Genç Osman'ın Şehadeti- 20 Mayıs 1622
Sultan I. Ahmed’den olma, Sırp asıllı Mari (Mahfiruz Hatice Sultan)’dan
doğma Sultan II. Osman ya da Genç Osman 1604 doğumludur. Kendisi henüz
14 yaşında iken 1618 yılında, amcası Sultan I. Mustafa’nın tahttan
indirilmesi üzerine Osmanlı tahtına oturan 16. Osmanlı padişahı ve 95.
İslam halifesidir.
Tahta çıkar çıkmaz devlet erkânı içindeki üst düzey yetkilileri
değiştiren, müderris ve kadıların atanma yetkilerini şeyhülislamdan alan
Sultan Genç Osman çok yenilikçi bir padişahtı. Fatih Sultan Mehmed
devrine kadar yapıldığı gibi saray dışından, Şeyhülislam Es’ad Efendinin
ve Pertev Paşa’nın kızları ile evlendi.
Yavuz Sultan Selim devrinden itibaren padişah saray dışından
evlenmediği için bu davranış önemli bir değişiklik oldu. Kendisine
plânlarını uygulayacak bir sadrazam bulamadı.İktidarının üçüncü yılında büyük kardeşi şehzade Mehmet’i boğdurarak (Mayıs 1621′de) çıktığı Lehistan(Polonya) seferinden Hotin Kalesi’ni uzun süre kuşatmasına rağmen alamadan Ocak 1622’de İstanbul’a geri döndü.
Lehistan seferindeki başarısızlığa, yeniçerilerin sebep olduğunu gören ve devlette köklü düzeltmeler yapmak gerektiğine karar veren II. Osman, yeni bir askeri teşkilat kurmak için harekete geçti. Yeniçeri mevcudunu tespit etmek için yapılan yoklamalarda, mevcut olmayan askerlerin de var gibi gösterilerek, yevmiyelerinin ocak ağaları tarafından alındığı anlaşıldığından, fazla ödemeler kesildi. Genç Osman, yeniçeri ocaklarını teftişlerinde, ocak ağalarını askerlerin önünde azarladı. Padişah’ın, Halep, Şam, Erzurum ve Mısır beylerbeylerine bölgelerinde asker yazdırmak için, gönderdiği gizli talimatların, yeniçeriler tarafından öğrenilmesi yeniçerilerin Genç Osman’a karşı tavır almalarına yol açtı.
Uzunçarşılı’nın yazdığına göre, “Bilhassa Kızlarağası Süleyman Ağa ile hocası Ömer Efendi, bu hususta padişahı tahrik etmişler ve hatta kendisine Osmanlı askeri olmaya layık Mısır ve Şam askeridir, yoksa bunlara verilen ulufeye günahtır, diyerek padişahı, maiyeti askerinden soğutmuşlar ve maksatlarını kuvveden fiile çıkarmak isteyerek, planlarını örtmek için de, bilhassa Kızlarağası ile hocası Ömer Efendi, Sultan Osman’ı hacca gitmeye teşvik eylemişlerdi.”
Kendisinden önce hiç bir Osmanlı padişahı hacca gitmediği halde, Genç Osman hacca gideceğini ilan ederek hazırlıklara başlattı. Yeniçeriler, padişahın hac bahanesiyle Anadolu’ya giderek, yeni bir ordu düzenleyip kendilerini gözden çıkaracağı endişesiyle, Genç Osman’ın hacca gitmesine karşı çıktılar. 18 Mayıs 1622′de At meydanında toplanan yeniçeriler:
-”Padişah’ın bu şekilde Hicaz’a gitmesi bizden yüz çevirmesindendir. Nizam-ı alem için padişahlar haccı terk edegelmişlerdir. Payitahtı bırakıp gitmek hatadır. Bu işten vaz geçmelidir.” diye bağırıyorlardı. İsyancılar aynı gün, padişahın hocası Ömer Efendi’nin konağını yağmalayıp, Sadrazam Dilaver Paşa’nın konağına da saldırdılar.
