ELFÂZ-I KÜFRÜN ÇEŞİTLERİ



ELFÂZ-I KÜFRÜN ÇEŞİTLERİ
   1- Allah Teâlâ’ya, O’nun sıfatlarına ve ef’aline taalluk eden küfür lâfızları.

   Bir kimse, Allah’ı lâyık olmadığı bir şey ile vasf [1] eder veya isimleri ve emirleri ile alay ederse, sıfatlarından [2] birini, va’d ve va'idini [3] inkâr ederse, ortağı, karısı çocuğu var derse, O'na cehalet, acizlik ve noksanlık nisbet ederse, Kuddûs, Kayyûm ve Rahman gibi Allah'a mahsus olan isimleri mahlûkata takarsa kâfir olur. [4]
Bir kimse, Allah bana şunu emretse yapmam derse veya falan adam benim ve Allah'ın nezdinde yahudi gibidir derse, bütün âlimlere göre kâfirdir. Bazılarına göre o adamın fiillerini kötülemek gayesi ile söylenmişse kâfir değildir.
   Bir kimse farsça olarak şu ifadeleri kullanırsa «Dest-i Hudâ der dest-i o dırâzest: Allahu Teâlânın eli, onun elinden uzundur» kâfir olur.
   Bir kimse, Kur'ân ve hadîsde geçen haberlerin zahirini kasdederek Allah fi's-semâ derse kâfir olmaz. Eğer maksadı Allah'a mekân nisbet etmek olursa kâfirdir. Alimlerin çoğuna göre kasdı nazar-ı itibara alınmaksızın kâfirdir. Fetva da bu vech üzeredir. «Bahru'l-Kelâm»dan alınmıştır.
   Bir kimse, Allah'ı Cennette görüyorum derse kâfirdir. Cennetten görüyorum derse kâfir değildir. Zira birincisinde Allah mekâna nisbet edilmiştir. «Cennetten görüyorum» sözündeki maksat, «Allah Cennette olacağı için, O'nu Cennette görürüm» ise yine kâfirdir. «Fusûleyn»de böyle vârid olmuştur.
   Bir kimse, Allah kulları muhakeme etmek için oturur, kalkar derse, O'na yukarda olmak veya aşağıda bulunmak gibi şeyler izafe ederse kâfir olur.
   Bir kimse Farsça olarak şöyle derse: «Merâ ber âsumân-i Hudâ est ve ber zemin-i filan: Biz Allahu Teâlâ'nın asumanı üzerindeyiz ve filânın da zemini üzerindeyiz» kâfir olur.
   Bir kimseye, «Allah'tan kork» denildiği zaman, «korkmuyorum» derse kâfirdir. Sinirli bir halde de bulunsa durum aynıdır. Bu sözden başka bir mâna kasdedildiyse kâfir değildir.
   Bir kimse Farsça olarak şöyle derse: «Ez Hudâ'yı hîç mekân hâli nîst: Allahu Teâlâ'dan hiçbir mekân hâli değildir» hatâdır.
   Yine bir kimse Farsça sözlerle şöyle derse: «Sensiz hiçbir mekân yok ve sen hiçbir mekânda yoksun» kâfirdir [5].
   Hasta olan bir adam için, bir kimse, «bu adamı Allah unutmuştur» veyahut da «Allah'ın unuttuklarındandır» derse kâfir olur.
   Bir kimse Allah’ı rüyamda gördüm derse kâfirdir.
   Yok olan şey, Allah'ın malûmu değildir derse kâfirdir.
   Zâlim bir kimse, ben yaptığım bir işi Allah'ın takdiri olmadan yaparım derse kâfirdir.
   Bir kimse karısına, «sen bana Allah'tan daha sevgilisin» der ve bundan itaati kasdederse kâfirdir. Kasdı şehvet olursa kâfir değildir.
   Bir kimse, ismi Abdullah olan birini çağırırken, kasden «Abdullah» kelimesinin sonuna muhatab zamiri olan «kef» harfini koyarsa -ki o zaman mâna «senin Allah'ının kulu olur- kâfir olur. Şayet bir kimse Abdullah ismini söylerken, Allah lâfzını, «uleyh» diyerek tasğir ederse, Hâlik'ı da Huleyk olarak tasğir ederse kâfir olur. Şayet bunu kasid olmaksızın ve bilmeyerek yaparsa kâfir olmaz.
