Kim Ne Dedi: LAİKLİK







TBMM Başkanı Ak Parti Milletvekili İsmail Kahraman’ın, geçenlerde söylediği; “Yeni anayasada ‘Laiklik” ilkesinin olmaması” yönündeki beyanı üzerine siyasi ortam bir anda gerildi.
Bizce çok yerinde ve olması gereken bir açıklama ama ilk önce Ak Parti’de sonra da bizzat sözü söyleyen tarafından peşpeşe açıklamalar geldi.
Olsun bu vesile ile “Laiklik”in tartışılır olması bile güzel bir gelişme.
Artık bu saatten sonra tartışılır olan “Laiklik”, nasıl bir gecede anayasaya girdi ise, aynı şekilde de çıkabilir. Yeter ki, anayasaya “Laiklik” ilkesini koyup “İslâm”ı kaldıranlar kadar cesur olunsun…
Biz de “Laiklik” kavramını açıklamak babında “Laiklik” hakkında kim ne demiş birkaç kısa anekdot aktaralım.
Buyurun bakalım laiklik ne demekmiş….

Necip Fazıl Kısakürek:

Mümin - Evet, lâisizma yalnız budur. Fakat bizde bunu ne bilirler, ne de bildirmek isterler. Lâisizma, bizzat Hıristiyanlığa karşı tehdit edici bir engel değil, ruhanî nüfuzdan faydalanarak dünyayı idareye kalkan papazların nefslerine karşı bir maniadır. Bizde ise bunu, doğrudan doğruya dini dünyadan ayırmak mânasına alıyorlar. Bu işde ne muazzam bir canbazlık yapılıyor. Din, bizzat dünya hükümlerine malik olunca onu ya topyekûn red ve nefyetmek, yahut kabul etmek mümkündür; herhalde dünyadan ayırmak mümkün değildir. Dini hem kabul, hem de dünyadan ayrı mütalâa etmek, bütün mevcutları yaratan Allah'ı tasdik ettikten sonra, onun dünyaya karışmıyacağını iddia etmektir ki, bu da abeslerin ve muhallerin şahı olur.
Kâfir - Yâni ne demek istiyorsunuz?
Mümin - Şunu demek istiyorum ki, hem dünya, hem de ukbânın hesabını veren bir dine, sırf Hıristiyanlığa mahsus hususî bir ölçü olan lâisizma tatbik edilemez. Edilecek olursa, o dini kaldırmak, fakat kaldırıldığını söylememek mânasına gelir. Lâisizma İslâmiyete tatbiki kabil olmıyan bir ölçü olduğu, hem gerçek lâikler, hem de kâfir ve müminlerce hakikattir. Onun içindir ki ben lâisizma üzerinde müsbet veya menfi hiçbir hüküm izhar etmeden, onun, bütün kâinatı ihata edici dinlere mahsus bir ölçü olmadığını belirtmekle iktifa ediyorum. Bu da, sizin gibi bir münkire; ve vasıtanızla, bu mefhum üzerinde demagocya canbazlıkları yapmak isteyen cehil istismarcısı açıkgözlere verilecek en şapa oturtucu cevaptır. (Necip Fazıl Kısakürek  Mümin-Kafir)

Salih Mirzabeyoğlu:

İşin apaydınlık bir şekilde ortaya konulması için, 'lâiklik" ve “şeriat” mefhumlarının hiçbir istismara yol vermeyecek şekilde belirtilmesi gerekir; biz de bunu yapacağız... Lâiklikten başlayalım: Mesele sanki "şeriat ve lâiklik" çelişkisi veya ilişkisi değilmiş gibi, laikliğin doğumundan bağlayarak geçirdiği macerayı hikaye etmenin ve malûmatfüruşluk taslamanın alemi yok.
Herkesin pekâlâ bildiği tarifle “din ve devlet işlerinin ayrılması”... Burada ortaya çıkan mesele şu: Ya din 'devlet nizâmı' olmaya dair bir muhteva belirtmez ve bu yüzden tabiî olarak; "din ve devlet işleri ayrıdır" neticesi çıkar; yahut din "devlet nizâmı" şartlarını vazeder ve lâikliğin mevzuu yoktur.
Problem de söz konusu ikinci durumda ortaya çıkar... 
Şu: Şeriatın en küçük hükmünü bile reddetmek küfürdür ve bir müslüman lâik olamaz... Şeriat da şu: Kur'ân'dan başlayarak, merkezden muhite doğru bütün mukadder oluşlarıyla, dinin heyeti mecmuası…

 