Padişahın kayınpederi olan Şeyhülislam Esat Efendi ile ünlü şeyhler ve ordu, II. Osman’ın Hicaz’a gitmesine karşıydı. Esat Efendi, “Padişahların hacca gitmesine gerek yoktur” diye birde fetva çıkartmıştı.
Asker ocakları ayaklanarak Sultanahmet Alanı’nda toplandılar ve önce padişahın hocası Ömer Efendi’nin konağını yağmaladılar. Genç Osman, akşama doğru, durumun kötüye gittiğini anlayarak, ulemaya isyancıların isteklerini sordurdu. Onlar da:
-”Kul taifesi, padişahın Anadolu’ya gitmesine razı değildir. Hoca Ömer Efendi’nin ve Darüssaade Ağası Süleyman Ağa’nın görevden alınmasını isterler” deyince, Genç Osman:
-”Varın söyleyin, hacca gitmekten vaz geçtim, fakat hoca ile darüssaade ağasını görevden almam” dedi.
Bu kez askerler müftü ve kazaskeri de aralarına alarak tekrar Sultanahmet Alanı’nda toplandılar. Şimdi artık iki kişinin azlini değil, Veziriazam Dilaver Paşa da dâhil, birçok kişinin kellesini istiyorlardı.
II. Osman kellesi istenen kişilerin öldürülmesini reddetti. Saraya gelen ulema heyeti ise padişahtan bu isteklere uymasını rica ediyor, yoksa ayaklanmanın büyüyeceğini söylüyorlardı. Ama Genç Osman, ödün vermemekte direndi. Ve sözcü olarak gönderilmiş ulema heyetini sarayda alıkoydu.
Murahhas olarak saraya gönderilen ulemanın gelmediğini gören isyancılar, saraya girmeye karar verdiler. 19 Mayıs 1622′de tekrar At Meydanında(Sultanahmet Meydanı) toplanan isyancılar padişahtan, Sadrazam Dilaver Paşa, Hoca Ömer Efendi, Vezir Ahmed Paşa, Darüssaade Ağası Süleyman Ağa, Baş Defterdar Vezir Baki Paşa ve Sekbanbaşı Nasuh Ağa’nın öldürülmelerini istediler. Genç Osman, isyancıların taleplerini kabul etmeyince, sarayın kapısına dayandılar. Saray’a giren isyancılar, padişahı ayak divanına çağırdılar. Şimdi artık üç beş kişinin kellesini istemiyor, aynı zamanda “Sultan Mustafa’yı isteriz” diye de bağırıyorlardı. Genç Osman divanı kabul etmeyince:
-”Sultan Mustafa’yı isteriz” diye bağrışmaya başladılar. Şehzade Mustafa’nın bulunduğu “Kadınlar Dairesi’ne” gittiklerinde, dairenin kapısını açamadıklarından dama çıkıp kubbesini deldiler ve Sultan Mustafa’yı damdan dışarı çıkardılar. I.Mustafa’yı oradan alıp Orta Cami’ye götürdüler.
Bu arada isyancılar hapishaneleri boşaltarak, şehri yağmalamaya başladılar.
Bundan sonrasını Üstad Necip Fazıl'ın "YENİÇERİ" isimli eserinde şöyle anlatır:
KORKUNÇ
GECE
Gece Genç Osman annesi
Mahfîrûz Sultan, harem halkından üç beş kişi birkaç hizmetçi ve ağa,
bir de eski Sadrâzam Hüseyin
Paşa ile Harem Dairesine kapanmış, ne yapacağını bilmez
halde...
Herhangi bir davranış
göstermeye kalktı mı, hemen annesinin elleri eteğine yapışıyor ve
onu yolundan
alıkoyuyor:
— Aman etme, aman etme
eyleme, şuradan şuraya
tek adım atma, saraydan
çıkma!