   Bir kimse, eğer dün ben bunu yaptıysam kâfir olayım derse ve yaptığını da biliyorsa kâfir olur. Zira burada küfre rızâ vardır.
   Yine bir kimse yapmadığını bildiği halde: «Allah biliyor ki bunu yaptım» derse bütün âlimlere göre kâfirdir. Bir kimse, bir başkasına «Allah biliyor ki ben seni daima hayır dua ile hatırlarım» derse, bazılarına göre kâfirdir.
   Bir kadın kocasına Farsça olarak şöyle derse: «Tu sırr-i Hudâ'y mi dâni: Allahu Teâlâ'nın sırrını biliyorsun» kocası da «evet» diye cevap verirse kâfirdir. Çünkü gayb ile sırr aynı şeydir. Bezzâziyye'ye göre kâfir değildir.
   Gaybı biliyorum diyen kâfirdir.
   Bir kadına, gaybı biliyor musun diye sorulduğunda, evet derse nikâhı bâtıl olur.
   Bir kimse, şeyhlerin ruhları benim yamdadır derse kâfirdir.
   Bazı âlimlere göre, bir hasta hakkında, «bu adam bu hastalıktan ölür» diyen kâfir olur.
   Bir kuş öttüğünde, «falan adam ölecek de onun için öttü» diyen kimse, bazı âlimlere göre kâfir, bazılarına göre değildir. Doğru olan kâfir olmamasıdır.
   Ayın çevresinde [6] meydana gelen ışık halkalanmasını gördüğünde «yağmur yağacak» seklinde bir iddiada bulunan ve saksağan öttüğünde, «yolcu gelecek» diyen, bazı âlimlere göre kâfirdir.
   Kehânette bulunanlar; çalınan malları bulurum, cinlerden haber veririm diyenler ve onları tasdik edenler kâfirdir [7]  [7a].
    Melekler gaybı bilir [8], Allah bize gökten veya Arş’tan bakıyor veya görüyor diyen kimse kâfirdir [9]. Eğer muttali'dir derse kâfir olmaz.
   Ben bu zulme razı değilim derse hatâdır. Doğru görüşe göre beis yoktur. Allah'a karşı insaflı ol ki Allah da sana karşı Kıyamette insaflı olsun diyen kâfir olur.
   Bir zâlim, bir kimseye zulmettiğinde, o kimse ya Rabbi, sen bu zulme razı isen ben razı değilim derse kâfirdir.
   Bir kimse, kendisine zulmedene, şüphe ederek «eğer Kıyamette Allah'ın hükmü varsa, senden hakkımı alırım» derse kâfir olur.
   Bir adam öldüğünde, bir başkası, Allah Âdemoğlunun (Âdemî) iradesini tercih etti derse kâfir olur.
   Bir kimse, Allah falanın ruhunu kâfir olarak aldı, derse kendisi kâfir olur.
   Bir kimse, falan adama kötü kader isabet etti derse, büyük hatâ islemiş olur. Yalnız dua ederken «Ya Rabbi, bu kötü kaderi benden uzaklaştır» denmesi kaderin kötülenmesi mânasında değildir. Başına gelen musibetin def edilmesi mânasındadır.
   Bir kimse, Allah'tan, Kur'an'dan ve Peygamberden (s.a.v.) uzağım, yahudiyim, hıristiyanım derse, kâfir olur.
   Ben şu işi yaparsam Allah'tan uzağım diyen bir kimse, o işi yaptığı zaman, yemin sayılacağından keffâret vermesi icab eder.
   Senin yemininle, eşeğin anırması birdir diyen kâfir olur.
   Allah bilir senin sevinç ve hüznün, benim sevinç ve hüznüme benzer diyen zâhiren kâfirdir, Bu hüzün ve sevinç malı ve bedeni ile ilgili ise kâfir olmaz denmiştir.

