Teslimiyet Ahdi- Salih Baytap
(Salih Baytap'ın resim çalışması)
İzmir’de hapishane koridoruna ilk girdiğimizde imgesinin çağrıştırdığının aksine içerinin fazlasıyla kalabalık olduğunu düşünmüştüm. Göz önünden uzaklaştırılanların yeri kendi içinde fazlasıyla göz önünde bir yer. Daha önce Müslüman siyasileri misafir etmemiş bu mekânda dört arkadaş kendimize bir hayat kurmaya çalışırken diğer insanlarla (tutuklular ve memurlar) konuşmalarımızda en çok gündeme gelen konu Müslüman kimliğimizin ne ifade ettiğiydi. Bir Müslümanın siyasi gerçeklerle hapishaneye girmesinin mümkünlüğünü tekrar tekrar izah etmek durumunda kalıyorduk, bizim için yeni olansa siyasi pozisyonu net bir islâmî kimliği bu derece açık ifade etmemizdi.
Dışarının anıları henüz çok tazeydi. Zihin ve beden kapalı bir mekânda kalmaya alışık değildi. Demir parmaklıklı kapılar yüksek duvarlar üzerindeki tel örgüler göze batıyordu. Duvarın ötesindeki hayatı hissediyorduk, bununla birlikte koğuşta sadece dört kişi kaldığımız halde hapishanenin fiziksel yapısı nedeniyle diğer tutuklularla görüşebiliyorduk. Yani hapishanenin sessizliğini ve ıssızlığını yaşamıyorduk. Zamanı bol kişiler de değildik zamanın en ince dilimlerini dahi değerlendirmek zorunda hissediyorduk. Bedenimizin içeride aklımızın dışarıda ve dışarıyla içerinin kesiştiği çizgide gezindiği o ilk zamanlarda hapishane bizim için Müslüman kimliğin ilanıydı. İslam’a dair tasavvurun son derece çarpıtıldığı, çarpıtılmış tasavvura rağmen Müslümanın görmezden gelindiği o yıllarda bir Müslümanın nasıl bir insan olduğunu nasıl yaşadığını göstermek bizim için önemli ve değerliydi. Aynı zamanda yürürlükteki düzenden beri olduğumuzun inancımıza ve hayat hakkımıza sahip çıkacağımızın itilip kakılmaya göz yummayacağımızın işaretiydi.
Dışarının gölgesinin ağırlığından kurtulmak için bir yıl yetiyor. Duvarlar parmaklıklar ve içeriye ait diğer unsurlar artık tuhaf değil. Bandırma’da kapıların ve pencere çerçevelerinin ahşap olması ilk anda tuhaf geliyor, buna rağmen ilk günlerde yalıtılmışlığı daha çok hissediyoruz. Büyük bir koğuşta dört kişiyiz başka tutuklularla görüşme imkânımız yok, az sayıda yakınımız haricinde ziyaretçimiz de yok. Kısa süre sonra sayımız artmaya başlıyor, epeyce hareketli ve karmaşık iki sene sonunda sayımız ve şartlarımız istikrar kazanıyor.
Çok sayıda ziyaretçimiz geliyor artık, dışarıyla bağımız kopuk değil. Bununla birlikte dışarıdaki dünya bizden gittikçe uzaklaşıyor. Kendi geçmişimizi ve dünyayı izleyen bir seyirciye daha yakınız şimdi, gündemi tasavvuru ve tahayyülü farklılaşmış halimizle dışarıyı seyrettiğimiz o yıllar bizim için insanı, hayatı ve inancımızı yeniden keşfetme süreciydi. Dışarıda 28 Şubat baskısının arttığı o yıllarda biz ziyarete gelen Müslümanlardan daha rahat hissediyorduk kendimizi. Belki sorumluluktan azade hissetmek için makul bir mazeretimiz olduğundan daha moralliydik içeride, daha tatminkâr bir hayat vardı sanki. Konuştuğumuz ziyaretçi arkadaşlardan bir çoğu ne yapmaları gerektiğini bilmediklerini söylüyorlardı. Hapishanenin insan üzerindeki olumsuz etkilerini henüz hissetmiyoruz. İçerdeki düzenimiz ve istikrar huzursuzluğu engelliyor, içerdeki bazı arkadaşlar hapishanede bizimkine benzer bir ortamda bir veya iki yıl kalmak insana kayıplarından epeyce fazla kazanç sağlar görüşünü dile getiriyorlardı.