İstanbul,
üstünde zifiri karanlığın
kanadı gerilmiş, tek tük ışık sızıntıları içinde uzakta
ağlıyor, zorbalar sokaklarda ve
meyhanelerde nara atıyor, fakat saraydan hiçbir şey duyulmuyor.
Genç Osman, sinir
törpülemekten başka rolleri olmayan kadınları yanından defetti ve
Hüseyin Paşaya
döndü:
— Paşa, başbaşa kalalım ve
alınabilecek son adbir neyse onu görüşelim!
— Ferman
Padişahımızmdır!
Dilâver Paşayla kızlar
Ağasının akıbetini gör-iünüz! Halbuki Paşa Üsküdarlı Şeyh Mahmud efendi, dergahına sığınmıştı. Onu
ben getirttim ve beklemediğim bir baskın karşısında zavallının
kanma girmiş
oldum.
— Suç sizin değildir,
Padişahım! Dilâver Paşa kulunuz Padişahının selameti uğruna
başını vermeye
mecburdu.
— Şuuru bozuk diye attan indirdikleri amcamı akıllarınca yine taht'a
çıkardılar. Padişah mührünü lafla Davut Paşaya verdiler.
Halbuki hakiki mühür, hakiki padişah eliyle sana veriliyor.
Vezirim sensin!
— Hepsi güzel, Sultanım,
vaziyete bir kere hakim olalım da hepsi güzel!..
Genç Osman, her
şeyi içinde toplayan bu ana mesele karşısında
irkildi.
— Ne yapalım, ne
yapabiliriz?
— Benim kafamda bir tedbir
şekli var ama arza cesaret
edemiyorum!
— Neymiş
o?
— Evvela şahane mütalâanızı öğreneyim de sonra arzedeyim?
— Yapılacak tek
şey buradan Üsküdara geçmek ve oradan Bursa'ya
yollanmak... Etraftan sancak askerini ve gönüllüleri
toplamak, İstanbula
dönmek ve onlarla
yeniçerileri tepelemek... Başka tek yol mevcut
değil!..
— Fevkalâde fikir ama
Üsküdara geçebilmek imkanına bile malik değiliz!
— Doğru hainler bütün saray
bağlılarını kaçırttıkları gibi saray kıyısında tek bir tekne
bırakmadılar.
Acaba sen, kılık
değiştirerek dışarıya çıksan minicik bir kayık olsun bulabilir misin,
bulamaz mısın?
— İmkansız, Padişahım! Beni görürler, tanırlar ve öldürürler. Öldüğüm bir
şey değil, padişahımı kurtarmama engel
olurlar.
Genç Osman
doğruldu:
— Öyleyse beni kurtarmak
için ne düşünüyorsun?
Hüseyin Paşa
doğruldu:
— Yeniçerilerin gönlünü
yapmak, onları kazanmak... Din âlimi geçinenleri değil de, onların
alet diye kullandıkları
yeniçerileri kazanmak ve sonra hepsinin birden süngüsünü
düşürüvermek...
— Bu nasıl olur, Paşa, iş bu
hale geldikten kelli, nasıl olabilir?
— Çok basit
Şevketlim, şimdi
saraydan çıkıp Ağakapısına
gitmek, Yeniçeri Ağasiyle görüşmek ve Ocağa sığınmakla
olur!
Genç Osman bu teklifi,
evvela nefsine müthiş bir haraket telâkki etti:
— Asla! Yeniçeri,
kendisinden ne kadar nefret ettiğimi bilir. O da benden, benim ondan
iğrendiğim derecede tiksinir. Bana
böyle bir zillet teklifini nasıl edebiliyorsun?
«— Harp, hud'adır!»
Padişahım; evvela onları ele geçirmeniz ve sonra hakkından gelmeniz
için ediyorum! Yeniçeri Ağası Ali
Ağa da (Derviş Ağanın tayini bir gün sonra) vaziyetten
haberli...
Bostancıbaşı Mahmut Ağa
kulunuz da benim gibi düşünüyor!
— Çağırın Mahmud
Ağayı!
