İbn-i Arabî Risaleleri: KİTABU’L İSRA İLA MAKAMİ’L ESRA-2. Bölüm

Şeyhu’l Ekber
MUHYİDDİN İBN. ARABÎ K.S.
KİTABU’L İSRA İLA MAKAMİ’L ESRA

2.Bölüm



Sidretul Münteha

Salik der ki: Ona dedim ki: Bu nur ve parlaklık nedir? Sidretul münteha'dır, dedi. Sonra kerem sahibi resul şu ayeti okudu: "Ve ma minna illa lehu mekamun me'alum / Bizim her birimiz için, bilinen bir makam vardır." (Saffat,164) Bu yüzden gördüklerimizi
ifade etmekten vazgeçtik, sustuğu gibi. İrade edilenin müşahede edilmesi gibi. Senin sınırlılık ve acizlik sükutunu müşahede etmen gibi. Bunun yanında işarete ve remze güç yetirilmez. Çünkü fesahat ve hikmetlerin madeni olunca, ona bütün sözlerin toplamı verilmiştir. Söylediklerinden fazlasını yapamadı. Allah'ın nurundan bürüyen bürüyüverdi.
Burada durdu ve öteye adım atmadı.
Sonra şöyle dedi: Hiç kimse onu niteleyemez. Böyle olunca bir kimse nasıl onun hakikatini vasfedebilir? İyisi mi durduğu yerde dursun. Yeşil yastıklara yaslanıp oradan yükselişi seyretsin, en şerefli topluluğa doğru. Birden yücelerden bir ses geldi: Yüce sergilere yaslanan! Seninle Onun arasında kerem sahibi kürsü var. Onunla her hikmetli iş bilinir. Orası himmet ve taleb ehli için edeb huzurudur. Vasıl olanlar oraya inerler. Perdelenenlerse onda yolculuklarına son verirler. Orada sana söylenenlere sarıl. Oranın sakininin vasiyetinin yanında dur.

Kürsü Huzuru

Bismillahirrahmanirrahim
Allah'ın salat ve selamı efendimiz Hazreti Muhammed'in, ehlibeytinin ve ashabının üzerine olsun.
Salik der ki: Benim için kararlılık kanatlarını yarattı. Böylece anlayış semasında uçmaya başladım. Derken kürsü huzuruna vardım. Kutsi mevkiye. Vasinin mescidini sordum. En yüce tenzih noktasındadır, denildi. Orada iri ve kuvvetli bir şeyh gördüm. Bana, "bu, şeriatın kutbudur," denildi. Karışık gruplar çevresini sarmıştı. Ayı çevreleyen haleler gibi. Utangaç bir edayla selam verdim, korku ve ürpertiyle değil. Şeyh (r.): Kast edip gelen! Merhaba! Cevherleri ve nadide mücevherleri arayan! Sonra bana: Nereye gitmek istiyorsun? denildi. İstememeyi istiyorum, diyecek oldum. Ama makam benim olmadığı için konuşacak gücü kendimde bulamadım. Bunun üzerine beni kendine çekti. Kırbacı önündeydi. Resulün şehrine gitmek
istiyorum, dedim, develer sahibi, hak ve batılı birbirinden ayıran. Bana dedi ki: İzleri silinmiş, nuru sönmüş bir şehri ne yapacaksın?
Dedim ki: Toprağına işaret etmiyorum. Aksine nur saçan ayını, insanın içine ferahlık veren tertemiz suyunun unsurlarını kast ediyorum. Dedi ki: Hz. Resulullah (s.a.v.)ın "Ali onun (ilim şehrinin) kapısıdır" sözünü duymadın mı? İşte ben o kapının bekçi-siyim. Şehre girmek isteyenin kapıya yönelmesi, kapıcıya hoş görünmesi (yaltaklanması) gerekir. Meltemler
esmeye başladığı zaman, hikmetin tazelikleri armağan edilir sana. Bulutlar belirince, senin için ruhlar sırlarla donatılır. 
Dedim ki: Ey efendimiz! Acaba bu kapının bilinen bir anahtarı var mıdır?
Evet, dedi, her şeyi bilen ve kapıları açana andolsun:

Beyti kilitli gördüm
Sırrın sırrına, sahip kılınmıştı
Allah'tan açmasını istedim
Ne ile? dedi, Seninle dedim.

Beni de içine al, dedim. Dedi ki: Kişinin Müslümanlığının güzelliğinin göstergelerinden biri de kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesidir. Ona dedim ki: O'nun mekanının hakikatini bildim. O'nu daha fazla nitele ve daha çok açıklama yap.
O'na dedi ki: Dört diş var; hikmet sahibi Rahman onları sağlamlaştırmıştır. Onların içinde dört hareket var; bütün bereketlere doğru akar. Sana hatırlattığımı ve sağlamlaştırdığımı yaparsan eğer, anahtarları elde eder, onlara sahip olursun. Anahtarlara
sahip olan da kapıyı açar. Kapıyı açan ise, gömülü hazineyi bulur. Derken şeyh ve talebesinin şüphe ve kuşkudan emin, çok bahşedicinin (Vahhab) huzurunda yayılmış olduklarını gördü. Dedim ki: İstediğini anladım, işaret ettiğin sırrın farkına vardım. Ama bana daha çok açıklama yap, Allah da sana yönelik iyiliğini arttırsın, lütuf ridasını üzerine
giydirsin.
Dedi ki: Allah'a dua et; beni ilhamıyla desteklesin, kadim ilmi ve kelamıyla beni pekiştirsin. Dinle ey salik! Allah senin fiillerini güzelleştirsin. Fiillerini senin için şerre dönüştürmesin. Sözlerini doğrultsun. Çünkü münacat zamanında bunlar seni güçlendireceklerdir. Konuşan bir kimsenin ağzından çıkan en güzel söz Allah'a hamdetmektir. Resulüne salavatı ise bu yolları aşıp geçmeyi sağlar. Her şeyi bilen, hikmet sahibi ve rızıkları verene münacat makamına. Bize bunu gösteren Allah'a hamdolsun. Allah bize bunları göstermeseydi, bizim bunları görmemiz mümkün olmazdı. Rabbimizin Resulleri Hakkı getirmişlerdir. Dinle ve konuşma.
 
Koştur kervanı semaların Rabbine doğru
At kalbinden keramet tavırlarını
Gözeterek dur kutsal vadinin kıyısında
Münacattan nasip alman için çıkar ayağından nalınlarını
İsimlerle nitelenmiş olarak varlıktan kaybol
Ta ki bizzat sıfatlardan kaybolasın
Ortağı olmayan birin tarafına sığın
Batıl ehlinin tarafına çıkma
Sus, namaz kıl, düşün ve daima yoksul ol.
Gizlilikler ilminden nice işaretlere nail olursun
Allah efendimizin mirası hakkında hüküm vermiştir
Ki bu miras takva sahibi her doğru kul içindir.

Ey talib! Dikkatle dinle. Allah seni ıslah etsin. Medine ilimlerini ve ilahi sırları koru. Rabbani sırları ifşa etmekten sakın. Kalbleri dost edin, nefislerle mücadele et. İlahi ilimle maddi ilmi birbirinden ayır. Ama zahir ile batını birleştir. O zaman göçenin de ikamet edenin de sırrını açıkça görürsün. Her durumda zahirin yanında dur. Ama zahir sözlerden hakkında bilgi sahibi olmadığın şeylerin üzerinde durma. Bazı kelimeler alacaksın, babalara ve annelere katılacaksın. Medeni iliaalerin, kutsi sırların sahibine, Kelim'e (Musa) ve Nun'un oğluna salat getir. Bak balık kimin yanındadır; o zaman, gözle kitapta saklı sırrın senin için açığa çıktığını göreceksin. Ki bu kitaba temizlenmiş olanlardan başkası dokunamaz. Balığa, yiyecek ve gıda gözüyle bakma. İki denizin birleştiği yerde iki sırrı düşün. Nasıl gerçekleşti unutma? Niçin böyle oldu? Niçin
balık oldu da başka bir şey olmadı? Bunca yol varken hangi yarara dayalı olarak deniz yolunu seçti? Dost edinsen de edinmesen de sürdür çabanı. İster kul ol, ister efendi. Sonunda eminler ridasını giyersin. İnsanlar için iki ayak konumunda dur. İlimden de "Ayn" harfini seç. Gemiyi del, şehre gir. Gemiye her çiftten ikişer tane al. Dağın zirvesine çıkacağım, o beni selden korur, diyenin yanına çıkma. İki gemi var. Bu iki geminin varlık içinde iki anlamı var. Bu gemilerden birinin selameti gövdesinin yarılmasında, birinin kurtuluşu ise gövdesinin yapışık kalmasmdadır. Mülkte Birden başkası yoktur. Sakın şahidin gemisinin gövdesini delme. Gemiyi iki çiftten yap. Nitekim: "iki ilah edinmeyin" demiştir. Çocuğu dirilt. Rab seni bir ümmete yaklaştırır. Çocuğu öldür, keskin kılıç ve bıçaklarla; çünkü o kafirdir. Duvarı onar; sakın yıkılmasından! Sakın! Duvarı yık; çünkü onun yıkılması gerekir. Ana kitapta böyle gördüm. Sette kaçış için bir gedik aç. Akışa karşı sabit ol ve kaçma. Sakın açmaya kalkma. Varlık olarak en küçük bir parıldayışla yetin. Ved ve Suva'ı terk et. Pamuk sahibinden (Hallaç) ümitsizliğe düşüp durumunu gizle. Bir hicap da var ki, onu gizleme. Onu terk etme; yoksa zulmetmiş olursun. Günah korkusuyla kardeşini yalnız bırakma. Sevenin sevgiliye bağlanması gibi ona şefkat et. Günahtan dolayı onu yalnız bırakmasan, ahlaklanma ve arınma ehli arasında temayüz etmez. Ona şefkat gösterme ve çöle at onu. Tâ ki isimlerin etkisini görünceye kadar. Güzel bir hadise olmasını istersen, ben olayın en azizini görürüm. Aziz'in değerini bil. Seni ayrışma düşüşü mahalline getiren odur. Müjdeciye yönel. Kervanın karşısına çıkma. Yaşlı adama (ya da çokça teşbih etmeye) yetiş. Anne babanı tahtın üzerine çıkar, gömleğe sarıl. Çünkü şeyh hırs doludur. Deveyi çöllerde bırak, yolları ve günleri aşsın. Onları arşa çıkarma, onlar için bir yatak hazırla. Onlara rahmet kanatlarını indir, onları tersleme. Onlara "öf" bile deme. Eğer yapabiliyorsan, onları yok et; onlar senin iki bekçin, iki kapındır. Gençlerin peşine düş; bu, yüksek dostluktur. Genel ve ayrıntılı olarak onların izlerinin üzerinde durma. Onlara varmak için bir yol arama. Onları görecek olursan, korkarak yanlarından uzaklaş; göz olarak, kalp olarak değil. En mutlu olan kişi, kapının eşiğinde
durandır. Köpeklerin himmetine tenezzül etme. Sakın kapılara yapışma. Kapı kapandı. Sebepler ortadan kalktı. Çok bahşedici (Vahhab) ile otur. O seni perde arkasında saklar. Hâl ile onun yanında oturma. Çünkü kelam imkansızdır. Eğer sebepler olmasaydı, hakikatler bilinirdi. Kapıyı aç ve oradan ayrılma. Avret yerini şehvetten arındır, senin için oraya ruh üflenir. Avret yerini gösterme, senin için kağıda yazılana bak. Karanlıklar için nida et, sesler arasında gönderilirsin. Sakın perdelerin karanlıklarından seslenme. Çünkü seslenme ancak nurda olur. Sen yaln ız olan birsin. Eğer yalnızı yalnızla çarpsan, onu çarpmanın yolu yoktur. Çünkü var olmasını irade ettiği şeyler Onun gaybındandır. Bana dert geldi (zarar dokundu) deme. Yarar ile zararı bir tut. Eğer sana bir zarar ilişirse, talim diliyle dua et. Hikmet sahibi ve her şeyi bilenin istediği budur.
Dilini günaha alıştırma. Sağına iyilik et, bir demet çiçekle de olsa. Günaha dönüp bakma. Çünkü keşif ehli olanlar ona dayanmazlar. Süleyman'ın niyetlendiği gibi Hüdhüd'e işkence etme. Meğer ki, açıklama ve delil getirmekten aciz olsun, o zaman ona işkence et, sırrı ortaya çıkardığı ve perdeyi yırttığı için. Karıncalara şefkat et, atlıları onların yuvalarının bulunduğu yerden geçirmek zorunda kalırsan. Saba nimetlerini onlar arasında paylaştır. Onları öldür veya kılıç darbeleri indir. Onları kuzey rüzgarı ile saba rüzgarı arasında bırak.
Dizi dizi atlar, seni münacattan alıkoymasın. Ya da incikleri ve boyunları tımar et. Onlara ve fiili olarak zata bakmaya hazırlan. Münacatta olduğun sürece, onların boyunlarını tımar etme, boyunlarını bağlama.
Mührü kimseye verme. Mühür hususunda anneye de çocuğa da güvenme. Onu istediğine ver, çünkü o bir hicaptır. Sebeplerin müsebbibinden başka mu-sahhar kılan yoktur. Belkıs'm tahtına oturma, göz alıcı, nefis çelici sarayına iltifat etme; ancak Müslüman olduğunu ifade etmesi, itaat e teslim elini kaldırması başka, itaat edeceğini izhar edince, tahtına çık. İman ve nankörlük hallerinde, ihsan makamının ehli olursun. İsmini
Mevlanm isminin önüne geçirme. Ortada bunu gerektiren bir sebep olsa, o zaman ismini öne geçir. Bu yasalaştırılmış ve uyulmuş bir kanundur. Eğer yapmazsan, o zaman tabi olunan biri olmazsın. Sakın senden sonra kimsenin sahip olamayacağı bir mülk isteme.
Aksine şöyle de: Sen münezzehsin, bütün bunlar senin katındandır... senden başkası için olmaması gereken bir mülk iste. Bu hususta Mevlanın sıfatlarıyla ahlaklan. Sergiyi aç. Bırak insanları şamata ve meyilleri içinde oyalansınlar. Sergiyi topla, dür. Bast halinden kabz haline geç.
Mihrabtan ayrılma. Hesapsız rızık gelir sana. tamamlayıcı bir tutsak olarak yanında tutma. Tevhide yükselmek için merdivenler edin. Her vakit kökü sallama. Çünkü o azaptır. Ama salla, çünkü o istenendir. O, iftira ve inkar ehli için bir delildir. Ayın on dördünden sonraki halinde üç olursan, üçle karşılaştığında başarırsın. Eğer üçün maddelerinin üzerinde durursan, gülme ve kederlenme makamını kaplarsın. İşini semanın sahibine teslim
et. O zaman isimlerin işaretlerini öğrenirsin. Teslim olma, çünkü sen iki değilsin, ikilemeler seni perdeleyemez.
Kabul görmüş bir hacca niyet et. Beytül-mamuru temizle. Tur dağından sana seslenilir, uzak bir tepeden işaretin seslendiğini duyduğunda. Uzaktan bir seslenişin nasıl olacağını sanırdın! Eğer aileni geceleyin yola çıkarırsan bir ateş görürsün. Azizle açıkça konuşursun. Eğer aileni geceleyin yola çıkarmazsan, ateşi nur görürsün. İlk bakışta gözlerinin üzerindeki perdeleri ve örtüleri kaldırdık. Bundan başka bir yardım da isteme.
Kim Ona tevekkül ederse, O ona yeter. Yardımı kendi cinsinden iste. Çünkü senin nefsinin kuvvetlerinin olmasını istemiştir. Sandığının kapağını kapatarak suya at. Çünkü onun mutlaka atılması gerekir. Sakın onu hal ile atma. Halin rabbine karşı halis ol. Eğer yoksullukta yoldan çıkmalardan korkarsan, o zaman asanı denizin yüzüne vur. Eğer önünde bir yol açılırsa, bil ki, sen hakikat yolu üzeresin. Korkma ve kararsız olma. Sebat et
ve kaçma. Hayret! Deniz uzayıp giderken selamete nasıl ulaşılacak?! Çölde de aslanlar var? Ne bir güç var ne de sığınak? "İlâ rabbike yevmeizin mustekarr / O gün varıp durulacak yer, sadece rabbinin huzurudur." (Kıyamet, 12) Uyanıklığında ve uykunda Ona tevekkül ettiğin zaman, senin için de bir günün olmasının kaçınılmaz olduğunu bilirsin. Şu halde acele edip kavmini vaktinden önce terk etme. Apaçık nura ulaşmak için acele et. Belki kavmin fitneye düşer. Milletin üzerinde bir halife bırakma. İnsanların bir kısmını senin himmetinle suçlar. Halife bırak ama tanıma. Şartlarını bilmeden sofra isteme. Manasını ve mevlasının onunla neyi kast ettiğini bilmeden yükseltmeye ve indirmeye de niyetlenme.
Kalanı da isteme. Sana seslenilenle meşgul ol. Eğer nassa tabi olursan, nas-sm yanında ölüyü diriltir, anadan doğma dilsiz ve alacalıyı iyileştirirsin. Araştırmaktan, irdelemekten sakın. Kılavuzun karga olmasın, yoksa bedbaht olursun. Kardeşini yere atılmış halde bırakma. O, en yüksek yola ilişkin en güçlü delildir. Göz kapaklarına uyku galip gelmesin. Buğdayın kavmin tarlasında biter. Anlamayı sağlayan uykuyu kaçırma. Zorba olma, yolda yapayalnız kalırsın. Derken suda boğulmuş olarak yatıverirsin. Başkaldıranlara karşı acımasız ol, büyüklendikçe büyüklen.
Putları paramparça et. Sığınarak Allah'a sarıl. Büyük putu sağlam bırakma. Onu da küçük putla birlikte helak et. Varlığı olduğu gibi bırak. Her şey kolaylaştırıldığı şeye varır. Yıldızları ve ayı görme, gözlerini kapa. Güneşi gördüğün zaman, bu daha büyük, deme. Yedi feleğin üzerinde durma. Dokuzuncuda Allah'a yönel; çünkü istiva ve egemen olma oradadır. Himmetini yükselt. Yeminin kefaretini hazırla. Güneş, senin koç burcuna girerse, ondan emin oldun demektir. Başkası tadar ve sen de bizzat gözlemlersin. Eğer yükselişin
ayaktan beri olur, bütün sözler ve hikmetler sana gelirse, o zaman benim gibi şu şiiri oku ve aldırma:

Bedenim kuşluk vakti doğar ümmetlerin üzerine
Haremdeki kabeye niyabeten
Sır için bir kabedir, onu tavaf eder
Ayak üzerinde yürüyen herkes
Hacca gitmek isteyenler ona niyetlenir
Bütün Araplardan ve acemlerden
Ben halkın tümünün sırrıyım
Ben, ancak Kelim'in kısmetiyim
Şüphesiz ben çiftim ve tekim, ki
Dörde ihtiyaç olmadığı zaman
Ben "ol"um, ancak bir şahısım ben
Hem cahil olabilen, hem hikmet sahibi
Cehalet inişte olur îlimse işarette olur
Ben eğer bir değersem, nedir
Tek'in kalemde olduğundan başka?
Ben vasfın vasfıyım, sıfatlanın
Ben zatın zatıyım, sarıl
Ben sırrın sırrıyım, ayrıldığından beri
Himmetim himmetler makamından
Ben nurun nuruyum, ortaya çıktığından beri
Varlığımla karanlıklar incisi
Ben izzetin izzetiyim, sahip olduğundan beri
Zillet ve zenginlik sahibi nefse
Beni gören, andolsun görmüştür, gizli olanı
Nurun ve öncesizliğin misalinde
Gayeye ulaştı gencin kalbi,
Ki Allah'ın sağma teslim olarak
Biz ağzını öpmesini mubah saydık
Öncesiz geçmişte yüce olanın
Nefsimin mutluluğu şu ki, o mutludur
Ümmetlerin açık sülukuyla
Bundan başkası aşık olarak ona nail olmadı
Onun geçmiş milletlerde
Ey adamlar! Onu bizden başkasından isteyin
Kerem karşısında denizin cömertliği ne ifade eder!
Dönün ve öpün onun auucunu ki
Bahşeder ve tükenmesinden korkmaz varlığının
Yücelerden her bakış
Bize doğru bir vecd yöneltir ki, bizimle atışır
Her sırrı, inen ve çıkan
Varlığımın, sürekli artan bir arzudur.
Güneş koç burcuna girdiğinden beri
Yeminin kefaretinden emin olun
Hep öyleydi ve yarın da öyle olacaktır
Yani kesintisiz nimetler içinde
Vuslat güneşleri doğmakta
Ayrılıklarsa yokluğa batmakta
Bakın, sözüm sizedir, andolsun
Bütün insanların gözleri, kendilerini görmezler
Onu açık ve güzel görürsün
Kerem mertebesinden haber vermekte
Ey mahlukatın ilahı! Ey umudum!
Ey koyu karanlıklarda sohbet arkadaşım
Arkadaşa hastalık vermekte cömert ol
Ey cömertliği ve nimetleri çok olan!

Sonra şöyle dedi: Ey oğul! İstivada zuhur ettiğinde, ilâhi sırlar ve kuvvetlerle desteklendiğinde, kalbi çekip çevireni, ezelde mahv levhinde duyduğunda, orada bir şey görmezsen, görmüşsün, hiçbir şey duymazsan, duymuşsun. Sırrın sırrı sana yükseltildiği, çift tekle buluştuğu zaman, O'dur, sen değilsin. Hak ortaya çıktı, sen gizlendin, beytten ve beytin sahibinden kayboldun. O kendisini kendisiyle görür. Sayılar da esasına dönerler.
Eğer senin için dönüş hükmünü verirse, bu erişilmez makamdan ayrılmana karar verirse, bir varisin bunu yapması zorunludur. Çünkü bu nimeti, latif hikmeti tamamlamanın bi göstergesidir. Tâ ki zahir ve batın nimetlensin, hem yolcuya hem ikamet edene sirayet etsin. Bu makamların sü-lukuna çalış. Bil ki, buluşmayı dileyen öldü. O halde işi ona teslim et, sülukunda ona tevekkül et. Tâ ki onun karşısında duruncaya kadar.
Salik der ki: Sonra bana dedi ki: Bu tavsiyeyi görüş mihenginde ve başkasının mecrasında dene, tart, ölç. Kovma ve akse karşı onunla ahlâklan. Bazen akılla beraber, bazen nefisle beraber... Bu vasiyetinden dolayı rahatladım. Beraberliğimizin devam etmesini arzu ettim. Dedi ki: Kul için en iyisi; Mevlasından, sahibinden başkasıyla beraber olmamasıdır. Kul efendisinden başkasına bakmamalıdır. Daima dua etmeli ve Onu
övmekle vakit geçirmelidir.
Salik der ki: O mecliste bulunanlar kalkıp hep bir ağızdan dediler ki: Ey efendimiz! Allah için helal! Hak seninle bütünleşti ve seni bereketli kıldı. Ne güzel hatibsin sen! Ne açık bir lisanın var! Ve ne de güzeldir, açıklaman. Belagat sahihlerinin meydanında atının dizginlerini salıverdin. Kalbinde nice inciler sakladın. Harikuladelikler yazdı parmak uçların. Sözlerin ala bildiğine tatlı. Kulak, nesrini ve nazmını dinlemeye can atar. Andolsun en güzel şekilde ettin vasiyetini. Yüce makamları açıkladın. Tasavvuf sırlarını dile getirdin. En
doğru yolu, en kadim sistemi gösterdin. Allah bahşettiği nimetler içinde ululuğunuzdan dolayı sizi mükafatlandırsın. Bağışların en değerlisini size bahşetsin.
 
Yücelerde Atlas Perdeler

Bismillahirrahmanirrahim
Allah'ın salat ve Selamı efendimiz Hazreti Muhammed'in, Onun ehlibeytinin ve ashabının üzerine olsun.
Salik der ki: Sonra beni başka bir yaratılışla yeniden var etti ve şöyle dedi: "Sunime erselna rusule-na tetrâ/ Sonra biz peyderpey resullerimizi gönderdik." (Müminun, 44) Bunun üzerine lütuf kanatlarını açtım ve atlas perdeleri dürdüm. İrfan semasında uçmaya başladım. Birden karşımda dalgalanan bin bayrak gördüm; beni en yüce ve en şerefli topluluğa çağırıyorlardı:

Gaiblerin ilminden olağan üstü şeyler gördüm
Onları kavrayanların anlatmalarına karşı korunmuşlardır
Misvak ağacının dalına konup ötenlerin sesinden
Coşar hüzün bülbülleri hüzünlendiklerinde
Özleri akıp duran parlak cisimlerin ışığından
Yansıtır üzerimize nuru, güneşin tabiatından
Yıldızların ellerinde kazıkların oyuğu
Yokuşun azabı zahir olur sakhlıkta
Karanlığın basmasıyla büyücülerin nefeslerinden
Bakarsın, belki de zaman yarın onlarla taşar
Bazı kerem sahibi topluluklar gördüm, yüzlerini peçeyle örtmüşlerdi
Eğer yüzlerini açsalar, gök dünyamızın üstüne gürültüyle düşer
Nice salik yolu bir yolcu olarak izler
Bir yolculuğa çıkar ki, gaybin içinde yüceliklere yükselir.
Hakikatin sırrına ulaşmış nice kişi vardır ki, susar
Eğer miskin konuşsa, öteler onu aciz bırakır
Beyt-i Makdiste konaklarda ikamet eden niceleri var ki
Ne nefsi susamış, ne de sırrı suya kanmıştır.
Makamının yanında halk içinde duran nicelerinin
Mertebeleri gayb içinde, hüzün mertebesidir.
Yolun ortasında belirerek zahir olan bir çok kişi
Bir mekanı var ki, her yüceden daha yücedir
Hiçbir hakikate dönüp bakmayan bir çok pervasızı
İddiası, heba oluş mertebesine indirmiştir
Kalplerde doğan aydınlık şeylerden kimisi
Bir anlama delalet eder, onlara ulaşan görür.
Nice aşık var ki, gidiş sırrına bağlanmıştır
Yorucu ve eziyet çektirici özlem, bu bağdan kurtarmıştır onu.
Nefesler sahibini görürüz de musallat olmuş
Özlemler ateşine, ki kalbi bu ateşle kavrulur.
Bir sırrı gizleyen, onun zıddını izhar eder
Bekanın sahnelerini talep edenlere
Nice faziletli var ki, fazilet varlığının hakkıdır
Fakat çiğliğin rahatında temenni etmez bunu
Nice efendi var ki, zamanının edibini zebun kılmıştır
Kendisiyle karşılaşanları, aktığı yerden karşılar
Nice mahir kişi var ki, riyazet ve yüceliş kesbetmiştir
Böylece dişle ve boğazla seslenir olmuştur.
Nice sıfatlarla bezenenler var ki, uymuşlardır
Bedenlerine bu sıfatlar, ölümün belayı izlemesi gibi.
Nice tecelliye mahzar olmuş kişi vardır, ki ünsiyet ister,
Toprak bedene bürünüp gerileyenlerle
Istıraptan uykusu kaçan nicesi vardır, sanki
Atılmış bir ok isabet etmiş de uzanmış körlük yatağına
Tecelli sırrı kalbiyle kaim oldu onun için
Ne Aşağı olan başkasıyla uyandı ne de yaklaşanla.
Hakkı hak ile müşahede eden bir çok kişi için verilmiştir
Bir himmet, fazlalıkları ve kabukları yok eder.
Nice keşfeden var ve hakikati en tamamdır
Ama Ebu'l Abbas olmasaydı, geri çevirmezdi hükmü.
Çok şaşkın vardır, görüntüler şaşkın kılmış onları
Ona dersin ki: yükselen bu gün kurtulmuştur
Kıyamete kadar içtiği halde susuzluğu geçmeyen vardır
Tattığı halde açlığın lezzeti nedir bilmeyen vardır
Bir gurbet vardır ki, tuzak içermektedir
Ve bir kesilme de var ki, batına yerleşmiştir.
Bir vardır, varedilenden kaimdir
Varlığın vecdini göstermiştir, ama kibirlenmemiştir.
İlimle yürüyen vardır, ki işarettir
Bir arife yönelik. Sözlerden ve kanıtlardan yukarı
Bir gün yakin kanatlarını açan vardır
Uçar, havada yürür, hevasız
Cimri olduğu halde, avuçlarını açan vardır
Eğer tutma, kabzetme olmasaydı, cömertliği övmezdi
Ünsiyet sahibi her zaman heybetlidir.
Bir meltemle silinip gidense yontulmuştur.
İsbat sahibinin heybeti büyük olur
İkizler burcunu başına taç yapar
Süha yıldızını da nalın.

Salik der ki: Bu atlas perdeleri birer birer yırttım, bu tazeliklerin ve letaifin olağanüstülüklerini seyre koyuldum. Derken sonuna geldim. Zahirlerinden hareketle batınlarını bildim. Nereye? diye bana seslenildi. Kabe kavseyne (iki yay gibi yakın olmaya) dedim, nasıl ve nerenin yok olduğu, iki gözü olan için bütün sırların ortaya serildiği yere.
 
Kabe Kavseyn Münacatı

Bismillahirrahmanirrahim
Allah'ın salat ve selamı Hazreti Muhammed'in, ehlibeytinin ve ashabının üzerine olsun.
Salik der ki: Bunun üzerine melek bana en yüce selamı indirdi. Onda en yüce düzeye yükseldim. Beni Kabe Kavseyn'e indirdiğinde, dedi ki: Ayni gördükten sonra izini isteme. Sonra iki kanadını bedenine sararak, geldiği gibi geri döndü.
Salik der ki: Karşılaştığımda, bana, selam ver, selamın alınır, denildi. Her ne istersen iste sana bahşedilir. Bunun üzerine icap ettiği gibi selam verdim. Dizlerimin üzerine çöktüm. Kendimden bir ses duydum. Bu ses ne benim içimdeydi ne de dışımda. Şöyle diyordu bu ses:
 
Allah için! Ne mutlu bir topluluğa ki, götürdü onları
Yokluk soyluları Rahman'ın huzuruna.
Sevgililerinin zikriyle zamanlarını katettiler
Kur'an'ın sırlarıyla ahlaklandılar
Seçilmiş Haşimî Nebiye varis oldular
Arapların en şereflisi Adnan'ın soyundan gelen
Arzular hareminde sevgi burakına bindiler
Nur Kudüs'üne ve burhana doğru gece yola çıktılar
Safa taşının üzerinde durdular, onlara verdi
Furkan menzilinden hidayet sütünü
Bedenlerinin kulaklarını çaldılar, böylece açıldı
Kapıları, iki göz belirdi derken
Gözlerden biri, görür görmez, göz bebeği gülümsedi
Rıdvan cennetlerinde oğullarını
Bir göz de yaşlarını aktı
Görünce onları ateşin alevlerinin içinde
Ruh semasının kapısını çaldılar, gördüklerinde
Rükünsüz topraktan bir cisim
Derken seçilmiş İsa'nın lahutu göründü onlara
Bir ruh olarak, nefissiz ve bedensiz
Güzellik Yusuf'la tamamlandı, derken muttali oldular
İdris'in makamına, o şanı yüce nebinin
Harun'u görünce Halifelik istediler, ki
Menzilleri oluşlardan yüceydi
Arzularına nail olunca hilafete nail oldular
Çok bahşedici Rahman'ın kelimi Musa'nın arzularına
Yanlarında kerem sahibi melekler secdeye kapandılar
ikinci bir Rabbin varlığına inanmadan
Himmetleri kabardı ve Dost oldular
Konuk sever İbrahim'in huzurunda
Yüce sıfatları kemal buldu ve yükseldiler
İman ve ihsan huzurundan
Yürüyüşleri zata doğruydu, onları yaklaştırdı
Bizzat görmeye, oluşsuz olarak
Ona ulaştılar ve bizzat gördüler, sakladığını
Sırrın sırrının gaybında olanı, apaçık olarak
O münezzehtir, isimleri yücedir
Fazlalıktan ve eksiklikten beri.

