Adalet mi?- Harun GÜLBAŞ
Evet TC'nin Adalet(!) kavramını Sivas Olayları üzerinden takip etmeye devam ediyoruz...
Yine bir Sivas Davası mahkumu Harun Gülbaş...
1993 yılında tutuklanan ve içersdeyken annesini, babasını kaybeden Harun Gülbaş, 22 yıldır cezaevinde.
Aşağıda Genç Öncüler dergisine göndermiş olduğu kendi mektubunda da göreceğiniz üzere, hakkında hiçbir delil olmadan idam verilmiş, idam kaldırıldığı için de "ağırlaştırılmış müebbet" hapis cezasına çevrilmiştir...
Yani ölünceye kadar...
İçerden dışarıya duyarlılık oluşturması dileğiyle...
Bismillahirrahmanirrahim
Allah’ın peygamberine salat; ehli beytine, ashabına ve onun yolunda gidenlere selam olsun.
Kardeşlerim
Çalışmalarınızda başarılar, bereket ve hayırlar dilerim. Derginizin şubat sayısının tamamını Müslümanlara, Müslüman tutsaklara ayırmanız nedeniyle de şükranlarımı sunarım…
Gündemi belirlemek: İslami şiarları yükseltmek ve gündeme taşımaktır. Kuran, İslami şiarların ana eksenidir. Gündem, bu ekseni esas almalı ve bu eksen etrafında dönmelidir. Dolayısıyla Kuran’ın bütün ayetleri (her alanda) her an hareket halinde ve capcanlıdır. O halde ona tabi olmalı, tabi olanlarda her an hareket halinde olmalı ve anın adamı olmalıdırlar. Bütün fikir ve tasavvurlarımız (dünyevi- uhrevi, içsel- dışsal, ruhi-bedeni…) an be an Kuran’la ve de tekrar tekrar onunla hemhal olacak şekilde süreklilik arz etmeli; bütün emellerimizi ona sunarak/sunacak şekilde çalışmalıyız.
Hayal kurmalıyız ama gerçekle yaşamalıyız. Hayalimizi gerçeğin önüne koymamalı ancak gerçeğe de tabii ki kadercilikle teslim olmamalıyız.
Kısaca, hayalimizi gerçekte birleştirmeli, buluşturmalıyız. Yani ifrat ve tefrite bulaşmadan mücadelemizi sürdürmeliyiz.
“Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve “Ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?” (Fussilet/33)
“Şüphesiz, Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: “Korkmayın, üzülmeyin, size vad olunan cennetle sevinin!” derler.” (Fussilet/30)
“Ben ancak, bu şehrin Rabbine -ki o burayı (Kabe, Mekke) dokunulmaz kılmıştır- kulluk etmekle emrolundum. Her şey de zaten O’na aittir. Bana Müslümanlardan olmam ve Kuran okumam emredildi. Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiştir; kim de saparsa ona de ki: Ben sadece uyarıcılardanım.” (Neml /91-92)
“Tağuta kulluktan kaçınıp Allah’a yönelenlere müjde vardır. Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele! İşte Allah’ın doğru yola ilettiği kimseler onlardır. İşte onlardır gerçek akıl sahipleri.” (Zümer/17-18)
Ve pratiğimiz açısından bu nasıl olacak denilirse de, elbette yüce önderimizi örnek almalıyız.
