"Tefekkür Dershanesi"nden- Tamer Aslan
80’li yıllar İslami direniş ve devrim hareketlerinin dünya gündeminde sık sık yer bulduğu dönemlerdi. Türkiyeli Müslümanların İslami hareketleri heyecanla takip ettiği bu yıllarda bizde her gelişmeyi takip eder, Müslümanların maruz kaldığı kötülüklere üzülür, başarılarıyla gurur duyardık.
Aynı yıllarda ülkemizde ise İslâm içi kaba karikatürlerle doldurulmuş, irtica söylemi ile özdeş hale getirilmiş, irtica yaftasının baskısı altında olup, İslami duyarlılığa sahip insanlar ise büyük ölçüde sindirilmiş vaziyetteydi. İslami hayat tarzının alay ve hakaretlere maruz kalmasının ötesinde, bireysel veya toplu hayatı inşa edecek bir fikrin bağlıları olarak Müslümanların pek ciddiye alınmadığı bir dönemdeydik.
Müslüman gençlerin henüz küçük nüveler halinde kimliklerini bulmaya çalıştığı bu yıllarda, bizde vaziyetimize bakıp neler yapabileceğimizi tartışıyorduk. Seyyid Kutub’un genç yüreklerimizi kamçılayan coşkulu ve özgüveni yüksek söylemi, yolumuzu aydınlatan bir fenerdi. Allah Resûlü’nün yolunu yegane güzergah bilen Ashab-ı Kiram gibi geleceği inşa edecek Kur’an neslinin öncüleri olmak arzusu ve azmindeydik.
Yüce Yaradan’ın insanlara son mesajı Kur’an-ı Kerim’in doğru anlaşılması ve vahyin iletilmesi yolunda önümüze çıkan engelleri aşabilmek için bir yandan kendimizi hazırlarken aynı zamanda güç ve donanım sahibi olmanın yollarını arıyorduk. Canımızdan aziz bildiğimiz inancımıza saldırılar içimizi daraltsa da yolun uzun soluklu olduğuna inanır, sabredip daha zorlu süreçlere kendimizi hazırlamak gerektiğini düşünürdük.
Birlikte yürümenin ilk şartı olan bir araya gelebilmek anlayışıyla gençlere has ve temiz bir ruhla ve samimi kalple muazzam bir kardeşlik duygusu tesis etmeyi başardık. Dürüst, disiplinli, ortak paylaşıma dayalı hayat tecrübeleri edinerek birbirimize katlanmayı, zaaflarımızı kabullenerek bunları törpülemeyi öğrendik. Yolda bocalamamak ve engelleri aşabilmek için hazırlığı sıkı tutmalıydık. 20 yıl boyunca küçücük kapalı mekanlarda 24 saatimizi paylaşmak durumunda kaldıktan ve hâlâ Rabbimiz’in nimetiyle kardeş kalmayı ve beraber olmayı başardıktan sonra dönüp geriye baktığımızda o zaman ki duygularımızın ve kazandığımız azığın kıymetini daha iyi anlıyorum.
1993 Ocak ayında medyaya yansıyan İslami Hareket Örgütü haberiyle arkadaşlarımızdan bazılarının gözaltına alındığını ve yoğun işkencelere maruz kaldıklarını öğrendik. Ağır işkenceli sorgulamalara maruz kalmak o günlerin en çetin imtihanıydı. “Rabbimizin imtihanı elbet bizimde başımıza gelecektir.” diyerek yolumuza devam ettik.
1995 Kasım ayında araba ile seyir halindeyken arkamızdan yanaşan sivil “Toros” marka bir araçtan açılan ateş sonucunda ben ve iki arkadaşım yaralı olarak yakalandık. Silahlı çatışma sonucu yakalandığımız şeklinde haber yapılmasına rağmen aracımızda bir tornavida bile çıkmamıştı. Sivil araçtan uyarı yapılmadan ateş açıldığından bir soruşturmaya maruz kalmamak için silahlı çatışma söylemi yoğun bir biçimde kullanıldı. Neticede üç yıl sonra cezaevindeki can dostlarımızla bir araya geldik. Kardeş yüzlerin sıcak tebessümleriyle yaralarımızın acıları dindi. Maddi ve manevi güzelce beslenirken Rabbimizin lütfuyla iyileştik.
