Mevlid Gecesi
Bu gece Kutlu Veladet gecesi...
"Levlake levlak levlake levlak vema haleftül eflak" (sen olmasaydın sen olmasaydın alemleri yaratmazdım) sırrının sahibinin veladeti...
"Vema ersalnake illâ rahmetel lilalemin" (Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik) hitabının muhatabının veladeti...
Alemlerin Rabbinin "Habibim" diye hitab ettiği, en sevgilinin veladeti...
"Gaye insan-ufuk peygamber", alemlerin rahmeti, sebeb-i vücudumuz, O'nun nurundan yaratılmış cümle varlık...
Diller methinden aciz, kelimeler O'nu anlatmakta yetersiz...
Hem Allah "Habibim" demiş, var mı bundan öte söylenecek söz...
Her söz "Habibim" hitabının yanında, yakut, elmas, zeberced taşlarının yanındaki, çakıl taşı gibi kalmaz mı?
O'na doğru her sesleniş, karşılığını bulmaz mı?
Bir Müslüman için, anasından, babasından, eşinden, evladından ve dahi kendi nefsinden daha önce, en önce gelmesi gereken Nur sevgilinin veladeti...
En başta, başın da başında, Kumandanımızın muzaffer ve müyesser olmasına,
Başta Kumandanımızın yiğit evlatları olmak üzere, bütün Müslüman esirlerin kurtulmasına,
Doğu Türkistan, Afganistan, Türkistan, Irak, Suriye, Keşmir gibi bütün İslâm beldelerindeki müslümanların zaferine,
Anadolu'nun ayağa kalkıp, sancağı eline alıp, başlarında Kumandan ile birlikte fetihlere açılmasına vesile olmasını Âlemlerin Rabbinden dileriz.
Hayırlı kandiller...
Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in harikulade eseri, "Çöle İnen Nur"un, kutlu veladet ile ilgili kısmını iktibas ediyoruz...
"Allâh ve melekleri Peygamber'e çokça salât ederler. Ey mü'minler! Siz de O'na çokça salât getirin ve tam bir teslimiyetle selâm verin." (el-Ahzâb, 56)
Dünyaya Geliş
O GECE
İbn-i Abbas diliyle Âmine Hatun: «— Gebeliğimin altıncı ayı geçmişti. Bir rüya gördüm. Esrarlı bir kimse yanıma gelip dedi: «Yâ Âmine! Sen Âlemlerin Hayrına gebesin! Doğurunca ismini (Muhammed) koy ve halini hiç kimseye açma!»
Derken doğum zamanı geldi. Abdülmutîalib Kabe'yi tavafa gitmişti. Ben evde yalnızdım. Birden kulağıma müthiş bir sada çarptı. Anlaşılmaz bir sesleniş... Korkudan kalakaldım. O anda bir ak kuş peydahlanıp kanadiyle arkamı sığadı. İçimde korku diye bir şey kalmadı. Yanıma bir göz attım.
Beyaz bir kâse içinde bir şerbet uzattılar. Alıp içtim. Şerbeti içer içmez bir ışık çağlayanı içine düştüm. İşte o ân... Baktım; Abd-i Menaf kızlarına benzer bazı kadınlar etrafımı dolanıyor. Her biri hurma ağacı boylu, hurî güzeli... Hayretler içinde kaldım. «Yârab, banlar da kim?» diye Allah'a yal vardım.»
•
Doğmuştur. Allah'ın Sevgilisi, Kâinat'ın Efendisi, alemlere Rahmet, Gaye - İnsan ve Ufuk -Peygamber dünyaya gelmiştir. Bütün yaratılmışların ve yaratılacakların dünyaya gelişinden murad olan...
Doğmuştur.
Tarihe sorarsanız şöyle diyecektir:
— Sene 571... Nisan ayının 20 nci günü... Pazartesi sabaha karşı... Kameri Rebiülevvel ayının 12 nci günü. Mekke ufukları ağarırken...
