İbni Arabi Risaleleri: KİTABU’L KURBE
KİTABU’L KURBE
YAKINLIK KİTABI
Şeyhu’l Ekber
MUHYİDDİN İBN. ARABÎ K.S.
KİTABU’L KURBE “YAKINLIK KİTABI
Bismillahirrahmanirrahim
Değiştirme ve Kuvvet O'ndandır
Kullarından dilediğine ilham ilimlerinin hususiyetlerini
tahsis eden, her sahnede ve her konumda celal ve keremiyle onlara tecelli eden,
nimetlerinin bilgilerini ve faziletlerinin lütuflarını onlara bahşeden, çeşitli ilahi
tasarruflarla ve türlü hüküm örnekleriyle onları ruhlar âlemlerinde ve cisimlerin yoğunlukları arasında
döndürüp duran, bu âlemler içinde kusurlu davranmakla hükmü eksiksiz uygulamak arasında onları
ikame eden Allah'a hamd olsun. Nitekim kullar, düzeni bozulmuş nice emirleri düzenli
bir hale getirip icra ederken, düzeni seri olarak uygulanan ve sağlam ve kaynaşmış bir
şekilde yürürlükte olan nice düzeni de bozarlar. Böylece ilahi lütuf sayesinde söz, daha
önce eğri, büğrü, belli bir kıvamı olmayan anlaşılmaz acemce iken, doğru, anlaşılır ve belli
bir sistemi olan öz Arapça olmuştur. Bunun neticesinde sözün kaynağı basiret ve anlayış
sahiplerine yakın olmuş, anlaşılması daha önce zor ve içinden çıkılmaz olan nice
hususun algılanması kolaylaşmıştır. İlahi mesaj, kapalılık makamından açıklık makamına intikal
etmiştir. Bu açık ve anlaşılır mesaj aracılığıyla yücelikler makamından
insanlara ikramda bulunulmuş, destekçileri olan ulu Allah tarafından, söze karşı
takındıkları müspet tavırlarıyla aziz kılınmışlardır. Allah ilahi mesajı benimseyen, onu özümseyen
kullarını izzet sahneleriyle ve alametleri göz önündeki kanıtlarla pekiştirip
desteklemiştir. Şu halde bu kullar, görkemli Muhammedi makamlarda tebarüz etmişlerdir. Ki Kura'n diliyle
şöyle denilmiştir: "Ya ehle Yesrib la mukame lekum "fî sadri teşrifin" ferciu
/Ey Yesribliler! Artık sizin için durmanın sırası değil, haydi (sadr'a şereflenerek) dönün."
(Ahzâb, 13) -Allah size rahmet etsin doğruluk ve hakikati bildirme (irşâd) yollarına dönün. Çünkü siz,
insan suretinde görünen tertemiz meleklersiniz, sizler saygı değer resullersiniz.
Onlar, ilahi yakınlık mesajı ile gönderilen, ilahi kelam ile şereflendirilen Resulün dilinden
izzet ve şerefle nitelendirilmişlerdi. Bu yüzden hakikat pınarlarını gün
yüzüne çıkarırlardı. Akli meselelerde ve tasavvur kaynaklarında bilginin incelikleriyle ötelere
nüfuz eden basiretlere sahibdirler.
Fiilleri, övücülükleri, vaziyetleri ve yeri-cilikleri gibi
gerekleriyle birlikte her şeyi bilen yüce yaratıcıya nispet edişleri itibariyle edeb tavrı
içindeydiler. Ki bu fiillerin bazısı, tam yergi babında halis olarak belirginleşirler. Gemiyi delmek gibi:
"fered-tu en aibeha / Onu kusurlu kılmak istedim." (Kehf, 79) Burada, onu kurtarmak
istedim, denilmiyor. Nitekim hastalandığım zaman bu, ağrı ve elemlerin tahakkümü ile
gerçekleşir. Fiillerin bir kısmı ise müşterektir, ayrılmazlık kaziyesinin gereği olarak. Musa'nın
(a.s) arkadaşının çocuğu öldürmesi olayında olduğu gibi. Bazı fiiller de sırf övgü
niteliklidir: "Fe huve yeşfini /Bana şifa veren O'dur." (Şuara, 80) Altında yetimlere ait
hazinenin bulunduğu duvarı onarmak da bu tür bir fiildir. Şu halde bu seçkin kullar, ilahi
sınırları aşmaktan ve günah işlemekten beridirler. Kötülüklere karşı gayretlilik niteliğine
sahibdirler. Bu yüzden sır ve ketmetme ehlidirler. Büyüklük taslayan zorbalara karşı haşmetli bir
görünümleri vardır. Çünkü yüce
Allah, selam menzilinde onlara tecelli etme şerefini
bahsetmiştir. Kusurlu hallerinde zatları izzetle vasfedilmiştir. Bu yüzden onlar "otağlar içinde
sahihlerine tahsis edilmiş hurilerdirler.
