Cezzar Ahmet Paşa ve Napolyon'un Akkâ Yenilgisi-10 Mayıs 1799



Fransa Direktuvar Meclisi Mısırı işgal ederek sömürmek için I. Napolyon Bonapart’ı görevlendirmiş ve hazırlıkları çok gizli bir şekilde yürütme emrini vermiştir (5 Mart 1798). Bu vazife Napolyon’u çok sevindirir.
Kendisini “Büyük İskender” rolünde görmekte ve İstanbul’u da bu “Yeni İskender İmparatorluğu”nun başkenti olarak düşünerek hayallerini Hindistan’a kadar uzatmaktadır. 1 Temmuz’da İskenderiye sahillerine inen Napolyon’un maiyetinde; 40.000 asker, 40 general ve sadece askerî alanda değil, Mısır’ın kültür varlıklarının sömürülmesi ve ahlâken sukût ettirilmesi için de 100 kadar bilim adamından tutun da ressam ve artistine kadar zengin bir kadro bulunmaktadır.
Sefer en ince teferruatına kadar hesaplanmış ve propaganda için Arapça matbaa dahi getirilmiştir.
Mısır, Yavuz Sultan Selim devrinden beri hiçbir istila görmemiştir. Osmanlı Devleti de herhangi bir saldırıya ihtimal vermediği için ciddi savunma tedbirleri almamıştır. Dolayısıyla bu istilacı güruh kolaylıkla önce İskenderiye’ye sonra da Kahire’ye girer (Temmuz 1798).
“Fransızlar’ı suyun dibinde olsalar yine bulacağım’’ diyerek aylardan beri Akdeniz’de dolaşmakta olan İngiliz Amirali Nelson sonunda 400 parçalık Fransız donanmasını Ebûkır Koyu’nda yakalayarak kıstırır ve hepsini yakar (Ağustos 1798). Haber İstanbul’da yankılanınca Bâb-ı Âli bundan çok memnun olur. İngiliz elçisi vasıtası ile Nelson’un maiyetindeki askerlere dağıtılmak üzere 2000 altın gönderilir.


Halka dağıttığı beyannamelerde de Besmele ile başlayıp; “Fransızlar Müslümanların en kavi dostudur. Bunun ispatı şudur ki; Hıristiyan milletlerini Müslümanlarla muharebeye teşvik eden Papa’nın tahtgâhı Roma’yı tahrip ettik. Müslümanlar ile muharebeyi kendilerine farz-ı ayn telakki eden şövalyelerin Malta’daki yatağını yıktık.” diyerek sükûneti sağlamaya çalışır.
Kurnazca yürütülen bu propaganda tesirini gösterir ve ortalık bir müddet için durulur. Artık Mısırlılar Napolyon’a ‘’Ali Bonapart” demektedirler. Bir Osmanlı eyaleti olan Mısır’da kendini Müslüman göstermeye gayret eden bu makyevalist Avrupalı’nın sinsi hulûl politikasından iyice korkan Bâb-ı Âli onu tesirsiz hale getirmek için karşı propagandaya girişir ve halka hitaben yayınladığı bir bildiride: “Fransalı taifesi kâfir ve asidir. Allah’ın birliğine ve Peygamberimize iman etmezler. Diğer dinleri de tanımazlar ve ahireti inkâr ederler. Onlara göre her şey bu dünyadadır. Bu dünyanın ötesinde hesap ve kitap yoktur. Bu batıl inanca sahip oldukları için de kilise mallarına el koydular, rahip ve keşişleri soydular.Ey Allah’a ve Peygamber’e iman eden Müslüman halk, bu dalâlete sapmış kâfirlerle mücadele etmek hepimize farzdır.” diyerek halkı direnişe çağırır ve Fransa’ya harp ilan eder.
Halk kısa zamanda Fransızların müstemlekeci niyetlerini sezinleyerek ayaklanır ve çete faaliyetlerine girişir. Hadise üzerine muhteris generalin maskesi düşer ve çirkin yüzü ortaya çıkar.
Ayaklanmayı çok kanlı bir şekilde bastırır ve iyice gözdağı vermek için on bir Ezher şeyhini kurşuna dizdirir. Ardından yayınladığı beyanname ile de: “Eğer Başkumandan’ın merhameti olmasaydı,
bugün Mısır’da canlı bir insan ve yakılmamış ev kalmayacaktı. General Napolyon, Ayasofya’yı, Türk düşmanı Ruslar’dan kurtaracak tek insandır. Allah onu himaye edecektir. Padişahın dostudur. Padişah da, Mısır halkı da âdil bir idare istiyor. Eğer, halk emirleri dinler ve huzuru bozmazsa vergilerde indirmeler yapılacaktır. Fransızlar iyi insanlardır. Bu iyiliği anlamayan nankörlere de cezaları verilecek ve Mısır’ın bereketli toprağı, onların şerlerinden temizlenecektir.” diyerek üstü kapalı tehdit eder.