Salik der ki: Sonra bana dedi ki: Söyle bana, ey sevenlerin çiçeği! Ey varislerin güzelliği! Bize gelirken yolda nelerle karşılaştın? Hangi amaçla bize geldin? Salik der ki: Sudan ayrıldığımda, beni ilk göğe yükselttiler, göğün yıldızlarla süslenmiş olduğunu gördüm. Kimisi yol göstericiydi, kimisi de şeytanları kovucu. Halifelerin makamlarını gördüm, karanlıkları aydınlatan lambaları. Bunların sayısının yirmi sekiz olduğunu gördüm.
Kırka tamamlanması için huzurları da on ikiydi. Bana denildi ki: Bunlar saliklerin menzilleridir, muhlislerin hükmünün kaynaklarıdır. Sonra yedi halifenin feleklerde yüzdüklerini gördüm. Onları dolu gemiye konulmuş yediye hamlettim. Oğlak burcuna ve iki kutup yıldızına baktım. Onların iki alemin imamları olduklarını fark ettim. Cisimler semasının açılmasını istedim derken. Orada Adem'i (a.s.) gördüm. Sağında öncesizlik karanlığı, solunda yokluk karanlığı. Celâl ağlamasıyla cemal gülüşü arasında gidip geliyordu. Çünkü bunlar eksiklik ve kemal anlamlarını hatırlatıyordu. Bütün peygamberlerin öldüklerini gördüm. Çünkü onları birbirinden ayrı olarak gördüm. Hakikati taleb ettim. Bana denildi ki: Yoldan ayrılıp fena bulmadıkça göremezsin. Çünkü suretin kemali, miraç ve akıl ehline görünmez. Sidretul müntehaya varıncaya kadar. Orada
nefislerinin hakikatiyle karşılaşırsın. Onlara güneşlerinin maddelerini açık bir şekilde gösterirsin. Bu, üç yüz makamın ilkidir. Yokluksa her grup için gereklidir. Zatın hakikatini ise, Ondan başkası göremez. Her ulaşanın amacı, anlamını müşahede etmektir. Ama gayesi içinde olanın varacağı bir gaye olmaz. Başlangıca varit olmanın da nihayeti olmaz. Derken beni nefisler semasına çıkardılar. Somut maddi alemden taşındım. Mesihi
müşahede etmekle suretlere üfürüldü. Bunun üzerine bir yarılma görüldü, bitişik olan gökte ve yerde. Derhal hamdu sena ettim. Bana güzellik ve zenginlik verildi. Kalplerin güzelliğinin semasında Yusuf'u gördüm. Beni gaybin kaynaklarına kattı. Ona derin şükranlar sundum. Beni yüksek bir yere çıkardı. Derken dördüncüsünde İdris'i gördüm. Sırrın tahayyül ve karışıklıktan arınmışlığını fark ettim. Dedim ki: Son nokta burasıdır. Burası kemal ve göz alıcı güzelliğin makamıdır. Bu yüzden imam'dan halifeliği istedim. Bunun üzerine beni Harun'un (a.s.) katına yükselttiler. Denildi ki: İhsan makamına halife kılınanın başına ne geldi, bilir misin? Rahman'ın Kelimi'nin sakallarından tuttu. Beni kelam semasına yükselttiler. Orada Musa'yı (a.s.) gördüm. Bana "merhaba" dedi ve beni oturttu. Şefkat makamına dikkatimi çekti. Sonra bana dedi ki: Ben, kadim konuşulmuşun Kelim'i (konuşanıyım. Eğer levhaları atmasaydın, ben de şahısların başlarını çekmezdim. Sen saygın, ikrama mahzar olmuş bir kulsun. Bizim katımızda değerin büyüktür. 
Ona dedim ki: Dostluk istiyorum. 
Dedi ki: o, canlıların boşluğunu kapatan içindir. İşte ben oyum, dedim. 
Dedi ki: O halde ey salik! Yedinci göğe yüksel. Dostluğun seması orasıdır. Dostluğun direkleri ve binası oraya dayanır. Baktım bu semanın sahibi sırtını Beytu'l-Ma'mur'a dayamış. Beni bir ferahlık, bir sevinç aldı. Her gün oraya yetmiş bin melek giriyordu. Ki yaşayan bir delile dayalı olarak yaşasın ve helak olan da bir delile dayalı olarak helak olsun. Sid-re'de benim için iki görünen nehir, iki de batın nehir ortaya kondu. Zahir iki nehir, Kitabı okumak ve sünnete sarılmak, Batın iki nehir ise tevhit ve minnetti. Sonra Sidretu'l-Münteha'ya vardım. Dedim ki: Son nokta burasıdır. Bunun üzerine kerem sahibi resul bana şu ayeti okudu: "Ve ma minna illa velehu mekamun me'alumun / Bizim her birimiz için, bilinen bir makam vardır." (Saffat,164) Senin yaklaşman, yükselmen, sarkman ve Makam-ı Mahmud'la, gören ve görünen huzuruyla buluşman zorunludur. Sonra beni bu yüce Sidre'den kapıp ikilik kürsüsüne indirdiler. Orada çok yüce bir vasiyet kavradım. Sonra benim için letaiften kanatlar yapıldı. Atlas perdelerin zahirliğin dürüp topladım. Üç yüz huzurdan geçtim de onlara bir bakış bile bakmadım. Sonra varislerin göğüslerinin levhinde yazan kalemin hareketini sağımda işittim. Kalemi hareket ettirene yaklaştığımda, bana denildi ki: Yarıma razı ol, kanaat getir. Salik der ki: Benden bu
sözü işitince, beni sakladı, kulluk elbisesi içinde beni sakladı. Sonra bana dedi ki: Kulum! Sözün sınırını çizme. Çünkü konuşan, konuşulan benim ve söz de bendendir. Benim sözümü benden başkası taşıyamaz. Tıpkı arzıma ve göğüme sığmadığım gibi.

Ev Edna (Veya daha yakın) Münacatı

Bismillahirrahmanirrahim
Allah'ın salat ve selamı efendimiz Hazreti Muhammedi'in, ehlibeytinin ve ashabının üzerine olsun.
Salik der ki: Sonra benim için yokluktan iki kanat yaptı. Bu kanatlarla "ev edna" (veya daha yakın) huzuruna uçtum. Huzurun meydanına indiğimde, isimlerinin duvarına düştüğümde, şu şiiri okudum:

Daima nida edenden
Daima cevab verene...
Gözlerimi uykusuz bıraktın, aramızı uzattın
Bana vecd ve inleme miras bıraktın
Havada yapayalnız kıldın beni
Bağlı, aşık ve garib.

Bana dedi ki: Bu beni istedi. Selam ver. Eğer takdirim senin aleyhine cereyan etmişse, işini bana bırak ve teslim ol. Ey Salik! Seni "ev edna" (veya daha yakın) huzuruna has kılmak istiyorum. Kur'an cevherlerinin ve göz kamaştırıcı incilerinin ayetlerindeki işaretlerin hakikatlerine muttali oldun mu? Kur'an'ı suret suret bu açıdan kavradın mı ki senin için suret kemali sahih olsun? Sana tercüman lisa-niyle onun açıklamalarını ve paha biçilmez değerlerini söyleyeceğim. Ebu Hamid'in Kur'an'ın cevherlerine ve incilerine dair münacatları gibi. Ben onu zamanında öne çıkarmıştım, meydanında herkesi geçmişti. Zamanının güneşinin ve ayının sırrıydı. O zamanlar onun tarzında bir şey yazılmış değildi.
Derken yol senin zamanına ulaştı. Senin henüz olgunlaşmamış zamanın gelip çattı. Senin için onunkinden daha ince bir şekilde yün eğirdik. Varlığın ve ciddiyetin nis-betinde onun yününü ve ciddiyetsizliğini kaldırdık. Sen, bizim için harika bir tarzda ördün. Ona saf bir gömlek giydirdin, değişik renklere sahip. İri gözlü bakirenin bozulmamış incisi gibi. Aralarında farkın varlığı açıktır. Genelinizin birbirinize katılmanızın yolu apaçık ortadadır. Çünkü biz senin için incileri ve cevherleri tek bir ipe dizdik. Uzak farkın huzurunda bu dizilişi bariz kıldık. Buna vakıf olan kişinin, neredeyse senin ona kattığın nisbeti fark etmeyeceği görülür. Senin münacatmda onun nisbetinin sırrı sana görünecektir. Sebebinin makamının yüksekliği de. O halde tercümanın Rahman'm dilinden, Kur'an'ın sırlarından, Furkan'm cevherlerinden, sülük incilerinden, meliklerin sülukunun cevherlerinden, boyunların gerdanlıklarından, denizlerden çıkarılan göz alıcı nadide sedeflerden, kibritlerin remzlerinden ve yakutların parlaklıklarından sana aktardıklarını dinle.
Ey salik! Kulak ver, sırların kapalılıklarını kavramak için. Nurların doğuşlarını, parıldayışlarını kavramak için basiret gözünü aç. Ezeli küllîlikle ebedî küllîlikten yok ol. Biz bunun kaynaklarını senin için özetledik. Senden başka niceleri buna kavuşmaya yeltendi, yarı yolda kesildi. Bir yarıyı senin için ayırdık. Sana meşakkatsiz bahşettik. İlâhî huzur denizlerinden kendini tanı. Ona balçıktan kalıplar inşa et. Çünkü kabukla beraber öz de
olmalıdır. Bedenle beraber kalbin olması gibi. Sırların ve gaiplerin mahalli ile saba ve güney rüzgarlarının estiği yer birbirinden ne kadar uzaktır. O halde bu sırların anlamlarını seçmekten başka yol yoktur. Amacın nedir? Uzatmak mı, yoksa özetlemek mi? Çünkü burası "ev edna" (veya daha yakın) huzurudur. Burada ince sırdan veya latif manadan başka bir şey bulunmaz. İmam Ebu Hamid'in münacatından faydalar buradan gönderildi.
Ona dedim ki: Talib, işaretin vaki oluşunu anladığı zaman, ibare onun için kısa ve öz kılınır-eğer tahsil ehli ise, kendisi onu ayrıntılandırmaya muvaffak olur. Bana kısa ve özlü bir lafızla bir çok anlamı sor, benim için som altın gibi özetle.
Salik der ki: Bana dedi ki: Evet, özetleyeceğiz, maksadı ifade ederek kısaca sunacağız. Şimdi sana bir tercüman göstereceğiz; o sana kitabın sırlarını ilka edecek. Sana, özlerin kabuğunu takdim edecek: "Ve ma kâne libeşerin en yukellimehullahu illa vehyen ev min verai hıcabin / Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur." (Şura, 51) Biz ona emrettik ki, sana onunla ilgili olmak üzere, ekim ve biçim, yol
ve cihad, tecelli ve çözülme, başlangıç ve sonuç, yükseliş ve buluşma, dikme ve devşirme, harf ve anlam, ticaret ve kâr, salah ve başarı, kapıyı çalmak ve açmak, sülük ve vasıl olmak, cümleler ve fasılalar, yer ve gökler, lafızlar ve işaretler gibi hakiki işaretler arasındaki şeyleri sorsun. Sen de bunların yazılı remzlerini düzenle. Tâ ki senin için dizilmiş olsun, mülk içinde irtibat sağlansın.
Salik der ki: Ona dedim ki: Ey efendim! Şüphesiz kulun gözü senin sayende keskindir. Gördüğü gibi kulak da verdi. Eğer onu hikmet ve eğri ile doğruyu ayıran hitapla desteklersen, doğru cevap vermeye muvaffak olacaktır. Bana dedi ki: Seni dost edinmedik ki, seni destekleyelim. Sonra tercümana dedi: Ona ilk açacağın şey vahyin sırrı ve özüdür. Ona bunun kapılarını, Fatihatu'l-Kitap'tan aç.
Salik der ki: Bunun üzerine toplantı meclisine girdik, münazara sergisini serdik. Tercüman kollarını sıvadı ve dedi ki: Kur'an'ın sırlarının cevherlerinden ve paha biçilmez gerdanlıklarından cevaplar getir.

İmam Ebu Hamid'in Münacatnın Ayetleri

Alametler ve Övgüler Rüknü
Dedim ki: Allah'a yemin ederim ki, kalp dizinlerinin en keskinini, dil oklarının en etkilisini sordun.
Tercüman şöyle dedi: Fatihatu'l-Kitap (Fatiha suresi) hakkında ne düşünüyorsun?
Dedim ki: Yüce yaratıcı onu iki kısma ayırmış, ki varlıkta iki ilâh olmasın. 
Dedi ki: Ondaki işaretler, remzler ve inciler hangileridir? 
Dedim ki: Onda kızıl ve sarı yakutlar, sarı renkli amber, yaş ud ağacı vardır. 
Ey Tercüman! Ana kitaba bakmayayım mı? onda bir yere intisap yoktur. Aksine o, bütün alemler için apaçık imamdır. Âlemlerden kimisi imamı bilip tabi oldu, yüceltti. Kimi de onu bilemedi, değerini düşürdü, aşağıya indirdi. O sabit bir köktür ki, dalları göktedir. Rabbinin izniyle yemişini her an vermektedir. Hem de suya
hiç ihtiyacı yoktur. O, değişmezlere göre tekrarlanan (Mesani)dır. Fatiha, açık yollara göre, furkanla ahlaklananlar için Ümmü'l-Kur'an'dır.
Salik der ki: Durmadan bana Kur'an'ın cevherlerini ve incilerini sure sure sordu, derken sonuna vardı. Der ki: Tercüman Kur'an'ın cevherlerine ve incilerine ilişkin sorusunu tamamlayınca, münazara sergisini dürdü, toplantı kapısını kapattı. Böylece amaç da benim için tecelli etti. Dedi ki: Tam da arzu edilen yere geldin. Sen iksirsin. Usta alimin ağır konuşmasısın. Tökezlemeyen soylu bir ata bindin. Körelmeyen ve darbesi sonuna kadar
nüfuz eden keskin bir kılıçla vurdun. İşte levh önünde duruyor. Sana vahyedileni oku.

