçbir şeyin sınırı değildir.
Latife: Hakkı bilmek,
O'nun bağışıdır. O'ndan telakki edersin. Şu halde seninle bağış arasında varlık münasebeti
vardır. Hakkı Hak ile bilirsin, halk ile değil. Hak ile halkı tanırsın kendinle değil. Hak için haktan
ayrılma, o zaman Hakkı bulursun. Hakkı yollarda arama, çünkü ortada O'na giden bir yol
yoktur. Sonradan olma (hadis) varl ıklarla kadim (öncesiz)
varlık arasındaki irtibat
kaldırılmıştır.
İşaret: Haktan hakkı
bilmene bak, O'nun senin için şekillendirilmemiş olduğunu örürsün. İşte ilim budur.
Şekillendirilen her şey kevndir.
Latife: Hakkı bilmek
suret değildir. Çünkü Hak senin bilgin kapsamında tasavvur edilemez. O suret değildir, suret
kabul etmez. Ancak bilinir ve O'nun ilmi de O'ndan gayrisi değildir. O'nun kendini bilmesi,
O'nun kendisini bilmesinin aynısıdır. İlim malum değildir. Çünkü insan bir şeyi bilir, ama
bu bilme o şeyin kendisi değildir. İlim bazen malumun kendisi de olur. Çünkü ilimle
ilim bilinir. İlmin malumun aynısı olduğunu inkar etme, bunun olacağını sana gösterdim.
Tarif Tercümesi
Babı:
İşaret: Hakkın emri
üzere olan, ancak Hak ile kayıtlanır. Ancak Hak ile kayıtlanan da aşağıda söylendiği gibidir:
Günlere adımı
sorarsanız, bilemezler
Mekanım nerede
diye sorsanız, mekanı mı tanımazlar
Latife: Her grup bir dil
geliştirmiş, maksada varmak için bir lisan edinmiştir. Sen grubunun hakkın işaretleri
olmasını sağla. O'ndan anla, O'nun lügatini ve lisanını öğren.
İşaret: Kendinle hak
alemi arasına "ne zaman=meta"ı koy. Onun hakkında "ne zaman" ile bir soru sana
sorulsa, kendinle cevap ver. Eğer senin hakkında "ne zaman" ile bir soru sorulsa, onunla cevap
ver.
İşaret: Zaman feleğin
hareketidir diyen olursa, bilsin ki, bazı şeyler varken felek yoktu. Zaman, iki şeyin "ne
zaman" sorusuyla karşılaştırılmasından ibarettir diyen olursa, bilsin ki, zaman hep varlıklarla
beraberdi. Aslında ıstılahta bir karşıtlık yoktur. Mezhepler bu noktada birleşmiştir.
Bilmediği için kendisini ilgilendirmeyen yolda gidene de ki: O aslında kendisini ilgilendiren yoldadır.
Ben biliyorum, ama o bunu bilmiyor.
Sebat Tercümesi
Babı:
İşaret: Allah'ı bilmek,
Allah'ın sabit kıldıkları kimseler hariç, ayakların kaydığı kaygan bir zemindir. Ahitlerle tespit
edilen sınırların sahiplerinden, vaat ve tehditlere inanan kimselerden başkası için sebat
yoktur.
İşaret: O'nu fikirle,
akıl gücüyle arayan biri, hakkı bilme hususunda dişe dokunur bir şey elde edemez. Benzer ve eş
kabul eden biri, benzersiz ve eşsiz birini nasıl talep edebilir! Akıl erbabı, varlıkla
sınırlı kalsalar ve sadece nefiyle yetinseler kurtulurlar. Ama onlardan bu sınırı aşıp ispata
kalkışan helak olur. Çünkü sen ancak üzerinde bulunduğun durumu O'nun için ispat edersin.
İşte ayakların kaydığı kaygan zemin burasıdır. Dikkat et!... Zatı bilmeyi kast ediyorum,
başka bir şeyi değil.
Latife: Bil ki, O'nu
bilmek hususunda sana bir bilgi bahşetmişse eğer, seni kendisi için şekillendirip hazırlamadan
bu bağışta bulunmaz. Dolayısıyla O'nu bilmekle ilgili sana telkin ettiği bilgileri al. Çünkü
sana, O'nun bağışlarını kabul etme yeteneği verilmiştir. Bu, seni O'na bağlayan bir bağdır.
Eğer bu olmasaydı, bağışlama açısından O'nu bilemezdin ve bağışları da kabul edemezdin.
Şu halde Allah'ı bilmek, çalışarak elde edilemeyecek bir özelliktir. O'nu bilmeyi elde
etme hususunda kendinle yetinme. Hakkı Haktan iste, o zaman Hakkın, söylediği gibi, sana
senden daha yakın olduğunu görürsün.
Adalet Tercümesi
Babı:
İşaret: Hak, kulu, ondan
sadır olan şeylerden dolayı cezalandırır. Şu halde nefsine teşekkür et veya onu kına.
Latife: Her yerin bir
hükmü vardır. Hakkın fiili de yerine göre belirginleşir, çünkü O, hikmet sahibidir.
Latife: Hakka uyana da
muhalefet edene de merhamet et. Çünkü bu durumu taksim eden O'dur. Kafir, mümine
merhamet ettiği zaman, Allah, onun azabını hafifletir. Mümin kafire merhamet ettiği zaman,
Allah onun ödülünü eksiksiz verir. Hepsini de Allah yaratmıştır ve herkes Allah'a
aittir. Bu yüzden Allah'ın kullarına saygı göstermek Allah'a saygı göstermektir. Ne mutlu
Allah'ın kullarına merhamet edene! Allah'ın kullarına merhamet gösteren kimsenin Allah
düşmanlarına dostluk beslemesi gerekmez. Onların farkında olmayacakları şekilde
onlara merhamet et.
Latife: Bahtiyar o
kimsedir ki, halkın içinde hakka bakar; hakkın halk içindeki hükümlerine değil. Eğer mutlu
biri ise bundan ayrı bir konumdadır. İmamlarımızdan biri şöyle demiştir: Halka Hakkın
gözüyle bakan onlara merhamet eder. ilim gözüyle bakansa onlara buğzeder.
İşaret: Allah'ın bir
emri vardır, bir de iradesi. Bak, bu yollardan hangisi seni kurtaracaksa, onu izle.
İşaret: Allah'ın
rahmeti, merhamet edenleri nerede olurlarsa olsunlar takip eder, yerin kat kat altında bile olsalar
onların arasına sızar.
Latife: Eğer Allah'ın
kahredici isminden çok az bir şey halkın üzerine musallat olsa, onları tuz buz eder. Oysa
Allah'ın muradı bekadır. Beka da rahmete aittir. Nitekim bazı insanlar azapta bile olsalar
onları ebedi kılan rahmettir.
Tazim Tercümesi
Babı:
İşaret: Azamet kalbine
tecelli edip seni kayıtlandırdığı zaman, onun yanında durma, Allah'a koş; çünkü seni helak
eder.
İşaret: Azamet kalbine
tecelli ettiği sırada yanında hâlâ bir resim kalan kimse yanılmıştır ve edep onu
kayıtlandırır. Aslında bu huzur tecellisidir; ama o bunun azamet olduğunu söyler.
İşaret: Bir mahluk seni
korkutmasın. Bir kimseyi mahluk korkutursa, onu helak eder. Mahluk tarafından helak edilen de
Hak için değildir ve Hakkı göremez. Kalbine Haktan başkasının hükmettiği biri nasıl
görsün Hakkı!
Latife: Hakka dikkat et.
Çünkü O, yanında duran biriyle seni terk eder ve buna aldırış bile etmez. O halde sen ancak Hak
ile Hakkın yanında dur.
Latife: Övgüler insanı
ister. Rablıkda övgüler ister. Alem Rablığı ister. Eğer baksalar rahmanın kendilerini talep
ettiğini görürler. Rahim onları mutlu kılmaktadır. Yüz çevirdikleri için onlardan iyilere ve kötülere
durumlarına uygun ceza vaat edildi. Mutlu kimse, Rahmanın karşısında zelil oldu,
O'ndan yardım istedi ve muhtaçlığını belirtti. Bedbaht ise şehvetinin çöllerinde yolunu
yitirdi. Yollarının kıvrımları üzerine karanlıklar gibi çöktü. Şeytan onu kararsızlığa sürükledi
ve sonunda apaçık hüsrana uğradı. Allah'ın kullarından seçkin bir grup O'nun hidayetine
nail oldu. Onlar bu hidayetin sabit olmasını ve kendilerinin de onda derinleşmelerini
isterler. Çünkü yükümlülük yurdu bir makamın saf ve katışıksız olarak kalmasının zor olduğu bir
yerdir. Çünkü yüce Allah burada iki yol var etmiş ve insanların da iki grup olmalarını
öngörmüştür. Her grup bir yolu izler. Bu yollardan biri nimet, biri de yakıcı azap
yoludur.
İşaret: Nefsini tercih
edip anmadan önce Allah'ı an; kim hakkı kendine tercih ederse hak da onu kendine tercih eder.
İşaret: Kendi adını
söylemeden önce O'nun adını zikret; o zaman hakkı amaç edinen ve hakkın da kendileriyle
ilgilendiği kimselerin divanına yazılırsın.
Latife: O'na dua ettiğin
zaman, O'ndan duanın kabulünü iste; çünkü O, kendisinden icabet istemeyenlerin duasına
icabet etmez. Eğer icabet istemeden sadece dua ederse, bu dua, dua etmemiş olmaktan
farksızdır.
Minnet Tercümesi
Babı:
İşaret: Açıklık
ediplerin özelliği, sırlar ise emin kimselerin hususiyetidir.
Latife: Açıklık yolunu
tutanlar iki gruptur. Bir grup yolu izlemiş ve maksada ulaşmıştır. Bu yolun şartı başı öne eğip
edepli davranmaktır. Kim bu şartlardan birini yerine getirmezse öbürünü de geçersiz
kılmış, dolayısıyla maksada ermemiş olur. Bir grupsa cezp edilmiştir, baştan itibaren
onları kendine ayırmış, onları kendisi himayesine alıp dost edinmiştir. Haktan başkasının
onların üzerinde bir iyiliği, minneti yoktur. Nitekim Hz. Rasulullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "Beni Allah terbiye etti ve terbiyemi de güzel yaptı." Bu söylediklerimizi kimse inkar
edemez, çünkü ehl-i sünnet, Vehbi ve kesbi ilimlerin varlığını kabul eder. Dolayısıyla
vehb yoluyla Allah'ın zatının bilgisine, kesb yoluyla da varlığının bilgisine ulaşılır.
O'na vehb yoluyla ulaşanlar, haya sahipleridir, sınırların ve kuralların yanında duran
kimselerdir.
İzzet Tercümesi
Babı:
İşaret: İki sıddık bir
araya gelmez; ama bir sadık, bir sıddık bir araya gelir.
İşaret: Sen üçsün;
senden hakka ulaşansa birdir. Eğer O'na nefsiyle ulaşırsa, bu şüphedir, dolayısıyla O'na
ulaşmamıştır. Eğer O'na O'nunla ulaşmış-sa, ulaşmıştır ve sahih olarak O'nun yanındadır.
Latife: Hakka ulaşmak
istendiğinde, O'nu üzerinde bulunduğu sıfatlarla gören, O'nu düz ve geniş bir alana atmış
olur. Yüce Allah bir ayette şöyle buyurmuştur: "Zug inneke ente'l azizu'l kerim / Tat
bakalım. Hani sen kendince üstündün(azizdin), şerefliydin( kerîmdin)." (Duhan,49)
İşaret: Hak seni kendine
çağırırsa, ancak senin üzerinde O'nun sıfatları olduğu zaman çağırır. Sen, seni
çağırdığı bu sıfatlardan soyutlan ve gir. O, sana yararlı olacak ve seni yükseltecek şeyleri
bahşedecektir.
İşaret: Eğer, yerleri
tam olarak belirlenmeden mahlukat hakkın sıfatlarını alıp onlarla bezenmeselerdi, sen herkesi
mutlu görürdün.
Latife: Nimete kavuşan
herkes, kalbi ile kaim olan şahidi aracılığıyla nimetlenir. Bu, hak ile ilgili olarak senin
yanında hasıl olan şeydir. O da senin gibi sonradan olmadır. Müşahede esnasında hak ile
nimetlenmek caiz değildir. Çünkü müşahede yok olmaktır; onda lezzet olmaz. Allah yücedir,
büyüktür.
Varlık Tercümesi
Babı:
İşaret: Hak seni nefsine
vekil kılınca, iddiada bulundun. Bunun üzerine seni mükellef kıldı. Bak, seni mazur gördü.
Latife: Kıdemin
(öncesizliğin) ve hudusun (sonradan olmaklığm) durumu birbirinin zıddıdır. Eğer mutlu isen,
Allah'a şükret. Şayet bedbaht isen, o zaman nefsini kına.
İşaret: Dünya var
oldukça mutluluk da yorgunluk ve zahmet de var olacaktır. Burası erime ve ayrışıp arınma yurdudur.
Sen, altı gün boyunca dolaşırsın, yedinci günde ebedilik yurduna girersin.
İşaret: Hitap sana
yönelik olduğu sürece sakınma peştamalı üzerinden çıkarılmayacaktır. Hitap kalktığı
zaman, üzerine giydirilen giysiye bak. Artık senin için güvenlik gerekli olmuştur, sen de
güven.
Latife: Yaratma günleri
olan altı günde hak ile meşgul ol. Eğer bir yorgunluk hissedersen, aldanma, yedinci
günde rahat seni bekliyor.
Latife: Seni senin için
seven herkese güven. Çünkü bu, sahih bir sevgidir.
Allah'ın kullarını sevmesi de bu kabildendir. Onları kendileri için seviyor, kendisi
için değil.