“And olsun ki Rasulallah sizin için Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için güzel bir örnektir.” (Ahzab/21)
“De ki: Allah’a ve Peygambere itaat edin. Dönerlerse kuşkusuz Allah o kâfirleri sevmez.” (Ali İmran/32)
“Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.” (Ali İmran/146)
“Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi ‘yapayalnız ve yardımsız’ bırakacak olursa, ondan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse mü’minler, yalnızca Allah’a tevekkül etsinler.” (Ali İmran/160)
Ve yine gündeme ilişkin olarak her şeyden haberdar olmak…
İçlerinden Peygamberi incitenler ve: “O (her sözü dinleyen) bir kulaktır” diyenler vardır. De ki: “O sizin için bir hayır kulağıdır. Allah’a iman eder, mü’minlere inanıp güvenir ve sizden iman edenler için bir rahmettir. Allah’ın elçisine eziyet edenler… Onlar için acı bir azab vardır.” (Tevbe/61)
Kısaca gündem dediğimiz şey, Kuran ve yirmi üç yıllık onun pratiği olan Peygamberimizin hayatı ve mücadelesidir.
Dünyada mücadele etme, ahirette kurtuluşa erme gayesi; bu noktada siz değerli kardeşlerimizin tebliğ ve aydınlatma amaçlı çıkardığınız derginizin şubat sayısını tutsak mümin kardeşlerimizin dertlerini davalarını, yapılan zulüm ve haksızlıkları kamuoyuna yansıtmak üzere gündeme taşıma gayret ve çabasını takdirle karşılıyor, teşekkürlerimi sunuyor ve Rabbimden bu amelinizin kabulünü diliyorum.
Mamafih; el’an izninizle kendimi tanıtmak ve davamla ilgili olarak da kimi bilgileri ve görüşlerimi sizinle paylaşmak istiyorum
Şahsım Sivas davasından dolayı yirmi iki yıldır cezaevinde yatmaktadır. Cezam önce idamken sonra 2002’de değişen kanunla insafsız ve çıkışsız, tarihi olmayacak şekilde ağırlaştırılmış müebbete çevrildi. Eski TCK 146/1 yeni TCK 309 maddeler anayasal düzeni yıkmak, değiştirmek teşebbüsü…
Bilindiği üzere tarihte ve tabii Kuran’da anlatıldığı gibi müminlere her zaman ve zeminde egemenlerce toplumlar ve devletlerce zulmedilmiş iman edenlerin Rablerinin yolunda ve onun emirleri doğrultusunda koydukları her tür tavır ve eylemlerine karşılık en ağır tonda karşılık verilmiş aşağılama, korkutma, sindirme, baskı altına alma, ölümler, sürgünler, işkenceler, en ağır kıyımlar yaşanmıştır; yapılmıştır.
Şeytan’ın Adem (as)’e ırkçı ve maddeci düşmanlığı ile başlayan ve insü-cinsü ile tüm şeytanların bu düşmanlıklarını her türlü haksızlığa, zulme dönüştürerek artan bir şekilde devam ettirdikleri zulümleri…
Allah’ın varlığı ve birliğinin kabulünün, ferdi ve içtimai alanda hakim olmasının engellenmesi sürecini yansıtan insanlık sürecidir bu.
Eski zindanlardan yeni guantanamolara, Irak ve Filistin hapishanelerinden uçaklarda ve gemilerdeki süreli süresiz gözaltılara, E tiplerinden F tiplerine, son dönemlerin mahpusluğuna tabi zulümlere kadar bu süreç hala tüm boyutlarıyla ve sıcaklığıyla firavunların ateşi şeklinde bugün de devam etmektedir, ettirilmektedir.
Her Şeytan, Firavun, Haman, Karun, Samiri ve Belam kısaca her ekabir, mütnef takımı bu sürecin zulüm ve haktan engelleme boyutunda birer başrol oyuncusu, aktörü, senaristi, yönetmeni olmuştur. Figüranlarsa bunlara tâbi olan her kesimdir yani Şeytan’ın tebaasıdır.
Aktörler (ekabir), bilinçli ve üst kesimi; tebaa ise bilinçli veya bilinçsiz alt kademeyi temsil etmektedir. İşte kurulan bu düzenlerde çark; zulüm çarkı, Allah muhalifliği, Peygamber düşmanlığı-hazımsızlığı, kısaca İslam karşıtlığı şeklinde devam etmektedir, edegelmiştir.
