HACIVEYSZADE VE ŞAPKA ZÜLMÜ


HACIVEYSZADE VE ŞAPKA ZÜLMÜ
Bilindiği gibi, M. Kemal 24 Ağustos 1925 tarihinde Kastamonu’ya elinde Panama şapkasıyla gitmiş, Kastamonu’lulara hitaben yaptığı şu konuşma ile şapka konusu Türkiye’nin gündemine oturmuştu:

 “Uygar ve milletlerarası kıyafet, bizim için, çok cevherli milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve tabiatıyla bunları tamamlamak üzere başta siper-i şemsli serpuş. Bu serpuşun adına şapka denir. "
Ve böylece Kemalist rejimin, Anadolu Müslümanları üzerine yeni bir zulmü daha başlamıştı...
Şapka Kanununa, kanun çıkmadan 6 ay önce yazdığı bir risâle sebebi ile karşı çıktığı bahanesiyle asılan, İskilipli Atıf Hoca...
Şapka takmadıkları için bombalanan şehirler...
Darağaçlarına çekilen binlerce Müslüman...
O dönem, bütün bir Anadolu ahalisi bu zulmü yaşadı... (Hesabını sormayı Allah bizlere nasib etsin, inşallah!)
Bu zulmü yaşayan şehirlerden biri de Konya...
Konya'nın meşhur Allah dostlarından, Hacıveyszade Mustafa Kurucu Hocaefendi'nin başından geçen ibretlik bir olayı, yeğeni Merhum Ali Ulvi Kurucu'nun kitabından aktaralım...

Dedem büyük bir sarık sarardı. Konya’daki hocaların içinde en büyük sarık, onunkisiydi. 3 Aralık 1934 tarihinde, cami dışında hocaların da artık şapka giyeceğine dair kanun çıktı. On yıldır, sokakta dinî kıyafetle, cübbe ve sarıkla dolaşma hakkı yalnız hocalarda bırakılmıştı. Şimdi o da kalkıyordu.
Bu yasak, dedeme çok ağır geldi. Başına siyah bir takke giyerek, tenha sokaklardan camiye gidip geliyordu. Amcamla ve babamla müşavere ederek, nasıl davranmak gerektiğine karar vermeye çalışıyordu: İmamete devam mı etmeli, yoksa camiyi ve cemaati bırakıp, başkasına mı teslim etmeliydi?
Fakat maaşsız camiyi kim açar, kim süpürür, kim ezanını okuyup, namazı kıldırırdı? Kendisi bunların hepsini Allah rızası için yapıyordu.

Takke giymeye karar vermişti. Ama o zamanlar başı açık dolaşmak âdet değildi. Herkes başına bir şey giyerdi. Yeni vaziyette 1925 Şapka Kanunu’ndan sonra, ya şapka ya kasket giyiliyordu. Başına bir şey giymeyen ‘devrim’e muhalif sayılırdı. Hele bu sırada bir imamın başı açık dolaşması mümkün değildi.

Takkeye de namazda giyildiği için sarık veya fes muamelesi yapıyorlardı.

Babam, dedeme “Bir kasket alıp cüppesinin cebine koymasını” tavsiye etmişti.

Seni Bu Atla Çiğnerim

Caminin önünde, dedemin takkeyle dolaştığını gören bir kurmay Albay, “Sen niçin şapka giymiyorsun?” diye dedeme musallat olmuş.

Dedemin camiinin yakınında Aslanlı Kışla vardı. Subaylara o zaman ‘zabit’ denirdi. Zabitler evlerine atla gidip gelirler, arkalarında da yine atlı bir ‘emir eri’ bulunurdu. Zabitlerin atları çok iri ‘katana’ denilen cinsten idi.

Dedem, koynundan çıkarıp kasketi gösterince:
”Hoca bunun adı nedir, şapkadır; yani serpuştur, başa giyilir. Cebe konulmak için mi, başa giyilmek için mi yapıldı?” diye bağırmış.

Bu zalim, dedeme musallat olmuş, ne zaman görse sataşırmış.

Bir gün dedem eve çok üzgün geldi.

“O zabit bugün beni tehdit etti… Caminin önünde abdest alıyordum…” diye ağır ağır anlatmaya başladı.

Dedem, caminin yanındaki çeşmeden ibriğini doldurup, ön tarafta abdest alırdı. Böyle yaparak çeşmeden su içmeye veya kabını doldurmaya gelenlere yer açardı. Kendisi çok yavaş abdest aldığından, su almaya gelecek olanların o müddet zarfında kendisini beklemelerini istemez; onlara mani olmamak için abdest ibriğini doldurup, caminin önüne çekilirdi.

Dedem anlatmaya devam etti:
Oturduğum yerde, ibrikle abdest alıyordum. Adam yoldan geçerken beni gördü. Atını çevirdi, geldi.

“Hoca, nedir benim senden çektiğim? Sana kaç defa söyledim, şapka giy diye! Niçin giymiyorsun da hâlâ takke giyiyorsun?”

“Efendim bundan önce de size arz ettim. Şapkam var…”

“Ayağa kalk!...”

“Efendim, abdest alıyorum…”

Seni bir daha bu takkeyle görürsem. Seni bu atla çiğnerim!...

O atın üzerinde; ben oturmuş, abdeste devam ediyorum. Katanayı üzerime doğru şaha kaldırdı. Atın ayağındaki nallar, kaldırımdan kıvılcımlar çıkarıyordu… Allah cesaret verdi, sükûnetimi muhafaza ettim… Zabit söylene söylene gitti… Mahzun oldum, gönlüm kırıldı:

“Allah’ım dedim; Allah’ım, Nemrud’un köşkü bu attan büyük idi. Fakat kahr u celâlin önünde eridi gitti. Celâline sığınırım Allah’ım, cemâline değil, celâline sığınırım!”

O gün hepimiz çok üzüldük.

Üç gün sonra duyduk ki, o zabite bir buğday kamyonu çarpmış; yere serilip ölmüş gitmiş…


Kaynak

Üstad Ali Ulvi Kurucu- Hatıralar 1-M. Ertuğrul Düzdağ Cilt–1, s:133–134–135

Hiç yorum yok

Öne Çıkan Yayın

İBDA ve İBDA-C Nedir?

İBDA-C’nin daha iyi anlaşılması için İBDA'nın kısaca tarif ve izahını yapmak istiyoruz… Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu’nun "...

İzleyiciler

Popüler Yayınlar

Tema resimleri duncan1890 tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.