Şeyhu’l Ekber
MUHYİDDİN İBN. ARABÎ K.S.
KİTABU’L İSRA İLA MAKAMİ’L ESRA
2.Bölüm
Sidretul Münteha
Salik der ki: Ona dedim ki: Bu
nur ve parlaklık nedir? Sidretul münteha'dır, dedi. Sonra kerem sahibi resul şu ayeti
okudu: "Ve ma minna illa lehu mekamun me'alum / Bizim her birimiz için, bilinen
bir makam vardır." (Saffat,164) Bu yüzden gördüklerimizi
ifade etmekten vazgeçtik, sustuğu
gibi. İrade edilenin müşahede edilmesi gibi. Senin sınırlılık ve acizlik sükutunu
müşahede etmen gibi. Bunun yanında işarete ve remze güç yetirilmez. Çünkü fesahat ve
hikmetlerin madeni olunca, ona bütün sözlerin toplamı verilmiştir. Söylediklerinden
fazlasını yapamadı. Allah'ın nurundan bürüyen bürüyüverdi.
Burada durdu ve öteye adım
atmadı.
Sonra şöyle dedi: Hiç kimse onu
niteleyemez. Böyle olunca bir kimse nasıl onun hakikatini vasfedebilir? İyisi
mi durduğu yerde dursun. Yeşil yastıklara yaslanıp oradan yükselişi seyretsin, en şerefli
topluluğa doğru. Birden yücelerden bir ses geldi: Yüce sergilere yaslanan! Seninle Onun
arasında kerem sahibi kürsü var. Onunla her hikmetli iş bilinir. Orası himmet ve taleb
ehli için edeb huzurudur. Vasıl olanlar oraya inerler. Perdelenenlerse onda
yolculuklarına son verirler. Orada sana söylenenlere sarıl. Oranın sakininin vasiyetinin yanında
dur.
Kürsü Huzuru
Bismillahirrahmanirrahim
Allah'ın salat ve selamı
efendimiz Hazreti Muhammed'in, ehlibeytinin ve ashabının üzerine olsun.
Salik der ki: Benim için
kararlılık kanatlarını yarattı. Böylece anlayış semasında uçmaya başladım. Derken kürsü
huzuruna vardım. Kutsi mevkiye. Vasinin mescidini sordum. En yüce tenzih
noktasındadır, denildi. Orada iri ve kuvvetli bir şeyh gördüm. Bana, "bu, şeriatın
kutbudur," denildi. Karışık gruplar çevresini
sarmıştı. Ayı çevreleyen haleler gibi. Utangaç bir edayla selam verdim, korku ve ürpertiyle
değil. Şeyh (r.): Kast edip gelen! Merhaba! Cevherleri ve nadide mücevherleri arayan! Sonra
bana: Nereye gitmek istiyorsun? denildi. İstememeyi istiyorum, diyecek oldum. Ama
makam benim olmadığı için konuşacak gücü kendimde bulamadım. Bunun üzerine beni
kendine çekti. Kırbacı önündeydi. Resulün şehrine gitmek
istiyorum, dedim, develer sahibi,
hak ve batılı birbirinden ayıran. Bana dedi ki: İzleri silinmiş, nuru sönmüş bir şehri
ne yapacaksın?
Dedim ki: Toprağına işaret
etmiyorum. Aksine nur saçan ayını, insanın içine ferahlık veren tertemiz suyunun
unsurlarını kast ediyorum. Dedi ki: Hz. Resulullah (s.a.v.)ın "Ali onun (ilim şehrinin)
kapısıdır" sözünü duymadın mı? İşte ben o kapının bekçi-siyim. Şehre girmek isteyenin kapıya
yönelmesi, kapıcıya hoş görünmesi (yaltaklanması) gerekir. Meltemler
esmeye başladığı zaman, hikmetin
tazelikleri armağan edilir sana. Bulutlar belirince, senin için ruhlar
sırlarla donatılır.
Dedim ki: Ey efendimiz! Acaba bu kapının bilinen bir anahtarı var mıdır?