En Yüce Levhin Münacatı

Bismillahirrahmanirrahim
Allah'ın salat ve selamı efendimiz Hazreti Muhammed'in, ehlibeytinin ve ashabının üzerine olsun.
Salik der ki: Sonra övgü eliyle beni kendine çekti. Beni tevhid levhinin huzuruna indirdi. O ilahî kalem ve Rabbani ilimdi. Bu levhte yazılmış olduğunu gördüm, merhamet ve neşe ehlinin makamlarının. Bunun üzerine nimet perdesini kaldırdım, rahmet tevhidi göründü bana. Sonra ebedîlik perdesini kaldırdım, kayyumluk tevhidi bana göründü. Sonra nurlar perdesini kaldırdım, izhar tevhidi göründü bana. Sonra nispet perdesini kaldırdım, yürüyüş tevhidi göründü bana. Sonra ifade perdesini kaldırdım, şehadet tevhidi göründü
bana. Sonra ikilik perdesini kaldırdım, cem (topluluk) tevhidi göründü bana. Sonra halk perdesini kaldırdım, Hakk tevhidi göründü bana. Sonra emir perdesini kaldırdım, sır tevhidi göründü bana. Sonra terk perdesini kaldırdım, mülk tevhidi göründü bana. Sonra sahiblik perdesini kaldırdım, kulluk tevhidi göründü bana. Sonra dostluk perdesini kaldırdım, tecelli tevhidi göründü bana.
Sonra veraset perdesini kaldırdım, ihtiyaçsızlık tevhidi göründü bana. Sonra İslam perdesini kaldırdım, alametler tevhidi göründü bana. Sonra kapının fer'i perdesini kaldırdım, sebepler tevhidi göründü bana. Sonra ameller perdesini kaldırdım, inzal tevhidi göründü bana. Sonra müsemma perdesini kaldırdım, isimler tevhidi göründü bana. Sonra deneme perdesini kaldırdım, ihtiyar (seçme) tevhidi göründü bana. Sonra haberdar olmak perdesini kaldırdım, genişlik tevhidi göründü bana. Sonra tabi olma perdesini kaldırdım,
dinleme tevhidi göründü bana. Sonra şüphe perdesini kaldırdım, gayb tevhidi göründü bana. Sonra öncesizlik (kıdem) perdesini kaldırdım, kerem tevhidi göründü bana. Sonra teslimiyet perdesini kaldırdım, tazim tevhidi göründü bana. Sonra na'leyn (iki nalın-Musa'nın tuva vadisinde nalınlarını çıkarmasına telmih)perdesini kaldırdım, iki kevn tevhidi göründü bana. Sonra sena perdesini kaldırdım, yokluk tevhidi göründü bana. Sonra minnet perdesini kaldırdım, güç tevhidi göründü bana. Sonra arzetme perdesini kaldırdım, huzur
tevhidi göründü bana. Sonra "affet, marufu emret" perdesini kaldırdım, sarf tevhidi göründü bana. Sonra
divan perdesini kaldırdım, son varılacak yer tevhidi göründü bana. Sonra mülk perdesini kaldırdım, ifk (iftira) tevhidi göründü bana. Sonra kurtuluş perdesini kaldırdım, ihlas tevhidi göründü bana. Sonra ibadet perdesini kaldırdım, sahiblik tevhidi göründü bana. Sonra ateş perdesini kaldırdım, istiğfar tevhidi göründü bana. Sonra bakıp muttali olma perdesini kaldırdım, vasıflar tevhidi göründü bana. Sonra şirk perdesini kaldırdım, mülk tevhidi göründü bana. Sonra ihsan perdesini kaldırdım, iman tevhidi göründü bana. Sonra kefalet perdesini kaldırdım, vekalet tevhidi göründü bana.
Salik der ki: Bu kıymetli sahnelerde, ulu makamlarda bana seslenince ve ben hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir beşer kalbinin düşünmediği, hiçbir düşüncenin kapsamına almadığı şeyleri görünce, bana dedi ki: Ey salik! Bu makamlar nerede onlar nerede! Dedim ki: Aralarında neseb ve sebeb vardır. Doğru söyledin, dedi.
Sonra şöyle dedi: Ey resul! Ona atı yaklaştır ki, ona çandan sesleneyim.

Rüzgarların Münacatı, Çan çıngırtısı ve Kanat Tüyü

Bismillahirrahmanirrahim
Allah'ın salat ve selamı efendimiz Hz. Muhammed'in, ehlibeytinin ve ashabının üzerine olsun.
Salik der ki: Hür soylu atın sırtına bindim. DOST, DOST, dedim. İncelikler ve latif varlıklar, yumuşaklıklar ve marifetler arasında yandım, at çan huzurunda duruncaya kadar. İmtihanın vaki olmasıyla melodilerin çıngırtısını duydum. Tüylerim diken diken oldu.
Yanımda olan her şey bir anda yok oldu. Sonra rüzgarlarını üzerime şiddetle estirdi. Sonra kanatlarının tüyleriyle üzerimi örttü. Ardından beni rahatlattı. Derken alemleri gördüm; başkalarının üzerine üşüşüyorlardı, akbabaların leşlerin üzerine üşüşmeleri gibi. Bu manzara karşısında şu maksadı ifade eden sözlerle olayı tasvir ettim:
 
Onun kanatlarının gölgesiyle zamanımdan gizlendim
Gözlerim görür zamanımı, ama o görmez beni
Eğer günlere sorulsa "ismim nedir?" diye, bilemez
Mekan nerede? diye sorulsa, mekanımı bilmezler

Salik der ki: Bu sert esen rüzgarlar dinince, gök gürlemesinin sarsıcı zangırtısı durduğunda, şakaklardan terler boşanıyordu. Korkudan ve dehşetten eridim. Kanatlarını açtı ve rüzgar dindi, dedi.
Bu rüzgar nereden geçerse, orayı havaya savrulmuş toz dumana çevirir, yakıp yıkar. Çünkü; gayret rüzgarıdır. Yoksa onun sahibiyle beraber başkası kalamaz. Bu rüzgar kötülükler atar, hem bırakmaz, hem vazgeçmez. İnsanın derisini kavurur. Bunu hikmetli kitabda apaçık söyledik: "Ve Jî adin izerselna aleyhimurrihal'akime /Ad kavminde de ibretler vardır. Onlara kasıp kavuran rüzgarı göndermiştik." (Zariyat, 41) Bu rüzgar uğradığı
bir şeyi mutlaka kum gibi savurur. Ben de bu kanadı, bu makamın sahipleri için bir koruyucu bir kalkan yaptım. Bazen bunun için bir himaye ve kalkan olarak da isteyebilir. Dolayısıyla kendisine uğradığında ona sapına tüy takılmış her türlü oku atar ve bu tüyün dallarına takılır. Bazen bir ok bundan kurtulur veya düşer. İnayet ehlinden birinin kalbine isabet eder de durumuna gıpta eder. böylece kalpler hızla bu oku atana doğru meyleder. Okun hedefe koşması gibi. Bu durumda hem bulanlar, hem de vecde gelenler aşağıdaki
beyitlere benzer beyitler inşad ederler:

Bana sevgi ve aşk okunu attı
Bir ok ki aşk müptelasının ve kara sevdalının kalbine isabet etti.

Bunun gibi daha nice beyitler söylenmiştir. Bu oklar kanadın tüyüne asıldıklarında onun koruması altında selamette olur. Ama bundan önce de onun yok olmayacağından, telef olmayacağından emin olurlar. Bazen vahiy huzurunda ve himayesinde vecd ile ilgili iddiası da iptal olabilir. İddiası iptal olunca, bizim ona gösterdiğimiz üzere onu geri çevirmezler. Çünkü biz onu olabilecek en kolay şekilde indirdik. Onunla "evha" (vahyetti) huzuru arasına yerleştik. Bazen yaşlılığında anahtarlarının elinde olduğunu tahayyül edebilir. Asla, onunla onun arasında çölleri ve sahraları vardır. Bineklerin boyunlarına sarılarak onları aşarlar, ama henüz oraya ulaşabilmiş değildirler. Onun arzında vaat ile tehdit arasında bir noktada hazırlanıyorlar. Orası onlara göre Süreyya yıldızı uzaklığındadır. Eğer içlerinden biri bir şeyden şikayet ederse, onun şöyle dediğini
görürsün: Yazıklar olsun sana, kuşkusuz sen bir yalan ortaya attın. Ne keskin cevap ve ne dehşetli bir söz. Beklerler, ama bakmazlar. Merhamet isterler, ama merhamet etmezler. Haykırırlar ve kendilerine cevap verilir: "Orada kesin sesinizi ve konuşmayın." "Ve ma zalemnahum velakin kânu humuz zalimin / Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendileri zalim kimselerdir." (Zuhruf,76)
Salik der ki: Sonra şöyle dedi: Rüzgarlar dinince kanatlarını onların üzerine yaydı, kalblerine huzur telkin edip onlara esenlik içirdi. Sırlarına lütuf estirdiğinde, bu nefesin meltemi bazı kalblere isabet eder. Bu kalbleri özlem yakıp kavurmakta, şefkat ve iştiyak ateşi tutuşmaktadır. Bu nefes onları teskin eder. Oysa bundan önce kor ateşin kavuruculuğunu yüreklerinde hissediyorlardı. Bu kandil sönünce, hakikat ehli ona nefesler
sahibi adını verirler. Önceki kısa değinmelerimizin birinde buna işaret etmiştim. Nefesler sahibini musallat olmuş gibi görürsün, onu orada tut ve anla.
Salik der ki: Sonra bana dedi ki: Burada gördüğünü gördün. İstediğine nail oldun. Evet, dedim, niyet ettiklerimin bazısını gördüm ve arzu ettiklerimin çok azına nail oldum. İzzetin hakkı için, huzurla birlikte durmadım ve ona bir bakış bakmadım. Çünkü kevnin her cüzü perdedir. Sıfatlar da sebeplerdir. Dedi ki: İstediğin sana verilecektir. Senin durumun inancına bağlıdır. Ona dedim ki: Şimdi kederim yok oldu, gamımın gecesi dağıldı. Dedi ki: Seni kalbinin durağına ve aklının karargahına ulaştıracağım. Dedim ki: Benim bir
karargahım, yoktur: "Kellâ la vezere ilâ rabbike yevmeizin'l mustekar / Hayır, hayır! Sığınacak yer yoktur! O gün varıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur." (Kıyamet, 11-12) Dedim ki: Allah'ı istiyorum. Çünkü rububiyette kulların tevhidi vardır. Dedi ki: Bu güne kadar kimsenin izlemediği bir yol izleyecek, elde edilmemiş, ulaşılmamış bir himmete sahib kılınacaksın. Parçalamadığın perde, yırtmadığın örtü, ortadan kaldırmadığın, silip atmadığın zorluk kalmayacak. Nereye? diye seslenilir. Seslenilen kimsede bütün izler ve
aynler yok edilir. Çünkü bir menzilde karar kılamaz, bir menzilde gögünden eser bulunmaz. Ben, tebliğle her salike ve makama ulaşmış herkese seslenirim. Sanır ki, sona ve nihayete ermiş. Hitabı duyduğunda "bu kuluna vahyettiği makamdır" der. O zaman onun katından tebliğle döner. Oysa bu hitabın kendi sınırıyla ilgili olduğunu bilmez. Dolayısıyla şehadete misal âlemine dönmek ister. Mirasa ve kemale yönelik arzusu artar. Bazen temsilden de aciz olur. Eksiklik kendisine gösterilir. Bunun üzerine vasıl olmak ve eksiklikleri tamamlamak
için geri dönmeyi ister. Ama önündeki yol da kesilir. Sana gelince, her çukur yanında sana seslendim. Orada sana baktım. Gizli sesleniş ve güzellik arası bir bakış baktım. Bunların tümünde doymazsın, ikna olmazsın. Adım atmaz ve toplamazsın. Dersin ki: bu, değiştirmeye dönüştü. Çoğun az bir kısmıdır. Dedim ki: Kul, mevlayı nasıl bilsin ki? Eğer dediklerin olmasaydı, Allah'ın "levla=olmasaydı" sözleri tükenmezdi. Kulun iradesi olmaz, ki onunla dönüşü ve görmeyi istesin. Sadece ifade etme ve arttırma vardır. Eğer senden vaki olur da benden vaki olmazsa, sen kendinden konuşmuş olursun, benden değil. Benim de kanıtım olur ve kanıt
sunma geleneği, yolları benim için açığa kavuşmuş olur. İzzetin hakkı için, eğer beni ebedler boyunca baki kılsan, yine de senden daha fazlasını isterdim. Çünkü ben nihayetin imkansız olduğunu biliyorum. Böyle iken bu halden nasıl geri dönebilirim. Eğer benden mülke dönmemi istersen, şart koş. Bu takdirde gözlerim aydınlanır ve gurur duyarım. 
Dedi ki: Biz şart koşmayız. 
Dedim ki: Nurum onların üzerine yayılmış olur ve himmetle onları yüceltmiş olurum. Ben de gam çemberinin dışına çıkarım. Senin kalbinle onların iç dünyalarına seslenirim. Senin gaybının hazinelerinde gizlenmiş olarak. İz bulurlar, ama ayn bulmazlar. "Eyne"yi (nerede) taleb ederler, ama bir "eyn" (nere) bulmazlar. Derken
kederleri artar, isimleri güçlenir. Böylece bu irşad ve hidayette son ve başlangıç sahibi ben olurum. Yırt perdeleri, yamncaya kadar. İstenir ama yetişilmez. Tıpkı senin de isteyip de yetişememen gibi. Eğer doğru olsa benim için bu şart koşma, bu irtibata güç getirirsem, o zaman sererim döşeği. Yürürüm kasılma ile açılma arasında. Dedi ki: "Evha" (vahyet-ti) huzuruna yüksel. Orada olacakları sana söylerim. Orada sana "Kalem" ve "Nun"un sırrını bahşederim. Tâ ki bir şeye "ol" deyip de oluverinceye kadar.
 
"Evha" (vahyetti) huzuru

Bismillahirrahmanirrahim
Allah'ın salat ve selamı efendimiz Hazreti Muhammedi'in, ehlibeytinin ve ashabının üzerine olsun.
Salik der ki: Kendimden kapıp götürüldüm, kendimden yok edildim. Bazı şeylerle ve sırlarla karşılaştım. Üzerleri ikrar ve inkarla örtülmüştü. Bunlar ibarelerden sıyrılır belirginleşmişlerdi. İşaretten bile inceydiler. Nitelenmeleri ve vasfedilmeleri mümkün değildi. Sınırlandırılamaz, sıfatlandırılamazlardı. Bunlarla ilgili olarak en fazla "dedim" "dedi" şeklinde söz edilebilirdi. Makam ve hal yok oldu. Misal de zıt da kalmadı. Ne bir
başlangıç kaldı ne bir sınır. Cennet ve cehennem ortadan kalktı. Karanlıklar ve nurlar yok oldu. Her yakınlık ve uçuş yok oldu. Ne kanat kaldı, ne de şerefli bir topluluk. Soru ve cevap birleşti. Yazı ve kitap zail oldu.
Cevap veren cevap verilendi. Deniz ve taşları, hakikat ve gülleri geçip gitti. Gök gitti, nurları söndürüldü. Artık hak ile baki olma haline dönmem; aynın ortadan kalkıp silinmesinden sonra. Derken gaibler-de sırların sırrının ruh özünü, nefsin kalbinin anlamında buldum. Dün bunu düşünmezdim bile. Sonra başıma göz kamaştırıcı taç giydirdi. Yücelik güllerini taktı başıma. Üzerime yücelik hırkasını geçirdi. Bana "aynı şekilde duyur" diye izin verildi. Ama bu duyuru, rüzgarlar huzurunda koştuğum şarta bağlıdır. Çan ve kanat huzurunda bağladığım akde göredir. Bu gün ben seslenirim, bana seslenilir. Hediye veririm, hediye alırım. Gece yürütürüm, gece bana gelmek için yürünür. Tevekkül ederim, bana tevekkül edilir. Derken ilmimin kapsamında olan bütün huzurları bana bahşetti.
İsmime doğru sülük edenler bunları birer birer delip geçerler. Kendilerinin idrak etmelerini sağladığımdan başka benden bir şey idrak etmezler. Onlardan hiçbiri, kendisini sahip kıldığımdan öte, varlığımdan bir şeye sahip olamaz. Tabi ki benim katımda onlara yönelik bir inayet varsa, eğer ilmimin kapsamında onlar için önceden hidayet hükmü verilmişse. Yoksa irfan denizinde yüzerler, lütufların derinliklerinde kuşatılmış olurlar. Allah onlara yolu kolaylaştırmış ve vahyin sırlarını onlara öğretmiştir.
 