Rablerinden gelen apaçık bir delil üzeredirler,
kendilerinden bir şahid de peşinden bu delili pekiştirmiştir. Böylece onları iki güzelliğin,
yani iman ve İslam'ın gereklerini yerine getirmenin bağışlarına yüceltmiş, onları ilahi kuvvetle
desteklemiştir. Bütün mahlukat ayanları, daha doğrusu gecelerin ve gündüzlerin ayanları
düzeyinde seyre çıkmalarını mümkün kılmıştır. Gerçi, başka ayaklarla değil, Muhammed'in
(s.a.v.) ayağıyla onurlandırılmışlardır. Bu da sözünü ettiğimiz hususlarda
hücum ve ileri atılmaktan alıkoymamış onları, aksine sakınmadan ileri atılma ve geri
durma konumlarında güçlerine güç katmıştır. Onlar öyle ferdlerdirler ki, aptallar onları
tanımazlar, Evtadlar onları göremezler, Gavsın, Kutbun ve İmamın hükmü onlara geçmez.
Allah'ın salât ve selamı, bu saydığımız hususların parlak nurlarının bir kısmını
oluşturan Hz. Muhammed'in üzerine
olsun. Ki vesile, fazilet, yüksek derece, Makam-ı Mahmuddaki
gizli övgüler, kemal ve tamamlık O'na aittir. Salât ve selam O'nun ehlibeytinin de
üzerine olsun. Bulutların gölgelediği köşklerinde iken onlar, alimler onların
özlemiyle nefes alıp vermektedirler.
Yıldızlar parîadığı ve güvercinler öttüğü sürece değil.
Çünkü bu, sonu olan bitimli bir haldir. Ariflerin gayesi bekadır, devamlılık niteliğindeki
tanıklıktır. Ve selâm sonsuza dek onların üzerine olsun.
İmdi... Hiç şüphesiz genel hakikat, külli kul üzerinde
hakimiyet kurunca, şahidinin üzerinde delaletleri belirince, kendisini izhar edende
alametleri, olağanüstülükleri zuhur edince her sıddık sıddıklığı itibariyle zındıklığına tanık
olur. Nüfuz ve hüküm sahibi imam da öyle. Çünkü Hakkın bir veçhesini almıştır ki, onun
aracılığıyla yaratıcısına ve var edicisine bakmaktadır. Bu yüzden fertler olarak
isimlendirilmişlerdir. Yani genellik hükmü onlar için geçerli değildir. Ancak makamı bu olan bir kimse,
halkın gözünden gizlenme gücüne de sahiptir. Mahlukat, onun bünyesini ifsat edecek
şekilde ona musallat olamaz.
İçlerinden bazısı bu makama ulaşmıştır; fakat bu makamda
kendisine bir kuvvet bağışlanmış olmasına rağmen, onu taşımaz, bu makamın
hükümlerinin izleri de üzerinde belirginleşmez, Ebu Bekir es-Sıddık vb. gibi. Ancak yine de
bazı konularda bu makamın hakimiyeti kendini gösterir ve inkar dili ancak bunun
hakkında gaflet ve unutkanlık şeklinde tanıklık eder. Sonra bu konumu bilmesine rağmen asıl
konumuna geri döner. Buna Ömer'in (r.) şu sözünü örnek gösterebiliriz: "Allah'ın,
Ebubekir'in göğsünü savaşa açtığını gördüğümde bu tavrının hak olduğunu anladım." Bu
makamda karşılaşma olur. İslam uleması içtihat ettikleri zaman, bu makamda hükümlerini
belirginleştirirler. Bu makamda onlara tecelliler belirginleşir, bilmedikleri hükümleri
tarifleriyle bilmeye başlarlar. Fakat bu mertebeyi bilmediklerinden onu kendi görüşlerine nispet
ederler. Sonra müçtehid olmadığı halde, hüküm veren, bilinen içtihat yolunu izlemeksizin aynı
hükmü alan birini gördüklerinde,-yani yollar ayrı olmasına rağmen hüküm aynıdır- evet, böyle
birini gördüklerinde öldürülmesi için fetva verir, zındıklığına tanıklık ederler,
bu caiz değildir, helal olmaz derler.
