Medîne Müdâfii Türk Kaplanı Fahreddin Paşa
Fahreddin Paşa . ( 1868)- (1948)
Ömer Fahreddin Paşa (Türkkan), (1868, Rusçuk - 1948, İstanbul) Mondros Mütarekesinden sonra teslim olmayıp Medine'yi 72 gün daha savunan Türk kumandanıdır. Medîne müdâfii Türk Kaplanı Çöl Kaplanı, Medine Kahramanı adlarıyla anılır.
Bulgaristan'da doğdu, 93 Harbinden sonra ailesiyle birlikte İstanbul'a geldi. Harp 0kulunu ve harp akademisini bitirdikten sonra 1891'de kurmay yüzbaşı olarak Osmanlı ordusuna katıldı. Balkan Savaşında Çatalca savunmasında ve Edirne'nin geri alınışında görev aldı.
I. Dünya Savaşı başladığında 4. Orduya bağlı 12. kolordu komutanı olarak Musul'da bulunuyordu. 1915'te 4. Ordu komutan vekilliğine getirildi. bu bölgede iken hem tehcire tabi tutulan Ermenileri yerleştirme işiyle uğraştı, hem de Urfa, Zeytun, Musadağı ve Haçin Ermeni isyanlarını bastırdı.
1916'da 4. Ordu komutanı Cemal Paşa tarafından Medine'ye gönderildi. Fahreddin Paşa elindeki kısıtlı imkânlara rağmen aldığı tedbirler sayesinde Medine'yi 2 yıl 7 ay savundu. Herhangi bir yağma ihtimaline karşı tedbir olarak, Medine'deki 30 parça Kutsal Emaneti 2000 askerin koruması altında İstanbul'a gönderdi. Medine'nin etrafı isyancıların eline geçmeye başlayınca İstanbul'daki Hükümet, Medine'nin boşaltılmasını istedi. Fahreddin Paşa 'Peygamberin kabrinin bulunduğu Medine'deki Türk Bayrağını kendi elimle indiremem' diyerek şehirden ayrılmayı kabul etmedi.
Bir süre sonra Medine'nin etrafı tamamen kuşatıldı. Türk orduları kuzeye doğru geri çekilmeye başladı. Etrafındaki Türk birlikleriyle irtibatı tamamen kesilen Fahreddin Paşa şehri savunmaya devam etti.
30 Ekim 1918'de Osmanlı Devleti Mondros Mütarekesini imzalayarak I. Dünya Savaşından çekildi. Mütarekenin 16. maddesine göre Fahreddin Paşa'nın teslim olması gerekiyordu. Kendisine Mondros Mütarekesini tebliğ için İstanbul'dan gönderilen yüzbaşıyı hapsettirdi. Medine'ye en yakın Osmanlı birliği 1300 km uzakta olmasına rağmen Mondros Mütarekesinden sonra da teslim olmadı ve şehri savunmaya devam etti. Osmanlı devletinin teslim olmasında sonra 72 gün daha Medine’yi savunmaya devam eden Fahreddin Paşa yiyecek, ilaç ve cephanenin bitmesinden sonra kendi askerleri tarafından etkisiz hale getirildi ve şehir 13 Ocak 1919'da teslim oldu. Böylece Medine'de 400 seneden beri süren Türk hakimiyeti sona erdi.
İngilizler tarafından Türk Kaplanı ismi verilen Fahreddin Paşa, savaş esiri olarak önce Mısır'a daha sonra da Malta'ya gönderildi. 8 Nisan 1921'de Malta'da kurtulduktan sonra Milli Mücadele’ye katılmak üzere Ankara'ya geldi. 9 Kasım 1921'de TBMM tarafından Kabil Büyükelçiliğine tayin edildi.
1936'da Tümgeneral rütbesi ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden emekliye ayrılan Fahreddin Paşa, 1948'de İstanbul'da vefat etti.