Cem Tercümesi
Babı:
Latife: Yüce Allah şöyle
buyurmuştur: "Yetbeullâhu alâ külli kalbin mutekebbirin cebbarin /Allah, büyüklük
taslayan her zorbanın (cebbarın) kalbini mühürler." (Mümin,35) Bunlar Allah'ın isimleri değil
mi? Bu isimlerle sıfatlananlar ateşte değiller mi? Ateş perdelenme yeri değil midir?
Perdelenme görmemek değil midir? Görmemek de apaçık ziyan değil midir? Öyleyse neden
insan rabbine koşmaz, ki rabbi, onun zelil ve fakir nefsini müşahede edip ona cömertçe bağışta
bulunsun. Doğru sözlü Resulullah (s.a.v.)in şu sözünü görmedin mi: "Senden
sana sığınırım" Ebu Yezid de şöyle demiştir: Dedim ki: Ya
Rab! Ne ile sana yaklaşayım? Dedi
ki: Ben de olmayanla. Dedim ki: Sen de olmayan nedir? Dedi ki: Zillet ve
muhtaçlık.
İşaret: Hakkın emrine
riayet et, ona uy. Her şeyi O'nun tasarrufu altında ve hükmünde olduğunu görmene
aldanma. "Ma min dabbetin illa huve âhızun binasıyetiha / Yürüyen hiçbir varlık yoktur ki,
O, onun perçeminden tutmuş olmasın." (Hud,56) Bunu bilmen seni kurtarmaz. Hakkın
emrine uyman seni kurtarır. Fakat buna bir akit olarak bak ve Hakkın emri doğrultusunda
tasarrufta bulun.
İşaret: Hak, isimleri
hak ile senden giderdiği zaman, aslında bu isimleri senden kaldırmış değildir. Çünkü onları
er-Rafi=yükselten, kaldıran ismiyle bunları gidermiştir. Şu halde isim hâlâ seninledir.
Onunla huzurda olmaktan kaybolma. Sen her zaman O'nun gözlerinin önündesin.
Takdis Tercümesi
Babı:
Latife: Malum, senin ona
ilişkin bilginden ayrı bir şeydir. Eğer onu tanımak için ararsan onu göremezsin, şayet onu
görmek için ararsan, bu sefer tanıyamazsın. Tanıyan bilir diye bir şey yoktur.
Tanıma, bilmeye karşı bir perde konumundadır. Bu yüzden ona yönelik bir yoldur. Bilme, tanıma
için bir keşiftir. Dolayısıyla bilme ve tanıma onun üzerin iki perde gibidir.
Latife: Amacı
marifetleri ve bilgileri toplamak olan kimse kendisi hakkında cimrilik tanıklığında bulunmuş olur.
Bunları toplar ve bir yerde saklar. Sadece Allah'ın keramet sahibi kulları onları bulur.
İşaret: Hakkı idrak
etmeyi engelleyen perdeler büyüktürler. Bunların en büyüğü de ilimdir. Çünkü ilim sahibi
olunca, O'nu elde ettim, dersin. Herakli-yus peygamberlik bilgisine sahipti, ancak imanı yoktu, bu
bilgisi ona fayda sağlamadı. Yahudiler Hz. Muhammed'in (s.a.v.) gerçek Nebî olduğunu
biliyorlardı. Ama bilmeleri onlara fayda vermedi. Nefisleri onun kesin Nebî olduğunu kabul
ettiği halde onu inkar ettiler. İblis, Allah'ın emrine uymanın gerekli olduğunu biliyordu, ama
emre uymadı ve muvaffakiyetten mahrum kaldı. İlme aldanma, ilimle gururlanma. İlim
cehaleti ortadan kaldırır, ama mutluluğu, saadeti
sağlamaz. İlme imanın eşlik
etmesini sağla, o zaman nur üstüne nur olur. İlmin niçin en büyük perde olduğunu biliyor
musun? Çünkü ilim sahibi kimse malumu ilmi oranında görmek ister. Oysa her malum için
böyle bir istek tasavvur edilemez. Hakkı bildiğini iddia etmeyen, acizliğini ve
muhtaçlığını kabul eden ve her makamda Hakka inanan kimse, O'nu
görür. Bu hususta sahih bir hadis
vardır. Bu ufukları aydınlatan kıvılcımın ışığında işaret ettiğimiz hakikate dikkat et.
İşaret: Ahirete varmadan
önce, dünyadaki ahiret menzillerini tanı. Çünkü yarın Hakkın, yerine, menziline göre
değişecek tecellileri olacaktır. İmandan ayrılma ve asla inkar etme. Ama eğer ikrar
edemiyor-san, o zaman sus.
İstiva Tercümesi
Babı:
Latife: İsa Allah'ın
ruhu ve kelimesidir. Elçiler (Resuller) Allah'ın yeryüzündeki halifeleridir. Onlar Hakkın
baktığı yer ve marifetin mahalli konumunda olup velayet sahipleridir. Öyleyse değerini
bil.
Latife: Hakkın değerini
bilmeyen, ama bilmediğini bilen kimse Hakka yakınlaştırılır. Fakat bilmediğini itiraf etmeyen
Haktan uzaklaştırılır. Bunlara yapılacak muamele budur.
Latife: Veli, Hz.
Muhammed'in (s.a.v.) varisi olursa, kıyamet günü onun ilminden bir çeper ve Burak yapılır, ahiret yurdunda
buna istiva eder. Eğer diğer peygamberlerden (a.s.) birinin varisi ise, o
zaman onun amelinden bu makama uygun bir merkep var edilir, ona biner.
Latife: Meclislerin baş
tarafı, emirinin bulunduğu yerdir; bu da belli bir yere tahsis edilmez.
İşaret: "Ve huve
meakum eynema küntüm / Nerede olsanız, O sizinle beraberdir." (Hadid,4) Çünkü O, her şeye
hakimdir. Her şey Onunla kaimdir.
Latife: Veliler Hakkı
talep ettikleri zaman, bu, bir isimle bir isimden diğerine intikal etmekten ibarettir. Bir hal
aracılığıyla bir halden diğer hale geçmek demektir. "Yevme nahşuru'l muttakîne ilâ'rah-manî
vefda / Takva sahiplerini heyet halinde Rahman' ın huzurunda topladığımız gün."
(Meryem,85) Muttakiler sakınıp korktukları isimden, kendilerine iltifat eden, acıyan
ismin huzuruna hasredilirler. Ebu Yezid'in bu ayeti duyduğunda sarfettiği şu söze
bakmayın: "Hayret! Yanında oturan biri nasıl O'nun huzuruna hasredilir ki?...
Muttaki insan zahir ismiyle oturur. İman edense Rahman ismiyle
oturur.
Batın Tercümesi
Babı:
İşaret: Hak batındır,
hiçbir şeye zahir olmaz. Eğer bir şeye zahir olsa derileri yakıp kavururdu ve gözler O'nu
göremezdi. O, eşyanın koruyucusudur, onlara görünmez.
İşaret: Eğer sana,
bilinmeyen zahir ve bilinen batın kimdir? diye sorulsa, O Haktır, de.
Latife: Hakkın alemde
iki zuhuru vardır: alem bunlarla yok olur ve bunlarla baki kalır. Dolayısıyla alem fena ile beka
arasında durmaktadır.
Latife: Alemin tümü zat
itibariyle Birdir ve bu bakımdan bakidir. Fanilik alemin suretleri ve şekilleriyle
ilgilidir.
Latife: Bir kimsenin,
kendini O'na tanıtmadan, zuhur etmesi suretiyle O'nu tanımadan, yakin nuru
aracılığıyla kalbin yakin gözü aracılığıyla O'nu görmeden hakkı bilmesi sahih değildir. Nitekim
Hz. Peygamber (s.a.v.) yüce Allah'tan şu kelamı aktarmıştır: "Arzıma ve göğüme (semama)
sığmadım; mümin kulumun kalbine sığdım."
Rahmet Tercümesi
Babı:
Latife: Hak kimi kendine
yakın kılarsa, onun düşmanları çok olur. Hak kime itina gösterirse, onu kıskananlar
çoğalır. Bil ki, Hak bir kulu, ancak himmetinin ona taalluk etmesi üzerine kendine yakın
kılar. O'nun himmeti O'nu bu menzile indirir. Senin himmetin de senin aracılığınla O'ndan sana
yönelik bir inayet yaratır senin içinde. O halde seni indiren O'nun himmetidir, sana
ait bir şey yoktur. Her şey O'ndan gelmiş O'na gider.
İşaret: Hak teala mutlak
cömerttir; kim O'na gelirse, onu seçer. Kim de O'ndan yüz çevirirse, onu terk eder. Eğer
Hakka icabet ederse, Hakla buluşur. Ama yüz çevirmeye devam ederse ve bu durumunu O'na
varıncaya, yani bütün varlıkların gittiği yere
ulaşıncaya kadar sürdürürse
Hakkın kendisinden yüz çevirdiğini görür. Hakkın kendisiyle buluşmasını ister. Ona denir ki:
Bu, senin yüz çevirmendir. Bu, senin suretindir. Ama sen onu inkar ediyorsun.
İşaret: Kim Allah'tan
başkasına bakarsa, bu bakışı onu Allah'tan uzaklaştırır. Artık,
benim düşmanım başkasıdır,
dememelidir. Aksine sen kendinin düşmanısın.
Latife: Allah'ın emri
bir tanedir. O da bir göz açıp kapama anı kadar kısa sürede gerçekleşir. Aman ha, Allah'ın
azap bakışından sakın.
İşaret: Güneş battığı
yerden doğmadıkça tevben kabul edilir. Güneşin battığı yerden doğması durumunda payına ne
düşecek, ona bak. Onun, aslında senin sırrının senin zatının batısından hakka
dönüşünden ibaret olduğunu göreceksin. Bu yüzden o sırada senin tevben kabul edilmez. Çünkü
tevbe yükümlülük dünyasında geçerlidir. Sen ise oradan göç etmişsindir. Can
boğaza dayanmadıkça Allah kulunun tevbesini kabul eder. "Felem yeku yenfauhum
imanuhum lemma reau be'sena / Fakat azabımızı gördükleri zaman imanları kendilerine bir
fayda vermeyecektir." (Mümin,85) "elan ve kad aseyte
kablu / Şimdi mi! Halbuki daha
önce isyan etmiştin." (Yunus,91)
Öğüt Tercümesi
Babı:
İşaret: Sana öğüt veren
sana öğretir. Sana öğretenin senin imamın olduğunu ikrar etmiş olursun. Sana hatırlatan
ise, senin aslında bilen olduğunu sana ikrar eder. Bunlar iki ayrı menzildir.
Latife: Öğüt seni ayırır
"Kul: innema eizukum bi vahidetin / De ki: Size bir tek öğüt vereceğim." (Sebe,46)
Hatırlatma ise seni birleştirir.
İşaret: Öğüt, nefreti ve
kaçma ihtimalini barındırır. Hatırlatma ise sükuneti ve vazgeçip dönmeyi gerektirir.
İşaret: Öğüt müminler
için, hatırlatma ise arifler içindir.
Latife: Öğüt veren
olduğun sürece konuşansın. Konuşan olduğun zaman, harf ehli olursun.
Latife: İki türlü öğüt
veren vardır: biri susarak, biri de konuşarak öğüt verir. Susanı haliyle öğüt verir. Ebu Abbas
el-Haşşab'a Fas şehrinde uhrevi dinle ilgili bir kitap okundu, o da susarak kitabın okunuşunu
dinledi. Ondan kitapla ilgili konuşması istendi. Bunun üzerine kitabı okuyana: kitabı bana
oku ve bırak, dedi. Ebu Medyen'e bu sözü iletilince,
Ebu Meyden (r.a) şöyle dedi:
Kitap onun haliydi. Hz. Aişe'ye (r.a) Rasulullah efendimizin (s.a.v.) ahlakıyla ilgili bir
soru soruldu: "Onun ahlakı Kur'andı" diye cevap verdi. Konuşarak öğüt veren de iki türlüdür. Biri
taşıdığı bilgilerle öğüt verir, biri de inandığı bilgilerle öğüt verir. Taşıdığı bilgilerle öğüt
veren kimse, Hakkın kelamını okur. Inandıklarıyla öğüt verense
Hakkın elçisi/resulüdür.
Latife: Hatırlatanlar da
iki türlüdür. Biri seni kast eder, o, elçi/resuldür. Biri de onu kast eder, o da varistir. Kast
eden kimsenin her zaman iddiasına ilişkin bir delilinin olması gerekir. Bu yüzden mürit şeyhi
deneyemez; ama şeyh müridi dener. Çünkü şeyh her zaman için kast edilendir.
Benlik Tercümesi
Babı:
İşaret: Kim mutlak
olarak "ben" derse, malik olur. Benliği kayıtlandırana gelince, benliği ne ile kayıtlandırdığına
bakılır, çünkü o, benliği kayıtlandırdığı şey içindir. Ya helak vardır sonunda ya da selamet.
Helak olan mutludur(saiddir), bedbaht(şaki) ise benlikle olandır.
İşaret: Fena ile senden
olan şey O'dur. Beka ile senden olan şey ise sensin. O halde kimin senden üstün olduğuna bak
ve ona yaslan.
İşaret: Sen sendensin,
senden kaybolman durumunda sahih olamazsın. Çünkü sen, senin huzurunu gerektirirsin.
İşaret: Sen şeydensin ve
bu şey senin şeyden perdelenmeni gerektirmektedir.
İşaret: Ben, seninle
bağlantılı olduğu yerdedir. Sen bir vakit ben ile berabersin. O ve sen bir vakit nefsinle
berabersin. Buna rağmen O, O'dur.
İşaret: "Ke=...sen"
senin hitap edenin karşısındaki hakikatindir. Tıpkı senin seninle ve hitap edenle olman gibi. Nice
zaman sen alemin ve isimlerlesin. "Ke=...sen", müşahede esnasında istenen nefsindir. En
alt ve en üst hakikatlerinin toplamı ol (kun). Bütün bunlar huzur ile olur. Eğer ondan
kaybolursan, ha(o), huma (ikisi), hum (müzekker-onlar) hunne (müennes-onlar) ve huve (O) kaim
olur.
