ABDÜLAZİZ RANTİSİ'DEN HATIRALAR
Cezaevinde Keramet
Nakip denilen bir çöl yerinde
tutukluyduk. Yıl 1988'in yaz ayı. Sıcaklık pek şiddetliydi. Ramazan'm son gecelerinden birinde sahur yemeği için
kalktık. Bir de baktık ki sıcaklık dayanılacak gibi değil. Zor bir günün
eşiğinde olduğumuzu anladık. Sabah namazını eda etmek için saf olduk. İslam
Üniversitesi öğrencilerinden biri öne geçip bize namaz kıldırdı. Allah'u Teala bu kardeşimize Kur'an'ı güzel okuyan bir ses bağışlamıştı. İkinci rekâtın
rukuûndan sonra imamımız ellerini açtı ve ağlayarak
dua etti. Biz de arkasından âmin diyorduk. Duasında şöyle yakardı: " Ey Rabbim,
bize bulut gönder ve yağış yağdır. Bizleri rahmetinden umut kesenlerden
kılma."
Duasında çokça yalvardı. Bizden
biri kendi kendisine şöyle diyordu: "Bu nakip sahrası gibi bir yerde bulut
nereden gelecek?" Peşinden sabah sökün etti ve yer tutuşmaya başladı. Çadırlara
girsek tam bir hamam... Çıksak sanki cehennem bizi her yandan kuşatmış
oluyordu. Güneşin biraz yükselmesinden kısa bir zaman sonra bir de baktık
uzaktan bir bulut yavaş yavaş bize doğru geliyor. Ta
ki gelip kampımızın bir bölümünü gölgeledi. Gözlerimize inanamadık. Sonra bir
bulut daha... ve peşinden gelen bulutlar bütün
kampı kaplayıp gölgelediler. Biz yerden
bulutların sınır çizer gibi gölgeledikleri mesafeyi gözlerimizle görüyorduk. O
sınırın gerisinde ise yeri kavuran sıcaklık... Sonra yağmur damlaları düşmeye
başladı. Yağmur damlalarıyla tutukluların gözyaşları... Herkes bunu Allah'tan
bir ayet, bir keramet olarak gördü. Hemen çadırlardan dışarı çıkıp duaya
başladık. Ben dua ettim arkamdakiler "âmin" diyordu. Sonra sırasıyla bütün
kardeşler dua ettiler. Hamd ve teşbihle Allah'ın
sabah namazındaki duamızı kabul etmesinin sevincine boğulduk.
Kabul Edilen Dua
Dört buçuk ay devam eden bu
sürenin şaşılacak hatıralarımdan biri de şöyle oldu: Cuma günü ailelerimizle
görüş günüydü. Kızılhaç özel arabasıyla onları getiriyordu. Cuma günlerinden
birinde gene ziyaret için çağırıldık. Ziyaret alanında beklemediğim bir şeyle
karşılaştım. Şeyh Yasin ve Nasr kardeşin aileleri
gelmiş, ama benimkiler yoktu. Yarım saat süren ziyaret saati bana o kadar uzun
geldi ki... Şeyhin ve arkadaşlarımın ziyaretçileri her ne kadar beni teselli
etmeye çalıştılarsa da moralim bir türlü düzelmedi. Kendi kendime neden
gelmediklerini inceden inceye düşünmeye başladım. Üzerime bir sıkıntı çöktü.
Ziyaretten dönüp koğuş havalandırmasına geldik. Orada Şeyh Yasin bana; "Neden
sıkıntılısın?" dedi. Ben; "Ailemin gelmeme nedenini bilmiyorum. Bundan önce
böyle bir şey yaşamamıştık"dedim. Şeyh; "Bu durum
üzülmeye değer mi?" dedi. Ben; "Neden değmesin?" Şeyh "Sen say ki öldüler." Ben;
"Şeyhim senin güç getirebildiğine ben güç getirip sabredemem" dedim.
Havalandırmanın bir köşesine ayrıldım ve "Ey Allah'ım, eğer Şeyh Yasin'e
hizmetimden razıysan beni ailem konusundaki bu sıkıntıdan kurtar." Emin olun ki
dua için açtığım ellerimi daha indirmemişken baktım ki bir gardiyan, "Ailen
gelmiş, haydi ziyarete" diye beni çağırıyor. Hayretimi bir kat daha artıran şey
de şuydu. Ben, bu gardiyanı daha önce hiç görmemiştim. Ben ve bu polis beraber
ziyaret yerine gidiyorken bana "Şeyhe iyi bak" dedi. Cenabı Hak ona bunu
dedirtti ki benim bu ziyaretimin yapılan duamın kabulünden olduğunu
anlayayım.
Bu dönemde karşılaştığım ve
unutulmaz olaylardan biri de şudur: Biz Şeyh Yasin'i havalandırmaya çıkarırken
Yahudi adli bir suçluyla yüz yüze karşılaştık. Refakatinde bir gardiyan vardı;
bir de baktım bu adli suçlu Şeyh Yasin'in elini alıp öptü. Sonra da bana; "Bunu
sadece gardiyanı kızdırmak için yaptım" dedi. Gardiyan de bunu duyuyordu. Bu
tip mahkûmlar Yahudi de olsalar cezaevi idaresine karşı kinleri vardı. Bundan
dolayı bizi seviyorlardı. Çünkü her ikimizin de düşmanı birdi: Cezaevi
İdaresi...
Ben Şeyh Yasin'in bulunduğu bu
cezaevine geldikten iki gün sonraydı. Yine Yahudi adli tutuklulardan biri,
İngilizce olarak bana şöyle demişti: "Dikkatli ol, seni ancak dinlesinler
diye Şeyhin yanına koydular. Bunun için konuşulmaması
gereken şeyleri konuşmayınız. Olabilir ki siz havalandırmaya çıkarken onlar
odanıza dinleme cihazı koymuşlardır." Bundan dolayı
kendisine teşekkür ettim.
Bu dönemde unutulmayan bir olay da
şudur: Yahudi bir gardiyan elimde Kur'an'ı gördü. Ben
Kur'an sayfalarını karıştırıyordum, gardiyan: "Doktor,
sizin kitabınızda neler var?" diye sordu. Ben; "Çok şey var" diye cevap verdim.
Gardiyan; "Biz Yahudilere nasıl davranacağınız konusunda ne diyor?"deyince; ben
de "Siz bizim ülkemizde toplandıktan sonra bizim sizi keseceğimizi söylüyor"
dedim. Gardiyan, "Bu ne zaman olacak?" diye sordu. "Kesin bilmiyorum; ama kırk
yıl zarfında olabilir", dedim. O zaman sene 1990'dı.
Başladı bir hesap yapmaya ve
sonunda şöyle mırıldandı; "Hiç mühim değil. O zaman zaten ölü olacağım." Bu
defa ben ona; "Tevrat bu konuda ne diyor" diye sordum.
Gardiyan; "O da aynı şeyi
söylüyor." diye cevap verdi. Böylece bir noktada buluştuk. Ancak gardiyan şöyle
bir istisna koydu: " Fesat yaparsak bu böyle olacak" Ben de; "Maşaallah" dedim, "sanki henüz
fesat yapmamış gibisiniz"
Hiç yorum yok