Mısır’a çaresiz olarak hapsolan Napolyon’un Suriye’ye sahip olması gerekmektedir. Çünkü
Suriye; Akdeniz çevresindeki Mısır, Anadolu, Arabistan ve Irak gibi dört büyük coğrafyayı bir merkez olarak birbirine bağlarken, bu bölgeler arasındaki ulaşım ve ticaret bağlantısını da yapacak tek mevki durumundadır. Bunun yanı sıra stratejik olarak da değeri büyüktür. Bu bölgeye sahip olacak herhangi bir devlet öteki devletlerin sömürgeleri ile olan bağlantılarını kesebilecek konumdadır. Napolyon kendi notlarında da Suriye seferi için hedeflerini şöyle açıklamaktadır:
...Türklerin elindeki bütün limanları (Doğu Akdeniz kıyısındaki) alalım. Suriye Hıristiyanlarını silahlandıralım ve Osmanlı topraklarında karışıklıklar çıkaralım. Akka Kalesi’ni alabilirsek, Mısır kamuoyu bizden yana dönecektir. Haziran’a kadar Şam’a varmış oluruz. İleri karakollarımız Toroslar’a kadar sokulur. 26 bin Fransız, 6 bin Memlûk ve 18 bin Dürzi ile doğuya doğru ilerleriz. Sultan sesini çıkartmamayı menfaatine uygun bulur. İran Şahı Basra ve Şiraz yolu üzerinden ilerlememizi kabul etti. Allah isterse Mart’a kadar İndüs’e varırız.
Büyük bir kuvvetle Akka’ya doğru yola çıkan Napolyon yol üzerindeki Yafa şehrini muhasara eder. Şehrin teslim edilmesi halinde esirlere bir kötülük yapmayacağı sözünün verilmesi üzerine şehir teslim olur. Fakat Napolyon sözünde durmaz ve dört bin Arnavut askerini Ramazan Bayramı arefesinde kılıçtan geçirerek ardında yüzlerce gözü yaşlı yetim bırakır. Gerekçe olarak da; esirleri besleyemeyeceğini, yanlarına silahlı asker verip de Mısır’a da gönderemeyeceğini ileri sürer. Ahmet Cevdet Paşa bu katliamı yorumlarken şunları yazar: “Napolyon’un yaptığı Cengizvâri bir davranıştır. Avrupalılara nispetle Arnavutlar vahşi bir kavim oldukları halde, silahsız adamın üzerine silah çekmezken Bonapart gibi medeniyet ve hürriyet iddiasıyla ortalığa çıkan terbiyeli ve bilgili bir kişinin, bu kadar bin eli bağlı çaresizleri idam ettirmesi mazeret kabul etmez ve edilmesi mümkün olmayan kanlı ve vahşi bir harekettir.”
 