İşaret: Zamirler,
bitişmeyi ve ayrılmayı doğurur. Şu halde hangi zamirle hitap ettiğine bak. O zaman hitap ettiğine göre
ne konumda olduğunu anlarsın: yakın mı uzak mı?
Efendilik
(Liderlik) Tercümesi Babı:
İşaret: Liderliğin
mertebeleri liderlik edilenlerin sayısına göre belirginleşir. Liderlik edilenler olmadığı zaman liderlik
de olmaz. Liderlik mertebeleri liderin kendisindedir.
İşaret: Liderlik için
sertlik ve yumuşaklık söz konusudur. Sen bu iki özelliği olmaları gereken yere yönelt.
Latife: Hakimiyet,
yumuşaklık ve baskı ile baki kalır, ama sertlik ve şiddetle baki kalmaz. Sen affedici ol ve marufu
emret.
Latife: Yönetim
açısından reaya ile askerler eşit olmazlar.
Latife: Reayanın hayatı
şefkat ve hicapla (perdelenme, sınırlanma) ile kaimdir. Askerlerin hayatı is ihsan ve
baskı ile kaimdir.
Latife: Liderin takip
edeceği siyaset lütuftur. Bu bazen zayıflıktan da kaynaklanabilir.
Latife: Liderin
siyasetinin olmayışı ya gücünden kaynaklanır ya da ahmaklığından.
Latife: Lider (seyyid)
izafi bir isimdir, bir koruyucuya ihtiyaç duyar. Bir koruyucuya ihtiyaç duya-nmsa yoksunluğu,
muhtaçlığı kesinleşir. Bu noktada bir tartışma söz konusudur. Sen kurtuluş dile.
Bahşetme
Tercümesi Babı:
Latife: Hakkı arayan
O'nu bulur; O'ndan isteyene, verir. Ama isteyen O'nu bulamaz.
Latife: Hakka ait olan,
başkasının ameline girmez, ona isnat etse de: "Küllü şey'in haliktın illa vechehu / O'nun
zatmdan(vechinden) başka her şey yok(helak) olacaktır." (Kasas,88)
Latife: Makamlara
şükretme, onları övme. Çünkü buna giren cahil olarak gizlenir, ama yerleri ve oralarda hasıl
olanı sena et. O zaman Hakkın varlıktaki mevkilerini bilen olursun.
Latife: Hakkı eksiksiz bilmen
veya müşahede etmen olmadan birini tam olarak sena etmen sahih olur mu? Bundan
başkası sena değil midir?
Latife: Evler çok gibi
görünseler de aslında iki ev vardır: Biri bilgi evidir, yani nefistir. Biri de sır evidir. Bu ikisinden
yoksun olan her ev haraptır.
İşaret: Müşrik hakkı
ispat eden, fazladan olarak ortağın varlığını da kabul eden kimsedir. Bu yüzden müşrik hem
bilgi hem de cehalet sahibidir. Keşif gerçekleşince cehalet kalkar bilgi baki kalır.
Çünkü bilgi ortadan kalkmaz; bilgi Hakkın varlığıdır. Cehalet ise ortadan kalkar; çünkü cehalet
varlığın suretidir. Hakikatinin varlığı da yokluk değildir.
Latife: Varlıkta en
gizli olan şey şirktir. Ondan kurtulabilen çok az kimse vardır. Hakimiyetinin bu denli güçlü
olmasının sebebi hakkın üzerindeki perdedir. Perdenin olması kaçınılmazdır. O halde şirk
vardır. Ancak şirkin bir kısmı bağışlanır. Bu da nefsin zahirine yansıyan şeydir. Akıcı bir
şeydir, ne yerinde durur ne de kesilir. Bir kısım şirk ise cezalandırılır. Bu da akitle irtibatlı olandır.
Tabiiyet
Tercümesi Babı:
İşaret: İnsan feleğin
kutbudur. Direktir insan. Bilmiyor musunuz; insan dünyadan ayrıldığında dünya harap olur,
dağlar yerinden ayrılıp dağılır, gökler parçalanır ve yıldızlar sönüp gider.
Latife: Adem meleklere
isimleri haber verdi. Bu, onlar tarafından bilinen şeyin özel bir lisanla bildirilmesiydi.
İşaret: İç dünyanda sana
kapıların açıldığını, fethin gerçekleştiğini gördüğünde, bunu kendi halinde tart ve yanında
şeriatın sınırlarını muhafaza et. Eğer tartı sana göre hak ile kaim olursa bil ki, bu fetihler
ve varidatlar, mutluluk ve kabulün müjdeleridir. Eğer bundan başkası olursa, tuzaktan sakın,
çünkü tuzaktan başkası olması mümkün değildir.
Latife: İnsan Hakka
mensub zikri, yani Kur'anı kullanmak zorundadır. Kur'an'ı hangi dille okuduğuna bak. Çünkü huzur
ve sekine Kur'anla iner, ama dillere göre.
İşaret: Cemat veya cemat
dışında varlıkta kaim olan her zatın Allah'ın emrinden bir ruhu ve koruyucusu vardır. Allah
tarafından ya akıl sahibidir ya da yine Allah tarafından akıl sahibi değildir. Allah
tarafından akıl sahibi olmayanlar bazı insanlar ve cinlerdir. Bu yüzden bütün mahlukatın tabiiyeti
sahih olur. Şeriatta buna dair örnekler çoktur: çakıl taşlarının
teşbih etmesi, taşların selam
vermesi, hurma ağacı kökünün inlemesi gibi. Bunun gibi velilerin kerametleri ile ilgili
olarak bir çok sahih hikaye rivayet edilmiştir.
Kemal Tercümesi
Babı:
İşaret: İnsanın ruhuna
bakması gerekir; beden şehrine nasıl yöneldi? Hakkın beden şehrine yerleştirdiği hikmet ve
güzel tertip gibi olgulara yardımcı olmak üzere nasıl girdiğini gözlemlesin? Çünkü insan en güzel
yaratılışa sahiptir. Bu olguya bakmaya başladığın zaman, iyice derinleş, insanın
içine girmediğin bir tek zaviyesini, bilmediğin bir tek gizliliğini
bırakma. Çünkü insan hakkın
hazinesidir. Sen büyük bir ilim üzerinde duruyorsun: "Senurîhim âyatina fî'l
afaki ve fi enfusihim hattâ yetebeyyene lehum enhu'l hakku / İnsanlara ufuklarda ve kendi
nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki onun gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun."
(Fussilet, 53) "Ve fi enfusikum efela tubsirun / Kendi nefislerinizde
de öyle. Görmüyor musunuz?"
(Zariyat,21) Kendini bilen rabbini bilir. Kendini en iyi bileniniz rabbini en iyi
bilendir.
Latife: Sütten saf
tereyağından başka bir şey alınmaz. Sen de şeylerin ruhlarını kavramaya çalış. Bal olarak
arının kendisi için biriktirdiğinden başkasını alma. İlim şarabından, ayakların çiğnemediği
halis olanından başkasını içme. Sulardan sadece
yağmur suyunu iç. Çünkü yağmur
suyu damlayan bir sudur ve içinde fazladan ilim vardır.
Latife: Sandığın
kapısına kilit vurduğunda, malın harcanmasına engel olursun. Oysa malın hayatı harcanmaktan
ibarettir. Çünkü mal harcanmak için yaratılmıştır. Malın karakteri harekettir, elden ele
dolaşıp tedavülde olmaktır. Buna kanıt mı istiyorsun? O zaman kulağını kilitli sandığa
yaklaştır; malın sandığın içinde hareket ettiğini duyacaksın. Eğer kilidi açmaya gücün
yetiyorsa, kırma. Çünkü her hangi bir vakit malı biriktirip saklama gereği duyabilirsin. Kilit senin
dilindir; anla.
İşaret ve
Latife: Haris,
cimri veli bir başkasıyla değiştirilir. Cimrilik eden ancak kendi nefsinden cimrilik eder. Nitekim
şöyle buyurulmuştur: "Ve in tetevellu yestebdil kavmen gayrekum su.rn.me la yekunu
emsalekum / Eğer O'ndan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık
onlar sizin gibi de olmazlar." (Muhammed,38) Sizin gibi haris cimriler olmazlar, bilakis kerem
sahibi cömertler olurlar. Bunu bil.
Kum Tepesi
Tercümesi Babı:
Latife: Ayaklar kum
tepesi üzerinde sabit duramaz. Kıyamet günü, Allah'ı görme anı beyaz bir kum tepesi üzerinde
olacaktır.
Latife: İblis, ancak yüz
çevirmeden sonra kendisinden secde istendiğini bilmedi. Sorumluluk noktası burasıdır. Kim
takdir edileni gerçekleşmeden önce müşahede ederse, ona duçar olur. Bizim
ashabımızdan da buna duçar olanlar var. Bu, ona fayda verdi mi vermedi mi?
Latife: Cömertliğin hoş
kokulu esintilerinden ibaret nefesler alemi insana varit olduğunda, onda bir özlem ve
endişe zuhur eder. Rahmanın nefesi yemen tarafından bize gelir. İman Yemenlidir (berekettir).
Hikmet Yemenlidir. Şefkat buradadır. Hz. Peygamber (s.a.v.): Rabbinizin hoş kokulu
esintilerini Yemen tarafından karşılayın, buyurmuştur. Mekanları ona hazırlayın. Ancak
nur heykellerini nefesler harekete geçirir. Karanlık heykellerini de nefesler ortadan
kaldırır: "Ke ennehum huşubün musennedeh / Onlar sank duvara dayanmış kütükler
gibidir." (Münafikun,63)
İşaret: Hikmetler
kalıplara yerleştirilmişlerdir.
Latife: Bir şekil yapan,
onu yuvarlak yapsın. Çünkü rüzgarların onu hareket ettirmesi kaçınılmazdır. O zaman
yuvarlanır, fakat kırılmaz. Küre biçimindeki şekil daha kalıcıdır.
İşaret: Ortada Haktan ve
mahlukattan başka bir şey yok. Bunlardan birine yöneldiğinde diğerine yüz
çevirmiş olursun.
Şeriat ve
Hakikat Tercümesi Babı:
Latife: Bilmeyen,
şeriatın hakikatten farklı olduğunu düşünür. Heyhat! Düşündüğü ne kadar yanlıştır! Aksine hakikat
şeriatın aynısıdır. Çünkü şeriat beden ve ruhtan ibarettir. Şeriatın bedeni ilim ve hükümler,
ruhu ise hakikattir. Dolayısıyla ortada şeriattan başka bir şey yoktur.
İşaret: Şeriat
vaziyettir, konulmuştur; onu hak, kulları için vazetmiştir. Şeriatın bir kısmı işitilmiş, bir kısmı
işitilmemiştir. Bu yüzden bazı peygamberlere tabi olunmuş, bazılarına tabi olunmamıştır:
" "Vela tekunu kellezine kalu. semi'na ve hum la yesme-un I İşitmedikleri halde işittik
diyenler gibi olmayın." (Enfal,21) " Kemeseli'llezi yan'iku bima la yesma'I Sadece çobanın bağırıp
çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer." (Bakara, 171)
Latife: Bir yer var ki,
orada dünya hükümleri bilgisinden ibaret şeriat ile ahiret bilgisi ve hak hükümlerinden ibaret
hakikat birleşir. Orada hükümler bilgisinden sorgu yapılır.
İşaret: Hükümler
ilminden sadece senin için belirginleşen kısmını al, nefsinle meşgul ol ve nerede olursan seninle
beraber olan ilmi elde etmeye bak. Yükümlülük ilmini burada bırakırsın. Allah'ı bilmeyi ise
kendinle beraber taşırsın. İlim nerede olursa olsun malumunu gerektirir.
İşaret: Kainatta olan
her şey insana boyun eğdi-rilimiştir, buna rağmen insan inkar eder: "KutüeV in-sanu ma ekfereh
/ Kahrolası insan! Ne inkarcıdır!" (Abese, 17)
İşaret: "Ve
ilahukum ilahun vahid / Sizin ilahınız tek bir ilahtır." (Bakara, 163) Her insanın hevası tan-rısıdır,
mabududur. Eğer Allah'a ibadet ederse, O'na nasibinden dolayı ibadet eder. Nasibi ise kuldur.
He-va hayata uygundur. Eğer insanın hevası değişirse, kendi nefsinde mutlu olmaz. Onu
görense mutlu olur. Eğer ateşe dönüşürse, önceden mutlu olmadığı halde, onunla
mutlu olur.
İşaret: Konuşan, sesi ve
harfiyle sana seslenen kimse değildir. Konuşan, sahip olduğu anlamları sana ulaştırma
gücüne sahip kimsedir. Şu halde varlık bizimle konuşmaktadır, deme. Bu, senin
anlamandır, varlığın konuşması değildir. Biz ise
konuşmasından söz diyoruz, senin
anlamandan değil. Bunu bil.
Habibe b. Said
Tercümesi Babı:
İşaret: Arşın taşıyıcısı
melekle birlikte insanı talep eder. Çünkü insanda ona ait bir sır vardır ve her insan bunu bilmez.
Latife: İnsan değişik
şeylerden bir araya getirilmiş bir varlıktır. Ona şekil verildikten, her organı dengeli bir şekilde
olması gereken yere konduktan ve cismani sureti belirlendikten sonra bahşedici
hakikat ona yöneldi ve tedbir ruhu onun içine hayat ruhunu üfledi. İnsan canlı oldu.
Allah'ın emriyle ona yöneldi bu ruh ve ona vekil oldu.
Latife: Ona yaraşan
insan olmasıydı. Sonra varlığı kalıcı olsun diye ilahi destek peşpeşe ona yöneldi. Sonra iddia
ettiği şeyi iddia edince ayrılık makamında belirdi. Ki kim olduğunu bilesin. Burada insana
vaad ve tehditle hitap edildi. Ona bununla ilgili bir de misal sunuldu ki, söylenenleri
anlasın.