   Hasmına,. “sana Allah’ın hükmü ile düşmanlık ediyorum” diyene, “Allah’ın hükmü burada geçmez, senin gibi deyyusun olduğu yerde Allah’ın hükmünün ne işi vardır, burada Allah’ın hükmü yoktur” diyen kâfir olur.

   “Allah bir şey değildi ve bir şey olmaz.” Bu ilhâda sapanların görüşüdür. Bazılarına göre bu küfür değildir, büyük hatâdır. Bir kimse sevgilısine, sen bana Allah’tan daha sevgilisin derse kâfir olur.

   Düşmanına, sen âlemın ilâhı olsan, kahredip senden borcunu alacağım diyen kâfir olur.

   Allah, herkes için iyidir amma bana kötülük etti diyen kâfir olur.

   Zulmeden, bir kimseye Allah’tan kork veya Allah’tan korkmuyor musun dendiğinde «korkmuyorum» derse kâfir olur. Bu sözü, zulüm halinde söylemediği gibi, yaptığı işte hakkı yerine getirdiğini ifade etmek maksadı ile soylerse kâfir olmaz.

   Bir kimse, işte sen, işte Allah derse kâfir olmaz, fakat çirkin bir sözdür.

   Bir kimse bir başkasına, eğer beni dinlemezsen veya şu işimi yapmazsan, göklere çik Allah ile harbet derse kâfir olur.


------------------------------------------------------ŞERH KISMI-------------------------------------------------
   [1] Küfür kasdı olmaksızın, bir ictihad hatası olarak, Allah'a mekân izafe etmek, Allah'ı bir şeye benzetmek. O'na aza isnad etmek gibi hususlara yer vermeleri sebebi ile Kur'an-ı Kerim'deki müşebbihata tâbi olan ehl-i te'vili, tekfir hakkında ihtilâf vardır:
   Mâlikîlere göre, bu te'vil bir topluluk tarafından yapılmışsa hepsi kâfir olur. Tevbe etmeleri istenir. Tevbe etmezlerse öldürülürler. Bir kimse tek başına böyle bir te'vilde bulunursa, âlimlerin çoğuna göre tekfir edilmez. Tevbe edinceye kadar hapsedilir. Nitekim Hz. Ömer (r.a.) Sebiğ b. Asel'e bu şekilde muamelede bulunmuştur. İbni Kasım'a göre, Ehl-i Heva, İbâhiyeciler ve Kaderiyeciler gibi cemaate muhalif bid'at ehli, Kur'ân-ı Kerim'de keyfi te'vil yoluna gittiklerinden tevbe etmeleri istenir. Tevbe etmedikleri takdirde öldürülürler. Yine İbn Kasım'a göre, Hz. Musa ile Allah konuşmadı diyen hakkındaki hüküm de yukardaki gibidir.
Ebu Hanife'ye göre, ehli kıbleden hiç kimseyi tekfir etmek doğru değildir. Fakihlerin çoğu da bu görüştedir. “Müntekâ”dan alınmıştır.

