Hz. ÖMER- 3 Kasım 644
Allah Resulü'nden bir hadisinde buyuruyor ki;
"Cebrail bana gelip dedi ki; 'Ömer'in ölümü üzerine bütün İslâm âlemi ağlayacaktır'"
3 Kasım 644'te vefat eden Hz. Ömer'in 1370. sene-i devriyesi, tevafuk eseri bu senenin Aşura gününe denk geldi...
İslâmın ikinci halifesi, büyük sahabi, adalet timsâli, Hz. Ömer'in hayatını, Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in "Peygamber Halkası" isimli kitaptan aktarıyoruz...
HAZRET-İ ÖMER
HÜVİYET
Hattab oğlu... Fil tarihinden 13 yıl sonra ve Feccâr vak'asından 4 sene evvel doğdu. Demek ki,yasça Allah Resulünden 13 yıl küçük...
Allah Resulünün Peygamberliğe erişleri üzerinden 6 sene geçtikten sonra 27 yaşında İslama girdi
ve nasibindeki büyük oluşun basamağına ayak attı.
Künyesi Ebû Hafasa, lâkabı da El'Faruk... Kendisine "ayırd edici" manâsına gelen bu lâkabı, Allah
Resulü taktılar. Hak ile bâtıl arasını inceden inceye ayırd ettikleri için... Bu lâkaplandırılışın
dayandığı vak'alar içinde bir tanesi sonsuz mâna dolu...
VAK'A
Bir Yahudiyle bir münafık, şu veya bu meseleden kavga ediyorlar. Yahudi, hesaplaşmak üzere,münafığı, Allah Resulünün huzuruna davet ediyor:
- Haydi gidelim; O hükmetsin!..
- Hayır, Kâab Bin Eşrefe gidelim!
' Nasıl olur? Onun gibi âdil bir hâkime gitmek dururken Kâab'dan nasıl bahsedebiliyorsun?
Münafık çaresiz kalıyor ve Büyük Huzura çıkıyorlar. Taraflar meselelerini anlatıyor, iddialarını
ileri sürüyorlar.
Allah Resulünün verdikleri hüküm Yahudiden yana... Fakat münafık razı olur mu Peygamber
adaletinden... Hemen çekiyor Yahudi'nin eteğinden ve diyor ki:
- Seninle Ömer'e gidelim, o hüküm versin...
- Nasıl olur, Peygamberinin hükmünü Ömer nasıl değiştirebilir?
- Ne olursa olsun, kalk gidelim! Ömer'in karşısındalar... Yahudi söz alıyor:
- Bu dâva üzerinde hüküm almak üzere evvelâ Peygamberinize gittik. Lehimde hüküm verdi. Şimdi
bu adam razı olmuyor o hükümden... Senin yeniden karar vermeni istiyor. Israrına dayanamadığını
için geldim. Lüzum yoktu.
Hazret-i Ömer, münafığa hitap ediyor:
- Ne dersin, doğru mu bunlar?
- Evet...
Bunun üzerine kılıcını çekiyor Ömer ve haykırıyor:
- Ben Allah Resulünün hükümlerinden razı olmayanlar hakkında işte böyle hükmederim!
Ve münafığın kellesi düşüyor.
O zaman Cebrail iniyor ve Allahın Resulüne hitap ediyor:
"- Ömer, hakla bâtıl arasını ayırd etti."
Ve Ömer'e ayırd edici, "Faruk" lâkabı takılıyor.
İSLAMA GİRİŞ
Hazret-i Ömer'in İslama girişi, âlemde mevcut menkıbelerin en güzelini, en renklisini, endokunaklısını çerçevelen Kureyş toplantıda ve telâşta... Müzakere mevzuu şu:
- M....'in Amcası Hamza da İslâmı kabul etti. Sayıları şimdilik az ama bu böyle gitmez! Yakında
çoğalabilirler ve birdenbire kuvvetlenip kökümüzü kazıyabilirler. Buna meydan bırakmamalı ve
şimdiden hücuma geçmeliyiz. Kaybedecek zamanımız kalmamıştır.
Ebû Cehil, heyecan içinde ayağa kalkıyor ve küfründeki şiddeti, olduğu gibi kusuyor:
- Bu işin tek çaresi M.....'i öldürmektir! Onu kim öldürürse 100 baş genç deve veriyorum. Ayrıca da
40.000 akçe nakit bağışlıyorum!.. Var mı bu işi üzerine alacak bir bahadır?
Toplantı birdenbire kaynar su halinde... Fısıldaşan fısıldaşana...
Ömer orada... Narayı basıyor:
- Ö'nu ben öldüreceğim!
- Sahi mi söylüyorsun, yâ Ömer!
- Sözümden döndüğümü hiç gördünüz mü siz benim? Ve kılıcını kuşanıp hemen yola çıkıyor.
Müslümanların toplandığı yere doğru hızlı hızlı yürümekte...
Ömer, öfke ve ateş içinde yürürken, karşıdan gelen çekingen tavırlı birini gördü: Naim Bin
Abdullah... İslâmını gizleyen ilklerden biri... Naim, Ömer'in yürüyüş üslûbunu ve öfke edasını
beğenmedi. Kendisine hançer gibi gözlerle baka baka yaklaşan bu müthiş adama sokuldu:
- Ne var, yâ Ömer?
- Hiç! Bir yere gidiyorum!
- Nereye?
- M........'n bulunduğu yere...
- Ne yapmaya?
- Kureyş'i alçaltan ve ecdad dinini değiştiren adamı öldürmeye...
Naim irkildi. Bütün gücünü toplayarak karşılık verdi:
- Ne saçma fikir, ne kötü murad!.. Farzet ki, O'nu öldürdün, Abd-i Menaf oğullarının elinden
yakanı kurtarabilir misin?
- Ne olursa olsun; ben ahdimi yerine getireyim de... Naim büsbütün irkildi. Bir ân göz göze
bakıştılar... Ve
Naim Bin Abdullah, Ömer'in yolunu kesmek için, tek tek heceleyerek şu sözleri söyledi:
- Sen M.............'den evvel kızkardeşinin hakkından gelmeye bak! Kızkardeşin Fâtıma ile kocası
Said, çoktan beri Müslüman!
Ömer vurulmuşa döndü. Tek kelime söylemeden Naim'den ayrıldı. Hızlı hızlı, kızkardeşinin evi
istikametinde uzaklaşmaya başladı. Naim, dudaklarında hafif bir gülümseme, arkasından bakıyor.
Ömer, kızkardeşinin kapısında... Kapıyı yumrukladı.
O ne?.. İçeriden namütenahi tatlı bir ses geliyor ve namütenahi ince mânaları dalgalandırıyor.
Ömer'in kızkardeşi Fatıma'yla kocası Said, içeride, yanak yanağa, Allah'ın Kelâmını okuyorlar...
Kapı açıldı: Said Bin Zeyd... Ömer'i bu halde görünce ne diyeceğini bilemedi.
Ömer haykırdı:
- O duyduğum sesler nedir? M......'in dinine mi girdiniz?
Ve Said'i dövmeye başladı.
Kocasını kurtarmaya koşan Fâtıma... Avaz avaz bağırdı:
- Ne yapıyorsun Ömer? Bu suçsuz adamı nasıl dövebiliyorsun?
Ömer evin içinde... Fâtıma'nın yüzünde de korkunç bir tokat... İmanlı kadının nur aynası yüzü kan
içinde...
Ulvî kadın bir ânda en büyük kahramanlık derecesine ulaştı:
- Ne yaparsan yap, yâ Ömer! Ben ve kocam Müslümanız! Allah ve Resulüne iman ettik! Var mı
bir diyeceğin!..
Ömer apıştı, taş kesildi. Karşısında yüzü gözü kan, iman heybet ve haşmeti içinde kızkardeşi
kahraman kadın... Birdenbire ruhundaki gerçek Ömer harekete geldi.
Sert ve haşin sesi yumuşak ve rikkatli:
- Gösterin bana okuduğunuz şeyleri. M.......'e ne gelmiş göreyim.
