İbn-i Arabî Risaleleri: KİTABU’T TERACİM



KİTABU’T TERACİM
TERCÜMELER KİTABI



Şeyhu’l Ekber
MUHYİDDİN İBN. ARABÎ K.S.
TERCÜMELER KİTABI
Bismillahirrahmanirrahim
Allah'ın salat ve selamı Hz. Peygamberin ve ehli beytinin üzerine olsun.
Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun. Akıbet Allah'tan korkanların(muttakilerin)dir. Güç ve kuvvet ancak ulu ve azamet sahibi Allah'ındır. O'ndan yardım istiyorum. Allah'ın salat ve selamı Hz. Muhammed'in ve ehlibeytinin üzerine olsun.
Biliniz ki, ey himmet sahibi ve yüksek derecelere tırmanan kardeşlerimiz! Size hitap ediyorum ve sizinle hatırlatma ve uyarma maksadıyla konuşuyorum, öğretme maksadıyla değil. Hiç şüphesiz Allah'ın isimlerinin hakikatleriyle kadın olsun erkek olsun kamil insanın içinde bulunan insani hakikatler arasındaki iniş menzilleri, yönelişlerin ve isimlerin çeşitliliğine paralel olarak çeşitlilik arz eder. Bu gruptaki insanların dışındakiler için böyle bir genelleme söz konusu değildir; çünkü bunlarda suretin kemali söz konusu değildir. Şu halde insani hakikatlerin menzillere konaklaması, zelillik ve muhtaçlık talebi ve mahallin de fikirden hali olması ile bağlantılıdır. İşte çok değerli ve amaçlanan bir hazırlık ve donanımdır ki, akıl erbabı bir çok kişi buna güç yetirememiştir; hatta bazısı bunu inkar bile etmiştir. Yani bu yöntemin bir sonuç verebileceğini kabul etmemişlerdir. Bazıları ise bu yöntemi kabul etmiş ve feyiz ve ruh olarak isimlendirmişlerdir. Ne var ki, bunlar da bu mertebeye ulaşmada acizlik göstermişlerdir; çünkü fikir onlara galip geldiği gibi enbiyânın aleyhisselâm dilinde yasalaştırılan meşru ibadetleri yerine getirmemişlerdir.
Gerçi bunların da kendilerine göre yerine getirdikleri ibadetleri, duaları ve uydurdukları bir tür ruhbanlıkları vardı; ancak bunlar tevhit inancına ve doğruluk temeline dayanmıyorlardı. Bu yüzden ilâhî bağışların, ilhamların kokusunu almış değillerdir. Bunun yanında akıl çerçevesi dışında vardıkları herhangi bir menzilleri de yoktur. Çünkü onların bütün ilgisi ve himmeti, yüceler alemi, ilk akıl, küllî nefis ve akıllar gibi sırlara ve soyut varlıklara yöneliktir. Bu yüzden yüce Allah, onları inançlarıyla başbaşa bıraktı, onları yöneldikleri amaçlara bağladı, ebedî mutluluktan, keşiften, müşahededen ve saf tevhitten
yoksun bıraktı. Dolayısıyla onların bu kadar yüksek ve güçlü bir himmetleri yoktur. Bu yüzden hitap onlara kainat perdesinin gerisinden yöneltilir, O'nu doğrudan duyamazlar.
İndî inançlarının perdesinin gerisinde oldukları halde O'nu duyabilirler mi hiç? "Ve ma kane li beşerin en yukellimehullahu illa vah-yen ev min verai hicabin / Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur." (Şura, 51) Muhatap olan kimse üzerinde beşer ismini taşıdığı ve beşeriyet niteliğinden soyutlanmadığı sürece ona hitap doğrudan
yöneltilmez. Âlemde gerçek fail, eksiksiz ve kamil iktidara sahip yüce Allah olduğuna göre, perdelenmiş ve perdelenmemiş kullarına hitap eden O'dur. İki grup arasındaki üstünlük farkı, bulundukları makamların kendilerine kazandırdığı meziyetlere göre belirginleşir. Bu yüzden yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ve kellemella.hu Musa Teklima / Ve Allah Musa ile gerçekten konuştu." (Nisa, 164) Bu ayette, Musa'nın, aradaki perde kendisi için kaldırılarak özel hitaba mazhar kılınmak suretiyle başkalarından üstün kılındığına, dolayısıyla başkasının duyamadığı sesi bu makamda duyduğuna işaret ediliyor. Yüksek menzillerde konaklamanın ancak şeriatın emrettiği hususlara eksiksiz bir şekilde uymakla, tevhidi bir soyutlamayla, huzurlara O'nun vasıflarıyla değil kendi vasıflarınla dahil olmanla, sendeki kutsal surete uygun şeyleri O'ndan almanla mümkün olduğunu anladığına göre, eğer akıl sahibi biriysen, bu amaca varmak için bu çerçevede soyutlanman gerekir.
Bil ki, Yahudi ve Hıristiyan gibi kitap sahibi bir kimse, kendilerine indirilen kitabın emrettiklerini, bizim şeriatımız inip onları neshetmeden önce, eksiksiz bir şekilde yerine getirseydi, bunun yanında bizim tarikatımızın mensuplarının vasfettiği gibi soyutlansaydı, arınsaydı, bu menzillerden ve varidatlardan Allah'ın dilediği kadarına nail olurdu. Ama aklına tapan, kişisel görüşüne tabi kimseler için durum farklıdır. Onlar bu uğurda en ağır meşakkatleri çekseler de böyle bir lütfa mahzar olmazlar, çünkü onlar Allah'ın yakınlaşma vesilesi olarak öngörmediği ibadet şekillerini ihdas ederek uygularlar. Kendilerince talep
ettikleri hakikatin telkinlerine göre ibadet tarzları geliştirirler. Diğer bir ifadeyle yıldızlar ve başka varlıklar gibi Allah'ın ortakları olarak ileri sürdükleri aracılardan edinirler ibadet şekillerini. Bu varlıkların hakikatlerinin kendilerine ilka ettiğini düşündükleri zikirlerle ve dualarla onları Allah'a götüren aracılar kılarlar. Onları böyle davranmaya iten şey zamanla oluşan geleneklerdir. Allah böyle yapmaları yönünde her hangi bir hüküm koymamıştır. Bunlardan bazıları meleklere tapar, çünkü onların iddialarına göre melekler Allah'a en yakın varlıklardır; tıpkı vezirlerin kırallar nezdindeki konumlarına benzer bir konuma sahiptirler. Böylece kıralların vezirleri ile Allah'ın meleklerini birbirleriyle mukayese ediyorlar. Tabii yanılıyorlar; düşünüyorlar, ama doğruyu bulmuyorlar. Allah'ın mahlukat arasında gizli tuzakları vardır, gözle görülmez ve insanı aşamalı olarak mahvedici akıbete götüren yolları vardır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Zeyyenna lehum a'malehum fehum ya'mahun / Şüphesiz biz, işlerini kendilerine süslü gösterdik; o yüzden bocalar dururlar." (Nemi,4) Bir diğer ayette de şöyle buyurmuştur: "Ve mekerna mekren ve hum la yeş'urun / Biz de kendileri farkında olmadan bir tuzak kurduk." (Nemi,50) Bir yerde de şöyle buyurmuştur: "Senes-tedricuhum min haysu la ya'lemun- Ve umli lehum in-ne keydi metinun / Hiç bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş helake götüreceğiz- Onlara mühlet veririm; benim cezam çetindir." (A'raf, 182-183) Ve yine şöyle buyurmuştur: "Efemen zuyyine lehu suu amelihi fe rcahu hasenen / Kötü işi kendisine güzel gösterilip de onu güzel gören kimse mi?" (Fatır,8) Bir ayette de şöyle buyurmuştur: "Ve hum yahsebune ennehum yuhsinune sun'an / İyi işler yaptıklarını sanırlar." (Kehf, 104)
Yüce Allah sırlarını hem yüce aleme hem de aşağı aleme yerleştirmiştir. Dolayısıyla bütün alemler yücedir. Alemin hakikatleri arasında üstün olmayacağı için, şu hakikatler ve zatlar bakımından daha üstündür, denemez. Bu nedenle bütün alem, aşağısı söz konusu olmaksızın yüksektir, yücedir. Çünkü alemdeki her hakikat ilahi bir hakikatle irtibatl ıdır, onu koruyan budur. Yani tümü üstündür, şereflidir, aksi olmaksızın yüksektir. Bundan sonra bir şeref ve aşağılık söz konusuysa bu ya insanların örfünden ya da şariin hükmünden ileri geliyordur. Bu yüzden normal konuşmalarımızda, şu şereflidir, şu daha şereflidir, şu aşağıdır, şu daha aşağıdır, diyoruz. İşaret ettiğimiz bu hususları anlayan biri, alemde rahat eder, onun sırf hayır ve güzellik olduğunu bilir. Çünkü ortağı olmayan hikmet sahibi Allah'ın sanatıdır. Allah, gerekeni, gerektiği gibi, gerektiği için yapar.
Muvahhitlerin hitabi telakkilerinin şekline gelince, bu, insani latifenin düşünceden soyutlanmış olarak harekete geçmesinden, bilmediğini, kendisiyle ilgili olarak varlığın O'na mensup olduğundan ve varlığı kayıtlandırdığından başka bir şey bilmediği zattan istemesinden ibarettir. Bu akıl söz konusu huzurlardan birine indiği zaman, "yaklaştı" hükmüyle iner veya içindeki sırlarla birlikte güzel isimlerden (esmaul husna) biri ona belirir veya zuhur eder. Böylece arınmışlığı, niyetinin doğruluğu ve yolda korunmuşluğu oranında ona bağışta bulunur. O da varoluş alemine bilen biri olarak döner, rabbiyle rabbini bilmesi veya varlığının bir örneğiyle rabbini bilmesiyle baki kalır. Sonra bir iniş daha gerçekleşir ve bu ebediyete kadar devam eder: "Ve ma edri ma yufelu bi ve la bikum. İn ettebiu illa ma yuha ileyye /Bana ve size ne yapılacağını bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım." (Ahkaf,9) Bunu söyleyen insanların en hayırlısı, akli kapasitesi en büyük olanı, fikir ve görüşü en sahih olan Allah Resulüdür. Bakar mısınız; burada kişisel düşünceye yer var mıdır? Heyhat! Fikir sahipleri, Peygamberlik (Nübüvvet) ve velayetin kişisel çalışmayla elde edilebildiğini savunanlar mahvoldular! Bunu nasıl söyleyebilirler?
Peygamberlik (Nübüvvet) ve velilik akıl ötesi iki makamdır. Aklın bu iki makamda hiçbir etkinliği yoktur. Aksine bunlar yüce Allah'ın dilediği kimseler tahsis ettiği lütuflardır.
Aslında bu görüşü savunanların bu tavrına şaşmıyorum. Ancak bu görüşü savunanların, öte yandan akıl için, onun bir madde olmadığını, bir maddenin içinde olmadığını, onun için fikrin imkansız olduğunu, zilletle, acziyetle ve ilahi bağışlara muhtaçlığıyla kendisini varedene yöneldiğini, O'ndan başkasına ise izzet, sultan ve ifade etmek suretiyle yöneldiğini söylemelerine hayret ediyorum. Aslında burada onların farkında olmadıkları bir sır vardır. Eğer onlar aklın Allah katındaki bilgileri alış şeklini bilselerdi kuşkusuz büyük bir gerçeği görmüş olacaklardı. Bakın; onun varedicisine muhtaçlığı zati bir muhtaçlıktır. " O" Allah, korumasıyla (ismetiyle) insanları destekler ve rahmet kapılarını açandır.

Tercümeler Kahrî Babı:

Allah'a muhtaç kul şöyle der: Makamını bilmeyen kişinin düşleri beyinsizcedir, işaretleri de çarpıktır.
Latife: Bir makamda kendini mağlup görürsen, seni mağlup edene bak; eğer seni mağlup eden senin gibi biriyse, onun nefsidir galip gelen, onu ancak öyle bulursun.
İşaret: Bir makam var; orada zatını cahilliğinle tanıtman gerekir. Tıpkı Efendimiz Aleyhisselâmın buyurduğu gibi: "Ben, Adem oğullarının efendisiyim; ama bunda övünecek bir şey yok." Çünkü bu sözleriyle Efendimiz (s.a.v.) övünmeyi değil, kendini tanıtmayı kast etmiştir.
Latife: Senin izzetin, bilinmemendedir. Bilinmediğin zaman tahkir edilirsin; tahkir edildiğin zaman yenilirsin ve yardım görmezsin.
İşaret: Horlanan, yükseklik ehli için olan şeylerden alıkonmuştur.
İşaret: Alıkonduğun, engellendiğin zaman, budur bağışı. Sana bahsedildiği zaman, budur engellemesi. O halde alma yerine terk etmeyi seç,
Latife: Varlık iki menzildir, imar ise birdir; istersen onu iki menzil arasında eşit bir şekilde paylaştır, istersen bir tarafın kefesinin ağır basmasını sağla.
Latife: Aziz; alt edilemeyen galip gelinemeyen kimsedir. Aziz olan, yenilene yardım etmekten ve yeneni yüzüstü bırakmaktan aciz değildir. Ne var ki, bir galibin bir de mağlubun olması gerekir. Çünkü Hakkın ve mahlukatın olması zorunludur.
Latife: Aşağılama, şekilleri aşağılamak değildir. Asıl aşağılama, tekebbür edene karşı tekebbür ederek onu aşağılamaktır. Çünkü o seni perdelemektedir. Ama senin gibi olanı ve senin için yaratılanı aşağılama. Eğer bir kimseyi aşağılamamışsan, sen de aşağılanmazsın. Çünkü aşağılama fiili hakkedeni bulur, ancak hakkeden aşağılanır. Bilindiği gibi aşk ancak benzer şeyler arasında olabilir. Bu ise harekete sevk eder, aşağılayıcı olmaz. Aşağılama onunla kaim olacak bir şey değildir. Aksi takdirde senin aşağılaman sana geri döner. Kendin gibi olan birini aşağıladığın zaman, kendin aşağılanırsın ve yanındaki hayırdan alıkonursun. Senden ona aşağılama intikal ettiği anda sendeki hayır da ona intikal eder. Adet edinilen aşağılama ile beraber olma, çünkü adetin hükmü için yüksek döşekler konulmuştur.
İşaret: Yaptığın şeydir sana geri dönen. Ne ekersen onu biçersin.

Tercüme Babı:

İşaret: Eğer Kaf dağına çıkarsan, o olursun. O olduğun zaman da senin arzın uzamaz. Arzın uzamadığı zaman imaret sabitleşir. Sabitleştiğinde açılıp genişlersin, dolayısıyla kadrin bilinir, sana teşekkür edilir.
Latife: Senin yanında olan her şey O'ndandır; senin yanında olan şeylerin içinde kendini sana gizlemiştir. O halde O'na bak, perdeye değil.
Latife: Senin terkibinde olup O'na sarılan araçlara bak; asıl tutan O'dur, onlar değil.
Latife: O'nun için kullar, senin damarlarında dolaşan hayat mesabesindedir. Onu muhafaza et, onda müşahede edersin.
İşaret: Sana hitap ettiği zaman, O'nun hitabını ancak Onunla dinle. Çünkü O, başkasının dinlemesini kıskanır. Ortada O'ndan başkası yoktur, o halde O'nu tenzih et.
Latife: O'nun "Nerede olursan ben seninleyim" sözüne bak. Bu söz, senin konuyu daha iyi anlayabilmen için söylenmiştir, yoksa O'nun için "nerede" olmaz. O'nun için "nerede" (mekan) olmadığına göre O, seninle beraberdir. Eğer "nerede" (mekan) olursa, seninle beraber olan sensin, O değil. Sen O'nun sırrısın). Dolayısıyla O'nun sırrı seninledir. O'nun sırrı korumasıdır. O halde O'nun koruması seninledir. Koruması ise sıfatının semeresidir. Şu halde sıfatı seninledir. Sıfatı da O'ndan başkası değildir. Demek ki, O seninledir. Buna göre, "nerede" bulunuyorsan eğer, seninle O'nun arasındaki aracılara bak. Şayet "nerede" değilsen, bu takdirde O'na en yakın olan yönüne bak.
İşaret: Yokluğundan sonra sana zuhur ettiğinde, gördüğün için O'nu, zuhuruyla seni baki kılar, üzerine bir hilat giydirir. Çünkü sen O'nun müşahedesinin huzurundasın. Ve sen oluşsuz olmuşsun. Bunun nedeni de O'nun senin üzerindeki hilatıdır. O'nun hilatı bir ikramdır. Cömert kimsenin ikramı kerem sahibi cömerde benzer. Kimin üzerinde ikra zuhur ederse, o susar, ikram sahibi konuşur. Yabancı olan bunu birleşme/ittihat sanır, oysa bu ittihat değildir. Tahakkuk eden, Rabbinden başkası ile konuşulmasını kıskanan "Gayur"dur. Bu ondan değildir, çünkü onunla aklı başından gitmiştir, onun için yanıp tutuşmaktadır, onun hasretiyle kendinden geçmiştir. Dolayısıyla mazur görülmesi gerekir. Nitekim onu mazur görmüştür de. Çünkü aklını başından alıp götüreni müşahede etmiştir.
Latife: Ey bu muhakkikin, aklını başından alıp götürenden aktardıklarını inkar eden! Peki O'nun yarattığı kainatta meydana gelen en küçük bir hadise karşısında niçin aklınız başınızdan gitmektedir! Bundan ibret almaz mısınız? Onunla deliye dönenler ne mutludur!
Onlar O'nun bilinmeyen ailesidir.

