İNDRA’NIN AĞI-CEMİL ŞAHİN- Baran Dergisi
İNDRA’NIN
AĞI
Cemil Şahin
Hint
düşüncesinde-mitolojisinde veya metafiziğinde de diyebiliriz, bahsimizin
nokta-i nazarından aşağı yukarı aynı kapıya çıkar- “İndra’nın Ağı” diye bir
kavram vardır. Bütün varolanların bir ağ şeklinde konumlandığı, ağın-ipin her
düğüm noktasında bir incinin bulunduğu devasa bir ağ. Evrenin bir temsilidir bu
ve hakikatin ışığı, bu her bir incinin üzerine düşer ve her biri kendi
hüviyetince bu ışığı yansıtır. Sadece bu ışığı değil; inciler birbirlerinden
yansıyan ışığı da yansıtırlar.
Bu
ontolojik veya epistemolojik (bunlar da aynı kapıya çıkar) temsilin hakikatine
dair bir ipucunu “Ölüm Odası B-7”den takip edelim:
“…Kıpçak
Lügatı’nda, Ak-mermer. Beyaz taş= 101: Ak. Kıpçak Lügatı’nda, ağ… Tağak: Tağağ…
Tag: Kalb. Kurt, Ebu Halid, canavar. İz süren. Basiret. ‘Kalb’… Tağağ: Kalb
ağı… Bu ağa malik olundukça, eşya ve hadiselerin ve teshirinin hakikati
belirir…” ( Ölüm Odası B-7 /20)
Bu ağa
malik olundukça, eşya ve hadiselerin ve teshirinin hakikati belirir…”
hükmündeki “hakikat” kısmında olmasa bile “teshiri” konusunda, kültür ve
medeniyet tarihinde müşterek bir şuurdan bahsetmek mümkün. Modernite öncesi tüm
kültürlerde; başta işlediğimiz konunun, örneğin menbaı olan Hint medeniyeti,
Çin, Asya, Eski İran, eski Yunan, Mezopotamya’dan tutun, Afrika ve Amerika
yerlilerinden, Avusturalya’daki Aborjinlere, kutuplardaki İnuitlere kadar
neredeyse bedahet halinde bilinirdi. Moderniteyle beraber; mantıkçı
pozitivistlerin kurmacalarıyla, inşa edilen bilime taparlık moda olduğundan
beri bu zengin ve sayısız imkâna yol açan ruh ve fikir dünyası çölleşti.
“İlişki”
ve “teshir” kesindir ve bu başlangıç noktasıdır. Bundan sonra “doğru-güzel ve
iyi” teshirin hangisi olduğu ve nasıl kurulacağı problemi belirir. İman sırrına
bitişik bir keyfiyet olarak “Bütün Fikrin Gerekliliği” ve “bilinen ve bulunan
aranır” hikmetince, “Doğru bağlantı”; İslam’dır. Ve İslam’a muhatap bir
anlayışın sistem ve örgüsü olarak tüm bir Büyük Doğu-İbda külliyatı, bu
hakikatleri lif lif, gergef gibi dokumuştur.
Her şey
birbirine bağlıysa, “doğru bağlantı”ya ne gerek var? Diye bir soru sorulabilir.
Cevabı şudur; altta yatan yahut önceki –bunlar izafettir- hal olan tüm
varolanların birbirine bağlı olduğu görünüm, varolanların başka seçeneklerinin
olmadığı bir alandır. İstese de istemese de her mâhluk kuldur ve burası
zorunluluğun mutlak olduğu yerdir. İlahi iradenin tecellisidir. Diğeri ise
“ışığı doğru yansıtacak”, ilahi rızaya uygun doğru bağlantıdır, hürriyetin ve
“eşya ve hadiseleri teshir etmek için yaratılan halife” insanın kulluk
hakikatinin görünümüdür. Şeyh-i Ekber’in tabirleri ile ifade edecek olursak,
ilki “Kur’an”, ikincisi “Furkan” tezahürüdür.
Her bir
inci tanesinin hüviyeti farklıdır ve buna bağlı olarak ışığı yansıtma
potansiyelleri değişiklik arzeder. Varolanlar arasında en yüksek mevki, insana
aittir. Tabii insan derken, buradaki insan hüviyeti de bir potansiyeldir,
verili ve hazır değil, hedeftir. Ve insandan murad; “Gaye İnsan” Allah
Resulu’dür. Veliler, yukarıda “Ölüm Odası B-7”den iktisabımızda gösterdiğimiz
“Kalb ağı”nın malikidirler. Tasavvuf külliyatında çok sık geçen “ayna ve cila”
metaforlarını bahsimizin mânâ hizasında değerlendirmek mümkündür. “Cila” nefs
terbiyesidir, Tasavvuf bunun rejimidir. Kâinattaki tüm hakikatleri kendinde
toplamış bir varolan olarak, ihsan mertebesine ulaşmayı, ulaştırmayı hedefler.