Fâtıma, aynı vekâr ve asalet heykeli:
- Sen şu anda küfrün kiri içindesin, temiz olmayanlar Kur'âna el değdiremez. Eğer görmek ve
okumak istiyorsan evvelâ yıkan, sana tarif edeceğim gibi temizlen sonra al, bak!
Ömer, itirazsız, Fâtıma'nın dediklerini yaptı ve kendisine uzatılan sahifeyi aldı: "Tâhâ sûresi"...
Ömer'in gözleri dakikalarca sahife üzerinde... Fâtıma ve Said de tek kelime söylemeden ona
bakıyorlar. Ömer başını kaldırdı. Gözlerine kan oturmuş... Dünyanın en sıcak sesiyle mırıldandı:
- Bu ne güzel, ne derin, ne fasahat ve belagat dolu kelâm!
O zaman, bir perdenin arkasından biri çıktı ve haykırdı:
- Yâ Ömer İslama gel!
Bu, Habbâb Bin-il İrs isimli Sahabî... Fatıma'yla Said'e Kur'ân okutmak için gelmiş ve Ömer'in
hareketini görünce perde arkasına çekilmişti. İşte, şimdi en nazik anda meydana çıkıyor:
- İslama gel yâ Ömer! Umarım ki, Allah, Resulünün dünkü duasını kabul etmiştir. Dün, Allah'ın
Resulü, ellerini açarak "Yârabbi, bu dini Ömer'le kuvvetlendir!" diye dua ettiler. İşte bir gün sonra
duaları yerini buluyor.
Ömer mukabele etti:
- Allah'ın Resulü neredeyse, yâ Habbâb, beni götür! O'na boyun eğeyim!..
Ömer ve Habbâb, Fâtıma ve Said'in sevinç gözyaşları arasında evden çıkıp Allah Resulünün bulunduğu
yere gittiler. Kapı vuruldu. Sahabîlerden biri,
daha kapıyı açmadan, Ömer'in belinde kılıç; eşikte beklediğini gördü. Telâşla dönüp içerdekilere
haber verdi. Sahabîlerde bir kaygı... Hamza atıldı:
- Ey, Allah'ın Resulü, izin ver, kapı açılsın ve Ömer girsin! Hayr için gelmişse ne âlâ! Muradı eğer
şerse, onun, belindeki kılıçla başını keseriz!
İzin verildi. Zaten Ömer gelmeden, Cebrail durumu Allah'ın Sevgilisine bildirmişti.
Ömer girdi. Onu Allah'ın Resulü, ellerini göğsüne bastırarak karsıladılar.
"- Niçin geldin, yâ Ömer?"
- Allah'ın Resulüne iman getirmek için...
Başta Allah'ın Resulü, bütün Sahabîler tekbir aldılar:
- Allah en büyük!
Bu tekbir o kadar candan o kadar kuvvetle alındı ki, bütün Mekke titredi ve Kabe'de toplu bulunan
Kureyş kâfirlerinin kulağına çarptı.
- Ömer Müslüman oldu! Diye bağırdılar.
O'NUN DİNİNDE
Biraz sonra, Ömer müslümanlığım açığa vurmak ve Kureyş nasipsizlerini yıldırmak üzere dışarıyaçıktı. Topluluğun önüne gelince biri seslendi:
- Ömer, M.........'in dinine kayıyor, haberiniz var mı?
Ömer avaz avaz cevap verdi:
- Yalan söylüyor. Ben M.........'in dinine girdim!.. Ömer müslümandır, öğrenin!
Hep birden Ömer'in üstüne çullandılar. Ömer kılıcını çekip tam kanlı bir boğuşma kopacağı anda
birkaç kişi atıldı, çullananları uzaklaştırdılar, fakat Ömer'in İslâm'ı kabul etmesiyle ne kadar sarsıldıklarını
anlamamazlıktan gelemediler.
AÇIKTA NAMAZ
Ömer'in İslâmi kabul edişine kadar gizli kılman namaz, artık açığa vuruldu. Yalnız Allah'ın Resulüve tek tük kimse tarafından yapılabilen bu iş, ondan sonra sımsıkı saflar halinde göz önüne
döküldü.
Kimsede yasaklamaya cesaret yok. Mukaddes dâva yürüyor.
Ömer, Hicrete kadar Allah Resulünün meclisinden ayrılmadı; hem kemâl bulmak, hem de Kâinatın
Efendisine muhafızlık etmek gibi iki vazife üzerinde sadakatle devam etti.
HİCRET
Hicret emri verilince bütün Sahabîler gizlice Mekke'den çıkıp gittiler. Ömer'inki yine bambaşkaoldu. O, bir eline bir kılıç, öbür eline de bir yay alarak Kabe'yi ziyarete gitti. Kabe avlusunda
Kureyş'ten bir çok kişi... Ömer Kabe'yi yedi kere tavaf ettikten ve iki rekât namaz kıldıktan sonra
onlara döndü:
- İşte ben de gidiyorum! Annesini ağlatmak, karısını kocasız ve çocuğunu babasız bırakmak
isteyenler; şu vadinin arkasına doğru peşimden gelsin...
Kimse Ömer'i takibe cesaret edemedi.
GAZALAR BOYUNCA
Bedr, Uhut, Hendek, Biy'at-ül Rıdvan, Hayber, vesair gazalarda bulundu ve her birinde kâfirlerlekıyasıya çarpıştı.
Bütün cenkler ve başka işlerde de reyindeki doğruluk ve isabetle kendisini gösterdi.
Kanlı Bedr, Büyük Bedr, Koca Bedr diye andıkları, İslâm zaferlerinin başı ve anası olan cenkte de,
esir düşen kâfirlerin idam edilmeleri yolunda rey vermiştir.
Selim aklı ve isabetli reyi derecesinde de âlim... İbn-i Mes'ud diyor ki;
- Bütün insanların ilmi terazinin bir kefesine ve Ömer'inki öbür kefesine konulsa Ömer'in kefesi
ağır basar.
Kâinatın Efendisi bir gün rüyalarında kendilerine bir kadeh süt verildiğini görüyorlar. Bir miktarını
içip gerisini Hazret-i Ömer'e içiriyorlar. Rüyalarını anlattıktan zaman Sahabîler soruyor
- Ey, Allah'ın Resulü! Bu rüyayı nasıl yorumlarsınız? Cevaplarında Hazret-i Ömer'e ilim verildiğini
ifade buyuruyorlar. '
Ömer, sayıların en esrarlılarından biri olan 40 rakamının üstündedir. Kırkıncı müslüman...
FARİKA
Hazret-i Ömer'de sayısız fazilet ve meziyet içinde başlıca farika, şiddet ve adalettir. Öyle ki, dörtbüyük halifenin her biri, bir fenerin dört camı gibi aldığı nuru kendi mizaç ve ruhuna göre ayn ayrı
renklendirir ve böylece insanı tamamlarken, Hazret-i Ömer'e düşen pay şiddet ve adalet...
Ebû Bekir'de rikkat ve derinlik, Ömer'de şiddet ve adalet, Osman'da ilim ve haya, Ali'de akıl ve
hikmet... Dördünde de yine bunlardan her biri... Böylece insan tamamlanıyor ve her şey o fenerin
içindeki Nurdan, Varlığın Nurundan geliyor.
İslama girişinden evvel de, şecaat, hitabet ve siyasette eşsiz olan Ömer, Kureyş'in akıl hocası ve
temsilcisi makamındaydı ve müslümanlara çektirdiği cefa bütün eziyetlerden üstündü. O kadar ki, Kureyş'in zulümlerine dayanamayıp Peygamber izniyle Habeşistan'a hicret eden
kafilenin arkasından yetişiyor, Ümm-ü Abdullah isimli bir kadına "gidiyor musunuz?" diye
bağırıyor ve kadın dayanamayıp, "evet gidiyoruz, bize lâyık gördüğünüz zulüm nihayet bizi
vatanımızdan etti!" diye cevap veriyor. Ömer de, içinde gizli soyluluk icabı rikkate geliyor ve
"Allah yardımcınız olsun!" karşılığını veriyordu. Fakat biraz sonra yetişen kocası Ümm-ü
Abdullah'tan Ömer hakkında bu umulmaz neticeyi öğrenince şöyle mukabele ediyordu:
- Ömer'in İslama geleceğini mi umuyorsun? Yanılıyorsun! Onun müslümanlara gösterdiği şiddet
ve kabalığı unuttun mu?