   [2] Bir kimse Allah'a küfrederse yâni söverse kâfirdir. Kanı helaldir. Tevbesinin istenip istenmemesi hakkında ihtilaf vardır, İbn Kasım, İmam Muhammed, İmam Mâlik, İbn Yahya, tevbe etmesi istenmeden öldürülür demişlerdir. Mahzûmî, Muhammed b. Seleme, İbn Ebî Hazım ise mûrted hükmündedir demişlerdir. Yâni tevbesi istenir. Tevbe etmezse öldürülür.
   Bir adam, bir başka kimseye lânet ederken, Allah'a da lânet etmiş ve bununla şeytana lâneti kasdettiğini söylemiş. Kâdi Ebu Muhammed b. Ebu Zeyd, bu adam hakkında söylediği sözün zahirine göre hüküm vermiş ve niyyeti kendisi ile Allah arasındadır demiştir.
   Harun b. Habib çok sinirli ve sabırsız bir adamdı. Bir gün hastalanınca şöyle dedi: «Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer'i öldürseydim bu hastalığa yakalanmazdım». Kurtuba âlimleri bu adam hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bazıları katline fetva vermiş, bazıları ise katline fetva vermemişlerdir. Devrin kadısı ise, öldürülmesine değil, şiddetli bir şekilde cezalandırılmasına hükmetmiştir. Gerekçesi ise bu adamın sözünün şikâyet mahiyetinde olması olmuştur. Allah'a sövenin tevbe etmesi istenir, tevbe etmezse öldürülür, diyenlerin gerekçesi şudur: Bu kimse irtidâd etmiştir. Bunun hakkında mürtede uygulanan hükümler tatbik edilir.
   Allah'a söveni, tevbe etmesini istemeden öldürmek lâzımdır diyenlerin gerekçesi de şöyledir: İslâmı kabul eden bir kimse, bu kadar ağır bir küfrü, ancak inandığı için yapabilir. Gerçek mü'minin söyleyeceği bir söz değildir. Zındık hükmündedir. Zındıkların ise tevbesi kabul edilmez, katli vâcib olur.
   Allah'a söven zımmî hakkındaki hükme gelince, şöyledir:
   Bir gün bir zımmî Allah'a sövdü, bunu gören ve duyan Abdullah b. Ömer kılıcını çekti ve onu öldürmek istedi. Adam kaçarak kurtuldu.
   İmam Mâlik, «İbn Habib'in kitabında», Kâdî İbn Kasım da «Mebsut»da İmam Muhammed de kendi kitabında, yahudi ve Hıristiyanlar, kendi dinlerinde sövmenin yeri olmadığı halde Allah'a söverlerse tevbe ettirilmeden öldürülür, demişlerdir.
   Muhammed b. Seleme, Mahzûmî, İbn Hazım, müslüman olsun kâfir olsun tevbesi istenmeden öldürülmezler, görüşündedirler.
   Zındık olan bir zımmî hakkında da ihtilâf vardır. İmam, Mâlik, İbn Hakem ve Esbağ, küfürden küfre girdiği için öldürülmez demişlerdir. İbn Mâcisûn'a göre ise öldürülür. Çünkü zındıklık hiç kimsenin kabul etmeyeceği bir dindir.

   [3] Felsefeciler bazı bâtınîler, Vücûdiler, Râfızîler, haddi aşan mutasavvıflar ve İbâhiyeciler vaîdi, azabı, kıyamet ahvalini ve şeriatın bazı kısımlarını inkâr ederler. Onlar her ne kadar, insanları Allah'ı sevmeye davet ediyorlar ise de, kendilerinde bu sevgiden eser yoktur. Bir insan sevginin son haddine vardığında teklif düşer, ibadetleri sadece tefekkür olur derler. Bunlar en şerli bir taifedir.
   Tutum ve durumları şu âyet-i celileye aykırıdır; «Sana ölüm gelinceye kadar da Rabbine ibâdet et.» (Hicr: 99)

   [4] Allah veya peygamber olduğunu iddia eden, benim yaradanım yoktur diyen bir kimsenin, sarhoşluk veya baygınlık halinde dahi olsa akl-ı selim sahibi olduğu biliniyorsa küfründe ihtilâf yoktur. Bu gibi kimseler tevbe edip yeniden dine dönerlerse ölümden kurtulurlar, fakat cezadan kurtulamazlar. Bu hal tekerrür ederse, tövbelerinde samimi olmadıkları kanaati hasıl olur, zındık olduklarına hükmedilir ve öldürülürler.
   Hz. Ali'ye (k.v.), Abdullah b. Sebe’: Sen gerçekten Allah'sın dediği için, Hz. Ali onu Medâyin şehrine gönderdi. Bu sözünde de ısrar edince yakarak öldürmüştür.
   Abdullah b. Sebe'nin yolundan gidenler, «Hz. Ali'yi öldüren İbn Mülcem değildir. Onun şekline bürünmüş bir şeytandır. Hz. Ali bulutların arasındadır. Şimşek, onun kamçısı, gök gürlemesi ise onun sesidir. Bir gün inecek ve yeryüzünü adaletle dolduracaktır» derler. Alimler, bu görüşte olan birçok şeytan (tıynetli adam)ların katli için hüküm vermişlerdir. Bir kimse, bunlar küfrettiklerinden dolayı niçin asıldılar derse kâfir olur. Mâliki kâdilerinden Ebu Amr, Hüseyin b. Mansûru'l-Hallâc'ın, ulûhiyyet iddia edip Hululü kabul ettiği için idamına karar vermiştir. Aynı görüşte olan bazı kimseler de katledilmişlerdir.
   Ebu Hanife'nin bu husustaki görüşü, bu gibi kimselerin mürted hükmünde olacakları şeklindedir.
   Eğer Allah'ı inkâr eden deli veya yarım akıllı bir kimse ise, aklı başına geldiğinde böyle bir hataya düşmüyorsa te'dib edilir.