Perdeleyenin benim için koyduğu bazı sınırları haber verme babı:

Benim için konulan sınır, "evha" (vahyetti) huzurunda elde ettiğim şeyleri, bana soran iyilere açıklamamdır.

İzin Münacatı:

Salik der ki: Bana, eşit düzeyde duyurma, başkası konumunda durmama, hitapta, yüce tebliğ yeri ve Nebevi miras olduğu için kürsü huzurunu aşmama iznini verince, karşınıza haber veren, yasaklayan ve emreden olarak çıktım. Sakın "evha" (vahyetti) huzuruyla ilişkimin inni (benlik ve öz mertebesi itibariyle ayni varlığın gerçekleşmesi) bir ilişki olduğunu sanmayın. Bu vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir. Buna ilişkin
olarak size sunacağım delil, baştan itibaren şu ana kadar olup bitenleri size tarif etmenidir, ki ben bütün bunlarda sülük ettim. Ondan, önceki şarta ve bağlantıya dayalı olarak en yüce adalet mahiyetindeki tebliği kabul etmedim. Dolayısıyla bana ferdi var etmeyi nispet etmeyin. Çünkü O Efendi, bense kulum. Burada olanlar; remzler ve sırlardan başka bir şey değildir. Düşünceler ve zihinler onlara yetişemezler. Bunlar çok şefkat edenin bağışlarından başka bir şey değildir. Bunlara ancak tat (zevk) düzeyinde nail olunabilir. Ayrıca
ancak benim gibi içinde aşk ve şevk olan kimselere ulaşırlar.
Salik der ki: Beni bu kutsal huzura vardırınca, üzerimdeki ipek giysileri soyup çıkardı. Beni kapısında çıplak bırakıverdi. Ki yalvararak içeride neler olduğunu söylemesini kendisinden isteyeyim. Böylece muhtaçlığım (fakirliğim), yoksunluğum (miskinliğim)da gerçekleşsin, omurgam kırılsın. Ne istediğini öğrendiğimde içimde bir şiirin şekli belirdi. Basit bahrinden beyitler akıcı bir üslupla döküldü dilimden. Yazı da sarsılıp şekillenmeye
başladı, kapısını çalarak, vatanından ve sevenlerinden ayrı kalan biri olarak söyledim:

Ey yakarıp yalvardığım!
Ne çok istersin beni engellemeyi
Kaç kez istedim size ulaşmayı
Yalvararak, ürpererek
Kaç kez duydum soluklarımı
Ah! Kalbimin paralanışı
Bir kalp ki erir, bir ah çekiş ki
Gittikçe yükselir, aşkımın dayanılmaz acısından
Ey görünürde ayn, ki
İkiliğimi ondan elde ettim
Kapısında göz yaşı döktüğüm
Yalvardığını, yakardığım
Ey nefis! Kederinden öl
Sevgiliye ada kendini
Ona duyduğun özlemin ifadesi olarak, belki
Ağıt yakar vefasızın resmine.
Kapısında durduğumda
Uzun uzun soluk alarak, yalvararak
İnleyerek, şefkat göstererek
Yutkunarak, hıçkırarak.
Sevgili, seslendi, kimdir
Kapıda? diye. Dedim ki: çağrılmış bir genç.
Dedi ki: Bir iddiadır bu, var mı bir şahit
Onu bilen? Var dedim, yanımda.
Eğer yalan söylüyorsam, efendim!
Göz yaşlarımın şahitliği yeter bana
Uykusuz kalışlarım, saç sakal birbirine karışmalarım
Elem çekişlerim, sızlanışlarım
Ahu vah figan edişlerim, şaşkın dolaşmalarım
Koyduğum kurallara göre amel edişlerim
Geceler boyunca ağladım
Hatta yatağım bile beni ağlattı
İç çekişlerim buna şahittir
Ve doğan yıldızların parıldayışı
Bana dedi ki: doğru söyledin. Nedir
İstediğin? Dedim ki: Beni dinlemen.
Maksadım batıştır, ve zahirim
Yolumu yeniden başa getirmekte.
Bazı tutkulu arzularına yönelerek
Ulaşılmaz, en azize doğru
Ey zahirden zahir olan!
Daha ne kadar, engellen, diyeceksin!
Bakışlarımı perdeleme
En yüksek mahallin parlaklığıyla
Bahşet, bahşetmeyi tasarladığını
Ey en parlak ululuk sahibi!
Nerede hicap, hep vardı
Yanımda bir insan olduğu sürece.
Korunduğumda dörtle
Gizlilik ve dört ortadan kayboldu
Bilgim bilginle kaimdir
Gözler ve kulağım da
Hayat ve kudretim de
Zat senin zatındır, diyorum
Söz senin sözündür, irade de
Onun gibi. O halde doğ üzerime
Ey göz! Ona ağlama
Bu gün, özlemle. Göz yaşlarını kes.
Eğer başkası terk etseydi
Ona ağlardım. O halde bundan yararlan.

Salik der ki: İçimde yerleşik olan duygularımı ifade eden, gerçek halimi dile getiren şiirimi dinleyince, kapıyı açtı, perdeyi kaldırdı ve sana söyleyeceklerimi dinle. Ey resul (elçi)! Sana indirileni tebliğ et, dedi.

Teşrif, tenzih, tarif ve uyarı münacatı:

Uyarı, en mükemmel ve en güzel yaratılışla, en sağlam ve en güzel, korunmuş, dokunulmaz kılınmış hakla ilgilidir. Ki "Elif. Lam. Mim."de "incire ve zeytine andolsun"da korunup muhafaza edilmiştir. Ben buna, kutsal huzurda kor olarak işaret ettim. Şöyle dedim:
 
Bir meltem esti, akşam vakti girince ve şafak öncesinde
Kutsal huzurdan, güzellik bahçesinin kokularıyla
Parlak bir işaret belirdi, "ara" ufuktan, bize göründü
Su pınarlarının kurulukta olduğunu göstermekte
Kelimullah'ı (Musa'yı) görmediniz mi? nasıl belirdi
Ona hitap, ağaçlardan ve bir kor içinde

Salik der ki: Bu teşrif, tenzih, tarif ve uyarı makamında bana söylenen şudur: Kulum! Sen benim hamdimsin. Emanetimin ve ahdimin taşıyıcısısın. Sen benim boyum ve enimsin. Arzımda halifemsin. Hakkımın ölçüleriyle kaim olansın. Bütün mahlukatıma gönderilensin.
En aşağı alemin, en yakın ve en yukarı vadidedir. Sen benim aynamsm, sıfatlarımın tecelligahısm. İsimlerimin açıklayıcısısın. Göklerimin yoktan vare-dicisisin. Sen mahlukatın içinde bakışımın yerisin. Cemimin ve ayrılığımın toplandığı mekansın. Sen benim hırkamsın. Arzım ve semamsın. Arşım ve büyüklüğümsün. Sen beyaz incisin, yeşil zebercetsin sen. Seni kuşandım, üzerine istiva ettim. Sana geldim, seninle mahlukatıma
tecelli ettim.
Sen münezzehsin, ne yücedir gücün! Egemenliğin benim egemenliğimdir. Böyle iken yüce olmaz mısın hiç! Elin benim elimdir; böyle iken bağışın büyük olmaz mı! Sana denk olacak bir benzerin yoktur. Sana eş olacak bir dengin olmaz. Sen suyun sırrısın, göğün yıldızlarının sırrısın sen. Hayatın ruhunun hayatı, ölülerin
dirilticisisin. Sen ariflerin cenneti, saliklerin gayesi, yakmlaş-tırılmışların (mukarrebin) reyhanı, sağ ehlinin selamı, talihlerin muradı, uzlete çekilmişlerin, yalnızların, her şeyden ilgilerini koparmışların yoldaşısın sen. Özlemle kavrulanların huzuru, korkanların güveni, alemlerin ürkütücü yalnızlığı, varislerin mirası, sevenlerin göz aydınlığısın. Vuslata erenlerin armağanı, sığınanların güvencesi, seyredenlerin dinlencesi, parçalanmışların etrafında toplandığı sancak ve hamdedenlerin övgüsüsün sen.
Sen sedeflerin incisi, vasıfların denizi, sıfatların sahibi, adalet mahallisin. Vasfedenlerin makamı, şereflilere şeref payesini veresin. Enam ve Araf'ın sırrısın sen. Ne mutlu bir sırra ki sana ulaşır, senin önünde secdeye kapanır! Onun için katımda, koyduğum sınırın ötesinde gizlediğim bir ödül vardır. Başta bununla sana münacat ettim,
en yüksek mahalden yükseltildiğin sırada. Kulum! Sen benim sırrımsm, emrimin mekanısın. Burası senin yüceliğinin yeridir. Ki her varlığın üstündedir. Burası senin şeref makamındır.
Sen güllerin bahçesi ve bahçelerin gülüsün. Sırların mağribi ve mağribin sırlarısın. Nurların maşrıkı ve maşrıkların nurlarısın. Sen olmasaydın makamları ve sahneleri ortaya çıkarmazdım. Görülen ve gören var
olmazdı. Alametler ve övgüye değer varlıklar övülmezdi. Mülk ile me-lekut birbirinden ayırt edilmezdi. Lahut, nasut zırhına bürünmezdi.
Varlıklar seninle ortaya çıktılar, düzen içinde tertip edildiler. Varlıkların arzı seninle süslendi, bezendi. Kulum! Sen olmasaydın, sülük ve sefer olmazdi, ayn ve eser olmazdı, vuslat ve dönüş olmazdı. Keşf ve gözlem olmazdı. Mekan ve yerleşme olmazdı. Hal ve renklenme olmazdı.
Tat olmazdı, içme olmazdı. Kabuk olmazdı, öz olmazdı. Hitap olmazdı, nefis olmazdı. Heybet olmazdı, ünsiyet olmazdı. Nefes olmazdı, kor olmazdı. At olmazdı, çan olmazdı. Kanat olmazdı, uçma olmazdı. Rüzgarlar olmazdı, duruş olmazdı. Miraç (yükseliş) olmazdı, huzursuzluk olmazdı. Yer edinme olmazdı, tecelli olmazdı. Cömertlik olmazdı, varlık olmazdı. Hamd olmazdı, övülen olmazdı. Yaklaşma olmazdı, yükselme olmazdı. Sarkma olmazdı, buluşma olmazdı. Kolaylık olmazdı, yumuşaklık olmazdı. Bürüme olmazdı, perde olmazdı. Nasıl (keyfe) olmazdı, nerede (eyne) olmazdı. Cem olmazdı, ara olmazdı. Yarılma olmazdı, bitişme olmazdı. Toplanma olmazdı, ayrılma olmazdı. Kesinlik olmazdı, son olmazdı. Vahiy olmazdı, kelam olmazdı. Parıldama olmazdı, şimşek olmazdı. Hak olmazdı, halk olmazdı. Seslenme olmazdı, dinleme olmazdı. Lezzet olmazdı, yararlanma olmazdı. Yüzme olmazdı, soyulma olmazdı. Doğruluk olmazdı, yakin olmazdı. Gizli olmazdı, açık olmazdı. Kandil olmazdı, ışık olmazdı. Giriş olmazdı, çıkış olmazdı. Sıfatım için bir ayn zuhur etmezdi, vuslat ya da ayrılık tahakkuk etmezdi. Arş olmazdı. Döşek serilmezdi, bulut kaldı-rılmazdı. Nurlar surları aydınlatmazdı. Halk denizleri tavırlara akmazdı. Sen olmasaydın, kulluk edilmezdim, birlenmezdim. Bilinmezdim. Çağırmazdım, icabet edilmezdim. Dua edilmezdim, dualara icabet etmezdim. Şükredilmezdim, inkar edilmezdim, batın veya zahir olmazdım. Takdim etmez, tehir etmez, sonlandırmazdım. Emretmez, gizlemez, açıklamaz, haber vermez, açıklamaz ve işaret etmezdim. Sen feleğin kutbusun, meleklerin öğretmenisin. Mahbeste rehin ve en kutsal makamda sultansın.
Sen benim kimyamsm, simyamsın. Sen kalblerin iksiri, gayp bahçelerinin havuzusun. Seninle aynler yer değiştirir. Ey İnsan! İrade eden sensin, inanan sensin. Rabbin senden ve sanadır. Mabudun gözlerinin önündedir. İrfanların sana döner. Senden başkasını bilmedim. Sadece sana münacat ettim.
 
Takdis Münacatı:

Ben birim ki, fikirlerin beni kuşatması mümkün değildir. Sırlar bana ulaşamaz. Basiretler ve gözler beni idrak edemez. Ben latifim ve her şeyden haberdarım. Hikmet sahibiyim, kadirim. Yok olurken de var olurken de ben olduğum gibiydim. Yok iken bende hasıl olan bir şey olmadığı gibi, bir şeyi yitirip de sonra var etmiş değilim. İlmim senin yalınlığın iledir, kudretim senin adımlarında zuhur eder. Tenzihten münezzehim. Keyfiyet ki
teşbihten beridir, acizlikte de marifetim kemal üzeredir. Bu celal huzurudur. Benim, akla gelebilecek bir mislim yoktur. Akıllar, bir benzerimin olduğuna delalet etmezler. Zihinler, ululuğum karşısında şaşkındırlar. Sırlar, ridamm arşını tavaf etmektedirler. Sen ve ben harf ve mana gibiyiz. Daha doğrusu mana ve mana gibiyiz. Sen, gizli, nakledilen ve dilsel misilsin. Bense birim, birle bir içinde birim. Fert fertle çarpılınca Rab kalır kul yok olur. Bu dış sır, senin ve miraç sahipleri içindir. İki gözü olan bunda katlanma görmez. Yoğunlaşma da yoktur, ancak ayrılık hali başka.