Sade bu adam değil, hiç kimse Ömer'in Müslümanlığı kabul edeceğini ümid edemezdi. Şu var ki,
imanı kalblerde gizleyen ve sırasında fışkırtan Kudret Sahibi, Ömer'in şahsında en büyük
müslümanlardan birini yarattı ve o korkunç şiddet, hak ve adalete inkılâp etti.
HALİFE ÖMER
Hicret tarihinin 13'üncü yılı... Cemaziyelâhir ayının 22'inci Salı günü Peygamber Halifeliğimakamına geçti. Kendisine Ömer'den şikâyet edenlere:
- Bırakın, onun şiddeti benim rikkatimi kıvamlandırıyor!
Diye cevap veren Hazret-i Ebu Bekir'den Halifeliği yine Ebû Bekir'in vasiyetiyle teslim aldı.
Ebû Bekir hastalığının son demlerinde Abdürrahman Bin Avf ı çağırmıştı:
- Ömer hakkında ne dersin?
- Yalnız biraz sertliği var!
Son anlarını yaşayan Ebû Bekir cevap verdi:
- Onun sertliği beni yumuşak gördüğü içindir. İş başına geçince bu halini değiştirir.
Peşinden Hazret-i Osman'ı çağırdı ve sordu. Cevap:
- İçi dışından daha iyidir.
Aramızda onun gibisi yoktur.
Osman'ın arkasından, içeriye, Talha Bin Abdullah girdi ve yataktaki Ebu Bekir'e hitap etti:
- Yâ Halife! Yerine Ömer'i bırakıyorsun! Halbuki Ömer, senin sağlığında halkı şiddeti altında
eziyordu. Sen gidince ve o yalnız kalınca ne yapar diye düşünmüyor musun? Sen Allanın huzuruna
gidiyorsun; halkın halinden sorulunca ne cevap vereceksin?
Hazret-i Ebû Bekir kımıldadı ve:
- Beni oturtunuz! Dedi.
Yatağa oturttular.. Gökleri eritecek bir sesle tane tane fısıldadı:
"- Beni Ömer mevzuunda Allah ile mi korkutuyorsunuz? Rabbimin huzuruna çıkıp da sorulduğu
zaman diyeceğim ki, kullarına, onların en hayırlısını baş seçtim."
Ölüm anında bile hasis ferdiyetlerinin dışında, mukaddes dâvadan başka bir şey düşünmeyen bu
ulvî kahramanlar çevresinde Ebu Bekir, bu sözlerinden sonra Osman'a emir verdi:
"- Benimle yalnız kal ve ahidnamemi yaz!"
Ömer hakkında ahidname:
"- Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle... Ebû Kuhafe'nin oğlu Ebû Bekir, dünyadan çıkacağı
son ve ahirete gireceği ilk anda, kâfirin mümin ve fâcirin tevbekâr olmaya en yakın bulunduğu bir
durumda vasiyet eder. Ben Halifeliğe Hattab oğlu Ömer'i seçtim. Siz onu dinleyiniz ve kendisine
itaat ediniz! Ben hayır aramakta kusur göstermedim, hayr murad ettim. Eğer adalet gösterirse beni
doğrulamış olur, eğer yolunu değiştirirse kişi ettiğinin cezasını bulur. Ben gaibi bilemem.
Mazurum. Zulmedenler pek yakında başlarına ne geleceğini görürler. Allah'ın selâm ve rahmeti
üzerinize olsun..."
Ebû Bekir ahidnameyi dışarda bekleyen topluluğa gönderdi ve o haliyle başını pencereden uzatarak
Allah Resulünün sahabîlerine seslendi:
- Yerime bıraktığım zattan razı mısınız? Bir ağızdan cevap:
- Razıyız!
Hazret-i Ali, tek başına sesini yükseltti:
- O kadar razıyız ki, Ömer'den başkası olsa razı olmayız!
Ahidname okundu ve herkes "Baş üstüne!" diyerek hükmü kabul etti.
Ömer, Hazret-i Ebu Bekir'in huzurunda... Birkaç öğüt daha ve Tevhid Kelimesi... Ebû Bekir
ulvîlikler âlemine uçmuş ve Ömer İslamların Halifesi olarak yalnız kalmıştır.
Ömer, Hazret-i Ebu Bekir'in cenazesi karşısında ve imam...
Ömer, Peygamber Mescidinde ve hutbede... Müslümanları cihada davet ediyor.
İlk iş olarak Halid İbn-i Velid'i başkumandanlıktan uzaklaştırdı ve yerine eski serdar Ebû Ubeyde'yi
getirdi. Ve büyük harekete girişti.
Onbuçuk senelik halifeliğinde, boğuştuğu Fars ve Şarkî Romayı dize getirdi, Peygamber sonrası
hareket temellerini attı ve İslâmı, Hazret-i Ebû Bekir'in geçirdiği boğazdan uçsuz bucaksız düzlük
ve genişliğe kavuşturdu.
MÜMİNLERİN EMÎRİ
Müminlerin Emîri unvanıyla ilk anılan Hazret-i Ömer'dir. Başlangıçta ona da "Allah ResulününHalifesi" deniliyordu. "Müminlerin Emîri" unvanının verilmesi şöyle oldu:
Vaziyeti öğrenmek için Irak tarafından getirttiği Lebid Bin Rebia ile Abdı Bin Hâtem, Medine'ye
gelip Amr Bin-ül-As'a:
- Yâ Amr Bin-ül-As!.. Geldiğimizi; Müminlerin Emîrine bildir!
Amr bu unvanı pek beğendi ve söyleyenlere:
- İsabet ettiniz!
Dedikten sonra Halifenin huzuruna çıktı ve ilk defa olarak hitap etti:
- Ey Müminlerin Emîri!.. Irak'tan istettiğimiz iki zat gelmiş... Girmelerine izin var mı?
İstenilen izinden ziyade hitap sekline dikkat eden ve asıl iznin bu mevzuda istendiğini farkeden
Faruk, müsaade buyurdular:
- Pek âlâ, siz müminlersiniz; ben de emîrinizim. Bana bundan böyle "Müminlerin Emîri" diye hitap
edebilirsiniz!
YENİLİKLERİ
İslâm, bütün yeniliklerin tohumunu ezelden getirip ebede götüren ve bu tohumun ihtiyarlamaz vekuramaz ağacını da dal dal göstermiş bulunan muazzam kâinat muhasebesi... Elverir ki, ağaca ve
dallara tam uygunluk halinde, ezelden gelip ebede giden tohumun içinde gizli ağaçlar da
yetiştirilebilsin.
İşte Hazret-i Ömer, İslâmdaki, ölçüye tam bağlı bu yenilik sırrını en iyi gören, farkeden ve onun
için "Faruk" sıfatını taşıyan büyük sahabîdir.
İlk İslâm devletini esaslandıran, o...
"Beytülmâl" adlı İslâm Hazinesini ilk kuran, o...
Geceleri uyumayıp şehri gezen ve ilk zabıta fikir ve teşkilâtını getiren o...
İslâmda defter ve dîvanı icad eden, ilk muhasebe ve sistem temeline yol açan, o...
Dört tekbir ile cenaze namazı kılınmasına ilk reyi veren o.,.
Teravih namazını ilk defa cemaatle kıldıran, o... Hicvi yasak eden ve Peygamber Sahabîleri
arasında bütün dünyaya ilk ve son adalet örneğini bağışlayan, o...
"Müminlerin Emîri" unvanının vesilesine dair ikinci bir rivayet şudur:
Ömer halife olduktan sonra Peygamber Sahabîleri kendisine "Ey, Allah Resulünün Halifesi!" diye
hitap etmeye başlayınca, şöyle mukabele etmiş:
- Bu tâbir uzundur. Hecelenmesinde de zorluk var... Siz müminlersiniz, ben de emîrinizim. Bundan
böyle, bana Müminlerin Emîri deyiniz!