“İndra’nın
Ağı” resmine bakmaya devam edersek; lisan ve kozmos, kâinat nizamı (bunlar da
aynı kapıya çıkar) hakkında da belli bir anlayış temin etmek mümkündür. Bu sefer
inciler harflere dönüşür. Harflerin buraya gelerek oluşturduğu kelimeler de
başka kesişim momentlerini ve topluluk hakikatlerini izhâr eder. Hepsi ışığı ve
ışığın yansıttıklarını, yani birbirlerini yansıtırlar. Teemmül, tefekkür
anlamına gelen “refleksiyon” kavramının kökeni de ışık ve yansıma mânâlarını
taşır. Buradan da “Tilki Günlüğü” ve “Ölüm Odası B-7” de, aslında tüm İbda
Külliyatında işlenen, “Denizlerde deniz içi hayatı kurcalayan” seyyah ve
kâşifin, kendine özgü, “misli olmayan” mübdi metodunu anlar gibi oluruz. Büyük
Kitab-Büyük Kur’an olan kâinatı doğru şekilde okumanın ölçüsü İslam’dır ve ona
muhatap anlayış olarak Büyük Doğu-İbda; halk-ı cedit’in her tezahürü üzerine
insanın varoluş gayesini yerine getirme ve tanımlama misyonu olarak, bir kod
çözücü anlam kurma ameliyesidir.
Eski
Türkçe’de “Tüş”; düş, rüya anlamına gelir. “Düşünce” ve “düşünmek” de aynı
kökten. Düşünce düşen bir şeydir ve düşünmek “kendi içine düşmek”, “özüne
dönmek” anlamındadır. Shakespeare’in; “biz rüyalarla aynı kumaştan yapılmışız”
sözünde belirtiği gibi, rüyalar ve düşünceler aynı şeyin farklı görünümleridir.
“Filozof Taşı”, simyadaki altın elde etmekteki anahtar unsurdur ve ölümsüzlüğü
elde etmeye yarar. Bu minval veya rota üzerinde; “Ölüm Odası B-7”den:
“…Karaçay-Malkar
Lügatı’nda, Tüşe: At… Tüş: Rüya… Tüş: Gerekmek İcabettirmek… Tüş: Doğru
çıkarmak, haklı çıkarmak… Tüş: Düşmek Halletmek… Tüşün: İnanmak, kanaat
getirmek. Anlamak, kavramak.” (Ölüm
Odası B-Yedi /Baran Dergisi sayı:379)
“Hadir:
kadim Hudare: İlim, lisan. Kâinat nizamı.” (Ölüm Odası B-7 Tarih sh:298 İbda
Yay.)
“Şahide:
Mezar TAŞı Kadın Şahid.” (Ölüm Odası B-/ Tarih sh:241 İbda yay.)
Varlığın
münfail-kadın özelliği ile birlikte düşünürsek, “Işığın Şahideleri”, yani
inciler, bu sefer bize pırıl pırıl parlayan bir “fikir ağı” olarak gözükür.
Burada da hemen Üstad’ın dizeleri hatırımıza geliverir: “…Suda bir gizli yol
pırıltılı iz/ Suda ezel fikri ebed duygusu”
“Fikir
Ağı” denilince; Üstad necip Fazıl Kısakürek’in “Büyük Doğu” tarifi, yazımızda
konu edindiğimiz temsili; doğruya irca ve hakikati halinde; İslam’a Muhatap
Anlayış olarak –en üst seviye- de çerçeveler:
“Koskocaman,
top şeklinde bir yumak gibi iplik iplik sarılı, kangal kangal bükülü, ilk
ucundan son ucuna kadar üst üste devşirili; dışarıya doğru lif lif dağınık ve
içeriye doğru kol kol toplu, muhitte nâmütenahi ve tek; ve nihayet gelmiş ve
gelecek zaman boyunca bütün eşya ve hadiseler zeminini avlamaya memur bir fikir
ağı hâlinde düğüm düğüm çerçeveli bir manzume… Yekpâre bir inanış, görüş ve
ölçülendiriliş manzumesi… İsmi de BÜYÜK DOĞU…” (İdeolocya Örgüsü sh:9 Necip
Fazıl Kısakürek Büyük Doğu Yay.)
Son
olarak bir hatırlatma; metin okumada, metnin bize verdiği ipuçlarından yola
çıkarız. Yalnız, bu iplerin uçları muhatabın pozisyonuna doğru sarkar. Yani,
bizim tabii ve kültürel gerçeklik olarak durduğumuz yere, istidadımıza,
takatimize göre seyrimizin değişiklik arzedeceğini unutmamamız gerekir. Her
ipucu aynı merkeze gidecektir ama farklı yollardan. Yeterince sabırlı ve
dikkatli olursak kendi kıssamızdan hissemize yahut hissemizden kıssamıza
kavuşabiliriz. BD-İbda’nın bize öğrettiği temel edep düsturlarından en
önemlilerinden biri olan; “…dır, …tır” kalabalığı ve kibrinden uzak durup,
“meçhule hürmet” bahsinde ihtiyatı elden bırakmamalıyız. Düşüncelerimizde buna
riayet etmeye gayret ettik.
Baran Dergisi
385. Sayı
Baran Dergisi
385. Sayı
Hiç yorum yok