Çöl kaplanı Fahreddin Paşa`nın Medine Müdafaası
İki yıl yedi ay süren şanlı direniş Fahreddin Paşa, elinde bulunan son derece kısıtlı imkanlarla Medine`yi iki yıl yedi ay boyunca müdafaa etti. Önce Medine ve çevresinde bir güvenlik hattı oluşturmak için Asar Bogazı, Bi`r-i Derviş, Bi`r-i Abbas ve Bi`r-i Reha mevkilerini asilerden temizledi. 29 Agustos 1916`da Medine çevresinde 100 kilometrelik bir emniyet şeridi meydana getirilmiş oldu. Fahreddin Paşa Medine`yi savunabilmek için İstanbul`dan devamlı takviye kuvveti istiyor, OsmanlI hükümeti de onun isteklerine cevap verebilecek durumda olmadıgını bildiriyordu. Osmanlı hükümetinin Hicaz`ı kısmen boşaltma kararı alması üzerine, Fahreddin Paşa yağma ihtimaline karşı Medine`de Hz. Peygamber s.a.v.`in mübarek makamında bulunan mukaddes emanetlerin İstanbul`a nakledilmesini teklif etti. Sorumluluk kendisinde olmak şartıyla, teklifi hükümet tarafından kabul edildi. Fahreddin Paşa bir komisyon kurarak tek tek kontrol ettirdiği otuz parçadan oluşan mukaddes emanetleri 2000 askerin koruması altında İstanbul`a gönderdi.
Medine`yi Suriye`den ayıran çölde dolaşan ve yağmacılıkla geçinen bedeviler, Şerif Hüseyin`in hileleri ve İngilizlerin paralarıyla kandırılarak Osmanlı Devleti aleyhine harekete geçirildikleri için, Medine`yi Suriye`ye bağlayan demiryolunu korumak güçleşti. Ünlü İngiliz casus Lawrence, demiryolu boyunca rayları dinamitletiyordu. Her geçen gün çölün ortasında çevre ile irtibati kesilmiş bir kale durumuna gelen ve iaşesi de azalan Medine`nin tahliyesine karar verildi. Önce yeni tayin edilmiş olan Mekke Emiri Şerif Haydar Paşa, ailesiyle birlikte Medine`den ayrıldı. Onları 3-4 bin kişilik yerli halk takip etti. Takdir-i ilahi, rıza-yı peygamberi, irade-i padişahi devam ettikçe Fahreddin Paşa, elinde kalan az sayıdaki kuvvetle hem bu çöl yolunu hem de Medine`yi müdafaaya devam etti. Fakat Hicaz demiryolunun Medine`ye yakın olan Tebük-Medain arasındaki Müdevvere istasyonunun düşman eline geçmesinden sonra, Medine kalesi isyancılar tarafından kuşatıldı. Yardım kesiliyor... Hiçbir yerden yardım alamaz duruma gelen şehirde kalmış olan halk ve asker arasında açlık ve hastalık hüküm sürmeye başladı. Bu güç şartlara ragmen Fahreddin Paşa şehrin müdafaasını sürdürdü. Hatta kuşatmadan önce kaleyi tahliye etmesini teklif eden İstanbul hükümetine `Medine Kalesinden Türk bayragını ben kendi elimle indiremem. Eger mutlaka tahliye edecekseniz, buraya başka bir kumandan gönderin` cevabını vermişti. Fahreddin Paşa `Takdir-i ilahi, rıza-yı peygamberi ve irade-i padişahi şeref-müteallik oluncaya kadar Medine müdafaası devam edecektir!` diyordu. İngilizlerle bedevilere teslim olmaktansa, müdafaa ettigi yerleri havaya uçurarak canını feda edecegine dair yemin ediyordu. Fahreddin Paşa ve askerleri bir taraftan düşmanla, diger taraftan açlık ve hastalıkla mücadele ederken, Kanal Harekatı felaketle bitmiş, Filistin elden çıkmış ve en yakın Osmanlı kuvvetleri Medine`den 1300 km. uzakta kalmıştı. Bu sırada Osmanlı Devleti maglup olmuş ve Mondros Mütarekesi`ni imzalamıştı (30 Ekim 1918). Mütarekenin 16. maddesine göre teslim olması gereken