DEDE PAŞA HAZRETLERİ



DEDE PAŞA HAZRETLERİ

Nüfusa kayıt tarihi 1300 ise de, 1294 veya 1295 Bayburt doğumlu (milâdi 1878 veya 1879). Bayburt ve Aşağı Lori (şimdiki yazıbaşı) köyünde İzni Ağalar diye anılan misafirperver, fukara ve zayıflar dostu, yerleşmiş tabiriyle “hanedan” bir soydan Hacı Hüseyin Efendi ile kendilerine Seyyidler denilen bir aileye mensup Gülhanım’ın kutlu izdivacından doğmuş. İptidai ve rüşdiyeyi bitirdikten sonra, 18-19 yaşlarındayken Beşir Efendi Hazretlerine bağlanarak bütün ömrü boyunca her zevki, her işi bırakıp şeyhine ve tarikatına hizmetten başka her gayeden yönünü ve gönlünü çevirmiş, yaz ve kış, gece ve gündüz şeyhi ile tebliğde gezmiş, geniş arazi ve emlâk sahibi olduğu halde dünya malı ve alayişine meyletmeyerek mevcut serveti ile mükemmel sıhhatini ve çok güzel olduğu bilinen sesi ile sair bedeni kabiliyetlerini münhasıran rabıtasının emrine ve hizmetine feda etmiştir.
Oğlunun Dilinden Hayatından Kesitler:
Hayatını babasını anlatırken duygulu anlar yaşayan oğlu Nureddin Baştürk  ilerlemiş yaşına rağmen tazeliğini koruyan  hafızasından şöyle anlatmıştır:  “-Babam okumayı çok severdi, ilk önce sübyan mektebine gitmiş, bu okulda çok başarılı imiş, okul dışında da Bayburt’a bağlı Yukarı Aksüt köyünde Kitapsız Hacı Mustafa Efendi diye bir zattan dersler almış. Bu zat babamın zekasına hayret edermiş. Sürekli “bu çocuk bir başka”  diye sağda solda söylermiş, zaten kendilerine “Dede Paşa” adını  da bu zat koymuş.  Babam sübyan mektebini bitirdikten sonra Bayburt’ta Rüştiye’ye başlamış Burayı da başarıyla okumuş. Daha sonra dedem İstanbul’daki Darul Ülya adlı okula kaydını yaptırmış. Ama dedem vefat bedince babam okulu bırakmış ve köyüne dönmüş. Çünkü bizlerin köyde bir arazisi vardı, bunlarla ilgilenmesi gerekiyordu.
Dede Paşa hazretleri köydeki arazi işiyle meşgul olmaktadır. Ancak ne çare ki gönlündeki ateş başka o sürekli okumak istiyor. İşlerden fırsat buldukça Bayburt´ta bulunan hocalardan fıkıh dersleri alıyor. Günlerden bir gün köye gönlündeki ateşi söndürecek belki de daha da alevlendirecek Pir-i Sami hazretlerinin halifesi, Şeyh Muhammed Beşir Erzincani (K.s) geliyor. Gerisini Nureddin Efendi´den nakledelim:  “Babam derki ki; ‘Bir gün köyümüze bir Nakşibendi şeyhinin geldiğini söylediler. Ben gitmemiştim. Gelen şeyh, Pir-i Sami hazretlerinin halifesi Şeyh Beşir Efendi imiş. Efendi hazretleri, köyümüzde bir evde misafir olmuş. Bu evde Hazret sohbet ediyormuş. Sohbette bulunanlardan biri Beşir Efendiye demiş ki: ‘Efendim bizim bir Dede´miz var, o da sohbete katılsın mı?’ demişler. Hazret de gelmesini söylemiş. Beşir Efendi dede ismini duyunca yaşlı biri zannetmiş. Babam gidince Beşir Efendi şaşırmış. Bir de ne görsün dede dedikleri 19 yaşında bir delikanlı.”
Dede Paşa Musa Baştürk (K.s.)’un Mezartaşı…
Dede Paşa hazretleri Beşir Efendinin sohbetini dinledi, etkilendi. El tuttu, mürid oldu. Beşir Efendi köyden ayrılıp, memleketi Erzincan´a döndü. Dede Paşa´yı bir sevgi hasreti sardı. İşi gücü bıraktı. Ağladı olmadı, güldü olmadı. İçi içine sığmadı. Bir hasret başladı ki sormayın. İşi gücü bırakan Dede Paşa hazretleri Şeyhi Beşir Efendi´ye koştu, hiç ayrılmamacasına. Köydeki arazileri dayılarına bırakıp Beşir Efendi´nin Erzincan´daki dergahına hizmete koşuyor.
Dede Paşa Hazretleri böylece Erzincanlı Nakşbendi Meşayihinden Muhammed Beşir Efendi’den tarikat dersi alır.  Kendi köyünden Hazret’in Tercan’daki tekkesine sürekli gidip arasıra kendi köyü Aşağı Lori’ye dönermiş. Erzincan’da bulunan Beşir Efendinin dergahında sürekli sohbete katılır, dergahın her türlü hizmetinde bulunur.
 Şeyhine bağlılığını ve hizmetini oğlu Nureddin Efendi  şöyle nakleder:
“Babam Beşir Efendi´ye bağlandıktan sonra dünya işleriyle uğraşmamış. Şeyhi Beşir Efendi´nin dergahında sürekli ders almış. Dergahın her türlü hizmetine koşmuş. Ara sıra babam köyüne dönermiş. O zaman şartlar çok sıkıntılı, vasıta yok, at var ama dağları aşmak çok zor oluyormuş. Bizim köyden Hazret´in Tercan´daki tekkesine sürekli gider gelirken çok tehlikeli olaylar yaşamış. Mesela bir keresinde Fırat´ı geçerken suya kapılmış. Su hayli sürüklemiş babamı. Yine bir kaç defa da eşkıyalar yolunu kesmiş.
 Bir de Ruslar Erzincan´a geliyorlar, harp başlıyor. Babam da asteğmen rütbesinde Halit Paşa komutasında Kop Dağı´nda savaşa asteğmen olarak katılıyor. Daha sonra da Zile´ye muhacir olarak gidiyorlar. Yani Babam, sürekli Zile´den Kırşehir´e giderek, şeyhinden feyz almaya devam ediyor. (O sıra Beşir Efendi, Kırşehir’de Cacabey Medrese Camiinde İmamlık yapmaktadır.)
     Erzincan´ın düşman işgalinden kurtuluşunun ardından, Babam Zile´den şeyhi Beşir Efendi ise Kırşehir´den Erzincan´a dönüyorlar. Şeyh Beşir Efendi Erzincan´da bulunan Mecidiye Kebir Mahallesi’nde bir tekke inşa ediyor. Ancak Cumhuriyetin ilanından sonra tekkeler yasaklanıyor.”
     1932 yılında Şeyh Beşir Efendi yerine Dede Paşa hazretlerini halife olarak bırakarak.ötelere sefer eder. Vasiyeti üzerine Terzi Baba Kabristanı´nda toprağa verilir. Paşa hazretleri, Bayburt´un Aşağı Lori Köyü´ne dönerek burada irşad görevine başlar. “Emir var ; ‘Altın Silsile’ devam edecek.”
Nureddin Baştürk, babası  Dede Paşa Hazretleri’nden bazı önemli anıları ve  son günlerini anlatmağa şöyle devam ediyor:  “Köyde 50 kişinin kalacağı büyüklükte bir konağımız vardı. Bu konağın yanında bir konak daha yaptırdı. Gelen giden çoktu. Tarikat ile ilgili ibadetler gizli yapılırdı. Bu dönemde 1939 yılında Erzincan´a beraber gittik. Beşir Efendi hazretlerinin iki oğlu da bu depremde rahmetli olmuşlardı. Babam Erzincan´ın bu durumuna çok üzüldü, günlerce ağladı.”
Şeyh Beşir Efendi hazretlerinin bağlıları Dede Paşa hazretlerine intisap etmişlerdir. Paşa hazretleri, bazen Erzincan´a geliyor, bazen Ankara, İstanbul´a gidiyordu. Köyü ise binlerce bağlısının toplandığı bir mekan haline gelmişti.  Paşa hazretlerinin oğlu Nureddin Efendi o dönemin çok sıkıntılar içerisinde geçtiğinden bahsediyor, ama bu sıkıntılı günlere rağmen Dede Paşa´nın hizmetlerini hiç aksatmadığını söylüyor ve devam ediyor: “Türkiye´nin her yerinde bağlıları olan babamı her gün yüzlerce insan ziyaret ederdi. Ben onbeş yaşında iken  Said Nursi hazretleri babamı ziyarete geldi. İlk defa da biz kendisini Ankara´da ziyarete gittik.
Benim şahid olduğum önemli konulardan biri de şudur. Babam bir sohbetinde
‘Yakında tek partiden kurtulacağız. Yeni bir parti var. Bu parti iktidar olacak ve İslam adına da çok büyük faydaları olacak. Ama ömrü de kısa olacak.’ dedi.”
Dede Paşa hazretleri´nin ilk hanımı Şefika Hatun 1957 yılında vefat etmiş, ikinci izdivacını 1962 yılında Havva Hatun ile yapmıştır. Doksan yılı aşan bir ömrünü Allah yolunda hizmete adayan Paşa hazretleri 4 Eylül 1973 tarihinde Hakk’a vasıl oldu. Son anında dudakları durmadan kıpırdıyor, Rabbı´nın ismini anıyordu. Aile efradını yanına çağırdı ve dedi ki:
“Çağırdılar; gidiyorum. Beni Erzincan Terzi Baba Mezarlığı´nda Şeyhim Beşir Efendimin yanında bir yerde toprağa veriniz.” 
Dede Paşa hazretleri bu vasiyeti üzerine Terzi Baba  Kabristanı’nda şeyhinin yanında toprağa verilir..  ( KAYNAK : Ünal Tuygun ; Abdurrahim Reyhan kitabından…)
“-Bizi bizim vefatımızdan sonra anlarsınız, kılıç kınında iken kesmez ama o kından sıyrılınca turnalar hangi göle konar görürsünüz.”


