Kim Ki, Nefsini Bilirse Rabbi’ni Bilir-İmam Maturidi
Tevhid Hakkında Mesele (Kim Ki, Nefsini Bilirse Rabbi’ni Bilir)
Eğer biri çıkar da; gerçekten insanlar «kim ki, nefsini
bilirse Rabb'ini bilir» sözünde ittifak etmişlerdir, fakat bilmenin şekli ve
yönü hakkında ihtilâf ettiler, derse bu husus, şöyle izah edilir :
Seneviyye diyor ki : Allah-u Teâlâ'nm zatmm hayrı ve
şerri kuşattığı bilinince, ondan her cihet için bir Rabb olduğu
bilinir.
Yahudiler ise; Allah'ın cüzden biri olduğunu
söylediler.
Müşebbihe mezhebine gelince; onlar da şöyle diyor :
Allah bir cisimdir. Çünkü görünen âlemde nefsin bilinmesi cisim için
olur.
Celim de der ki; Allah yok iken sonradan var olduğu
bilinince o, bir şeydir, cisimdir, âlimdir, semi' (işitici) dir; basîr (görücü)
dir. Böyle olunca bilinir ki, her kendisinde bu isimlerden biri bulunan hadis
olanın tâ kendisidir. Halbu ki onu meydana getiren Rabb'isinin hadis olması
mümkün değildir.[1]
Bizce (ehl-i sünnet) ise bu husus şöyle ifade edilir : Gerçekten «kim ki nefsini
bilirse o, Rabb'ini bilir.» Çünkü o, nefsini arazlardan görme ve işitme ve
başkalarından ihtimal dahilinde olanı bilmediğini biliyor. Ve nefsinden fesada
uğrayan şeyin ıslâhını da bilmediği gibi zamandan, mekândan almış olduğu1 nasibi
kadarmca olanı ve kendisine gelen çeşitli ihtiyaçların nereden geldiğini ve o
ihtiyaçları kendisi ile giderebileceği şeyin hakikat ve mahiyetini de
bilemiyor. Bu, onun yaratılışında vardır. Bununla beraber kendi nefsinde
gördüğü şey ile zeval bulduğunu müşahede ediyor. Öyle ise onun geçmiş
hallerinden olanlardan,
tâa, bugünkü haline kadarını kendisinde
bulunan zamana kadar, hallerin çeşitli merhalelerden geçtiği bilinmesi ile
beraber, bu hususları bilmesi uzak bir ihtimaldir. Bunu zihninde bile tasavvur
etmesi çok güçtür. Aklı, bunu kuşatması ihtimalinde bulunmaktan çok acizdir,
işte bu noktalardandır ki o, bizzarure kendi nefsini, bulunmuş olduğu hal üzere
kendisi icadetmediğini bilir. Hatta, eğer nefsinin icadetme işi kendisine ait
olmuş olsaydı, geçen hususların tümünü bilecek şekilde meydana getirirdi. Çünkü
eğer bu hususlardan her hangi bir şeyi meydana getirmeye kadir olmuş olsaydı
kendisinde sabit olan cehalete, sonra kendindeki ihtiyaçları giderme babından
haber verilen hususlarda ve kendisinde fesada uğrayanı ıslâhla acze itilmezdi.
Bu takdirde bilinir ki o, yani Allah, hissettiği şeyi yaratma bakımından
mahlûkatın en malik olanı kendisine verilen hakikatleri idrâk etmekte en üstünü
ve adı geçen işlerden bilinen şeye vukuf bulmakta en süratli olanıdır. Böylece
kendi nefsinin bir şeyi icadetme, var etme, baki kılma, yok etme gücünün dışında
olduğunu bilir ve anlar. Sonra hissedilenlerin hepsinin ayan beyan olduğunu da
bilir. Çünkü onlar kendi ihtiyaçlarında şaşkınlığa düşmüş olanlar gibi kendinin
tedbir ve icadı altındadırlar.
Ve bilir ki, sebebleri anlamakla, hadiselere vakıf olma
ve üzerinde bulunduğu ihtimallerden kendisi gibisi, ancak nefsinin bulunduğu
halin bütün manalarının[2]
dışında olan kimse ile olur. O hallerin içinde manalar değişikliğe uğrar. İşte
yukardan beri izahına çalışılan hususlarla onun var olması aciz olmayıp her şeye
kadir[3]
olanla; cahil değil âlim olanla, ve tedbiri, icabında kendisine karşı çıkılması
mümkün olmayan yüce4 Allah iledir. Ve yine bu hususlardan hiç bir şeyin yüce
olan Allah'a benzemediğini de Öğrenir.