Fahreddin Paşa buna yanaşmadı. Medinedekiler ise, her tarafla irtibatları kesilmiş oldugundan mütarekeden haberdar degillerdi. Olup bitenleri telsiz vasıtasıyla takip eden Paşa, Kızıldeniz`de demirleyen bir İngiliz torpidosu mütareke şartlarını kendisine bildirdigi halde buna cevap vermedi. Ayrıca hükümetin Mondros Mütarekesi`ni teblig etmek üzere gönderdigi yüzbaşıyı hapsederek, İstanbul`u da cevapsız bıraktı. Ve Teslim Oluyor... Bir yandan İngilizler, bir yandan Medine`yi kuşatmış olan Şerif Hüseyin`in kuvvetleri Medine`nin bir an önce teslim edilmesini istedilerse de, bu isteklerine karşılık vermedi. Hükümet, İngilizlerin baskısı üzerine bu defa padişahın imzasını taşıyan bir teslim emrini Adliye Naziri Haydar Molla ile Medine`ye gönderdi. Fahreddin Paşa bu emri de dinlemedi. Askerlerin çogunun hasta olmasına; cephane, ilaç ve yiyecek stoklarının bitmesine ragmen direnmeyi sürdürdü. Ancak sonunda kendi subaylarının baskısı ile teslim olmaya rıza gösterdi (Ocak 1919). Böylece 1517`den 1919`a kadar tam 402 yıl süren Osmanlı hakimiyeti, hazin bir şekilde sona ermis oldu. İngilizlerin çöl kaplanı diye adlandırdıkları Fahreddin Paşa, esir olduktan sonrada haksız isteklere boyun eğmemiştir. Malta`ya geldiğinde Türk siyasi tutuklularının kışla meydanında saf halinde yapılagelmekte olan yoklama şeklini kabul etmeyerek karşı durmuş ve yoklamayı odasında yaptırtmıştır. Fahreddin Paşa`nın Medine kuşatıldıktan sonra, teslim tekliflerine verdiği cevap, Türk savaş tarihinin altın sayfalarında daima yaşayacaktır: Fahreddin Türkkan Paşa 22 Kasım 1948 de hayata gözlerini kapadı. Önceden seçtiği İstanbul Boğazı`nda Rumeli Hisarı mezarlığında yatmaktadır. Kitabesinde; `1914-1918 Birinci Cihan Harbi`nde Medine`nin Kahraman Müdafii Ömer Fahreddin Paşa, burada yatıyor` yazılıdır.
Fahreddin Paşa 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi (ateş-kes) andlaşmasına ve verilen emirlere rağmen teslim olmayarak 5 ay kadar daha savaşa devam etmiştir. Sonunda ikna edilerek 13 Ocak 1919 da teslim olmuş, ancak kılıcını düşmana vermemekte direnmiş ve bunu iki yıldır savunduğu Peygamberimizin mezarına sunmuştur. Fahreddin Paşa teslim olduktan sonra, 27 Ocak 1919 da Yanbo`da bir İngiliz destroyerine bindirilerek Mısır`a götürülmüştür. 6 ay Kahire`de İngilizlerin Kasır-el-Nil kışlasında tutuklu kalmıştır. 5 Ağustos 1919 da Malta`ya Savaş suçlusu olarak götürülmüş ve 30 Nisan 1921 tarihine kadar Malta da Fort Salvatore kışlasında tutulmuştur. Bu tarihte İstanbul`dan buraya getirilen diğer savaş suçlularıyla birlikte kurtarılmıştır. Milli Mücadeleye inanmış olan Fahreddin Paşa, Malta`dan bırakılınca, İtalya-Almanya- Rusya yoluyla 2 Ağustos 1921 de Kars sınırında Anayurduna kavuşmuş ve 24 Eylül 1921 de Ankara`ya gelmiştir. Bu sıralarda Yunanlıların üstün kuvvetlerle yaptıkları taarruzlar neticesinde Kütahya ve Eskişehir savaşları 10-25 Temmuz 1921 olmuş ve Türk Ordusu Sakarya`ya çekilmişti. Kazım Karabekir Paşa`nın hazırladığı Kars`taki 12. Tümen`le Fahreddin Paşa, Sakarya Savaşı`na katılmak üzere 20 Ağustos 1921 de Erzurum`dan hareket etmiş ise de, Sakarya Savaşı 23 Ağustos 1921 de