Bu bağlamda hapishanenin en bariz özelliği kendini değerlendirme imkânını fazlasıyla vermesi. Ölüm anında hayatın bir film şeridi gibi gözlerin önünden geçtiği görüşünü herkes duymuştur, işte içeride bu imkânı defalarca bulursun. Üstelik bir noktadan geriye dönüp bir anlığına bakmak şeklinde değil, ilmin arttığında, olgunlaştığında, daha soğukkanlı davranmayı öğrendiğinde, arkadaşlarınla konuşup kanaatlerinin sağlamasını yaptığında geçmişin tamamını veya önemli anlarını epeyce yukarıdan yeniden görürsün ya da görmek zorunda kalırsın. Kendi geçmişinle beraber dışarıda akmakta olan hayatı da bazen sorumluluktan azade olmanın kolaycılığından kurtulmamanın zayıflatıcı etkisine rağmen farklı perspektiften görme imkânına kavuşursun. Bu gerçeğin pratikteki şekillenme tarzında insanın tavrının çok önemli bir etkisi var elbette. Kendi yerinde sayıyor gibi akıp giden hayatına yazıklanan öfke ve pişmanlık içinde kıvranan kişi sadece kendini yıpratma eylemini icra etmiş olur. İstikamet üzere durmaya çalışan, kayıplarını gözünde büyütmeyen, geleceğe ve nihai akıbete dair umut besleyen ve rabbine tevekkül eden insanlar ancak bu kaçınılmaz içsel eylemin olumlu taraflarından istifade edebilir.
Günler su gibi akıp gitmektedir. Takvime gözün ilişip beş yılın geçtiğini anladığında beş koca yılın en fazla bir tek mevsim gibi göründüğünü fark edersin. Dışarıdaki beş yılın bir kitaba sığmayacak kadar hacimli iken içerdeki beş yıl bir avuca sığacak kadardır. Sanki dışarının zamanıyla içerinin zamanın farklılığını önceden de hissetmişsindir ama şimdi yakinen kavrıyorsundur. Dışarıyla ilgili planlarını ve hayallerini bir daha güncellersin.
İki yıl önce kendini eskisinden daha iyi tanıdığını söylemiştin ama şimdi epeyce yeni özellik keşfetmişsindir. Hafifçe de olsa içe kapanma eğilimleri gözlemeye başlarsın kendinde ama duvarların ağırlığı hala omuzları zorlayacak kadar değildir. Sonbaharın renkli hüznü vardır sadece vakur derinlikle onurlu tatminkar kaybına karşı rabbinden bahşedilen bir huzurla beraber.
Beş yıl hapishane de kalan kişi (kendimizi kastederek) dışarıdaki hayatta en fazla birkaç hafta içinde adapte olur gibi gelirdi. O zaman zihin dışarıdan kopmamıştır, teknolojik gelişme takip edilecek seviyededir. İnsan ilişkilerine dair değişimleri, dışarıda yaşayacaklarını, planlarını gerçekleştirme imkânını tahayyül edebiliyorsundur. Dışarıdaki arkadaşların ömrün bir başka evresine geçmemiştir henüz, bununla beraber dışarıyla farklılaşmayı beş yıldan sonra daha iyi gözlemlemeye başlarsın. Grup içi davranış tarzların belirginleşir, dışarıdan yeni gelen kişilerin bazı davranışları tuhaf gelir. Konuşmandaki bazı nüansların bazı esprilerin dışardakilerce anlaşılmakta zorlanıldığını hissedersin. Yalnız kalmak isteği insanın her zaman hissedebileceği bir ihtiyaçtır ama yıllar geçtikçe biraz daha fazla hissedersin. Hapishanenin sadece ıssız ve yalıtılmış bir mekân değil yalnızlığa da izin vermeyen bir mekân olduğunu keşfedersin. Belki uyuma isteği biraz daha artar bazı insanlar daha sessizleşir, bazıları daha konuşkan olur. Tek başına yapacağın bazı işler arayışına girersin.
Böyle ama kendini hala içeri girdiğin yaşta hissedersin. Bilgi, olgunluk, tecrübe, yeniden değerlendirmenin olumlu olumsuz yükü, hayallerin vs. içeri girdiğin zamanki haline eklenmiştir sanki. Durumun farkına varmak olumlu etkisini hafifletir ama olsun güzel bir duygudur, Allah’ın bir lütfudur. Kıssaların en güzelini başucundan eksik etmezdin ama mağaraya sığınan gençler saltataların değil kardeşlerindir artık.