ŞAHİT
O ânda Âmine Hatunun yanında bulunan ve mukad yavruyu alan bir kadın var: Abdurrahman İbn-Avf'ın anne si Şifa Hatun...
<— Allah'ın Resulünü, dünyaya geldiği zaman ben aldım». Ellerimin üstüne düştü. Kulağıma bir âvaze geldi: Allah'ın rahmeti sana olsun!» Baktım ki, doğudan batıya her yer nurla kaplı... Hattâ Rum illerinin saraylarını gördüm, Bu halden silkinip Allah'ın Resulünü emzirdim ve yatırdım. Yine acayip bir hale düştüm. Titremeğe başladım. Gözüm karardı. Yavrucuğu görmez oldum. Bir konuşma duydum: «Nereye gitti?» «Doğuya götürdüler!»... Bu konuşma kalbimden hiç silinmedi ve hep içimde çınladı. O güne kadar ki, O'na Peygamberlik geldiği zaman, iman edenlerin arasına hemen katılıverdim.»
•
O geceyi Kabe'de ve dua halinde geçiren Abdülmuttalib de bir ses duyuyor:
— Müjde ey Abdülmuttalib! Şimdi Âmine'den bir çocuk doğdu, vücudu âlemlere rahmet!..
Ve doğru Âmine'nin yanına koşuyor.
Âmine Hatun:
— Tam doğum zamanı gördüm ki, bir bayrak doğuda, bir bayrak batıda, bir bayrak da Kabe'de..
Doğurdum... Çocuğu secdede görmiyeyim mi? Şehadet parmağı göğe doğru... O anda yavru, bembeyaz bir bulut içinde kayboldu. Bir ses çınladı: «Doğuyu ve batıyı dolaştırın, deryaları gezdirin... Ta ki, Allah'ın Resulünü ismiyle, sıfatiyle ve suretiyle bilsinler.»
•
İbn-i Abbas :
— Âlemlerin Fahri doğunca, bir melek gelip kulağına: «Müjde ey Allah'ın Resulü, dedi, hiç bir Peygamberin ilmi kalmadı ki, sana verilmemiş olsun... Sen onların ilimde en üstünü ve kalbde en yiğitisin!»
•
Âmine Hatun doğum ânında, kendisini bürüyen nur hâlesi içinde Şam beldesini gördü. Şam, Peygamberler bucağı, Resuller yolu ve kavşağı... Peygamberler Peygamberinin, dünya göziyle, istilâsı hareketine şahit olacakları belde... Yine Peygamberler Peygamberinin, en büyük fethi Miraç'ta, ilk merhale olarak «Beyt-ül-mukaddes»ine varmakla kapısına ayak atacakları iklim...
İslâm selinin, havuzunu doldurup, oradan bütün yeryüzüne kol kol dağılacağı ve dört kıtaya yayılacağı mübarek merkez...
O gün Mekke'de olan sabah, ebedîdir.
DOĞAN KİM?
Hassan bin Sabit:
«— Ben sekiz yaşımda var, yoktum. Medine'de sabah vakti... Sokakta deli gibi koşan bir yahudi gördüm. Yahudi koşarken çığlığı basıyordu: «Hey yahudiler, toplanın!»... Yahudiler üşüştü.
Sordular: «Ne var, ne diye haykırıyorsun?»... Yahudi, gözleri faltaşı gibi açılmış soluk soluğa cevap verdi: «Ahmed'in yıldızı bu gece doğdu, Ahmed bu gece dünyaya geldi!..»
Herkes hayret ve dehşet içinde.»
•
Hazret-i Ayişe:
«— Mekke yahudilerinden biri, Allah'ın Resulünün doğdukları gecenin sabahı, Kureyş büyüklerinin bulunduğu yere geldi ve sordular: «Bu gece aranızdan birinin bir erkek çocuğu dünyaya geldi mi?» dediler: «Haberimiz yok!»... Dedi: «Hemen gidin ve soruşturun! Bu gece doğan bir oğlancık var...... Sırtında alâmeti olacak.» Soruşturdular ve o gece Abdullah'ın bir oğlu olduğunu haber aldılar. Sırtında da nişan... Çocuğu yüzükoyun çevirdiler. Yahudiye gösterdiler.