Şeytan’ın sağı da solu da merkezi de aynıdır ve Şeytan’ın bir parçasıdır. Bilindiği gibi parçalar bütünü oluşturur.
İşte tam bu esnada, zulmün bu boyutunda, firavunların figüranı-oyuncağı-tebaasından olan Salman Rüşti, Teslime Nesrin ve Aziz Nesin’in İslam’a Kuran’a Peygambere ve hanımlarına yönelik kitap ve tercümeleri, genelde birçok Müslümanın olduğu gibi özelde de Türkiye’de Sivaslı Müslümanların, halkın tepkisi neticesinde rejim tarafından şiddetli cezalandırılmasına neden olmuştur.
Bu ülkede malesef çoğunluk Müslüman olduğu halde dine ve dince kutsal sayılan değerlere yapılan saldırılar ya cezasız kalmakta ya da çok cüzi bir ceza almaktadır. Atatürk’ün büstüne yapılan bir hareket veya söz bile daha ağır ceza ile cezalandırılmakta, aynı şekilde değerlerimize hakaret alay küçümseme ve dahi her türlü saldırı çok rahat bir şekilde fiiliyata geçebilmekte, lakin kimse de bu duruma bir dur dememekte veya diyememekte veyahut da demek istememektedir. Ve bu başı bozukluk halen dünyanın her yanında halen aynı şiddette devam etmektedir (karikatürler vesaire).
Yani geçmişin tıpkısının aynısıyla özelde Aziz Nesin’e ve o dönem tepkiler ve sonrasında gelen tutuklama yargılama ve cezalandırmalara geldiğimizde malum Aziz Nesin’in “Aydınlık” dergisinde Rüşti’nin küfür dolu kitabının tercümeyle yayınlanmasıyla başlayan bu süreç onlarca mazlumun idam olması, birçoğunun da yedi buçuk yıla cezalandırılmasıyla, maddi-manevi birçok kayıplarıyla neticelenmiş ve bu mağduriyet ve haksızlıklarsa zaman geçtikçe katmerlenerek artmıştır; halende devam edegelmektedir.
Aziz Nesin’in malum kitabının tercümeyle Aydınlık’ta yayınlanmasının ardından mahkemelerce bu derginin ilgili yayınlarına yasak gelmiş, toplatma kararları alınmış. Ancak Aziz Nesin ve ilgili dergi, pislik görüşlerini küfürlerini yayınlamaya devam etmiştir.
Ardından Aziz Nesin, Pir Sultan Abdal Derneği’nin “Pir Sultan Abdal Şenlikleri” bahanesiyle ve bilimum imansız militan çapulcuların eşliğinde Sivas’a çıkartma yapmış, Sivas’ta bir hafta boyunca gezip dolaşmış, hakaretlerine bu kez de Sivas’ta devam etmiş; ne devletten, ne polisten, ne de kendini demokrat insancıl gören kesimlerden hiçbir önleyici-durdurucu-gönderici tavır sergilenmemiş hatta bunların faaliyetlerine göz yumulmuş, yardım edilmiştir.
Bilahare dönemin Kültür Bakanı Fikri Sağlar’ın Pir Sultan Abdal Derneği yöneticilerinin ve dahi Sivas valisi Ahmet Karabilgin’in ortaklaşa uygulamaya koydukları senaryo sahnelenerek Aziz Nesin Sivas’a getirilmiş, her yıl Banaz köyünde düzenlenen Pir Sultan Abdal Şenlikleri Sivas’a hatta Sivas’ın göbeğinde bulunan ve devlet kurumu olan kültür merkezine taşınmış, Ankara ve diğer şehirlerden ne kadar militan varsa otobüslerle Sivas’a getirilmiş, bir hafta boyunca da her türlü sitayiş bunlara yaptırılmıştır.