Cezaevi hayatında bizim için önemli olan kişiliğimizi korumak, kimliğimizi zedelemeden, inancımıza gölge düşürmeden Müslüman onuruna yakışan bir hayat sürmekti. Önceden oluşturduğumuz birlik ruhu ve düzenli, disiplinli yaşam tarzının onurumuzla ayakta kalmamıza büyük katkısı oldu. Baskılara, haklarımızın elimizden alınma girişimlerine yek vücut olup direnerek kendimizi koruduk ve aynı zamanda aramızdaki bağları güçlendirdik. Kazandığımız tecrübeler sayesinde Müslüman tutsaklara ait bir yaşam kültürü oluşturmayı başardık. Kişiliksizleştirme çabalarına karşı hep beraber direniş, bireysel ve toplu olarak zamanı değerlendirme, bezginliğe ve yılgınlığa kapılmama, bizden daha çok sıkıntı çeken ailelerimizin ve sorumlulukları bizimkinden ağır arkadaşlarımıza manevi destek olmaya çalışma… Bunlar cezaevinde adeta yaşam biçimimiz ve mücadelemizin yeni vehcesi haline geldi.
Yazdıklarım, aynı ortamı paylaştığımız arkadaşlarımızla her konuda aynı görüşlere sahip insanlar olduğumuz anlamına gelmez. Bu süre boyunca çok farklı İslâmi gruplara mensup arkadaşlarla beraber de kaldık. Daima kontrol altında tutulan birçok insanın beraber yaşamak zorunda olduğu dar bir ortam, fikirlerin dayatılacağı, her konuda ortak fikir oluşturulabileceği, bireysel tavırların sınırsızca sergilenebileceği mekanlar değildir. Bütünün parçalanması beraberinde güçsüzlüğü edilgenliği ve ezilmeyi getirir. Güçsüz, pasif ve ezilen insanlarsa zaman içinde kişiliklerini ve inançlarını kaybetmek zorunda kalır. Düşünceler ifade edilir, görüşler olabildiğine tartışılır, ortak çalışmalar yapılır. Bununla birlikte aynı düşünce ve kanaate sahip olma şartı aranmaz. Yaygın kabul gören fikirler bireylere dayatılmaz. Müslüman olmanın ilkeleri ve kardeşlik değerleri çerçevesinde herkesin kişiliğine ve hakkına saygı gösterilir ve birlikte yaşamak temel gaye edinilmiştir.
Elbette ki insanlar formüllerle inşa edilemez. Yapılar ve topluluklar bir kalıba sığdırılamazlar. Kusurlar, eksikler ve zaaflar sona ermez. Kardeşlik kusursuz insanların birlikteliği değildir. Zaaflarımız ve noksanlıklarımız nedeniyle birbirimize muhtacız ve bu nedenle dayanışmak ve omuz omuza durmak zorundayız.
Bugün bunları yazarken yıllardır bir ailenin fertleri gibi yaşadığımız bu mekanda 28 yılını devirmiş olan bir dostumuzu özgürlüğe uğurlamayı bekliyoruz. Yüzüne her baktığımızda 16 yaşında askeri darbe mahkemesinin cezaevine gönderdiği günün masumiyetini ve ah vahlarla değil vakarla geçirdiği yıllarının kazandırdığı derinliği görüyoruz. Biz onu özgürlüğe uğurlamanın sevinç ve heyecanını yaşarken o içeride bırakmak zorunda kaldığı can yoldaşlarından kopmanın hüznünü yaşıyor. Rabbim dünyanın bütün güzelliklerine bedel bu temiz duyguları bütün müminlere yaşatsın.
Kapitalist tüketim kültürünün her gün yenilenen ürünlerle sahte ihtiyaçlar üreterek gençleri peşinde koşturduğu sanal dünyanın hipnotik çekiciliğinin hayatın içine sızıp iç dünyamızı ele geçirmeye yeltendiği bu çağda, gerçeğin öteki yüzü ile yüzleşmek zor olabilir. Postmodern zamanın çekici anlamsızlığının, parçalanmışlığın, konforun, yüceltilen bencillik kültürünün hayatımızı kuşattığı umutsuz kaotik fikirlerin bulanıklaştırdığı benliklerin aksine burada zamana, çağa, ortama inat hiç tükenmez kocaman umut var, umutsuzluk yok.
Sözlerimi içerdeki bir dostumun zindan tanımlamasıyla bitiriyorum: “Zindan tefekkür dershanesidir. Hayatı, mematı, kainatı ve insanı yeniden ve daha derinden okumak ve anlamak için müstesna bir zemindir. Zindan şu fani dünyada henüz can ten kafesinde yaşarken uyanma, kaybın farkına varma, arama, bilme ve bulma vaktidir.”
Yüce Rabbim’in selâmı ve rahmeti üzerinize olsun Allah’a emanet olun.
Tamer Aslan
F tipi Cezaevi
Bolu
Genç Öncüler Dergisi
Hiç yorum yok