Onlara şöyle cevap vermek gerekir: Allah'ın dininde içtihad
edecek müçtehidler için koyduğunuz bu şartları siz kendiniz mi koydunuz, yoksa
Resulullah'tan (s.a.v.) mı naklettiğiniz? Eğer siz koyduysanız, sizin bir kerametiniz, bir
ayrıcalığınız yoktur, şayet kitab ve sünnetten ve bu görüşü savunanların icmasından
naklettiyseniz, o zaman delil getirin.
Eğer deseler ki: Resulullah (s.a.v.): "Her müçte^ hid
sevap alır. Hakim içtihad edip yanılırsa ona bir sevap vardır, eğer isabet ederse ona iki
sevap vardır." buyurmuştur. Biz deriz ki: Resulullah (s.a.v.) doğru söylemiştir. Siz sadece
onun sözünü anlamışsınız, başka değil. Biz, müçtehitle ilgili olarak size itiraz etmedik,
bizim sözlerimiz müçtehidin şartlarıyla ilgilidir; bu şartları sizin için kim belirledi? Diyelim ki,
müçtehit için koyduğunuz şartlar doğrudur, o zaman size şunu sormamız gerekiyor: İçtihad
türlerini sadece bununla sınırlandırmanızın gerekçesi nedir? Sonra diyoruz ki,
müçtehitle ilgili bu şartlar naklidir.
Ayrıca içtihat için bir yol daha var. O da nefsi
berraklaştırma, arındırma ve övgüye değer Hakk ile donatmadır. Rabbani ahlaka sahip kılma, Allah'tan
ilim almaya onu hazırlayıp, bu ilimleri alabilecek kabiliyetlerle donatmadır. Mahal bu
şekilde arınınca, berraklaşınca, her hangi bir mesele ile ilgili hak onun için belirginleşir,
tıpkı sizden bir müçtehide belirginleştiği gibi. Görüldüğü gibi yollar farklı ama hüküm birdir. Böyle
iken, hangi gerekçeyle hükmü Şafii'den alıyorsunuz da örneğin onun arkadaşı Şeyban
er-Rai'den almıyorsunuz? İlim Allah'ındır, sizin değildir. Sizin göreviniz içtihat etmek,
gözlem yapmaktır, bunu yaptığınızda Allah ilmi onunla beraber ve onun ardından
yaratır; ister aklen tasavvur edilen şeylerle ilgili olsun, ister verdiğiniz hüküm zanni
olgularla ilgili olsun. Aynı şekilde bizim arkadaşların da dervişlik, Allah'a sığınma, bilgiyi edinmede
doğruluk azimeti, kendi gücüne ve kudretine dayanmama şeklinde arınmaya ve hazırlanmaya
dair içtihatları olur. Bu içtihatla birlikte ve onun ardından, tıpkı sizde olduğu gibi
Allah ilmi yaratır. Böyle iken bu yaptığınız taassup değil de nedir? öte yandan eğer siz
tuttuğunuz yol itibariyle insaflı ve tutarlı davranırsanız, amel ederek bu hükmü veren kişinin
verdiği hükme objektif olarak bakarsanız, daha önce sizden olan bir müçtehit tarafından
söylendiğini de görürsünüz. Bir kişi de olsa söylemiş birini görürsünüz. Sonra bu hükmün
sizin yönteminizi kullanan biri tarafından söylendiğini gördüğünüzde bunun hak olduğunu
söylemek durumunda kalırsınız. Yani daha önce batıl ve fısk olarak
nitelediğiniz şey birden hakka dönüşür! Peki sizin dayandığınız bu yöntemin masum olduğuna,
yanılmazlığına ilişkin deliliniz nedir? En fazla, yaptığımız içtihad şunu tasdik etmemizi şunu da
yalanlamamızı gerektirdi, diyebilirsiniz.