Evet, dedi, her şeyi bilen ve
kapıları açana andolsun:
Beyti kilitli
gördüm
Sırrın sırrına,
sahip kılınmıştı
Allah'tan
açmasını istedim
Ne ile? dedi,
Seninle dedim.
Beni de içine al, dedim. Dedi ki:
Kişinin Müslümanlığının güzelliğinin göstergelerinden biri de kendisini ilgilendirmeyen
şeyleri terk etmesidir. Ona dedim ki: O'nun mekanının hakikatini bildim. O'nu daha
fazla nitele ve daha çok açıklama yap.
O'na dedi ki: Dört diş var;
hikmet sahibi Rahman onları sağlamlaştırmıştır. Onların içinde dört hareket var; bütün
bereketlere doğru akar. Sana hatırlattığımı ve sağlamlaştırdığımı yaparsan eğer,
anahtarları elde eder, onlara sahip olursun. Anahtarlara
sahip olan da kapıyı açar. Kapıyı
açan ise, gömülü hazineyi bulur. Derken şeyh ve talebesinin şüphe ve kuşkudan
emin, çok bahşedicinin (Vahhab) huzurunda yayılmış olduklarını gördü. Dedim ki:
İstediğini anladım, işaret ettiğin sırrın farkına vardım. Ama bana daha çok açıklama yap, Allah
da sana yönelik iyiliğini arttırsın, lütuf ridasını üzerine
giydirsin.
Dedi ki: Allah'a dua et; beni
ilhamıyla desteklesin, kadim ilmi ve kelamıyla beni pekiştirsin. Dinle ey salik!
Allah senin fiillerini güzelleştirsin. Fiillerini senin için şerre dönüştürmesin. Sözlerini
doğrultsun. Çünkü münacat zamanında bunlar seni güçlendireceklerdir. Konuşan bir kimsenin ağzından
çıkan en güzel söz Allah'a hamdetmektir. Resulüne salavatı ise bu yolları
aşıp geçmeyi sağlar. Her şeyi bilen, hikmet sahibi ve rızıkları verene münacat
makamına. Bize bunu gösteren Allah'a hamdolsun. Allah bize bunları göstermeseydi, bizim
bunları görmemiz mümkün olmazdı. Rabbimizin Resulleri Hakkı getirmişlerdir. Dinle ve
konuşma.
Koştur kervanı
semaların Rabbine doğru
At kalbinden
keramet tavırlarını
Gözeterek dur kutsal
vadinin kıyısında
Münacattan nasip
alman için çıkar ayağından nalınlarını
İsimlerle
nitelenmiş olarak varlıktan kaybol
Ta ki bizzat
sıfatlardan kaybolasın
Ortağı olmayan
birin tarafına sığın
Batıl ehlinin
tarafına çıkma
Sus, namaz kıl,
düşün ve daima yoksul ol.
Gizlilikler
ilminden nice işaretlere nail olursun
Allah
efendimizin mirası hakkında hüküm vermiştir
Ki bu miras
takva sahibi her doğru kul içindir.