ADALETTE HAZRET-İ ÖMER
Din emrinde ve ölçüde, kimseye ve zerrece müsamaha yak... Hazret-i Ebû Bekir devrinde bir senekadar kadılık yaptı ve bu müddet içinde dâvaya iki kişi bile gelmedi.
Herhangi bir yasak koyacağı zaman, onu herkesten evvel kendi ev halkına ve daha büyük bir
şiddetle tatbik ederdi:
- Ben filân işi yasak ettim. Sakın onu içinizden biri işlemesin... Cezasını iki misli veririm!
Kanaati ve adaleti öz nefsine her şeyi esirgemek suretiyle göstermekte eşsiz... "Beytülmâl"den
aldığı, iki dirhem gündelikten ibaretti, olanca geçim vasıtası... Dünya, bütün nimetleriyle ona
geldikçe, o dünyadan bütün gönül servetiyle kaçtı. Hırkasında, bir rivayete göre 12, bir rivayete
göre de 21 yama...
YILLAR
Hazret-i Ömer devrindeki fetihlerin hikâyesi, deryaların dalgalarını saymak gibi bir iştir ve tarihonlarla doludur. Biz yalnız fethedilen ülkelerin adlarını ve fetih yıllarını sıralayalım ve bazı büyük
işleri bildirelim:
14'ÜNCÜ HİCRÎ SENE
Şam havalesiyle Humus ve Bâlebek sulh yoluyla, Basra ve civarı da cenkle fetholunmuş ve Teravihnamazı cemaatle kılınmaya başlamıştır.
15'İNCİ HİCRÎ SENE
Beyt-ül Mukaddes, Ürdün, Taberiye teşhir edilmiş, Yermük ve Kaadisiye cenkleri olmuştur.Kaadisiye, İran'ın yere serilmesi ve İslâm önünde izmihlali hadisesi.
Aynı yılda, herkese istihkak derecelerine göre vazife verilmek usûlü kabul olunmuş, dîvan
tertiplenmiş ve defterler tanzim edilmiştir. Tam bir sistem ve teşkilât davranışı... Küfe şehri de o yıl
bina edildi.
16'NCI HİCRÎ SENE
Ehvaz, Medâyin, Tekrit, Kanserin, Halep, Antakya, Meniç, Semsâniye, Mardin, Re'sülâyn, Amid,Kırkisiya, Nineva; fetih çerçevesi içinde.
Aynı yılda Ömer, Hazret-i Ali ile görüşerek İslâmın zaman ölçüsünü esaslandırdı. Başlangıç, Hicret
yılı ve o ân, sene 16...
17'NCİ HİCRÎ SENE
Elcezire, Ermeniye, Râm-ı Hürmüz, Tüster, Süs, Kaf, Halat, Entar, Erzin, Es'ird, Cebel-i Mârun,Yemhürd, Legûp, Bitlis fetihleri. Basra da bina edildi.
18'İNCİ HİCRÎ SENE
Cendişabur, Hevan, Errehi, Senisat, Harran, Nusaybin, ; Musul, Dârâ, Biberka, Bâmâ, Zeba veZelübya, çenbere girdi.
O yıl Suriye köylerinden birinde Taun hastalığı başlayıp etrafa yayıldı. 25 bin insanla, bazı reis
çapında şahsiyetler öldü.
19'UNCU HİCRÎ SENE
Kisarya, Sûr, Akka, Trablus-u Şam fethi...20'NCİ HİCRÎ SENE
Mısır, İskenderiye, Meryut, Dimyat, Elfermâ, Elbikaare, Elkasr vesaire, İslâm kemendine tutulmuş,îman ülkesine katılmıştır.
Bu yılın en mühim hadiselerinden biri de Hazret-i Ömer'in Yahudileri Hayber ile Vâdi-yül-Kuradan
sürüp buraları müslümanlara taksim etmesi...
Dinin ruhuna uygun, inkılâp çapında hâdise...
21'İNCİ HİCRÎ SENE
Nihavend, Berkâ ve dolayları, İslâm kılıcına baş eğdi.22'NCİ HİCRÎ SENE
Azerbaycan, Dinûr, Hanedan, Trablus-u Garp, Rî, Asker, Kums; Cercan, Taberistan, Zencan, Şehr-iZor; Derbend, Tevhid bayrağı altında.
23'ÜNCÜ HİCRİ SENE
Kerman, Secistan, Mekran, İsfahan, Horasan fetholunmuş; İslâm ülkesi, Antakya'dan Yemene veHorasan'dan Trablus'a kadar iki çapraz çizginin kuşattığı milyonlarca kilometre karelik sahaya
yerleşmiş, artık üstüste bütün temel harçları tutturulmuş ve Koca Halife Hazreti Ömer o yıl şehid
edilmiştir.
ÖMER KUDÜS'TE
Beyt-ül Mukaddes halkı, dört aylık kuşatma sonunda yine karşı koymakta devam edince, EbûUbeyde, sulh yoluyla anlaşma zemini açmak istemişti. Yahudilerin ruhanî reisleri şu cevabı verdi:
- Sıfatları ve şekli, ismiyle beraber Tevrat'ta yazılı olan Ömer gelmedikçe bu mevzuu
konuşamayız!.. O gelirse, muharebesiz ve mukavemetsiz kapıları açarız!
Ebû Ubeyde, vaziyeti "Müminlerin Emîri" ne yazdı. Hazret-i Ömer, Hazret-i Ali'yi yerine vekil
bırakıp yanında Zübeyr Bin-ül-Avvâm ve Ubâde Bin-üs-Sâmit, yola çıktı.
Devesinin iki tarafında, bir gözü "süveyk" öbürü hurma dolu bir heybe... Önünde bir su tulumu ve
arkasında bir yemek çanağı... Konak yerlerinde sabah namazını kıldıktan sonra arkadaşlarına şöyle
derdi:
"- Hamd ve sena Allaha ki, bizi İslâm ile azizleştirdi ve îman ile keremlendirdi. Resulü ile öbür
ümmetlerden üstün kıldı, dalâletten hidayete yöneltti, dağınıklıktan sonra takva kelimesinde
birleştirdi, kalblerimizi bir araya getirdi, bizi düşmanlarımıza galip ve düşman mülkünde mekân
sahibi kıldı. Bizi, birbirine sevgiyle bağlı kardeşler etti. Bu yüzden, ey, Allahm kulları; bunca
görünür ve görünmez nimetlerini düşünerek, Allaha şükrediniz! Allah, şükredenlere nimetini
tamamlar ve tükenmez hazinesindeki ihsanları dileyenlere bol bol verir."
Sonra çanağını, bir nevi kurabiye ve peksimet olan "süveyk"le doldurur ve üzerine hurma dizerek
arkadaşlarını davet ederdi:
- Buyurun, hep beraber yiyelim!
Ömer, işte böylece yol alarak, Kudüs önlerindeki İslâm ordusunun karargâhına vardı. Orduda sevk
ve saadet büyük... Herkes, yeni bir hayat kazanmışçasına seviniyor, birbirleriyle öpüşüyor, birbirini
tebrik ediyor.
Ömer, Ebû Ubeyde'den başlayarak etrafındakilerin hatırını sorduktan sonra yüksek bir yere çıktı ve
meşhur hutbesini okudu. Hutbeden birkaç cümle:
"- Allaha hamd ve şükürler olsun... Allah ki, hamîd ve mecîd, kavi ve şedid ve dilediğini işlemekte
fa'al... Hamd ve şükürler olsun Allaha ki, bize İslâm ile ikram etti, bizi Salât ve Selâmın Sahibiyle
hakka yöneltti, hüsran ve dalâletten kurtardı. Dağınıklık ve ayrılıktan sonra bizi topladı ve
birleştirdi, kin ve düşmanlıktan sonra kalblerimizi sevgiyle demetledi. Bu nimetlere karşı
şükrediniz ki, fazlasına nail olasınız! Zira Allah buyurdu: Nimetlerime şükrederseniz ben de onları
ziyade ederim; küfranda bulunursanız azabım büyüktür! Ben de size, zatından başka her şeyin fâni
olduğu, bekanın ancak, zatına mahsus bulunduğu, takvâsıyla dostlarının nimetlendiği ve isyanıyla
düşmanlarının mahvolduğu Allaha ve emirlerine bağlanmanızı tavsiye ederim. Ey insanlar! Kalb
hoşnutsuzluğuna düşmeyerek mallarınızın zekâtını edâ ediniz ve size verilen Öğütleri dinleyiniz!