İşte kavganın çıktığı nokta da budur. Allah bizi de sizi de
affetsin. Rivayet zinciri çok da sağlam olmasa da müsned bir hadis rivayet edilmiştir,
şöyle ki: "Resulullah (s.a.v.), bir hususta delil olmadığı zaman, iki salih kişiye baş
vurulmasını ve onların verdiği hükme uyulmasını emretti." Ancak biz, karşı tarafın ileri
sürebileceği rivayet zinciri sağlam olmayan ve de tevil edilecek gibi de olmayan bu tür haberler
için kanıt istenmesine itiraz etmiyoruz. Bilakis bizim izlediğimiz yöntem, size karşı
çıkmamızı gerektirmektedir. Bu örneği, belki içinizdeki gafiller uyanır ve insafa gelerek
tutumundan vazgeçer diye sunduk
Çünkü bizde galip olan durum ve bazı bireylerin tutumu, âlem
hakkında açık bir hüküm vermeyi terk etme şeklinde belirginleşiyor. Ancak onların
önemsedikleri bazı hususlar vardır. Hiç kuşkusuz müçtehidin katline fetva verdiği
kimsenin kabul etmesinden maksat, üzerinde bulunduğu halden kaynaklandığı ve bunun da
şeriattan çıkarıldığı hususudur.
Ancak izzeti ve hakimiyeti onu katletmesine engel olur. O
halde müçtehit katline fetva versin, ama egemenliği, katline fetva verdiği kişiyi
kuşatamayacaktır. Üstelik bu söylediğimiz zahiri ulemanın en güçlüleri için geçerlidir.
Bizim arkadaşlar ise, böyle bir kanaat getirdiklerinde veya katlinin gerektiğine karar
verdiklerinde, o kişinin egemenliği bu kararı uygulamalarına engel olmaz, arkasına sığındıkları
sağlam kaleleri de. Bir şekilde ya kendisinden ya da başka birinden kaynaklanan bir şey devreye
girer ve onu öldürür. Bunu yaparken kendilerine karşı kullanılacak veya sizin onu
teslim almanıza neden olacak bir hükme de ihtiyaç duymazlar. Eğer anladıysanız, kuşkusuz size
gerçeği ifade ettik ve sizi hak yola ilettik. Şimdi arkadaşlarımıza dönelim ve şöyle
diyelim: Ey dostlarımız! Ey kendilerini gizleyen tertemiz esjiyamız! Şu ferdi
mertebelere karşı ilgisiz duran tertemiz garibanlar! Susun; sustuğunuzda dinleyin; dinlediğinizde
anlayın; anladığınız zaman amel edin ve güvenin. Umulur ki kurtuluşa erersiniz.
Biliniz ki, Ebu Hamid el-Gazali gibi bizim yolumuza mensup
birçok kişi, sıddıklıkla risalet arasında bir makam olmadığını sanmıştır. Onlara göre
sıd-dıklığın omuzlarına basıp yükselen bir kimse nübüvvet makamının içinde bulacaktır kendisini.
Ama kapıları bize kapalıdır, dolayısıyla sıddıklığın omuzlarına basıp yukarı
çıkmanın bir yolu yoktur. Ama biz, onlarla aynı safı doldurmaktayız. Asıl amacımız da
budur. Biz sıddık derken Ebubekir'i, Ömer'i veya bir başkasını (Allah onlardan razı olsun) kast
etmiyoruz. Çünkü Ebubekir'in hal ve tavırlarının geneli onun sıddık olduğunu gösteriyor.
Sıddıklardan başkaları da bu makamda ona ortaktırlar. Bu yüzden yüce Allah şöyle
buyurmuştur: "Ulaike humu's Sıddikun / İşte onlar sıddıklardır." (Hadid, 19) Sıddık
(Ebubekir), göğsüne yerleşen,
Allah'ın kendisine bahşettiği bir sır ile üstün kılınmıştır
ve Resulullah (s.a.v.) da buna şahidlik etmiştir. Şunu demek istiyoruz: Bize göre
sıddıkhkla risalet arasında bir makam vardır ve bu makam bizim zikrettiğimiz makamdır. Benim
söylediğim, Ebubekir (r.) ile Hz. Nebi (s.a.v.) arasında bir adam olmadığıdır. Biz
sıddıklıktan söz etmiyoruz. Dolayısıyla velilerin en yükseği Ebubekir'dir. O halde bu makamı elde
etmek için Allah sizden razı olsun çalışın. Bu makamı görmenizi sağlayacak alametleri de
sizin dikkatinize sunuyorum.