Zaten dışarıda emir bekleyen
Mahmud Ağa, dakika geçmeden huzurda...
— Ağa, bak Paşa ne diyor? Bu
işi halledebilmek için Yeniçeri Ocağına sığınmalıymışım! Gece, gizlice Ağa Kapısına
sığınacak ve «ben ettim, siz etmeyin» demek isteyecek bir padişah... Sen
de bu fikirdeymişsin öyle
mi?
Mahmud Ağa, iki büklüm,
mırıldandı:
— Ben, Efendimizin
kurtarılması için ne lazımsa yapılması fikrindeyim. Efendimizi değil,
tahtı kurtaracağız! Taht'a bir
şuursuzu oturttular. Ulema da buna fetva verdi. Din ve
devlet tehlikeye girdi. O fâsikler,
bostancılar ve saray hademelerini de kaçırttılar. Elimizde karşı duracak kuvvet
de kalmadı. Tek yol, din ve
devletin korunması aşkına Yeniçeri Ocağına sığınmak, onlarla
anlaşmaya bakmak ve sonra, kuvvet bize
geçince gereğini yapmaktır!
Ağanın dik ve azimli bir
tonla söylediği bu sözler hemen tesirini gösterdi. Genç Osman'ın
boynu hafifçe büküldü ve başı
eğildi. Böylece uzunca bir an geçti. Padişahın artık eski
Sadrâzamıyle Bostancıbaşının iradelerine
teslim olduğu meydandaydı. Genç Osman'ın dudakları kıpırdadı:
— Demek başka yol yok! Eski
Sadrâzamla Bostancıbaşı aynı zamanda cevap verdiler:
— Yok
efendimiz!
— Buyurun,
gidiyoruz!
Hüseyin Paşa ve Genç Osman,
sarayın gizli bir kapısından, tanınmayacak bir kıyafette çıktılar
ve doğru Ağa Kapısına gittiler.
Orada da gizli kapılar ve geçitlerden
süzülerek Yeniçeri Ağasının hazırlattığı odaya girdiler.
Geç vakte kadar konuşuldu.
Karara varıldı: Yeniçeri başına şu kadar altın,
çuha ve «terakki» verilmek, ayrıca kodamanları
altuna boğulmak şartiyle
anlaşma...
Ve sabahın
şafağında her şeyi tesviye
etmek vaadiyle Genç Osman'ı basit bir şilte üzerinde
istirahate
terkettiler.
Sabaha karşı yeniçeri
ortalarının elebaşılarına yataklık eden bir kışlada bomba gibi bir
nara:
— Heyy; yoldaşlar; uyanın
hesap günü geldi!!! Zaten giyimli olarak uyku kestiren
zorbalar bir anda yerlerinden
fırladılar:
— Ne var, ne oldu, hesap
günü ne demek? Narayı atan yoldaş nefes nefese cevap verdi:
— Padişah, Ağa kapısında!..
Ağanın kanatları altında, uyku çekiyor!
— Nasıl olur bu iş... Ağa
onu nasıl okur?
— Sabahleyin Ocaklıyı
toplayacak... Şunu
bunu söyleyip yeniçeriyi
avutmaya, ona tekrar tahtını bağışlatmaya
bakacak!
Bil gulgule
koptu:
— Öyleyse biz gidelim Ağa
kapısına!.. Hadlerini gösterelim!
Her tarafa haber saldılar...
Ağa kapısına doğru kol kol ve dalga dalga yeniçeri akını...
Kapıya dayandılar, avluya
girdiler.
Merdivenden Yeniçeri Ağası
iniyor. Bir iki basamak inip durdu:
— Yiğitlerim,
şahbazlarım,
dedi, ben size en hayırlı
yolun ne olduğunu göstereyim mi?
Bir haykırmadır
koptu:
—
Susturun!
— Alın
aşağı!
— Haddini
bildirin!
— Yuf
olsun!
Hakim bir ses avluyu
titretti;
— Osman için konuşacak;
söyletmen, vurun!