Salih Mirzabeyoğlu Adımlar s:203

Muhammed Zahid el-Kevserî:

 “Kur’an ve Sünnet nassları, İslâm dininin hem dünya hem de ahiret maslahatlarını câmi olduğuna ve bunların ahkâmına açık bir şekilde delalet etmektedir. Bu itibarla, dini devletten ayırmaya çalışmak açıkça küfürdür.” (Zâhid el-Kevserî, Makalât, s. 453; Ebubekir Sifil, “Makâlâtu’l-Kevserî’nin Değerlendirilmesi”, Muhammed Zahid el-Kevserî: Hayatı - Eserleri - Tesirleri – Sempozyum Bildirileri içinde, İstanbul: Seha N., 1996, s. 167.)

Şeyhüslam Mustafa Sabri Efendi: 

“Eğer ümmet böyle (lâik) bir hükümeti seçip hoşnutlukla kabullenirse, bana göre kesinlikle dinden çıkar. Bundan [dinden çıkıldığından] şüphe eden de dinden çıkar. Tevbe edip, dinî hüküm ve dinî yönetime dönmedikleri [dönmek gerektiğini kesin olarak kabul etmedikleri] sürece müslüman sayılmazlar.”(Şeyhu’l-İslam Mustafa Sabri Efendi, Hilafetin İlgasının Arka Planı, çev. Oktay Yılmaz, İstanbul: İnsan Y., 2010, s. 176.)

Mısırlı Dr. Fehmi Şinnâvî:

“Müslüman bir toplumda dinin devletten ayrıl­ması sadece diktatörlüğe yol açar. Bu diktatörlük çağdaş devlet adı altında yutturulur.
Aynı zamanda bize ideal olanın dini devletten ayırmak olduğu­nu öğretenler kendi ülkelerinde öyle yapmamaktadırlar. Meselâ İs­rail… Bu devleti kuranlar peygamberlerinin ismini takmışlardır devletlerine. Bu isim, dinin devletten ayrılması bazında kullanılı­yorsa, son derece fanatik bir olgu olarak gözümüze çarpmıyor mu? Yahudiler uluslararası arenada da kendi geleneklerinin yaşatılmasını isterler? Meselâ Madrid Konferansında Cumartesi günü hiçbir şekilde konuşmamayı tercih ettiler ve o gün herhangi bir etkinlikte bulunmayacaklarını açıkça bildirdiler. Meselâ Britanya boşanmış bir kadınla evlenmek isteyen kralı tahtından almıştır. Çünkü böyle bir uygulama Britanya’daki Hıristiyanlık prensiplerine aykırı idi.

Biz Avrupalıları nasıl görüyoruz? Ya Müslüman Boşnakları katle­den Sırpların destekçisi, ya Filistinli çocukları öldüren Yahudilerin şefaatçisi, ya Keşmir’deki mazlum Müslümanları doğrayan Hinduların destekçisi olarak görüyoruz. Onlar dini ağızlarına almıyormuş gibi yaptıkları halde haddizatında dünyanın her tarafında dinî bir savaş yürütmektedirler.
Dini devletten ayırmak meselesi onların bize bolca tavsiye etti­ği, ama kendilerinin yavaş yavaş tam tersini yapmaya başladıkları bir meseledir. Çocuklarına şimdi bunun tam tersini öğretiyorlar… Bu kavram tamamen siyasî entrikalar üretmek üzere ortaya atıl­mıştır. Islâm dünyası için durum böyledir. Siyonist-Haçlı ittifakı Müslüman devletlerin içinde ilan edilmemiş gizli bir savaşın de­vamlı sürmesi için bu kavramı ortaya atmıştır. Bu savaş önceki Haçlı saldırılarından daha şiddetli ve daha çok kayıp verdiricidir. Hıristiyanlar ve Yahudiler bu fikrîyâtın açtığı savaşın devam etmesi için mal ve silah dahil olmak üzere her türlü malî ve fikrî yardımı yapmaktadırlar.” (Dr. Fehmi Şinnâvî, Hilafet: Modern Arap Düşüncesinin Eleştirisi, tercüme eden: Sadık Ömeroğlu, Insan Yayınları, Istanbul 1995, sayfa 41, 42.)