Büyüklük Tercümesi Babı:

Latife: Allah'a karşı kibirlilik edenin karşısında kibirlen, çünkü senin mütevaziliğin budur. Kibirlenenlerin büyüklenmeleri karşısında, bunun Allah'tan olduğunu bilsen de tevazu gösterme. Çünkü büyüklük O'nun bir sıfatadır; ancak imkansız için de O'nun bir hükmü vardır.
Latife: Kibirlenen birini gördüğünde ona karşı tevazu göster. Çünkü onun hakikati kulluktur. Böyle yapmakla ona kulluğunu hatırlatırsın. Böylece nefis hesap etmediğin bir taraftan aslına döner ve seni sever. Seni sevdiğinde sana yakın olur. Sana yakın olduğunda sana hizmet etmek ister. Ona hakikati siyasetle dinlet; bir hikaye anlat, tartışma ve diyalog esnasında bir örnek ver. Nefsi mutlaka bundan etkilenir ve gerçeği kabul eder. Bu takdirde onun öğretmeni olursun, reislik ondan sana intikal eder. Sen Allah ile hakikate ermişsin, onu da Allah'a döndürmüş olursun. Allah ancak kendisini bilenlerden alır. Çünkü bilen vermenin adabıyla edeblenmiş olur.
İşaret: Tevazu, başı öne eğmek veya hizmet etmek yahut falanca hakkı eda etmek değildir. Bu saydıklarımın tümü reislere karşı dalkavukluk etmenin, onların nezdinde mevki edinmek için hoş görünmeye çalışmanın göstergeleridir. Asıl tevazu, Allah'ı bilmenle arkadaşlık etmendir. Kendini bildiğin tanıdığın zaman rabbini bilir, tanırsın. Rabbini bildiğin zaman, O'nun katında olup da sana ait olan şeyleri ve de sende olup O'na ait olan şeyleri de bilirsin. O'na ait olanları verir, kendine ait olanları da talep edersin. Eğer sana ait olan şeyleri seni denemek için verirse, geri çevir ya da yerinden çıkar; o zaman bilmen daha da güçlenir.
Latife: Kimin dediğini ve ne dediğini bilmeden söyleyenin ne söylediğini bildin mi:
Bir tanrı ki başının üzerine tilki işer
Tilkilerin üzerine işediği aşağılıktır.
Ya da İbni Camuh’un putu için dediğini duydun mu:
Eğer tanrı olsaydın, şimdi olmazdın
Sen ve bir köpek çöldeki bir kuyunun dibinde.
Müşrikler, uluhiyet vasfının kulluk ettikleri varlığın içinde olduğunu sanıyorlardı. Allah da tanrılarına yöneldiklerinde onların ihtiyaçlarını karşılardı. Bu, onlar için bir tuzak, yavaş yavaş helake sürüklemeydi. İlâhî tarafla ilgili sergilenen bir gayretti. Çünkü onlar bu putlarda ilahi bir varlık olduğunu tasavvur etmeselerdi, onlara tapmazlardı. Allah, dünyada istediklerine onları nail eyledi, ihtiyaçlarını verdi. Fakat Allah'ın tuzağından kurtulamadılar. Mabudlarından gafil oldukları, Ona bağlanmadıkları için, Ona yönelme sırrı içlerinden zail oldu. Bu da bazılarının bu tanrılara tapmanın abes bir davranış olduğunu fark etmelerine yol açtı. Nitekim bazıları da hidayete erdi. O halde, size hayat verecek şeye sizi davet eden Allah'a şükredin.
İşaret: Tevazu etmesi düşünülmeyen ve kibirlenmesi de tasavvur edilmeyen birine karşı tevazu gösteren kimse hakkında ne dersin? Böyle bir davranış tevazu olur mu?
Çünkü tevazu, kibirlenenin baskısı altında tevazu gösterenin içinde meydana gelen zillet demektir? Halbuki ortada kibirlenen kimse de yoktur?
Cevap: Bu tür kimselere karşı tevazu gösteren kimse, ona kendi içinde tevazu göstermez. Büyüklük izzet perdesinin arkasındadır. Dolayısıyla tevazu gösteren kendi içinde kendi nefsine karşı zelil olmaktadır, fakat bunun farkında değildir. O'nun gölgesine girmeye tenezzül etmemiş, buna karşılık kullarının gölgelerine sığınmıştır.

Fetih Tercümesi Babı:

Latife: Sen kevnsin, Allah ise seni var edendir. Varlığı seninle açmıştır; sen varlığın anahtarısın. Bu yüzden sen O'nun yanındasın; Allah'tan başka kimse seni bilemez.
İşaret: Allah'ın seninle açtığı ilk kapının senin nefsinin kapısı olduğunu bilir misin? Varlık sahnesine zuhur ettiğin zaman büyüklendin; bunun üzerine seni aç bıraktı, muhtaç kıldı.
Latife: Hak kendisine baktığı ve kendi elleriyle var ettiği için Adem gururlanmadı. Çünkü gururlanmak, kendini beğenmek insan için mutluluk sebebi değildir; kendini beğenmek insanın bedbahtlığının sebebidir.
İşaret: Eğer üfürme bir tane olsaydı, o zaman bedbahtlık veya mutluluk herkesi kaplardı. Aksine iki kabza olduğu gibi iki nefha vardır.
İşaret: Bak, üfleyen biri, bir tek nefesi ile kandili söndürürken tutuşmuş kuru otları da alevlendiriyor. Neden oluyor bu? Mahalden mi kaynaklanıyor, yoksa üfürmeden mi?
Latife: Oluş (kevn) hakkın oluşudur, insanın değil. İnsan bu oluşun anahtarıdır. Hak anahtardadır. Açılma onunla gerçekleşir. Açılma esnasında isimler insana çıkarlar. Bazı insanlar bu isimlerle bedbaht olurlar, bazıları mutlu olurlar.
İşaret: İki türlü anahtar vardır: dişli ve dişsiz. Keşke bilseydim; insan nasıl bir anahtardır?
İşaret: İnsan, varlığın oluşunun anahtarıdır, ibadetlerin oluşunun da. Ezel onunla zuhur etmiştir ve ebedin kapısını da o açar.
Latife: Anahtarı at ey insan! Allah'a koş, seni ebedi mutlulukla mutlu etsin. Ebu Yezide: Nefsini terk et ve gel, denilmiştir.

İcabet Tercümesi Babı:

İşaret: Bir kul var bir de Rab. Sen O'na yükselirsin, O sana iner. Nitekim şöyle buyurmuştur: "Ve ileyhi yes'adu'l Kelimu't Tayyib/ O'na ancak güzel sözler yükselir." (Fatır, 10) Rabbimiz de dünya semasına nüzul eder.
Latife: O sana şah damarı kadar yakındır; O'ndan başkasına bakma. Eğer O'ndan başkasına bakarsan kendinden başka bir şey göremezsin. Nefsin de O'na karşı bir perdedir; asla O'nu göremezsin.
İşaret: Yolu Allah'a doğru olan varlığı bilmez; çünkü varlık maksada ulaştırmaz. Eğer varlık O'na ulaştıracak olsaydı, O kainat için bir sınır olurdu. Oysa O, hiçbir şeyin sınırı değildir.
Latife: Hakkı bilmek, O'nun bağışıdır. O'ndan telakki edersin. Şu halde seninle bağış arasında varlık münasebeti vardır. Hakkı Hak ile bilirsin, halk ile değil. Hak ile halkı tanırsın kendinle değil. Hak için haktan ayrılma, o zaman Hakkı bulursun. Hakkı yollarda arama, çünkü ortada O'na giden bir yol yoktur. Sonradan olma (hadis) varl ıklarla kadim (öncesiz)
varlık arasındaki irtibat kaldırılmıştır.
İşaret: Haktan hakkı bilmene bak, O'nun senin için şekillendirilmemiş olduğunu örürsün. İşte ilim budur. Şekillendirilen her şey kevndir.
Latife: Hakkı bilmek suret değildir. Çünkü Hak senin bilgin kapsamında tasavvur edilemez. O suret değildir, suret kabul etmez. Ancak bilinir ve O'nun ilmi de O'ndan gayrisi değildir. O'nun kendini bilmesi, O'nun kendisini bilmesinin aynısıdır. İlim malum değildir. Çünkü insan bir şeyi bilir, ama bu bilme o şeyin kendisi değildir. İlim bazen malumun kendisi de olur. Çünkü ilimle ilim bilinir. İlmin malumun aynısı olduğunu inkar etme, bunun olacağını sana gösterdim.

Tarif Tercümesi Babı:

İşaret: Hakkın emri üzere olan, ancak Hak ile kayıtlanır. Ancak Hak ile kayıtlanan da aşağıda söylendiği gibidir:
Günlere adımı sorarsanız, bilemezler
Mekanım nerede diye sorsanız, mekanı mı tanımazlar
Latife: Her grup bir dil geliştirmiş, maksada varmak için bir lisan edinmiştir. Sen grubunun hakkın işaretleri olmasını sağla. O'ndan anla, O'nun lügatini ve lisanını öğren.
İşaret: Kendinle hak alemi arasına "ne zaman=meta"ı koy. Onun hakkında "ne zaman" ile bir soru sana sorulsa, kendinle cevap ver. Eğer senin hakkında "ne zaman" ile bir soru sorulsa, onunla cevap ver.
İşaret: Zaman feleğin hareketidir diyen olursa, bilsin ki, bazı şeyler varken felek yoktu. Zaman, iki şeyin "ne zaman" sorusuyla karşılaştırılmasından ibarettir diyen olursa, bilsin ki, zaman hep varlıklarla beraberdi. Aslında ıstılahta bir karşıtlık yoktur. Mezhepler bu noktada birleşmiştir. Bilmediği için kendisini ilgilendirmeyen yolda gidene de ki: O aslında kendisini ilgilendiren yoldadır. Ben biliyorum, ama o bunu bilmiyor.

Sebat Tercümesi Babı:

İşaret: Allah'ı bilmek, Allah'ın sabit kıldıkları kimseler hariç, ayakların kaydığı kaygan bir zemindir. Ahitlerle tespit edilen sınırların sahiplerinden, vaat ve tehditlere inanan kimselerden başkası için sebat yoktur.
İşaret: O'nu fikirle, akıl gücüyle arayan biri, hakkı bilme hususunda dişe dokunur bir şey elde edemez. Benzer ve eş kabul eden biri, benzersiz ve eşsiz birini nasıl talep edebilir! Akıl erbabı, varlıkla sınırlı kalsalar ve sadece nefiyle yetinseler kurtulurlar. Ama onlardan bu sınırı aşıp ispata kalkışan helak olur. Çünkü sen ancak üzerinde bulunduğun durumu O'nun için ispat edersin. İşte ayakların kaydığı kaygan zemin burasıdır. Dikkat et!... Zatı bilmeyi kast ediyorum, başka bir şeyi değil.
Latife: Bil ki, O'nu bilmek hususunda sana bir bilgi bahşetmişse eğer, seni kendisi için şekillendirip hazırlamadan bu bağışta bulunmaz. Dolayısıyla O'nu bilmekle ilgili sana telkin ettiği bilgileri al. Çünkü sana, O'nun bağışlarını kabul etme yeteneği verilmiştir. Bu, seni O'na bağlayan bir bağdır. Eğer bu olmasaydı, bağışlama açısından O'nu bilemezdin ve bağışları da kabul edemezdin. Şu halde Allah'ı bilmek, çalışarak elde edilemeyecek bir özelliktir. O'nu bilmeyi elde etme hususunda kendinle yetinme. Hakkı Haktan iste, o zaman Hakkın, söylediği gibi, sana senden daha yakın olduğunu görürsün.

Adalet Tercümesi Babı:

İşaret: Hak, kulu, ondan sadır olan şeylerden dolayı cezalandırır. Şu halde nefsine teşekkür et veya onu kına.
Latife: Her yerin bir hükmü vardır. Hakkın fiili de yerine göre belirginleşir, çünkü O, hikmet sahibidir.
Latife: Hakka uyana da muhalefet edene de merhamet et. Çünkü bu durumu taksim eden O'dur. Kafir, mümine merhamet ettiği zaman, Allah, onun azabını hafifletir. Mümin kafire merhamet ettiği zaman, Allah onun ödülünü eksiksiz verir. Hepsini de Allah yaratmıştır ve herkes Allah'a aittir. Bu yüzden Allah'ın kullarına saygı göstermek Allah'a saygı göstermektir. Ne mutlu Allah'ın kullarına merhamet edene! Allah'ın kullarına merhamet gösteren kimsenin Allah düşmanlarına dostluk beslemesi gerekmez. Onların farkında olmayacakları şekilde onlara merhamet et.
Latife: Bahtiyar o kimsedir ki, halkın içinde hakka bakar; hakkın halk içindeki hükümlerine değil. Eğer mutlu biri ise bundan ayrı bir konumdadır. İmamlarımızdan biri şöyle demiştir: Halka Hakkın gözüyle bakan onlara merhamet eder. ilim gözüyle bakansa onlara buğzeder.
İşaret: Allah'ın bir emri vardır, bir de iradesi. Bak, bu yollardan hangisi seni kurtaracaksa, onu izle.
İşaret: Allah'ın rahmeti, merhamet edenleri nerede olurlarsa olsunlar takip eder, yerin kat kat altında bile olsalar onların arasına sızar.
Latife: Eğer Allah'ın kahredici isminden çok az bir şey halkın üzerine musallat olsa, onları tuz buz eder. Oysa Allah'ın muradı bekadır. Beka da rahmete aittir. Nitekim bazı insanlar azapta bile olsalar onları ebedi kılan rahmettir.

Tazim Tercümesi Babı:

İşaret: Azamet kalbine tecelli edip seni kayıtlandırdığı zaman, onun yanında durma, Allah'a koş; çünkü seni helak eder.
İşaret: Azamet kalbine tecelli ettiği sırada yanında hâlâ bir resim kalan kimse yanılmıştır ve edep onu kayıtlandırır. Aslında bu huzur tecellisidir; ama o bunun azamet olduğunu söyler.
İşaret: Bir mahluk seni korkutmasın. Bir kimseyi mahluk korkutursa, onu helak eder. Mahluk tarafından helak edilen de Hak için değildir ve Hakkı göremez. Kalbine Haktan başkasının hükmettiği biri nasıl görsün Hakkı!
Latife: Hakka dikkat et. Çünkü O, yanında duran biriyle seni terk eder ve buna aldırış bile etmez. O halde sen ancak Hak ile Hakkın yanında dur.
Latife: Övgüler insanı ister. Rablıkda övgüler ister. Alem Rablığı ister. Eğer baksalar rahmanın kendilerini talep ettiğini görürler. Rahim onları mutlu kılmaktadır. Yüz çevirdikleri için onlardan iyilere ve kötülere durumlarına uygun ceza vaat edildi. Mutlu kimse, Rahmanın karşısında zelil oldu, O'ndan yardım istedi ve muhtaçlığını belirtti. Bedbaht ise şehvetinin çöllerinde yolunu yitirdi. Yollarının kıvrımları üzerine karanlıklar gibi çöktü. Şeytan onu kararsızlığa sürükledi ve sonunda apaçık hüsrana uğradı. Allah'ın kullarından seçkin bir grup O'nun hidayetine nail oldu. Onlar bu hidayetin sabit olmasını ve kendilerinin de onda derinleşmelerini isterler. Çünkü yükümlülük yurdu bir makamın saf ve katışıksız olarak kalmasının zor olduğu bir yerdir. Çünkü yüce Allah burada iki yol var etmiş ve insanların da iki grup olmalarını öngörmüştür. Her grup bir yolu izler. Bu yollardan biri nimet, biri de yakıcı azap yoludur.
İşaret: Nefsini tercih edip anmadan önce Allah'ı an; kim hakkı kendine tercih ederse hak da onu kendine tercih eder.
İşaret: Kendi adını söylemeden önce O'nun adını zikret; o zaman hakkı amaç edinen ve hakkın da kendileriyle ilgilendiği kimselerin divanına yazılırsın.
Latife: O'na dua ettiğin zaman, O'ndan duanın kabulünü iste; çünkü O, kendisinden icabet istemeyenlerin duasına icabet etmez. Eğer icabet istemeden sadece dua ederse, bu dua, dua etmemiş olmaktan farksızdır.