   [5] Hüseyin b. Mansûru'l-Hallâc'in «ben Hakkım, Hak'sız vücud yoktur» demesi gibi bazı mutasavvıflar da, «sâlik hedefe varınca, yaş bitkiye suyun hulul ettiği gibi, Allah da ona hulul eder, ayırmak mümkün olmaz, o zaman ben O'yum. O bendir demek mümkündür. Onlara göre bu karışma, ya ittisal, ya içtima, ya istihale yolu ile olur. Allah bu gibi hallerden münezzehtir. Bunların iddia ettikleri ittisal ve içtima gibi haller, Allah'ın nurunun sâlikin kalbinde aks etmesinden ibarettir. Onlar bunu hulul zannederler. Suya bakan bir çocuğun güneşin aksini suyun içinde gördüğünde bu güneştir deyişi gibidir o... Bu gibi kimselere, bu husustaki hükümler tatbik edilir. Tevbe ederlerse, tevbeleri makbuldür. Bu söyledikleri söz vecd halinde söylenmiş ise âhirette necattadırlar. Dünyada yine zahirine göre hüküm verilir.
   Hallâc-ı Mansûr'un, şeriatı zahiren ve batınen tatbik ettiği halde öldürülmesi, çok geniş tartışmalara yol açmıştır. Bazıları bu zatin geceleri bin rekât namaz kıldığını ve buna hapiste iken de devam ettiğini söylemişlerdir. Öldürülürken akan kanın, yerde Allah Allah nakışları meydana getirdiği de rivayetler arasındadır. Böyle bir kimsenin ölümüne fetva vermek bir iftiradır. Bu zata isnad edilen hulul meselesi, yahudi ve hıristiyanların kasdettiği mânadaki hulul değildir. Kendisi hululü şöyle anlatmıştır; “Bir insan kendisini olgunlaştırır, lezzet ve şehvetlere sabreder ve beşeri zaaflardan uzaklaşarak berraklaşırsa ilâhi ruh ona hulul eder, yaptığı işlerin hepsi Allah'ın işi olur.»
   Şu hadis-i kudside izah edilen bu mânaya yakındır: «Kul bana, nafilelerle yaklaşır. Bana yaklaşınca onu severim. Sevdiğim zaman da onun işiten kulağı, gören gözü ve tutan eli olurum... »
   Tilmisâni'nin rivayetine göre, Hallâc-ı Mansur tâbilerine yazdığı bir mektubunda şöyle demiştir: «Rablerin Rabbinden kulu filan oğlu filâna.»
   Tabileri de mektup yazdıklarında ona şu ibarelerle hitap ederlerdi: «Ey zâtların zâtı, sen her şekle girersin, sen şu anda Hüseyin b. Mansûr'un seklindesin, sen Allâmu’l-Guyûbsun, senin rahmetini istiyoruz.» Eğer bu nakil doğru ise, tartışmaya lüzum yoktur... Katli vâcibdir.