Sözlerinden Seçmeler

Siyaset

- Bidayette takva devri vardı, sonradan fetva devri açıldı, şimdi ise siyaset devridir. Şart ki, siyasetimiz İslam siyaseti olsun.
- Cenabı Allah’ın siyaseti var. Habibinin de siyaseti vardı. Habibi islamın siyaseti hududunda, zamanına göre siyasetini adalet buyurmuştur. Evliyaullahın da bir siyaseti vardır, siyaset ise şarttır.
- Nasılsa Acemistana dervişin birinin yolu düşmüş. Bir evin duvarına yaslanmış. İbret, hayret hali kendisini kaplamış. Temkin olduktan sonra beşeriyetine malik olmuş. Bakmış ki, acem ayaklarını pencereden uzatmış. Ayakkabılarının altında Çariyar Efendilerimizin üçünün ismini yazmış. Hemen teberi almasıyla aceme bir tane vurduğu gibi gebertir. Tutup götürürler mahkemeye.. Acem mustantığı sorar:
-Hele ay kişi! Sen ne gayretinen bu kişiyi vurdun? Derviş der ki:
– Ay efendi! Ben o kişiyi niye vurmayayım? Getirmiş de düşmanlarımın ismini benim başımın üstüne sarkıtmış.. Hakimler müşavereden sonra derler ki:
– Madem ki düşmanlarından kurtulmak için bu fiili işledi öyleyse beratı gerekir. İşte bu zaman böyle siyasetlerin zamanıdır şehzadelerim!
- Gayet ince siyaset lazımdır.
- Cenabı Hakk’ın, Habibinin ve velilerinin de siyaseti vardır.
- Siyaset şarttır.

- Evliyaullahın büyük çoğunluğu Türkiye’dedir.

- İslam aleminin reisi Türkiye’dir ve Türkiye olacaktır.

- Hafızı Şirazi Hazretleri ki bir evliyaullahtır. Böyle iken meyhanecilik yaparmış. Çünkü, Şiraz halkı bütün içkiye müptela olmuş. Daha başka bir çare olmadığından, kendisi hususi bir meyhane açmış. Sebebi; milleti o içkiden halas etmek. Gelene içki verir. Hizmetçilere emreder ki: Şu içkiden doldur! Kendisi de bardağına bir tükürür.. Tükürüğü abı hayat.. O içkiyi bir kere içen:
– Daha ben bu zıkkımı bir daha içmem! diye bardağı kaldırıp atar. Böyle böyle Şiraz halkını o felaketten kurtarır, benim şahım! Evliyaullah öyledir, evliyaullahın siyaseti böyledir, beylerim.

Müslüman şapka giyse şapkası olur Müslüman.

- Müceddid batından gelirse dini tecdid eder, kuvvetlendirir. Şimdi ise müceddid zahirden gelmiş. Zahirden gelen müceddid şeriatı ortadan kaldırmaya çalışırmış. Daha demeye hacet yok. Hükümetlerin hali, fiilini.. Mekteplerde ne okutulur? Şeriata dair bir kelam var mı?
- Müceddid zahirden gelince, dini hükümleri yıkar. Onun için maneviyat idaresi de bazı yeni tedbirlerle bazı tasarruflarda bulunmuştur.