İşaret: Cismin iki ayak
üzerine dikilmiş bir kürsüdür, letafetin rahmetin varlığıyla seni kuşatan arştır. İnsan neden
cisimler aleminden uzaklaşır! Dünyada ve ahirette cismin olması zorunludur. Çünkü o varlık
kemalinin suretidir, teşrif kemalinin degil.
Latife: Acaba insan şu
ayeti duymamış mıdır: "Ve cealna'l leyle libasen / Geceyi bir örtü yaptık." (Nebe,10)
huzur bulacağı bir vakit kıldık? "Ve cealna nevmekum subaten / Uykunuzu bir dinlenme
kıldık." (Nebe.10) ayetini duymamış mıdır? Çünkü latif varlığın rahatı ancak cismin varlığı ile
mümkündür, ki latif varlık melektir.
İşaret: Yüce Allah şöyle
buyurmuştur: "Ve ma haleknas'semae velarda ve ma beynehuma batılen / Göğü, yeri ve
ikisi arasındakileri biz boş yere yaratmadık." (Sad, 27) Sen de yerle gök arasında değil
misin? Bunlardan yaratılmış bir varlık olarak kemale erdiğin zaman, sen de haksin.
İşaret: "Allahullezi
haleka seba semevati ve min erda mislehunne / Allah, yedi kat göğü ve yerden bir o kadarını
yaratandır." (Talak, 12) Allah emri gökle yer arasında indirip durur ve sen de bu ikisi
arasın-dasın. Dolayısıyla sen ya emrin aynısı veya emrin mahallisin.
İşaret: Eğer zakkum
ağacı olmasaydı, tuba ağacının değeri bilinmezdi.
Döndürme
Tercümesi Babı:
İşaret: Ey Mürid!
Tahtının dayanakları senden eşyanın aslını bilmeyi ister. Bunları bil; övgüyü hakkedersin.
Latife: İçinde
bulunduğun meşime (döl yatağı), sen onun içinde bulunduğun sürece senin suretinde olur. Ama sen
ondan ayrıldığında artık senin suretinde olmaz. O halde bitişikliğini anla. Ya niçin muhtaçsın!
Çünkü ayrılığınla birlikte muhtaçlık seninle irtibatlanmıştır. Uzaklık
yoksulluğun sebebidir. Yakınlık ise varsıllığın ve nitelenmenin sebebidir. Ebu İkal el-Mağribi
Mekke'de Meşime yakınlığı makamında kırk sene yemeden içmeden kaldı, sonra öldü.
Latife: Gölgen senin
suretindedir, sen de suret üzeresin. Şu halde sen bir gölgesin. Bu da gösteriyor ki, hareket
ettirme sana ait değil, Hakka aittir. Nitekim hareket ettiren sensin, gölgen değil. Ne var ki
sen itiraz ediyorsun ve kendi değerini bilmiyorsun; buna karşılık gölgen itiraz etmiyor.
Ey gölgesi kendisinin değerini kendisinden daha iyi bilen! Ne zaman kurtulacaksın?!
Latife: Kişi bir de
olsa, görünürde bir gölgesi ve bir sureti vardır, deme. Çünkü karşılaştığı nurlar sayısınca bir
kişi için gölgeler zuhur eder. Aynalar adedince suretleri ortaya çıkar. O, zatı itibariyle
birdir; ama suretlerde tecelli edişi veya nurlar içindeki gölgelerde belirişi itibariyle birden
fazladır. O halde suretler birden fazladır; ama O Birden fazla değildir. Üstelik suretler
de Ondan gayrisi değildir.
İşaret: Hak zatı
itibariyle birden fazla suret kabul eden birdir. Suretlerin sınırı vardır, cevherin değil. Cevher değişmez;
ama suret başka bir hale dönüşür. Bu da kendi içinde bir dönüşümdür, yani ortadan kalkar.
Bunu bil.
Müşavere
Tercümesi Babı:
Latife: Değnek ve
dalları birer birer kırmak mümkündür; ama demet haline getirdikten sonra onları kırmaya
güç yetiremezsin. O halde birleşin ve birbirinizden ayrılmayın. Bilgi topluluk ve
varlık pınarından doğar.
İşaret: Haktan başkasına
sarılan helak olur, şefaatçilerin şefaati de ona fayda vermez. Nuh'un (a.s.) ameli salih
olmayan oğlu şöyle demiştir: "Seâvî ilâ cebelin ye'asımunî mine'l mai feesbeha
mine'l muğrekine / Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım.... Böylece boğulanlardan oldu."
(Hud,43)
İşaret: Hak varlıkta
birdir, insan da oluşta (kevn) birdir.
İşaret: Kainat çift oluş
üzere yaratılmıştır. Çünkü aslı iki kabzadır ve iki kabzadan zuhur etmiştir.
Latife: Ey insan! Kainat
denizinde yolculuğa çıktığın zaman yelkenini aç. Hakkın denizinde yolculuğa çıktığın
zaman yelken açma. Çünkü Nuh'un gemisinin açılmış bir yelkeni olmadığı için, onunla
ilgili olarak şöyle denildi: "Tecri bieyunina/Gemi gözlerimizin önünde akıp gidiyordu."
(Kamer, 14)
Latife: Hak, kendisiyle
ilgili hususlarda işlenen kusurları hoş görür; ama başkasının hakkı ile ilgili hususlarda
işlenen kusurları cezalandırır. O halde ey başkası! Bu ahlakı edin. Kendin için değil, hak için
cezalandır.
İşaret: Burada tevazu
göstermeyen orada alçalır. Burada huşu gösterip korkmayan, orada zilletten dehşete kapılır,
korkar. Öyleyse karanlık heykeller içinde ürperip huşu duyanlar, nurdan heykeller
içindeki huzurdan dolayı sevinsinler.
İşaret: Kesin olarak
ortaya çıkmıştır ki öğreten haktır, dolayısıyla kimseye minnet etmemek gerekir. Öyleyse
öğrenmeye aracı olana, emir açısından değil fiil açısından teşekkür etmek gerekir. "En
eşkur II veli valideyke üeyye'l masîr / Önce bana, sonra da ana-babana şükret...dönüş ancak
banadır." (Lokman, 14)
İşaret: Ey salik! Gücün
yettiğince beşeriyet perdesinden sakın.
Hükümdara
Hamdetme Tercümesi Babı:
Latife: Bu makamdan ve
kapsayıcı azamet makamından başka iki rahmetten sonra gelen tali iki rahmeti kapsayan
başka bir rahmet yoktur. Buna göre icmal rahmetinin önceliği vardır; tafsil rahmeti
ise talidir. Nitekim Kur'an'da bu makama dikkat çekilmistir. Örneğin Fatiha suresinin başında
Besmele vardır. Ardından Rahman ve Rahim sıfatları zikredilir. Fussilet suresinin
başında Besmeleden sonra Rahman ve Rahim sıfatları anılır. Yine buna yakın bir mahiyette "Bismillahirrahmanirrahim" dendikten sonra "Errahman alleme'l kur'ân / Rahman Kur'anı
öğretti." (Rahman, 1-2) deniyor. Bundan maksat mümin kullarının kalplerine nüzulüdür
ki bu gönüller O'nu kapsamışlardır. Bu aslından O'ndan
O'na bir iniştir; anla. Ey Salik!
Hakkın, senin kendisine yükselişin derecesine göre diktiği işaretlere bak! Bu işaretleri
birer birer katet, sonra O'na varırsın.
Latife: İnsanların büyük
çoğunluğu, hakkın kendilerinden sadece manevi boyutları çağırdığını sanan grupta yer
alırlar. Bu yüzden zahirlerinin değerini görmezler. Sırf fikri bilgilerle yüce maneviyatları,
letaifi kutsamakla uğraşırlar. Oysa gerçek onların inandıklarının tam aksidir. Çünkü
Hak onları bütün olarak davet etmiştir. Davet edilenlerin değişmesiyle birlikte davet aracı
da değişmiştir. Örneğin göz davetinde kullanılan aracı, kulağın davetinde kullanılan
aracıdan farklıdır. Aynı şekilde falan şeyin davetinde kullanılan aracı da falanca şeyin
davetinde kullanılan aracıdan ayrıdır. Kim bu davetlerden
birine icabet eder de diğerine
icabet etmezse icabeti kabul edilmez. Bu makamda bulunan zatlar şöyle demişlerdir: Ortada
bir tek büyük günah vardır; emre muhalefet etmenin imkanı yoktur. Çünkü cezası
ha-fifletilse ve affedilse de haramı çiğnemek büyük günahtır.
İşaret: Ey Salik! Senin
her bir cüzün konuşan bir alemdir. Dolayısıyla işitme organının senden alınmış olması,
Onunla konuşmaktan seni alıkoymasın. Hiçbir zaman, ben yalnızım deme. Sen yalnız
değilsin; aksine sen senden kaynaklanan çokluk içindesin: "Yevme teşhedu aleyhim
elsinetuhum ve eydlhim ve erculuhum / Dilleri, elleri ve ayaklarının, aleyhlerinde
şahitlik edeceği gün." (Nur,24) "Ve kalu liculudihim lime şehidtum aleyna / Derilerine: Niçin
aleyhimize şahitlik ettiniz? derler." (Fussilet,2 1)
Latife: Şüphe ilminin
sana ilham edilmesinin sebebi, konuşmanın onun içinde olduğunu, ama senin bunu fark
etmediğini bilmeni sağlamaktır.
İşaret: Herkesle Onun
ahlakı üzere beraber ol ki O da seninle beraber olsun.
Mağfiret
Tercümesi Babı:
İşaret: Allah'ın,
yeryüzündekiler için istiğfar eden, bağışlama dileyen melekleri vardır. Allah'ın "Rabbena ves'ıte
külle şeyin rahmeten ve ilmen fağfir müminlerin bağışlanmasını isteyen "ey rabbimiz! Senin
rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır, o halde bağışla' diyen" (Mümin,7) melekleri vardır. Yüce
Allah kullar içinde mecburiyet olgusunu var etmiştir. Kullar ihtiyaçları dolayısıyla
hakka, yakınlaşma amaçlı tevbe olmaksızın döndüklerinde "İnnekum aidune / siz
döneceksiniz." (Duhan,15) buyurduğu gibi olurlar. Yani kullar Allah'ın buyurduğu gibi O'na dönerler.
Melekler de onların bu dönüşlerine suret olarak yardım ederler. Yeryüzünde bulunanlar
için bağışlanma dilerler ve dualarına da icabet edilir. Ama dönüş, yakınlaşma amaçlı tevbe
ile birlikte olunca iman edenler için bağışlama dileyenler onlar için de bağışlama dilerler.
Çünkü rahmetin en geneli dünya ile, en özeli de ahiret ile ilgilidir. Allah'ın yüz rahmeti
vardır, bundan bir tanesini dünyaya özgü kılmıştır. Böylece bu
genellik bütün teklikleri
kapsamıştır. İnsanlar da bu rahmet neticesinde birbirlerine rahmet ederler. Kıyamet günü bu bir rahmet, diğer doksan dokuz rahmete eklenir ve Allah bununla bütün mahlukata rahmet eder.
Şefaat de bundan kaynaklanır. Ama bu genellik gerçekleşmez. Bu anlam üzerinde
düşünün ve iyice tahkik edin. Bütün insanlar bu konuda şaşkınlık içindedir; bütün
tasarrufun rahmete ait olduğunu, başka hususların ise kendileri itibariyle değil konumun hükmü
gereğince zuhur ettiğini bilenler hariç. İşte bilgi sahibi olmayı sağlayan sır buradadır.
İşaret: Perde açıldığı
zaman her şey olduğu gibi açığa çıkar. Bunun neticesinde; bilen rahat eder, cahil ise büyük
bir hüsrana uğrar. O halde ölümden önce ilim aracılığıyla kendi nefsini idrak et. Çünkü
karanlık önündedir ve onda ilminden başka bir ışık yoktur. Amellerinin en şereflisi de
ilimdir.
İşaret: Ey Salik! Rabbim
Allah'tır, deme, düşmanlarına senin aleyhine fırsat vermiş olursun; Ama "Allah
Rabbimdir", de; Allah ismi düşmanlarını kahreder, senin aleyhine bir imkan bulamazlar.
Latife: İnsan, alemin
ruhu olmasına kanıp, ben ondan şerefliyim, dememelidir. Alem senin kardeşindir. Alem ve insan
birbirini bütünler. Anneni ve babanı tanı.
İhlas Tercümesi
Babı:
İşaret: İhlas menzilde
hiç kimseyi bırakmaz.
Latife: Miras hususunda
çamurun çocuğu (vele-du't-tin) ile dinin çocuğu (veledu'ddin) arasında fark vardır. Din ilme,
çamur ise mala aittir. Dinin çocuğu senin dostun, çamurun çocuğu senin düşmanındır.
Baban, sana infak eden kimsedir. Eğer babana sen infak ediyorsan, sen onun
babasısın.
Latife: Sen, içinde
sırrın yaşadığı evsin. Evin gündüzü sırrın içinde zuhur etmesidir. Gecesi sırrın kaybolmasıdır. O
halde geceleri ibadet et, gündüzleri anlat.
İşaret: Ölümden sonra
insanın sureti, dünyadaki hallerinin çeşitliliğine paralel olarak çeşitlenir. O halde dünyada en güzel
hallerde ol ki, ölümden sonra en güzel surette olasın.
İşaret: Bir suç işleyen
ve Hakkın çok bağışlayıcı olduğunu bilen kimse bağışlanır; bir suç işlemeyen, ama Hakkın çok
bağışlayan olduğunu bilmeyen kimse suç işliyor.
