MEDYA NİNNİLERİ
MEDYA NİNNİLERİ
“Zeus,
Hera, Apollon, Artemis, Hermes, Eros”. Bu isimlerin hepsi mitolojideki
Olimpos Dağı’nın tanrılarına ait. Hiç kimsenin tırmanamadığı Olimpos
Dağı’nda, yıldızlar ve bulutlar arasında yaşayan bu tanrıların
hayalleri, yeryüzüne çeşitli sanatçıların ellerinden çıkmış, heykeller
ya da resimlerle iniyor. Ve belli bir görüntü kazanıyordu.
Görsel
sanatlar ilerledikçe ve kitleselleştikçe günümüz insanı da tıpkı
mitolojide olduğu gibi, Tanrılar Dağı’nı çağa uyarlayarak yarattı.
Olimpos’un tanrılarını, insanların hayalleri biçimlendirirken, Hollywood
dağının tanrıları da, insanları düş dünyasına çekmek için oluşturuldu.
Çağdaş Olimpos’un tanrıları artık Madonna, Michael Jackson, Marilyn Monroe, Elvis Presley, Silvester Stallone, Elizabeth Taylor…
Olimpos
tanrılarını görünür kılan ressamların heykeltraşların yerini ise medya
endüstrisinin patronları alıyor. Washington Post’tan Richard Harwood’un
verilerine baktığımızda, medya endüstrisi konusunda karşımıza şöyle bir
tablo çıkıyor:
“Bir yılda 8760 saat var.
Bu zamanın büyük bölümünü, geleneklerimiz alışkanlıklarımız içinde
bazen düşünerek, bazen hayal kurarak (özellikle cinsellik hakkında)
harcıyoruz. Tatiller, hafta sonları, hastalanmalar çıkarıldığında bir
yılda 1824 saat mesleğimizle ilgili olarak çalışıyoruz. Her gün 7.5
saatten yılda 2 bin 730 saatimiz uykuda geçiyor. Medyaya bir yılda
verebileceğimiz 3 bin 256 saatimiz kalıyor. Yani günde ortalama 9 saat.
İşte
bu hesaplanan süre büyük bir iş alanı doğuruyor: Medya Endüstrisini,
elektronik ekipmanlar ve uzayla bağlantılı bu iş alanı, ABD’nin 9. büyük
endüstrisi durumunda. 1991 rakamlarıyla medya harcamaları sadece ABD’de
109 milyar doları buluyor. Bu demektir ki bir kişinin cebinden medya
için yılda 353 dolar çıkıyor. Reklamcılar her yıl üretilen mal ve
hizmetlere müşterinin dikkatini çekmek için medya sahiplerine 80 milyar
dolar ödeyerek yer ve zaman kiralıyorlar.”
Medya
kişilerin zihinlerine binlerce imajı, görüntüyü naklediyor. Uyku ve iş
zamanları dışında içine girdiğimiz bu dünya, aynı zamanda
düşüncelerimize olduğu kadar hayallerimize de hükmediyor. Ayrıştırarak
bizlere gerçekle düş arası yeni bir yaşam atmosferi sunuyor. Kendi tanrılarını yaratan medya, hepsine bir görev yüklüyor.Marilyn
Monroe+ Madonna = Cinsellik. Michael Jackson + Elvis Presley = Müzik.
Silvester Stallone = Güç. Elizabeth Taylor = Sonsuz güzellik ve sağlık
tanrı ve tanrıçaları olarak düş dünyamıza kanalize oluyorlar. Radyo,
TV, sinema, gazete ve dergiler bu medya tanrılarının maceralarıyla
dolu. Bireysel olarak bakıldığında, izleyiciye, dinleyiciye ulaşılmazı
gösteren, dinleten, bu belli imaj yüklenmiş medya tanrılarının görevi:
Kitlelere gerçek yaşamın güçlüğünü unutturmak, hayatı hazır düşlerle
kolaylaştırmak, kaçışı sağlamak.
Çalışmak
ve uyumak dışında kalan zamanımızı, tatlı tatlı bizden çalan medya,
düşüncelerimizi zorlamadan neredeyse hiç devreye sokmadan, bu işi yapma
çabasına, hep görselliği kullana^ ak girişiyor.
Fotoğraf,
sinema, TV hep bu çabanın sonucu içerik ve teknik olarak gelişiyor. Bu
arada unuttuğunuz bir başka alanda gelişme var. Çizgi roman ve çizgi
filmlerle yıllardır hayal dünyamızı hiç zorlamadan yaşamımıza giren
çizgi kahramanlar.
Doğan,
yaşayan, ölümsüzleşen medya tanrılarının yanında, hiç yaşlanmayan,
ölmelerine izin verilmeyen, çizgi kahramanlar da giderek çağdaş insanın
‘masal saatleri’nde kendilerine ait zamanlar yaratmışlar.
Günümüz
insanı medya endüstrisinin elinde artık. Gerçek yaşamın sıkıntılarını,
düş dünyasını uyuşturan yumuşaklığında uyutuyor. Medya endüstrisi sanki
dev bir marina. Herkese algılamasına ya da dalgalardan kaçışma uygun bir
çekek yeri sunuyor.