Şöyle ki: "Halvet Kitabında sözünü ettiğimiz gibi
halvetin şartlarını yerine getirirseniz, gaybi sahneler sizin için yükseltilir-se, bunları katetseniz,
gözlemleseniz, bizzat hemhal olsanız, bunlara muttali olsanız, arınsanız, kutsal makamlara vakıf
olsanız, irfani bilgileri kabul etseniz, biliniz ki, siz büyük velayete dahil, kuşatıcı
büyük daireye girmişsiniz. Dolayısıyla âleme hükmetmek şeklinde meselelere musallat olmayın, ya da
zahiri olarak bu konulara yönelik hakimiyetinizi göstermeyin. Buna ilişkin kesin bir
gücünüz olmasına rağmen.
Çünkü bulunduğunuz makam çok yüksektir. Yüce Allah bu
makamda, farkında olmadığınız bir yönden sizi yavaş yavaş sonuca götürecektir. Nitekim
şöyle buyurmuştur: "Ve mimmen halekna umme-ten yehdune bilhakki ve bihi ya'dilun vellezine
kezze-bu bi ayatina senestedricuhum min haysü la ya'lemun ve um li lehum inne
keydi metin / Yarattıklarımızdan, daima Hakka ileten ve adaleti Hak ile
yerine getiren bir ümmet bulunur. Ayetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmeyecekleri yerden yavaş
yavaş helake götüreceğiz. Onlara mühlet veririm; benim cezam çetindir." (A'raf,
181-182-183) Bu ayetlerde yüce Allah dünyadan söz etmiyor. Kuşkusuz bu türden olmak üzere
size de mühlet verir. Çünkü Allah mühlet verir. Her taifeye arzu ettiği ve aşk ile
bağlandığı yönden mühlet verir. Bu hususta dünya ehli ile ahiret ehli arasında bir fark yoktur.
Bu taife ile ilgili istidrac (yavaş
yavaş helak edici akıbete sürüklemek) ve tuzak çok daha
çabuk ve diğer taifelere göre çok daha etkili olur. Allah için! Allah için! Her hangi bir
hükmün ötesine geçmeyin, tören ve şekil ulemasınca bilinen hadlerden herhangi birini aşmaya
kalkmayın. Gerçi bu törenci ve şekil alimleri arasında bu hususta ihtilaf vardır ve birinin
helal dediğine öbürü haram diyor.
Yine de sen bu şekil ve kalıp ulemasını taklit etme; ama ona
muhalefet de etme. İçinde bulunduğun anda sana yöneltilen ameli senin için esenlik ve
selamet olabilecek şekilde yerine getir. Bütünüyle nefsinle meşgul ol. Onların
toplandıkları yerlere git. Topluca bulundukları yer yoksa, çoğunluğun olduğu yerde ol. Eğer
çoğunluğun bulunduğu bir yeri bulamazsan, bu takdirde amaçlanan bu meseleden söz eden
kimselerle beraber ol.
Tarik ehli, bu gibi şeylere nadiren ihtiyaç duyar. Onlar
dünyadan uzaklaşmışlardır. Bu yüzden fiilleri azdır, dolayısıyla onlara uygulanacak hüküm
de azdır. Allah sizi muvaffak kılsın, eğer hükümlerin zemininde bulunmayı, seri hükümlerle
ilgilenmeyi uygun görürseniz ve bunun da bekçisinin Cebrail (a) olduğunu anlarsanız,
bilin ki, bu, sözünü ettiğimiz makamı elde etmenin ilk adımıdır. Şayet hükümleri içeren bu
levh önüne konursa, o zaman vaziyetleri ve hikmet ve nübüvvet yasalarını
gözlemleyeceksin, asırları ve mekanları, halleri gözlemleyeceksin. Sonra şahıslarla kaim
oldukları için bu hükümlerin hallere yönelişlerini de gözlemleyeceksin. Dolayısıyla bir
hüküm bir şahsa uygulanırken onun hali esas alınır, kendisi değil. Bu yüzden gördüğün
şeyi iyi koru.
Bil ki, Cibril, vahiy indirilen Resulden başkasına inmez ve
bir şeriatı neshetmez. Bu nedenle sen bu noktada bir vesile çerçevesinde bilinçli
olarak amel et. Eğer bu makamı elde etmek istersen bu levhten kalbine bir şeyler
yansıyacaktır. O sırada Cebrail'i suretini göreceksin, ama Cebrail değildir. Bu, velilere has bir
makamdır. Bu sureti gördüğünde ona bak. Eğer bu suretin sana baktığını görürsen, anla ki sen
velilerden birisin. Sana baktığını görmezsen, bil ki sen bu makam için istenen biri değilsin. O
halde edeb tavrını takın ve geri dön ve tasarruf yetkisi olmayan velilerden ol.