Minnet Tercümesi Babı:

İşaret: Açıklık ediplerin özelliği, sırlar ise emin kimselerin hususiyetidir.
Latife: Açıklık yolunu tutanlar iki gruptur. Bir grup yolu izlemiş ve maksada ulaşmıştır. Bu yolun şartı başı öne eğip edepli davranmaktır. Kim bu şartlardan birini yerine getirmezse öbürünü de geçersiz kılmış, dolayısıyla maksada ermemiş olur. Bir grupsa cezp edilmiştir, baştan itibaren onları kendine ayırmış, onları kendisi himayesine alıp dost edinmiştir. Haktan başkasının onların üzerinde bir iyiliği, minneti yoktur. Nitekim Hz. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Beni Allah terbiye etti ve terbiyemi de güzel yaptı." Bu söylediklerimizi kimse inkar edemez, çünkü ehl-i sünnet, Vehbi ve kesbi ilimlerin varlığını kabul eder. Dolayısıyla vehb yoluyla Allah'ın zatının bilgisine, kesb yoluyla da varlığının bilgisine ulaşılır. O'na vehb yoluyla ulaşanlar, haya sahipleridir, sınırların ve kuralların yanında duran kimselerdir.

İzzet Tercümesi Babı:

İşaret: İki sıddık bir araya gelmez; ama bir sadık, bir sıddık bir araya gelir.
İşaret: Sen üçsün; senden hakka ulaşansa birdir. Eğer O'na nefsiyle ulaşırsa, bu şüphedir, dolayısıyla O'na ulaşmamıştır. Eğer O'na O'nunla ulaşmış-sa, ulaşmıştır ve sahih olarak O'nun yanındadır.
Latife: Hakka ulaşmak istendiğinde, O'nu üzerinde bulunduğu sıfatlarla gören, O'nu düz ve geniş bir alana atmış olur. Yüce Allah bir ayette şöyle buyurmuştur: "Zug inneke ente'l azizu'l kerim / Tat bakalım. Hani sen kendince üstündün(azizdin), şerefliydin( kerîmdin)." (Duhan,49)
İşaret: Hak seni kendine çağırırsa, ancak senin üzerinde O'nun sıfatları olduğu zaman çağırır. Sen, seni çağırdığı bu sıfatlardan soyutlan ve gir. O, sana yararlı olacak ve seni yükseltecek şeyleri bahşedecektir.
İşaret: Eğer, yerleri tam olarak belirlenmeden mahlukat hakkın sıfatlarını alıp onlarla bezenmeselerdi, sen herkesi mutlu görürdün.
Latife: Nimete kavuşan herkes, kalbi ile kaim olan şahidi aracılığıyla nimetlenir. Bu, hak ile ilgili olarak senin yanında hasıl olan şeydir. O da senin gibi sonradan olmadır. Müşahede esnasında hak ile nimetlenmek caiz değildir. Çünkü müşahede yok olmaktır; onda lezzet olmaz. Allah yücedir, büyüktür.

Varlık Tercümesi Babı:

İşaret: Hak seni nefsine vekil kılınca, iddiada bulundun. Bunun üzerine seni mükellef kıldı. Bak, seni mazur gördü.
Latife: Kıdemin (öncesizliğin) ve hudusun (sonradan olmaklığm) durumu birbirinin zıddıdır. Eğer mutlu isen, Allah'a şükret. Şayet bedbaht isen, o zaman nefsini kına.
İşaret: Dünya var oldukça mutluluk da yorgunluk ve zahmet de var olacaktır. Burası erime ve ayrışıp arınma yurdudur. Sen, altı gün boyunca dolaşırsın, yedinci günde ebedilik yurduna girersin.
İşaret: Hitap sana yönelik olduğu sürece sakınma peştamalı üzerinden çıkarılmayacaktır. Hitap kalktığı zaman, üzerine giydirilen giysiye bak. Artık senin için güvenlik gerekli olmuştur, sen de güven.
Latife: Yaratma günleri olan altı günde hak ile meşgul ol. Eğer bir yorgunluk hissedersen, aldanma, yedinci günde rahat seni bekliyor.
Latife: Seni senin için seven herkese güven. Çünkü bu, sahih bir sevgidir. Allah'ın kullarını sevmesi de bu kabildendir. Onları kendileri için seviyor, kendisi için değil.

Cem Tercümesi Babı:

Latife: Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Yetbeullâhu alâ külli kalbin mutekebbirin cebbarin /Allah, büyüklük taslayan her zorbanın (cebbarın) kalbini mühürler." (Mümin,35) Bunlar Allah'ın isimleri değil mi? Bu isimlerle sıfatlananlar ateşte değiller mi? Ateş perdelenme yeri değil midir? Perdelenme görmemek değil midir? Görmemek de apaçık ziyan değil midir? Öyleyse neden insan rabbine koşmaz, ki rabbi, onun zelil ve fakir nefsini müşahede edip ona cömertçe bağışta bulunsun. Doğru sözlü Resulullah (s.a.v.)in şu sözünü görmedin mi: "Senden sana sığınırım" Ebu Yezid de şöyle demiştir: Dedim ki: Ya
Rab! Ne ile sana yaklaşayım? Dedi ki: Ben de olmayanla. Dedim ki: Sen de olmayan nedir? Dedi ki: Zillet ve muhtaçlık.
İşaret: Hakkın emrine riayet et, ona uy. Her şeyi O'nun tasarrufu altında ve hükmünde olduğunu görmene aldanma. "Ma min dabbetin illa huve âhızun binasıyetiha / Yürüyen hiçbir varlık yoktur ki, O, onun perçeminden tutmuş olmasın." (Hud,56) Bunu bilmen seni kurtarmaz. Hakkın emrine uyman seni kurtarır. Fakat buna bir akit olarak bak ve Hakkın emri doğrultusunda tasarrufta bulun.
İşaret: Hak, isimleri hak ile senden giderdiği zaman, aslında bu isimleri senden kaldırmış değildir. Çünkü onları er-Rafi=yükselten, kaldıran ismiyle bunları gidermiştir. Şu halde isim hâlâ seninledir. Onunla huzurda olmaktan kaybolma. Sen her zaman O'nun gözlerinin önündesin.

Takdis Tercümesi Babı:

Latife: Malum, senin ona ilişkin bilginden ayrı bir şeydir. Eğer onu tanımak için ararsan onu göremezsin, şayet onu görmek için ararsan, bu sefer tanıyamazsın. Tanıyan bilir diye bir şey yoktur. Tanıma, bilmeye karşı bir perde konumundadır. Bu yüzden ona yönelik bir yoldur. Bilme, tanıma için bir keşiftir. Dolayısıyla bilme ve tanıma onun üzerin iki perde gibidir.
Latife: Amacı marifetleri ve bilgileri toplamak olan kimse kendisi hakkında cimrilik tanıklığında bulunmuş olur. Bunları toplar ve bir yerde saklar. Sadece Allah'ın keramet sahibi kulları onları bulur.
İşaret: Hakkı idrak etmeyi engelleyen perdeler büyüktürler. Bunların en büyüğü de ilimdir. Çünkü ilim sahibi olunca, O'nu elde ettim, dersin. Herakli-yus peygamberlik bilgisine sahipti, ancak imanı yoktu, bu bilgisi ona fayda sağlamadı. Yahudiler Hz. Muhammed'in (s.a.v.) gerçek Nebî olduğunu biliyorlardı. Ama bilmeleri onlara fayda vermedi. Nefisleri onun kesin Nebî olduğunu kabul ettiği halde onu inkar ettiler. İblis, Allah'ın emrine uymanın gerekli olduğunu biliyordu, ama emre uymadı ve muvaffakiyetten mahrum kaldı. İlme aldanma, ilimle gururlanma. İlim cehaleti ortadan kaldırır, ama mutluluğu, saadeti
sağlamaz. İlme imanın eşlik etmesini sağla, o zaman nur üstüne nur olur. İlmin niçin en büyük perde olduğunu biliyor musun? Çünkü ilim sahibi kimse malumu ilmi oranında görmek ister. Oysa her malum için böyle bir istek tasavvur edilemez. Hakkı bildiğini iddia etmeyen, acizliğini ve muhtaçlığını kabul eden ve her makamda Hakka inanan kimse, O'nu
görür. Bu hususta sahih bir hadis vardır. Bu ufukları aydınlatan kıvılcımın ışığında işaret ettiğimiz hakikate dikkat et.
İşaret: Ahirete varmadan önce, dünyadaki ahiret menzillerini tanı. Çünkü yarın Hakkın, yerine, menziline göre değişecek tecellileri olacaktır. İmandan ayrılma ve asla inkar etme. Ama eğer ikrar edemiyor-san, o zaman sus.

İstiva Tercümesi Babı:

Latife: İsa Allah'ın ruhu ve kelimesidir. Elçiler (Resuller) Allah'ın yeryüzündeki halifeleridir. Onlar Hakkın baktığı yer ve marifetin mahalli konumunda olup velayet sahipleridir. Öyleyse değerini bil.
Latife: Hakkın değerini bilmeyen, ama bilmediğini bilen kimse Hakka yakınlaştırılır. Fakat bilmediğini itiraf etmeyen Haktan uzaklaştırılır. Bunlara yapılacak muamele budur.
Latife: Veli, Hz. Muhammed'in (s.a.v.) varisi olursa, kıyamet günü onun ilminden bir çeper ve Burak yapılır, ahiret yurdunda buna istiva eder. Eğer diğer peygamberlerden (a.s.) birinin varisi ise, o zaman onun amelinden bu makama uygun bir merkep var edilir, ona biner.
Latife: Meclislerin baş tarafı, emirinin bulunduğu yerdir; bu da belli bir yere tahsis edilmez.
İşaret: "Ve huve meakum eynema küntüm / Nerede olsanız, O sizinle beraberdir." (Hadid,4) Çünkü O, her şeye hakimdir. Her şey Onunla kaimdir.
Latife: Veliler Hakkı talep ettikleri zaman, bu, bir isimle bir isimden diğerine intikal etmekten ibarettir. Bir hal aracılığıyla bir halden diğer hale geçmek demektir. "Yevme nahşuru'l muttakîne ilâ'rah-manî vefda / Takva sahiplerini heyet halinde Rahman' ın huzurunda topladığımız gün." (Meryem,85) Muttakiler sakınıp korktukları isimden, kendilerine iltifat eden, acıyan ismin huzuruna hasredilirler. Ebu Yezid'in bu ayeti duyduğunda sarfettiği şu söze bakmayın: "Hayret! Yanında oturan biri nasıl O'nun huzuruna hasredilir ki?... Muttaki insan zahir ismiyle oturur. İman edense Rahman ismiyle
oturur.

Batın Tercümesi Babı:

İşaret: Hak batındır, hiçbir şeye zahir olmaz. Eğer bir şeye zahir olsa derileri yakıp kavururdu ve gözler O'nu göremezdi. O, eşyanın koruyucusudur, onlara görünmez.
İşaret: Eğer sana, bilinmeyen zahir ve bilinen batın kimdir? diye sorulsa, O Haktır, de.
Latife: Hakkın alemde iki zuhuru vardır: alem bunlarla yok olur ve bunlarla baki kalır. Dolayısıyla alem fena ile beka arasında durmaktadır.
Latife: Alemin tümü zat itibariyle Birdir ve bu bakımdan bakidir. Fanilik alemin suretleri ve şekilleriyle ilgilidir.
Latife: Bir kimsenin, kendini O'na tanıtmadan, zuhur etmesi suretiyle O'nu tanımadan, yakin nuru aracılığıyla kalbin yakin gözü aracılığıyla O'nu görmeden hakkı bilmesi sahih değildir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) yüce Allah'tan şu kelamı aktarmıştır: "Arzıma ve göğüme (semama) sığmadım; mümin kulumun kalbine sığdım."

Rahmet Tercümesi Babı:

Latife: Hak kimi kendine yakın kılarsa, onun düşmanları çok olur. Hak kime itina gösterirse, onu kıskananlar çoğalır. Bil ki, Hak bir kulu, ancak himmetinin ona taalluk etmesi üzerine kendine yakın kılar. O'nun himmeti O'nu bu menzile indirir. Senin himmetin de senin aracılığınla O'ndan sana yönelik bir inayet yaratır senin içinde. O halde seni indiren O'nun himmetidir, sana ait bir şey yoktur. Her şey O'ndan gelmiş O'na gider.
İşaret: Hak teala mutlak cömerttir; kim O'na gelirse, onu seçer. Kim de O'ndan yüz çevirirse, onu terk eder. Eğer Hakka icabet ederse, Hakla buluşur. Ama yüz çevirmeye devam ederse ve bu durumunu O'na varıncaya, yani bütün varlıkların gittiği yere
ulaşıncaya kadar sürdürürse Hakkın kendisinden yüz çevirdiğini görür. Hakkın kendisiyle buluşmasını ister. Ona denir ki: Bu, senin yüz çevirmendir. Bu, senin suretindir. Ama sen onu inkar ediyorsun.
İşaret: Kim Allah'tan başkasına bakarsa, bu bakışı onu Allah'tan uzaklaştırır. Artık,
benim düşmanım başkasıdır, dememelidir. Aksine sen kendinin düşmanısın.
Latife: Allah'ın emri bir tanedir. O da bir göz açıp kapama anı kadar kısa sürede gerçekleşir. Aman ha, Allah'ın azap bakışından sakın.
İşaret: Güneş battığı yerden doğmadıkça tevben kabul edilir. Güneşin battığı yerden doğması durumunda payına ne düşecek, ona bak. Onun, aslında senin sırrının senin zatının batısından hakka dönüşünden ibaret olduğunu göreceksin. Bu yüzden o sırada senin tevben kabul edilmez. Çünkü tevbe yükümlülük dünyasında geçerlidir. Sen ise oradan göç etmişsindir. Can boğaza dayanmadıkça Allah kulunun tevbesini kabul eder. "Felem yeku yenfauhum imanuhum lemma reau be'sena / Fakat azabımızı gördükleri zaman imanları kendilerine bir fayda vermeyecektir." (Mümin,85) "elan ve kad aseyte
kablu / Şimdi mi! Halbuki daha önce isyan etmiştin." (Yunus,91)

Öğüt Tercümesi Babı:

İşaret: Sana öğüt veren sana öğretir. Sana öğretenin senin imamın olduğunu ikrar etmiş olursun. Sana hatırlatan ise, senin aslında bilen olduğunu sana ikrar eder. Bunlar iki ayrı menzildir.
Latife: Öğüt seni ayırır "Kul: innema eizukum bi vahidetin / De ki: Size bir tek öğüt vereceğim." (Sebe,46) Hatırlatma ise seni birleştirir.
İşaret: Öğüt, nefreti ve kaçma ihtimalini barındırır. Hatırlatma ise sükuneti ve vazgeçip dönmeyi gerektirir.
İşaret: Öğüt müminler için, hatırlatma ise arifler içindir.
Latife: Öğüt veren olduğun sürece konuşansın. Konuşan olduğun zaman, harf ehli olursun.
Latife: İki türlü öğüt veren vardır: biri susarak, biri de konuşarak öğüt verir. Susanı haliyle öğüt verir. Ebu Abbas el-Haşşab'a Fas şehrinde uhrevi dinle ilgili bir kitap okundu, o da susarak kitabın okunuşunu dinledi. Ondan kitapla ilgili konuşması istendi. Bunun üzerine kitabı okuyana: kitabı bana oku ve bırak, dedi. Ebu Medyen'e bu sözü iletilince,
Ebu Meyden (r.a) şöyle dedi: Kitap onun haliydi. Hz. Aişe'ye (r.a) Rasulullah efendimizin (s.a.v.) ahlakıyla ilgili bir soru soruldu: "Onun ahlakı Kur'andı" diye cevap verdi. Konuşarak öğüt veren de iki türlüdür. Biri taşıdığı bilgilerle öğüt verir, biri de inandığı bilgilerle öğüt verir. Taşıdığı bilgilerle öğüt veren kimse, Hakkın kelamını okur. Inandıklarıyla öğüt verense
Hakkın elçisi/resulüdür.
Latife: Hatırlatanlar da iki türlüdür. Biri seni kast eder, o, elçi/resuldür. Biri de onu kast eder, o da varistir. Kast eden kimsenin her zaman iddiasına ilişkin bir delilinin olması gerekir. Bu yüzden mürit şeyhi deneyemez; ama şeyh müridi dener. Çünkü şeyh her zaman için kast edilendir.