Yine merkezde medreselerin bulunduğu alanın kimi taşlı yollarına izinsiz izansız stantlar açılarak Che Guevera, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan vesaire bütün yasak kitap, dergi, broşür, komünist kaynak, bayrak, flama, yayınlar, semboller ve amblemlere izin verilmiş; günlerce aynı sitayişler sürmüştür.
Öyle ki 2 Temmuz’dan bir veya iki gün önce beş bin kişi ile Sivas’ın merkez caddesinde, istasyon caddesinde bu militan kesim yürüyüş yapmış, İslam karşıtı sloganlar atarak adeta muhafazakâr halka-topluma meydan okumuştur. Bu yürüyüş ve hakaretlere, meydan okumalara yine aynı yetkililer en ufak bir tepki göstermedikleri gibi, halkın değerlerine sahip çıkmayıp, huzurunu, asayişini sağlamamışlar; bir seyirci gibi sadece seyretmekle yetinmişler.
Hatta bu izinsiz ve küfür dolu sitayişlerini, yürüyüşlerini adeta desteklemişlerdir; çoğunluk, vatan hainliği mesabesinda bu illegal gruba rehin verilmiştir. Sivas terk edilmiş, legal görünenlere işin kılıfı oluşturulmuştur.
Tüm bu stayişlerle ilgili, ilgililerce hiçbir önlem alınmamış, talep eden kişiler azarlanmış, kaale bile alınmamıştır; itilip kakılmış, hatta tutuklanmak istenmiştir.
2 Temmuz öğlen başlayan protesto kültür merkezinin önünde dönemin belediye başkanının sakinleştirici konuşmasıyla sona ermiş, saat üç gibi de grup dağılmış, ancak gizli bir el bir-bir buçuk saat sonra otelin karşısında “dinsizler burada” diye -kim oldukları meçhul ki geçen yıllarda görüntülerde dört PKKlı gruptan ayrılırken tesbit edildi- insanlar bu kez de otelin önüne çekilmiştir. Kültür merkezinde, şenliklerin başında kimi konuşmalar yapılmış, bu esnada devrim şehitleri adına saygı duruşunda bulunulmuş. Bu saygı duruşuna Vali Ahmet Karabilgin de ayağa kalkarak iştirak etmiştir (devrim şehitleri tabirinin neye tekabül ettiği malumunuzdur, sanırım komünizm yolunda ölenleri simgelemektedir). O dönemde SHP’nin koalisyon ortağı olması nedeniyle tüm bu gelişmelerin yönünü ve çapını artık siz düşünün. Yeni bir gün öncesinde ve gece vakti kimsenin haberi yokken Pirsultan Abdal heykelinin kültür merkezinin önüne dikilmesi de aynı süreç içerisinde gerçekleşmiştir. Bunlar aslında Sivas’ın kurtarılmış bölge ilan edilmesi için tertiplenmişti bence. Zaten komünist fraksiyonun bilinen hamleleridir bunlar: kurtarılmış mahalle, köy, kasaba ve şehirler…
Habis fikirlerine yeni tarlalar açmak…
Sonuçta kurşunla öldürülenler dahil (ki en az on tane de faili meçhul var resmiyetleşmeyen) 37 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu 37’den ikisi resmiyette kurşunla öldüğü halde ölümleri ile ilgili hiçbir işlem yapılmamış, Ankara DGM bunun da üzerini örtmüştür. Soran da yok sorgulayan da… Sadece sessizlik, derin bir sessizlik… Kim kime dum duma denir ya, öyle işte…
Resmiyetteki bu iki kişinin dışında 35 kişiden de en az 18-20’si kurşunla öldürüldü. Ancak bugün için bunları sorgulayacak hiçbir irade bulunmamaktadır.