Dikkatini Cebrail suretinde gördüğün hakikat üzerinde yoğunlaştır. Orada bir çok letaifin etkin
bir şekilde uzatıldığını göreceksin.
Hüküm nitelikli inişler bu letaifi belirginleştirmiştir. Sen
de onlarla birlikte en aşağı kevne doğru in. O zaman bunlardan bazılarının fertlerin
kalbleriyle, bazılarının da şekil ve kural ulemasından müçtehitlerin kalbleriyle irtibatlı olduklarını
göreceksin. Yine bu şahısların kendilerine verilen hükümleri tam bir edeb içinde
aldıklarını, şekil ve zahiri kural ulemasının da gözlerini kendi fikirlerine diktiklerini, fikirle-rininse
realitede değişken olduğunu göreceksin. Bu letaif, onlar için realiteye sirayet eder. Bu
yüzden hükümler onlara ince bir perdenin gerisinden görünürler ve, "şu mesele ile
ilgili hüküm şudur", derler. O halde zamanı, mekanı ve hali her bakımdan, her açıdan tahkik et. O
müçtehidin realitesini aynisiyle görürsün. Ki bu hükümden başka bir hükme dönmüş
olması da muhtemeldir. Bu noktada sen letaife bak; zaman, hal veya mekana göre
estiğini göreceksin.
Peygamberlerin mucizelerinin, velilerin kerametlerinin ve
erbabının harikuladeliklerinin mekana, hale ve zamana göre farklı olmasının nedeni de
budur.
Sonra, Allah sizi muvaffak kılsın, Cibril (Cebrail)
suretinde olup elinde levh bulunan hakikate bakın. Bu levh, Cebraile ilka edilmiş, ama
resullere (salavatullahı aleyhim] ilka edilmemiştir. Cebrail gerçekte kendi suretindedir. Biz işi
aksinden ifade ettik, çünkü sizin Cebraile ilişkin bilginiz, hakikate ilişkin bilginizden aşağıdır.
Bu yüzden bazı ariflerin şöyle dedikleri aktarılmıştır: "Cebrail, velilerin
kalb-lerinin üzerine iner. Çünkü surette ortaklıkları vardır ve inişleri de hissederler." Ancak bu arif insaf
ölçüleri dahilinde konuşmamıştır ve bu sözün sahibi hakikati hakkettiği şekilde ifade etmemiştir.
Aksine, böyle bir makama sahib bir kimsenin söyleyeceği bir söz değildir bu. Sonra bu
huzurdan, bu latifelere bakmaktan gözlerini çevir ve kavmin bu bağlamdaki mertebelerine bak.
Resullerin arifler olarak ve velilerin de resul olmayarak bütün beşeriyetin
mertebelerinin üstünde bir mertebede olduklarını görürsün. Daha sonra bu makamdan bu levhe
inişlerini, hükümle inmeyi kabul edişlerini görürsün. Bu levhin yanında onlara Risalet hilatı
giydirilir ve bununla birlikte inerler. Bu yüzden Onlar, arif veliler oluşları itibariyle
Resul oluşlarından daha yüksektirler.
Çünkü velayet ve marifet, onları kutsal huzurda müşahede
enginliğine hasrederken, risalet, onları daha dar bir âleme, zıtlarm gözlemlenmesine,
Firavunlarla ve zorbalarla kaim ilâhi isimlerin şiddetine tanık olmaya indirir. Onlar
açısından isimlerin isimlerle vuruşmasından daha ağır bir şey olamaz. Bu yüzden Hz.
Resulullah (s.a.v.), fiillerden ve hallerden Allah'a sığındıktan sonra "Euzu bike minke /
Senden sana sığınırım" derdi.