Akıllı, dinini korur ve saadete ehil olur. Siz Peygamberinizin sünnetine bağlanınız ve Kuran
tilâvetine devam ediniz! Kuranda şifa ve sevap vardır."
PEYGAMBER MÜEZZİNİ
O sırada birçok insan, orduda bulunan Peygamber Müezzini Bilâl-i Habeşi Hazretlerinin etrafınıaldı:
- Bugünün şerefine ezanı sen oku, Yâ Bilâl!
Bu ricaya Halifenin çevresindekiler de katıldı.
Bilâl, Allah Resulünün vefatlarından beri hiç ezan okumamış, boğazının düğümlendiğini sanmıştı.
Fakat o gün Bilâl ısrarlara dayanamadı ve ezanı okudu.
Allahın Resulü kabirlerinden doğrulmuş gibi bir haşyet... Daha ilk tekbir kelimelerinde tüyler
üpreriyor ve gözlerden sel gibi yaş boşanıyor.
TAŞKIN VECD
Bilâl'ın okuduğu ezandan sonra taşkın bir vecd içinde namaz.Yürüyüş vakti gelince Hazret-i Ömer'in önüne devesini getiriyorlar.
Ebû Ubeyde ilerliyor:
- Ey, Müminlerin Emîri! Keşke deve yerine ata binseniz. Üzerinizdeki elbiseyi de çıkarıp başka bir
kılığa bürünseniz... Ne olur?
Yani Ebû Ubeyde, Hazret-i Ömer'e "Müminlerin Emîri" ne uygun bir şekil tavsiye ediyor, koca din
ve devletin reisi de bu tavsiyeyi tutuyor, sırtına beyaz bir elbise ve altına cins bir at çekiyor. Fakat
üç beş adım gidiyor, gitmiyor ki, hemen atından indiği ve sırtındaki elbiseyi çıkardığı görülüyor.
Sonra birçok yerinden yamalı eski harmanisini sırtına atıyor çilekeş devesine atlıyor ve
etrafındakilere hitap ediyor:
"- Az kaldı. Emîriniz cins ata binip yeni elbise giyinmekle kalbini yoklayan kibirden helak
oluyordu. Zira ben Allah Resulünden duydum: Kalbinde zerre miktarı kibir bulunan kimse Cennete
giremez!"
Beyt-ül Mukaddes halkı, şehri Hazret-i Faruk'a teslim ettiler. Ömer orada on gün kaldı ve sonra
Medine'ye döndü.
KERAMET
Ömer'in kerametleri bağlı olduğu Resulün mucizesi olarak pek çoktur. En büyüklerinden biri:Günlerden Cuma... Ömer hutbede... Hutbe arasında, kendisinden beklenmedik bir nida işitiliyor:
- Yâ Sâriye! Dağ tarafına çekil!
Sâriye, İran taraflarında muharebe eden bir kumandan... Ne demek bu böyle; binlerce fersah
uzaktaki bir adam yanındaymış gibi bir emir, mevzu dışı nida? Ömer, hiçbir şey olmamışçasına
yine hutbesine devam edip kürsüden iniyor. Herkes hayrette, fakat sormaya cesaret edebilen yok...
Hazret-i Ali o kerametler sultanı soruyor:
- Neydi, yâ Ömer, hutbe içinde "dağa çekil yâ Sâriye" diye haykırısın?
- Sâriye o dakikaya kadar muharebedeydi. Düşman da onu her tarafından sarmaya başlamıstı. Dağ
tarafına çekilip kurtulmaları içi haykırdım.
Yani Ömer, hutbesini okurken, binlerce fersah mesafedeki Sâriye'yi ve ordusunu avucunun içi gibi
görüyor ve ona yine binlerce fersah uzaklardan İlâhî ilhamla ne yapması gerektiğini emrediyor.
Bir müddet sonra Sâriye ordusundan gelen bir adamın ifadesi:
- İşte o Cuma günü, namaz vakti bozguna kıl kadar pay kalmıştı. Halifenin nidasını duyduk, dağa
çekildik ve Allahın inayetiyle tekrar toparlanıp hücuma geçtik ve zaferi kazandık.
İKİNCİSİ
Amr Bin-ül-As Mısır'ı fethedince, eşraf karşısına çıkıp bereket noktasından Nil sularının taşmasınıbeklemediklerini söylediler ve dediler:
- Her yıl ziynetli elbiseler giydirilmiş bir bakireyi suya atarız ve nehir taşar. Bu yıl da aynı şeyi
yapmamıza izin verin!
Amr, böyle saçma ve bâtıl işlere İslâmın cevaz vermeyeceğini söyledi ve buna rağmen meseleyi
Halifeye bildireceğini ve gelecek cevaba göre hareket edileceğini sözlerine ilâve etti.
Çok zaman geçmeden, Hazret-i Ömer'den, bakire yerine Nil'e atılmak üzere yazılı bir kâğıt geldi:
"Müminlerin Emîri ve Allahın kulu Hattâb oğlu Ömer'den Mısır'ın Nil nehrine! Ey Nil; eğer sen
kendi iradenle akıyorsan, sana ihtiyacımız yok, akma! Eğer Allahın emir ve iradesiyle akıyorsan,
ben senin tasmanı, vâhid ve kahhar olan Allah tan istiyorum."
Bu kâğıdı suya attılar ve Nil sularının daha o gece en zengin çapta taşıp toprağa bereket yaydığına
şahit oldular.
HAŞYET
Bir gün Kuran dinlerken sıra bir azap âyetine geldi. Birdenbire o müthiş insanın yere düşüpbayıldığını gördüler. Bir ay yatağından kalkamadı.
Haşyetin bu derecesi...
TEVAZU
Hacca giderken bellibaslı bir noktada devesini durdurdu ve eliyle etrafı göstererek söyle dedi:- Ben bir zamanlar şu vadide babam Hattab'ın develerini güderdim!
Halife sıfatı içinde bu derecede tevazu...
YİNE TEVAZU
Halife Ömer sokaktan geçmekte... Bir kadıncağız, oğluna seslendi:- Oğlum savuş oradan, Halife geçiyor! Başka bir kadın deminkine hitap etti:
- Ay, bu adam dün sadece Ömer'di, şimdi Halife mi oldu?
Ömer tebessüm ve sükûnet, tatlılık ve yumuşaklık içinde, ikinci kadına yaklaştı:
- Size teşekkür ederim; eski halimi hatırıma getirdiniz! Bu derecesi...
HAK DUYGUSU
Gece halkın selâmeti için sokak sokak gezen Ömer... Evin birinde bir gürültü; mübalağalı veşüpheli bir gürültü. Halife dama çıkıp evin içine bir göz attı: Evin sahibi çıplak esiyle karşı karşıya,
şarap içiyor. Ömer öfkeyle bir nida koyuverdi; ve evin sahibi, sesin sahibini hemen tanıdı ve
karsılık verdi:
- Yâ Ömer! Ben bir günah işliyorum, sense birkaç günah... Evvelâ Allah, kitabında tecessüsü
yasakladığı halde beni gizlice gözetliyorsun! Sonra da zevcemi, senin gözlerine mahsus olmayan
haliyle görüyorsun!
Ömer damdan indi, ağladı ve istiğfar etti.
Bu derece hak duygusu...
YİNE O DUYGU
Cami'ye girdi. Birkaç kisi başbaşa vermiş uyuklamakta. Hallerinde tam bir gayretsizlik,alâkasızlık... Sordu:
- Siz kimsiniz: Cevap verdiler:
- Biz mütevekkilleriz. (Tevekkül ediciler) ..