Benlik Tercümesi Babı:

İşaret: Kim mutlak olarak "ben" derse, malik olur. Benliği kayıtlandırana gelince, benliği ne ile kayıtlandırdığına bakılır, çünkü o, benliği kayıtlandırdığı şey içindir. Ya helak vardır sonunda ya da selamet. Helak olan mutludur(saiddir), bedbaht(şaki) ise benlikle olandır.
İşaret: Fena ile senden olan şey O'dur. Beka ile senden olan şey ise sensin. O halde kimin senden üstün olduğuna bak ve ona yaslan.
İşaret: Sen sendensin, senden kaybolman durumunda sahih olamazsın. Çünkü sen, senin huzurunu gerektirirsin.
İşaret: Sen şeydensin ve bu şey senin şeyden perdelenmeni gerektirmektedir.
İşaret: Ben, seninle bağlantılı olduğu yerdedir. Sen bir vakit ben ile berabersin. O ve sen bir vakit nefsinle berabersin. Buna rağmen O, O'dur.
İşaret: "Ke=...sen" senin hitap edenin karşısındaki hakikatindir. Tıpkı senin seninle ve hitap edenle olman gibi. Nice zaman sen alemin ve isimlerlesin. "Ke=...sen", müşahede esnasında istenen nefsindir. En alt ve en üst hakikatlerinin toplamı ol (kun). Bütün bunlar huzur ile olur. Eğer ondan kaybolursan, ha(o), huma (ikisi), hum (müzekker-onlar) hunne (müennes-onlar) ve huve (O) kaim olur.
İşaret: Zamirler, bitişmeyi ve ayrılmayı doğurur. Şu halde hangi zamirle hitap ettiğine bak. O zaman hitap ettiğine göre ne konumda olduğunu anlarsın: yakın mı uzak mı?

Efendilik (Liderlik) Tercümesi Babı:

İşaret: Liderliğin mertebeleri liderlik edilenlerin sayısına göre belirginleşir. Liderlik edilenler olmadığı zaman liderlik de olmaz. Liderlik mertebeleri liderin kendisindedir.
İşaret: Liderlik için sertlik ve yumuşaklık söz konusudur. Sen bu iki özelliği olmaları gereken yere yönelt.
Latife: Hakimiyet, yumuşaklık ve baskı ile baki kalır, ama sertlik ve şiddetle baki kalmaz. Sen affedici ol ve marufu emret.
Latife: Yönetim açısından reaya ile askerler eşit olmazlar.
Latife: Reayanın hayatı şefkat ve hicapla (perdelenme, sınırlanma) ile kaimdir. Askerlerin hayatı is ihsan ve baskı ile kaimdir.
Latife: Liderin takip edeceği siyaset lütuftur. Bu bazen zayıflıktan da kaynaklanabilir.
Latife: Liderin siyasetinin olmayışı ya gücünden kaynaklanır ya da ahmaklığından.
Latife: Lider (seyyid) izafi bir isimdir, bir koruyucuya ihtiyaç duyar. Bir koruyucuya ihtiyaç duya-nmsa yoksunluğu, muhtaçlığı kesinleşir. Bu noktada bir tartışma söz konusudur. Sen kurtuluş dile.

Bahşetme Tercümesi Babı:

Latife: Hakkı arayan O'nu bulur; O'ndan isteyene, verir. Ama isteyen O'nu bulamaz.
Latife: Hakka ait olan, başkasının ameline girmez, ona isnat etse de: "Küllü şey'in haliktın illa vechehu / O'nun zatmdan(vechinden) başka her şey yok(helak) olacaktır." (Kasas,88)
Latife: Makamlara şükretme, onları övme. Çünkü buna giren cahil olarak gizlenir, ama yerleri ve oralarda hasıl olanı sena et. O zaman Hakkın varlıktaki mevkilerini bilen olursun.
Latife: Hakkı eksiksiz bilmen veya müşahede etmen olmadan birini tam olarak sena etmen sahih olur mu? Bundan başkası sena değil midir?
Latife: Evler çok gibi görünseler de aslında iki ev vardır: Biri bilgi evidir, yani nefistir. Biri de sır evidir. Bu ikisinden yoksun olan her ev haraptır.
İşaret: Müşrik hakkı ispat eden, fazladan olarak ortağın varlığını da kabul eden kimsedir. Bu yüzden müşrik hem bilgi hem de cehalet sahibidir. Keşif gerçekleşince cehalet kalkar bilgi baki kalır. Çünkü bilgi ortadan kalkmaz; bilgi Hakkın varlığıdır. Cehalet ise ortadan kalkar; çünkü cehalet varlığın suretidir. Hakikatinin varlığı da yokluk değildir.
Latife: Varlıkta en gizli olan şey şirktir. Ondan kurtulabilen çok az kimse vardır. Hakimiyetinin bu denli güçlü olmasının sebebi hakkın üzerindeki perdedir. Perdenin olması kaçınılmazdır. O halde şirk vardır. Ancak şirkin bir kısmı bağışlanır. Bu da nefsin zahirine yansıyan şeydir. Akıcı bir şeydir, ne yerinde durur ne de kesilir. Bir kısım şirk ise cezalandırılır. Bu da akitle irtibatlı olandır.

Tabiiyet Tercümesi Babı:

İşaret: İnsan feleğin kutbudur. Direktir insan. Bilmiyor musunuz; insan dünyadan ayrıldığında dünya harap olur, dağlar yerinden ayrılıp dağılır, gökler parçalanır ve yıldızlar sönüp gider.
Latife: Adem meleklere isimleri haber verdi. Bu, onlar tarafından bilinen şeyin özel bir lisanla bildirilmesiydi.
İşaret: İç dünyanda sana kapıların açıldığını, fethin gerçekleştiğini gördüğünde, bunu kendi halinde tart ve yanında şeriatın sınırlarını muhafaza et. Eğer tartı sana göre hak ile kaim olursa bil ki, bu fetihler ve varidatlar, mutluluk ve kabulün müjdeleridir. Eğer bundan başkası olursa, tuzaktan sakın, çünkü tuzaktan başkası olması mümkün değildir.
Latife: İnsan Hakka mensub zikri, yani Kur'anı kullanmak zorundadır. Kur'an'ı hangi dille okuduğuna bak. Çünkü huzur ve sekine Kur'anla iner, ama dillere göre.
İşaret: Cemat veya cemat dışında varlıkta kaim olan her zatın Allah'ın emrinden bir ruhu ve koruyucusu vardır. Allah tarafından ya akıl sahibidir ya da yine Allah tarafından akıl sahibi değildir. Allah tarafından akıl sahibi olmayanlar bazı insanlar ve cinlerdir. Bu yüzden bütün mahlukatın tabiiyeti sahih olur. Şeriatta buna dair örnekler çoktur: çakıl taşlarının
teşbih etmesi, taşların selam vermesi, hurma ağacı kökünün inlemesi gibi. Bunun gibi velilerin kerametleri ile ilgili olarak bir çok sahih hikaye rivayet edilmiştir.

Kemal Tercümesi Babı:

İşaret: İnsanın ruhuna bakması gerekir; beden şehrine nasıl yöneldi? Hakkın beden şehrine yerleştirdiği hikmet ve güzel tertip gibi olgulara yardımcı olmak üzere nasıl girdiğini gözlemlesin? Çünkü insan en güzel yaratılışa sahiptir. Bu olguya bakmaya başladığın zaman, iyice derinleş, insanın içine girmediğin bir tek zaviyesini, bilmediğin bir tek gizliliğini
bırakma. Çünkü insan hakkın hazinesidir. Sen büyük bir ilim üzerinde duruyorsun: "Senurîhim âyatina fî'l afaki ve fi enfusihim hattâ yetebeyyene lehum enhu'l hakku / İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki onun gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun." (Fussilet, 53) "Ve fi enfusikum efela tubsirun / Kendi nefislerinizde
de öyle. Görmüyor musunuz?" (Zariyat,21) Kendini bilen rabbini bilir. Kendini en iyi bileniniz rabbini en iyi bilendir.
Latife: Sütten saf tereyağından başka bir şey alınmaz. Sen de şeylerin ruhlarını kavramaya çalış. Bal olarak arının kendisi için biriktirdiğinden başkasını alma. İlim şarabından, ayakların çiğnemediği halis olanından başkasını içme. Sulardan sadece
yağmur suyunu iç. Çünkü yağmur suyu damlayan bir sudur ve içinde fazladan ilim vardır.
Latife: Sandığın kapısına kilit vurduğunda, malın harcanmasına engel olursun. Oysa malın hayatı harcanmaktan ibarettir. Çünkü mal harcanmak için yaratılmıştır. Malın karakteri harekettir, elden ele dolaşıp tedavülde olmaktır. Buna kanıt mı istiyorsun? O zaman kulağını kilitli sandığa yaklaştır; malın sandığın içinde hareket ettiğini duyacaksın. Eğer kilidi açmaya gücün yetiyorsa, kırma. Çünkü her hangi bir vakit malı biriktirip saklama gereği duyabilirsin. Kilit senin dilindir; anla.
İşaret ve Latife: Haris, cimri veli bir başkasıyla değiştirilir. Cimrilik eden ancak kendi nefsinden cimrilik eder. Nitekim şöyle buyurulmuştur: "Ve in tetevellu yestebdil kavmen gayrekum su.rn.me la yekunu emsalekum / Eğer O'ndan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi de olmazlar." (Muhammed,38) Sizin gibi haris cimriler olmazlar, bilakis kerem sahibi cömertler olurlar. Bunu bil.

Kum Tepesi Tercümesi Babı:

Latife: Ayaklar kum tepesi üzerinde sabit duramaz. Kıyamet günü, Allah'ı görme anı beyaz bir kum tepesi üzerinde olacaktır.
Latife: İblis, ancak yüz çevirmeden sonra kendisinden secde istendiğini bilmedi. Sorumluluk noktası burasıdır. Kim takdir edileni gerçekleşmeden önce müşahede ederse, ona duçar olur. Bizim ashabımızdan da buna duçar olanlar var. Bu, ona fayda verdi mi vermedi mi?
Latife: Cömertliğin hoş kokulu esintilerinden ibaret nefesler alemi insana varit olduğunda, onda bir özlem ve endişe zuhur eder. Rahmanın nefesi yemen tarafından bize gelir. İman Yemenlidir (berekettir). Hikmet Yemenlidir. Şefkat buradadır. Hz. Peygamber (s.a.v.): Rabbinizin hoş kokulu esintilerini Yemen tarafından karşılayın, buyurmuştur. Mekanları ona hazırlayın. Ancak nur heykellerini nefesler harekete geçirir. Karanlık heykellerini de nefesler ortadan kaldırır: "Ke ennehum huşubün musennedeh / Onlar sank duvara dayanmış kütükler gibidir." (Münafikun,63)
İşaret: Hikmetler kalıplara yerleştirilmişlerdir.
Latife: Bir şekil yapan, onu yuvarlak yapsın. Çünkü rüzgarların onu hareket ettirmesi kaçınılmazdır. O zaman yuvarlanır, fakat kırılmaz. Küre biçimindeki şekil daha kalıcıdır.
İşaret: Ortada Haktan ve mahlukattan başka bir şey yok. Bunlardan birine yöneldiğinde diğerine yüz çevirmiş olursun.

Şeriat ve Hakikat Tercümesi Babı:

Latife: Bilmeyen, şeriatın hakikatten farklı olduğunu düşünür. Heyhat! Düşündüğü ne kadar yanlıştır! Aksine hakikat şeriatın aynısıdır. Çünkü şeriat beden ve ruhtan ibarettir. Şeriatın bedeni ilim ve hükümler, ruhu ise hakikattir. Dolayısıyla ortada şeriattan başka bir şey yoktur.
İşaret: Şeriat vaziyettir, konulmuştur; onu hak, kulları için vazetmiştir. Şeriatın bir kısmı işitilmiş, bir kısmı işitilmemiştir. Bu yüzden bazı peygamberlere tabi olunmuş, bazılarına tabi olunmamıştır: " "Vela tekunu kellezine kalu. semi'na ve hum la yesme-un I İşitmedikleri halde işittik diyenler gibi olmayın." (Enfal,21) " Kemeseli'llezi yan'iku bima la yesma'I Sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer." (Bakara, 171)
Latife: Bir yer var ki, orada dünya hükümleri bilgisinden ibaret şeriat ile ahiret bilgisi ve hak hükümlerinden ibaret hakikat birleşir. Orada hükümler bilgisinden sorgu yapılır.
İşaret: Hükümler ilminden sadece senin için belirginleşen kısmını al, nefsinle meşgul ol ve nerede olursan seninle beraber olan ilmi elde etmeye bak. Yükümlülük ilmini burada bırakırsın. Allah'ı bilmeyi ise kendinle beraber taşırsın. İlim nerede olursa olsun malumunu gerektirir.
İşaret: Kainatta olan her şey insana boyun eğdi-rilimiştir, buna rağmen insan inkar eder: "KutüeV in-sanu ma ekfereh / Kahrolası insan! Ne inkarcıdır!" (Abese, 17)
İşaret: "Ve ilahukum ilahun vahid / Sizin ilahınız tek bir ilahtır." (Bakara, 163) Her insanın hevası tan-rısıdır, mabududur. Eğer Allah'a ibadet ederse, O'na nasibinden dolayı ibadet eder. Nasibi ise kuldur. He-va hayata uygundur. Eğer insanın hevası değişirse, kendi nefsinde mutlu olmaz. Onu görense mutlu olur. Eğer ateşe dönüşürse, önceden mutlu olmadığı halde, onunla mutlu olur.
İşaret: Konuşan, sesi ve harfiyle sana seslenen kimse değildir. Konuşan, sahip olduğu anlamları sana ulaştırma gücüne sahip kimsedir. Şu halde varlık bizimle konuşmaktadır, deme. Bu, senin anlamandır, varlığın konuşması değildir. Biz ise
konuşmasından söz diyoruz, senin anlamandan değil. Bunu bil.

Habibe b. Said Tercümesi Babı:

İşaret: Arşın taşıyıcısı melekle birlikte insanı talep eder. Çünkü insanda ona ait bir sır vardır ve her insan bunu bilmez.
Latife: İnsan değişik şeylerden bir araya getirilmiş bir varlıktır. Ona şekil verildikten, her organı dengeli bir şekilde olması gereken yere konduktan ve cismani sureti belirlendikten sonra bahşedici hakikat ona yöneldi ve tedbir ruhu onun içine hayat ruhunu üfledi. İnsan canlı oldu. Allah'ın emriyle ona yöneldi bu ruh ve ona vekil oldu.
Latife: Ona yaraşan insan olmasıydı. Sonra varlığı kalıcı olsun diye ilahi destek peşpeşe ona yöneldi. Sonra iddia ettiği şeyi iddia edince ayrılık makamında belirdi. Ki kim olduğunu bilesin. Burada insana vaad ve tehditle hitap edildi. Ona bununla ilgili bir de misal sunuldu ki, söylenenleri anlasın.
İşaret: Cismin iki ayak üzerine dikilmiş bir kürsüdür, letafetin rahmetin varlığıyla seni kuşatan arştır. İnsan neden cisimler aleminden uzaklaşır! Dünyada ve ahirette cismin olması zorunludur. Çünkü o varlık kemalinin suretidir, teşrif kemalinin degil.
Latife: Acaba insan şu ayeti duymamış mıdır: "Ve cealna'l leyle libasen / Geceyi bir örtü yaptık." (Nebe,10) huzur bulacağı bir vakit kıldık? "Ve cealna nevmekum subaten / Uykunuzu bir dinlenme kıldık." (Nebe.10) ayetini duymamış mıdır? Çünkü latif varlığın rahatı ancak cismin varlığı ile mümkündür, ki latif varlık melektir.
İşaret: Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ve ma haleknas'semae velarda ve ma beynehuma batılen / Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri biz boş yere yaratmadık." (Sad, 27) Sen de yerle gök arasında değil misin? Bunlardan yaratılmış bir varlık olarak kemale erdiğin zaman, sen de haksin.
İşaret: "Allahullezi haleka seba semevati ve min erda mislehunne / Allah, yedi kat göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır." (Talak, 12) Allah emri gökle yer arasında indirip durur ve sen de bu ikisi arasın-dasın. Dolayısıyla sen ya emrin aynısı veya emrin mahallisin.
İşaret: Eğer zakkum ağacı olmasaydı, tuba ağacının değeri bilinmezdi.