Öyle ise kendisine benzemesi yönünden, hadis veya kadîm
olma veyahut, kendisini başkasının yaratmasından kendisinde bulunmasını
gerektiren şeyin gerektiğini söylemesinin hiç bir anlamı yoktur. Eşyanın hepsi
de böyledir. Zira eşyanın arasında, ihtiyaçlar, aczin ve sınıfın çeşitleri
itibariyle muvafakat ve mutabakat vardır. Sonra hadis olma bakımından bütün
yönlerden aralarında muvafakat bulunur. Bununla, kendisinin, ona tüm yönleriyle
benzemediğini bilmesi gerekir. Yönler, kendisini icâd edene değil; bilakis
kendisi için bulunur. îşte bu hususlarda
Allah'a yaraşan, ve lâyık olan şekliyle
Rabb'in bilinmesi bulunmuş olur. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Bu ifadelere göre Cehm'in, «Allah, âlim ve kadir
değildi; sonra böyle, yani, âlim ve kadir» oldu sözü çürütülmüş oldu : Aynı
zamanda «Allah fail ve mütekellim değildi; sonradan fail ve mütekellim oldu»
diyen kimsenin sözü de batıl olur. Çünkü onlar, Allah'da, kulun hadis olması ve
yaratılması bakımından kendisini bilmeye sebeb olan haller ve yönlerin değişime
uğradığını ifade ettiler. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Hallerin ihtiyarî olarak vuku bulmasının kabul
edilmesinin mümkün olması ve ilim, kudret, hayat, işitme ve görme gibi yüce
sıfatlarla mevsuf olmasının imkân ve ihtimal dahilinde bulunmasından yukarda
zikrettiğim şeylerde kendisinin, âlim ve halik (yaratıcı) olan Allah ile var
olduğunu açıklayan hususlar vardır. Bütün gıda maddeleri de böyledir. Kuvvet
ancak Allah'tandır.
Hayra ve şerre muhtemel olması ve hallerinin muhtelif
olmasında, kendisinin yaratılması; hayır ve şerre yorulmayan ve hallerinin de
muhtelif olmamasına sarfedildiğinin bir delilidir. Bunun böyle olması herşe-yin
bulunduğu hal üzere var olması Allah'm takdiri ile olduğunun beyan [4]edilmesi
içindir. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Bir kısım insanlar da bu hususta şöyle diyor : Kim ki
kendi gizli varlığını bilirse Rabb'ini bilir. Gizli varlığı ise, kendisinde
yüceliğe ulaşma ihtimali ve işlerin salâhı için yaratılan «iç âlenıi»nden
ibarettir. Bununla mahlûkatın idaresine ve sebeblere bakmanın küfürden ibaret
olan işlerden gizli olanların idrakine sahip ve malik olur.
Bu söyledikleri şey[5]
güzel bir sözdür. Yaratıcı olan Allah'ı bilme hakkında zikrettiğimiz şey,
Allah'm hallerinden gizli olan şeyin gizliliğini[6]
idrâk etmeğe kâfi derecede açık vaki olmuştur. Ve kapalı olan şeyin bilinmesine
ulaşmış sebebler de zahir olmuştur. Bununla kendisinde gizli kalan şey bilinir.
O şeye nefis ismi verilsin veya verilmesin. O, açıklık kazanmıştır. Kuvvet ancak
Allah'tandır. [7]
[1] Kitabın aslında
«te'huzu. kelimesi
«ye'huzu. olarak
yazılmıştır.
[2] Kitabın aslında *el-mânî» mükerrer olarak
yazılmıştır.
[3] Kitabın aslında
*bikâdirin» kelimesi «bifesâdin. olarak yazılmıştır.
[4] Kitabın
aslında .cebbârin» kelimesi
noktasız «ha» iledir.
[5] Kitabın
aslında kelimesi
«kâlehû» olarak yazılmıştır.
[6] Kitabın aslında -el hafi» kelimesi «el bafî bihî» olarak yazılmıştır.
[7] İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları:205-207.
Hiç yorum yok