Bir
illüzyonun içinde kaybolurken, yanımızda çizgi kahramanlarımız var.
Belki çocukluğumuzun tasasız yıllarından geliyor onlarla arkadaşlığımız.
Çizgi kahramanlar artık gazete, dergi haberlerine de konu olabiliyor
rahatlıkla. Çünkü gazete ve dergilerin yayın sorumluluklarının da
çocukluk arkadaşı onlar. Bizden birileri. Yakın dostlarımız gibiler.
Tanıyanları, sevenleri milyonlarca. Bu nedenle haber özelliğini de
rahatça taşıyabiliyorlar. Böylece yeni bir haber kaynağı çeşidi ortaya
çıkıyor; çizgi kahramanlar. Günlük maceralarla yaşamımıza giren bir
başka çizgi kahraman, “Hasbi Tembeler”in eski Sovyetler’deki Glasnost
politikasını ileri sürerek, günlük nöbetlerin artık kaldırılması
isteğiyle çavuşuna başvurması, haber olarak Türk basınında ilk kez Güneş
gazetesinde yer almıştı. Giderek daha sık periyodlarla, çizgi kahraman
haberlerini basından izler hale geldik. Örneğin Temel Reis’in uzatmalı
sevgilisi Safinaz’ın kürtaj haklarını savunması.
Daha
sonra Basri ve Fatoş’un, geleneksel Amerikan ailesinin çağdaş yaşamına
uygun hale gelme çabaları, haber olarak gazete sayfalarına girdi. Fatoş
ev ekonomisine katkıda bulunmak için yakın arkadaşı Maviş ile birlikte
“catering” şirketi kurdu. Böylece her ikisi de klasik, dedikodu üreterek
gün geçiren ev kadını tiplemesine son vermiş oldular.
Çizgi
kahramanlar öylesine bizle iç içeler ki, Süpermen’in öldürüleceği ile
ilgili haberler üzerine ABD’nin Metropolis Kenti halkı, büyük bir panik
yaşadı. 1979 yılından bu yana her yıl ‘Süpermen Günleri’nin düzenlendiği
çizgi kahramanının doğduğu bu kent, neredeyse yasa büründü. Ölümsüz
doğan çizgi arkadaşlarımızı bırakmaya, gönlümüz el vermiyor. Yapımcı
De Comics şirketinin “Süpermen öldürülecek” kararına karşı çıkan halk,
“Biz onu hep canlı ve güçlü görmek istiyoruz” diyor.
“Bu
çizgi kahramanların, yaşanılan gerçekle ilgisi yok. Çizilen mekânlar ve
tipler, gerçekliğin algılanmasını değil, yaşanan zamandan kaçışı
sağlıyor.”
Kitle
kültüründe herşey standartlaşıyor, klişeleşiyor. Formül haline
getirilip, basit mesaj bombardımanı sağlanıyor. Okuması, seyretmesi,
dinlenmesi kolay mesajları, çözümlemek için düşünce mekanizmamızı
devreye sokmuyoruz. Ve masal dünyasının yumuşaklığını, her zaman
gerçeğin sert rüzgârına tercih ediyoruz. Bu psikolojik çözümlemenin
bilincinde olan medya endüstrisi, hemen ardarda çizgi kahramanlar
yaratmayı amaçlıyor. Öyle ki, artık siyasi liderler de çizgi roman
kahramanı haline getiriliyor.
ABD
eski Başkanı George Bush’un yaşamının, Malibu Yayınevi tarafından çizgi
roman haline getirileceğinin açıklanması, bu görüşü doğrulayan en güzel
örneklerden birini oluşturuyor. Bush’un 1988 yılı seçim kampanyaları
sırasında vergilerle ilgili sloganı, “Dudaklarımı okuyun” şimdi eski
başkanın çizgi romanının adı olacak. Yayınevinin yöneticisi Scott
Rosenberg, “Bush’u sevmeyenler onun hakkındaki tüm komik karikatürleri
öğrenecekler” diyor.
Bu
fiilin üzerinde durmak gerekiyor: Öğrenecekler. Evet, Bush’un
araştırmaya dayalı biyografilerini okuyarak, bu bilgilere ulaşmak
yerine, çizgi romanla hem eğlenecekler, hem de eski başkan hakkında
bilgilenecekler.
İtalya’da
Mafya cinayetlerinin artmasıyla birlikte çocukları bu konuda eğitmek,
en azından Mafya’ya karşı bilgilenerek, savunmalarını sağlamak için,
İtalyan Epoca dergisi de çizgi romanın sevimliliğine sığındı. Söz konusu
dergi, iki Mafya uzmanına hazırlattığı hikayeleri resimli hale
getiriyor. Bu çizgi roman, derginin promosyon eki olarak veriliyor.’