Yahudi, Peygamberlik nişanını görünce, elleri bir şeyi sıkmak, boğmak ister gibi ileriye uzandı ve gözlerine sanki perde indi. Haykırdı: «Eyvah! Peygamberlik artık İsrailoğullarından gitti.»
Sonra Kureyş büyüklerine hitap etti: «Size öyle bir devlet geliyor ki, güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar zemini bütün yeryüzünü kaplıyacak!»...
•
O devirde yahudiler arasında derin ilim sahipleri vardı. Kitaplarında da, Allah Resulünün geleceğine dair gizli haberler...
•
Abdülmuttalib, Nurun aslî sahibi Nur torununun sevinciyle âdeta uçtu. Kasideler söyledi ve Kureyşlilere büyük bir ziyafet çekti.
Sordular:
— Bu ziyafete vesile olan çocuğa ne isim verdin?
— Muhammed...
— Böyle cedlerinde olmayan bir ismi vermekten muradın ne?
— Muradım şu ki, O'nu yerde halk ve ulvîlikler âleminde Hak, pek çok övsün...
Mukaddes isim «Pek çok hamd-ü-senâ olunmuş kimse» mânâsına...
•
Nur yumağı yavru.. Göbeği hilkatten kesilmiş ve hilkatten sünnetli... Âdem, Şîd, İdris, Nuh, Lût,Yusuf, Musa, Süleyman, Yahya ve Hûd Peygamberlerden sonra yaradılıştan sünnetli Peygamber...
Ve sırtında Nebîlik Mührü...
ÖBÜR HARİKALAR
İran'da, kisrâların sarayında on iki burç... Birdenbire gürül gürül çöküyor.
Taberiye gölü... Akıl oynatıcı sarsıntılarla yerin dibine geçiyor.
Ateşe tapanların bin yıldır yanan ocakları... Sönüveriyor.
Mukaddes yavrunun dünyaya geldiği demde bütün bunlar...
Kisrâların sarayında on iki burç mu çöktü? Zira İslâmiyetin karşısında dikilen Kisrâiar İmparatorluğu, on iki sultan daha verdikten sonra, imân seli önünde yıkılıp gidecek...
•
Ve yine o demde Kabe'nin bütün putları yüzüstü.
Ve İranlıların dinî reislerinden biri şu rüyayı gördü:
Bir sürü azgın deve bir alay cins Arap atiyle beraber, Dicle suyunu geçip Fars illerine dalmış...
Fars illerinde bunca alâmet ve bu rüya?..
Bütün bunları Şam'da, yüz yaşını aşkın, kemiksiz arka üstü yatan, bir yere götürüleceği vakit bohça gibi katlanan, hilkat ucubesi bir kâhine tâbir ettirdiler. Kâhin:
— O dem ki «Tilâvet» çoğalır ve «Sahib-i Herâve» zuhur eder...
Diye söze başladı ve bütün alâmetleri saydı. Kisrâlardan artık yalnız on iki sultan beklemek gerektiğini söyledi. Ve son demini yaşadığı için:
— Ve olacak olan olur! Deyip öldü...
•
Nur'un Âmine'nin rahminde karar kıldığı ve yerlerde ve göklerde nida olunduğu gece bir hitap vardır:
«— Ne güzel hâl oldu Âmine'ye; ondan sonra her şey ne güzel oldu!» .
Allah Resûlü'nün ana rahmine intikal ettiği mevsim, görülmemiş bir feyz ve bereket yılıdır. Kıtlık içinde çırpınan Kureyş ve Arap kabileleri, hazinelerini doldurdular ve o yıla «Sene-tül-feth-ü-vel- ibtihaç» fetih ve iftihar yılı adını koydular.
Dünyaya varlığın mânâsı gelmişti.
Hiç yorum yok