- Hayır diye gürledi Ömer; siz müteekkillersiniz! (Hazır yiyiciler).
Bu derecesi...
HİKMET
Hazret-i Ömer, Suriye topraklarındaki veba mıntıkasına girmeyip geriye dönmeyi tercih ederken,Kumandan Ebû Ubeyde ona bağırdı:
- Yâ Ömer; Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun? Hazret-i Ömer, ufuklara bakan atının başını Ebû
Ubeyde'ye çevirdi:
- Evet; Allanın kaderinden Allanın kazasına sığınmaya gidiyorum!
Hikmetin bu derecesi...
PRENSİP
Başbuğ Halid ibn-i Velid, bir şaire 10 bin dirhem tutarında bir caize vermişti. Kedilerin ayakseslerini bile, kaydeden Halife, Halid İbn-i Velid'in bu hareketini duymamış olamazdı. Ona dedi ki:
- Bu parayı kendi kesenden verdinse seni israfla, Müslümanların "Beyt-ül-mal"inden verdinse
emanete hıyanetle suçlandırıyorum. Her iki halde de başbuğluktan azledilmen gerekir.
Hazreti Halid, azlinden sonra, askerlerinden ibaret bir topluluğa şu sözleri söyledi:
- Müminlerin Emîri beni, Suriye'deki orduların başbuğluğunda tuttuktan ve oraları fethettirdikten
sonra azletti.
Bir asker bağırdı:
- Başbuğ! Dilini tut, bu sözler bir ihtilâl çıkarabilir. Halid cevap verdi:
- Evet, ama Ömer yaşadıkça kimse buna cesaret edemez.
Prensip ve otoritenin bu derecesi...
VAZİFE
Her büyük memur, Hazret-i Ömer'in huzurunda bir takım taahhütlere girmekle mükellefti. Vazifeyebaşlamadan girilen bu taahhütler, kapısında lüzumsuz maiyet kullanmamak, kapısını müracaat
sahiplerine açık tutmak, süslü püslü kılıklara bürünmemek gibi şeylerdi. Ayrıca her memur,
işbaşına geçirilmeden evvel varını yoğunu hükümete kaydettirir, bu kayıtlar dikkâtle muhafaza
olunur, ileride o memur umulmadık şekilde zenginleşiverecek olursa, hakikat kolayca anlaşılırdı.
Memurlara Halifenin bir hitabesinden:
"- Sizi, saltanat sürmeniz, insanlara tehakküm ve tekebbür göstermeniz için bu makamlara
kayırmadım! Siz doğru yolda rehber ve herkesi kendinize uymaya davet edici bir hâl sahibi
olacaksınız. Bunun için müslümanların haklarını koruyunuz ve bu hakları yerine getiriniz!
Müslümanlara kötü muamele etmeyiniz ki, küçüklüğe düşmesinler; müslümanları lüzumsuz yere
pohpohlamayınız ki, şımarmasınlar... Kapılarınızı onların yüzüne kapamayınız; sonra onların
kuvvetlileri kuvvetsizlerini yer... Kendinizi de onlardan üstün tutmayınız; sonra zulüm, alır yürür."
Bu derecede vazife şuuru.
MESULİYET
Ömer, Suriye'den dönerken, çölde; uzaklarda; tek başına bir çadır gördü. Atını o istikamete yürüttüve çadırın yanına geldi,Çadırda ihtiyar, yapayalnız bir kadın... Kim olduğu, çölde böyle yapayalnız
ne yaptığı, nasıl yaşadığı meçhul...
- Çölde böyle yapayalnız işin ne?
- Ömer'in eli uzansın da beni kurtarsın diye bekliyorum.
- Ömer seni bu hücra yerde nasıl bulsun?
- Beni bulamayacak olduktan sonra devletin başına niçin geçti?
Mes'uliyet ölçüsünün mantık üstü bu kadar ince idrak ve ihtarı karsısında Hazret-i Ömer ağladı ve:
- Hakkın var! Dedi.
Ya bu derecesi...
HAKKANİYET
Biri Ömer'i dâva etti. Hâle bakın; dâva edilen Ömer, mücessem adalet ve hakkaniyet... Hazret-iÖmer hâkimin karşısına çıktı. Hâkimde, gayet tabiî olarak, adına kaza icra ettiği Halife'ye karşı bir
saygı tavrı...
Ömer bu tavrı görür görmez parmağını hâkime uzattı:
- İşte tarafsız olmamanın ilk alâmeti bana gösterdiğiniz bu saygıdır!
Ve ilâve etti:
- Gözünde hak ve onun tevzii noktasından, insanların en âdisiyle İslamların Halife'si birbirine
müsavî olmazsa, sen; hiç bir vakit hâkimlik mevkiine lâyık olamazsın!
Hakkaniyetin bu derecesi...
YİNE HAKKANİYET
Bir toplantı... Hazret-i Ömer bir kürsüde konuşuyor. Buraların ve ötelerin en ince hikmetleriüzerinde konuşuyor. Ve kelâm denilen nimet, ilâhî nimetlerin en büyüğü, Ömer'in dilinde, ruh
tarlasının kana kana içtiği bir yağmur gibi, cömert; boşanıyor.
Dinleyenlerden biri bağırdı:
- Allahtan kork, yâ Ömer!
Ömer, cevap vermeksizin, bahsine devam ediyor. Fakat adamda bu ısrar, sanki hastalık halinde...
Ömer'in iki üç cümlesinde bir, nakarat gibi bastırıyor:
- Allahtan kor, yâ Ömer!
Nihayet biri dayanamıyor ve bağıran adama hitap ediyor:
- Artık yeter bu tekerlemeniz! Aynı şeyi boyuna tekrar ediyorsunuz! Susun da Halife'yi dinleyelim.
İşte o zaman Hazret-i Ömer cevap veriyor:
- Bırakınız; bizden söylemek, ondan da ihtar etmek... Dilediğini söylesin... Söylemezse bir faydası
kalmaz. Biz de onu susturacak olursak, hakka riayetimiz kalmaz.
Bu derecesi...
ULVİYET
Medine'ye bir iki saatlik mesafede bir yer... Kırda bir kadın, altında çalı çırpı yanan bir tencereyihabire karıştırmakla meşgul... Etrafında da hüngür hüngür ağlayan üç çocuk...
- Ne yapıyorsun orada, çocuklar niçin ağlıyor?
- Kaynar suyu boş yere karıştırıyorum! İki gündür ağızlarına lokma koymamış olan çocuklar çorba
pişiyor sansın da seslerini kessinler diye...
Soran Ömer, cevap veren de kadın... Büyük tâbirinden çok daha büyük Ömer, hemen geriye dönüyor, ağlaya ağlaya Medine'ye koşuyor, taşıyabileceği kadar un, yağ, hurma alarak bunları sırtına vuruyor ve aynı yere dönüyor. Halife'yi arkasından takip eden kölesi yalvara dursun:
- İzin ver, yâ Halife, çuvalı ben taşıyayım!
- Hayır, Kıyamet Gününde yükümü sen taşımayacaksın! Yemeğini pişiren, çocuklarını doyuran,
onların keyifli keyifli oynayışlarını gözyaşları içinde seyreden kadın, yanıbaşında mahzun ve mesut yüzlü Ömer'e diyor ki:
- Allah sana mükâfatını versin! Ömer'in makamına sen lâyıksın, o değil!..
Bu derecede ulvîlik...
ÖLÇÜ
Büyük Sahabîlerden Eb-ül-Musa-ül-Eş'ariye gönderdiği nâme, kaza ve adalet ölçülerinin bütünruhunu çerçeveler:
"- Kaza, adaletin yerini bulması, muhkem bir farzdır; ve herkesçe uyulacak bir sünnettir. Senin
karşında, Meclisinde ve Adalet huzurunda bir birine müsavi olmayacak hiç kimse bulunmasın...