İşaret: Ey Salik! Burada
"vav"ın kapılarına yapışma, bedbaht olursun. Çünkü cehennem şehvetlerle
kuşatılmıştır. Açılması "vav" ile kayıtlı olmayan kapılara yapış,
mutlu olursun. Çünkü cennet zorluklarla
kuşatılmıştır. Cennetin ortasındaki cehennemin ortasında bir cennet vardır. İşaret
ettiğimiz bu hususları iyi öğren.
Doğruluk Nurunun
Gönderilmesi Tercümesi Babı:
İşaret: Doğruluk şerefin
sıfatıdır. Bütün mucizeler buna delalet eder. Kur'andaki icazın suretini sordum, bana
denildi ki: Kur'an'daki icazın sureti gerçek doğruluk olması ve yalancıya karşı olmasıdır. Ey
salik! Doğruluktan ayrılma! İki cihanda akıllara durgunluk veren olağanüstülükler görürsün.
İşaret: İleri! İleri!
Geri kalma. İnsan geri kaldığında, Hz. Rasulullah (s.a.v.) güneş tutulması (ku-suf) namazından
geri kalınması üzerine görüp de hoşnut olmadığı şeyi görür. Hz. Nebi (s.a.v.) namazda ilk
saftan geride kalanlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Bir topluluk her zaman geri kalır,
nihayet Allah da onları cehennemde geri bırakır." "Ve lekad alimna'l mustakdimîne velekad alimna'l
muste'hırîne / Andolsun biz, önce gelip geçenleri de biliriz, geri kalanları da
biliriz." (Hıcr,24)
İşaret: Doğruluk üzere
hakka bir hafta, hatta bundan daha az bir süre arkadaşlık et. Eğer Allah'a yemin etmiş
olmasaydım, kuşlar başının üzerinde gölge yapacaklar, vahşi hayvanlar arkanda namaza
duracaklar, seninle yoldaşlık edecekler, senden doğuları ve batıları aydınlatan bir nur
çıkacak diye ant içecektim. Allah'ın şu sözünün karşısında benim bu dediklerim ne ki: " Bana
bir karış yaklaşana ben bir zira yaklaşırım."
İşaret: Sadık kişi doğru
konuştuğunda, ondan bir nur çıkarsa, güneşine baksın. Güneş batıya meylettiğinde
adımlarının titreyip titremediğine baksın. Eğer adımları titremiyorsa, o zaman engele
baksın; rüzgarın dindiğini görür. Sonra rüzgarı neyin dindirdiğine baksın. Ardından rüzgarın
dinmesiyle birlikte beraberinde ne kaldığına ve neyi kaçırdığına baksın; bu durumda
alametleriyle beraber olur.
İşaret: Ey Salik! Yemini
ibraz et. Elinden geldiğince bir iş için kimse üzerine yemin etme. Ama "inşallah"
(Allah dilerse) de. Ki olaya ilahi dileme hakim olsun ve sen de rahat edesin.
İşaret: Aslından ayrılıp
çıkan gariptir. Gurbetin acısı da şiddetlidir. Bedbaht insan ahirette gariptir, mutlu insan da
dünyada gariptir. Ne mutlu gariplere!
İlk Saf Tercümesi
Babı:
İşaret: İlk safta duran
kimse, ruhların saflarını en mutedil halde gözlemler.
İşaret: Suhuflar
nefeslerle birlikte hareket eder. Kafirlerin suhufları silinmiştir. O kadar ki silinenlerin izlerini
anlayamazlar. Böylece sapıklıklarına devam ederler.
İşaret: İlk saf,
peşinden gidilen, tabi olunan imamdır, ondan ayrılma.
Toplama ve
Varlık Tercümesi Babı:
İşaret: İnsan varlığın
kalbi ve merkezidir. Mümin varlığın yüreği ve ruhudur.
İşaret: Ay birdir,
menzil birdir, hareket birdir; ama etkiler muhtelif. Bunlar kime döner?
Tabi ki müessire.
İşaret: Ayın artışı
uzaklığın ve müşahedenin habercisidir. Eksilmesi ise yakınlığın ve perdelenmenin habercisidir.
Kuşkusuz bu hayret verici bir şeydir.
İşaret: Senin halka
dönük bir zahirin, hakka dönük bir batının vardır. Hak ne zaman senin zahirinde zuhur ederse,
halk nezdindeki saygınlığın ortadan kalkar. Bu senin için mutluluktur. Çünkü seni hak ile
baş başa bırakmış olurlar.
İşaret: Kul hakkın
nezdinden ayrıldığında, ona hizmet edilir ve saygı gösterilir. Hakkın yanına girdiğinde, çok
özel kişilerden başka kimse onu bilmez, saygı göstermez.
Latife: İnsan halkla
beraber olduğunda onu küçümserler, onlardan ayrıldığında onu özlerler. Onlar cahildirler. Bir
yaban eşeği çarşıya girdiğinde bir dükkandan bir şey yemek için ağzını uzattığında dükkan
sahibi buna güler ve sevinir. Kendi eliyle yaban eşeğinin ağzını uzattığı şeyi ona yedirir.
Halbuki bu yaban eşeğinin ona hiçbir faydası olmamıştır. Buna karşılık bir evcil eşek
dükkandaki bir yiyeceği yemek için ağzını uzatsa dükkan sahibi eşeği döver. Halbuki bu eşek onu
ve dükkanındaki eşyayı sırtında taşımıştır. Dükkanındaki bütün eşyalar bu eşeğin sırtında
taşınmıştır. Dükkan sahibi bu saygınlığa riayet etmez. Bundan daha büyük bir cehalet
olur mu?! Aslında bu cehalet değildir, arkasından pişmanlık
gelen bir gaflettir. Eğer evcil
eşeğin neden küçümsendiğini, buna karşılık yaban eşeğinin neden hoşgörüyle
karşılandığını araştırırsan, bunun sebebinin sürekli beraber ve bir arada bulunma olduğunu
görürsün. Bu beraberlik ve birliktelik bir çok menfaat sağlıyor olsa da. O halde elinden
geldiğince halktan uzaklaş, o zaman onların yanında aziz olursun.
Latife: Buğdayı
harmanlayan hayvanların pisliği saman içinde kalır. Hayvan samanı yer ve buğday tanesini ayıklar.
Ahirete göçen de öyle. İnsanların sözleri kendilerine döner. Salik ise sebat ettikçe halis
olur.
Kapıların
Açılması Tercümesi Babı:
İşaret: Kapalı bir kapı gördüğün zaman, bil ki, arkasında bir şey var; onu açmaya
çalış.
İşaret: Övgüler kimin
üzerinde toplanmışsa, bütün hayırların kapıları onun için açılmıştır.
Mülkün Malikinin
Tercümesi Babı:
Latife: Mülkün maliki
Haktır. Çünkü mülk O'ndan istenir ve O mülkü verir.
İşaret: Bir kimseye bir
hilat giydirilmişse, giydirilmiştir. Çünkü bu hilat çıkarılamaz.
İşaret: Teşbih ederek
tehlil getirerek (lailahe illallah diyerek) yeryüzünde dolaş. Ta ki kendinden ya da konuşmayan
varlıktan cevap alıncaya kadar.
Latife: Kalp
marifetlerle dolduğu zaman, nefisten sakınmak lazım. Çünkü nefis evleri yıkan, toplulukları dağıtandır.
Latife: Allah'ın
zikrinden başka kalbindeki her şeyi boşalt. Çünkü zikir kapıyı çalmaktır.
Kapıda kim var? denilir.
Falan, diye cevap verilince..
Kapıyı aç, diye seslenilir.
Maksat hasıl olmuştur.
Latife: Kim Allah'a
gerçekten secde ederse, ebediyen başını secdeden kaldırmaz. Secdeden sonra başını kaldıran
biri Allah'a değil, perdeye secde etmiştir. Sehl b. Abdullah, bir Abid'e: Kalb ne zamana kadar
secde eder? diye sordu. Ebediyete kadar, cevabını verdi. Sehl bir daha onun
hizmetinden ayrılmadı.
Nefis ve Ruh Arasında
Ortaklık Tercümesi Babı:
İşaret: Veliyi hal
çevirir, Nebi hali döndürür. Nebî ve Veli üç hususta birleşirler: Ledünni ilimde, uyanıkken hayal
görmede, himmetle fiil işlemede. Nebi tabi olunan Velininse tabi olan olması
noktasında ise ayrılırlar.
İşaret: "Ya ehle
yesribe la mukame lekum / Ey Yesribliler! Artık sizin için durmanın sırası değil."(Ahzab, 13)
Muhammedi makam, önderlik makamıdır, Ondan başkası ise Ona yönelmek durumundadır.
İşaret: Alem ortadır. O
da öncesi sonsuzluk olan andır. Sonrası sonsuzluk olan ezeldir ki, o da ebed'dir. Ebedi
ezele doğru çevir. Çizgi birleşsin. O zaman kadim (öncesiz) ile hadis (sonradan olma) açığa
çıkar.
İşaret: Hakka yakınlık
zatı arındırmak, temizlemekle olur. Bu da sadece erkeklere özgü bir şey değildir. Aksine bu,
Allah'ın lütfüdür, onu dilediğine verir. Nitekim Meryem ve Asiye gibi kadınlar kemale
ermişlerdi.
Taksim Tercümesi
Babı:
İşaret: Kitapları
okuduğun zaman, durumunu bil ve bu kitaplarda sana hitaben söylenenlere bak. Çünkü durumlar
hitapların mahallidir, zatlar da onları taşır.
Latife: "Namazı
kulumla kendi aramda taksim ettim." Böyle buyuruyor yüce Allah Resulünün (s.a.v.) lisanından. En
büyük kevn iki kısım halinde yaratılmıştır. Bir kısmı hakkın, bir kısmı da senindir.
Hak için olan kısım seni bilmez. Sen de kendin için yaratılan kısmı bilmezsin. Ama bilinmesi
gerekir. Çünkü Allah onları yarattığı zaman, kendilerini şahit tuttu ve aşık oldular. Hak
perdelenmedi, onlar da bir daha dönmediler. Senin için yaratılan kısma gelince, ondan
nurların heykelleri çıkarıldı ve içlerine ilimler ve hakikatler nakşedildi. Sonra perde
kaldırıldı. Üzerine varlık güneşi doğdu. Bunun üzerine parladı ve
hamdedip dile geldi. Sonra
kendine baktı ve teşbihle dile geldi. Sonra gölgesine baktı ve ululama ile dile geldi. Sonra
ilmine baktı ve tekbir söyledi. Bunun üzerine şöyle seslenildi: Bildin, devam et. Sonra üzerinden
asırlar geçti, ev eskidi, nur bulanık bir şekilde parlamaya başladı. Böylece kendi ilminden
perdelendi. Sonra "yureddu ila erzelil umuri li keyla ya'leme min b'adi ilmin şey'a /
daha önce bilgili iken hiçbir şeyi bilmez hale gelsin diye ömrün en kötü çağına kadar
yaşatılacak." (Nahl,70)
Sebeb Tercümesi
Babı:
İşaret: Varlık
cömertliktedir (cömertlik zenginliktir). Hz. Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: "Allah
buyuruyor ki: İnfak et, ben de sana infak edeyim."
İşaret: Kulun infak
etmesi, ilahi cömertliğin anahtarıdır. Dolayısıyla senin cömertliğin başında yaptığın şey, onun
anahtarıdır. İlkini deneyen gaybın anahtarlarına sahip olur. "Küllema nedıcet culuduhum
beddelnahum culuden gayreha / Onların derileri pişip acı duymaz hale geldikçe, derilerini
başka derilerle değiştiririz." (Nisa,56) Pişip olgunlaşmak değişmenin sebebidir. Dolayısıyla
azap mahiyetinde cömertliğin anahtarıdır. Bunun üzerinde düşün.
Latife: Müzik
dinleyenler, içinde Allah'tan başkasının adı anılan şiirler dinleyerek vecde gelenler, mahlukat içinde
haktan en uzak kimselerdir. Çünkü onlar, üzerinde Allah' ın adı anılmayan şeyleri yemiş
gibidirler: "Ve ma lekum ella te'kulu mimma zukires-mullâhi aleyhi vekad fessale lekum ma
harreme aleykum / Üzerine Allah'ın adı anılıp kesilenden yememenize sebep ne? Oysa Allah,
haram kıldığı şeyleri size açıklamıştır." (En'am, 119) Vecd hali, bu haldeki kimsenin
üzerine inişi gerektirdiği için, ayette şöyle buyurulmuştur: "Ve innehu lefiskun ve inne
şeyatine leyuhune ilâevliyaihim / kuşkusuz bu büyük günahtır. Gerçekten şeytanlar dostlarına
telkinde bulunurlar." (En'am, 121) Bu da Hakkın vahyinin karşıtıdır. Uyanık ol.
İşaret: Gerçek kul, Hak
ile veya Hakkın kelamı ile Hakka yaklaşandır, ki Hakkın kelamı da Haktır.
İşaret: Müzik dinleyen
kimse nağmenin yanındadır, hakkın değil.
İşaret: Boşalma
zatlardan olur, amel ise suretlerde kalır.
İşaret: Kelimeler
varlıklardır. Her cevher de bütün denizlerden bir ferttir. Ondan başkasını nokta ile yazma. Çünkü
kalemlerin yazdığı kelimelerle başkaları arasında nice farklar vardır!
İşaret: "Halekakum
min nefsin vahıdetin /Sizi bir tek nefisten yarattı." (Nisa.l) "Ve nefahtufihi min ruhî I Ona
ruhumdan üfledim." (Hicr,29) Demek ki, bedenler bir bedenden, ruhlar da bir ruhtan türemiştir.
Bu, alemin bir'den var edildiğine yönelik bir işarettir. O'ndan başka ilah yoktur, her şeyi
bilen(Alîm)-dir, her şeye güç yetiren(Kadir)dir. İlâhınız bir tek ilâhtır.