Bir anda merdivenden
çıktılar, yeniçeri Ağasının önünden ve arkasından bir anda sekiz on
hançer işledi. Adamı basamaklardan
yuvarladılar ve aşağıda paramparça ettiler.
Ve avaz avaz
haykırdılar:
— Yaşasın padişahımız,
Sultan Mustafa efendimiz!
Böylece, her mel'aneti
yapmakta serbest kalmak için koca Osmanlı İmparatorluğunun
başında bir deliden başkasını görmek
istemediklerini ilan ediyorlardı. Hele Yeniçeri Ağasının bu şekilde parçalanışından sonra artık
iş işten geçmiş, Genç Osman'ın hiçbir tarihte mevcut olmayan şekilde alçakça öldürülmesine yol
açılmıştı.
FACİALAR
FACİASI
Yeniçeri Ağasının parçaları
üzerinden atlayarak, bazıları da bu kanlı insan eti
parçalarını çiğneyerek yukarı kata
çıktılar, Genç Osman'ın yatmakta olduğu odaya daldılar. Padişah,
üstünde beyaz bir gecelik başı açık,
yatağına oturmuş, hareketsiz beklemekte... En küçük bir saygı
tavrı göstermeden üzerine
çullandılar, kollarına yapıştılar ve Padişahı o vaziyyette sürüklemeye
başladılar. Bütün bu hallerden
şaşkına dönen Genç Osman, ne söz, ne hareket, hiçbir
mukavemet göstermiyor. Padişahı,
gecelik entarisi ve açık başiyle, en katı bir yüreğe bile rikkat verecek
bir sefalet ifadesi içinde
sokağa çıkardılar. Etraftan homurtular:
— Hey gidi Genç Osman gördün
mü akıbetini? Oralarda, derisi kemiğine yapışmış ve tüyleri dökülmüş, uyuz bir beygir
bulup, entarili ve başı kabak Padişahı bindirdiler ve beygiri Orta
Camie doğru çekmeye başladılar. O
sırada:
— Koşun, yetişin, vurun!
Diye bir bağrışma oldu. Genç Osman yakalanınca kalabalığa
karışıp dışarıya çıkan ve kaçmak
isteyen eski Sadrâzam Hüseyin Paşayı tanımışlardı. Arkasından
koştular ve kılıç üşürdüler. Fakat
Hüseyin Paşa üstüste iki zırhı giymiş olduğu için kılıçlar işlemedi.
Zavallı Paşayı yere yıktılar ve
başını kestiler. Genç Osman manzarayı görünce ağladı ve ilk defa
olarak
konuştu:
— Bu adam günahsız bir
mazlum... Her zaman bana yeniçeri hakkında iyilik söylerdi.
Keşke dediklerini
yapsaydım!
Bir takım yeniçeriler,
Ağalarının parça parça cesedini Aksaraya doğru sürüklerken, bir takımları
da, Hüseyin Paşanın konağını
yağma etmeye gitti.
Genç Osman," uyuz atın
üzerinde orta Camie doğru yedekte götürülürken, etrafında ve
yeniçeri kılığında bir sürü rezil ve
sefil, insanoğlunun düşebilmesi muhal olan bir derekede
namussuzluğun sonsuzluk derecesini
göstermektedir.
Bir sipahi padişaha acıyıp
başındaki kirli tülbendi Genç Osman'ın başına geçirdi. Bir yeniçeri
ona şöyle hitap ediyor:
— Canım Osman, Çelebi Osman;
meyhaneleri basıp yeniçerileri, sipahileri öldürür, taş
gemisine atar mısm?
İşte gör başına gelenleri!..
Bir başkası da diyor
ki:
— Osman, Osman; cedleriniz
bu kârhaneyi (tabire dikkat; vatan değil de kâr evi) sekbanlarla
mı, bostancılarla mı
aldılar?..