Kendimizi hep aynı zannederiz ama aynı olmadığımızı biliriz. Zamanın akışını hissetmeyiz ama asla durmadığını gayet iyi biliriz. Yaratılmış her şey gibi mevsimlerde döner, sonbahardan sonra kış gelir. İnsanın kendi ruhuna yolculuğunun sonu yoktur ama kaybolmak da vardır. Olgunlaşmanın sonu yoktur ama kokuşmak diye bir şey de vardır. Yalnızlığın farklı türleri var mı? Planlar yeniden yenilenmelidir.
Kendimizle baş başa kalmaya en yakın yerdeyiz artık. Kendimizi daha çok tanımaya ihtiyacımız mı vardı? Kurtulmamız gereken yüklerimiz mi var? Hala özgürlük, gençlik, güç, dostlar, sağlık (vs.) güç vehmeden yanılsamaların geri kalanından da kurtulmamız mı gerekiyor? Bugüne kadar yaşadıklarımız asıl ağır imtihana hazırlık için miydi? Daha gençliğimizin ilk dönemlerinden bilirdik altın ateşle saflaşır, insan zorlukla sınanır, güç engellerle artar. Zaaflarının merasimini izlersin, insanlığın bütün zaafları her insanın içinde mevcut mu acaba? Dünya küçük olur küçücük şeyler büyüyüp dünyanı kaplar, zaafların onları aşabilesin diye karşına dikiyordur belki. “İnsan her iddiasından imtihan edilecek” gerçeğinin tecellisi mi yoksa yaşadığın?
İnsan hayatı doğrusal bir çizgide ilerlemiyor. Sıkıntıya doymak denilen bir şey varmış. İnsanın sınırı epey esnek olmakla beraber gün geçtikçe daha kötüye gideceğini düşünürsün ama gerçek öyle değilmiş. Olumlu ve olumsuz bütün ruh halleri arasında nedenini bile anlamadan gezinirsin. Ruh daraltan sıkıntılar bir virüs gibidir, vücuda girer ateşin yükselir zayıf düşersin sonra virüsü yenersin.
Balığın karnının karanlığı etrafını sarmış durumda. Belki asıl şimdi düşünmek gerekir kalbini kaplayan kabuk üzerine. Mızmız çocukların sızlanması değil arayışının kaynağı. İnsanlığın çamuruna bulaşmış nankörlüğün peşine düşersin kalbinin pürüzlerinin kaynağını bulmak için.
Bir daha kendini keşif… Bu defa keşfettiğin yakın anına yakın şekilde kavradığın Rabbin sana şah damarından daha yakın olduğu sünnetullah sadece genel geçer kurallar. Başıboş yaratılmadığın uyarısı imtihanın sadece genel yönüne işaret değil. Allah’ın her insan için bir planı vardır. Her insanın kendi yolu vardır. Rabb kimseyi unutmaz, hala kalbin atıyorken sorumluluktan tamamen azade olamazsın. Hayatındaki her anın bir anlamı vardır. Her hastalığın ipucu geçmişinde saklıdır. Her hastalık şifanın ipucudur. İmtihan ve yardım kalbinin en derinliklerindekine göre şekillenmiştir. İmtihanın sana özeldir, en bunaldığın anda nimetin kokusunu hissedersin. Rabbinin yardımını avuçların da görürsün. Kalbini açtığında ayetler daha derine iner, Rabbine teslim olmanın yıllar önce dile getirdiğin teslimiyet ahdinden ağır olduğunu idrak edersin. Öyledir ama daha güzeldir daha huzur vericidir. Kalbin gücünün gerçek kaynağıdır ve karanlıktan kurtulmanın tek çaresi kudreti sonsuz Allah’a sığınmaktır. Rabbine teslim olmaktır, teslimiyet kemale erince kapılar açılacak diye umut edebilirsin artık.