Mürşid

- Mürşid-i kâmil, bizim yaratılışımızın icabı, bize alettir. Mürşid-i kâmilin hakikatı; Cenab-ı Hak azametiyle ete kemiğe bürünüp, mesela mürşid şeklinde sana görünür. Halbuki hakikati Cenabı Allah’ın azameti kudretidir. Aletsiz kemalat olmaz. Kemalatın aleti de mahviyettir.
-Mürşidler adam oynatır.
-Mürid olana müjdeler olsun!
-Mürşidi olanın müşküli olmaz.
-Elhamdülilah, mürşidi kamil olanların benim sultanım, müridleri bile sualden hesaptan beridirler.. Allah’a şükür!
-Mürşidi kâmilin vücudu Rasulullah Efendimiz’in kabri şerifidir. Hem de bu vücud beytullahtır. Onun için mürşidi kâmilin elinden tutan bir müslümanın günahı, kul hakkı dahil affolur.
-Onların mesnetine ( derecesine, memuriyetine) göre mürşidin hizmeti hangi şehirde ise; çünkü, Hakikat şehri var, Canan ili var, Bülbüller şehri var, Güller şehri var, Şan şehri var; böyle dokuz şehir sayarlar.. Mürşidinin hizmeti hangi şehirde ise, o şehirde ne gibi bir rütbesi var ise, o rütbesiyle beraber, ayni askeriye ve mülkiye gibi;
Nakşi tarikatler askeriye, Cehri tarikatler mülkiye, benim sultanım..
Onların ne hesabı var, ne suali var. Onlar darı beka’ya göçtüğü günü, mürşidi hangi şehirde ise kendisi de o şehirde.. Onu artık dil söylemekten acizdir. O şehrin ne kadar kıymeti var ki, elhamdülillah, o şehirler yine yeryüzünde emin ol.. Yani vücutları sabit. Yani mahşerde o şehirler tamamiyle meydana gelir. O şehirlerin umum halkı sualden hesaptan beridirler.. Cenabı Allah lütfedip de mahşer hesabını gördüğü zaman, onlar mest ü hayran halinde, Allah’ın cemalinden mest olmuş halde. Ne zamana kadar? Ne zaman herkes makamına dahil olduktan sonra tabii! Allah’ın o da bir âlemi. O yeni âlemde onlar da kullara olan iltifat hududunda kulluklarını yapacak. Ama orda dünya gibi değil, dünyadan ne götürmüşsen sermayen o. Çünkü dünya ahiretin mezrası, benim sultanım. Salih Baba buyurur:
“Eriştim âhir bir mürşide onu hızr-ı zaman gördüm
Demi enfası Mesiha Muhammed’den nişan gördüm”
-Evliyaullahda havf, hüzün olmaz, sual, hesap olmaz. Evliyaullah daima Allah ile beraberdir. Çünkü Allah, onda celis olmuştur. Cebrail, İsrafil, Mikail, Azrail ve Hızır aleyhisselam evliyaullahın emrindedir. Evliyaullah müridin zahirini, batınını, evvelini, ahirini, derdini, dermanını, vücudunda kaç kıl olduğunu bilir. Allah onlara bildirmiştir. Ona göre halimizi idare edelim şahzadelerim…
-Mürşidin bir milyar müridi olsa, hepsi de ayrı ayrı yerlerde bulunsa, mürşid onların her birinin her halini bilir.
-Evliyaullah vefat etse yine o nisbeti, feyzi müridine adalet buyurur. Mürid ölse de, yine feyzi alır. Müridin terakki, terfii feyiz iledir.
-Bizim mürşidlerimiz müridi şu zamanda fenafillah makamına dahil olsa bile ona halini bildirmezler, bir perde çekip örterler halini. Çünkü bu zamanda hal idaresi çok çetindür. Fahr-i alem efendimiz buyurur: Derler ki , ya Resulullah -sallallahu aleyhi ve selem-  insanlar ne ile zengin olur? Buyurur ki: Temkin iktisatla.. Tarikatta da temkin iktisat şarttır.
-Yani mürşidi kamile ettiğin rica Allah’tan başka bir yere gitmez, Allahın zatına gider.Çünkü mürşidi kamil Allah kapısıdır. Biz cemalullahı mürşidi kamilin yüzünden göreceğiz.
-Bir evliyaullahın bir günlük ameli, bir milyar müridi olsa, her biri ömrünün sonuna kadar hep günah işlese, hepsini tartar. Bir evliyaullah, bir nefeste bu mahlukatın nefesinin adedince Allah der. Onların hiç huzursuz hali olmaz. Onların huzuru bu aleme yeter. Onların nuru, feyzi altı ciheti ihata eder.
-“Yüzünde yazılı seb’el mesani” Seb’el mesani fatihayı şeriftir. Fatihayı şerifin manası ne ise, mürşidi kamil evladına o manadan himmet buyurup feyiz verir. Başka tarikatlarda yoktur bu; evvelinde yirmibeş defa estağfirullah dersin, beş defa Elham okur makamlarına (ders tarifindeki şekli ile) hiybe edersin, bu hiçbir tarikte yoktur. Bizim tarikimizin rabıta tarifesi böyledir: Hazreti Pir bir altın kürsü üzerinde oturmuş, mübarek yüzünden adeta ayın onüçü-ondördü gibi olan cemalinden, ayın o şuleli zamanındaki gibi bir nur hasıl olup seni ihata etmiş. O mübarek yüzünün nuru seni ihata etmiş, her nefes aldıkça o nur kalbine gidiyor, nefesini dışarı verdikçe de bir siyah zulmet çıkıp senden uzaklaşıyor. Nefsini de bir uyuz it şeklinde atmışsın önüne, şeriat kamçısı ile başından aşağı vurup terbiye ediyor. Kalbini de bir altın tabak içinde tutmuş, mübarek iki kaşı arasından baş parmağın kalınlığında akmakta olan o feyzi ilahi o kalbini temiz, tahir, safi ediyor. Sen de aynı o mübarek cemali seyrederek tesbihini çekiyorsun. Çünkü cemalullahı o yüzden göreceksin. Tesbihini de o yüze bakarak çek ki, o yüz, Allah kapısıdır.
-“Kutbul irşad, gavsı azam ve kutbul aktab makamlarının üçü de zatının tapusudur. Busebeple de, bu en büyük üç makamı uhdesinde bulundurduğundan “müceddid” gelecek idi, ama hikmetullah, müceddid zahirden zuhur etti. Hazreti Pir’in saye ve kemali öyle bir hadde ulaşmıştı ki, insan ve cinlerin mürşidi olduğundan “ mürşidi sakaleyn” ve bütün mahlukatın rızıklarının taksim edeni bulunduğundan da “kasım-ül erzak” ünvanlarının sahibi idi. Süleyman aleyhisselamın tasarruf ve saltanatına batında ulaşmış bir Allah eri idi.”
-Alimler, mevlit sahipleri, Resulullah -Sallallahu aleyhi ve selem-  Efendimizi methetmişler. Lakin Resulullah Efendimiz-Sallallahu aleyhi ve selem-  onların ifade ettikleri gibi midir? Onlar halkın hazmı nisbetinde anlatmışlar. Halbuki Risaletpenah Efendimiz, her an Allah’ın zatı iledir, her zaman mirac-ı şeriftedir, benim sultanım.
-Şimdi mürşidler, yemeği pişirmiş, kaşık elinde: -Gel yavrum, nimetini ye, diye nezaketle, ikramla ve lütufla müridine her halinde şefkat ve merhamet göstermektedir.”
-Mürşid gerektir bildire Hakkı sana hakkel yakin
-Sana mürşid her halini hakkel yakin bildirir. Sen bil, bilme bu böyledir. Senin nefsinin, şeytanının, sıfat-ı hayvaniyenin mürşide karşı vallahi hiçbir kıymeti yoktur. Ama biz niye böyle eza cefa çekeriz? İnsanların çekmiş olduğu cefa alacak olduğu nimet karşılığıdır. Senin nimetinin bahası, kıymeti olmaz ki. Allah’a baha olmaz. Mürşidi kamil kendi reyiyle halife olmaz. Bu Allah’ın emri, Peygamberin emridir. Onların emri ile oldu ise, kudret ve selahiyetleri de lutfedilmiştir. İnsanlara Allah’ın en büyük lütfu şüphesiz, mürşidi kamildir. Allah’a ulaşmak için böyle bir lütfa uymaktan başka çare yoktur. Böyle bir sultana evlâd olmuşuz Daha bundan büyük ne şanımız var. Bizim kendi bildiğimiz bizi yarı yolda bırakır. Sade kendi bildiğimizle çalışmayıp tarikatımızın usülüne uyalım.
Tarikatımızın dört aleti vardır.
1-Muhabbet, 2-ihlas, 3-Edep, 4-Teslimiyet.
İşin başında bu dört aleti mürşidde tekmil ve tamam etmek lazım. Varis-i Enbiya olan mürşid bu dört aleti tamamlayandan memnun razı olur. Bu sefer bu dört alet Risaletpenah Efendimize akseder. Bu dört aletin her birisinde müride bir nimeti vardır. Bu nimetlere layık olanlara nimetini lütfetmek de mürşide vacip olur.