Çizgi
romanların neden bu kadar sevilerek okunduğu konusunda, ünlü kitle
iletişim kuramcısı Wilbur Schramm’ın, “The Process and Effects of Mass
Communication” adlı eserinde, çizgi romanlar konusuna değinen, Katherine
Wolf ile Majorie Fiske’nin düşüncelerini aktaralım:
“Normal
bir çocuk, genelde egosunu güçlendirme aracı olarak gördüğü çizgi
hikayeleri okuyan, hızlı bir okuyucudur. Çocuk, çizgi kahramanlarda ego
deyimini bir takım yansımalarla genişletmeye çalışır. Daha sonra
maceracılık aşamasında yenilemeyen bir kahramanda egosunu tatmin eder.
Son olarak da, kendi ayakları üzerinde durur ve hayatın kendisi demek
olan gerçek maceranın hakiki çizgi kahramanlarını benimser.
Yetişkinlerin, çizgi kahramanları aynen çocuklar gibi tutku ile
okumalarındaki tek neden, onları bir rahatlama ve gevşeme aracı olarak
kullanmalarıdır.
Sağlıklı
ruhsal yapıya sahip çocuklar için, çizgi romanlar egolarını güçlendirme
ve eğlenme aracıdır. Bazı çocuklar ise hayatın gerçekleri için
kendilerini güçlendirme isteği duymazlar. Herhangi bir sorumluluk
üstlenmeye, hem yeteneksiz, hem de isteksizdirler. Onlar için çizgi
kahramanlar bir kaçış mekanıdır. Pek çok içinden çıkılmaz sorunu çözmek
amacıyla, güçlerini kullanan çizgi kahramanlar, çocukların, günlük
hayatlarında endişeye kapılmadan, problemlerin üstesinden gelmelerine
yardım ederler. Çocuklar için çizgi kahramanlar bir uyum mekanizması
gibidir”
Çizgi
kahramanlar çocuklara öylesine yakındırlar ki, içlerindeki durumları
açıklamak için de, yine onları kullanırlar. Örneğin, ülkemizdeki bir
özel TV kanalında pazar günleri gösterilen bir komedi dizisinde, 13
yaşındaki bir dizi film kahramanı, içinde bulunduğu mutlu anı anlatmak
için, “Kendimi şu anda Daltonlardan biri gibi hissediyorum” diyebiliyor.
Bu cümlesiyle aile bireylerinin birbirlerine yakınlığından duyduğu
sevinci açıklamak istiyor. Kendince mutluluğunu anlatacağı mesajı çizgi
kahramanlardan örnekleyerek veriyor.
Tüm bu verileri düşündüğümüzde, medya endüstrisinin yarattığı masallarla nasıl çevrelendiğimizi görebiliyoruz. Biraz da, “Çocuklarımızı masalsız bırakmayın” diyen Münihli psikolog Ulrich Diekmenyer’e kulak verelim. Diekmenyer, masallarla uyuyan çocukların hayal güçlerinin geliştiğini belirterek, anne babalara uyarıda bulunuyor.
Peki,
TV karşısında, ya da elinde gazetesiyle uyuya kalan yetişkinlerin hayal
dünyasını, konfeksiyon ürünleri gibi tek tipleştiren medya patronlarına
kim uyarıda bulunacak?
Ninni
ile rahatlatılan, masal ile başka dünyalara taşınarak sakinleştirilen
çocuklara karşılık, anne babalar da son moda müzik parçaları eşliğinde,
TV’den yenidünyalara yelken açıyorlar. Bu arada da uyuşturulan
kitlelerin üzerinde, medya patronları ve siyasi güç odakları, el ele
gönül birliği içinde, günlük ve uzun vadeli kararlarını demokrasinin
hiçbir kuralına uymadan, uyuklayan kitlelerin uyanık önderleri olarak
uyguluyorlar. Kitle iletişim araçlarından gelen en temel mesaj; “İYİ
UYKULAR”.
Yararlanılan Kaynaklar
Intemational Herald Tribüne, Paris, 9 Eylül 1992.
Milliyet, İstanbul, 26 Temmuz 1992.
Cumhuriyet, İstanbul, 10 Eylül 1992.
Ahmet Oktay, Toplumsal Değişme ve Basın, Bilim/ Felsefe / Sanat Yayınları, İstanbul, 1991, s. 103.
Milliyet, İstanbul, 14 Eylül 1992.
Sabah, İstanbul, 11 Eylül 1992.
Wilbur Schramm, The Process and Effect of Mass Communication, University of Iüinois Press, Urbana, 1954, s. 48-49.
Tele On, “Gümüş Kaşıklar”, 20 Eylül 1992.
Günaydın, İstanbul, 14 Eylül 1992.
Sh: 9-15
Ninni ile rahatlatılan, masal ile başka dünyalara taşınarak sakinleştirilen çocuklara karşılık, anne babalar da son moda müzik parçaları eşliğinde, TV’den yenidünyalara yelken açıyorlar. Bu arada da uyuşturulan kitlelerin üzerinde, medya patronları ve siyasi güç odakları, el ele gönül birliği içinde, günlük ve uzun vadeli kararlarını demokrasinin hiçbir kuralına uymadan, uyuklayan kitlelerin uyanık önderleri olarak uyguluyorlar. Kitle iletişim araçlarından gelen en temel mesaj; “İYİ UYKULAR”.
YanıtlaSil