Devlet Denetleme Kurulu geçen yıl açıkladığı raporda bu yönde kimi tespitleri dolaylı yapmış, 10 tanesinin sadece ölü muayenesi olduğu, (otopsi yok) yani sadece ölü dendiği, yine 18’inde ise bilimsel otopsi yapılmadığı, ilkel bir otopsi yapıldığı tespitine yer vermiştir. Ama ne yazık ki hiçbir mahkeme bu raporu inceleme gereği duymamış, yargılandığımız mahkeme ve bir üst mahkemeye bu raporun incelenmesi ve yeniden yargılamamızın yapılması doğrultusunda yaptığımız başvuruları ise her iki mahkemede amiyane bir şekilde reddetmiştir.
Kısaca bu mahkemeler Cumhurbaşkanlığı’nı ve DDK raporunu ciddi makamlar ve kurallar olmasına rağmen ciddiye almamışlardır.
Raporun 200 sayfa kadarı kamuoyuna açıklanmış 1200 sayfası ise devlet sırrı kapsamında saklı tutulmuştur. Ancak mahkemeler raporun tamamını isteyebilir ve inceleyebilirken, her nedense gerek görülmemiştir.
Raporda adil yargılama yapılmadığı davaya esas teşkil eden kimi sloganların sonradan eklendiğini, yine davaya esas teşkil eden Atatürk büstünün yıkılmadığı sağlam bir şekilde depoya konduğu, yine ölülerle ilgili çok şüpheli raporların tutulduğu vesaire birçok olgu ve tespitler bulunmaktadır. Ama dediğim gibi hakimlerin kararları isterse saçma olsun veya yerinde ve gerçekçi olmasın, sorgulanmıyor maalesef…
Aynı mantık 93-2 Temmuz yargılama kararında da yaşandı zaten… Her zaman aynı kafa aynı mantık işliyor.
Haksız tutuklamalar ve yargılamalarla gelen idamlar….
15 gün boyunca küçük nezarethane hücrelerinde kaldık. Bir hücrede 20 kişi: battaniye yok, yatacak ne bir minderi var ne bir şey, betonda ayakta oturarak duvarlara ve parmaklıklara yaslanarak ne kadar ve nasıl uyunur size bırakıyorum. En fazla birbirimize yaslanarak sırt sırta, omuz omuza uyumaya çalıştık. Her bir yanımız uyuşarak beton keserek…
3 gün aç bırakıldık. 150 kişi 25 gün boyunca tek bir tuvalete alındık. O da sabah ve akşamları arada olanı da tutacaksın artık…
Teşhislerse tam bir komedi, ama trajikomedi: karpuzlama (yalandan) teşhis oyunları…
Önce toptan teşhis tutanağı hazırlıyorlar ardından ferdi tutanakları da bu toplu teşhis üzerinden geçiyorlar yani kendileri belirliyor sonra tek tek teşhis yapılmış süsü veriliyor… Kendi aralarında ve kimsenin haberi yokken eldekileri suçlamak, suçtan delilden yola çıkılarak suçlu bulmak yok. Önce adam topla, sonra onlara hangi suçları yükleyelimi düşün. O dönemki emniyet mantığı, bilen biliyor ya kitabına uydurmaca ve alenen düzmece işlemler…
Yine önce Sivas ve Kayseri DGM’de açılan davalar, sonrasında kinle ve hukuksuz bir şekilde ve de ihsas-ı reyle “Düşünce Derneği” ismi ile kanunsuz bir dilekçeyle, başında militan kadrocu Adalet Bakanı Dede Seyfi Oktay’ın bulunduğu adalet bakanlığına yapılan dönemin Ankara savcılarının talebiyle davaların Ankara adliyesine taşınması süreci…
“Düşünce Derneği” dilekçesi dahi bu davanın nasıl bir tezgahla görüldüğüne bir delildir ve sırf bu dilekçesinin varlığı bile bu davanın nasıl görüneceğini ve nasıl sonuçlanacağının en büyük delilidir. Bu bile dosyamızın bırakın yeniden görünmesini, komple çöpe atılması için bile yeterlidir aslında.