Ey talib! Dikkatle dinle. Allah
seni ıslah etsin. Medine ilimlerini ve ilahi sırları koru. Rabbani sırları ifşa etmekten
sakın. Kalbleri dost edin, nefislerle mücadele et. İlahi ilimle maddi ilmi birbirinden ayır. Ama
zahir ile batını birleştir. O zaman göçenin de ikamet edenin de sırrını açıkça
görürsün. Her durumda zahirin yanında dur. Ama zahir sözlerden hakkında bilgi sahibi olmadığın
şeylerin üzerinde durma. Bazı kelimeler alacaksın,
babalara ve annelere katılacaksın. Medeni iliaalerin, kutsi sırların sahibine, Kelim'e (Musa)
ve Nun'un oğluna salat getir. Bak balık kimin yanındadır; o zaman, gözle kitapta saklı
sırrın senin için açığa çıktığını göreceksin. Ki bu kitaba temizlenmiş olanlardan başkası
dokunamaz. Balığa, yiyecek ve gıda gözüyle bakma. İki denizin birleştiği yerde iki
sırrı düşün. Nasıl gerçekleşti unutma? Niçin böyle oldu? Niçin
balık oldu da başka bir şey
olmadı? Bunca yol varken hangi yarara dayalı olarak deniz yolunu seçti? Dost edinsen de
edinmesen de sürdür çabanı. İster kul ol, ister efendi. Sonunda eminler ridasını
giyersin. İnsanlar için iki ayak konumunda dur. İlimden de "Ayn" harfini seç. Gemiyi del, şehre gir. Gemiye her
çiftten ikişer tane al. Dağın zirvesine çıkacağım, o beni selden korur, diyenin yanına
çıkma. İki gemi var. Bu iki geminin varlık içinde iki anlamı var. Bu gemilerden birinin
selameti gövdesinin yarılmasında, birinin kurtuluşu ise gövdesinin yapışık kalmasmdadır.
Mülkte Birden başkası yoktur. Sakın şahidin gemisinin gövdesini delme. Gemiyi iki
çiftten yap. Nitekim: "iki ilah edinmeyin" demiştir. Çocuğu dirilt. Rab seni bir ümmete yaklaştırır.
Çocuğu öldür, keskin kılıç ve bıçaklarla; çünkü o kafirdir. Duvarı onar; sakın yıkılmasından!
Sakın! Duvarı yık; çünkü onun yıkılması gerekir. Ana kitapta böyle gördüm. Sette kaçış
için bir gedik aç. Akışa karşı sabit ol ve kaçma. Sakın açmaya kalkma. Varlık olarak en
küçük bir parıldayışla yetin. Ved ve Suva'ı terk et. Pamuk
sahibinden (Hallaç) ümitsizliğe düşüp durumunu gizle. Bir hicap da var ki, onu gizleme.
Onu terk etme; yoksa zulmetmiş olursun. Günah korkusuyla kardeşini yalnız
bırakma. Sevenin sevgiliye bağlanması gibi ona şefkat et. Günahtan dolayı onu yalnız
bırakmasan, ahlaklanma ve arınma ehli arasında temayüz etmez. Ona şefkat gösterme ve
çöle at onu. Tâ ki isimlerin etkisini görünceye kadar. Güzel bir hadise olmasını
istersen, ben olayın en azizini görürüm. Aziz'in değerini bil. Seni ayrışma düşüşü mahalline getiren
odur. Müjdeciye yönel. Kervanın karşısına çıkma. Yaşlı adama (ya da çokça teşbih etmeye)
yetiş. Anne babanı tahtın üzerine çıkar, gömleğe sarıl. Çünkü şeyh hırs doludur. Deveyi
çöllerde bırak, yolları ve günleri aşsın. Onları arşa çıkarma, onlar için bir yatak
hazırla. Onlara rahmet kanatlarını indir, onları tersleme. Onlara "öf" bile deme. Eğer
yapabiliyorsan, onları yok et; onlar senin iki bekçin, iki kapındır. Gençlerin peşine düş; bu, yüksek
dostluktur. Genel ve ayrıntılı olarak onların izlerinin üzerinde durma. Onlara varmak
için bir yol arama. Onları görecek olursan, korkarak yanlarından uzaklaş; göz olarak,
kalp olarak değil. En mutlu olan kişi, kapının eşiğinde
durandır. Köpeklerin himmetine
tenezzül etme. Sakın kapılara yapışma. Kapı kapandı. Sebepler ortadan kalktı. Çok
bahşedici (Vahhab) ile otur. O seni perde arkasında saklar. Hâl ile onun yanında oturma.