başlamıştı. Bu tümenle ortalama 1200 km lik karayolunu katederek geldiklerinde Sakarya`da savaş kazanılmış bulunuyordu. Bu tümen 1922 de Büyük taarruz ve Başkumandan Meydan Muharebesine katılmıştır. Fahreddin Paşa, 1922-1926 yıllarında Afganistan`da Kabil Büyükelçisi olarak vazife görmüştür. Türk-Afgan andlaşmasının temelini atmış, Afgan ve Hintli ileri gelenleriyle görüşerek Türkiye`ye öğrenci gönderilmesiyle ilgili andlaşmalar yapmıştır. Ankara`ya yardım yapan kurumlarla temaslarda bulunmuştur. Fahreddin Paşa güçlü fiziki yapılı ve dinç, orta boylu, geniş omuzlu, açık kumral tenli ve yakışıklıydı. Sesi kalın ve ahenkliydi. Kırmızı rengi sever ve hemen bütün eşyalarını kırmızı renkli seçerdi. Gerçek zeki, çalışkan ve yiğit bir kumandandı. Erzincan`da 4. Ordu Müşürü Zeki Paşa`nın yeğeni, Süvari Ferik Ahmet Paşa`nın kızı Ayşe Sıdıka Hanımefendiyle (1884-1959) 1900 yılında evlenmiştir. Oğulları Em. General Mehmet Selim (D. 1908) ve Em. General Mehmet Orhan (D. 1910) ile kızı Suphiye Türkkan (D. 1906) dan başka Y. Makine Müh. olan küçük oğılu Ayhan Türkkan (1927-1955) Hava Yedek Subaylığı esnasında vefat etmiştir. Fahreddin Paşa`nın askerliği yanında diğer büyük hizmetleri de vardır. Çoğunlukla Türklerin ve Padişahların Medine`ye gönderdikleri ve sadece maddi değil, tarih ve sanat bakımından da eşsiz ve her bakımdan çok değerli eşyayı (Kutsal Emanetler) kendi öz düşünce ve kararıyla ve bütün sorumluluğunu da üzerine alarak yetkili kurulca kütük kayıtlarına göre sayımını yaptırarak sandıklara yerleştirtip bir bölük asker korumasında 14 Mayıs 1917 de İstanbul`a göndermek suretiyle Türk Milletini hakkı ve malı olan değerli bir hazineye kavuşturmuştur. `Malumunuz olsun ki; kahraman askerlerim, İslamlığın göz bebeği olan Medine`yi son fişeğine, son damla kanına, son nefesine kadar muhafaza ve müdafaaya memurdur. Buna askerce and içmiştir. Bu asker Medine`nin enkazı içinde ve nihayet Ravza-i Mutahhara`nın yeşil türbesi altında kan ve ateşten örülmüş kızıl bir kefenle gömülmedikçe, Medine Kalesi`nin burçlarından ve Mescid-i Saadet minarelerinden Türk`ün al bayrağı alınmayacaktır` Bu değerli eşyanın başlıcaları şunlardır:
* Hz. Osman İbni Affan`ın ceylan derisine el yazması Kur`an,
* 5 adet eski el yazması Kur`an ve 4 Eczayı Şerife (Kur`an cüzleri)
* 5 adet Kur`an Kabı (Değerli taşlarla bezenmiş altın kaplamalı),
* 1 adet Hılye-i Şerif (Gümüş çerçeveli yeşil kadife üzerine pırlanta ve incilerle Peygamberimizin adı yazılı ve gümüşten bir güneş resimli),
* 1 adet Som altın üzerine pırlanta ile Kelime-i Şahadet yazılı levha),
* 7 adet Tesbih (Pırlantalı, incili, mercanlı ve anber),
* 2 adet Rahle (Gümüş kaplama işlemeli),
* 1 adet Tuğra (Sultan aziz Han`ın pırlantalı ve altın),
* 4 adet Sancak Başı ve 3 Kılıç,
* 1 adet Kevkebi Dürri adlı 4 parça elmas (100, 80, 40 ve 20 karat. Altın üzerine oturtulmuş ve çevresi elmas ve yakutlarla bezenmiş),
* 14 adet Askı (Pırlanta ve zümrütlerle bezenmiş altın),
* 11 adet Kandil askısı (Pırlanta, zümrüt, yakut ve incilerle bezenmiş altın),
* 1 adet Altın Kandil (Değerli taşlarla bezenmiş)
* 1 adet Altın Kahve Askısı
* 7 adet Şamdan (Değerli taşlarla bezenmiş altın)