Minnet Münacatı:

Kulum! Senin için perdeyi yırttım. Senin için akıl almaz şeyler sergiledim. Derken kavmine öz gerçekleri götürdün. Bu yalancı bir büyücüdür, dediler. Kulum! Sana ahlâk sırlarını bahşettim, yaratıcı (Halik) ismimin anahtarını eline verdim. Kafirler sana dediler ki: bu ancak bir uydurmadır. Kulum! Sana "ol" ve olverdi, sözünden "nun" sırrını verdim. Bu deli bir büyücüdür, dediler. Kulum! Onlara Kevser sırlarını götürdün, bu etkileyici bir büyüden başka bir şey değildir, dediler.
Kulum! Kafiyelerin dizginini eline verdim. Senin için anlamların işaretlerini ve şiarlarını yükselttim. Böylece nazmeden ve nesredenin huzurunda öne geçtin. Onlarsa, bu şairdir, Resul değildir, dediler. Kulum! Apaçık nuru sana gösterdim. Sen de onları yakini bilgiye muttali kıldın. Fakat bu öncekilerin kitablarından başka bir şey değildir, dediler.
Kulum! Seni ilâhî huzura çıkardım, seni keyfiyetten ve mahiyetten sildim. Eğer birini ona muttali kılan olsaydı, seni muttali kılardım. Başkasını ona vakıf kılan olsaydın, seni vakıf kılardım. Oysa başkası sahih olmaz, öyleyse nasıl zikrettin veya nehyettiğin ve emrettiğin nedir?
Kulum! Anlattım sana ki, arş senin gölgendir, sır sağanağı senin çisintindir. Bunlar nerede senin şeref makamların nerede! Seni isimlerle destekledim. Seni göklere yükselttim. Seni atlas perdelerin ötesine geçirdim. Her makamı ve mevkii sana gösterdim. Bununla yüce efendi oldun. Tatlı akışın kaynağı oldun. Süslü öfkeyi kestin. Yolda seninle ilgili olarak güven iddia eden herkes için, sen gerçek bir sırsın. Bu, doğru kimsenin nefsine yerleştirdiğim bir özelliktir. Bu, ulu bir mirastır; cem ve varlık ehlinden intikal edip gelir.
Senin değerin imamlıktan yüksektir. Çünkü imamlık, arkasına ve önüne bakan kimseyle sınırlıdır.
Cihetler, fazlalığın ve eksikliğin yeridir. Rüzgarın ve ziyanın mahallidir. Sen ise bundan münezzehsin. Çünkü sen mülksün, maliksin. Sonra Kabe Kavs-yen'de sana tecelli ettim. Orada senin içinde eseri ve ayni sildim. Sende iki yolu yok ettim. Ki ayn olarak sende insanlığından başka bir şey kalmasın. Seni varlık içinde insan olarak sergiledim.
Böylece kalabalık düzene kavuştu. Dal köküyle buluştu. Her şey birleşti. Kabuklar ortadan kalktı. Varlığın kemali ortaya çıktı. Gördün kü, kulluk eden mabudun kendisidir. Kulum! Bütün nimetler karşındadır. Tevhidin özü gözlerinin önündedir. İzzetim hakkı için alçak ve basık yerde oturuşun uzadıkça uzadı. Engebeli gecede bekleyişin de. Bir yerde karar kılamıyordun. Üzerine gün doğmuyordu. Bunun üzerine askerlerden acele
etmelerini istedin. "Ey Yesribliler, bu gün size durmak yok, geri dönün." Bunun üzerine karanlık gecene, yıkılmış memleketine remzli ay doğdu. Memleketin ki tahrif edilmiş ve kaçış da hızlıydı. Karanlığın giysisini çıkardı. Bir billur parçası gibiydi. Nurdan giysiler içinde böbürlenerek yürüyordu.
Sonra seni buluttan gölgeler içinde getirdim. Bulutlar ovalara ve tepelere yağmur yağdırdı. Çorak araziler kabarmaya başladı, düz topraklar yeşerdi. Bu makamları delip geçtin. Senin gelişin için huzurlar belirginleşti. Her huzurda senin için bir çadır vardı. Orada sana güzel zikirden sergilere işaret edildi. Seni bu nispetlerden hep yükseltiyordum. Derken seni müsebbib aracılığıyla sebepten perdeledim. Kendine, "mürit benim", dedin.
Başlatan ve tekrarlayan benim. Bununla, vardığın yerden dönmen gerektiğini ifade ettim. Ayrıldığın makamlara dönmen. Bu yükseliş dönüşüdür, ayrılık dönüşü değil.
 
Talim Münacatı:

Kulum! Sen, gayb hazinelerinde sakladığım damatlardansın. Saklamamın sebebi, kalblerin ruhlarının sırlarının onlara muttali olmasından kıskan-mamdır. Onlar bizim yanımızda hazır bulundurulmuşlardır. Sağırdırlar, dilsizdirler, görmezler ve geri dönmezler.
Onların dizginlerine sarılan, onların imamlarının arkasında namaz kılan, yüksek bir inayetle Tur'un sonunu elde eder. Yazılı kitabın (kitabu'l-mestur) anlamlarına vakıf olur. Kuşkusuz doğru yolu göstermek Allah'ın işidir. Dolayısıyla anlamların hakikatlerine vakıf olmak isteyen, büyük Kur'an'la ve tekrarlanan yedi (seb'ul-mesani) ile ahlaklansın. Kitapta hiçbir şeyi gözden kaçırmadık. Basit ve yazı alemine feyz olarak yağmak isteyen kimsenin kuşatıcı Kur'an olması gerekir: "Yemhullâhu ma yeşâu ve yusbit ve ındehû ummul kitab
/Allah dilediğini siler, dilediğini yerinde bırakır. Ana kitab O'nun katındadır." (Ra'd,39) Arifin hamdı ile varisin hamdı arasındaki fark, kadim ile hadis (sonradan olma) arasındaki fark kadardır.
Dedi ki: Herkes, kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar. Benim büyük ismim uludur, uzaklıkta ulu ve kerem sahibidir. "Ve Jî enfusikum e fe la tubsirun I ve sizin nefislerinizde. Görmüyor musunuz?" (Zariyat,21) O biricik faal sırdır. Ona ancak yükselen ve sonsuzluğa eren ulaşır. Bir de "Ellezi âteynahu âyatina fenseleha minha / kendisine ayetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan." (Araf, 175) Arif, alaka kesmekten
hoşlanmayan, şeriat perdesini yırtan, söyleyen, ama minnet etmeyen kimsedir: "Elhamdu lillâhi'llezî ezhebe anne'l hüzne / Bizden hüznü gideren Allah'a hamdolsun." (Fatır,34) Sığmağa doğru sülük eden, putları paramparça eden, sağanak ve çisinti yağdıran kimsenin, bize bunu gösteren Allah'a hamdolsun, demesi gerekir. Sadece "Lam"ı söyleyen, yanında hasıl olanın ötesine geçmeyen, sınırını başlangıcına döndüren, benzerini ve zıddını görmeyen, tehdidine ve vadine sahip olan yakınlığından ve uzaklığından emin olan, ondan sonra kimsenin kendisine gelmeyeceğini bilen "Kalul hamdu lillâhülezi sadekana va'dehu / dedi ki: bize verdiği sözde sadık ola Allah'a hamdolsun." (Zümer,74) Halifeye tabi olan, her korkudan emin olur. Sırlar onun etrafında dolanır. Yüksek bir mertebe elde eder. Sizden emir sahibi olan bir kimse de onu düşmana nispet etmez. Çünkü Deyyan (kahhar-hesaba çeken)'dan başka fail yoktur." "Kul küllün min indillâh/de ki hepsi Allah'tandır" (Nisa,78) Veziri eleştirip O'nun emrini reddeden kimse, emiri suçlamış, O'nun değerini bilmemiştir. "Men yutiı'r resule fe kad etaallâh / Resule itaat eden Allah'a itaat etmiş olur." (Nisa,80) Sıfat ve isimler sahibi O'dur. Bil ki, sıfat sana mevsufu (sıfatlananı), isim de sana müsemmayı (isimleneni) gösterir. "Ve alleme'l ademe'l esma / Adem'e isimleri öğretti." (Bakara,31) Bana bütün kelimeleri toplayan kitab verildi. Ağacın meyvesini yemekten ancak kafir kaçınır. Ağacın meyvesinden yiyen iyilerin makamlarından yoksun kalır. Aynı sudan beslenen kimi ağaç: "Kullen numiddu haulâi ve haulâi min atâi rab-bike I Hepsine, onlara da bunlara da Rabbinin ihsanından veririz." (İsra,20) Bu ezelî ahde vefa göstermenin gereğidir ve ebedî ahdin de anahtarıdır: "Hel cezaul ihsanî illel ihsan/İyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey midir?" (Rahman,60)

Sure Başları Sırlarının Münacatı:

Kulum! Benden bana tebliğ et. Ki benim sözüm haktır. Cem ve ayrılık ehlinin lisanıyla hitap et. Çünkü konuşan benim, telafuz eden sen. Tebliğ eden benim, ezberleyen sen. Benim adıma onlara söyle. Ben, benden bana hitab edenim. Hiç kuşkusuz surelerin başları, makul suretlere sahib kimselerin meçhulüdür. "Zalike fazlu'llâhi yu'tihi men yeşau/ Bu Allah'ın lütfudur. Onu dilediğine verir." (Maide,54) Bunlar toplam yirmi altı suredir. Bu da suretin kemali demektir: "Ve'I kamere kaddernahu menazile / Ay için de menziller takdir ettik." (Yasin,39) Onda âlemin tümünü ikmal ettim. Emir ve yasakları bana belirdiğinden kendimle onların arasını ayırdım: "İnnî enallâhu la ilahe illa ena fa'budnî / Şüphesiz ben, ben Allah'ım. Benden başka ilah yoktur. Öyleyse bana kulluk edin." (Ta-ha,14) Bu sure başlarının bazısı tekil, bazılı ikilidir. Bazısı da anlamı cem eder mahiyette çoğuldur: "Lein şekertum leezîdennekum / Eğer şükrederseniz, size yönelik nimetimi arttırırım." (İbrahim,7)
Kimisi arttırılmış ve yeterli kılınmıştır.
Kimisi eksik bırakılmışken eksikliğini giderip tekmil etmiştir: "E ve lem yerev enna ne'tî arde nenkusuha rain etrafiha / Bizim, yeryüzüne gelip, onu uçlar ından eksilttiğimizi görmediler mi?" (Ra'd,41) kimisi şekil olarak benzer, kimisi de farklıdır. Yine bazısı ayrı yazılırken bazısı bitişik yazılır. Eğer dileseydi "Allahu leceale'nnase ummeten vahıdeten / Allah insanları bir ümmet yapardı." (Hud, 118) Bunların sonu beş harftir. Geride vasıf ve
mevsuf olarak iki tane kalıyor; Adem ve Havva'nın ikamet cennetindeki makamından ve imamlık barınağından: "Fe kula min haysu şi'tuma / Dilediğiniz yerden yiyin." (A'raf, 19) Bunların meblağı yetmiş sekizdir. Kime bunların hakikatleri gösterildiyse, en yüceleri ve en aşağıyı doldurmuş olur: "Fî süsiletin zeruha sebûne ziraan feslukûh / Onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincir içinde oraya sokun." (Hakka,32) Bunların her bir bölümü için ayrılmış bir cüz vardır. Dolayısıyla bunlardan müfret olanlar, resmin ezelî olarak kalması
içindir. Sabit olanları ise hal olarak var olmaları içindir. Cem olanları ise, ebed sürekliliği içindir: "Yursilissemae aleykum midraren / Üzerinize göğü bol bol göndersin." (Hud,52) O halde müfretlik ezelî deniz içindir. (....) Muhammedi berzah içindir. Cem ise ebedî deniz içindir.
Kulum! Bu harflerin varlığı haremde senin için üç yüz bin beş yüz otuz iki olarak kesin araştırma şeklinde sınırlandırıldı. Ayrıntının ilki Nuh suresinden güneşin doğuşlarına kadardır. Sonra kelime ve ruhun içinde indiği terkibin sonuna kadar sürer. Onları saydıktan sonra çarpar ve toplarsın. Ondan bir çıkarma yapıp bir kenara koyarsın. Böylece şeriatın tamamı sana görünür, bu da tabiatın yarılıp helak olmasına kadar devam eder. Nun ve'l Kalem'den aziz kitabın sonuna kadar kalan budur. Dolayısıyla Hz. Muhammed'in (s.a.v.) gönderilişi Necm suresindendir; bütün Araplara ve acemlere. Bakara suresinden ve Onun katından resullerin gönderilişine kadar. Bu resullerin Fatiha'da bir payları yoktur. Onda isabet eden bir ok da atmış değildirler. Bütün kerem sahibi resuller içinde Muhammed Aleyhisselâm Ona has kılınmıştır. Nitekim aşağıdaki rivayet de buna işaret etmektedir: "Biri sordu: ne zaman Nebî olarak gönde-rildin? Dedi ki: Adem, henüz su ile balç ık arasında bir varlık iken." O, Nebilerin anahtarıydı, bu yüzden Necm suresinden Kur'an'ın sonuna
kadar kısmına sahip kılınmıştır. Bu ikisi arasındakiler ise, makamların sulbünden olmak üzere Onun kerem sahibi unsuruna dağılırlar. Böylece cem edici varlık onun için sahih bir nitelemedir. Bu yüzden en erişilmez mahalle has kılınmıştır. Sana bütün kelimelerin toplayıcısı verildi. Çıkarmadan sonra geride kalanlar senin içindir. Bunlar da nüzul ve fetih zamanlarıdır. Bu, Kur'an'dan mukaddesin benzeridir. Ondan sonra ak-des gelir. Takdisi ise içinde nazil olduğu şeyle ilgilidir. Senin için bunun anlamlarına işaret ettim. Ama alimlerden
başkası bunları düşünemez.
Kulum! Bu, nitelenmesi büyük incelik gerektiren bir konudur. Zaten keşfedilmesi de bu inceliğinden dolayı engellenmektedir. Ey insan! Sayılar gözünün önünde perde işlevini görmektedir. Bu, nurdan yeşil satırlardır; tercümanın oluşturduğu perdenin gerisinden parıldamaktadır. Ona vakıf kılmak için meşiyeti tattırdığım kimseler içindir. Ki onu yanına bırakasın. O halde mücahede yap. Sonra başarı ve yardıma nail olursun. Belki bu müşahededen lezzet alırsın. Kulum! Sen, bu harflerden sonra tefsir mev-zusu, tabir mahalli, irdeleyici eleştirmenin araştırması ve sır ve iksir sahibi kılındın. Varlığın basit bir şeyi ile ikna olmayansın sen. İki gözü olan izin varlığı iki kısma ayırdın: bir kısmı bölünmez. Bir kısmı ise bölünür. Hayret! Şu bölünen zahiri varlığa ve bölünmeyen Batıni varlığa! Zahir, koç burcunda güneştir. Batın ise aslan burcundadır.
 
Tahkik et ve bak bir anlama ki gizlemiştir
Kesafeti altında karanlıkların
Eğer gizlediyse, işte görünüyor
Hayret! Allah'a andolsun, ikisi de yemindir
Güneş için kork ve Ay(Kamer)ı terk et
Yalnızda; parlasın ve yok olsun
İki ayağın nalınlarını çıkar; biri kevni
Biri de ilmi. Ki çift eder ve kelim ondan olur.