Aile

-Bir erkeğin nuru ailesidir, ev halkıdır.  Kadın bir göl gibidir. Erkeğin hayatı karısıdır. Kadın şeriat ehli olursa, tarikat ehli olursa, onun her hali nur olur. Çünkü o haneye melekler gelir, feriştahlar gelir, veliler gelir; onların geldiği yer de hakikaten nur olur. O hanenin efendisi dışarıda ne kadar zahmet, meşakkat ve şuğul ile olsa da, eve gelip o nuru içtiği gibi derdinin dermanını bulmuş olur. Her keyifsizliğin şifası içtiği o nurdur. İşte bu hal hanımının şeriat, tarikat sahibi olmasıyla hasıl olur.
- Kadınlar bize emanettir.
-Kadınlar hem nur, hem de nardır.
 -“Kellimini ya Humeyra!” buyurmuştur.

Günümüz Şartları (Maslahat )ve Tasavvuf

-Evliyaullahın müridlerinin idaresi dışındaki selahiyeti alınmış ve bu selahiyetin tamamı Resulullah Efendimizin -Sallallahu aleyhi ve selem- zatında toplanmıştır.
-Veliler kendi reyiyle iş görmezler. Cenabı Hakk’a tevekkül olurlar. Huzuru Peygamber Efendimize gider rica ederler. “Ya Resulullah -Sallallahu aleyhi ve selem-, filan işi işleyelim mi?” Ne emir buyurulursa o işi öyle yaparlardı.

Umumi harbten sonra velilerin umumu Resulullah Efendimize -Sallallahu aleyhi ve selem-  rica etti ki: – Ya Resulullah, kerem buyur, Müslümanlık Türkiye’de kafirlerin işgalinden kurtulsun.  Emir buyurdu ki: – Hayır, burası da küfrün idaresinde kalacak. Değilse, İslamın şerefini muhafaza edemezler. Velilerin umumu tekrar tekrar yalvardılar ki: – Ya Resulullah -Sallallahu aleyhi ve selem-, kerem buyur, bu iradeyi kaldır.. Bunun üzerine Risaletpenah Efendimiz -Sallallahu aleyhi ve selem-, velilerin ricasını kabul buyurup kafirlerin def’ini emretti amma, velilerin de umumunun selahiyetini kendilerinden çekip aldı.