Akka’daki Kahraman Cezzar Ahmet Paşa


Yafa’da ki mezalimi kendisini tatmin etmeyen Napolyon, ilk önce Akka’yı politik manevralarla ele geçirmeyi deneyerek Cezzar Ahmet Paşa’ya; “Mısır ve Filistin’i istila edip Akka önüne geldim. Bir ihtiyarın beş-on gününü zehir etmek istemeyiz. Teslim olursanız ahir ömrünüzü ibadet-ü taat ile huzur içinde geçirirsiniz.” diyerek teslim olmasını ister. Cezzar Ahmet Paşa şu cevabı verir: “Teslim teklifinde bulunmak için geç kaldınız. Zira biz bir hafta kadar önce yedimizden yetmişimize kadar kaleyi muhafaza etmek için yemin ettik. Benim yemin bozmam olmaz. Şahsıma gelince; esir olup geri kalmış ömrümüzü zillet içinde geçirmektense, dövüşerek şerefle ölmeyi evlâ buluruz. Hamdolsun yaşım seksen, ama elim kılıç tutar.” Fransızlar, kaleyi yirmidört saat içinde ele geçirmeyi planlamışlardır.
Bu arada III. Selim gönderdiği bir Hatt-ı Hümayun’da: “… Din-i Devlete hizmet demidir” diyerek Cezzar Ahmet Paşa’dan çok şey beklediğini belirtmektedir. Napolyon Akka’da ilk raundu kaybedince civardaki emir ve beylere, Hıristiyan ve Yahudi ileri gelenlerine mektuplar yazarak yardımlarını ister. Hatta Moituer Üniversel gazetesine verdiği bir ilanda da bütün Avrupa, Asya ve Afrika Yahudilerini Fransız ordusuna gönüllü asker olarak katılmaya çağırmakta, buna karşılık da Filistin’de bir Yahudi devleti kuracağını vaat etmektedir. Her saldırıdan sonra netice alamayıp süklüm püklüm, ümitsizce geri çekilen Napolyon’un bu defa yüzü güler. İstanbul’dan Cezzar Ahmet Paşa’ya gönderilen iki gemi dolusu top, gülle ve cephane ile 36.000 altın Fransızların eline geçmiştir. Mağlubiyete hiç alışkın olmayan Napolyon eline geçirdiği cephaneleri de sonuna kadar kullanarak saldırır. Burc-ı Ali Kulesi’ni lağım ile yıkarak Akka’dan içeri girmeye muvaffak olur. Hücum o kadar ani ve şiddetli olur ki dost düşman fark edilmeden göğüs göğüse mücadele verilir. Kale düşmek üzere iken Cezzar Ahmet Paşa’nın kahramanca mücadelesi Akka’yı kâfir çizmeleri tarafından çiğnenmekten kurtarır. Bu saldırı sırasında canlarını kurtarabilen Fransız kuvvetlerinden ikiyüz kadarı ne yapacağını bilmez bir halde Akka içindeki büyük camiye sığınırlar ve ancak gün ağarıncaya kadar direnip sabaha teslim olurlar. Bu kadar büyük bir mücadeleden sonra, cami içinde esir alınan Fransızları, Napolyon’un Yafa’da yaptıklarına misilleme olarak kılıçtan geçirmek içten bile değildir. Fakat Cezzar Ahmet Paşa, görülmedik bir civanmertlikle bu savunmasız askerleri serbest bırakır.
 

Napolyon perişandır, hayalindeki “Büyük Şark İmparatorluğu”nun önündeki bu küçük kilidi,
askerinin yarısının telef olması pahasına açamamıştır. Bu acı mağlubiyet onu iyice ümitsizliğe sevkeder. 27 Mayıs’ta bütün ağırlıklarını gömüp, gece gizlice çekilmeye başlar. El-Ariş’e geldiğinde Cezzar Ahmed Paşa’nın kendini takip ettiğini öğrenir. Ağır yaralı ve hasta askerlerini ağırlık yapmasın diye afyon ruhu içirterek öldürtür.
Ahmet Cevdet Paşa bu hadise için: “Bu da onun, Yafa’da esirleri haksız yere öldürtme lekesinden sonra ikinci bir lekesi oldu.” diyecektir.
Cezzar Ahmet Paşa ise ertesi gün derhal Fransızları takibe çıkmış, Napolyon Yafa ve Gazze’de dahi kendini güvende hissedemediğinden ta Ariş’e kadar geri çekilmiştir. Napolyon’un doğuyu sömürgeleştirme düşleri de, “Eğer Türkler beni Akka önünde durdurmasaydı, bütün doğuyu ele geçirmek içten bile olmayacaktı.” sözleriyle sona ermiştir. Napolyon gibi bir komutana karşı kazandığı parlak zafer üzerine Cezzar Ahmet Paşa İstanbul’ca tebrik edilmiş, ayrıca kıymetli hediyeler gönderilmiştir.
Napolyon nihayet 25 Ağustos’ta maddîmanevî her şeyini, hatta ümitlerini karanlıklara gömerek, askerleri tarafından ihanetle suçlanma pahasına sessizce Mısır’dan kaçar.