Ama bunlar üçe bölünürler. Bu ise üç maddenin hakikatidir. Delil ile bölünmeyen kısım ise Al-i İmran süresidir. Mevsuf ile bölünen kısım ise, bu ikisinden başka surelerdeki harflerin sırlarıdır. Bunlara bölünen üç ise, hitab eden, hitab edilen ve hitabedir. Ey uyuyan! Uyan gaflet uykusundan, gözlerini aç. Sonra bunlar on iki ayn'e bölünürler. Bu ise, her ilâhî alemin ruhanî ve cismanî alemlerinin kemalidir. On üçüncüsü ise, bölünmeyen kısımdır. Orada isimleri ve bütün sözleri kapsayan kitabı öğrendin. Bunlardan bazısı şüpheyi gidermek içindir. Gaiblerden zuhur ettiği için. Bunlar da Bakara suresi ile Secde süresidir. Bu surelerin bazısı, inerek gelen kimselerden zorluğu kaldırmak içindir. Bunlar da A'raf, Ta-Ha ve Şuara sureleridir. Bazısı, Veli, Nebî ve Resul olarak Ezelî inayeti tarif etmeye yöneliktir. Yunus ve Meryem (a.s.) sureleri buna örnektir. Kimisi ayırıcı ve toplayıcı olaylara, yarılmayan kayaya ilişkindir. Hud, Fussilet, Şura, Duhan ve Müm'min sureleri buna örnektir. Bazısı aklî meselelerin açıklanmasının tekidine, ayrı ayrı konuları haber vermeye ilişkindir. Yusuf. Zuhruf, Kasas ve Rum sureleri buna örnektir. Bu surelerden bazıları, gözlem ve arınma ehli için terkipten ibret almaya ilişkindir. Kaf ve Casiye sureleri gibi. Bazısı, Nübüvvet ve Velilikte hidayetin gerçekleşmesine yöneliktir. İbrahim, Nemi ve Lokman gibi. Bazısı, bizzat görmekten kaynaklanan amelle iman düzeyine inişin tahkiki içindir. Ra'd suresi buna örnektir. Kimisi yönlendirme, tenzih mahallinde
yeminle koruma içindir. Yunus, Nun ve gibi.
Bazısı, inatçı hasım karşısında delil istemek içindir. Ahkaf suresi gibi. Bazısı, azap tehdidiyle yapılan açıklamayı pekiştirmeye yöneliktir. Hicr ve Ankebut sureleri gibi. Bu surelerin başındaki birbirinden kopuk harflerden "Elifi zata teslim et. Geride kalanları ise sıfat say: "Efe men huve kaimun alâ külli nefsin bima kesebet / Her kesin kazandığını gözetleyip muhafaza eden mi?" (Ra'd,33)

Kelimeleri Cem Edenin Münacatı / Karınca Münacatı

Kulum! Yücelik göğünün sebeplerinin isimlerinin yücelik karıncası seninle, zatların feleklerinin zatına musahhar olmuş zatının letafetinden yüce oldu. Seninle bu nispetin ilgisi nedir! Bu işaretin en yüce doğuşunu getirdi. Ne var ki, vehimlerden saklanmıştır. Vahiy ve ilham sahibinin parlak ve zahir özelliğini tabir etmesinden gizlendi. Eğer şaşkın dolaşanlar, kelimelerin mürekkebini acizlik ve hayret çöllerinde yitirseler ve arifler gayret gemilerine binerek himmet denizlerini assalar, senin fiilinin zahirine vakıf olurlar ve senden sadır olanları bilirler. Bir karınca süslendi ve susuz kimse gibi dolandı durdu. Bildi ve kara sevdaya tutulmuş aşık gibi bir söz söyledi. Özlemden değil, şevkten zayıf düştü.Gaybin gizlilik çöllerini dere tepe katetti. Henüz menzile ulaşamadı, onu mekanına sevk et ve anlamının tekliğiyle benim için olan kimdir?
Bir karınca yuvasından başını çıkardı, tekrar geri çekti. Yürüdü ve ortaya çıktı.
Parıldadı ve kapanıp belirsiz oldu. Acele etti, kanatlanıp uçtu. Durdu ve yerleşti. Uzandı ve saldırdı.
Ona, bu özellik sana nereden geldi? diye sorulduğunda, dedi ki: "O, O'nun sıfatının fiilinin eserinden sadır olan himmetle ahlaklandı", böylece soruyu soran bu kişinin sıfatlarının varlığından olan eserle ilgili olarak istediği düzeye yükseldi. Derken "ne-re"den ve "nasıl"dan kayboldu, adalet ve zulüm mü-talasmdan uzaklaştı.
 
Bir karınca, benzerlerini eğitici
Bir karıncanın idrak edebileceğinin çok ötesine yükseldi
Çünkü senin sırrının kendisine sirayet ettiğini gördü
Ona dedi ki: Ey efendim! Yüceliği isimlendir
Derken göz bir inciye bakmaktan kamaştı
Öyle ki, hayret içinde güneşe: vazgeç, dersin
Nerede? Onun ilminde "nerede" yok ki
Nasıl? Onun herhangi bir hükmünde "nasıl" olmaz ki..

Beyaz İnci Münacatı:

Yanımda el değmemiş bir inci var; bembeyaz bir taze. Zatımın denizinin derinliğinden çıkardım onu. Sıfatlarımdan hiçbirini tanımadı. Sonra onu gözün karasında gizledim. Vuslatı da ayrılığı da bilmedi. Başkasının arzusuna nail olmasın diye. Veya keşif ve muamma olarak bilinmesin diye. Ama seni ön kıdemin inayetine çekince, doğru sözlerin toplayıcısına yükseltince seni, "ol" emri seni güçlerinden aşağı indirince, seni de mahallime sokunca, seni ağırlamak bana zorunlu oldu. Ki hakikat şahitleri, sen susmuş iken, kendi
hal lisanları ile senin adına konuşsunlar. Varlıklar, seni ölü iken, senin adına iş yapsınlar, etkilensinler. Bu yüksek ve ferdi mertebeyi idrak etmek, varlık bu gün ve dün kayıtlarıyla mahpeste iken, ezelî ve ebedî hayatla bütünleşmekle olur. Bunlar senin önünde duran en yüksek prensiplerdir.
Bunlar sayesinde sayılmayan şeyleri sayma gücüne nail olursun. Zat ile zatın yiyeceğinden ye. Nice ta-libler zatın varlığı için şekillerin bakî kalmasını istediler. Sen tek başına kendi ırmağında yüz. Kendi kitabında yazılanları oku. Seni bembeyaz inciyle, el değmemiş, insan ve cinlerden hiç kimsenin dokunmadığı, zihinlerin ve gözlerin erişemediği eşsiz bakireyle nikahladım. Bilgi ve ayn olarak görülmüş değildir. İhsan sırrından hiçbir
zaman ayrılmış değildir. Ne "nasıl"dır, ne "nerede"dir. Ne şekildir, ne ayndir. Onun ismi "Bir"in gaybmdadır. Sonsuzluğun en yüce nimeti ve ebedin en yüksek merhametidir. En hayırlı gelinle gerdeğe gir. O kutsiyetin zirvesidir. Bu tadılmamış ilk şaraptır. Karanlık bir enginliktir. Ameli bir mehir olmadan al onu. Nebevi bir ecir de gerekmez. Salik der ki: Sır meclisinde bekaretini bozdum. Yesrib vehminin sırrıyla zatı kayboldu. Birden Allah Resulünün (s.a.v) mührünü gördüm. Sevinçten şaşkına döndüm. Neşenin etkisiyle eteklerim yerlerde süründü. Hemen şu ayeti okudum: "Enallahû la ilahe illâ ena fe'budnl /Ben Allah'ım. Benden başka ilah yoktur. Bana kulluk edin." (Ta-ha,14) Derhal kapalı sırlar secdeye kapandı, Samedî sıfatlar teheccüde kalktı. Tam bu noktada benim için iflas gerçekleşti. İnsanların Melikî'nin sözlerinin dikkat çektiği makam.
 
Nur Nefesleri İşaretlerinin Münacatı / Farklı sırları Ayıklama

Bismillahirrahmanirrahim
Allah'ın salat ve selamı efendimiz Hazreti Muhammed'in, ehlibeytinin ve ashabının üzerine olsun.
Salik der ki: Sonra bana, "ben" içinde "ben" hakkında ne diyorsun? dedi. 
Dedim ki: Arzu ve temenni, ümitsizlik ve tutsaklık varlığı.
Dedi ki: "O"(Huve) ve "O"(Zalike) hakkında ne dersin? 
Dedim ki: İkisi de Malik'in sıfatlarıdır; biri gayb, biri huzur, biri karanlık, biri nur, biri örtü, biri perdedir.
Dedi ki: Cisimlerin birleşmesine, kaynaşmasına ne dersin? 
Dedim ki: Cisimlerin kaynaşması, ruhanî kaynaşmanın sonucudur. 
Dedi ki: Doğum ve tenasül için ne dersin?
Dedim ki: Kavuşmanın ve ayrışmanın sonucudur.
Dedi ki: Berzah hayatı hakkında ne dersin? 
Dedim ki: İlâhî bir hayattır. 
Dedi ki: Oradan geri dönüş ondan daha mı iyidir? 
Dedim ki: Ondan geri dönmek sahih değildir. Onun hakkında böyle konuşulmaz da. Geri dönüş ancak dünya ile ahiret arasında bir çukur olarak belirlenen ilk berzah için geçerlidir.
Dedi ki: Dönüşün başlangıca yönelik olması sahih olur mu? 
Dedim ki: Adil hikmette böyle bir şey olmaz. 
Dedi ki: Zürriyetlerin babalarının sırtından çıkarılması zamanını düşünüp anladın mı? 
Ona dedim ki: Mehirde bulunan ilk şahit bendim, nasıl anlamam?
Dedi ki: Bundan önce ikinci bir misak bilir misin? 
Ona dedim ki: İlk yakın varoluşta gerçekleşti. 
Dedi ki: İki misak görüyorum. 
Dedim ki: Bunlardan başkası olmaz.
 
Ademî İşaretler

Salik der ki: Sonra bana Adem'in (a.s.) dilinden hitap etti. Bana dedi ki: Ey çocuk! Nereden geliyorsun? Melekler: şuhut halindeki fesat ile geldi. 
Dedim ki: Varlığının kendisinden. 
Dedi ki: Melekler neden isimleri bilemediler? 
Dedim ki: Çünkü onlar hep semada idiler.
Dedi ki: Peki niçin Ona secde ettiler? 
Dedim ki: Çünkü tayininin sahih olduğunu gördüler. 
Dedi ki: Secde etmekten yüz çevirip büyüklenen niçin yüz çevirdi? 
Dedim ki: Çünkü çamur boyutu Onun parlak nurunu perdeliyordu. 
Dedi ki: Niçin yıldız olmadı da ağaç oldu? 
Dedim ki: Ortaya çıkan ayrılıktan dolayı. 
Dedi ki: Onu aynı sudan beslemiyor muyduk? 
Dedim ki: Evet, ama görünürde bazısı bazısından üstün kılınmıştı. 
Dedi ki: Adem masum olduğu halde niçin yasağı çiğnedi? 
Dedim ki: Bu hikmetin açık olmasından dolayı.
Dedi ki: Avret yerlerinin açığa çıkmasının sırrı nedir? 
Dedim ki: Olabilecek amaçlarını bizzat gözlemlemeleri için. 
Dedi ki:Peki niçin avret yerlerinin üzerini cennet yapraklarıyla örtmeye başladılar? 
Dedim ki: Başkalarının mülahazasına karşı koruyucu bir kalkanları olsun diye. 
Dedi ki: Bu ikisinin varlıktaki benzerleri nedir? 
Dedim ki: Kalem ve gözlemlenen levhtir. 
Dedi ki: Niçin sadece Adem günahla suçlandı, eşi değil? 
Dedim ki: Çünkü eşi onun küllünden bir cüzdü. 
Dedi ki: Niçin nimetler onlardan alıkondu? 
Dedim ki: Kullukları sabit olsun diye. 
Dedi ki: Ayaklarının kayması niçin Şeytana izafe edildi? Halbuki buna gücü yetmezdi? 
Dedim ki: Çünkü sen şeytanı görünür alemde eksikliğin sıfatı ve hüsranın delili kılmışsın. 
Dedi ki: Niçin bu dünyada bazısını bazısına düşman kılmıştır? 
Dedim ki: Senin desteğinle müstağni olsunlar ve muhtaçlıkları gerçekleşsin. Senin celâlin aziz ve kahhar
sıfatıyla tekleşsin. 
Dedi ki: Yüce kelimeleri öğrenmesiyle birlikte niçin onun tevbesini kabul ettim? 
Dedim ki: Çünkü o bu kelimeleri rububiyet huzurundan öğrendi. 
Dedi ki: Niçin Oğullardan birinin kurbanı kabul edildi, diğerininki kabul edilmedi? 
Dedim ki: Çünkü sen ikisini, Adem'in oğullarının aslı kıldın. Onlar iki ayrı kabzadan var olmuşlardı.
Bu yüzden birinin rızaya, öbürününse hüsrana has olması kaçınılmazdı. 
Dedi ki: Niçin karga onun öğretmeni oldu? 
Dedim ki: Çünkü sen ona karanlık geceden bir elbise giydirdin. O da fiil ve hal olarak ona ilim verdi. Kabrin karanlığından ona bir elbise giydirdi.
Dedi ki: Niçin onu yaratmasını iki eline nispet etti "onu iki elimle yarattım", dedi?
Dedim ki: Üstün gelmediği için. 
Dedi ki: Niçin İblis, Adem'in oğluna her yönden geldiği halde yukarısından gelmedi? 
Dedim ki: Mevlasınm emrinin nuruyla yanmasın diye. 
Dedi ki: O halde aşağısından gelip onu kaybetseydi ya! 
Dedim ki: Çünkü o, onu kendisine yararı olmayan bir şeye çağırıyordu. 
Dedi ki: Niçin İblis, birleşme yurdunda Adem'e galip geldi?
Dedim ki: Çünkü Adem'de kuru çamur yönü vardı. 
Dedi ki: Ve şekillenmiş balçık. 
Dedim ki: Kuru balçık, en yüce ile en aşağı arasındaki berzah sırrına ilişkin bir işarettir.
Dedi ki: Peki iblis, söylediği bir hakikat olduğu halde hangi anlamda "kuru çamurdan yarattığın bir beşere secde edecek değilim" dedi? 
Dedim ki: Diğer unsurlarla karıştığı için böyle dedi. Bu yüzden onun yanında yol bozulmuş oldu. 
Dedi ki: Tertip tam tersini gerektirdiği halde, niçin onda acıkmazlık, soyulmazlık, susamazlık ve güneşte yanmazlık niteliklerini birleştirdi? Bunun hikmeti nedir, ey Salik?! 
Dedim ki: Sıcaklık susamanın sebebidir. Bu yüzden onu güneşin kuşluk vaktinde doğmasıyla birlikte zikretmiştir. Açlık, bir canlının iç soyunmasıdır. Bu yüzden onu bedenin dış soyunmasıyla birlikte zikretmiştir.
Dedi ki: Niçin tevbesini kabul etmeden önce onu seçti? 
Dedim ki: Kıdeminin önceliği bunu gerektirmiştir. 
Dedi ki: Onun için hangi açıdan en güzel yaratılış (ahsen-ı takvim) niteliği sahih olmuştur? 
Dedim ki: Çünkü O, kadim olanın sureti üzeredir. 
Dedi ki: Peki niçin aşağıların aşağısına (esfel-ı safilin) döndürülmüştür? 
Dedim ki: Burada çamura işaret edilmiştir. 
Dedi ki: Öyleyse neden salih amelli olması durumunda yükseltileceği şeklinde bir istisnaya yer verilmiştir? 
Dedim ki: Burada da ruhların sıfatına işaret edilmiştir. Bu sıfat, şahıslarla kaim olan balçığa illetini bahşetmektedir. 
Dedi ki: Ne güzel cevap verdin. Ona
Dedim ki: Seninle konuştum.