Adil Sultan hazretlerinin teşrifine kadar velilerin selahiyeti şimdi kendilerinde değil. Peygamber Efendimiz-Sallallahu aleyhi ve selem- günlük emrini Kutbül Aktab’a emir buyurur.. O da emrindeki velilere tebliğ eder.
-Seyri süluk kaldırılmış, esasında, ayrı ve özel bir usule tabi tutularak zahir gözünden gizlenmiştir.
-Bu zamanda hal gizlenmiştir. Hal  idaresi pek çetin olduğundan, pek müstesna bazı ahvalin dışında, kaldırılmıştır.
-Bu devirde, evlat ve ailede olan imani ve tatbiki noksanlıklardaki mesuliyet de kaldırılmıştır. (Bir defa ikaz etme ile devamlı gayret etmek ise şarttır.)
-Bu devirde İslam için yapılan en küçük hizmet, İslam hükümlerine muhabbet hududundaki birleştirici her gayret, Allah ile olun emrinin sırrına mazhar kılınmış, bu irade, hizmet ve gayretler, Resulullah Efendimizin -Sallallahu aleyhi ve selem- saadetli zamanındaki tebligatına yapılmış yardımdan sayılmıştır.
-Her şey zamana göredir, bu zamanda zahir adabı kaldırılmıştır.
-Mehdi hazretlerine asker yetiştirenler bu devrin cihadını yapıyorlar. Bugünkü müslümana kalsan olmaz, amma, Allah’ın izniyle olacak .
-Evliyaullahın büyük çoğunluğu Türkiye’dedir.
-İslam aleminin reisi Türkiye’dir ve Türkiye olacaktır.
-Bu devir mezhep devri değil, meşrep devridir.
-Hakikaten her şey zamana göredir. Bu zaman cennet alemidir. Bu zamanı biz muhalif görmeyelim. Çünkü cennette insanlar öyledir; erkekler kadınlar hepsi bir makamdadır. Cennette olan alem ne demektir? Hakikaten tarikatın var ise, halinden de haberdar değil isen, bir kadın görünce de ki: mürşidim bana bu şekilde görünür! Gördüğün zamanda birinci bakmanda mes’ul olmazsın. İkinci bakmanda da: Bak bu kirpikler, bu kapaklar şeriattır. Şeriat kapaklarını kapatınca şeriata hadim oldun.. Bir insan şeriata hizmetçi olursa, elbette Allah’ın bir lütfuna mazhar olur.
-İnsanlar temkin, iktisatla zengin olur…
-Fakirlik kalb fakirliğidir.
-Fakirlik mahviyettir, fenafillah olmaktır.
-En doğrumuz orak gibi doğru.
-Nimet bilene, görene, köre ne?
-Sigara haramsa yakıyorum, helalse içiyorum.
-Dünya, deniler (alçaklar) için deni, âli adamlar için de âlidir.
-Hakikaten beyler, iyi yiyin, iyi giyinin, saltanatlı olun, çok zengin olmaya çalışın. Allah namerde muhtaç etmeye, Habibi hurmetine adayı bedkare muhtaç etmeye.
-“Tekkelerde olan alemi dil söylemekten acizdir. Emin olun cennetin alemi tekkelerde mevcut idi. Kapıdan içeri girerdin, bir misk rayihası kendini istiab ederdi (kaplardı). Su içerdin kevser, yemek yerdin cennet taamı, yedikçe dimağına bir hayat gelirdi benim sultanım. Biz sözünü söylesek de özünden haberimiz yok. O tekkede meşayihin sohbeti de acaip garaip bir hal ile olurdu. Çünkü o zamanda meşayih ne söylerse o ihvanın kalbinde olan halini kendisine söyler ki, işte halin budur, dermanı da budur.. Biraz gönlüne şek (şüphe) gelen bir ihvanı da hemen ikaz eder gözünü açar, halinin hakikati ne ise o halin hakikatini gösterirdi. Mürid o anda ikaz olup anlardı ki, haa evet bu yaylanın yolu böyle gidermiş. Elhamdülillah şimdi zaman tebdil oldu sultanım.”
- “Şimdi, mürşid-i kamiller müridini halinden haberdar etmiyorlar. Niye? Senin benim selamet saadetim için. Yaramazlar şerrinden, yaramazlığın künhünden (tamamından) muhafaza için. Şimdi şu zamanda zahir adabı kaldırılmıştır. Zahir adabının takat tahammulü çok zordur beylerim. Şimdi şu zamanda hal yoktur amma meşakket mihneti de yoktur. Şimdi – seyri ilallah makamına kadar- seyr i süluku sokakta ikmal ettiriyorlar. Hal idaresi çetündür. Onun için bu bir Allah’ın fazlı, keremidir. Şimdi, insanların muhalifi olan nefsü şeytandır. Rabıta nuru olan yere şeytan yaklaşamaz.Mürşid i kamil, müridin iki küreği arasındaki şeytanın hulül yeri, üfürme yerini kapatır. Senin nefsin de yarıya kadar su dolu tenekeye düşen bir fareye benzer. Ne kadar iktidarı olsa da, mürşidini tanıyan mürid için hükmü tesirsiz kalır. Sıfatı hayvaniye de yine aynı fareye benzermiş. Issız kalıp karanlığın olmasını bekler ki, çıkıp da nimetlerden yesin (harama düşsün, çalıp çırpsın). Seni göreyim; eyvahını unutma, rabıtanı unutma. Ten mezbeleliği battallıktır. Hizmetini ihmal etmezsen bir tesiri yoktur. Anasır zıddiyet ise mürşidin emrindedir.”

Tarikat

-Tarikatın en yüksek adabı noksanını bilip “eyvaah!..” demektir.
-Daha henüz Cenab-ı Allah esma-sıfatı halk etmezden evvel, Habibiyle beraber, noksan sıfattan beri olarak Habibini ihya (diriltip), inşad (sevindirdiği) ettiği makam. O makama Şah-ı Nakşibend Efendimizden başka dört evliyaullah daha dahil olmuş ise de hiçbiri kabul olmamış. Noksanlık yapmışlar. Lakin Şah-ı Nakşibend Efendimiz fevkalade kabul olmuş. İşte bizim tarikatımızın dersini o makamda Hazreti Fahri Alem Efendimiz Hazretleri Şah-ı Nakşibend Efendimize emir buyurmuştur. Malum.. Onun için bizim tarikımız tarik-i nazenindir. Yani nazenin ki, misli yoktur. Bizim tarikimize teşbih hiçbir tarik yoktur. Amma Nakşi tarikatları çok çeşitli. Aşikare çekenler, kalben çekenler benim sultanım. Kalben çekenleri de yüz, iki yüz, beş yüz ve neticede bin tesbih benim sultanım. Başka tarikin, başka kolun usülü ayrı. Bizim kolumuzda başka esma çektirmezler. Kalben Allah Allah.. Allah lafzında ise bütün esma mevcuttur. Bizim tarikimizin (kolumuzun) usulü hiçbir tarikde yoktur. Bizde nafile ibadet yoktur. (on iki yıllık ibadete bedel olan) evvabin namazı ile (yatsıdan sabaha kadarki bütün ibadete bedel olan) teheccüd namazından başka.. yatıp kalkmadan da, yatsıdan sonra kılacaksan, (böyle kılınca da) tamamıyle kılmış olursun.
-Hiçbir tarikte bizim tarikimizin usulü yoktur. Hiçbir tarikin guslü yoktur. Eğer bir müridin mukadderatı, tarikata hakikaten bağlı ise onun guslünden sonra, o vücutta zamanıyle işlemiş olduğu masiyetten (günahlardan) hasıl olan zulmeti o su ile birlikte akıp gider. Allah o vücudu temiz, tahir eder. Göbekten yukarısını da Allah boyası ile o vücudu boyarlar (sıbgatullah). Artık o vücut boyandıktan sonra ona hariçten hiçbir şeyin tesiri olmaz. Dahili de öyle bir hale gelir ki, hariçten iktidar alamaz. Hariçten iktidar alamayan bir vücudun dahilinden hasıl olan melanetinin de bir kıymeti yoktur. İşte bizim tarikimizin usülü böyledir. El tuttuğun andan itibaren de geçmiş günahların, kul hakkı dahil, affolmuştur. Seni göreyim bir daha günah işleme benim sultanım.
-Buyururlar ki “elif ko ba niste”. Yani elif oku da ba yı okuma. Yani sana ne emredilmişse ona devam et, hizmetini emir hududunda gör. Emrolundu ki, evvabin, teheccüd kıl, onu kıl. İşrak kılma emrolundu, onu kılma. Daha gerisi bu ki, Allah Allah demeye devam et ki bir an evvel kalbin Allah desin.
-Teheccüd namazı kılan bir müslümanın her bir noksanı ikmal olur. Gece sabaha kadar kılınan namazın umumunun ecri o dört rek’at namzda mevcut. Evvabin nazmı da ismiyle müsemma (tevbe edenlerin namazı demektir), bütün kazaların ( kaza namazlarının) hepsi o namazda mevcuttur. Onun için buyururlar ki, nafile ibadet ile uğraşacağına , sana farz olan zikrullah ibadetine çalış da bir an önce kalbin Allah desin. Kalb, vücudun padişahıdır. Kalbin Allah der de müstakim olursa ki, padişah müstakim olursa ahali de müstakim olur. Daima aklına geldikçe Allah Allah de. Bir müddet buna devam et. Öyle öyle kalb uyanır. Kalb Allah Allah deyince de gerisine karışma.
-Hikmetullah, zaman öyle olduğundan, senin o şuğül ile çekmiş olduğun tesbihi, senin mürşidin alır velayetine. Velayetinde; kendisinin çekmiş olduğu tesbihin huzuru nasıl ise, o tesbihi; adediyle, tamamiyle, huzuruyle nura, feyze gark eder. Ondan sonra teslim eder Risaletpenah Efendimize. Çünkü Risaletpenah Efendimizin şefaati olmazsa hiçbir şey olmaz, benim sultanım. Bu defa Risaletpenah Efendimiz de kendi nübüvvetiyle o zikrullahı tekmil eder. Cenab-ı Allah’ın yed-i kudretine (kudret eline) teslim der ki, işte Allah’ı satın alacak baha, Allah’ın bahası bu şuğülle çektiğin zikrullahtır, efendi şahım. “Fezkuruni” fermanı ile Cenab-ı Allah’ın : Kulum beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim hali tekamül ediyor. Böyle böyle Allah’ı satın alacak hazine birikmiş olur, beylerim! Allah cümlemize nasip buyursun.
-Hatmenin de zımni okunması vardır. Mazaret hududunda, insan yalnız olur, ihvanlardan ayrı kalıp tek başına bir yerde yaşar, bir işi için uzak bir yere gider veya çok yorgun ve bitap düşer, ala meratibin.. Bunun gibi hatme yapmak ister. Gözünü yumar, “euzübesmele” çeker, yirmibeş “istiğfar” söyledikten sonra, şeyhefendisinin de dahil olduğu bir halakaya gönülden iştirak eder. Şeyhefendim “rabıtayı şerif” buyurdu, “ Fatihayı şerif” buyurdu, “selavatı şerif” dedi, “ya Baki entel Baki, ya Baki entel Baki, ya Baki entel Baki, ya Baki entel Baki, ya Baki entel Baki” ve “selavatı şerif” buyurdu diye rabıta eder gibi hayal ederek, her birinde birer an veya bir zaman duraklayarak gönlü ile bu meclise iştirak eder ve sonunda da: Şeyhefendim Silsileyi Şerifi de okuyup aşri şerifi de okudu, diyerek bir Fatihayı Şerif okur, tamamiyle hatme yapmış olur, hatme sevabı ve feyzi alır. Tek şartı: Hastalık gibi, tek ve yalnız kalma gibi, çok yorgunluk ve bitab düşme gibi mazeret hallerine mahsus olmasıdır.
-Bizim tarikatımız günahkarlar tarikatıdır, günahı olmayan ( günahım yoktur diyen) bize gelmesin.

