CEZAYİRLİ GAZİ HASAN PAŞA


 Tekirdağ’da Hacı Osman Efendi isimli hayırsever bir tüccar, bunun Hasan isminde bir de oğulluğu vardı. Ancak Hasan, ele avuca sığmaz, pek haşarı bir çocuktu. Biraz büyüyünce mahalledeki bütün çocukları dövmeye ve onları emri altına almaya başladı. Kimse ona karşı gelemiyor ve sözünden çıkamıyorlardı. Çıkmak isteyen adamakıllı dayak yiyor, kafası gözü şişiyordu.Bütün mahalleli ondan şikayetçiydi. Osman Ağaya durumu söylediler. O da Hasan’ı çağırdı, azarladı. Lakin hiç biri para etmiyor, çocuk bildiğinden şaşmıyordu. 
Osman Ağa, oğulluğuna pek düşkün olan hanımının hatırına daha fazla ses çıkarmadı. Ne var ki, Hasan büyüdükçe şirretliği artıyor, yalnız mahallenin değil, bütün kasabanın delikanlılarını hakimi yeti altına almaya çalışıyordu. Kendisine boyun eğenler yakayı kurtarıyor, eğmek istemeyenler ise belayı buluyordu. 
Hasan artık onları dövmekle kalmıyor, onlara silah da çekiyordu. Her silahı büyük bir ustalıkla kullanır olmuştu. 
Sonunda kasaba halkı Osman Ağaya gelerek:
-Osman Ağa!...hepimiz seni sever ve sayarız. Ancak bu oğlanın her türlü tecavüzü haddi aştı. Nitekim onu zaptetmek senin elinden bile gelmiyor. Senden rica ederiz, müsaade et de onu kadıya şikayet edelim, cezası her ne ise versin. Şeriatin kestiği parmak acımaz.
Osman Ağa, hemen Hasan’ı karşısına alıp adamakıllı azarladı ve böyle giderse onu ya nından kovacağını söyledi. Bunun üzerine Hasan da ona:
-Aman efendim, ben sizin azad kabul etmez bir kölenizim. Bu kadar zamandır yaptığım yaramazlıkları ve elimden çektiklerinizi helal edin. Ama, bu memlekette benden başka kaba dayı bulunmasına tahammül edemiyorum. Ne yapayım, bu elimde değil. Var beni başka diyara gönder. Orada ne yaparsam, başıma geleceklere ben katlanırım, senin başın ağrımaz.
Osman Ağanın bu işe aklı yattı. Kendisinin bir çok ticaret gemileri vardı. Onlardan birine koydu. Hasan yedi yıl kadar bu gemilerle diyar diyar gezdi ve kendisinde denizciliğe karşı büyük bir heves meydana geldi. Ama denizcilik sanatına değil, deniz savaşlarına!... 
Bu arada efendisinin gemilerine sataşmak isteyen korsanlarla boğuştu ve her seferinde onlara üstün çıktı.1739 yılında ve 25 yaşında iken denizciliği bıraktı. Çünkü devlet o sırada harpteydi ve kendisi ir kara savaşı görmek istiyordu. Babasının bir dostu vasıtasıyla 25. Yeniçeri Bölüğü Karakullukçusu olarak Belgrad seferine gitti. 
Mora ve Hisarcık savaşlarına katıldı ve dillere destan olan kahramanlıklar gösterdi. Bir çok yerlerde elde edilen başarılarda onun büyük rolü vardı. Yığınla düşman üzerine elinde yalın kılıç tek başına atılıyor, onun bu halini gören öbür askerler, arkasından sel gibi akarak en sıkışık durumları zafere çeviriyorlardı. 
Kara ordusunda kalsa, kendisine iyi bir gelecek sağlayacağı muhakkaktı. Fakat onun hevesi yine denizcilikte idi. Bir süre sonra Tekirdağ’a döndü. 