Çünkü kelam imkansızdır. Eğer sebepler olmasaydı, hakikatler bilinirdi. Kapıyı aç
ve oradan ayrılma. Avret yerini şehvetten arındır, senin için oraya ruh üflenir. Avret yerini
gösterme, senin için kağıda yazılana bak. Karanlıklar için nida et, sesler
arasında gönderilirsin. Sakın perdelerin karanlıklarından seslenme. Çünkü
seslenme ancak nurda olur. Sen yaln ız olan birsin. Eğer yalnızı yalnızla çarpsan, onu
çarpmanın yolu yoktur. Çünkü var olmasını irade ettiği şeyler Onun gaybındandır. Bana dert
geldi (zarar dokundu) deme. Yarar ile zararı bir tut. Eğer sana bir zarar ilişirse, talim
diliyle dua et. Hikmet sahibi ve her şeyi bilenin istediği budur.
Dilini günaha alıştırma. Sağına
iyilik et, bir demet çiçekle de olsa. Günaha dönüp bakma. Çünkü keşif ehli olanlar ona
dayanmazlar. Süleyman'ın niyetlendiği gibi Hüdhüd'e işkence etme. Meğer ki, açıklama ve delil
getirmekten aciz olsun, o zaman ona işkence et, sırrı ortaya çıkardığı ve perdeyi
yırttığı için. Karıncalara şefkat et, atlıları onların yuvalarının bulunduğu yerden geçirmek zorunda
kalırsan. Saba nimetlerini onlar arasında paylaştır. Onları öldür veya kılıç darbeleri
indir. Onları kuzey rüzgarı ile saba rüzgarı arasında bırak.
Dizi dizi atlar, seni münacattan
alıkoymasın. Ya da incikleri ve boyunları tımar et. Onlara ve fiili olarak zata bakmaya
hazırlan. Münacatta olduğun sürece, onların boyunlarını tımar etme, boyunlarını bağlama.
Mührü kimseye verme. Mühür
hususunda anneye de çocuğa da güvenme. Onu istediğine ver, çünkü o bir
hicaptır. Sebeplerin müsebbibinden başka mu-sahhar kılan yoktur. Belkıs'm tahtına oturma,
göz alıcı, nefis çelici sarayına iltifat etme; ancak Müslüman olduğunu ifade etmesi, itaat e
teslim elini kaldırması başka, itaat edeceğini izhar edince, tahtına çık. İman ve
nankörlük hallerinde, ihsan makamının ehli olursun. İsmini
Mevlanm isminin önüne geçirme.
Ortada bunu gerektiren bir sebep olsa, o zaman ismini öne geçir. Bu yasalaştırılmış ve
uyulmuş bir kanundur. Eğer yapmazsan, o zaman tabi olunan biri olmazsın. Sakın
senden sonra kimsenin sahip olamayacağı bir mülk isteme.
Aksine şöyle de: Sen münezzehsin,
bütün bunlar senin katındandır... senden başkası için olmaması gereken bir mülk iste.
Bu hususta Mevlanın sıfatlarıyla ahlaklan. Sergiyi aç. Bırak insanları şamata ve meyilleri
içinde oyalansınlar. Sergiyi topla, dür. Bast halinden kabz haline geç.
Mihrabtan ayrılma. Hesapsız rızık
gelir sana. tamamlayıcı bir tutsak olarak yanında tutma. Tevhide yükselmek için
merdivenler edin. Her vakit kökü sallama. Çünkü o azaptır. Ama salla, çünkü o istenendir. O,
iftira ve inkar ehli için bir delildir. Ayın on dördünden sonraki halinde üç olursan, üçle
karşılaştığında başarırsın. Eğer üçün maddelerinin üzerinde durursan, gülme ve kederlenme
makamını kaplarsın. İşini semanın sahibine teslim
et. O zaman isimlerin
işaretlerini öğrenirsin. Teslim olma, çünkü sen iki değilsin, ikilemeler seni perdeleyemez.
Kabul görmüş bir hacca niyet et.
Beytül-mamuru temizle. Tur dağından sana seslenilir, uzak bir tepeden
işaretin seslendiğini duyduğunda. Uzaktan bir seslenişin nasıl olacağını sanırdın! Eğer aileni
geceleyin yola çıkarırsan bir ateş görürsün. Azizle açıkça konuşursun. Eğer aileni geceleyin
yola çıkarmazsan, ateşi nur görürsün. İlk bakışta gözlerinin üzerindeki perdeleri
ve örtüleri kaldırdık. Bundan başka bir yardım da isteme.