Musevî İşaretler:

Salik der ki: Sonra bana, Musa'nın (a.s.) diliyle hitap etti ve dedi ki: Teslim olmuş kul ne diyor? Musa'nın Kavmi niçin ondan sonra fitneye düştü? 
Dedim ki: O efendinin kuluna verdiği bir ziyafetti. 
Dedi ki: Cebrail'in izinden alınan bir avuç toprağın etkisiyle buzağıda böğürme sesi niçin zuhur etti? 
Dedim ki: Bu, hayatın, izleri takip etmeye bağlı olduğuna dikkat çekmeye yöneliktir. 
Dedi ki: Niçin onun için bir buluşma vakti tayin edildi? 
Dedim ki: Vakitlerin boyunduruğu altında olduğunu bilmesi için. 
Dedi ki: Belirlenen vakit gece olarak sayıldı da gündüz olarak sayılmadı? 
Dedim ki: Gözlere görünmediğin, gizlenmiş olduğun için. Böylece onun sırların gaiplerinden kırk makamdan geçmesini sağladın. Bunun neticesinde seher vakitlerinde buluşma gerçekleşti onun için. Sonra ruhlar makamında, Muhammed Aleyhisselâmm ümmetinin geneliyle uyuştu. Çünkü Muhammed Aleyhisselâmm ümmeti kırk sabahla ahlaklanmıştır. Bu varislerin buluşma vaktidir. Âlemlerin rabbinin Kelimi (Musa) bu şerefe nail olmuştur. Nitekim namaz hususunda Hz. Muhammed'le (s.a.v) ünlü diyalogu da bundan kaynaklanıyor. Çünkü Musa ümmeti arasında iken, zikredildiği gibi kardeşleri için şefkat taleb etmiştir. Çünkü Musa (a.s.), Hz. Muhammed'in (s.a.v.) ileride "kul kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe kamil imana sahip olamaz" diyeceğini sezmişti. Hz. Muhammed'in (s.a.v), Musa (a.s.) ile ilgili olarak "eğer bu gün yaşasaydı, bana tabi olmaktan başka bir şey yapamazdı." dediğini duymadınız mı? Aleyhisselâm efendimiz bu sözleriyle anlamı bizim için açıklıyor ve Musa'nın bizden olduğu hakikatini gözler önüne seriyor.
Dedi ki: Niçin asasını taşa vurdu da ondan su fışkırdı? Kapalı denize vurdu da deniz
yarılıp açıldı? 
Dedim ki: Bunun sırrı asadadır. Taştan bunun için su fışkırdı. Asadaki egemenlik (Kayyumluk) sırrından kaynaklanmaktadır. Bu yüzden deniz yarılınca kupkuru bir yol belirdi. 
Dedi ki: Peki niçin nalınlarını çıkardı? 
Dedim ki: Bu, insanın ikiliğinin ortadan kalkmasına yönelik bir işarettir. 
Dedi ki: Niçin Musa, Allah ile konuşmaya özgü kılındı?
Dedim ki: Hz. Muhammed'in (s.a.v.) mirasından payına düşen kısma nail olduğu hususunda içi mutmain olsun diye. Nitekim bu yüzden ona verilen levhalarda, bütün sözlerin toplayıcısı kitaba karşılık, bilinen her şeye ait tafsilat yer almıştır.
Dedi ki: Öyleyse, bakmaktan aciz olduğu halde niçin görmek (rü'yet) istedi? 
Dedim ki: Mirastan kendisine bir eser kalmaması için. 
Dedi ki: Öyleyse niçin ona şükredenlerden olmasını emrettik? 
Dedim ki: Yakınlığının ve yüksek makama erişmişliğinin daha da artması için. Ki yüceler alemine
geceleyin yürütülüp götürüldüğünde seni Hz. Muhammed'in (s.a.v.) gözüyle görebilsin.
Dedi ki: Onu niçin sandığa koyduk? 
Dedim ki: Hikmet, nasut olmadan ortaya çıkabilir mi? 
Dedi ki: O halde niçin onu denize attık? 
Dedim ki: Bu, ilme işarettir. 
Dedi ki: Denizle ilim nasıl beraber olabilir? 
Dedim ki: Eğer o olmasaydı, anlayış sahipleri nezdinde bu sahih olmazdı. 
Dedi ki: Niçin kardeşinin kendisine yardımcı olarak gönderilmesini istedi?
Dedim ki: Bu, muhataplarına karşı beslediği merhametin ifadesidir. Ki ağzından kelamın çıktığını gördüklerinde akılları başlarından gitmesin. Çünkü aracıların ortadan kaldırılması suretiyle seninle konuşan birinin konuşmasına, yoğun aracıların kıskacmdaki kimseler tahammül edemezler.
Dedi ki: Niçin asa yılana dönüştü? 
Dedim ki: "Ve cezau seyyietin seyyietun misluha / Kötülüğün cezası onun gibi bir kötülüktür." (Şura,40) Ve "hel cezau'l ihsanı illâ'l ihsan / İyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey midir?" (Rahman, 60) Dedi ki: O bizimle beraber ve imkan sahibi kılınmışken niçin korktu? 
Dedim ki: Şu sözlerinden dolayı: "İnne rabbî seyehdîn / Şüphesiz rabbim bana doğru yolu gösterecektir." (Şûra, 62) 
Dedi ki: Niçin elini koynundan lekesiz bembeyaz çıkardı? 
Dedim ki: Bununla insana, gaybinden çıktığı zaman illetlerinden beri olduğuna işaret ediliyor. 
Dedi ki: O halde niçin "Senuîduha sîreteha'l ula / Biz onu şimdi ilk haline sokacağız." (Ta-ha, 21) 
Dedim ki: Burada, Musa'ya fena makamına ulaşacağı ve sahih bir buluşmaya nail olacağı müjdesi veriliyor. 
Dedi ki: Musa niçin levhaları yere attı? 
Dedim ki: Kapı açılınca anahtarı ne yapmak gerekir? 
Dedi ki: Peki niçin ceberut inek olayı yaşandı? 
Dedim ki: Çünkü inek, berzah huzurunun yükselişlerinden seslendi. 
Dedi ki: Şeref, en yüce melekuttan başka bir yerde midir ki?
Dedim ki: İki tarafın insanda birleşmesi daha şiddetli, daha yüksek ve daha evladır. 
Dedi ki: Öyleyse niçin ölü, inekten bir parça ile dirildi? 
Dedim ki: Bununla, cennetin bir tarafının, onun arzedilişi yönünde olduğuna işaret edilmiştir. ,
Dedi ki: Niçin ölünün dirilmesi, ineğin bir parçasının vurulmasıyla gerçekleşti? 
Dedim ki: Kalbin üzerinde bizzat yakınlığı gözlemlemesini engelleyen bir perde vardır. 
Dedi ki: Musa'nın karakterinde hidayet ve rahmet olduğu halde niçin öfke ile kardeşini öldürmek istedi? Dedim ki: Sen bu özelliği ona, öfkesi dindikten sonra, nimet taleb etmesi için verdin.

İsevî İşaretler

Salik der ki: Sonra bana ruhunun dilinden hitab etti, bağışlarının esintileriyle beni destekledi ve bana dedi ki: Niçin İsa'nın durumu Adem'in (a.s.) durumu gibidir? 
Dedim ki: Sonraki bir çok bakımdan öncekinin benzeridir. 
Dedi ki: Niçin babası olmadı? 
Dedim ki: Çünkü babasız olması, inkarcı iftiracının aleyhindeki delilin rükünlerinden biridir. 
Nasıl? dedi. 
Dedim ki: Çünkü İsa, kendisinden sonra Nebilerin sonuncusu olan Muhammed'in (s.a.v.) geldiği sonuncu Nebidir. 
Dedim ki: Bu,ilâhî egemenliğin alemleri kaplamasının başlangıcıdır. Çünkü Hz. Nebî (s.a.v.), Adem henüz su ile balçık arasında bir varlık iken, Nebiydi. Efendi ile kul arasında, inayet ve varlık dışında bir münasebet yoktur.
Dedi ki: Niçin İsa ruh ile desteklenmiştir? 
Dedim ki: Onu bir kalem bir levhe yazmış değildir. O ana rahmine şehvetsiz ilka edilmiştir, bu yüzden varlıkların atılmasında onun için bir teselli yoktur.
Dedi ki: Bu ruh nereden sadır oldu? 
Dedim ki: Her türlü kötülükten münezzeh kuddüsün huzurundan. 
Dedi ki: Niçin beşikte konuştu? 
Dedim ki: İnkar ehline karşı ikinci bir şahittir bu. 
Dedi ki: İllet bakımından bundan önce bir şahit var mı? 
Dedim ki: Meryem'in hurma dalını silkelemesi.
 
İbrahimi İşaretler

Salik der ki: Sonra bana dostunun (Halil) dilinden hitab etti ve dedi ki: Güzel cevap vermeli, güzel söz söylemelisin. Eh, söyle bakalım, yıldızın, ayın ve güneşin varlığı nedir?
Dedim ki: Ruh, akıl ve nefis üzerine itaat etmektir.
Dedi ki: Niçin onlarda rububiyet ispat ettin? 
Dedim ki: Çünkü toprak menşeli varoluş üzerinde kahredici güce sahip olduklarını gördüğü için.
Dedi ki: Peki, niçin "Veccehtu vechiye lülezî fetares semauati ve'l ard / Ben, yüzümü gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim" (En'am, 79) dedi? 
Dedim ki: Çünkü bazısının bazısından üstün olduğunu gördü. 
Dedi ki: Sence niçin yıldızlara bakıp da ben hastayım, dedi? 
Dedim ki: Hikmetli isminden sadır olan yüce bir hikmete işarettir.
Dedi ki: İmanı kesin ve sabit olduğu halde neden ölülerin diriltilmesini görmek istedi?
Dedim ki: Bilgi ile bizzat görmeyi birleştirmek için böyle bir talepte bulundu. Bunun gibi bir mesele ile ilgili olarak el-Hasan şöyle der-ki güzel söylemiştir-:
 
Haberin olsun! Bana şarap içir ve bana, bu şaraptır, de.
Açıktan içirmen mümkün ise gizlice içirme
Arzu ettiğinin ismiyle mubah kıl, beni de künye ile çağır
Çünkü önünde örtü olan lezzetlerden hayır gelmez.

Dedi ki: Niçin ona dört kuş gösterdik? 
Ona dedim ki: Bu unsurlara yönelik bir işarettir, başka değil. 
Dedi ki: Niçin oğlunu kurban olarak seçti? 
Dedim ki: Cömertliği hem hakikat hem de burhan olarak gerçekleşsin diye. 
Dedi ki: Bununla neyi kast etti? 
Dedim ki: Varit olup malik olanı ağırlamak istedi. Çünkü kalbine nazil olunca, Rabbini ağırlaması gerektiğin anladı. 
Dedi ki: Oğlunu değil de kendini kurban olarak sunsaydı ya! 
Dedim ki: Kendisini kurban etmesi durumunda kendisiyle çekişecek, tartışacak, dolayısıyla mücadele
etmesi gerekecek kimseler olmayacaktı. 
Dedi ki: Niçin vahiy uykuda gelmişti? 
Dedim ki: Bu alanda hissin yerleşeceği yer olmasın diye.
Dedi ki: Onu niçin bazı kelimelerle sınadık? Bu kelimeleri göklerin sahibine tevbe etmek için öğrenmişti? 
Dedim ki: Sınama, makamların en üstünüdür demedi mi? 
Dedi ki: İbrahim'e ve İsmail'e beyti tavaf edenler için temizlemelerini niçin emretti? 
Dedim ki: Resullerin efendisi Hz. Muhammed Aleyhisselâma verilen önemin bir ifadesi olması için.
Dedi ki: Niçin İshak orada yoktu da başkası vardı? 
Dedim ki: Çünkü Muhammed (s.a.v.) onun soyundan gelmeyecekti. 
Dedi ki: Niçin Mekke'ye bereket verilmesi için dua etti?
Dedim ki: Anne bereketli olunca kızlar da bereketli olur.
Dedi ki: İbrahim Kabe'nin duvarlarını yükseltince niçin İsmail bu amellerinin kabul edilmesi için dua etti? Dedim ki: Halil'in (İbrahim'in) kemali belirgin olması için kendi noksanlığını izhar etti. Çünkü onun her bir çocuğunun, babasının kadri karşısında kendi değerini küçültmesi gerekir.
 
Yusufî İşaretler

Salik der ki: Sonra bana Yakub oğlu Yusuf'un dilinden hitab etti ve dedi ki: Doğru görüşlü anlayış sahibi kişi "Kalennesvetu in haza illâ melekun kerî-mun / Kadınlar: Bu, kerem sahibi bir melekten başka bir şey değildir." (Yusuf, 31) ifadesi hakkında ne der?
Dedim ki: Çünkü Yusuf, genel olarak en güzel yaratılışa sahip olma özelliğiyle belirginleşmişti. 
Sonra şöyle dedi: Niçin ucuz bir fiyata satıldı? 
Dedim ki: İnsanın, insan olarak eksik bir varlık olduğunu bilmesi için. Eğer fiyatı yüksek olur, yücelirse, bu, yüceler aleminin zatına eklediği fazladan bir nitelikten dolayıdır. 
Dedi ki: Niçin su kabının arkasına saklandı? 
Dedim ki: Bununla, sevenlerin kavuşması için kapıyı çalmak istedi.

Muhammedi İşaretler

Salik der ki: Sonra bana Muhammed'in (s.a.v.) dilinden hitab etti ve şöyle dedi: Ey, sahib olduğu şeylere varis olmak için, Ona giden yolu taleb eden! Apaçık ufuk hakkında ne dersin? 
Dedim ki: Orası, yakınlaştırılmışların keşif mahallidir. 
Dedi ki: Neden tecelli ufukta gerçekleşti? 
Dedim ki: Bu, ahlâkın yüceliğine dikkat çekmeye yöneliktir. 
Dedi ki: "Ve ma yentiku anil hevâ / O, nevasından konuşmaz." (Necm, 3) ifadesine ne dersin? 
Dedim ki: Burada istivanın sırları kast ediliyor. 
Dedi ki: Fatiha'nm (kul ile Rab arasında) paylaşımına ne dersin? 
Dedim ki: Bu, apaçık kulluktur. 
Dedi ki: Niçin rahmet senaya/övgüye has kılınmıştır? 
Dedim ki: Sen kimsin ve ben kimim, belli olsun diye. 
Dedi ki: Niçin Melîk (sahip-hükümran) sıfatı hamde özgü kılınmıştır? 
Dedim ki: Tevhidin gerçekleşmesi için.
Dedi ki: Niçin ibadette ve yardımda kuşku vaki olmuştur? Dedim ki: Kudretin varlığın
acizliğinden ayırt edilmesi için. Dedi ki: Niçin Fatiha'nın ikinci yarısı kula özgü kılınmıştır?
Dedim ki: Fatiha'ya me-sani (ikilenen/tekrarlanan) isminin verilmesinin sahih olması için.
Dedi ki: Kendisine Furkan verilmesi bakımından Musa, Muhammed'e eşittir; böyle
iken nasıl olur da siyadet (efendilik-liderlik) Ona özgü olur? 
Dedim ki: Kur'an ve ibadet verilmek suretiyle ayrıcalıklı kılınmasından dolayı. 
Dedi ki: Nuh ve gözde peygamberlerden Zekeriyya da ibadet hususunda Ona ortaktır? 
Dedim ki: Zekeriyya nimet için ibadet ederdi, Nuh ise rububiyet için ibadet ederdi. Muhammed ise tenzih için ibadet ederdi.
Dedi ki: Yahya, övünç kaynağı liderlikte (siyadet) Ona ortaktır? 
Dedim ki: Onun ki zahiri liderlikti. Bu yüzden apaçık kitapta ondan söz edilmiştir. Ama kitapta ibadet edenlerin efendisi Muhammed'in liderliği, önderliği gizlenmiştir. Sonra bu, onun dilinden iki şahit aracılığıyla açıklanmıştır. Biri genelin seyidi, biri de törenlerin seyididir. Salik der ki: Sonra bana şöyle dedi: Burada dur ve buradan ayrılma. Eğer sana anahtar verilirse ve eğer istersen aç.
Bahşettiklerinden dolayı Allah'a hamdolsun. Allah'ın salat ve selamı en aziz ve aydınlık Muhammed'in üzerine olsun.
Müellif der ki: Bu sırlarda yer alan şiirlerin tamamı bana aittir. Yalnızca dört beyit başkalarına aittir. Bunlardan biri "zamanımdan gizlendim..." diye başlayan beyitlerdir. Biri de "haberin olsun, bana şarap içir... "diye başlayan beyitlerdir. Bunların tümü Fas şehrinde beş yüz doksan dört senesinin cemadiyel evvel ayının yirmisinde tamamlandı. Allah'ın salat e selamı efendimiz Hz. Muhammed'in, ehlibeytinin ve ashabının üzerine olsun.

Hiç yorum yok

Öne Çıkan Yayın

İBDA ve İBDA-C Nedir?

İBDA-C’nin daha iyi anlaşılması için İBDA'nın kısaca tarif ve izahını yapmak istiyoruz… Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu’nun "...

İzleyiciler

Popüler Yayınlar

Tema resimleri duncan1890 tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.