Döndürme Tercümesi Babı:

İşaret: Ey Mürid! Tahtının dayanakları senden eşyanın aslını bilmeyi ister. Bunları bil; övgüyü hakkedersin.
Latife: İçinde bulunduğun meşime (döl yatağı), sen onun içinde bulunduğun sürece senin suretinde olur. Ama sen ondan ayrıldığında artık senin suretinde olmaz. O halde bitişikliğini anla. Ya niçin muhtaçsın! Çünkü ayrılığınla birlikte muhtaçlık seninle irtibatlanmıştır. Uzaklık yoksulluğun sebebidir. Yakınlık ise varsıllığın ve nitelenmenin sebebidir. Ebu İkal el-Mağribi Mekke'de Meşime yakınlığı makamında kırk sene yemeden içmeden kaldı, sonra öldü.
Latife: Gölgen senin suretindedir, sen de suret üzeresin. Şu halde sen bir gölgesin. Bu da gösteriyor ki, hareket ettirme sana ait değil, Hakka aittir. Nitekim hareket ettiren sensin, gölgen değil. Ne var ki sen itiraz ediyorsun ve kendi değerini bilmiyorsun; buna karşılık gölgen itiraz etmiyor. Ey gölgesi kendisinin değerini kendisinden daha iyi bilen! Ne zaman kurtulacaksın?!
Latife: Kişi bir de olsa, görünürde bir gölgesi ve bir sureti vardır, deme. Çünkü karşılaştığı nurlar sayısınca bir kişi için gölgeler zuhur eder. Aynalar adedince suretleri ortaya çıkar. O, zatı itibariyle birdir; ama suretlerde tecelli edişi veya nurlar içindeki gölgelerde belirişi itibariyle birden fazladır. O halde suretler birden fazladır; ama O Birden fazla değildir. Üstelik suretler de Ondan gayrisi değildir.
İşaret: Hak zatı itibariyle birden fazla suret kabul eden birdir. Suretlerin sınırı vardır, cevherin değil. Cevher değişmez; ama suret başka bir hale dönüşür. Bu da kendi içinde bir dönüşümdür, yani ortadan kalkar. Bunu bil.

Müşavere Tercümesi Babı:

Latife: Değnek ve dalları birer birer kırmak mümkündür; ama demet haline getirdikten sonra onları kırmaya güç yetiremezsin. O halde birleşin ve birbirinizden ayrılmayın. Bilgi topluluk ve varlık pınarından doğar.
İşaret: Haktan başkasına sarılan helak olur, şefaatçilerin şefaati de ona fayda vermez. Nuh'un (a.s.) ameli salih olmayan oğlu şöyle demiştir: "Seâvî ilâ cebelin ye'asımunî mine'l mai feesbeha mine'l muğrekine / Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım.... Böylece boğulanlardan oldu." (Hud,43)
İşaret: Hak varlıkta birdir, insan da oluşta (kevn) birdir.
İşaret: Kainat çift oluş üzere yaratılmıştır. Çünkü aslı iki kabzadır ve iki kabzadan zuhur etmiştir.
Latife: Ey insan! Kainat denizinde yolculuğa çıktığın zaman yelkenini aç. Hakkın denizinde yolculuğa çıktığın zaman yelken açma. Çünkü Nuh'un gemisinin açılmış bir yelkeni olmadığı için, onunla ilgili olarak şöyle denildi: "Tecri bieyunina/Gemi gözlerimizin önünde akıp gidiyordu." (Kamer, 14)
Latife: Hak, kendisiyle ilgili hususlarda işlenen kusurları hoş görür; ama başkasının hakkı ile ilgili hususlarda işlenen kusurları cezalandırır. O halde ey başkası! Bu ahlakı edin. Kendin için değil, hak için cezalandır.
İşaret: Burada tevazu göstermeyen orada alçalır. Burada huşu gösterip korkmayan, orada zilletten dehşete kapılır, korkar. Öyleyse karanlık heykeller içinde ürperip huşu duyanlar, nurdan heykeller içindeki huzurdan dolayı sevinsinler.
İşaret: Kesin olarak ortaya çıkmıştır ki öğreten haktır, dolayısıyla kimseye minnet etmemek gerekir. Öyleyse öğrenmeye aracı olana, emir açısından değil fiil açısından teşekkür etmek gerekir. "En eşkur II veli valideyke üeyye'l masîr / Önce bana, sonra da ana-babana şükret...dönüş ancak banadır." (Lokman, 14)
İşaret: Ey salik! Gücün yettiğince beşeriyet perdesinden sakın.

Hükümdara Hamdetme Tercümesi Babı:

Latife: Bu makamdan ve kapsayıcı azamet makamından başka iki rahmetten sonra gelen tali iki rahmeti kapsayan başka bir rahmet yoktur. Buna göre icmal rahmetinin önceliği vardır; tafsil rahmeti ise talidir. Nitekim Kur'an'da bu makama dikkat çekilmistir. Örneğin Fatiha suresinin başında Besmele vardır. Ardından Rahman ve Rahim sıfatları zikredilir. Fussilet suresinin başında Besmeleden sonra Rahman ve Rahim sıfatları anılır. Yine buna yakın bir mahiyette "Bismillahirrahmanirrahim" dendikten sonra "Errahman alleme'l kur'ân / Rahman Kur'anı öğretti." (Rahman, 1-2) deniyor. Bundan maksat mümin kullarının kalplerine nüzulüdür ki bu gönüller O'nu kapsamışlardır. Bu aslından O'ndan
O'na bir iniştir; anla. Ey Salik! Hakkın, senin kendisine yükselişin derecesine göre diktiği işaretlere bak! Bu işaretleri birer birer katet, sonra O'na varırsın.
Latife: İnsanların büyük çoğunluğu, hakkın kendilerinden sadece manevi boyutları çağırdığını sanan grupta yer alırlar. Bu yüzden zahirlerinin değerini görmezler. Sırf fikri bilgilerle yüce maneviyatları, letaifi kutsamakla uğraşırlar. Oysa gerçek onların inandıklarının tam aksidir. Çünkü Hak onları bütün olarak davet etmiştir. Davet edilenlerin değişmesiyle birlikte davet aracı da değişmiştir. Örneğin göz davetinde kullanılan aracı, kulağın davetinde kullanılan aracıdan farklıdır. Aynı şekilde falan şeyin davetinde kullanılan aracı da falanca şeyin davetinde kullanılan aracıdan ayrıdır. Kim bu davetlerden
birine icabet eder de diğerine icabet etmezse icabeti kabul edilmez. Bu makamda bulunan zatlar şöyle demişlerdir: Ortada bir tek büyük günah vardır; emre muhalefet etmenin imkanı yoktur. Çünkü cezası ha-fifletilse ve affedilse de haramı çiğnemek büyük günahtır.
İşaret: Ey Salik! Senin her bir cüzün konuşan bir alemdir. Dolayısıyla işitme organının senden alınmış olması, Onunla konuşmaktan seni alıkoymasın. Hiçbir zaman, ben yalnızım deme. Sen yalnız değilsin; aksine sen senden kaynaklanan çokluk içindesin: "Yevme teşhedu aleyhim elsinetuhum ve eydlhim ve erculuhum / Dilleri, elleri ve ayaklarının, aleyhlerinde şahitlik edeceği gün." (Nur,24) "Ve kalu liculudihim lime şehidtum aleyna / Derilerine: Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz? derler." (Fussilet,2 1)
Latife: Şüphe ilminin sana ilham edilmesinin sebebi, konuşmanın onun içinde olduğunu, ama senin bunu fark etmediğini bilmeni sağlamaktır.
İşaret: Herkesle Onun ahlakı üzere beraber ol ki O da seninle beraber olsun.

Mağfiret Tercümesi Babı:

İşaret: Allah'ın, yeryüzündekiler için istiğfar eden, bağışlama dileyen melekleri vardır. Allah'ın "Rabbena ves'ıte külle şeyin rahmeten ve ilmen fağfir müminlerin bağışlanmasını isteyen "ey rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır, o halde bağışla' diyen" (Mümin,7) melekleri vardır. Yüce Allah kullar içinde mecburiyet olgusunu var etmiştir. Kullar ihtiyaçları dolayısıyla hakka, yakınlaşma amaçlı tevbe olmaksızın döndüklerinde "İnnekum aidune / siz döneceksiniz." (Duhan,15) buyurduğu gibi olurlar. Yani kullar Allah'ın buyurduğu gibi O'na dönerler. Melekler de onların bu dönüşlerine suret olarak yardım ederler. Yeryüzünde bulunanlar için bağışlanma dilerler ve dualarına da icabet edilir. Ama dönüş, yakınlaşma amaçlı tevbe ile birlikte olunca iman edenler için bağışlama dileyenler onlar için de bağışlama dilerler. Çünkü rahmetin en geneli dünya ile, en özeli de ahiret ile ilgilidir. Allah'ın yüz rahmeti vardır, bundan bir tanesini dünyaya özgü kılmıştır. Böylece bu
genellik bütün teklikleri kapsamıştır. İnsanlar da bu rahmet neticesinde birbirlerine rahmet ederler. Kıyamet günü bu bir rahmet, diğer doksan dokuz rahmete eklenir ve Allah bununla bütün mahlukata rahmet eder. Şefaat de bundan kaynaklanır. Ama bu genellik gerçekleşmez. Bu anlam üzerinde düşünün ve iyice tahkik edin. Bütün insanlar bu konuda şaşkınlık içindedir; bütün tasarrufun rahmete ait olduğunu, başka hususların ise kendileri itibariyle değil konumun hükmü gereğince zuhur ettiğini bilenler hariç. İşte bilgi sahibi olmayı sağlayan sır buradadır.
İşaret: Perde açıldığı zaman her şey olduğu gibi açığa çıkar. Bunun neticesinde; bilen rahat eder, cahil ise büyük bir hüsrana uğrar. O halde ölümden önce ilim aracılığıyla kendi nefsini idrak et. Çünkü karanlık önündedir ve onda ilminden başka bir ışık yoktur. Amellerinin en şereflisi de ilimdir.
İşaret: Ey Salik! Rabbim Allah'tır, deme, düşmanlarına senin aleyhine fırsat vermiş olursun; Ama "Allah Rabbimdir", de; Allah ismi düşmanlarını kahreder, senin aleyhine bir imkan bulamazlar.
Latife: İnsan, alemin ruhu olmasına kanıp, ben ondan şerefliyim, dememelidir. Alem senin kardeşindir. Alem ve insan birbirini bütünler. Anneni ve babanı tanı.

İhlas Tercümesi Babı:

İşaret: İhlas menzilde hiç kimseyi bırakmaz.
Latife: Miras hususunda çamurun çocuğu (vele-du't-tin) ile dinin çocuğu (veledu'ddin) arasında fark vardır. Din ilme, çamur ise mala aittir. Dinin çocuğu senin dostun, çamurun çocuğu senin düşmanındır. Baban, sana infak eden kimsedir. Eğer babana sen infak ediyorsan, sen onun babasısın.
Latife: Sen, içinde sırrın yaşadığı evsin. Evin gündüzü sırrın içinde zuhur etmesidir. Gecesi sırrın kaybolmasıdır. O halde geceleri ibadet et, gündüzleri anlat.
İşaret: Ölümden sonra insanın sureti, dünyadaki hallerinin çeşitliliğine paralel olarak çeşitlenir. O halde dünyada en güzel hallerde ol ki, ölümden sonra en güzel surette olasın.
İşaret: Bir suç işleyen ve Hakkın çok bağışlayıcı olduğunu bilen kimse bağışlanır; bir suç işlemeyen, ama Hakkın çok bağışlayan olduğunu bilmeyen kimse suç işliyor.
İşaret: Ey Salik! Burada "vav"ın kapılarına yapışma, bedbaht olursun. Çünkü cehennem şehvetlerle kuşatılmıştır. Açılması "vav" ile kayıtlı olmayan kapılara yapış, mutlu olursun. Çünkü cennet zorluklarla kuşatılmıştır. Cennetin ortasındaki cehennemin ortasında bir cennet vardır. İşaret ettiğimiz bu hususları iyi öğren.

Doğruluk Nurunun Gönderilmesi Tercümesi Babı:

İşaret: Doğruluk şerefin sıfatıdır. Bütün mucizeler buna delalet eder. Kur'andaki icazın suretini sordum, bana denildi ki: Kur'an'daki icazın sureti gerçek doğruluk olması ve yalancıya karşı olmasıdır. Ey salik! Doğruluktan ayrılma! İki cihanda akıllara durgunluk veren olağanüstülükler görürsün.
İşaret: İleri! İleri! Geri kalma. İnsan geri kaldığında, Hz. Rasulullah (s.a.v.) güneş tutulması (ku-suf) namazından geri kalınması üzerine görüp de hoşnut olmadığı şeyi görür. Hz. Nebi (s.a.v.) namazda ilk saftan geride kalanlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Bir topluluk her zaman geri kalır, nihayet Allah da onları cehennemde geri bırakır." "Ve lekad alimna'l mustakdimîne velekad alimna'l muste'hırîne / Andolsun biz, önce gelip geçenleri de biliriz, geri kalanları da biliriz." (Hıcr,24)
İşaret: Doğruluk üzere hakka bir hafta, hatta bundan daha az bir süre arkadaşlık et. Eğer Allah'a yemin etmiş olmasaydım, kuşlar başının üzerinde gölge yapacaklar, vahşi hayvanlar arkanda namaza duracaklar, seninle yoldaşlık edecekler, senden doğuları ve batıları aydınlatan bir nur çıkacak diye ant içecektim. Allah'ın şu sözünün karşısında benim bu dediklerim ne ki: " Bana bir karış yaklaşana ben bir zira yaklaşırım."
İşaret: Sadık kişi doğru konuştuğunda, ondan bir nur çıkarsa, güneşine baksın. Güneş batıya meylettiğinde adımlarının titreyip titremediğine baksın. Eğer adımları titremiyorsa, o zaman engele baksın; rüzgarın dindiğini görür. Sonra rüzgarı neyin dindirdiğine baksın. Ardından rüzgarın dinmesiyle birlikte beraberinde ne kaldığına ve neyi kaçırdığına baksın; bu durumda alametleriyle beraber olur.
İşaret: Ey Salik! Yemini ibraz et. Elinden geldiğince bir iş için kimse üzerine yemin etme. Ama "inşallah" (Allah dilerse) de. Ki olaya ilahi dileme hakim olsun ve sen de rahat edesin.
İşaret: Aslından ayrılıp çıkan gariptir. Gurbetin acısı da şiddetlidir. Bedbaht insan ahirette gariptir, mutlu insan da dünyada gariptir. Ne mutlu gariplere!

İlk Saf Tercümesi Babı:

İşaret: İlk safta duran kimse, ruhların saflarını en mutedil halde gözlemler.
İşaret: Suhuflar nefeslerle birlikte hareket eder. Kafirlerin suhufları silinmiştir. O kadar ki silinenlerin izlerini anlayamazlar. Böylece sapıklıklarına devam ederler.
İşaret: İlk saf, peşinden gidilen, tabi olunan imamdır, ondan ayrılma.