Yetmedi…
Sivas’ta ilk aşamada ifademizi alan savcının tutumu ve davranışını, suratsızlığını alevi ve solcu olması nedeniyle kimi hakaret ve sert tavırlarıyla ve de ifadelerle, habire olmadık şeyler eklemeye çalışmasını, aynı şekilde sulh hakiminin ifadelerimi alırken vurdumduymaz tavırlarını, beşer dakikalık ifade almasını itirazlarımızı sert cevaplarla susturuşunu adeta siz ne dersiniz deyin “siz tutuklanacaksınız” şeklinde yüze bakmaz kaale almaz tutumunu anlatsam belki sayfalar tutar…
Peşinden tutuklamaların ardından Sivas Cezaevi’ne alınışımızın sonrasında bir ay sonra apar topar Afyon ve Kırşehir cezaevlerine gönderilişimiz, oradan da adli mahkumların içine üçer beşer dağıtılışımız vesaire zulüm üstüne zulüm çektirmeler, ailelerin yollarda yıllarca perişan oluşları da cabası… Anlatmaya yetmez yani.
Yıllarca Ankara DGM’ye her gidiş gelişlerde eski tangur tungur araçlarda yollarımızın geçişi, hele Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde kurulmak istenen tezgahlar, komplolar, bıyıkları ağzının içerisinde Seyfi Oktay ve Moğoltay’ın kadrolu komünist gardiyanları ile yüz yüze gelişlerimiz, kavgalarımız, mücadelelerimiz, şarıl şarıl suyun aktığı yerlerde yatışlarımız, direnişlerimiz, sloganlarımız, kavgalarımız yine hakeza devamla…
Allahuekber!
Her türlü oyun, komplo, tezgah var; yani uydurmaca tutanaklar. Her aşamada tezgahlar, baskılar derken geldiğimiz süreç rejimin zindanlarında 22 yıldır hala yatıyor oluşumuz… Kayıplarımız, giden gençik, hastalıklar, ihtiyarlık derken zulüm diz boyu vesselam. Kardeşler! Mesela benim hem annemin hem de çok değerli ve bana 20 yıldır dayanak olan ağabeyimin vefatı örnektir yaşanan acılara ve kayıplara. Fert fert arkadaşların yaşadıklarını ve delilsiz ispatsız ceza alışlarını da daha yansıtmadım üstelik; en az 10 cilt yapardı mübalağa olmasın… İşte emniyet, işte yargı, işte rejim, işte devlet ve işte adalet değil adavet, işte memleket manzaraları… Zaten rejim de bu komplolarla kurulmamış mı?
İstiklal mahkemeleri
Takrir-i sükunlar
Asmalar kesmeler
Hokus pokus
Abraka dabra
Bak tavşan çıktı şapkadan
Ve de
Siyasallaşmış yargının ikiyüzlü marifetleri… Burası Türkiye arkadaş!
Adalet mi? Kime göre, neye göre?
Jakobenizm, vandalizm, anarşizm
Yaşasın Führer, Yaşasın Musolini, Stalin, Mao!
Sen çok yaşa e mi amca!
İşte böyle kardeşlerim! Daha çok yazılacak şeyler var ama bu kadarı kâfi.
İslam tarihi zulüm ve mücadele tarihidir. Bize düşense sabretmek, dayanmak, Allah’a tevekkülle inancımızda ve davamızda kararlı olmaktır. Ve bir de sabırla Allah’a yönelmek…
Rabbim tüm mücadele eden ve zulüm çeken kardeşlerimizin yardımcısı olsun.
Kardeşlere selam ve muhabbetlerimi sunuyor, mücadelenizde Rabbimden başarılar diliyorum. Allah’a emanet olunuz.
Vesselam.
“Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.” (Saf/8)
Sivas Davası Mazlumu
Harun Gülbaş
Genç Öncüler Dergisi
Hiç yorum yok