Zayıflar, adaletten ümitsizliğe düşmesin... Kuvvetliler de, senden taraflılık beklemesin. İddia eden,
ispat etmeye mecburdur. İnkâr eden yemine davet olunur. Sulh caiz ve makbuldür. Elverir ki,
haramı helâl, helâli de haram kılan bir şey üstünde olmasın... Kitap ve Sünnette bulamadığın
noktalar üzerinde, idrak ve vicdanına baş vur! Birbirine benzeyen ve uyan şeylere dikkat et ve
aralarında bir kıyas yap! Bir kimse delil göstermek isterse ona zaman ve imkân bağışla! Her
Müslüman, adalet ehliyetinin bütününe maliktir. Tek, yalan yere şahitlikten, veraset ve vesayet
işlerinde suiistimalden ve benzerlerinden mahkûm olmuş bulunmasın..."
Bu derecesi...
CEZA
Mısır'daki yüksek rütbelilerden Ayyad Bin Ganem'in, ipekli elbiseler giydiğini, kapısında süslünöbetçiler kullandığını ve tam bir gurur kılığına büründüğünü duydu, hemen onu yaka-paça
Medine'ye getirtti, gözünün önünde soyundurdu, sırtına kıldan örülmüş sert bir abâ geçirtti ve onu
koyun çobanlığı etmeye mecbur kıldı.
Bu derecesi...
HASSASİYET
Devrindeki meşhur kıtlıkta Hazret-i Ömer, et ve yağ gibi şeylerden hiçbirini yemedi ve daima şöyledua etti:
- Rabbim; benim günahlarım yüzünden M.......ümmetine azap çektirme!
Eslem isimli bir sahabî diyor ki:
- Eğer kıtlığın tesiri tez zamanda haiflememiş olsaydı, Ömer, yoksulların halinden duyduğu
teessürle mutlaka ölürdü...
Bu derecesi...
BAĞLILIK
Ömer'in "eğer kötü yola sapacak ve eğrilecek olursam bana ne yaparsınız?" sözüne basit birmüminin "seni kılıcımızla düzeltiriz?" dediğini ve bu cevap üzerine Ömer'in şükrettiğini kim
bilmez?
Bu derecesi...
İNSAF
Cizye; yani İslâm idaresi altına girip de Müslümanlığı kabul etmeyenlerin tâbi olduğu vergiyiödemek yüzünden dilenciliğe kadar düşmüş bir ihtiyara rastladı, vaziyeti öğrendi ve dedi:
- Genç, verimli ve kuvvetliyken çalışmalarından faydalandığımız cizyecileri, ihtiyarladıktan zaman
süründürmek hakkına malik değiliz.
İnsafın bu derecesi...
BÂTIL İTİKAT
Mutlak kudsiyet yalınız Allah mahsus... Hiç bir maddî vasıtaya bu itikadı incitecek bir hürmet vekudsîlik yakıştırılamaz. Esrar alemiyle selim akıl arasındaki bu inceler incesi muvazene, hakikî din
idraki bakımından Hazret-i Ömer'in tavrında kemâle ermiştir. Gerçek sır ve harikuladelik idrakiyle,
vehim ve hayâl dünyasının dini karartan saçmalıklarını birbirinden ayırd edici, böylece kocakarı
masalına yer vermeyici en üstün mizaç yine Faruk'ta...
Bir gün Hazret-i Ömer, aslında mübarek bir madde olan fakat mübalağa edilmesi caiz bulunmayan
meşhur "Hacer-i Esved"in karşısında durdu ve sırf bu inceliği belirtmek için şöyle dedi:
"- Biliyorum ki, sen bir taş parçasından ibaretsin ve elinden ne bir zarar gelebilir, ne de bir fayda..."
Resuller Resulünün, Mekke önlerinde cihad için altında biy'at aldıkları meşhur ağacı da, bu ağaca
sonradan gösterilen mübalâğalı hürmet yüzünden ve tâ dibinden kestiriverdi.
Gerçek aşkının bu derecesi...
DOĞRULUK ASABİYETİ
Kızı Hazret-i Hafasa, ganimetlerden pay isteyince ancak babasının malı üzerinde hak sahibiolabileceği, İslâm topluluğunun hazinesinden bir şey isteyemiyeceği ve babasını, kızına olan
sevgisiyle yenmeye çalışmaması gerektiği cevabını aldı.
Zevcesine Bizans İmparatoriçesinin gönderdiği taş taş mücevherleri İslâm hazinesine devrettirdi.
Kendisine tedavi maksadiyle biraz bal tavsiye eden tabibin emrini çarşıda bal bulunmamasından
ötürü yerine getiremeyince, devlet depolarındaki baldan hiç denilecek kadar bir şey almak için
halktan izin istedi.
Doğruluk asabiyetinin bu derecesi...
NEFS MUHASEBESİ
Duası:"- Yarabbi; ben sert ve şiddetliyim; bana tatlılık ve yumuşaklık ver! Ben zaifim; bana kuvvet ihsan
et! İşlerini elime aldığım milleti doğru yolda yürütmenin bana liyakatini bahşet!"
Ve:
"- İnsanlar daima hükümetlerinden çekinirler. Halbuki asıl karanlığa sapmaktan, kin ve kıskançlığa
düşmekten, hırsa kapılmaktan, dünyaya tapmaktan çekinelim ve bunlardan bizi koruması için
Allah'a yalvaralım."
Ve:
"- Bana hatalarımı gösterenden Allah razı olsun."
Ve:
"- Allanın bize lütfettiği isim ve şöhret müslümanlara yeter. Şahsımız için de sadelik kâfidir."
Ve:
"-Sırrını saklayan, nefsine hâkim olur."
Ve:
"- Kalblerinizin tiksindiği insanlardan sakının!"
Ve:
"- İş bir defa geri kalınca bir daha ilerliyemez!"
Ve:
"- Suâl edenin sorduğu şeyden, onun akıl derecesini anlarım!"
Ve:
"- Başkalarını düzeltebilmek için evvelâ kendini düzeltmek icab eder!"
Ve:
"- Dicle kenarında otlayan bir keçinin de hesabı benden sorulacak!"
Nefs muhasebesinin bu derecesi...
İMAN
Kur'ânda bir harf üzerindeki noktanın mânayı değiştirecek tarzda alta alınmasını isteyen ve bu
şartla İslâmı kabule hazır bulunduğunu bildiren bir kabileye diyor ki:
"- O noktaya bir çengel taksanız da bütün kâinatı o çengele assanız, nokta yine üstünde bulunduğu
harfin altına inmez!" îmanın bu derecesi...
ŞEHİT
On yıl, altı ay, beş gün Halifelik makamında kaldıktan sonra 23'üncü Hicret senesi Zilhicce ayının26'ncı Salı günü, Peygamber Mescidinde sabah namazını kılarken şehit edildi, iki başlı bir hançerle
altı yerinden vurarak Ömer'i şehit eden, Ebû Lü'lü isminde nasrânî bir köle...
Yaralandıktan sonra üç gün yaşayıp, altmışüç yasında, Peygamberinin ve selefi Ebû Bekir'in yaşında, öbür dünyaya, ebedî hakikat dünyasına göçtü.
Şehit düşmesi şu tarzda oldu:
Hergün olduğu gibi o sabah da, namaz kıldırmak üzere Mescide gitmişti. Namaz saflarının
tesviyesine son derece dikkkat ederdi. Müslümanların namaza yetişebilmeleri için de birinci rek'atte
uzun sûrelerden birini okurdu.
O gün de, âdeti gereğince safları tesviye ettikten sonra namaza başladı. Tam o anda Ebû Lü'lü,
elinde iki başlı bir hançer Mescide daldı. Müslümanların namaz vecdi içinde kendilerini kaybetmiş
olmalarından faydalanarak Hazret-i Ömer'in arkasına sokuldu ve hançerini altı kere daldırıp çıkardı.
Kaçarken de, üzerine atılan 13 kişiyi yaraladı. Bunlardan 7'si şehit oldu. Cemaatten biri, üzerinden
elbisesini çıkarıp kaatilin başına attı. O da yakalanacağını anlayınca hançeri kendisine sapladı ve
oracıkta yere yığılıp can verdi.