Buraya kadarı hiçbir
şey değil... Bu türlü rezilce lisan tecavüzlerinden
sonra, «Altuncuoğlu» isimli, yeniçerilik tereddisinin
abide çapında sembolü bir alçak Halife ve Padişahının kaba
etini çimdikliyor ve
şöyle diyor:
— Osman; ne de güzel (...)
ün var!
Ve o anda başına inecek
namuslu kılıçlar altında gebertileceğine, kahkahalarla karşılık
görüyor.
Genç Osman, uyuz atın
sırtında, gözleri kan çanağına dönmüş birden doğruldu:
— Mel'un benim kim olduğumu
bilmiyor musun?
Ve kendisini attan atarak,
tarihin bu en sefil adamı üzerine hücum etti. Atıldılar, Genç
Osmanı kucaklayıp yine uyuz atın
sırtına oturttular.
İslamların halifesi ve Türklerin Padişahı Genç Osman, uyuz atın sırtında
hıçkıra hıçkıra ağlıyor.
Orta Camie
vardılar.
Cami taklım tıklım asker
dolu... Mihrap tarafında Sultan Mustafa, mahut iki cariyesi, Valide
Sultan ve yeni Çavuşbaşı Mezak
Ağa...
Sultan Mustafa'nın cinnet
tablosu büsbütün azgın... Elleri cariyelerde, dışarıdan naralar
geldikçe, yerinden zıplıyor; bazen
yerinden fırlayıp yanındaki pencerinin parmaklığına yapışıyor ve
dışarıya kaçmak ister gibi hareketler
yapıyor. O zaman Valide Sultan ve cariyeler onu kucaklayıp
tekrar yerine
oturtuyorlar.
— Etme Sultanım; yerli
yerinde rahat otur! Asker seni padişah ilan etti. Korkacak bir
şey yok!
Valide Sultanın bu sözleri
deli Padişahın kulağına girmiyor. O, faltaşı gibi açılmış gözleriyle her
an dehşet içinde, kıskıvrak
yakalanmış vahşi bir av hayvanı...
Genç Osman bu manzaraya acı
gözlerle baktı ve zehirli bir tebessümle gülümsedi. Yanındaki zorbalara işaret etti ve bir
eda halinde:
— Görüyor musunuz, demek
istedi; başa geçirdiğiniz mecnunun halini görüyor musunuz?
Aldıran olmadı. Genç Osman,
kapı tarafındaki yakın pencereyi göstererek yanmdakilerden
izin istedi:
— Şu pencereyi açar mısınız; askere hitap edeceğim! Allah rızası için
müsaade ediniz!
Pencereyi
açtılar.
Genç Osman pencereye geçti
ve avluyu dolduran binlerce askere yüksek sesle hitap etti:
— Ağalar! Padişah etmek
istediğiniz adamın halini görün! Bu devleti yıkmak ve
ocağımızı söndürmek istemiyorsanız
gereğini düşünün! Yoksa tez vakitte pişman olursunuz, ama iş
işten geçmiş
olur!
Artık, başına gelen felâketi
tam anlayan ve kendini bulmaya başlayan bir
hamle edasiyle Genç Osman başındaki kirli tülbenti fırlatıp
dışarıya attı ve ağlamaklı bir sesle
devam etti:
— Gençlik sebebiyle bazı
hatalar işlemiş olabilirim! Fakat hiçbir vakit devletin saadet
ve selametinden başka bir
şey düşünmedim! Ben ettimse siz etmeyin! Halime bakıp
ibret alın! Dün kudretli bir padişahtım;
bugün çıplağım! Bu dünya size de kalmaz! Elbet bir soran olur!
Hangi padişahın kulları
sultanlarına bu ihaneti ettiler?
Genç Osman'ın hem merhamet
ve rikkat çekici, hem de korkutucu ve düşündürücü sözleri karşısında, asker, açık bir
teessür alâmeti gösterdi. Birçoğu ağlıyor ve elinin tersiyle
gözlerini siliyor. İşte bir hamle adamı
için en nazik nokta; yolun, ölüm ve dirim, ikiye ayrıldığı ve
hayatı ancak gözü kara bir
atılganlığa bağladığı geçit!..