Sohbet

-Sohbet kalpten zuhur eder. Kalbin sahibi ise neticede Allah’tır. Öyleyse sohbeti Mürşid-i Kâmil buyurur, Rasulullah Efendimiz (SAV) buyurur. Neticede bizzat Allah buyurur. Kalb Allah’ın harika sarayıdır. Kalbden zuhur eden sohbeti Cenabı Allah’ın zatı yapar.  Tarikat sahipleri, zahir ve batın Onlarda mevcut olduğundan, söylemiş olduğu kelamı daima ruha söylerler. Ruh o sözden fevkalade lezzet ve kuvvet alarak tedricen (yavaş yavaş) hakikatine malik olur.
-Sohbet, satırdan değil, sadırdan hâsıl olur. Sadr ise, ruh kemaline malik olunca hâsıl olur. Sadrın sahibi ise sohbetin sahibi olan Rasulullah  (SAV) Efendimiz ve Allah’ın zatıdır.
-Zahir, caiz-maizdir diye ağız ile konuşurlar. Ağzından çıkanı da kulakları işitmez. Evliyaullah’ın sohbeti ise candan gelir. Can ise Canandandır. Canandan gelen sohbet ise hâkikate malik eder. Mürşid-i Kâmilin sohbetini o mürşidin sahibi söyler. Zahirde onun lisanından zuhur eder ama “Söyledendir söyleden”.
-Sohbet alettir, yani ruha hayat aletidir. Ruh, sohbetin hem zahirine, hem batınına, hem de batnesine aşina olarak dinler ve hakikatine malik olur. Bir insan kırk gün bir âlim ile konuşsa âlim olur, zalim ile konuşsa zalim olur. Madema ki, ruh daima nefse tebliğde bulunursa, nefs kırk günün içinde tamamiyle ruha yâr olur. Nefsin bir manası da hayattır. Nefs hakikatı kabul ettiği gibi olur hayat, hem de nefis, yani güzel olur sultanım.

-Rabıta müridi bozulur da, sohbet müridi bozulmaz.

-Mürşid-i kâmil şeriat sohbetini herkese, umuma yapar. Amma tarikat sohbetini iki, üç, nihayet dört müride yapar. Cüz akıl, tarikat sohbetini kavrayamaz. Mürşid-i kâmilin sohbeti Kur’an-ı mübin’in asıl tefsiridir. Hâkikat tefsiri budur.
-Ruh gayrimahluktur. Amma evliyaullahın hizmetine geçip terbiyesine girmedikten sonra kemaline, iktidarına malik olmaz. Ruh, evliyaullahın sohbetini dinlemedikten sonra halinden haberdar olamaz. Ruhun hakikatına malik olunca, beşeriyet, noksan sıfat, ten mezbeleliği ve anasır zıddiyeti zail olur. Akıl mecazdan külle geçer. Yine kuldur amma, Allah’tan iktidar alan bir kul olur…