   [6] Müneccimlerin bildiklerini iddia ettikleri şeyler umumiyetle şunlardır: Cinlerden, ana rahmindeki çocuğun kız mı erkek mi olduğundan, bolluk vo kıtlıktan, ölüm ve sağlıktan, yağmurdan, kışın şiddetli olacağından, fakirlik ve zenginlikten ve herhangi bir kimsenin yüksek mevki sahibi olacağından bahsetmeleridir. Bunlar ve bunlara tabi olanlar dalâlettedir ve cahildirler. Bir gün İskender-i Rûmî'ye şöyle denildi. «Biz bir müneccimle bostanda konuşurken bize yıldızlardan bahsetti. Gündüzdü. Yıldızları sayarken kuyuya düştü.» Bunun üzerine İskender-i Rûmi: Gökyüzündekini bilen nasıl oluyor da yerdekini bilemiyor? Dedi.
   Tilmisânî  “yeryüzünü tedbirde yıldızların rolü olduğunu iddia eden kâfirdir. Çünkü Allah'a şirk koşmuştur. Mürted hükmündedir” demiştir.

   [7] Muhammed ibn Fadl şöyle demiştir: Bir kimse kâhini tasdik ederse kâfir olur. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur. «Bir kimse kâhini getirir de söylediğini tasdik ederse, Muhammed'e (s.a.v.) inene (Kur'an-ı Kerim'e) küfretmiş olur.» Gaybı Allah'tan başka, ne insan, ne cin hiç kimse bilemez. Bu husustaki delilimiz su âyet-i celiledir: «Bu suretle yere kapanıp yıkıldığı zaman besbelli oldu ki eğer cinler gaybı bilmiş olsalardı öyle horlayıcı bir azab içinde kalıp durmazlardı.» (Sebe': 14)
   Velilere zahir olan keşifler ise caizdir.

   [7a] İmam Nevevî, göklerde olup biteni işittiğini iddia eden, yerdeki gizlilikleri bildiğini ileri süren ve buna benzer diğer müneccim ve sihirbazların hareketleri «kehanetin» şümûlü içine girer demiştir.
   Peygamber (s.a.v,) bir hadis-i şeriflerinde: «Yıldızlarla meşgul olan kimse sihirbazdır. Bu meşguliyetini artırdıkça günahı da artar» buyurmuşlardır
   Çalınan şeyleri, defineleri, insanların ömrünü, kıtlığı, bolluğu, barışı, savaşı, rüzgârı, karı, yağmurun bol yağacağını, ayın ve güneşin tutulacağını, zelzeleyi ve gayba taalluk eden bütün şeyleri haber veren kimseler kâhindirler. Şeriat kehâneti menetmistir. Öğrenmesi ve Öğretmesi haramdır. Dine zararlıdır. Kalbi hasta eder. İtikadı çökertir. Camiu's-Sağir'de kâhini getirip ona soru soran kimsenin kırk gün tevbesi kabul olmaz, denmiştir. Eğer sorduğu suale, kâhinin verdiği cevabı tasdik ederse kâfir olur.

  [8] Melekler, ancak Allah'ın izni, ilhamı ve bildirmesi ile gaybı bilebilirler.

   [9] Kur'an-ı Kerim'deki müteşâbih âyet-i celileler ile Peygamberimizin hadîs-i şeriflerinden, müteşâbih olanlar mecazdır. Meselâ şu hadis-i şerifde vârid olan; «Allah Teâlâ her gece dünya semasına iner, gecenin son üçte birinde orada kalır ve «dua eden yok mu, kabul edeyim, isteyen yok mu vereyim, af dileyen yok mu affedeyim, buyurur.» Bu mâna, rahmetinin nüzulünden, inişinden mecazdır,
   Te'vili icab eden bütün âyet-i celile ve hadis-i şerifler böyledir.
   İmam Malik, bu gibi âyet-i celile ve hadîs-i şeriflerin te'vili yapılmadan, halka anlatılmasına karşı çıkmıştır. Selef-i salihin de, içinden şer’i hüküm çıkmayan mûteşâbih ayet-i celile ve hadis-i şeriflerin halka anlatılmasını mahzurlu bulmuşlardır.

Hiç yorum yok

Öne Çıkan Yayın

İBDA ve İBDA-C Nedir?

İBDA-C’nin daha iyi anlaşılması için İBDA'nın kısaca tarif ve izahını yapmak istiyoruz… Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu’nun "...

İzleyiciler

Popüler Yayınlar

Tema resimleri duncan1890 tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.