Fakat Genç Osman daha
ileriye gidemedi ve ölüm selini tersine döndürücü büyük çıkışı
yapamadı.
Bunda da, yaşı, tecrübesi ve
içinde bulunduğu şartlar
bakımından mazurdu. Tarihte
birçok üstün aksiyon adamının mazhar
olduğu, nehirleri tersine çevirme başarısı, hem o çapta olmadığı, hem
de ulvilikleri anlayabilecek
bir zemine salip bulunmadığı için Genç Osman'dan
beklenemezdi.
Yoksa o taş yürekli
cellâtlar ve çapulcular sürüsünü bir an için ağlatabilmiş olmakla, Genç
Osman, büyük başarının sınır
çizgisine kadar gelmiş, fakat son adımını atamamıştır.
Asker, gözyaşlarını silerken
Turnacıbaşı, külâhındaki temiz tülbendi çıkarıp Genç Osman'a
uzattı:
— Padişahım! Bu tülbend
temizdir. Alın sarının!
Genç Osman evvela almak
istemedi; ısrar üzerine alıp sarındı.
O sırada işin fenaya
sardığını gören Valide Sultan bulunduğu yerde adeta tepiniyor; gözü
kapıda, sadrazamlığa getirdiği Davut
paşayı bekliyor.
Davut Paşa, arkasında
Cebecibaşı ve Cebecibaşının elinde bir kement, içeriye girdi. Davut
Paşanın işaretiyle Cebecibaşı Genç
Osman'a sokularak kemendi başından geçirdi. Genç Osman,
silkinip kemendi tuttu, sıkılmasını
önledi ve boynundan çıkartıp Davut Paşanın suratına doğru attı
ve kükredi:
— Behey zalim; Allahtan
korkmaz mısın? Ben sana ne yaptım ki, bu ihaneti ediyorsun?..
İki defa idamını gerektiren suçunu
bağışlamadım mı, sana mansıp, makam vermedim mi?
Davut Paşa davranacak oldu,
zorbalar önlediler:
— Ne yapıyorsunuz, dediler;
dışarıdakiler haber alacak olursa hepimizi keserler! Sultan
Osman'ın öldüğünü
istemiyorlar!
Sultan Osman, Davut Paşayı
gösterdi:
— Bu zâlim, beni komaz,
öldürür!
Davut Paşayı önleyen
zorbalar Genç Osman'a döndüler:
— Yok Padişahım, hatırınızı
hoş tutun! Hele ortalık biraz yatışsın! Padişahımız yine
sizsiniz.
Valide Sultan dişi kaplan
gözleriyle manzaraya bakıyor. Hadiseler yine nazik noktaya
gelmiş, vaziyet yine Genç Osman'ın
hakimiyetine doğru, yön değiştirme istidadını göstermiştir.
Genç Osman'ın başaramadığı
hamleyi bu defa Valide Sultan gösterdi ve çürümüş yeniçeri
madenini bir anda kendi kafesine atan
öyle bir söz söyledi ki, yüreklerdeki rikkat kalmadı. Valide
Sultan mihrabın yanından avaz avaz
haykırdı:
—Siz bu ne yılandır, bilmez
misiniz? Şimdi
elinizden sağ kurtulursa
bizden ve sizden tek kişiyi sağ bırakmaz!
Valide Sultanın bu çıkışı
müthişti. Yeniçeriyi, Genç Osman'a tekrar padişahlık verecek
olursa ocağının kökünden
kazınmasiyle korkutuyor ve onu, bir an için gözden silinir gibi olan hırs ve
nefsaniyetinin arkasına
takıyordu.
Herkes
apıştı.
Valide sultan Davut Paşaya
bir işaret çaktı. Sultan Osman'a ikinci kemendi attılar. Genç ve
kuvvetli padişah Osman, geriye
zıplayıp kemendi çelebildi. Ağalar yine işe karıştı.