Aksa Tercümesi
Babı:
İşaret: Birinci kıble,
ikinci kıblenin şerefliliğinin delilidir. Çünkü birinci kıblenin varlığına rağmen kıble ikincisine
çevrilmiştir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ben Adem oğullarının efendisiyim. Ama
bunda övünülecek bir şey yoktur." O halde en en şerefliye yönelmekle onurlan.
Latife: Sevinmek
müminlerin sıfatlarından biridir. Çünkü onlar, iman ettikleri şeyi bekleyen kimselerdir. Onunla karşılaştıklarında sevinirler. Oruç tutan için iki kere sevinmek vardır. Muhakkik ariflere gelince,
marifetle birlikte sevinmeleri caiz olmaz. Aksine eğer kederlenmeleri caiz olsa,
duyduklarında kederlenirler. Onları kendi tasavvurlarıyla baş başa bırakın. Eğer içlerinde
şahidin müşahedesi olmasaydı, hüzünlenirlerdi. Bu yüzden müşahede esnasında onlarda bir
sevinme görülmez. Çünkü onları yok eden azamet bütünüyle benliklerini
bürümüştür. Onları hareketten alıkoymaktadır. Sevinmek de bir harekettir. Onun için nimetlere
kavuşmaktan dolayı sevinmek olmaz. Çünkü mertebesi büyüktür. Mahlukat, müşahedesi
esnasında elde ettiklerinin yanında yok hükmündedir. Dolayısıyla hakkı bilen ariflerin
üzerinde haktan kaynaklanan bir heybet ve sekinet vardır. Perde kalktığı zaman onunla
bilir, tanırlar.
İşaret: Ayetler çoktur.
Çünkü bütün varlıklar, aklını kullanan topluluk için hakka delalet eden ayetlerdir. Bu
yüzden bütün ayetler içinde sadece biri üzerinde durup düşünen hak adına sadece o ayetin
verdiğini öğrenir.
İşaret: Bozgunculuk
karayı ve denizi kapladığı zaman yeryüzünden göç et, helak olmak korkusuyla himmetini
göklere, yücelere yönelt.
İşaret: Mümin yardım
görür, bunda kuşku yoktur, asla yüz üstü bırakılmaz. Yardımsız yüz üstü bırakılan varsa, o,
nereden yardımsız bırakıldığına baksın, orada imanın olmadığını görecektir. "Ve
kane hakkan aleyna nasru'l mü'minine / Müminlere yardım etmek bizim üzerimizdeki bir
haktır." (Rum, 47) sözü gerçeğin ta kendisidir.
İbadet Arzının
Tercümesi Babı:
Latife: İki arz vardır;
ibadet arzı, nimet arzı. Bu arzlardan birinden çıkan öbürüne girer. Bu arz içinde olanındır.
İşaret: Allah'ın salih
kullarının varis oldukları ibadet arzı "Ve lekad ketebnajî'zzeburi min be'dizikri enne'l arda
yerisuha ibadî yessalihune / Andolsun Zikir'den sonra Zebur'da da: yeryüzüne iyi kullarım varis
olacaktır, diye yazmıştık." (Enbiya / 105) Salih kullar, ibadet arzına itaatle varis
olurlar. "Kaleta eteyna taiin /İsteyerek geldik, dediler." (Fussilet, 11) "İnna nahnu nerisu'l
arda /Yeryüzüne biz varis oluruz." (Meryem,40) Bu ise, hakkın, kulun isteğine verdiği cevap
mahiyetindedir. Aişe (r.a) Hz. Rasulullaha (s.a.v.) şöyle demiştir: "Görüyorum ki
rabbin, hemen senin arzunu yerine getirmeye koşuyor."
Talepten sonraki icabet itaattir.
Bunlardan bazısı minnet olarak belirir, ki bu hakkın icabetidir ve O'ndan bir
lütuftur. Bunlardan bazısı zillet ve muhtaçlık olarak belirir, bu da kulun icabetidir.
Latife: Sınama amaçlı
bela dua ile eş zamanlıdır. Sınandığın sürece dua etme, istekte bulunma.
İşaret: Evi mamur kılan
içinde oturanlardır, evlerin en zayıfı olsa bile. Evin harap olması ise boşaltılmasıdır.
Latife: Allah dünyayı
yarattı, ama ona bakmadı. Bunun üzerine fena buldu. Derken halifenin bakması yetti ve belli
bir süreye kadar varlığını sürmesi sağlandı. Ahireti yarattı, ama ona baktı. Bunun üzerine
ahiret baki kaldı. Çünkü baki olanın bakışının semeresi de bekadır. Bu yok olma ve beka
bulmanın olması, bizim zikrettiklerimizden dolayıdır. İnsan burada halifedir, ahirette ise
sadece insandır, başka bir şey değil.
Latife: Ey insan! Evin
zayıf bir evdir. Zamanın hadiselerinden etkilenir; çürür, yıkılır. Onu yenile-sen, yükseksen de
yıkılması kaçınılmazdır. Çünkü temeli gittikçe zayıflamaktadır ve senin temeli
değiştirmene de imkan yoktur. Eğer temeli değiştirme imkanın olsaydı, o zaman başka bir ev
olurdu. Şu halde evin yıkılmadan önce oradan taşın, tıpkı mutlu insanların taşındığı
gibi. Eğer taşınıp göç etmesen, üstüne yıkılır. O halde evin toprağının gamında öl. Zaten bu
halin dışındaki başka türlü ölümün de şehadet sayılmaz.
Latife: İnsan eskir ve
onu zaman eskitir. Zamanın eskitmesinin önü alınmaz. O halde nefse nefisle karşılık verilir.
İşaret: Göç yurdu vatan
değildir.
Edeb Tercümesi
Babı:
İşaret: Remz emrin
özelliği değildir, o, açıklamanın karşıtıdır. Sözlerinde remzi kullananlar bu yönteme iki şeyden
dolayı baş vurmuşlardır: Bir zarar ihtimalinden dolayı ya da saygısızlıktan dolayı.
Latife: insanın Hakkın
edebiyle edeplenmesi gerekir: Bir hayasızlık gördüğünde, mecbur kalmadıkça onu kinayeli
olarak ifade etmelidir. Çünkü Hz. Resululah Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: "Beni
Allah terbiye etti ve terbiyemi güzel yaptı." "Ev lamestumunisae/Yahut kadınlara
dokunursanız." (Nisa,43) ifadesi, zorunluluk halinin doğurduğu bir kinayedir. Senden
başkasına darb-ı meselin yaptığı da kinayedir. Ona icabet etmiş ve resule (s.a.v.)
iman ile kayıtlandırmıştır.
Latife: Kalbini Mekke
gibi yap; rabbinin yanından bir rızık olarak her üründen ona gelir. Biri Şam'dan, biri
Mısır'dan, biri Yemen'den, biri Ne-cid'den...biri falan yerden. Evet zahirde, bu ürünler zikredilen
yerlerden gelir. Fakat hak gerçekte bunu aradan kaldırarak "Rızkan min iedunna/rabbinin
katından bir rızık olarak." (Kasas,57) buyurmuştur. Yani şu veya bu bölgeden değil, rabbinin
yanından. "Velakinne ekserehum la y'alemun / Ancak onların çoğu bilmezler."
(En'am,37) Bu yüzden oraya gelen rızıkları şu veya bu bölgeye nispet ederler ve hakkı
akıllarına getirmezler. Sen de kalbini Mekke gibi yaparsan, isimlerin hakikatlerinin ve varlıkların
hakikatlerinin ürünleri oraya akar. Sakın şu varlığı kabul etmiyorum, deme. Her şey O'nun
katındandır; onları ancak senin içinde olan bir hakikatten dolayı sana göndermiştir ve sen
de ilim ve amelde kemal suretinin bir vakit farkında olmasan bile onu istersin.
Behimeler
Tercümesi Babı:
Latife: Arifin sırrı ile
marufun sırrı alimde karşılaştıkları zaman çarpışırlar, alimin dışında karşılaştıkları zaman
çarpışmazlar.
İşaret: Hakkı Hak ile
bulursun; onu kendinle arama, kendinden başka bir şey bulamazsın, ey ta-lib!
Latife: Ey kul! Sana ait
olmayan şeyle başkasına karşı üstünlük taslıyorsun. Niçin Kelim (Musa) gibi demiyorsun:
"İnnî Uma enzelte ileyye min hayrin fakîrun / Doğrusu bana indireceğin her hayra
muhtacım." (Kasas,24)
Latife: İşte kıyamet
vakti yaklaştı. "Ikterabe lin-nasi hısabuhum ve hum fi gafletin muri'dune /İnsanların hesaba
çekilecekleri gün yaklaştı. Hal böyle iken onlar, gaflet içinde yüz çevirirler." (Enbiya, 1)
Eğer üzerlerindeki gafleti atarlarsa, uyanırlar. Uyanırlarsa hayvanların konuşmalarını
duyarlar. Eşek: onu bırak, çünkü onun başına vurulur, der. Sığır: Ben bunun için
yaratılmadım, ben, çift sürmek için yaratıldım, der.
İşaret: Kim, insanlar
üzerinde saltanat kurmak isterse, Allah, onun kalbini bir meşguliyetle doldurur ki, değeri
bilinmez. Eğer kendisine bu saltanat verilse, onda elinde bir şey kalmayacak şekilde nüfuz
ederse, değeri bilinir.
İşaret: Ey gülmenin
dostu! Sana, "ben hakkım", diyen bir şey gördüğün zaman, ona de ki: sen Hak ile varsın. Çünkü
o yok olur ve bu kaçınılmazdır. Bu tavsiyemi iyi tut, sülukün esnasında ondan
yararlanırsın.
Fiyat Tercümesi
Babı:
Latife: Ey uyarıcı!
Bilgin kapsamında hidayete erdireceğin kesin bir gerçeklik olarak belirginleşen kimselere tebliğ
et. Böyle iken, dinleyenler sözlerini kabul etmiyorlar diye niçin kendini helak ediyorsun?
Resulullah'ta (s.a.v.) senin için güzel bir örnek yok mudur? Onları doğru yola iletmek senin
görevin değildir. " İnnema ente muzekkirun, leyse aleyhim bimusaytır / Sen ancak öğüt
vericisin. Onların üzerinde bir zorba değilsin." (Gaşiye, 21-22) "Lealleke bahıun nefseke
ella yekunu mu'minln / Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın!"
(Şuara,30)
İşaret: Kendinden O'na
kaç; kaza/takdir mevkilerini bilirsin. Eğer O'ndan O'na kaçarsan, Onunla seni geri
çevirir ki, O'ndan haber veresin. Yok kaçmaz, yerinde durursan, gölgen silinir,
bütünüyle bir nur olarak kalırsın. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.)
şöyle buyurmuştur: "Ve
cealnl nuran / Beni bir nur kıl." Bu gölgenin silinmesidir. Çünkü gölge cismin karanlığıdır.
İşaret: Sınırlandırılamayanın
sınırı hakkında soru soran biri cahildir. Sen O'nun neticeleriyle, eserleriyle cevap
ver, alim olursun.
Latife: Amaçlar
istenmeyenler (mekruh) ve istenenler (mahbub) olmak üzere ikiye ayrılmışlardır. Bunlardan
bazısını şeriat vurgulamıştır. Eğer cem ve varlık pınarında isen "Küllün min ındillahl /
Hepsi Allah'dandır de" (Nisa,78) de. Şayet ayrışma pınarında isen "Ve ma ensaniye illa'ş
şeytan/ Onu bana şeytandan başkası unutturmadı." (Kehf,63) de. Yerinde söylenen her söz, Hakka
karşı takınılan edeb tavrının bir göstergesidir.
İşaret: Bedenindeki
organların itaati, ibadeti yerine getirmene yardımcı olduklarında, artık uğursuzluk beklentisi
içinde iddialarda bulunanların: "Ve ma nerakettebaeke illa ellezine hum eraziluna/Bizden,
basit örüşle hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu görmüyoruz."
(Hud,27) "enu'minu leke vettebeake'lerzelune / Sana düşük
seviyeli kimseler tabi olup
dururken, biz sana iman eder miyiz hiç!" (Şuara.lll) şeklindeki sözlerine iltifat etme. Onlar
toprak alemine bakarlar. Sen bulunduğun halden ayrılma. Onlar yakında pişman olacaklardır
ve cahiller oldukları anlaşılacaktır.
İşaret: Kendi alanında
bir muhakkik olan Ebu Suud'a Bağdat'ta denildi: Erkek odur ki, kırk gün boyunca hiçbir şey
yemez. Bir başkası: asıl erkek, bir oturuşta kırk günlük yemek yiyen kimsedir, dedi. Ebu Suud
şöyle dedi: Erkek adam, insanların yediği gibi yiyen, onlardan farklı davranmayan
kimsedir. Salih bir mukallit kırk gün boyunca oturur ve her öğünde kırk günlük yemek yerdi.
"Hazihi nakatun leha şirbun velekum şirbu / Bu dişi devedir; onun bir su içme hakkı
vardır, bir su içme hakkı da sizindir." (Şuara,155)
İşaret: Çorak araziye
ekin eken, hasat zamanı pişman olur.
İşaret: Terazini
kendinle rabbin arasına ve kendinle insanlar arasına kur. Verdiğin zaman fazla ver, kendine aldığın
zaman eksik al. Bunu yapamıyorsan eğer o zaman kefeleri dengede tut, her
varlığın hakkını eksiksiz ver.
İşaret: Hakkın, senin
üzerinde bir hakkı belirginleştiği zaman, hemen o anda o hakkı yerine getir ve güç ve kudretten
teberri ettiğini izhar et. Hakkın nezdinde kendin için bir makam öngörme, zayıflar. Kendine
güvenerek öğüt kabul et. "Ey Muhammed'in kızı Fatıma! Sen kendine bak. Allah'a
karşı sana bir faydam dokunmaz." Unutma Fatıma, Onun (s.a.v.) gözbebeğiydi.