Salih Baytap
12 Ocak 2015
Bolu F Tipi
Genç Öncüler Dergisi
Teslimiyet Ahdi
Hapishane Müslümanlar için ne ifade ediyor? Zaman zaman karşılaştığımız, içerden bakınca fazla genel görünen bu sorunun cevabının bizim için, okuyucular için ve bu yazıyı okumayacak birçok Müslüman için farklı olması bir yönüyle gayet doğal bir yönüyleyse aramızdaki kopukluğun işareti, bir yönüyle de hapishanenin ülkemiz Müslümanlarının yolculuğunda eksik olmayan bir gerçek olduğunu göz önünde bulundurunca Müslümanların tarihindeki kopuklukların işareti. Benzer kopukluklar kendi hayat çizgimizde de mevcut olmalı ki hapishane bizim içinde ilk günkü anlama sahip değil. Olsun farklı cevaplara açık bir soru her zaman irdelenmeye değerdir zaten yazımı asıl şekillendiren hapishanenin kendisi değil hapishanede yaşayan biziz.İzmir’de hapishane koridoruna ilk girdiğimizde imgesinin çağrıştırdığının aksine içerinin fazlasıyla kalabalık olduğunu düşünmüştüm. Göz önünden uzaklaştırılanların yeri kendi içinde fazlasıyla göz önünde bir yer. Daha önce Müslüman siyasileri misafir etmemiş bu mekânda dört arkadaş kendimize bir hayat kurmaya çalışırken diğer insanlarla (tutuklular ve memurlar) konuşmalarımızda en çok gündeme gelen konu Müslüman kimliğimizin ne ifade ettiğiydi. Bir Müslümanın siyasi gerçeklerle hapishaneye girmesinin mümkünlüğünü tekrar tekrar izah etmek durumunda kalıyorduk, bizim için yeni olansa siyasi pozisyonu net bir islâmî kimliği bu derece açık ifade etmemizdi.
Dışarının anıları henüz çok tazeydi. Zihin ve beden kapalı bir mekânda kalmaya alışık değildi. Demir parmaklıklı kapılar yüksek duvarlar üzerindeki tel örgüler göze batıyordu. Duvarın ötesindeki hayatı hissediyorduk, bununla birlikte koğuşta sadece dört kişi kaldığımız halde hapishanenin fiziksel yapısı nedeniyle diğer tutuklularla görüşebiliyorduk. Yani hapishanenin sessizliğini ve ıssızlığını yaşamıyorduk. Zamanı bol kişiler de değildik zamanın en ince dilimlerini dahi değerlendirmek zorunda hissediyorduk. Bedenimizin içeride aklımızın dışarıda ve dışarıyla içerinin kesiştiği çizgide gezindiği o ilk zamanlarda hapishane bizim için Müslüman kimliğin ilanıydı. İslam’a dair tasavvurun son derece çarpıtıldığı, çarpıtılmış tasavvura rağmen Müslümanın görmezden gelindiği o yıllarda bir Müslümanın nasıl bir insan olduğunu nasıl yaşadığını göstermek bizim için önemli ve değerliydi. Aynı zamanda yürürlükteki düzenden beri olduğumuzun inancımıza ve hayat hakkımıza sahip çıkacağımızın itilip kakılmaya göz yummayacağımızın işaretiydi.
Dışarının gölgesinin ağırlığından kurtulmak için bir yıl yetiyor. Duvarlar parmaklıklar ve içeriye ait diğer unsurlar artık tuhaf değil. Bandırma’da kapıların ve pencere çerçevelerinin ahşap olması ilk anda tuhaf geliyor, buna rağmen ilk günlerde yalıtılmışlığı daha çok hissediyoruz. Büyük bir koğuşta dört kişiyiz başka tutuklularla görüşme imkânımız yok, az sayıda yakınımız haricinde ziyaretçimiz de yok. Kısa süre sonra sayımız artmaya başlıyor, epeyce hareketli ve karmaşık iki sene sonunda sayımız ve şartlarımız istikrar kazanıyor.
Çok sayıda ziyaretçimiz geliyor artık, dışarıyla bağımız kopuk değil. Bununla birlikte dışarıdaki dünya bizden gittikçe uzaklaşıyor. Kendi geçmişimizi ve dünyayı izleyen bir seyirciye daha yakınız şimdi, gündemi tasavvuru ve tahayyülü farklılaşmış halimizle dışarıyı seyrettiğimiz o yıllar bizim için insanı, hayatı ve inancımızı yeniden keşfetme süreciydi. Dışarıda 28 Şubat baskısının arttığı o yıllarda biz ziyarete gelen Müslümanlardan daha rahat hissediyorduk kendimizi. Belki sorumluluktan azade hissetmek için makul bir mazeretimiz olduğundan daha moralliydik içeride, daha tatminkâr bir hayat vardı sanki. Konuştuğumuz ziyaretçi arkadaşlardan bir çoğu ne yapmaları gerektiğini bilmediklerini söylüyorlardı. Hapishanenin insan üzerindeki olumsuz etkilerini henüz hissetmiyoruz. İçerdeki düzenimiz ve istikrar huzursuzluğu engelliyor, içerdeki bazı arkadaşlar hapishanede bizimkine benzer bir ortamda bir veya iki yıl kalmak insana kayıplarından epeyce fazla kazanç sağlar görüşünü dile getiriyorlardı.