Prof. Dr. İlber Ortaylı:

“Din ile devletin ayrılması Yahudilik ve Müslümanlıkta imkânsızdır. Çünkü her iki din, insanların yirmi dört saatini ayarlar. Sadece devletle olan ilişkilerini değil özel hayatlarını, nasıl yiyip içeceklerini, nasıl temizleneceklerini, karı-koca arasındaki ilişkiyi ve tabii ki devletle olan ilişkiyi belirler.”( İlber Ortaylı, Tarihin İzinde, Profil Yayıncılık, İstanbul 2008, sayfa 179)

İmam-ı Gazali:

"Bir kimse Din ile Devlet işlerinin ayrı olduğuna inanırsa, savunursa, veya onun için çalışırsa; ve bu inanç içinde Allah için Kabe’ye gidip Hac farizasını yerine getirirken Kabe’nin duvarının dibinde ölse bile, o bu inanç sebebiyle ebedî kâfirdir!"

Mehmed Alagaş:

Laiklikle birlikte müslüman da olduklarını iddia eden ekabir takımı, müslümanlıklarına en büyük delil olarak Allah'a inandıklarını ileri sürmektedirler. Bu ifade­lerine karşı çıkarak “Sizler Allah'a inanmıyorsunuz” demiyeceğiz.
Zaten laikler Allah'a inanmazlar, Allah'ı inkar ederler şeklinde bir iddiamız da yoktur. Belki de laiklerin büyük bir çoğunluğu Allah'a daha açık bir ifadeyle Allah'ın varlığına inanmaktadırlar. Ancak önemle belirtmek istediğimiz husus, sadece Allah'ın varlığına, var olduğuna inanmak, müslüman olmak manasına gelmez.
“Hakimiyet Allah'ındır” buyruğu karşısında öfke­lenmelerine rağmen söz müslümanlığa gelince “Allah vardır ve biz Allah'a inanıyoruz!.” diyen tanrıtanır laikle­re, “Siz nasıl bir Allah'a inanıyorsunuz!.” demezler mi?
Pratik yaşantıda Resulullah (s.a.v.)'in pak sünnetini inkar etmelerine rağmen söz müslümanlığa gelince “Biz peygambere inanıyoruz!” diyen şaşkınlara, “Siz nasıl bir peygambere inanıyorsunuz!.” demezler mi?
Kur'an-ı Kerim'deki tek bir hükmün konuşulmasın­dan, gündeme getirilmesinden şiddetle rahatsız olma­larına rağmen söz müslümanlığa gelince “Biz Kur’an Kerim'e inanıyoruz!.” diyen sapıklara, “Siz nasıl bir Kur'an-ı Kerim'e inanıyorsunuz!.” demezler mi?
Bütün bu çelişkili durumlarına rağmen illa da mü'min, illa da müslüman olduklarını iddia eden tanrıtanır laiklere "A be şaşkın, sen neye göre mü'min, neye göre müslümansın? diye sormazlar mı?
Lütfen kendinize geliniz, kendinize gelerek haddinizi biliniz!.
İslami prensipleri hiçe saymanıza rağmen “İlla da müslüman olduğunuzu!” hangi hakla ve hangi ölçülere göre iddia ediyorsunuz.
Aynı iddiayı biz yapsak, laiklik prensiplerini pratikte hiçe saymamıza rağmen laik olduğumuzu iddia etsek bizim durumumuza güler­siniz, bizlerle alay edersiniz değil mi?
Mesela söz meydanlarına çıkarak “Ben Atatürk ilke ve inkılaplarının yaşanmasına, devlet yönetiminde bu ilkelerin dikkate alınmasına karşıyım!.” dememe rağ­men söz kemalistliğe geldiği zaman “Ben kalben Kemalistim” desem, bu halime ve bu sözüme ne dersiniz?
Ne diyeceğiniz malumdur!.
Benim bu halime gülerek ve benim bu halimle alay ederek "Behey şaşkın başlatma kalbine, biz senin kalbi­ne değil haline bakarız!." der ve gerçekten kemalist ol­mak istiyorsam, kemalist ilkeleri yaşamam ve yaşatmam gerektiğini söylersiniz değil mi?
Peki, sizler kemalizmden ve kemalizmin prensiplerinden, sizler laisizmden ve laisizmin prensiplerinden en ufak bir taviz vermeyeceksiniz de, alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.) mı İslam'dan ve İslam'ın prensiplerinden ta­viz verecek?
Sizler Allah'ın davetine değil de, Allah mı sizin da­vetinize icabet edecek?
Bu ne kadar safça, bu ne kadar aptalca bir beklen­tidir böyle!.








Hiç yorum yok

Öne Çıkan Yayın

İBDA ve İBDA-C Nedir?

İBDA-C’nin daha iyi anlaşılması için İBDA'nın kısaca tarif ve izahını yapmak istiyoruz… Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu’nun "...

İzleyiciler

Popüler Yayınlar

Tema resimleri duncan1890 tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.