Sana Söylüyorum
Komşu Sen Dinle (Kızım
sana söylüyorum gelinim sen anla) Tercümesi Babı:
İşaret: Rakip ve sevgili
birlikte senin yanına geldiklerinde rakibe sevgili lisaniyle hitapcet, sevgili seni dinler. Rakibin
lisanını anla, o zaman rakiplerin hainliklerinden emin olursun: "Ve ma erselna min
resulin illa bilisani kavmihi / Biz her resulü kavminin diliyle gönderdik." (İbrahim,4)
Böylece açıklama gerçekleşir. Hiçbir Nebî remz kullanmamıştır,çünkü onlar açıklama için
gönderilmişlerdir.
İşaret: İnsanlar, ancak
sen kendi benzerin olan bir cariyeye veya delikanlıya aşık olduğun zaman senin aleyhine
gayrete gelirler. Çünkü sen, aradaki benzerlikten dolay ı ona bütünüyle gelirsin. Ama kendi
cinsinden başkasına aşık olduğun zaman, kendinde ona uygun olan tarafınla gidersin ve
sende hakka ait bir pay kalır: "Leyse kemislihi şeyun vehuvessemiu'l
basir / O'nun benzeri gibi bir
şey yoktur, O işitendir, bilendir." (Şura, 11)
İşaret: Halk ile beraber
olmakta rahat yoktur; Hakka dön, O, senin için daha iyidir. Eğer halk ile onların üzerinde
bulundukları hal çerçevesinde muaşeret edersen, Haktan uzaklaşırsın. Eğer senin üzerinde
bulunduğun hal çerçevesinde muaşeret edersen, hak seni gizler. Gizlenme en
iyisidir. Onun da en kolayı ayrı, farklı bir varlık olmandır.
İşaret: Arkadaştan
korun, çünkü o, senden ayrılmayan düşmanındır. Onun Hakka boyun eğmesini sağla ve Hak ile
meşgul et. Çünkü o, Allah katında bundan dolayı sana teşekkür edecektir.
Arkadaşlarından sana en yakın olanı nefsindir.
Latife: Gölgeler
istifade edilsin diye uzanmazlar. Aksine seninle birlikte Allah'ı
bilmenin merdiveni olsunlar diye uzanırlar. Sen gölgesin, seni bir gün kendine
çekecektir.
İşaret: Lailahe
illallah" bilgiden dolayı ya da imandan dolayı söylenir. Bu iki zümreden cehenneme girenler,
şefaatçilerin şefaatiyle oradan çıkarlar. İman ehli olanlar; resulün şefaatiyle, bilgi ehli
olanlar da merhamet edenlerin en merhametlisinin şefaatiyle çıkarlar. Çünkü sonsuz cehennem
ateşi müşrikten ve özellikle onun için yaratılmış bilginden başkasını öldürmez.
Karanlık ve Nur
Tercümesi Babı:
İşaret: Dünyaya bir kere
bakan, cennetten yüz derece iner, cehenneme de yüz dereke girer. Kim tev-be ederse
Allah, onun tevbesini kabul eder.
İşaret: Senin iznin
olmadan dilin mühürlenmeden önce, dilini tut. O zaman senden bir çok lisan sadır olur da söylemek
istediğin bu dillerden anlaşılır.
İşaret: Hiçbir nur yoktur
ki, karşılığında bir karanlık olmasın. Her karanlık nurunun miktarınca belirir. Nurlar
birbirlerinden ayrılırlar. Karanlıklar da öyle. Karşılığı olmayan hiçbir şey yoktur.
"Ve enne
ilâ rabbike'l müntehâ / Ve Şüphesiz En Son Varış Rabbinedir."(Necm,42)
Tercümesi Babı:
İşaret: Son
varışın Rabbinedir, çünkü senin ıslahın O'na aittir. Islahının en
büyüğü varlığının korunmasıdır.
Varlığının korunması senin mutedil olmana bağlıdır. Mutedil olman ise hakkın korumasıyla ve O'nun
eliyledir. Dolayısıyla sen O'na döneceksin.
Latife: "Ve enne
ilâ rabbike'l müntehâ / Ve şüphesiz en son varış Rabbinedir." (Necm,42) sözü önüne perde
olmasın, başlangıçta benimle değildi, deme-yesin. O, başta da, yolda da ve sonda da seninle
beraberdir. Ama seninle ilgili fiilleri farklılık gösterir. Aslında bu, senin hallerinin
farklılığıdır. Örneğin başlangıçta sana şekil verir, yolda sana rehberlik eder ve sonda sana
malik olarak üzerindeki halifelik hilatini çıkarır. Bu son, asıl amaç olduğu için "Ve
şüphesiz en son varış Rabbinedir." buyurmuştur.
İşaret: Kim hak ile
izzet edinirse mutlu olur. Haktan başkasında izzet arayan ise, bir süre için bu başkasından yardım
görse de bedbaht olur.
Latife: Hak, kendisiyle,
huzurunda ismini kendi üzerinde gören herkes arasına perde koymuştur.
Alimin Tercümesi
Babı:
İşaret: Hükmü icra etme
iktidarına sahip olandan kork.
İşaret: Mülk, levhin
verdiğini kabul etti. Levh, kalemin üzerinde icra ettiğini kabul etti. Kalem sağ elin tasarrufuyla
görevini icra etti. Sağ elin tasarrufu, iradenin saltanatıdır. İradenin saltanatı, sözün
(kavlin) tercümanıdır. Her şeyi ilim hazinesinden in-fak etmiştir. İlim haktır, hak ilimdir.
İnayet Tercümesi
Babı:
İşaret: Hak için olduğun
zaman bilinmezsin. Bilinmediğin zaman, sana ait bir şeye gelen kimse neye geldiğini
anlamaz. Dolayısıyla zatın korunmuş olur.
İşaret: Hak ile olduğun
zaman, düşmanların eli sana uzanamaz. Çünkü izzetin ihatası altında olursun.
Latife: Haktan başkası
için olan kimse, hem hak ile olur hem haktan başkası ile. Hak ile olduğu zaman, ya akit sahibi
olur ya da hal sahibi. Akit sahibi olduğu zaman, onun nuru hakkın yanında kıyamet gününe
kadar saklanır. Hem akit hem hal sahibi olduğunda ise, rabbinden bir nur üzere olur,
ayrıca onun için bu nurundan daha üstün bir nur saklanır. Şayet hak ile olmazsa, onun bir
karanlığı olur. Sakın göğsündeki şüphe nuruna kanma. Çünkü bu nur kandile benzer, bir
rüzgar veya nefes onu söndürür.
İşaret: Efendiye dünyada
boyun eğmek zillet değildir. Bu, haktan onların kalplerine yansıyan bir müşahededir. Aslında
bu bir arındırmadır ve içinde bulunulan mekanın gerektirdiği bir hükümdür.
Kaza/Kader
Tercümesi Babı:
İşaret: İsteme; çünkü
istemek yazılanı değiştirmez. Ancak isteğin yazılanla ilgili olması başka. O halde kitapta
yazılana vakıf ol. O takdirde bir bilgiye dayanarak istemiş olursun. Nitekim yüce Allah şöyle
buyurmuştur: "Edu. üallahi ala basiretin ena ve menit'tebeani / Ben ve bana
uyanlar aydınlık bir yol üzere (bir bilgiye dayanarak) Allah'a çağırıyoruz." (Yusuf, 108)
İşaret: Eğer seninle
neyin irade edildiğini bilmiyorsan, o zaman ne diye Hakka intisap ediyorsun? Hakka eşlik etmenden
hasıl olan inayet nerede?
İşaret: Kullar hakkın
kabzası içindedirler. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ma min dabbetin illa huve ahızun
binasıyetiha / Yürüyen hiçbir varlık yoktur ki, O, onun perçeminden tutmuş olmasın."
(Hud,56) Çünkü Allah, onları varlık içinde çekip çevirmektedir. O halde her şey, O'nun
takdirinden ve takdirinin içinde olmak suretiyle O'nun kabzasındadır.
İşaret: Kaderler takdir
edildi, mizanlar kuruldu: "Ve ma nunezziluhu illa bikaderin ma'lum /Biz onu ancak belli bir
ölçüyle indiririz." (Hicr,21) O'ndan isteyen de O'ndan istemeyen de O'nun takdirinin
dışına çıkmaz.
Minnet Tercümesi
Babı:
İşaret: İzzet perdesi
kalkmaz ve kalkması da mümkün değildir. En son kalkan perde, O'nun veç-hindeki Kibriya
(büyüklük) perdesidir ki, Hz. Nebinin (s.a.v.) bildirdiğine göre Adn cennetinde kalkar.
Latife: Senin hakkı
görmen, hakkın senin üzerine serdiği bir perdedir.
İşaret: Müminler,
gördüklerini zihinlerinde muhafaza ederek köşklerine dönünceye kadar hakkı gördüklerini
bilmezler. Hak sınırlandırılamaz ki, zihinde muhafaza edilsin. Bundan dolayıdır ki, arif kişi
kimi gördüğünü bilir.
İşaret: Benzeri gibi bir
şey olmayan, ancak benzeri gibi bir şey olmayanı görür. Bu sözü Ebu Talib el-Mekkî (Allah
rahmet etsin) demiştir.
İşaret: Hakkı görmen,
görülenden ve görenden ibarettir. Hak görülendir. Gören ise, sende hasıl olan O'nu görme
olayıdır. Seninle beraber hareket eden budur işte.
İşaret: Kalplerin
görmesi, arınmışlıkları ve nurları oranı kadardır. Gözlerin görmesi kalplerinin kapasitesi kadardır.
Şu halde göz daha tamdır. Bu yüzden maksat da gözlerin görmesidir: "Lem ya'lem
biennallahe yerâ / Allah'ın gördüğünü bilmez mi?" (Alak,14) Hakkı dünyada basiretle görürsün, ahiret-te
ise gözle görürsün. Ve sen ahirette en yüce yere varmışsındır. Şu halde gözün
görmesi daha yücedir.
İbadet Tercümesi
Babı:
Latife: Hakkın
zikretmesi ve çağırması var, mah-lukatın zikretmesi ve duası var. Sen hakkı zikredersen, O da seni
zikreder. Sen: Ya rabbi! dersen, O da: Ey kulum! der. Sen: Bana ver, dersen, O da sana: Bana
ver, der. Buna göre ister zikri ister duayı seç. Duaya şu ayette işaret edilmiştir:
"Ve evfu biahdî ufi biahdikum / Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size vaat ettiklerimi
vereyim." (Bakara,40) Zikre de şu ayette işaret edilmiştir: " Fezkurunî
ezkurkum/ Öyleyse siz beni anın ki ben de sizi anayım." (Bakara, 152)
İşaret: Dua, kulluktur.
Zikir ise efendiliktir. O'na dua eden, O'na ulaşır. O'nu anansa O'nun yanındadır. (Ben, beni
zikredenle oturmaktayım.)
İşaret: Dua,
seslenmektir. Seslenmek ise uzaklığın kendisidir.
İşaret: Nefsinin senin
üzerinde hakkı vardır. Aklının senin üzerinde hakkı vardır. Aklın için hakkı zikret. Ama
nefsin için cennet isteyerek O'na dua et, O'nun için değil.
Latife: Eğer O'nun
kapısından kovulmuşlar olmasaydı, bu kovulmuşların önünü kesip onları hakka döndürmek için
resuller gönderilmezdi. Kovulmuş, nurdan karanlığa kaçan kimsedir.
Gayb Tercümesi
Babı:
İşaret: İnsanın
yüzündeki göz, ancak yedi tabakanın cisme nüfuz etmesinden sonra görür. Bu tabakalar şunlardır:
zar, katı tabaka, retina, orta tabaka, göz merceği, kornea, iç zar. Hekimler, bunların göz
tabakaları olduklarını söylerler. Göz, bunların gerisinde korunmaktadır. Kalp gözü de tıpkı
yüzdeki göz gibi yedi tabakanın nüfuz etmesinden sonra görür. Zar kalp gözünün
varlığıdır, katı tabaka niteliğidir. Retina bir varlığa taalluk etmesidir. Orta tabaka
düşüncelerin kalbe girişidir. Mercek düşünceleri arın-dırmasıdır, kornea zamanıdır ve iç zar
tanıdığı şeye ulaşmasıdır. Bu tabakalar geçildikten ve bu yapraklar çevrildikten sonra gayb
menzillerinin ilkine nüfuz eder. Bu ışık menzilidir.
İşaret: Kalp gözüne
bilgi bahşedilmiş olsa da, o hala perde gerisindedir. Ta ki yüzdeki gözle destekle-ninceye
kadar.
Latife: Histe halk ile
ilgili bir sır vardır. Ancak kullarından seçilmiş kimseler bu sırra muttali olur.
Vefa Tercümesi
Babı:
İşaret: Kendisine ait
bir hakkı dünyada hakkın yanında bırakan kimse onu ahirette alır, bu yüzden hakkını terk
etmiş sayılmaz. Ama geri almak üzere olmaksızın kendisine ait bir hakkı terk eden kimse inat
etmiş olur.
Latife: Yüce Allah şöyle
buyurmuştur: "Ve kane hakka alâllahi nasru'l mü'minine / Müminlere yardım etmek bizim
üzerimizde bir haktır." (Rum, 47) "Ketebe alâ nefsihi'rrahmete / O, merhamet
etmeyi kendi nefsine farz kıldı." (En'am,12) O halde kulun
Hak üzerinde hakkı vardır, hakkın
da kul üzerinde hakkı vardır.
Anlama (Fehm)
Tercümesi Babı:
İşaret: Müşahede ile
birlikte anlama yoktur.
Latife: Anlama kendini beğenmeyi
ister. Kendini beğenme büyüklüğü ister. Büyüklük, Hakkın ridasıdır. Kim bu ridayı
giyinirse kırılır, parçalanır.
İşaret: O'ndan
anlamayı(fehmi) iste, çünkü sana seslenir.
Latife: Anlamak
araştırmaktır. Araştırmak dağıtmaktır. Dağıtmak ise ancak isimlerde ve başkalarında olur. Tıpkı
hayretin ancak bir şekle girmeyenle ilgili olması gibi.