* 1 adet Altın Makas,
* 8 adet Gülabdan ve 12 Behurdan (Değerli taşlarla bezenmiş),
* 2 adet Çelenk, 10 Yıldız-Çiçek İğne, 1 Yaprak (Pırlanta, zümrüt, yakut ve incilerle bezenmiş altın),
* 1 adet Pırlanta Yüzük,
* Gerdanlık, küpe, bilezikler, kemer ve kemer kaşı (Değerli taşlarla süslenmiş altın),
* Altın ve gümüş zincirler, değerli taşlarla bezenmiş altın mücevherat kutu ve çekmeceleri,
* Kütük`te 83 No.da yazılı 84 karat inci taneleri, 15 parça zümrüt, 27 parça yakut ile 53 parça pırlanta-elmas, ayrıca 20 ayar 2 kilo 935 gram altın ve 908 kilo 250 gram gümüş. Kutsal Hazine İstanbul`a gönderilen bu değerli eşyaların kütük`te o zamanki değerleri de yazılıdır. 14 Altın askı arasında birisi 5 milyon, ikisi birer milyon ve biri üçyüz bin Osmanlı Altını değerindedir. 7 Şamdandan ikisi 155 cm boyunda ve 50 kilo ağırlığında ve herbirinin üzerinde 6280 tane pırlanta vardır ve değeri 70 000 Osmanlı altınıdır. Kevkebi Dürri adlı büyük elmasın değeri ise 1 300 000 Osmanlı altınıdır. Ayrıca bu eşyalar arasında 49 parça şal ve sırma işlemeli perde vardır. Medine`de bulunan Sultan Mahmut ile Arif Hikmet Bey ve diğer bazı kütüphanelerde bulunan değerli eserler de bu eşyalara birlikte gönderilmiştir. Fahreddin Paşa Medine`de imar faaliyetlerinde de bulunmuştur. Peygamberimizin türbesi çevresinde, bitişik ve sık dükkan ve binaları yıktırarak demiryolu istasyonundan türbeye kadar uzanan geniş ve düz bir yol yaptırmıştır. Hicaz`da askeri harekatın şiddeti yanında, Araplara adaletli olmaktan geri kalmamış ve bütün bedevilerin bile takdir ve kalbini kazanmıştır. Doğan erkek çocuklarına Fahri adını vermişlerdir. Araplar üzerinde öylesine etkin olmuştur ki; atını sulayan bir bedevi, ürken atına ne korkuyorsun suda `Fahri`yi mi gördün diye bağırmıştır. İngilizlerin çöl kaplanı diye adlandırdıkları Fahreddin Paşa, esir olduktan sonda da haksız isteklere boyun eğmemiştir. Malta`ya geldiğinde Türk siyasi tutuklularının kışla meydanında saf halinde yapılagelmekte olan yoklama şeklini kabul etmeyerek karşı durmuş ve yoklamayı odasında yaptırtmıştır. Türk erine `Mehmetçik` adını takan ve askeri edebiyatımıza geçiren kumandandır. Fahreddin Paşa`nın Medine kuşatıldıktan sonra, teslim tekliflerine verdiği cevap, Türk savaş tarihinin altın sayfalarında daima yaşayacaktır:
`Malumunuz olsun ki; kahraman askerlerim, İslamlığın göz bebeği olan Medine`yi son fişeğine, son damla kanına, son nefesine kadar muhafaza ve müdafaaya memurdur. Buna askerce and içmiştir. Bu asker Medine`nin enkazı içinde ve nihayet Ravza-i Mutahhara`nın yeşil türbesi altında kan ve ateşten örülmüş kızıl bir kefenle gömülmedikçe, Medine Kalesi`nin burçlarından ve Mescid-i Saadet minarelerinden Türk`ün al bayrağı alınmayacaktır.`
Çok zor şartlarda sürdürülen bu mukaddes savunma görevi sırasında Fahreddin Paşa Medine"de bir Cuma günü Mescidüi Nebevî’de minbere çıkarak ve şu hutbeyi okudu:
["Türk, Arap, Kürd, Çerkes, Arnavud, ey Ümmet-i Muhammed!
Şurada yatan Harem-i Şerif sahibi Hz. Peygamber’in huzurunda sizlere beyanatta bulunmak üzere Minber-i Mukaddes’ e çıkmak şerefine mazhar olduğum için pek bahtiyarım...