Bunun nedeni söz konusu makamın şiddetidir. Ey
kardeşlerimiz! Buna şahid olduğunuz zaman, Aleyhisselâm'ın şu hadisinde ifadesini bulan
risaletin varislerinin çizgisine bakın: "el-ûlemâu veresetu enbiyal / Alimler Nebilerin
varisleridir." Bir de şu ayete bakın: "Ve inne'l arde yerisuha ibadiye's Salihun / Yer yüzüne salih
kullarım varis olacaktır." (Enbiyâ, 105) Çünkü bu noktada hüküm yetkisi onlara aittir. Muhakkik
bir ariften kapal ı bir söz duyduğunuzda, "velayet, en büyük nübuvettir. Arif velinin mertebesi
resulün mertebesinden daha yüksektir" dediğini gördüğünüzde, bilin ki, bu
söz, şahıslar itibariyle, yani insan olarak ele alınışları bağlamında söylenmiştir ve bu bağlamda
sübjektif bir hüküm açısından cinsin bir fazileti ve şerefi olmaz. Faziletler ve üstünlükler
ancak mertebelerle irtibatlı olur.
Dolayısıyla Nebiler salavatullahi aleyhim, ancak mertebeleri
itibariyle diğer insanlardan üstündürler. Örneğin Hz. Rasulullahın (s.a.v.), hem velayet,
hem nübüvvet hem de risalet mertebesi vardır. Velayet ve marifet mertebesinin varlığı
daimidir. Risalet mertebesi ise sürelidir; tebliğ ile birlikte son bulur. Bu bakımdan daimi
ve kalıcı olan üstündür. Arif veli O'nun katında mukimdir, resul ise Onun katından çıkar, ikame
etme hali çıkma halinden daha yüksektir. Bu bakımdan Hz. Nebi (s.a.v.), arif bir veli
oluşu itibariyle resul oluşundan daha yüksek ve daha üstündür. Ama şahıs aynı şahıstır,
sadece mertebeler değişmektedir. Yoksa biz sıradan insanlardan bir veli
resulden daha üstündür gibi bir anlam kast edilmiyor. Hor ve zelil olmaktan Allah'a
sığınırız. Dolayısıyla keşif ve vücut ehlinin sözlerini bu doğrultuda anlamak gerekir. Çünkü bize
göre önemli olan makamlardır; biz ancak makamlar ile ilgili konuşuruz şahıslar ile ilgili
değil. Zira şahıslarla ilgili konuşmak bazen gıybet olabilir. O halde konuşma, adamların sıfatları
çerçevesinde makamlar ve haller ile ilgili olmalıdır. Her payda bilinen bir
içeceğimiz ve taksim edilmiş bir rızkımız vardır. Allah sizi muvaffak etsin, bu makama erişmek için çalışın.
Dikkatinizi buna çektim, yolunu da size açık bir şekilde gösterdim. İşaretlerini
diktim, şekil ve kural ulemasının verdikleri hükümlerin mazeretlerini ve hüküm kaynaklarını
ortaya koydum. O halde sakın onları eleştirmeyin, onlarla münasebetlerinizi kesmeyin,
onları kıskanmayın, onlardan yüz çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları kardeş olun. Allah emrini
indirinceye kadar insanların üzerinde bulundukları durum yerine kendi nefislerinizle
meşgul olun. İşte bu bilince sahib olunca arif insan kendi haddinin sınırları içinde kalır.
Doğruya ileten Allah'tır ve Ondan başka Rab yoktur.
Bu makamla ilgili açıklama çerçevesinde kitabın gayesi olan
konu da son buldu.bizim arkadaşlardan hiç kimsenin buna dikkat çektiğini, bu noktayı
gözlemlemeye teşvik ettiğini görmedim. Aksine zevk almadıkları için bir çoğunun bu gibi
konulara girmeyi menettiğini gördüm. Bu yüzden yalnız kaldım, akranım arasında sadece ben
bu konuyla ilgilendim.
Buna rağmen, münkirlerin sert tepkilerinden dolayı ağzımı
açıp bir şey de söyleyemiyordum. Ta ki Ebu Abdurrahman es-Sülemi'nin bir
kitabını görünceye kadar. Bu kitabında bir metin vardı ve buna "Kitabu'l-Kurbe"
(Yakınlık Kitabı) adını vermişti. Bu yardımcı desteği bulmaktan dolayı çok sevindim.
Alemlerin rabbi olan Allah'a hamdolsun.
Kitap, varid olan bilgiler itibariyle değil amma
velâkin vakit itibariyle son buldu.
Efendimiz Hz. Muhammed'e, O'nun ehlibeytine ve
ashabına salât ve selam olsun.
Bunu "Kitabu'l-a'lam bi işarati
ehli'l-ilham"( İlham Ehlinin İşaretleriyle Alametler Kitabı izleyecektir..
İnşallah.
Hiç yorum yok