Toplama ve Varlık Tercümesi Babı:

İşaret: İnsan varlığın kalbi ve merkezidir. Mümin varlığın yüreği ve ruhudur.
İşaret: Ay birdir, menzil birdir, hareket birdir; ama etkiler muhtelif. Bunlar kime döner?
Tabi ki müessire.
İşaret: Ayın artışı uzaklığın ve müşahedenin habercisidir. Eksilmesi ise yakınlığın ve perdelenmenin habercisidir. Kuşkusuz bu hayret verici bir şeydir.
İşaret: Senin halka dönük bir zahirin, hakka dönük bir batının vardır. Hak ne zaman senin zahirinde zuhur ederse, halk nezdindeki saygınlığın ortadan kalkar. Bu senin için mutluluktur. Çünkü seni hak ile baş başa bırakmış olurlar.
İşaret: Kul hakkın nezdinden ayrıldığında, ona hizmet edilir ve saygı gösterilir. Hakkın yanına girdiğinde, çok özel kişilerden başka kimse onu bilmez, saygı göstermez.
Latife: İnsan halkla beraber olduğunda onu küçümserler, onlardan ayrıldığında onu özlerler. Onlar cahildirler. Bir yaban eşeği çarşıya girdiğinde bir dükkandan bir şey yemek için ağzını uzattığında dükkan sahibi buna güler ve sevinir. Kendi eliyle yaban eşeğinin ağzını uzattığı şeyi ona yedirir. Halbuki bu yaban eşeğinin ona hiçbir faydası olmamıştır. Buna karşılık bir evcil eşek dükkandaki bir yiyeceği yemek için ağzını uzatsa dükkan sahibi eşeği döver. Halbuki bu eşek onu ve dükkanındaki eşyayı sırtında taşımıştır. Dükkanındaki bütün eşyalar bu eşeğin sırtında taşınmıştır. Dükkan sahibi bu saygınlığa riayet etmez. Bundan daha büyük bir cehalet olur mu?! Aslında bu cehalet değildir, arkasından pişmanlık
gelen bir gaflettir. Eğer evcil eşeğin neden küçümsendiğini, buna karşılık yaban eşeğinin neden hoşgörüyle karşılandığını araştırırsan, bunun sebebinin sürekli beraber ve bir arada bulunma olduğunu görürsün. Bu beraberlik ve birliktelik bir çok menfaat sağlıyor olsa da. O halde elinden geldiğince halktan uzaklaş, o zaman onların yanında aziz olursun.
Latife: Buğdayı harmanlayan hayvanların pisliği saman içinde kalır. Hayvan samanı yer ve buğday tanesini ayıklar. Ahirete göçen de öyle. İnsanların sözleri kendilerine döner. Salik ise sebat ettikçe halis olur.

Kapıların Açılması Tercümesi Babı: 

İşaret: Kapalı bir kapı gördüğün zaman, bil ki, arkasında bir şey var; onu açmaya çalış.
İşaret: Övgüler kimin üzerinde toplanmışsa, bütün hayırların kapıları onun için açılmıştır.

Mülkün Malikinin Tercümesi Babı:

Latife: Mülkün maliki Haktır. Çünkü mülk O'ndan istenir ve O mülkü verir.
İşaret: Bir kimseye bir hilat giydirilmişse, giydirilmiştir. Çünkü bu hilat çıkarılamaz.
İşaret: Teşbih ederek tehlil getirerek (lailahe illallah diyerek) yeryüzünde dolaş. Ta ki kendinden ya da konuşmayan varlıktan cevap alıncaya kadar.
Latife: Kalp marifetlerle dolduğu zaman, nefisten sakınmak lazım. Çünkü nefis evleri yıkan, toplulukları dağıtandır.
Latife: Allah'ın zikrinden başka kalbindeki her şeyi boşalt. Çünkü zikir kapıyı çalmaktır.
Kapıda kim var? denilir.
Falan, diye cevap verilince..
Kapıyı aç, diye seslenilir. Maksat hasıl olmuştur.
Latife: Kim Allah'a gerçekten secde ederse, ebediyen başını secdeden kaldırmaz. Secdeden sonra başını kaldıran biri Allah'a değil, perdeye secde etmiştir. Sehl b. Abdullah, bir Abid'e: Kalb ne zamana kadar secde eder? diye sordu. Ebediyete kadar, cevabını verdi. Sehl bir daha onun hizmetinden ayrılmadı.

Nefis ve Ruh Arasında Ortaklık Tercümesi Babı:

İşaret: Veliyi hal çevirir, Nebi hali döndürür. Nebî ve Veli üç hususta birleşirler: Ledünni ilimde, uyanıkken hayal görmede, himmetle fiil işlemede. Nebi tabi olunan Velininse tabi olan olması noktasında ise ayrılırlar.
İşaret: "Ya ehle yesribe la mukame lekum / Ey Yesribliler! Artık sizin için durmanın sırası değil."(Ahzab, 13) Muhammedi makam, önderlik makamıdır, Ondan başkası ise Ona yönelmek durumundadır.
İşaret: Alem ortadır. O da öncesi sonsuzluk olan andır. Sonrası sonsuzluk olan ezeldir ki, o da ebed'dir. Ebedi ezele doğru çevir. Çizgi birleşsin. O zaman kadim (öncesiz) ile hadis (sonradan olma) açığa çıkar.
İşaret: Hakka yakınlık zatı arındırmak, temizlemekle olur. Bu da sadece erkeklere özgü bir şey değildir. Aksine bu, Allah'ın lütfüdür, onu dilediğine verir. Nitekim Meryem ve Asiye gibi kadınlar kemale ermişlerdi.

Taksim Tercümesi Babı:

İşaret: Kitapları okuduğun zaman, durumunu bil ve bu kitaplarda sana hitaben söylenenlere bak. Çünkü durumlar hitapların mahallidir, zatlar da onları taşır.
Latife: "Namazı kulumla kendi aramda taksim ettim." Böyle buyuruyor yüce Allah Resulünün (s.a.v.) lisanından. En büyük kevn iki kısım halinde yaratılmıştır. Bir kısmı hakkın, bir kısmı da senindir. Hak için olan kısım seni bilmez. Sen de kendin için yaratılan kısmı bilmezsin. Ama bilinmesi gerekir. Çünkü Allah onları yarattığı zaman, kendilerini şahit tuttu ve aşık oldular. Hak perdelenmedi, onlar da bir daha dönmediler. Senin için yaratılan kısma gelince, ondan nurların heykelleri çıkarıldı ve içlerine ilimler ve hakikatler nakşedildi. Sonra perde kaldırıldı. Üzerine varlık güneşi doğdu. Bunun üzerine parladı ve
hamdedip dile geldi. Sonra kendine baktı ve teşbihle dile geldi. Sonra gölgesine baktı ve ululama ile dile geldi. Sonra ilmine baktı ve tekbir söyledi. Bunun üzerine şöyle seslenildi: Bildin, devam et. Sonra üzerinden asırlar geçti, ev eskidi, nur bulanık bir şekilde parlamaya başladı. Böylece kendi ilminden perdelendi. Sonra "yureddu ila erzelil umuri li keyla ya'leme min b'adi ilmin şey'a / daha önce bilgili iken hiçbir şeyi bilmez hale gelsin diye ömrün en kötü çağına kadar yaşatılacak." (Nahl,70)

Sebeb Tercümesi Babı:

İşaret: Varlık cömertliktedir (cömertlik zenginliktir). Hz. Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: "Allah buyuruyor ki: İnfak et, ben de sana infak edeyim."
İşaret: Kulun infak etmesi, ilahi cömertliğin anahtarıdır. Dolayısıyla senin cömertliğin başında yaptığın şey, onun anahtarıdır. İlkini deneyen gaybın anahtarlarına sahip olur. "Küllema nedıcet culuduhum beddelnahum culuden gayreha / Onların derileri pişip acı duymaz hale geldikçe, derilerini başka derilerle değiştiririz." (Nisa,56) Pişip olgunlaşmak değişmenin sebebidir. Dolayısıyla azap mahiyetinde cömertliğin anahtarıdır. Bunun üzerinde düşün.
Latife: Müzik dinleyenler, içinde Allah'tan başkasının adı anılan şiirler dinleyerek vecde gelenler, mahlukat içinde haktan en uzak kimselerdir. Çünkü onlar, üzerinde Allah' ın adı anılmayan şeyleri yemiş gibidirler: "Ve ma lekum ella te'kulu mimma zukires-mullâhi aleyhi vekad fessale lekum ma harreme aleykum / Üzerine Allah'ın adı anılıp kesilenden yememenize sebep ne? Oysa Allah, haram kıldığı şeyleri size açıklamıştır." (En'am, 119) Vecd hali, bu haldeki kimsenin üzerine inişi gerektirdiği için, ayette şöyle buyurulmuştur: "Ve innehu lefiskun ve inne şeyatine leyuhune ilâevliyaihim / kuşkusuz bu büyük günahtır. Gerçekten şeytanlar dostlarına telkinde bulunurlar." (En'am, 121) Bu da Hakkın vahyinin karşıtıdır. Uyanık ol.
İşaret: Gerçek kul, Hak ile veya Hakkın kelamı ile Hakka yaklaşandır, ki Hakkın kelamı da Haktır.
İşaret: Müzik dinleyen kimse nağmenin yanındadır, hakkın değil.
İşaret: Boşalma zatlardan olur, amel ise suretlerde kalır.
İşaret: Kelimeler varlıklardır. Her cevher de bütün denizlerden bir ferttir. Ondan başkasını nokta ile yazma. Çünkü kalemlerin yazdığı kelimelerle başkaları arasında nice farklar vardır!
İşaret: "Halekakum min nefsin vahıdetin /Sizi bir tek nefisten yarattı." (Nisa.l) "Ve nefahtufihi min ruhî I Ona ruhumdan üfledim." (Hicr,29) Demek ki, bedenler bir bedenden, ruhlar da bir ruhtan türemiştir. Bu, alemin bir'den var edildiğine yönelik bir işarettir. O'ndan başka ilah yoktur, her şeyi bilen(Alîm)-dir, her şeye güç yetiren(Kadir)dir. İlâhınız bir tek ilâhtır.

Aksa Tercümesi Babı:

İşaret: Birinci kıble, ikinci kıblenin şerefliliğinin delilidir. Çünkü birinci kıblenin varlığına rağmen kıble ikincisine çevrilmiştir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ben Adem oğullarının efendisiyim. Ama bunda övünülecek bir şey yoktur." O halde en en şerefliye yönelmekle onurlan.
Latife: Sevinmek müminlerin sıfatlarından biridir. Çünkü onlar, iman ettikleri şeyi bekleyen kimselerdir. Onunla karşılaştıklarında sevinirler. Oruç tutan için iki kere sevinmek vardır. Muhakkik ariflere gelince, marifetle birlikte sevinmeleri caiz olmaz. Aksine eğer kederlenmeleri caiz olsa, duyduklarında kederlenirler. Onları kendi tasavvurlarıyla baş başa bırakın. Eğer içlerinde şahidin müşahedesi olmasaydı, hüzünlenirlerdi. Bu yüzden müşahede esnasında onlarda bir sevinme görülmez. Çünkü onları yok eden azamet bütünüyle benliklerini bürümüştür. Onları hareketten alıkoymaktadır. Sevinmek de bir harekettir. Onun için nimetlere kavuşmaktan dolayı sevinmek olmaz. Çünkü mertebesi büyüktür. Mahlukat, müşahedesi esnasında elde ettiklerinin yanında yok hükmündedir. Dolayısıyla hakkı bilen ariflerin üzerinde haktan kaynaklanan bir heybet ve sekinet vardır. Perde kalktığı zaman onunla bilir, tanırlar.
İşaret: Ayetler çoktur. Çünkü bütün varlıklar, aklını kullanan topluluk için hakka delalet eden ayetlerdir. Bu yüzden bütün ayetler içinde sadece biri üzerinde durup düşünen hak adına sadece o ayetin verdiğini öğrenir.
İşaret: Bozgunculuk karayı ve denizi kapladığı zaman yeryüzünden göç et, helak olmak korkusuyla himmetini göklere, yücelere yönelt.
İşaret: Mümin yardım görür, bunda kuşku yoktur, asla yüz üstü bırakılmaz. Yardımsız yüz üstü bırakılan varsa, o, nereden yardımsız bırakıldığına baksın, orada imanın olmadığını görecektir. "Ve kane hakkan aleyna nasru'l mü'minine / Müminlere yardım etmek bizim üzerimizdeki bir haktır." (Rum, 47) sözü gerçeğin ta kendisidir.

İbadet Arzının Tercümesi Babı:

Latife: İki arz vardır; ibadet arzı, nimet arzı. Bu arzlardan birinden çıkan öbürüne girer. Bu arz içinde olanındır.
İşaret: Allah'ın salih kullarının varis oldukları ibadet arzı "Ve lekad ketebnajî'zzeburi min be'dizikri enne'l arda yerisuha ibadî yessalihune / Andolsun Zikir'den sonra Zebur'da da: yeryüzüne iyi kullarım varis olacaktır, diye yazmıştık." (Enbiya / 105) Salih kullar, ibadet arzına itaatle varis olurlar. "Kaleta eteyna taiin /İsteyerek geldik, dediler." (Fussilet, 11) "İnna nahnu nerisu'l arda /Yeryüzüne biz varis oluruz." (Meryem,40) Bu ise, hakkın, kulun isteğine verdiği cevap mahiyetindedir. Aişe (r.a) Hz. Rasulullaha (s.a.v.) şöyle demiştir: "Görüyorum ki rabbin, hemen senin arzunu yerine getirmeye koşuyor."
Talepten sonraki icabet itaattir. Bunlardan bazısı minnet olarak belirir, ki bu hakkın icabetidir ve O'ndan bir lütuftur. Bunlardan bazısı zillet ve muhtaçlık olarak belirir, bu da kulun icabetidir.
Latife: Sınama amaçlı bela dua ile eş zamanlıdır. Sınandığın sürece dua etme, istekte bulunma.
İşaret: Evi mamur kılan içinde oturanlardır, evlerin en zayıfı olsa bile. Evin harap olması ise boşaltılmasıdır.
Latife: Allah dünyayı yarattı, ama ona bakmadı. Bunun üzerine fena buldu. Derken halifenin bakması yetti ve belli bir süreye kadar varlığını sürmesi sağlandı. Ahireti yarattı, ama ona baktı. Bunun üzerine ahiret baki kaldı. Çünkü baki olanın bakışının semeresi de bekadır. Bu yok olma ve beka bulmanın olması, bizim zikrettiklerimizden dolayıdır. İnsan burada halifedir, ahirette ise sadece insandır, başka bir şey değil.
Latife: Ey insan! Evin zayıf bir evdir. Zamanın hadiselerinden etkilenir; çürür, yıkılır. Onu yenile-sen, yükseksen de yıkılması kaçınılmazdır. Çünkü temeli gittikçe zayıflamaktadır ve senin temeli değiştirmene de imkan yoktur. Eğer temeli değiştirme imkanın olsaydı, o zaman başka bir ev olurdu. Şu halde evin yıkılmadan önce oradan taşın, tıpkı mutlu insanların taşındığı gibi. Eğer taşınıp göç etmesen, üstüne yıkılır. O halde evin toprağının gamında öl. Zaten bu halin dışındaki başka türlü ölümün de şehadet sayılmaz.
Latife: İnsan eskir ve onu zaman eskitir. Zamanın eskitmesinin önü alınmaz. O halde nefse nefisle karşılık verilir.
İşaret: Göç yurdu vatan değildir.

Edeb Tercümesi Babı:

İşaret: Remz emrin özelliği değildir, o, açıklamanın karşıtıdır. Sözlerinde remzi kullananlar bu yönteme iki şeyden dolayı baş vurmuşlardır: Bir zarar ihtimalinden dolayı ya da saygısızlıktan dolayı.
Latife: insanın Hakkın edebiyle edeplenmesi gerekir: Bir hayasızlık gördüğünde, mecbur kalmadıkça onu kinayeli olarak ifade etmelidir. Çünkü Hz. Resululah Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: "Beni Allah terbiye etti ve terbiyemi güzel yaptı." "Ev lamestumunisae/Yahut kadınlara dokunursanız." (Nisa,43) ifadesi, zorunluluk halinin doğurduğu bir kinayedir. Senden başkasına darb-ı meselin yaptığı da kinayedir. Ona icabet etmiş ve resule (s.a.v.) iman ile kayıtlandırmıştır.
Latife: Kalbini Mekke gibi yap; rabbinin yanından bir rızık olarak her üründen ona gelir. Biri Şam'dan, biri Mısır'dan, biri Yemen'den, biri Ne-cid'den...biri falan yerden. Evet zahirde, bu ürünler zikredilen yerlerden gelir. Fakat hak gerçekte bunu aradan kaldırarak "Rızkan min iedunna/rabbinin katından bir rızık olarak." (Kasas,57) buyurmuştur. Yani şu veya bu bölgeden değil, rabbinin yanından. "Velakinne ekserehum la y'alemun / Ancak onların çoğu bilmezler." (En'am,37) Bu yüzden oraya gelen rızıkları şu veya bu bölgeye nispet ederler ve hakkı akıllarına getirmezler. Sen de kalbini Mekke gibi yaparsan, isimlerin hakikatlerinin ve varlıkların hakikatlerinin ürünleri oraya akar. Sakın şu varlığı kabul etmiyorum, deme. Her şey O'nun katındandır; onları ancak senin içinde olan bir hakikatten dolayı sana göndermiştir ve sen de ilim ve amelde kemal suretinin bir vakit farkında olmasan bile onu istersin.