Kim Ona tevekkül ederse, O ona
yeter. Yardımı kendi cinsinden iste. Çünkü senin nefsinin kuvvetlerinin olmasını
istemiştir. Sandığının kapağını kapatarak suya at. Çünkü onun mutlaka atılması gerekir. Sakın
onu hal ile atma. Halin rabbine karşı halis ol. Eğer yoksullukta yoldan çıkmalardan
korkarsan, o zaman asanı denizin yüzüne vur. Eğer önünde bir yol açılırsa, bil ki,
sen hakikat yolu üzeresin. Korkma ve kararsız olma. Sebat et
ve kaçma. Hayret! Deniz uzayıp
giderken selamete nasıl ulaşılacak?! Çölde de aslanlar var? Ne bir güç var ne de
sığınak? "İlâ rabbike yevmeizin mustekarr / O gün varıp durulacak yer, sadece rabbinin
huzurudur." (Kıyamet, 12) Uyanıklığında ve uykunda Ona tevekkül ettiğin zaman, senin
için de bir günün olmasının kaçınılmaz olduğunu bilirsin. Şu halde acele edip kavmini
vaktinden önce terk etme. Apaçık nura ulaşmak için acele et. Belki kavmin fitneye düşer.
Milletin üzerinde bir halife bırakma. İnsanların bir kısmını senin himmetinle suçlar. Halife bırak
ama tanıma. Şartlarını bilmeden sofra isteme. Manasını ve mevlasının onunla neyi kast
ettiğini bilmeden yükseltmeye ve indirmeye de niyetlenme.
Kalanı da isteme. Sana
seslenilenle meşgul ol. Eğer nassa tabi olursan, nas-sm yanında ölüyü diriltir, anadan doğma
dilsiz ve alacalıyı iyileştirirsin. Araştırmaktan, irdelemekten sakın. Kılavuzun karga olmasın, yoksa
bedbaht olursun. Kardeşini yere atılmış halde bırakma. O, en yüksek yola
ilişkin en güçlü delildir. Göz kapaklarına uyku galip gelmesin. Buğdayın kavmin tarlasında biter.
Anlamayı sağlayan uykuyu kaçırma. Zorba olma, yolda yapayalnız kalırsın. Derken suda
boğulmuş olarak yatıverirsin. Başkaldıranlara karşı acımasız ol, büyüklendikçe büyüklen.
Putları paramparça et. Sığınarak
Allah'a sarıl. Büyük putu sağlam bırakma. Onu da küçük putla birlikte helak et.
Varlığı olduğu gibi bırak. Her şey kolaylaştırıldığı şeye varır. Yıldızları ve ayı görme,
gözlerini kapa. Güneşi gördüğün zaman, bu daha büyük, deme. Yedi feleğin üzerinde durma.
Dokuzuncuda Allah'a yönel; çünkü istiva ve egemen olma oradadır. Himmetini yükselt.
Yeminin kefaretini hazırla. Güneş, senin koç burcuna girerse, ondan emin oldun demektir.
Başkası tadar ve sen de bizzat gözlemlersin. Eğer yükselişin
ayaktan beri olur, bütün sözler
ve hikmetler sana gelirse, o zaman benim gibi şu şiiri oku ve aldırma:
Bedenim kuşluk
vakti doğar ümmetlerin üzerine
Haremdeki kabeye
niyabeten
Sır için bir
kabedir, onu tavaf eder
Ayak üzerinde
yürüyen herkes
Hacca gitmek
isteyenler ona niyetlenir
Bütün Araplardan
ve acemlerden
Ben halkın
tümünün sırrıyım
Ben, ancak
Kelim'in kısmetiyim
Şüphesiz ben
çiftim ve tekim, ki
Dörde ihtiyaç
olmadığı zaman
Ben
"ol"um, ancak bir şahısım ben
Hem cahil
olabilen, hem hikmet sahibi
Cehalet inişte
olur îlimse işarette olur
Ben eğer bir
değersem, nedir
Tek'in kalemde
olduğundan başka?