Bu bağlamda hapishanenin en bariz özelliği kendini değerlendirme imkânını fazlasıyla vermesi. Ölüm anında hayatın bir film şeridi gibi gözlerin önünden geçtiği görüşünü herkes duymuştur, işte içeride bu imkânı defalarca bulursun. Üstelik bir noktadan geriye dönüp bir anlığına bakmak şeklinde değil, ilmin arttığında, olgunlaştığında, daha soğukkanlı davranmayı öğrendiğinde, arkadaşlarınla konuşup kanaatlerinin sağlamasını yaptığında geçmişin tamamını veya önemli anlarını epeyce yukarıdan yeniden görürsün ya da görmek zorunda kalırsın. Kendi geçmişinle beraber dışarıda akmakta olan hayatı da bazen sorumluluktan azade olmanın kolaycılığından kurtulmamanın zayıflatıcı etkisine rağmen farklı perspektiften görme imkânına kavuşursun. Bu gerçeğin pratikteki şekillenme tarzında insanın tavrının çok önemli bir etkisi var elbette. Kendi yerinde sayıyor gibi akıp giden hayatına yazıklanan öfke ve pişmanlık içinde kıvranan kişi sadece kendini yıpratma eylemini icra etmiş olur. İstikamet üzere durmaya çalışan, kayıplarını gözünde büyütmeyen, geleceğe ve nihai akıbete dair umut besleyen ve rabbine tevekkül eden insanlar ancak bu kaçınılmaz içsel eylemin olumlu taraflarından istifade edebilir.
Günler su gibi akıp gitmektedir. Takvime gözün ilişip beş yılın geçtiğini anladığında beş koca yılın en fazla bir tek mevsim gibi göründüğünü fark edersin. Dışarıdaki beş yılın bir kitaba sığmayacak kadar hacimli iken içerdeki beş yıl bir avuca sığacak kadardır. Sanki dışarının zamanıyla içerinin zamanın farklılığını önceden de hissetmişsindir ama şimdi yakinen kavrıyorsundur. Dışarıyla ilgili planlarını ve hayallerini bir daha güncellersin.
İki yıl önce kendini eskisinden daha iyi tanıdığını söylemiştin ama şimdi epeyce yeni özellik keşfetmişsindir. Hafifçe de olsa içe kapanma eğilimleri gözlemeye başlarsın kendinde ama duvarların ağırlığı hala omuzları zorlayacak kadar değildir. Sonbaharın renkli hüznü vardır sadece vakur derinlikle onurlu tatminkar kaybına karşı rabbinden bahşedilen bir huzurla beraber.
Beş yıl hapishane de kalan kişi (kendimizi kastederek) dışarıdaki hayatta en fazla birkaç hafta içinde adapte olur gibi gelirdi. O zaman zihin dışarıdan kopmamıştır, teknolojik gelişme takip edilecek seviyededir. İnsan ilişkilerine dair değişimleri, dışarıda yaşayacaklarını, planlarını gerçekleştirme imkânını tahayyül edebiliyorsundur. Dışarıdaki arkadaşların ömrün bir başka evresine geçmemiştir henüz, bununla beraber dışarıyla farklılaşmayı beş yıldan sonra daha iyi gözlemlemeye başlarsın. Grup içi davranış tarzların belirginleşir, dışarıdan yeni gelen kişilerin bazı davranışları tuhaf gelir. Konuşmandaki bazı nüansların bazı esprilerin dışardakilerce anlaşılmakta zorlanıldığını hissedersin. Yalnız kalmak isteği insanın her zaman hissedebileceği bir ihtiyaçtır ama yıllar geçtikçe biraz daha fazla hissedersin. Hapishanenin sadece ıssız ve yalıtılmış bir mekân değil yalnızlığa da izin vermeyen bir mekân olduğunu keşfedersin. Belki uyuma isteği biraz daha artar bazı insanlar daha sessizleşir, bazıları daha konuşkan olur. Tek başına yapacağın bazı işler arayışına girersin.