Behimeler Tercümesi Babı:

Latife: Arifin sırrı ile marufun sırrı alimde karşılaştıkları zaman çarpışırlar, alimin dışında karşılaştıkları zaman çarpışmazlar.
İşaret: Hakkı Hak ile bulursun; onu kendinle arama, kendinden başka bir şey bulamazsın, ey ta-lib!
Latife: Ey kul! Sana ait olmayan şeyle başkasına karşı üstünlük taslıyorsun. Niçin Kelim (Musa) gibi demiyorsun: "İnnî Uma enzelte ileyye min hayrin fakîrun / Doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım." (Kasas,24)
Latife: İşte kıyamet vakti yaklaştı. "Ikterabe lin-nasi hısabuhum ve hum fi gafletin muri'dune /İnsanların hesaba çekilecekleri gün yaklaştı. Hal böyle iken onlar, gaflet içinde yüz çevirirler." (Enbiya, 1) Eğer üzerlerindeki gafleti atarlarsa, uyanırlar. Uyanırlarsa hayvanların konuşmalarını duyarlar. Eşek: onu bırak, çünkü onun başına vurulur, der. Sığır: Ben bunun için yaratılmadım, ben, çift sürmek için yaratıldım, der.
İşaret: Kim, insanlar üzerinde saltanat kurmak isterse, Allah, onun kalbini bir meşguliyetle doldurur ki, değeri bilinmez. Eğer kendisine bu saltanat verilse, onda elinde bir şey kalmayacak şekilde nüfuz ederse, değeri bilinir.
İşaret: Ey gülmenin dostu! Sana, "ben hakkım", diyen bir şey gördüğün zaman, ona de ki: sen Hak ile varsın. Çünkü o yok olur ve bu kaçınılmazdır. Bu tavsiyemi iyi tut, sülukün esnasında ondan yararlanırsın.

Fiyat Tercümesi Babı:

Latife: Ey uyarıcı! Bilgin kapsamında hidayete erdireceğin kesin bir gerçeklik olarak belirginleşen kimselere tebliğ et. Böyle iken, dinleyenler sözlerini kabul etmiyorlar diye niçin kendini helak ediyorsun? Resulullah'ta (s.a.v.) senin için güzel bir örnek yok mudur? Onları doğru yola iletmek senin görevin değildir. " İnnema ente muzekkirun, leyse aleyhim bimusaytır / Sen ancak öğüt vericisin. Onların üzerinde bir zorba değilsin." (Gaşiye, 21-22) "Lealleke bahıun nefseke ella yekunu mu'minln / Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın!" (Şuara,30)
İşaret: Kendinden O'na kaç; kaza/takdir mevkilerini bilirsin. Eğer O'ndan O'na kaçarsan, Onunla seni geri çevirir ki, O'ndan haber veresin. Yok kaçmaz, yerinde durursan, gölgen silinir, bütünüyle bir nur olarak kalırsın. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.)
şöyle buyurmuştur: "Ve cealnl nuran / Beni bir nur kıl." Bu gölgenin silinmesidir. Çünkü gölge cismin karanlığıdır.
İşaret: Sınırlandırılamayanın sınırı hakkında soru soran biri cahildir. Sen O'nun neticeleriyle, eserleriyle cevap ver, alim olursun.
Latife: Amaçlar istenmeyenler (mekruh) ve istenenler (mahbub) olmak üzere ikiye ayrılmışlardır. Bunlardan bazısını şeriat vurgulamıştır. Eğer cem ve varlık pınarında isen "Küllün min ındillahl / Hepsi Allah'dandır de" (Nisa,78) de. Şayet ayrışma pınarında isen "Ve ma ensaniye illa'ş şeytan/ Onu bana şeytandan başkası unutturmadı." (Kehf,63) de. Yerinde söylenen her söz, Hakka karşı takınılan edeb tavrının bir göstergesidir.
İşaret: Bedenindeki organların itaati, ibadeti yerine getirmene yardımcı olduklarında, artık uğursuzluk beklentisi içinde iddialarda bulunanların: "Ve ma nerakettebaeke illa ellezine hum eraziluna/Bizden, basit örüşle hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu görmüyoruz." (Hud,27) "enu'minu leke vettebeake'lerzelune / Sana düşük
seviyeli kimseler tabi olup dururken, biz sana iman eder miyiz hiç!" (Şuara.lll) şeklindeki sözlerine iltifat etme. Onlar toprak alemine bakarlar. Sen bulunduğun halden ayrılma. Onlar yakında pişman olacaklardır ve cahiller oldukları anlaşılacaktır.
İşaret: Kendi alanında bir muhakkik olan Ebu Suud'a Bağdat'ta denildi: Erkek odur ki, kırk gün boyunca hiçbir şey yemez. Bir başkası: asıl erkek, bir oturuşta kırk günlük yemek yiyen kimsedir, dedi. Ebu Suud şöyle dedi: Erkek adam, insanların yediği gibi yiyen, onlardan farklı davranmayan kimsedir. Salih bir mukallit kırk gün boyunca oturur ve her öğünde kırk günlük yemek yerdi. "Hazihi nakatun leha şirbun velekum şirbu / Bu dişi devedir; onun bir su içme hakkı vardır, bir su içme hakkı da sizindir." (Şuara,155)
İşaret: Çorak araziye ekin eken, hasat zamanı pişman olur.
İşaret: Terazini kendinle rabbin arasına ve kendinle insanlar arasına kur. Verdiğin zaman fazla ver, kendine aldığın zaman eksik al. Bunu yapamıyorsan eğer o zaman kefeleri dengede tut, her varlığın hakkını eksiksiz ver.
İşaret: Hakkın, senin üzerinde bir hakkı belirginleştiği zaman, hemen o anda o hakkı yerine getir ve güç ve kudretten teberri ettiğini izhar et. Hakkın nezdinde kendin için bir makam öngörme, zayıflar. Kendine güvenerek öğüt kabul et. "Ey Muhammed'in kızı Fatıma! Sen kendine bak. Allah'a karşı sana bir faydam dokunmaz." Unutma Fatıma, Onun (s.a.v.) gözbebeğiydi.

Sana Söylüyorum Komşu Sen Dinle (Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla) Tercümesi Babı:

İşaret: Rakip ve sevgili birlikte senin yanına geldiklerinde rakibe sevgili lisaniyle hitapcet, sevgili seni dinler. Rakibin lisanını anla, o zaman rakiplerin hainliklerinden emin olursun: "Ve ma erselna min resulin illa bilisani kavmihi / Biz her resulü kavminin diliyle gönderdik." (İbrahim,4) Böylece açıklama gerçekleşir. Hiçbir Nebî remz kullanmamıştır,çünkü onlar açıklama için gönderilmişlerdir.
İşaret: İnsanlar, ancak sen kendi benzerin olan bir cariyeye veya delikanlıya aşık olduğun zaman senin aleyhine gayrete gelirler. Çünkü sen, aradaki benzerlikten dolay ı ona bütünüyle gelirsin. Ama kendi cinsinden başkasına aşık olduğun zaman, kendinde ona uygun olan tarafınla gidersin ve sende hakka ait bir pay kalır: "Leyse kemislihi şeyun vehuvessemiu'l
basir / O'nun benzeri gibi bir şey yoktur, O işitendir, bilendir." (Şura, 11)
İşaret: Halk ile beraber olmakta rahat yoktur; Hakka dön, O, senin için daha iyidir. Eğer halk ile onların üzerinde bulundukları hal çerçevesinde muaşeret edersen, Haktan uzaklaşırsın. Eğer senin üzerinde bulunduğun hal çerçevesinde muaşeret edersen, hak seni gizler. Gizlenme en iyisidir. Onun da en kolayı ayrı, farklı bir varlık olmandır.
İşaret: Arkadaştan korun, çünkü o, senden ayrılmayan düşmanındır. Onun Hakka boyun eğmesini sağla ve Hak ile meşgul et. Çünkü o, Allah katında bundan dolayı sana teşekkür edecektir. Arkadaşlarından sana en yakın olanı nefsindir.
Latife: Gölgeler istifade edilsin diye uzanmazlar. Aksine seninle birlikte Allah'ı bilmenin merdiveni olsunlar diye uzanırlar. Sen gölgesin, seni bir gün kendine çekecektir.
İşaret: Lailahe illallah" bilgiden dolayı ya da imandan dolayı söylenir. Bu iki zümreden cehenneme girenler, şefaatçilerin şefaatiyle oradan çıkarlar. İman ehli olanlar; resulün şefaatiyle, bilgi ehli olanlar da merhamet edenlerin en merhametlisinin şefaatiyle çıkarlar. Çünkü sonsuz cehennem ateşi müşrikten ve özellikle onun için yaratılmış bilginden başkasını öldürmez.

Karanlık ve Nur Tercümesi Babı:

İşaret: Dünyaya bir kere bakan, cennetten yüz derece iner, cehenneme de yüz dereke girer. Kim tev-be ederse Allah, onun tevbesini kabul eder.
İşaret: Senin iznin olmadan dilin mühürlenmeden önce, dilini tut. O zaman senden bir çok lisan sadır olur da söylemek istediğin bu dillerden anlaşılır.
İşaret: Hiçbir nur yoktur ki, karşılığında bir karanlık olmasın. Her karanlık nurunun miktarınca belirir. Nurlar birbirlerinden ayrılırlar. Karanlıklar da öyle. Karşılığı olmayan hiçbir şey yoktur.

"Ve enne ilâ rabbike'l müntehâ / Ve Şüphesiz En Son Varış Rabbinedir."(Necm,42) Tercümesi Babı:
 
İşaret: Son varışın Rabbinedir, çünkü senin ıslahın O'na aittir. Islahının en büyüğü varlığının korunmasıdır. Varlığının korunması senin mutedil olmana bağlıdır. Mutedil olman ise hakkın korumasıyla ve O'nun eliyledir. Dolayısıyla sen O'na döneceksin.
Latife: "Ve enne ilâ rabbike'l müntehâ / Ve şüphesiz en son varış Rabbinedir." (Necm,42) sözü önüne perde olmasın, başlangıçta benimle değildi, deme-yesin. O, başta da, yolda da ve sonda da seninle beraberdir. Ama seninle ilgili fiilleri farklılık gösterir. Aslında bu, senin hallerinin farklılığıdır. Örneğin başlangıçta sana şekil verir, yolda sana rehberlik eder ve sonda sana malik olarak üzerindeki halifelik hilatini çıkarır. Bu son, asıl amaç olduğu için "Ve şüphesiz en son varış Rabbinedir." buyurmuştur.
İşaret: Kim hak ile izzet edinirse mutlu olur. Haktan başkasında izzet arayan ise, bir süre için bu başkasından yardım görse de bedbaht olur.
Latife: Hak, kendisiyle, huzurunda ismini kendi üzerinde gören herkes arasına perde koymuştur.

Alimin Tercümesi Babı:

İşaret: Hükmü icra etme iktidarına sahip olandan kork.
İşaret: Mülk, levhin verdiğini kabul etti. Levh, kalemin üzerinde icra ettiğini kabul etti. Kalem sağ elin tasarrufuyla görevini icra etti. Sağ elin tasarrufu, iradenin saltanatıdır. İradenin saltanatı, sözün (kavlin) tercümanıdır. Her şeyi ilim hazinesinden in-fak etmiştir. İlim haktır, hak ilimdir.

İnayet Tercümesi Babı:

İşaret: Hak için olduğun zaman bilinmezsin. Bilinmediğin zaman, sana ait bir şeye gelen kimse neye geldiğini anlamaz. Dolayısıyla zatın korunmuş olur.
İşaret: Hak ile olduğun zaman, düşmanların eli sana uzanamaz. Çünkü izzetin ihatası altında olursun.
Latife: Haktan başkası için olan kimse, hem hak ile olur hem haktan başkası ile. Hak ile olduğu zaman, ya akit sahibi olur ya da hal sahibi. Akit sahibi olduğu zaman, onun nuru hakkın yanında kıyamet gününe kadar saklanır. Hem akit hem hal sahibi olduğunda ise, rabbinden bir nur üzere olur, ayrıca onun için bu nurundan daha üstün bir nur saklanır. Şayet hak ile olmazsa, onun bir karanlığı olur. Sakın göğsündeki şüphe nuruna kanma. Çünkü bu nur kandile benzer, bir rüzgar veya nefes onu söndürür.
İşaret: Efendiye dünyada boyun eğmek zillet değildir. Bu, haktan onların kalplerine yansıyan bir müşahededir. Aslında bu bir arındırmadır ve içinde bulunulan mekanın gerektirdiği bir hükümdür.

Kaza/Kader Tercümesi Babı:

İşaret: İsteme; çünkü istemek yazılanı değiştirmez. Ancak isteğin yazılanla ilgili olması başka. O halde kitapta yazılana vakıf ol. O takdirde bir bilgiye dayanarak istemiş olursun. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Edu. üallahi ala basiretin ena ve menit'tebeani / Ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzere (bir bilgiye dayanarak) Allah'a çağırıyoruz." (Yusuf, 108)
İşaret: Eğer seninle neyin irade edildiğini bilmiyorsan, o zaman ne diye Hakka intisap ediyorsun? Hakka eşlik etmenden hasıl olan inayet nerede?
İşaret: Kullar hakkın kabzası içindedirler. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ma min dabbetin illa huve ahızun binasıyetiha / Yürüyen hiçbir varlık yoktur ki, O, onun perçeminden tutmuş olmasın." (Hud,56) Çünkü Allah, onları varlık içinde çekip çevirmektedir. O halde her şey, O'nun takdirinden ve takdirinin içinde olmak suretiyle O'nun kabzasındadır.
İşaret: Kaderler takdir edildi, mizanlar kuruldu: "Ve ma nunezziluhu illa bikaderin ma'lum /Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz." (Hicr,21) O'ndan isteyen de O'ndan istemeyen de O'nun takdirinin dışına çıkmaz.

Minnet Tercümesi Babı:

İşaret: İzzet perdesi kalkmaz ve kalkması da mümkün değildir. En son kalkan perde, O'nun veç-hindeki Kibriya (büyüklük) perdesidir ki, Hz. Nebinin (s.a.v.) bildirdiğine göre Adn cennetinde kalkar.
Latife: Senin hakkı görmen, hakkın senin üzerine serdiği bir perdedir.
İşaret: Müminler, gördüklerini zihinlerinde muhafaza ederek köşklerine dönünceye kadar hakkı gördüklerini bilmezler. Hak sınırlandırılamaz ki, zihinde muhafaza edilsin. Bundan dolayıdır ki, arif kişi kimi gördüğünü bilir.
İşaret: Benzeri gibi bir şey olmayan, ancak benzeri gibi bir şey olmayanı görür. Bu sözü Ebu Talib el-Mekkî (Allah rahmet etsin) demiştir.
İşaret: Hakkı görmen, görülenden ve görenden ibarettir. Hak görülendir. Gören ise, sende hasıl olan O'nu görme olayıdır. Seninle beraber hareket eden budur işte.
İşaret: Kalplerin görmesi, arınmışlıkları ve nurları oranı kadardır. Gözlerin görmesi kalplerinin kapasitesi kadardır. Şu halde göz daha tamdır. Bu yüzden maksat da gözlerin görmesidir: "Lem ya'lem biennallahe yerâ / Allah'ın gördüğünü bilmez mi?" (Alak,14) Hakkı dünyada basiretle görürsün, ahiret-te ise gözle görürsün. Ve sen ahirette en yüce yere varmışsındır. Şu halde gözün görmesi daha yücedir.

İbadet Tercümesi Babı:

Latife: Hakkın zikretmesi ve çağırması var, mah-lukatın zikretmesi ve duası var. Sen hakkı zikredersen, O da seni zikreder. Sen: Ya rabbi! dersen, O da: Ey kulum! der. Sen: Bana ver, dersen, O da sana: Bana ver, der. Buna göre ister zikri ister duayı seç. Duaya şu ayette işaret edilmiştir: "Ve evfu biahdî ufi biahdikum / Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size vaat ettiklerimi vereyim." (Bakara,40) Zikre de şu ayette işaret edilmiştir: " Fezkurunî ezkurkum/ Öyleyse siz beni anın ki ben de sizi anayım." (Bakara, 152)
İşaret: Dua, kulluktur. Zikir ise efendiliktir. O'na dua eden, O'na ulaşır. O'nu anansa O'nun yanındadır. (Ben, beni zikredenle oturmaktayım.)
İşaret: Dua, seslenmektir. Seslenmek ise uzaklığın kendisidir.
İşaret: Nefsinin senin üzerinde hakkı vardır. Aklının senin üzerinde hakkı vardır. Aklın için hakkı zikret. Ama nefsin için cennet isteyerek O'na dua et, O'nun için değil.
Latife: Eğer O'nun kapısından kovulmuşlar olmasaydı, bu kovulmuşların önünü kesip onları hakka döndürmek için resuller gönderilmezdi. Kovulmuş, nurdan karanlığa kaçan kimsedir.