Cezzar Ahmet Paşa

1721'de Bosna'da doğan Ahmet Cez­zar, Arnavut soyundan fakir Hiristiyan bir ailenin oğludur. Çocukluk ve deli­kanlılık günleri pek bilinmemekle bera­ber, hakkında anlatılanlar destanla karışık bir serüveni andırır. Sokaklarda ser­serice büyüdüğü, daha onyedi yaşını doldurmadan, karşılıksız bir aşk yüzün­den sevdiği kadını öldürerek, bir gemiye tayfa olarak sığındığı, inatçı ve mütehakkim kişiliği yüzünden gemi perso­nelinin nefretini kazandığı ve işten çıkarıldıgı anlatılmıştır.
Kendisi gibi bir zaman­lar köle olan, Kahire'ye o sırada hük­meden Ali Beye satılır. Müslüman olup Ahmet adını alır. Memlûklere has bir askeri eğitim gören Ahmet, başarılı bir asker olarak Ali Bey'in emrinde görev alır. Bir süre sonra kölelikten azat edi­lir. Kahire civarinda bir bölgenin yöne­timine getirilir ve Bedevî isyanlarını bas­tırır.
Etrafi ile arası açıldığından 1768'de İstanbul'a gelir. Emrine Boşnak, Arna­vut ve Berberilerden oluşan bir ordu verilerek Suriye Eyaletine gönderilir. 1722'de Ruslar tarafindan denizden top ateşine tutulan Beyrut'u savunur. 1775'te Kaptan Paşa Hasan Bey'e re­fakat ederek Osmanlı Donanmasi ile Akkâ'ya gelir. Osmanlı yönetimine ka­fa tutan, Akkâ'nın hâkimi Dâr-el Amar isyanını bastırır. Aynı yılda Sayda Beyler­beyliğine getirilirse de, Akkâ'yı merkezi olarak seçer ve buraya yerleşir. 1775'ten öldüğü 1804 yılına kadar, Akkâ'nın ve bölgenin tek mutlak hâkimi olarak bu­rasını yönetir.

Arapça "kasap" demek olan el-Cezzar lâkabının daha Mısır'da iken kendisine yakıştırıldığı tahmin edilmek­tedir. Belki de, askerî meziyetlerini ifa­de ettiğinden, bu lâkabı kendisi seçmiş veya benimsemiştir.
Cezzar Paşa Akkâ'da çok sayıda eser inşa ettirmiştir. Günümüzde de bunlar, şehrin mimarî yapısını simgeleyen belli başlı yapıtları oluştururlar. Bunların ara­sında, hanlar, hamamlar, iki çarşı, 6 ca­mi ve 7 su değirmenini sayabiliriz, kendi sarayı ve saray bahçeleri, onun eseridir. Akkâ surlarini onarmış, kuşatmadan sonra şehri daha güçlü ikinci bir surla çevirmiştir, Roma devrinden kalma su kemeri onarılmış ve şehre su getirilmiş­tir.
Osmanlılar devrine ait tek bir kişinin ürünü olan bu kadar çok esere sahip, Akkâ'nin benzeri başka bir şehir, belki de yok­tur. Cezzar Paşa, inşa ettirdiği eserle­rin mimarlığını, inşaat hesaplarını kendisi yapmış, inşaat çalışmalarını bizzat yönetmiştir.




Sade bir hayat yaşadığı, misafirper­ver olduğu bildirilmiştir. Halktan bir ki­şi gibi giyinerek, halkın arasına katıl­dığı ve bu şekilde şehirde olup biteni de­netledişi anlatılmıştır.

Cezzar Paşa devrinde Akkâ, Haçlılar Devrinden bu yana, tarihinin en par­lak dönemini yaşadı, bütün bölgenin ticarî ve siyasal merkezi oldu.
Cezzar Paşa, Bâb-i Âli'ye sadlık kal­mıştır. Osmanlı yönetiminin zayıflama­sından yararlanarak, bölgenin diğer valileri gibi saltanatını yayma yollarını aramamış, devlete olan borçlarının za­manında ödenmesi için özel bir itina göstermiştir. Arada dört defa Şam va­liliğine de getiririlen Paşa, Sayda vali­lişini 29 sene aralllıksız elinde tuttu. Os­manli tarihinde böyle bir mevkiin bu kadar uzun bir süre, aynı kişinin elin­de kaldılğı görülmemilşti. Akkâ kuşat­ması sona erdikten sonra, III. Selim ta­rafından altın çelenkle taltif edilen Cez­zar Paşa, ününün zirvesine ulaştı. 1803'te Hac Eminliğine atandı ise de, bu gö­revi kabul etmedi.
Kabri kendi adını taşıyan caminin avlusundadır.


Dumlupınar Üniversitesi Çizgi Film-Animasyon bölümünün Akka Savunması ile ilgili yaptığı animasyon:

Hiç yorum yok

Öne Çıkan Yayın

İBDA ve İBDA-C Nedir?

İBDA-C’nin daha iyi anlaşılması için İBDA'nın kısaca tarif ve izahını yapmak istiyoruz… Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu’nun "...

İzleyiciler

Popüler Yayınlar

Tema resimleri duncan1890 tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.