İşaret: Bilmeyenin
keyfiyet talep etmesinde şaşılacak bir şey yok. Asıl, bir keyfiyet olduğunu nereden öğrenmiş olduğu
şaşırtıcıdır.
Latife: Hakkın,
sınırlandırılamayan bir hakikati vardır.
Onaylama
Tercümesi Babı:
İşaret: Rububiyetin
onaylaması, ruhların letafetini hükmü altına alır.
Dikkat: Yüce Allah
"Ve evfu biahdî ufi biahdikum / Bana verdiğiniz sözünüzü (ahdinizi) yerine getirin ki, ben
de size vaat ettiklerimi vereyim." (Bakara,40) buyurmuştur.
İşaret: "Ketebe
rabbukum ala nefsihîr'rahmete, merhamet etmeyi kendi nefsine farz kıldı." (Bakara,54) Eğer
umutları beklemek olmasaydı, beklentilerle sevinilmezdi.
İşaret: Ruhu'l-Kudus'ün
onaylaması, kevnin onaylamasından farklıdır.
Boyun Eğdirme
Tercümesi Babı:
İşaret: Hak insanı talep
eder, makamlar da onu talep eder. O, icabet eden içindir.
İşaret: İnsan hallerde
Haktan perdelenmiştir, makamlarda ise O'na görünmektedir.
Latife: Makam seni
perdeler; haktan ona baksan veya ondan hakka baksan fark etmez. Melekler şöyle
demişlerdir: "Ve ma minna illa lehu mekamun ma'lu-mun I Bizim her birimiz için, bilinen bir makam
vardır." (Saffat,164) Aynı şekilde her sevilen için bir makara vardır.
Latife: Hal helak
edicidir, makam kurtarıcıdır. Ne var ki, makamda iddiada bulunmak helak ederken, halde iddiada
bulunan kişi sorumlu tutulmaz.
İşaret: Halde ol, Hak
seninle olsun, makamda olma, kendinle olursun.
İşaret: Hal sahibi
sarhoştur, sonra ayıkır. Ayı-kan nefsinde değişiklik olduğuna şahit olur. Makam sahibi ise, intikal
eder, ama kendi gibidir. Dolayısıyla her halde ve her şekilde perde mevcuttur.
Nefyetme ve
Tenzih Tercümesi Babı:
İşaret: Sana, Hakkı
görme için veya müşahedesinin cömertlik meltemlerinin üzerine esmesi için yahut bunu onun
esintilerinin yansıdığı yer kılman için heykelinden soyutlan, karanlığından sıyrıl,
ru-haniyetinin denizlerinde yüz, takdis meydanında dolan demiyorum. Bunu mutlak olarak yapmam. Çünkü
bunda acziyet nispet etmek ve hakkın yanında kevne büyüklük izafe etmek vardır.
Hiçbir şey hakkın karşısında duramaz. Bir Hak davetçisinin herhangi bir makama davet
ettiğini duyduğunda, bil ki, O'nunla ilgili olarak seni çağırdığı makamda o da seninle beraberdir.
Dolayısıyla çağrı mahiyetindeki hitap, Onun senin yanındaki varlığına perde
olmasın.
Latife: Ruhu'l Kudüs,
hakkı, senin yanındaki iz-zetiyle ister. Tıpkı senin heykelinin karanlığında O'nu kendi çapında
talep etmen gibi. O halde herkes acizdir. Ayrıca muhakkiklere göre, O'nun kutsal
nurda görünmesi, balçık karanlığında görünmesinden daha açık ve daha zahir değildir.
Latife: Hiçbir şey
haktan kaçmaz. O, her şeyle beraberdir. Dolayısıyla O da hiçbir şeyden ayrılmaz, kaybolmaz.
Kudret Tercümesi
Babı:
İşaret: Hayırlarla
birlikte hareket ettiğin zaman, O sana gösterecektir ki, O, tuttuğun zaman elindir, işittiğin zaman
kulağındır ve gördüğün zaman gözündür. Şu halde işiten, gören ve tutan O'dur. Dolayısıyla
bu gerçeği keşfetmede inayet seninledir.
İşaret: Vazedilen
varlıklar hakikatlerden oldukları halde hakikatler üzerinde etkili olamazlar.
Latife: "Alçaldıkça
alçalın orada!" diyen O'dur. "Cennete girin!" diyen de O'dur. Burada kelamı işitmede herkes
ortaktır. O halde maksat kelamı işitmek değildir.
İşaret: Kim amaçlarından
soyutlanırsa, hastalığının şiddetinde emin olur.
Zikir Tercümesi
Babı:
İşaret: Kim hakkı
severse ve hakkı kıskanırsa, o Hak ile değil sevgisiyle beraberdir. Arif hakkı kıskanmaz, bilakis
O'nu kullarına aşık eder, O'nu kullarına sevdirir.
İşaret: Kim nefsinden
hakkı kıskanırsa, nefsini bilmemiştir, dolayısıyla rabbini bilmemiştir.
Latife: Zikredilen kevni
zikirden perdeler, zikri de zikredilenden. Hak seni müşahedesi esnasında seni
hatırlatır. Böylece O'nun benzeri gibi bir şey olmadığı sabit olur.
İşaret: O'nu kendisinden
kıskandırma, fakat kendisi için gayrete gelmesini sağla.
Latife: Marifet
iddiasından bulunandan başkası kıskançlıkla perdelenmez. Marifet iddiasında bulunmayan,
kıskançlığına rağmen yakınlaşabilir. Yakınlaşmanın kanıtı, nefsine döndüğünde kıskançlığın ortadan
kalkmasıdır.
Sevgi (Muhabbet)
Tercümesi Babı:
İşaret: Her seven,
kavuşmuş olsa bile özlem duyar.
Latife: Emir diliyle
sırlara çağrıldığın zaman, üzerlerindeki izzet nedeniyle arka dönerler. Ama, emir kalıbı
olmaksızın nezaket diliyle çağrıldığın zaman, muhtaç olarak sana yönelirler. Seven arifler
başka. Çünkü onlar her çağrıya dönerler. Kapının bekçisi: Haydin namaza (salâha)! der.
Seven: Gözümün aydınlığı olan şeyi anladım, der. Bir başkası ise: Teklif vakti geldi,
der.
Latife: Halk sevgi
kapısından değil, cömertlik kapısından isimlere çağrılır. Ta ki isimlerin hakikatleri zuhur
edinceye kadar. Bu hakikatler isimler için sevgi, göz için de cömertliktir.
Çevirme
Tercümesi Babı:
İşaret: İlim talep eden,
perde istemektedir. Ama ilmi ayn kapısından isteyen başka, ilmi terk eden de cahildir.
İşaret: Ebu Hamid gibi,
görme (rüyet) bilmeye tabidir diyenlere şöyle de: İlim varlığa taalluktan ibarettir ve varlıktan
başkasını içermez. Rüyet ise var olana taalluk etmiştir, ama var olması hasebiyle değil. İlim
ise bunu kapsayamaz. Böyle iken rüyet nasıl ilme tabi olur!
Latife: Sana, ilimden
ayrılma diyen, seni ebed kılıcıyla öldürmüştür.
İşaret: Bir grup şu
görüştedir: İlim bir perdedir. Çünkü, rüyet (görmek) için içinden atıp boşaltman gereken şeyleri
içinde yeniden imar eder. Sakın öğrenme. Yani ilimle birlikte durma.
Latife: "Rabbi
zidni üma / Rabbim! Benim ilmimi artır, de." (Ta-ha,114) Bundan maksat ayni ilimdir. Bu ilim de
delille elde edilir. Bu ilme sahip olduğunda, ilmin haktan hali olmaz. Veya hak ile eşit olur.
Hakkın, hakka taalluk etmesi muhaldir. Ama başkasına taalluk etmesi ise perdedir. O
halde sen ilimle beraber, her halükarda uzaksın.
Latife: İlim, sabahı
olmayan gecedir. Karanlık çöllerde rehbersiz yola çıkan kimsenin şaşkınlığı kat be kat artar.
İlmin delili malumunu gerektirir. Hak ise bilinmez. O halde aslında senin aradığın bir şey
yoktur.
İşaret: Eğer rüyet
(görmek) bilmenin bir neticesi olsaydı, kesp (kişinin emeğinin kazancı) olurdu. Oysa rüyet, ilk
minnet pınarından ve mutlak cömertlikten kaynaklanır.
Nuranî Tercümesi
Babı:
İşaret: Rüyet perdedir.
Ev de perdedir, Çünkü karanlıktır. Şu halde karanlık perdedir.
İşaret: Bir gölge var.
Rüyet var ve ışık var. İnsanlar gölge ile ışık arasındadırlar. Çünkü Hak ile halk
arasındadırlar. Kuşkusuz görünen nuranîdir. Yani görmenin önünde bir perde vardır. Böyle iken görmenin
kendisi nasıl görülür.
Yakınlığın Miktarı Tercümesi
Babı:
İşaret: Hak, senin sana yakınlığından daha yakındır. Hak, uzak yakındır. Hak
adamları O'nu dinlemeye çıktılar. O'nun bir emir hitabı, bir de sınama amaçlı hitabı
vardır. Sen emir mahiyetli hitabının gereğini yap. Ama sınama amaçlı hitabının gereğini
yapmaksızın kabul et. Her iki hitabı duyduğunda hemen secdeye kapan. Biri şükür secdesi, biri
de bağlılık secdesi.
İşaret: Miktar senden
zuhur eder ve sana döner. Onu kendinden başkasına nispet
etmezsen, isabet edersin.
Soru Tercümesi
Babı:
İşaret: Benlikle ilgili
soru tuzağı doğurur. İki benlikle ilgili soru yavaş yavaş helake sürüklenmeyi (istidraç) doğurur.
Tuzak bilmediğin yerden gelir. İs-tidraç ise farkında olmadan gelir. Soru sormayı terk
etsen bu da uzaklığı getirir. Rahat yok mu!
Ceza Tercümesi
Babı:
İşaret: Senin niteliğin
sana döner. Hak ile beraber olduğun sürece seninle olur.
Hidayet Veren
Tercümesi Babı:
İşaret: Kavuşmadan önce
bir hayret, kavuşma esnasında bir hayret ve dönüşte bir hayret vardır. Gözlerin ve
basiretlerin sınırlandıramadığı varlık karşısında akıl ve sır hayret etmez mi!
İşaret: Eğer hak senin
nefsini sana gösterse, hayrete düşersin.
Latife: O'na vasıl olan,
O'na vasıl olmayandır.
İşaret: Ruhu'l Kudüs
pınarından çağrılır, ki nefsine vasıl olsun. Bakarsın hakkı, seraptaki varlığında bulursun.
Çünkü gaybının denizlerinde durulmuştur. Yollar O'na çevrilmiştir. O'na yönelen yollar
birbirine girmiştir. Tıpkı elbisenin dışındaki çizgilerin birbirine girmesi gibi.
Dolayısıyla marifeti istemekten geri durarak yardım istedi. Muği (yardım eden) ismi seslendi: Ey
falan! Kendi içinde şaşırıp kalmışsın. Kendi kendini müşahede etmeye gücün yetmiyor.
Edep tavrını takın ve elde edemeyeceğin şeyi istemekten sakın.
Hicap Tercümesi
Babı:
İşaret: Hicap hicap
içindedir. Çünkü gözleri içeri girmek isteyenlere bakmaktadır.
Latife: Elçiler(resuller),
Hakkın önündeki perdelerdir, insanları O'na davet etmektedirler. Onların çağrısına
icabet eden, içeri girer. Üzerine bir örtü serilir, elçilik (resulluk) payesi verilir ve
şakilik göreviyle taltif edilir. O, özellikle kalpleri davet eder.
elçiler(resuller) ise, kalpleri
ve bedenin organlarını davet eden bekçilerdir. Melekler ise Hakkın önünde duran bekçilerdir.
Resuller ve Nebiler zatları itibariyle bekçilerdir.
İşaret: Perde ahiret
azabını gerektirmez. Ancak rüyeti talep edip de bundan mahrum bırakılanlar için azap
gerektirir.
Latife: Rüyetten lezzet
almanın şartlarından biri marifettir. Münafık ve müminin birlikte bulunduğu rüyet anında
lezzet olmaz. Marifetle birlikte lezzet olmaz, aksi takdirde bu teşrif olur.
Rida Marifeti
Tercümesi Babı:
İşaret: Halife, mahlukat
içinde Hakkın naibidir. Bu yüzden Hakkın sıfatlarını üzerinde taşır. Bu söylediğime şaşmamak
gerekir. Çünkü seni bu şekilde yaratmıştır. Asıl sana şaşmak lazım; bunu nasıl
bilemezsin! Aslında bunu nasıl bilemediğine de şaşmamak gerekir. Bilakis, sana, bunu
nasıl bilemezsin?.., deyişime şaşmak gerekir. Hak, sana öğrettiğidir ve O sana öğretmedikçe
bilemezsin.
Latife: Rida ve hırka
birlikte kime giydirilse o naiptir, halifedir. Kime sadece rida giydirilse o mutludur, kime de
sadece hırka giydirilse o bedbahttır.
İşaret: Kim, kendinden
önce Hakkı bilirse, O'nu Hak olarak bilmemiştir, zat olarak bilmiştir.
Latife: Eğer uluhiyet
olmasaydı, farklı tecelliler olmazdı.
Latife: Çeşitlilikler
hükümlerin hakikatleridir; biri şurada tezahür eder, öbürü şurada.
Âlemlerin Rabbi
olan Allah'a hamdolsun. Selam gönderilmiş elçi (resul) kullarının
üzerine olsun.
Hamd âlemlerin
Rabbi olan Allah'a mahsustur. Salat ve selam efendimiz Hz. Muhammed'in,
ehlibeytinin ve ashabının üzerine olsun.
Hiç yorum yok