Böyle ama kendini hala içeri girdiğin yaşta hissedersin. Bilgi, olgunluk, tecrübe, yeniden değerlendirmenin olumlu olumsuz yükü, hayallerin vs. içeri girdiğin zamanki haline eklenmiştir sanki. Durumun farkına varmak olumlu etkisini hafifletir ama olsun güzel bir duygudur, Allah’ın bir lütfudur. Kıssaların en güzelini başucundan eksik etmezdin ama mağaraya sığınan gençler saltataların değil kardeşlerindir artık.
Kendimizi hep aynı zannederiz ama aynı olmadığımızı biliriz. Zamanın akışını hissetmeyiz ama asla durmadığını gayet iyi biliriz. Yaratılmış her şey gibi mevsimlerde döner, sonbahardan sonra kış gelir. İnsanın kendi ruhuna yolculuğunun sonu yoktur ama kaybolmak da vardır. Olgunlaşmanın sonu yoktur ama kokuşmak diye bir şey de vardır. Yalnızlığın farklı türleri var mı? Planlar yeniden yenilenmelidir.
Kendimizle baş başa kalmaya en yakın yerdeyiz artık. Kendimizi daha çok tanımaya ihtiyacımız mı vardı? Kurtulmamız gereken yüklerimiz mi var? Hala özgürlük, gençlik, güç, dostlar, sağlık (vs.) güç vehmeden yanılsamaların geri kalanından da kurtulmamız mı gerekiyor? Bugüne kadar yaşadıklarımız asıl ağır imtihana hazırlık için miydi? Daha gençliğimizin ilk dönemlerinden bilirdik altın ateşle saflaşır, insan zorlukla sınanır, güç engellerle artar. Zaaflarının merasimini izlersin, insanlığın bütün zaafları her insanın içinde mevcut mu acaba? Dünya küçük olur küçücük şeyler büyüyüp dünyanı kaplar, zaafların onları aşabilesin diye karşına dikiyordur belki. “İnsan her iddiasından imtihan edilecek” gerçeğinin tecellisi mi yoksa yaşadığın?
İnsan hayatı doğrusal bir çizgide ilerlemiyor. Sıkıntıya doymak denilen bir şey varmış. İnsanın sınırı epey esnek olmakla beraber gün geçtikçe daha kötüye gideceğini düşünürsün ama gerçek öyle değilmiş. Olumlu ve olumsuz bütün ruh halleri arasında nedenini bile anlamadan gezinirsin. Ruh daraltan sıkıntılar bir virüs gibidir, vücuda girer ateşin yükselir zayıf düşersin sonra virüsü yenersin.
Balığın karnının karanlığı etrafını sarmış durumda. Belki asıl şimdi düşünmek gerekir kalbini kaplayan kabuk üzerine. Mızmız çocukların sızlanması değil arayışının kaynağı. İnsanlığın çamuruna bulaşmış nankörlüğün peşine düşersin kalbinin pürüzlerinin kaynağını bulmak için.
Bir daha kendini keşif… Bu defa keşfettiğin yakın anına yakın şekilde kavradığın Rabbin sana şah damarından daha yakın olduğu sünnetullah sadece genel geçer kurallar. Başıboş yaratılmadığın uyarısı imtihanın sadece genel yönüne işaret değil. Allah’ın her insan için bir planı vardır. Her insanın kendi yolu vardır. Rabb kimseyi unutmaz, hala kalbin atıyorken sorumluluktan tamamen azade olamazsın. Hayatındaki her anın bir anlamı vardır. Her hastalığın ipucu geçmişinde saklıdır. Her hastalık şifanın ipucudur. İmtihan ve yardım kalbinin en derinliklerindekine göre şekillenmiştir. İmtihanın sana özeldir, en bunaldığın anda nimetin kokusunu hissedersin. Rabbinin yardımını avuçların da görürsün. Kalbini açtığında ayetler daha derine iner, Rabbine teslim olmanın yıllar önce dile getirdiğin teslimiyet ahdinden ağır olduğunu idrak edersin. Öyledir ama daha güzeldir daha huzur vericidir. Kalbin gücünün gerçek kaynağıdır ve karanlıktan kurtulmanın tek çaresi kudreti sonsuz Allah’a sığınmaktır. Rabbine teslim olmaktır, teslimiyet kemale erince kapılar açılacak diye umut edebilirsin artık.
Salih Baytap
12 Ocak 2015
Bolu F Tipi
Genç Öncüler Dergisi
Hiç yorum yok