— Bu iş burada, halkın ve
askerin gözü önünde olmaz! Çaresine bakın!
— Asker onun padişahlığını
istemiyor ama canına dokunulmasını da istemiyor!
Genç Osman
konuştu:
— Beni, kardeşimin mahpus
olduğu odaya hapsediniz. Razıyım!
Bu söze kulak asan olmadı:
Davut Paşa:
— Yedikule'ye, diye bağırdı.
Askere duyurdular.
Camiin kapısına bir pazar
arabası getirdiler. Sadrâzam Davut Paşa, Yeniçeri Ağası Derviş
ve Subaşı Kethüdası Kelender
isimli biri, Genç Osman'ı halkalayıp arabaya bindirdiler.
Tarihte benzeri az görülen Kelender,
arabaya Padişahla beraber bindi. Öbürleri de arabayı atla
takibe başladılar.
O güne kadar Yedikuleye
sefirlerden, vezirlerden, Kırım hanlarından birçok kişinin
hapsedildiği görülmüşse de bir padişahın
hapsi ilk defa vâki oluyordu.
Genç Osman'ı muazzam bir
alayla yedikuleye götürdüler. Genç Osman içeriye alındı ve
askere dağılmaları ihtar edildi.
Yeniçeriler bir müddet homurdandıktan sonra, tadına doyamadıkları
bu manzarayı, avları demir
kapılar arkasına kapatıldığı için bırakmak zorunda kaldılar ve
yeni rezaletler peşinde istanbul
sokaklarına daldılar.
Davut Paşa ile Kethüdası
Ömer Ağa, Cebecibaşı, mahut Kelender ve dört cellât, hepsi sekiz
kişi, içeride, askerin dağılmasını
bekliyor.
İşaret verildi:
— Yeniçeri dağıldı!
Kimsecikler kalmadı! Hep birden Genç Osman'ın üstüne çullandılar.
20 yaşındaki genç ve dinç
Padişahla 8 kaatil arasında müthiş bir boğuşma
başladı. Genç Osman, sırtını duvara vermiş, üzerine gelenleri,
tekmeyle, yumrukla devirip
kemendi boynuna geçirmelerine imkan vermiyor. Yere düşen
tekrar kalkıyor, gözü patlayan geri
gidip yeniden saldırıyor ve karanlık deposu tarihi surlarda bu
destanlık boğuşma sürüp
gidiyor.
Belki 5, 10 dakika hep böyle
devam etti. Nihayet kelender yerden bir hamle edip Genç
Osman'ın husyelerine yapıştı ve onun
erkeklik torbasını var kuvvetiyle sıktı.
— Ah!.."
Bu çığlık Genç Osman'ın
boynunu uzatmış, sıkılan husyelerinin bayıltıcı acısıyla
kıvranıyor.
Cebecibaşı bu vaziyetten
hemen faydalandı ve kemendi Genç Osman'ın boynuna geçirdi.
Genç Osman
bayılmıştır.
Baygın delikanlının
boynundaki kemendi sıktılar ve sekiz kaatil, bu şekilde Genç Osman'ı öldürebilmek kahramanlığına
erdiler.
Sadrâzam Davut Paşa, Genç
Osman'ın kulağını kestirdi ve Valide Sultan'a tahtın emniyet
mührü halinde takdim
etti:
— Artık makamınızdan emin
olabilirsiniz!
Devletin kuruluşundan üç
buçuk asra yakın bir zaman geçmiş, Yeniçeri kendi öz vatanını düşmandan beter işgalcisi
olarak türlü şenaatler
göstermiş, fakat bunlardan
hiçbiri Genç Osman faciası önünde, sineğin
devekuşuna nispeti kadar bile olamamıştır. Genç Osman faciası, zehirli
ve irinli ecnebi kanıyle
beslenmiş bir ordunun Türk namusuna sürdüğü ebedi lekedir.
Hiç yorum yok