Hazret-i' Ömer Ebû Lü'lü'yü bir gün evvel pazarda görmüş. Köle, Müminlerin Emîrine, efendisinin
kendisinden çok ağır bir haraç aldığını söylemiş:
- Efendime emret de yükümü hafifletsin!
- Sanatın nedir ve ne kadar haraç veriyorsun?
- Sanatım, demircilik, dülgerlik ve nakkaslıktır; verdiğim haraç da günde iki dirhem...
- Yâ Ebû Lü'lü, Allahtan kork! Sanatın ve kazancına göre verdiğin haraç çok değil.
Hazret-i Ömer bir lâhza durarak ilâve ediyor:
- Duyduğuma göre sen yel değirmeni yapmakta çok ustaymışsın... Doğruysa bana da bir
yeldeğirmeni yap!
Ebû Lü'lü sinsi sinsi gülüyor.
- Ey, Müminlerin Emîri! Senin adaletin benden başka herkese pay ayırıcıdır, yalnız bana değil...
Ben sana öyle bir yeldeğirmeni yapayım ki, şöhreti bütün dünyanın dilinde dolaşsın...
Bunun üzerine Ebû Lü'lü, mahut iki başlı hançeri yapıp iyice biliyor ve onunla Hazret-i Ömer'i, birkaç Sahabîyi ve sonunda kendisini öldürüyor.
SON SAATLERi
Ömer yaralanınca yere seriliyor. Bu haliyle Abdürrahman Bin Avf a işaret edip onu imamlığageçiriyor. Bakın, namaz borcunun kudsîliğine ki, ortada can çekişenler varken bile bırakılmıyor,
hızlı hızlı kılınıyor ve ondan sonra yapılacak işlere girişiliyor.
Ömer, kendisini yaralayanın Ebûl Lü'lü olduğunu öğrenince şöyle diyor:
- Hamdederim Allaha ki, bana bu işi yapan Müslümanlık iddiasında biri değildir!
Evine kaldırıyorlar. Oğlu Abdürrahman'a borçlarının ne kadar olduğunu soruyor.
- 85 bin dirheme yakın...
- Malım yetişirse ödeyiniz, yetişmezse aile kolumdan isteyiniz. Onlarınki de yetmezse Kureyş'e baş
vurunuz! Başkalarından istemeyiniz!
Sonra, en büyük dileğini bildiriyor:
- Gidiniz; Allah Resulünün yanına gömülmem için, Müminlerin Annesi Ayişe'den izin isteyiniz!
İzin geliyor ve Hazret-i Ömer, o haliyle saadetinden uçacak gibi oluyor.
Kızı Hazret-i Hafasa gelip başında gözyaşı döküyor. Sahabîler de dalgın dalgın gelip ziyaret
etmekteler... Soruyorlar:
- Yerine kimi tavsiye edersin?
- Ben bu işi, Allah Resulünün kendilerinden hoşnut olduğu insanlara havale ediyorum. Toplanıp
karar versinler...
- Oğlunu tavsiye etmez misin?
- Etmem! O ancak rey verici şûrada bulunabilir.
Ve bazı tavsiyelerde bulunuyor.
Sonra oğluna hitap ediyor:
- Başımı yastıktan al da yere koy! Umulur ki, Allah beni bu halde görüp merhamet eder.
Son nefesinedek Allah ismini dudaklarından düşürmedi.
Gaslini, oğlu Abdullah yerine getirdi. Namazını Sahiyb-i Rumî kıldırdı. Naaşı, Allanın Resulünü ve
Ebu Bekir'i taşımış olan sedye ile Nur Ravzasına getirilerek "Sıddîk-i Ekber"in yanına gömüldü.
Kabrine, oğlu Abdürrahman'dan başka, Osman; Zübeyr, Abdürrahman Bin Avf ve Saad bin Ebî
Vakkas indiler.
Vefatı gününde güneş tutulması oldu.
GETİRDİĞi HADİSLER
532 hadis rivayet etmiştir. O da Ebû Bekir gibi, hadîs bahsinde çok hassas ve ihtiyatlı...YÜZÜĞÜNDEKİ YAZI
Yüzüğünde şu yazı vardı: "Vaaz verici olarak sana ölüm kâfidir."HZ. ÖMER VE ŞAİR
Şairler, en yakıcı mersiyeleri söylediler, onun hakkında... Başta, Peygamber şairi Hassan Bin Sabit.Hassan ki, bir gün Ömer ona yolda rastlamış ve sormuştu:
- Hassan, niçin şiir söylemez oldun?
- Kur'ân indikten sonra dilim tutuldu.
HZ. ÖMER DE ŞAiR
BiR KAÇ SÖZÜ
Bütün Arap büyükleri gibi Ömer de şair... .Bir şiirinden:
Allah'ın nimetleri sayısız:
Sense vehim ve gam içindesin!
Bu dünyada hiçbir şey baki değil,
Senin vehmin ve gamın da...
NESEBİ
Babası Hattâb, annesi Hanteme... Dokuzuncu babada, Allah Resulünün nesebiyle birleşiyor.Cahiliyet ve Saadet devirlerinde birçok izdivaçları oldu. Hazret-i Ali'nin kızı Ümm-ü Kelsum'u da
aldı. Başka bir zevcesi tarafından da Allah Resulünün bacanağı...
Altısı erkek ve üçü kız, dokuz evlâd sahibi... Erkekler: Abdullah, Büyük Abdürrahman,
Ubeydullah, Asım, Zeyd, Küçük Abdürrahman... Kızlar; Hafasa, Fâtıma, Rukiyye...
"- Kişinin aslı aklından, nesebî dininden, mürüvveti de ahlâkından ibarettir."
"- Nefslerinizi iştihalardan koruyunuz! Nefs sınırsız derecede şehvete düşkündür."
"- Eğer ben görmediğimi aklımla bilemezsem, gördüğümü de bilemem."
"-. Sevdiğini, âşık olurcasına sevme; sevmediğine de öldürürcesine düşmanlık gösterme!"
"- Dostların yüzü kalblerin cilasıdır."
"- Bir kimseyi yüzüne karşı övmek, onu boğazlamaktır."
"- Ölümü sık sık anan, dünyadan az şeye razı olur."
"- Eğer şükür ile sabır iki deve olsaydı, hangisine bineceğimi kestiremezdim."
PEYGAMBER HÜRMETİ
Bir gün; pek ziyade meşgul bulunduğu bir anda, yanına Peygamber torunları gelip oturdular. Ömerhemen işini bırakıp Hazret-i Hasan ve Hüseyn'e saygıların en büyüğünü gösterdi ve kendilerine iki
bin dinar hediye etti. Çocuklar vaziyeti babalan Hazret-i Ali'ye bildirince şu mukabelede
bulunduğunu gördüler:
- Ben, Allah Resulünün "Ömer dünyada İslâmın nuru ve âhirette cennetliklerin ışığıdır."
dediklerine şahidim.
Çocuklar Ömer'e gidip bir müjdeyi bildirdiler. Ömer bu hadîsi yazdırdı ve öldüğü zaman kefenine
konulmasını vasiyet etti.
- Allah'ın huzuruna bu hadîsle çıkmak isterim.
Bir gün; pek ziyade meşgul bulunduğu bir anda, yanına Peygamber torunları gelip oturdular. Ömer hemen işini bırakıp Hazret-i Hasan ve Hüseyn'e saygıların en büyüğünü gösterdi ve kendilerine iki bin dinar hediye etti. Çocuklar vaziyeti babalan Hazret-i Ali'ye bildirince şu mukabelede bulunduğunu gördüler: - Ben, Allah Resulünün "Ömer dünyada İslâmın nuru ve âhirette cennetliklerin ışığıdır." dediklerine şahidim. Çocuklar Ömer'e gidip bir müjdeyi bildirdiler. Ömer bu hadîsi yazdırdı ve öldüğü zaman kefenine konulmasını vasiyet etti. - Allah'ın huzuruna bu hadîsle çıkmak isterim.
YanıtlaSil