Gayb Tercümesi Babı:

İşaret: İnsanın yüzündeki göz, ancak yedi tabakanın cisme nüfuz etmesinden sonra görür. Bu tabakalar şunlardır: zar, katı tabaka, retina, orta tabaka, göz merceği, kornea, iç zar. Hekimler, bunların göz tabakaları olduklarını söylerler. Göz, bunların gerisinde korunmaktadır. Kalp gözü de tıpkı yüzdeki göz gibi yedi tabakanın nüfuz etmesinden sonra görür. Zar kalp gözünün varlığıdır, katı tabaka niteliğidir. Retina bir varlığa taalluk etmesidir. Orta tabaka düşüncelerin kalbe girişidir. Mercek düşünceleri arın-dırmasıdır, kornea zamanıdır ve iç zar tanıdığı şeye ulaşmasıdır. Bu tabakalar geçildikten ve bu yapraklar çevrildikten sonra gayb menzillerinin ilkine nüfuz eder. Bu ışık menzilidir.
İşaret: Kalp gözüne bilgi bahşedilmiş olsa da, o hala perde gerisindedir. Ta ki yüzdeki gözle destekle-ninceye kadar.
Latife: Histe halk ile ilgili bir sır vardır. Ancak kullarından seçilmiş kimseler bu sırra muttali olur.

Vefa Tercümesi Babı:

İşaret: Kendisine ait bir hakkı dünyada hakkın yanında bırakan kimse onu ahirette alır, bu yüzden hakkını terk etmiş sayılmaz. Ama geri almak üzere olmaksızın kendisine ait bir hakkı terk eden kimse inat etmiş olur.
Latife: Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ve kane hakka alâllahi nasru'l mü'minine / Müminlere yardım etmek bizim üzerimizde bir haktır." (Rum, 47) "Ketebe alâ nefsihi'rrahmete / O, merhamet etmeyi kendi nefsine farz kıldı." (En'am,12) O halde kulun
Hak üzerinde hakkı vardır, hakkın da kul üzerinde hakkı vardır.

Anlama (Fehm) Tercümesi Babı: 

İşaret: Müşahede ile birlikte anlama yoktur.
Latife: Anlama kendini beğenmeyi ister. Kendini beğenme büyüklüğü ister. Büyüklük, Hakkın ridasıdır. Kim bu ridayı giyinirse kırılır, parçalanır.
İşaret: O'ndan anlamayı(fehmi) iste, çünkü sana seslenir.
Latife: Anlamak araştırmaktır. Araştırmak dağıtmaktır. Dağıtmak ise ancak isimlerde ve başkalarında olur. Tıpkı hayretin ancak bir şekle girmeyenle ilgili olması gibi.
İşaret: Bilmeyenin keyfiyet talep etmesinde şaşılacak bir şey yok. Asıl, bir keyfiyet olduğunu nereden öğrenmiş olduğu şaşırtıcıdır.
Latife: Hakkın, sınırlandırılamayan bir hakikati vardır.

Onaylama Tercümesi Babı:

İşaret: Rububiyetin onaylaması, ruhların letafetini hükmü altına alır.
Dikkat: Yüce Allah "Ve evfu biahdî ufi biahdikum / Bana verdiğiniz sözünüzü (ahdinizi) yerine getirin ki, ben de size vaat ettiklerimi vereyim." (Bakara,40) buyurmuştur.
İşaret: "Ketebe rabbukum ala nefsihîr'rahmete, merhamet etmeyi kendi nefsine farz kıldı." (Bakara,54) Eğer umutları beklemek olmasaydı, beklentilerle sevinilmezdi.
İşaret: Ruhu'l-Kudus'ün onaylaması, kevnin onaylamasından farklıdır.

Boyun Eğdirme Tercümesi Babı:

İşaret: Hak insanı talep eder, makamlar da onu talep eder. O, icabet eden içindir.
 İşaret: İnsan hallerde Haktan perdelenmiştir, makamlarda ise O'na görünmektedir.
Latife: Makam seni perdeler; haktan ona baksan veya ondan hakka baksan fark etmez. Melekler şöyle demişlerdir: "Ve ma minna illa lehu mekamun ma'lu-mun I Bizim her birimiz için, bilinen bir makam vardır." (Saffat,164) Aynı şekilde her sevilen için bir makara vardır.
Latife: Hal helak edicidir, makam kurtarıcıdır. Ne var ki, makamda iddiada bulunmak helak ederken, halde iddiada bulunan kişi sorumlu tutulmaz.
İşaret: Halde ol, Hak seninle olsun, makamda olma, kendinle olursun.
İşaret: Hal sahibi sarhoştur, sonra ayıkır. Ayı-kan nefsinde değişiklik olduğuna şahit olur. Makam sahibi ise, intikal eder, ama kendi gibidir. Dolayısıyla her halde ve her şekilde perde mevcuttur.

Nefyetme ve Tenzih Tercümesi Babı:

İşaret: Sana, Hakkı görme için veya müşahedesinin cömertlik meltemlerinin üzerine esmesi için yahut bunu onun esintilerinin yansıdığı yer kılman için heykelinden soyutlan, karanlığından sıyrıl, ru-haniyetinin denizlerinde yüz, takdis meydanında dolan demiyorum. Bunu mutlak olarak yapmam. Çünkü bunda acziyet nispet etmek ve hakkın yanında kevne büyüklük izafe etmek vardır. Hiçbir şey hakkın karşısında duramaz. Bir Hak davetçisinin herhangi bir makama davet ettiğini duyduğunda, bil ki, O'nunla ilgili olarak seni çağırdığı makamda o da seninle beraberdir. Dolayısıyla çağrı mahiyetindeki hitap, Onun senin yanındaki varlığına perde olmasın.
Latife: Ruhu'l Kudüs, hakkı, senin yanındaki iz-zetiyle ister. Tıpkı senin heykelinin karanlığında O'nu kendi çapında talep etmen gibi. O halde herkes acizdir. Ayrıca muhakkiklere göre, O'nun kutsal nurda görünmesi, balçık karanlığında görünmesinden daha açık ve daha zahir değildir.
Latife: Hiçbir şey haktan kaçmaz. O, her şeyle beraberdir. Dolayısıyla O da hiçbir şeyden ayrılmaz, kaybolmaz.

Kudret Tercümesi Babı:

İşaret: Hayırlarla birlikte hareket ettiğin zaman, O sana gösterecektir ki, O, tuttuğun zaman elindir, işittiğin zaman kulağındır ve gördüğün zaman gözündür. Şu halde işiten, gören ve tutan O'dur. Dolayısıyla bu gerçeği keşfetmede inayet seninledir.
İşaret: Vazedilen varlıklar hakikatlerden oldukları halde hakikatler üzerinde etkili olamazlar.
Latife: "Alçaldıkça alçalın orada!" diyen O'dur. "Cennete girin!" diyen de O'dur. Burada kelamı işitmede herkes ortaktır. O halde maksat kelamı işitmek değildir.
İşaret: Kim amaçlarından soyutlanırsa, hastalığının şiddetinde emin olur.

Zikir Tercümesi Babı:

İşaret: Kim hakkı severse ve hakkı kıskanırsa, o Hak ile değil sevgisiyle beraberdir. Arif hakkı kıskanmaz, bilakis O'nu kullarına aşık eder, O'nu kullarına sevdirir.
İşaret: Kim nefsinden hakkı kıskanırsa, nefsini bilmemiştir, dolayısıyla rabbini bilmemiştir.
Latife: Zikredilen kevni zikirden perdeler, zikri de zikredilenden. Hak seni müşahedesi esnasında seni hatırlatır. Böylece O'nun benzeri gibi bir şey olmadığı sabit olur.
İşaret: O'nu kendisinden kıskandırma, fakat kendisi için gayrete gelmesini sağla.
Latife: Marifet iddiasından bulunandan başkası kıskançlıkla perdelenmez. Marifet iddiasında bulunmayan, kıskançlığına rağmen yakınlaşabilir. Yakınlaşmanın kanıtı, nefsine döndüğünde kıskançlığın ortadan kalkmasıdır.

Sevgi (Muhabbet) Tercümesi Babı:

İşaret: Her seven, kavuşmuş olsa bile özlem duyar.
Latife: Emir diliyle sırlara çağrıldığın zaman, üzerlerindeki izzet nedeniyle arka dönerler. Ama, emir kalıbı olmaksızın nezaket diliyle çağrıldığın zaman, muhtaç olarak sana yönelirler. Seven arifler başka. Çünkü onlar her çağrıya dönerler. Kapının bekçisi: Haydin namaza (salâha)! der. Seven: Gözümün aydınlığı olan şeyi anladım, der. Bir başkası ise: Teklif vakti geldi, der.
Latife: Halk sevgi kapısından değil, cömertlik kapısından isimlere çağrılır. Ta ki isimlerin hakikatleri zuhur edinceye kadar. Bu hakikatler isimler için sevgi, göz için de cömertliktir.

Çevirme Tercümesi Babı:

İşaret: İlim talep eden, perde istemektedir. Ama ilmi ayn kapısından isteyen başka, ilmi terk eden de cahildir.
İşaret: Ebu Hamid gibi, görme (rüyet) bilmeye tabidir diyenlere şöyle de: İlim varlığa taalluktan ibarettir ve varlıktan başkasını içermez. Rüyet ise var olana taalluk etmiştir, ama var olması hasebiyle değil. İlim ise bunu kapsayamaz. Böyle iken rüyet nasıl ilme tabi olur!
Latife: Sana, ilimden ayrılma diyen, seni ebed kılıcıyla öldürmüştür.
İşaret: Bir grup şu görüştedir: İlim bir perdedir. Çünkü, rüyet (görmek) için içinden atıp boşaltman gereken şeyleri içinde yeniden imar eder. Sakın öğrenme. Yani ilimle birlikte durma.
Latife: "Rabbi zidni üma / Rabbim! Benim ilmimi artır, de." (Ta-ha,114) Bundan maksat ayni ilimdir. Bu ilim de delille elde edilir. Bu ilme sahip olduğunda, ilmin haktan hali olmaz. Veya hak ile eşit olur. Hakkın, hakka taalluk etmesi muhaldir. Ama başkasına taalluk etmesi ise perdedir. O halde sen ilimle beraber, her halükarda uzaksın.
Latife: İlim, sabahı olmayan gecedir. Karanlık çöllerde rehbersiz yola çıkan kimsenin şaşkınlığı kat be kat artar. İlmin delili malumunu gerektirir. Hak ise bilinmez. O halde aslında senin aradığın bir şey yoktur.
İşaret: Eğer rüyet (görmek) bilmenin bir neticesi olsaydı, kesp (kişinin emeğinin kazancı) olurdu. Oysa rüyet, ilk minnet pınarından ve mutlak cömertlikten kaynaklanır.

Nuranî Tercümesi Babı:

İşaret: Rüyet perdedir. Ev de perdedir, Çünkü karanlıktır. Şu halde karanlık perdedir.
İşaret: Bir gölge var. Rüyet var ve ışık var. İnsanlar gölge ile ışık arasındadırlar. Çünkü Hak ile halk arasındadırlar. Kuşkusuz görünen nuranîdir. Yani görmenin önünde bir perde vardır. Böyle iken görmenin kendisi nasıl görülür.

Yakınlığın Miktarı Tercümesi Babı: 

İşaret: Hak, senin sana yakınlığından daha yakındır. Hak, uzak yakındır. Hak adamları O'nu dinlemeye çıktılar. O'nun bir emir hitabı, bir de sınama amaçlı hitabı vardır. Sen emir mahiyetli hitabının gereğini yap. Ama sınama amaçlı hitabının gereğini yapmaksızın kabul et. Her iki hitabı duyduğunda hemen secdeye kapan. Biri şükür secdesi, biri de bağlılık secdesi.
İşaret: Miktar senden zuhur eder ve sana döner. Onu kendinden başkasına nispet etmezsen, isabet edersin.

Soru Tercümesi Babı:

İşaret: Benlikle ilgili soru tuzağı doğurur. İki benlikle ilgili soru yavaş yavaş helake sürüklenmeyi (istidraç) doğurur. Tuzak bilmediğin yerden gelir. İs-tidraç ise farkında olmadan gelir. Soru sormayı terk etsen bu da uzaklığı getirir. Rahat yok mu!

Ceza Tercümesi Babı:

İşaret: Senin niteliğin sana döner. Hak ile beraber olduğun sürece seninle olur.

Hidayet Veren Tercümesi Babı:

İşaret: Kavuşmadan önce bir hayret, kavuşma esnasında bir hayret ve dönüşte bir hayret vardır. Gözlerin ve basiretlerin sınırlandıramadığı varlık karşısında akıl ve sır hayret etmez mi!
İşaret: Eğer hak senin nefsini sana gösterse, hayrete düşersin.
Latife: O'na vasıl olan, O'na vasıl olmayandır.
İşaret: Ruhu'l Kudüs pınarından çağrılır, ki nefsine vasıl olsun. Bakarsın hakkı, seraptaki varlığında bulursun. Çünkü gaybının denizlerinde durulmuştur. Yollar O'na çevrilmiştir. O'na yönelen yollar birbirine girmiştir. Tıpkı elbisenin dışındaki çizgilerin birbirine girmesi gibi. Dolayısıyla marifeti istemekten geri durarak yardım istedi. Muği (yardım eden) ismi seslendi: Ey falan! Kendi içinde şaşırıp kalmışsın. Kendi kendini müşahede etmeye gücün yetmiyor. Edep tavrını takın ve elde edemeyeceğin şeyi istemekten sakın.

Hicap Tercümesi Babı:

İşaret: Hicap hicap içindedir. Çünkü gözleri içeri girmek isteyenlere bakmaktadır.
Latife: Elçiler(resuller), Hakkın önündeki perdelerdir, insanları O'na davet etmektedirler. Onların çağrısına icabet eden, içeri girer. Üzerine bir örtü serilir, elçilik (resulluk) payesi verilir ve şakilik göreviyle taltif edilir. O, özellikle kalpleri davet eder.
elçiler(resuller) ise, kalpleri ve bedenin organlarını davet eden bekçilerdir. Melekler ise Hakkın önünde duran bekçilerdir. Resuller ve Nebiler zatları itibariyle bekçilerdir.
İşaret: Perde ahiret azabını gerektirmez. Ancak rüyeti talep edip de bundan mahrum bırakılanlar için azap gerektirir.
Latife: Rüyetten lezzet almanın şartlarından biri marifettir. Münafık ve müminin birlikte bulunduğu rüyet anında lezzet olmaz. Marifetle birlikte lezzet olmaz, aksi takdirde bu teşrif olur.

Rida Marifeti Tercümesi Babı:

İşaret: Halife, mahlukat içinde Hakkın naibidir. Bu yüzden Hakkın sıfatlarını üzerinde taşır. Bu söylediğime şaşmamak gerekir. Çünkü seni bu şekilde yaratmıştır. Asıl sana şaşmak lazım; bunu nasıl bilemezsin! Aslında bunu nasıl bilemediğine de şaşmamak gerekir. Bilakis, sana, bunu nasıl bilemezsin?.., deyişime şaşmak gerekir. Hak, sana öğrettiğidir ve O sana öğretmedikçe bilemezsin.
Latife: Rida ve hırka birlikte kime giydirilse o naiptir, halifedir. Kime sadece rida giydirilse o mutludur, kime de sadece hırka giydirilse o bedbahttır.
İşaret: Kim, kendinden önce Hakkı bilirse, O'nu Hak olarak bilmemiştir, zat olarak bilmiştir.
Latife: Eğer uluhiyet olmasaydı, farklı tecelliler olmazdı.
Latife: Çeşitlilikler hükümlerin hakikatleridir; biri şurada tezahür eder, öbürü şurada.
Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun. Selam gönderilmiş elçi (resul) kullarının üzerine olsun.
Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. Salat ve selam efendimiz Hz. Muhammed'in, ehlibeytinin ve ashabının üzerine olsun.

Hiç yorum yok

Öne Çıkan Yayın

İBDA ve İBDA-C Nedir?

İBDA-C’nin daha iyi anlaşılması için İBDA'nın kısaca tarif ve izahını yapmak istiyoruz… Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu’nun "...

İzleyiciler

Popüler Yayınlar

Tema resimleri duncan1890 tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.