Bu şerefe nail olduğumdan dolayı Cenâb-ı Hakk’a ve Habib-i Ekremi’ne hamd-ü senalar ederim.
Almanlarla birlikte giriştiğimiz şu harbde Rusya parçalandı ve bunun neticesinde otuz kırk seneden beri esir olan üç sancağımız: Kars, Ardahan ve Batum’u kurtarmaya muvaffak olduk. Ordularımızı bu muvaffakıyetlere mazhar kılan Allah’a ve Resulüne hamdü senalar olsun.
Halife orduları en büyük düşmanlarıyla boğaz boğaza çarpıştığı bir sırada Şerif Hüseyin’in isyan ve düşmanlarla ittifak etmesi Halep, Kudüs, Beyrut, Basra, Bağdat gibi birçok güzel şehirlerimizin düşman eline geçmesini sağladı.
Mısır’daki İngiliz generali Ragnel Doncet, güya şahsi menfaatimi düşünürcesine hayatım hakkında teminatlar vererek gönderdiği beyanname ile beni kandırmaya çalıştı.
Ben bu tacizcilere, bu işgalcilere şu cevabı verdim: "Muhammedîyim, Türküm ve askerim. Tefâhürü/ övünmeyi sevmem!”
Kardeşlerim!
Sizin bana ve benim size itimadım oldukça, sabır ve sebat edip düşmana boyun eğmeyeceğiz!
Almanlar bize: "Siz Medine’yi müdafaa edemezsiniz, tahliye ediniz!" diye birkaç defa teklifte bulundular. Ben bu teklifleri reddettim ve bugüne kadar Hz. Peygamber"in mübarek kabrini siz kahramanlarla müdafaa ettim.
Gerçi pek çok ümitsiz günler geçirdik. Fakat Cenab-ı Hakk’ın yardımı, Resûlünün şefaat ve ruhaniyeti sâyesinde düşmanımıza boyun eğmedik ve bundan sonrada inşallah eğmeyeceğiz!
Çalışmanız, gayretiniz makbul olsun! Çektiğimiz zahmet ve meşakkâtlerin mükâfatını göreceğiz.
Bununla beraber müşkülat sona ermemiştir.
Vazifemiz pek mühimdir.
Sabır ve sebat edip düşmanlarımızı itaate mecbur edeceğiz, hatta bu uğurda icap ederse hep beraber öleceğiz.
İşte size lâzım olacak kadar vaziyeti izah ettim.
Sizden ve benden sabr-ü sebat ve devam-ı mukavemet, Cenab-ı Hakk’tan hidâyet, Peygamberden şefaat!...”]
Çok güç şartlarda Medine"yi müdafaa eden Fahreddin Paşa, ikmal yolları kesildiğinden emrindeki askerlerin iaşesini sağlamakta zorlandığında dahice bir buluş yapararak, askerlerin et ihtiyacını karşılamak ve eksik kalan kalorilerini temin için o sırada medineyi adeta istila etmiş olan çekirgeleri yiyecek olarak kullanllanmaya karar verir.
Bu konudaki 7 Haziran tarihli günlük emri şöyledir:
["Çekirgenin serçe kuşundan ne farkı var? Yalnız tüyü yok. O da serçe gibi kanatlı ve uçuyor. Bitki ile besleniyor. Serçe gibi huysuz, serçe gibi asabî. Yediği şeyleri itina ile seçiyor ve temiz şeyler yiyor. Hicaz, Âsir, Yemen ve Afrika Arabları"nın başlıca gıdası çekirgedir. Bedevîler sağlamlık ve zindeliklerini, hafifliklerini yedikleri çekirgelere borçludurlar. Çekirgeyi develer de büyük bir zevk ile yiyorlar. "Kunfede" de develeri kâmilen çekirge ile besliyorlar. Müessir ve katî olan şifa hassaları dizlerinin bağı çözülenlere, zayıflara, bünyevî hastalıklara- büyük tesiri vardır.
Çekirge romatizma için iksir gibidir. Şifa hassaları bilhassa yumurtasında toplanmıştır. Biz maatteessüf bunları çukurlara gömerek, üzerlerine kireç dökerek ziyan ediyoruz.