Kısa bir müddet sonra da bir korsan gemisi ne girdi. Bu bir Cezayir gemisiydi. Maksadı, “Terlemeden kazanan ve solumadan can veren yiğitler ocağı” Cezayir’e gitmek ve talihini bir kere de orada denemekti. Bindiği gemi denize açıldı. Ertesi gün bir düşman savaş gemisine rastladılar. Deniz oldukça fırtınalıydı. Buna rağ men rampa etmeye karar verdiler. Cezayir gemisi bir atmaca gibi süzülerek düşman gemisi ne saldırdı. Rampa eder etmez de Hasan, elinde yalın kılıç düşman gemisine atladı. Ancak dalgaların şiddetinden gemiler birbirinden ayrıldı ve Hasan tek başına düşman gemisinde kaldı. Bu durumu gören düşman gemisindeki askerler Hasan’ın üstüne çullandılar. Ne var ki koca Hasan, postu kolay kolay verecek birisi değildi. Elinde palası adamların üzerine yürüdü. Sallanan geminin üstünde naralar, feryatlar arasında Osmanlı tarihinin en şanlı destanlarından birsini yazdı ve üstüne gelen bütün düşman askerlerini tek başına hakladı. Bir çoğu da kaçarak canını kurtarmak istedi. Onları da önüne katarak geminin anbarına hapsetti. Sonra da kaptanı esir ederek, Cezayir gemisine rampa etmesini emretti. Bütün Cezayirliler Hasan’ı tebrik ettiler ve ona zaptettiği gemiyle beraber bir “kahvehane” ve “dayı” ünvanı verdiler. Halbuki bu ünvana erişmek için yıllarca denizlerde gezip büyük kahramanlıklar göstermek lazımdı. Bununla beraber onu çekemeyenler de vardı. 
Bir müddet Cezayir’de kaldıktan sonra İstanbul’a geldi. Bu sırada Sultan III. Mustafa tahttaydı. Namı İstanbul’da  da duyulduğu için ona donanma gemilerinden birinin kaptanlığı verildi.1770 yılında Rusya ile savaş halindeydik. Rus donanması, Kuzey denizinden dolaşarak Atlantik’e, oradan da Akdeniz’e girerek, Çeşme limanına kadar geldi ve burada demirli bulunan Osmanlı donanmasına ani bir baskın yaparak, hazırlıksız durumdaki bütün gemileri yaktı. Onun kumanda ettiği gemi de ateş almıştı. Bu vaziyette iken gemisini yürütüp Rus Amiral gemisine yanaştırdı ve onu da tutuşturup yanmasını sağladı. Kendisi de yaralı olduğu halde, palasını dişlerinin arasına alıp denize atladı ve kıyıya kadar yüzerek kurtuldu. Bu sırada 60 yaşındaydı. Daha sonra Çanakkale’ye geldi. Düşmandan intikam almak için yanıp tutuşuyordu. Ruslar bu sırada Limni adasını işgal etmişlerdi. Hemen bir avuç askerle buraya hücum etti ve onları mağlup ederek adayı kurtardı. Bunun üzerine kendisine Vezir ve Paşa rütbeleriyle Altın Çelenk ve Gazi ünvanları verildi. Bir süre sonra da Kaptanı Derya oldu. 
 III. Selim’in padişah olmasından sonra da devam eden Rus savaşlarında Ordu kumandanlığı ona verildi. İsmail kalesini çetin bir savaş sonunda aldı ve kendisine 3 Aralık 1788 günü Sadra zamlık verildi. Bunun üzerine Şumnu’ya dönerek düşmana ağır bir darbe daha indirme hazır lığı yaparken rahatsızlanarak 30 Mart 1789 günü vefat etti.

Hiç yorum yok

Öne Çıkan Yayın

İBDA ve İBDA-C Nedir?

İBDA-C’nin daha iyi anlaşılması için İBDA'nın kısaca tarif ve izahını yapmak istiyoruz… Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu’nun "...

İzleyiciler

Popüler Yayınlar

Tema resimleri duncan1890 tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.