Rabıta

-Şayet tarikatın kemaline malik olmuşsan: “Âlem kamu bir yüzdürür”. Emin ol ki, böyle şeklen şeyhini görürsün. Kimi görürsen gör! Onun için buyurmuştur ki: “Alem iyi de bir ben kötüyem”. Ben ne ile iyi olurum? Alemi bir yüzle görürsem iyi olurum. Niyazi Hazretleri buyurur: “Alem kamu bir yüzdürür Gören onu hayran imiş” Yine buyurur ki:
“İşit Niyazi’nin sözün
Bir nesne örtmez Hakk yüzün
Hakk’tan ayan bir nesne yok
Gözsüzlere pinhan imiş.”
 -Rabıta Rab’tandır. Terbiye edicidir. Cenabı Allah’tan adalet buyrulan Rahim ve Rahmanı ile, bunun selahiyeti ile, rabıta ruhun hakikatını meydana getirir. Onlarda öyle bir ihsan, adalet var ki, onlar seni her bir habasetten (pislikten) beraat ettirir. Her bir noksanını ikmal eder. Her bir nezafetini tekmil ederek sahibine kavuşturur. Allah’ın ihsanı hududunda seni ihya, inşad edip sevindirecek iltifata mazhar ederek cemale kavuşturur.
-Gaflet, rabıtanı unutmak; sadakat ise rabıtanı unutmamaktır.
-Rabıta, rabıta, aman rabıta, heman et rabıta.. Müptedi âleminde (ilk zamanlarda)müridin hayatı mematı ( ölümü) rabıtadır.
-Şeriat terazisi elinde olsun, daima fiilini tart.
-Rabıtaya oturduğun zaman da de ki, Şeyh Efendimizin vücudu Ravza-i mutahharadır: de ki Beyt-i Hâkikattır. Çünkü insanların zannı nasılsa Cenab-ı Allah nimetini öyle verir. Çünkü bize Allah’ın lütfu mürşidi kâmildir.
-Tarikatın karı, kemali rabıtadır. Mübtedilerin derdinin dermanı rabıtadır. Rabıtası sağlam olan, yani mürşidi kamilin emrine muhalif işi olmayanın berzah ile alakası yoktur. Berzah denizin girdabına benzer. Çok mahir bir kaptan ister ki kurtarsın.
-“Ve rabitu vettegullahe leallekum tuflihun.” ayeti kerimesi rabıta ayetidir. Rabıtanın ra’sı ru’yetullah, ra’yı çeken elif de Allah’a karşı aciz olup da “aman ya rabbi” demektir. Onun için, rabıta ile yediğin yemek, gördüğün hizmet seni rü’yetullaha götürür.
-Baktığını, gördüğünü mürşidin bilirsen, rabıta feyzi alırsın. Sende bu hal bir mürşid muhabbeti meydana getirir. Bu muhabbet ile hem imtihandan beraat eder, hem de feyze nail olursun.

Kabir

-Toprak nereden alınmışsa kabir orasıdır.
-Dünya muradı o toprakları ziyarettir. Asıl murad Kabe’nin sahibini ziyarettir.

Mahviyet

-Şah-ı Nakşibend Efendimiz (ks) buyurur ki: Bir mürid ameliyle terfi eder, hizmetiyle terfi eder, amma lakin mahviyetle yapmış olduğu terfiini hiçbir hizmetiyle yapamaz.
-Mahviyetin sonu, velayetin de sonudur. İlim, keramet, nazar, feyiz ve himmet, üstün ve mükemmel nisbet zatında tekmil olduğu halde bunların alet olduğunu ima ve işaret ederek:” Gaye Allah’tır” buyurmuştur.

Hizmet /Mürid

-Bir talibin hizmetine devamı şarttır. Ama özrü oldu da terk etti, beis (zararı) yoktur. Özrü olmadan, kasten terk etti ise zarar eder. Tarikattan çıkmaz ama zarar eder. Ne gibi zarar eder? Bu şark temsilidir, derler ki: “Kızan küser payını keser” O gün alacak olduğu feyzinden, rahmetten biraz hafif olur benim sultanım. Amma, özrü hududunda tesbihini çekmedi, mürşidi onun tesbihini çeker.
-Gene o tesbihin terfii ne ise, nimeti ne ise tamamiyle o müride ihsan eder hiç şüphe etme. Sonra şuğullu tesbih çekmişsin, senin ruhun meşayihin ise, meşayih senin her hizmetini huzur ile görür. Hikmetullah, meşayihde de celal var, cemal var. Cenabı Hak buyurur: “Ettayyibuni rittayyibat” Bu cemal terbiyesidir. Bir de buyurur: “El habisune lil habisat” Bu da celal terbiyesi. Mürşidi kamilde hem celal terbiyesi var hem cemal terbiyesi var. Bazı vücutta celal terbiyesi olur, bazı vücutta da cemal terbiyesi olur. Bazı vücutta da kah celal kah cemal olur. Ala meratibin say da say. Bizim tarikimizin usulü başkadır. İnsanlar ameliyle, hizmetiyle terfi eder lakin mahviyetle yapılan terfi aliyyulaladır benim sultanım.
-Müridlik acizliktir. Herkesi yüksek, nefsini de alçak görmektir. Kimsenin ayıbını görmemektir.
-Müridde cezbe hali olur. Bu hal iradeyle olmaz ama o hali kendi iradenle tebdile bak. Mürşidler bu hali tebdil ederler ama o zaman bunun aksi sende zuhur eder. Yani o aşkın bir de kabız hali olur. Böyle hallerde aklınla müşavere et. De ki, akıl gel buraya, ben beşerim, gafilim. Sen ruhdan iktidar alırsın. Ben ise anasır zıddiyetinden iktidarımı alırım. Anasırı zıddiyet ise berzahtır. Ruhdan zuhur eden nurun ala nurdur. Acaba ben bu işi işlersem, yahut işledim de sonunda ne ile beraat ederim? Ne zamanki onu noksan bilerek sahibine teslim edersen, sahibi senin derdinin dermanı olur. İşte böyle, mürşidi kâmil, müridi kendi haliyle terbiye eder.
-Kalbinde bir muhalif hal zuhur ederse yahut senin için zahirde seni fesada verecek bir muhalif hal zuhur ederse efendim, sahibine dayan.. Medet ya hazreti pir, de; aman ya Rasulullah, de; yahut, aman ya Rabbi, de. Bunların hangisi kolay gelirse, gönlünden onu söylemeye devam et. Bunların üçünün de birbirine farkı yoktur. Çünkü esmadan kuvvet alan medet ya hazreti pir, der; sıfattan kudret alan aman ya Rasulullah der, zattan iktidar alan da, aman ya Rabbi, der. O bizim elimizde değildir. Hangisi zorlamadan dile gelirse ona devam et. İcap eder, bir muhabbet, bir sevgi, gönlüne bir rahatlık gelirse onun için de, ondan da Allah’a sığın. Bu nefs tarafından bir hiledir, benim neyim var ki, ben neyime güvenirim. Dışım zulmete gark olmuş, içerim de ten mezbeleliği diye düşünüp “ Aman ya Rabbi, estağfirullah” de.
-Himmet, hizmete rabtolunmuştur. Hizmet şarttır. Hizmet amelen de hizmettir,bedenen de hizmettir, malen de hizmettir, hangisi olsa hizmettir. Hizmet rü’yettir.
-Müridin haccı şeyhini ziyarettir.
-Göz müridi.. Söz müridi.. Öz müridi…
-Kabız abidden fâsık aşık iyidir.  
-Her muhitin müridi ayrıdır.
-Müridin kedisi bile müriddir.