Çekirgeyi doktorlarımıza tetkik ve tahlil ettirdim. Bunlar, tetkikat neticesinde çekirgeden yüksek sitayişle bahsetmekte, şifa ve gıda özelliklerini saymakla bitirememektedirler."
Çekirge bir gıda, hem de devadır. Av etleri gibi bundan da istifade etmeliyiz. Yediğimiz sebzelerin birçoğundan daha ziyade faydalı olduğu tecrübe ile tahakkuk etmiştir.
Medine"de müzayede ile bir okkası, yedi-sekiz kuruşa satılıyor. Sahil kasabalarda pek beğenilen ıstakoz ve karidesten hiçbir farkı yoktur.
Çekirge, her iklimde yenebilir. Yenmesi sünnet-i seniyedir. Cenab-ı Peygamber, hadis-i şeriflerinde "Uhillet lenâ meyyitâni veddemâni" buyurmuşlardır. Mânası: İki ölü ve iki kanlı bize helâl oldu" demektir. "İki ölü; çekirge ile balık, iki kanlı ise, karaciğer ve dalaktır". İmam-ı Malik, yenmesine cevaz verilen çekirgenin başının koparılmasını veyahut ateş üzerinde kavrulmasını şart kılmış ise de "Hanefi ulemâsının" çekirgenin ölüsünü bile helal saydıkları ve hiçbir kayda tâbi tutmadıkları "Tenvir-ül Ebsâr" ve onu şerh eden diğer kitaplarda yazılmıştır.
Hicaz çekirgesi, diğer mıntıkaların çekirgelerine nazaran daha besili ve tatlıdır. "Şark" ve "Hail" cihetlerinde Bedevîler çekirgeyi bereket sayarlar.
Çekirge yemeği dört suretle hazırlanır.
1- Toplanan çekirgeler çiroz gibi güneşe serilir, iki üç gün kadar kurutulur. Ayakları ve başı koparılır. Daha sonra beden kısmı bir parça yağ ile kavrulur ve kavurma gibi yenir.
2- Sıcak su ile haşlanır, baş ve ayakları temizlenir. Hemen pişmek üzere bulunan pirinç ve bulgur pilavına karıştırılır.
3- Haşlanmış çekirgeler tabağa konulup, üzerine zeytinyağı ve limon gezdirilir.
4- Çekirgenin kavrulan kısmı, havan içinde toz haline getirilir ve et tozu konservesi şeklinde kutularda, dağarcıklarda saklanır. Araplar arası en makbul tarzı budur. Bunlar, savaş zamanlarında Bedevîlerin biricik gıdasını teşkil eder.
Büyük bir dikkat ve ihtimam ile ve kendime mahsus titizlikle yaptırdığım tecrübelerde tıbbî hassaları tahakkuk eden ve yenmesi sünnet olan çekirgeye yan gözle bakmak ve ondan tiksinmek, en hafif tâbir ile nimet tanımamazlıktır. Dün karargâh sofrasında Çekirge tavası vardı. Arkadaşlarımla beraber pek tatlı yedim ve bunu dil konservesinden daha iyi buldum. Hele zeytinyağı ve limon suyu ile salatası pek nefis oluyor.
Elhasıl dün, çekirgeleri bahçelerden kovup yok etme tedbirini düşünürken, bugün çekirge geliyor mu? diye yolları gözlüyorum. Hangi mıntıkaya çekirge düşerse, tarifim veçhile istifade edilmesini ve bana da hediye olarak çekirge gönderilmesini arkadaşlarımdan rica ederim."]
Kahraman Fahrettin Paşa'nın tarihi sözleri: Bir söz verdik. 'Kutsal şehri isyancılara vermeyeceğiz' diyerek. Elimizden ne geliyorsa yapmalıyız. Ta ki son mermi, son er ve son kana dek… Bu azim, bu kararlılık bize dayanma gücü verecektir. Bunu hiç unutmayın! Ümitsiz olmayınız.
Bakın, bayrağımıza iyi bakın. Herhangi bir bayrak değildir o. Şu an devletimizin düşen birçok kalesi var. Ele geçirilen birçok şehri var. Ama burası son kaledir. Devletimizin son direnme noktasıdır. Belki bizim bu gayretimiz diğerlerine de örnek olursa, her yerde ittifak etmiş düşmanlara, yedi düvele karşı koyarız!”
Hiç yorum yok