İnsan

-İnsanların evveli ilm-i ezeli, ahiri de rü’yetullahtır.
-İnsanlar yare sahip olursa ağyare mağlup olmaz.
-İnsanlarda aklı cüz var, aklı kül var, aklı nur var. İnsanlarda iradeyi cüz var, iradeyi kül var var, iradeyi nur var. İnsanlarda ruhu revani var, ruhu sultani var, ruhu nurani var. Bunların hepsi insanlarda mevcut. Bunların hepsinin zahirde bir ismi var. Maneviyatta da o isme göre o vücutta bir hali mevcut. İnsanlar ismini tebdil ettikçe, bu sefer hali de tebdil olur. İradeyi cüz bizim elimizdeki aletimiz. İradeyi cüz üç yaşındaki bir çocuk gibidir. Hükmü iradeyi kül’e geçince olur otuz üç yaşında bir genç, benim sultanım. Bu kemal ne ile olur? Buyururlar :
“Kulluğa bel bağlarısan
Şâm ü seher ağlarısan
Sular gibi çağlırsan
Tez bulunur umman sana”
Küçük su kendi hali ile akıp da denize karışamaz. Bir büyük suya karıştığı gibi, şüphesiz denize ulaşır. Çünkü küçük suyu kum çeker, güneş hararetinden kurur, bir işe çevirirler, alâ meratibin. Bunlar birer teşbihtir, kıyastır benim sultanım. “Yarabbi! Ceddimizi nura garkettiğin gibi bizi de nimetine, nuruna ulaştır!. Amin…”

Derviş

-“Muradın gül ise şâyed  Biya gülzarı dervişân” “Der” Allah kapısıdır, “vav” vav-ı atıfedir, “ya” emirdir, harf-i nidâdır, “şın” aşktır, “şın” ı çeken “elif ” Allah’a aşkdır (dervişan kelimesinin asli harflerle yazılışındaki harfler manalandırılıyor.) Allah’ın merhametini vücuda getiren aşkdur benim sultanım! “ Erhamurrahimin” hakikatından insanlara nimet celbeden aşktır. Nihayetindeki “nun” da rü’yetullahtır. İnsanların aşkı var ise şüphesiz neticede rü’yetullaha mazhar olacaktır. Dervişin mânası hududunda harflerine böyle mâna verirler, benim şahım!

Resim

-Bir yerde Resulullah Efendimizin -Sallallahu aleyhi ve selem- resmi olsa orası olur Ravza-i Mutahhara. Bir mürşid-i kamilin resmi olan yer de olur dergah-ı şerif, beyim. Çünkü bir mürşidi kamilin resminde sıfatı zatiyeden bir iltifat vardır.
-Bir evde Beytullah’ın resmi olursa, şeriat o resme ne der? Allah’ın evidir, ne diyecek? Mürşidi kamile bak, ne buyururlar: “Beytullah Halil’in binasıdır, mürşid ise Celil’in, yani Allah’ın binasıdır.” Celil’in binası mı büyüktür, Halil’in binası mı? Öyleyse mürşidi kamilin fotoğrafı o Beytullah’tan büyüktür. Nasıl ki, Beytullah’ın fotoğrafından evin nur dolarsa, mürşidi kamilin fotoğrafından da bu sefer evin feyiz ve ru’yetullah dolar. Yalnız ne var ki, buraları derin göldür, burada her hafsala yüzemez. Her nimetin bir külfeti, her külfetin bir nimeti vardır. Sen de, o resmin bulunduğu yerde adabına oldukça uyman icap eder, şehzadem!

Aman

-Aman lafzı ismi şerifinle müsavidir
Anın çün aşıkların kârı amandır ya Rasulullah.

Nefs

-Nefis habistir (kötü, pis), şeytan habistir. Habisten mana, bir rivayetle şirke teşbih bir haldir. Bir insan tedric ile tedric ile (yavaş yavaş) şirki kabul eder. Malum ya, bir zatın, bir hocanın birisine sormuşlar: – Efendim namaz kılmayan bir insan kafir olur mu? Demiş: – Oğlum, namazı kimler kılmazlar, tabiî ki gavurlar kılmaz. Öyle ise namaz kılmayan kendisini gavurlara teşbih etmiş, onlara benzetmiştir. Namaz kılmayan gavur olmaz ama onlarla beraber yanar.
-Onların nefsi nefesidir. Nefes ise hayattır. “Nun” Allah’ın nimetine “fe” Allah’ın feyzine, “sin” Allah’ın kula adalet buyurmuş olduğu selamete işarettir ki,, hem Allah’ın feyzine mahrem olur, Hem Allah’ın fazlına malik olur, hem de selamete malik olur, beyim! Onun için sizi göreyim yavrum, bu bir fırsattır.
-Nefsine arif olan nefesine de arif olur.
-Alem iyi de bir ben kötüyüm, ben iyi olursam alem de olur iyi.

Rüya

-Bizim tarikimizde rüya ile amel etmezler. ( Rüya ile amel eden diğer tarikleri de hicvetmezler.) Bazı müridler hal görür, başka başka lütuflar olur. Bunların hepsi bir iltifattır. Denize nispetle bir damladır, mürşidi kamilin bir ihsanıdır. Ufacık bir damla yahut bir parça su görmekle denize ulaşmış değildir. Bizim tarikatımızda müridi halinden haberdar etmezler. Yalnız, rüyada bir iltifat var ki, müridin rüyası halinden haber verir amma, bizde rüya ile amel etmezler. Senin mürşidin her halinden haberdardır. Her halin onun reyi iledir, efendim. Onun için, içinde dışında olan her fiilin ona ayandır. Hazreti Pir buyurmuştur ki: -Topraklar olsun o mürşidin başına ki, müridin her bir kılından haberdar değildir. Nefsimin başından geçmiştir. Bir rüya gördük de onu valide efendimize anlattık. Hazreti Pir valide efendimize buyurmuş ki: – Müridin hayatı mematı mürşidin elindedir, reyiyledir, müridin hali, rüyası da mürşidin reyiyledir, benim sultanım.
-Rüya görene aittir.
-Bizim tarikimizde rüya ile amel etmezler.
-Bazı rüyalar haldir, tabire lüzum yoktur.
-Hakikat rüyasını tabir edecek yeryüzünde iki- üç kişi vardır.
 -“Kuş var et yer, kuş var eti yenir.”
-Vatana muhabbet imandandır. Vatan ise; vücudumuz, evimiz, bir rivayette kabrimizdir.
-Nimetin başında Bismillah, ahirinde de Elhamdülillah demekle şükrü eda edilir.
-Şeriatta büyüğüne karşı “fevka seftin nebi” fermanı var. Büyüğüne karşı temkin etmek şarttır, Amma küçüğün büyüğe sohbet etmesi de sünneti şerifdür. “ Kellimini ya Hümeyra” Hadisi şerifi vardır benim sultanım!
Kaynak:
Dede Paşa İlmi Araştırma ve Kültür Vakfı

Hiç yorum yok

Öne Çıkan Yayın

İBDA ve İBDA-C Nedir?

İBDA-C’nin daha iyi anlaşılması için İBDA'nın kısaca tarif ve izahını yapmak istiyoruz… Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu’nun "...

İzleyiciler

Popüler Yayınlar

Tema resimleri duncan1890 tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.