Ben vasfın
vasfıyım, sıfatlanın
Ben zatın
zatıyım, sarıl
Ben sırrın
sırrıyım, ayrıldığından beri
Himmetim
himmetler makamından
Ben nurun
nuruyum, ortaya çıktığından beri
Varlığımla
karanlıklar incisi
Ben izzetin
izzetiyim, sahip olduğundan beri
Zillet ve
zenginlik sahibi nefse
Beni gören,
andolsun görmüştür, gizli olanı
Nurun ve
öncesizliğin misalinde
Gayeye ulaştı
gencin kalbi,
Ki Allah'ın
sağma teslim olarak
Biz ağzını
öpmesini mubah saydık
Öncesiz geçmişte
yüce olanın
Nefsimin
mutluluğu şu ki, o mutludur
Ümmetlerin açık
sülukuyla
Bundan başkası
aşık olarak ona nail olmadı
Onun geçmiş
milletlerde
Ey adamlar! Onu
bizden başkasından isteyin
Kerem karşısında
denizin cömertliği ne ifade eder!
Dönün ve öpün
onun auucunu ki
Bahşeder ve
tükenmesinden korkmaz varlığının
Yücelerden her
bakış
Bize doğru bir
vecd yöneltir ki, bizimle atışır
Her sırrı, inen
ve çıkan
Varlığımın,
sürekli artan bir arzudur.
Güneş koç
burcuna girdiğinden beri
Yeminin
kefaretinden emin olun
Hep öyleydi ve
yarın da öyle olacaktır
Yani kesintisiz
nimetler içinde
Vuslat güneşleri
doğmakta
Ayrılıklarsa
yokluğa batmakta
Bakın, sözüm
sizedir, andolsun
Bütün insanların
gözleri, kendilerini görmezler
Onu açık ve
güzel görürsün
Kerem
mertebesinden haber vermekte
Ey mahlukatın
ilahı! Ey umudum!
Ey koyu
karanlıklarda sohbet arkadaşım
Arkadaşa
hastalık vermekte cömert ol
Ey cömertliği ve
nimetleri çok olan!
Sonra şöyle dedi: Ey oğul!
İstivada zuhur ettiğinde, ilâhi sırlar ve kuvvetlerle desteklendiğinde, kalbi çekip
çevireni, ezelde mahv levhinde duyduğunda, orada bir şey görmezsen, görmüşsün, hiçbir şey
duymazsan, duymuşsun. Sırrın sırrı sana yükseltildiği, çift tekle buluştuğu zaman,
O'dur, sen değilsin. Hak ortaya çıktı, sen gizlendin, beytten ve beytin sahibinden kayboldun. O
kendisini kendisiyle görür. Sayılar da esasına dönerler.
Eğer senin için dönüş hükmünü
verirse, bu erişilmez makamdan ayrılmana karar verirse, bir varisin bunu yapması
zorunludur. Çünkü bu nimeti, latif hikmeti tamamlamanın bi göstergesidir. Tâ ki zahir ve
batın nimetlensin, hem yolcuya hem ikamet edene sirayet etsin. Bu makamların sü-lukuna
çalış. Bil ki, buluşmayı dileyen öldü. O halde işi ona teslim et, sülukunda ona tevekkül et. Tâ
ki onun karşısında duruncaya kadar.
Salik der ki: Sonra bana dedi ki:
Bu tavsiyeyi görüş mihenginde ve başkasının mecrasında dene, tart, ölç. Kovma
ve akse karşı onunla ahlâklan. Bazen akılla beraber, bazen nefisle beraber... Bu
vasiyetinden dolayı rahatladım. Beraberliğimizin devam etmesini arzu ettim. Dedi ki: Kul için en
iyisi; Mevlasından, sahibinden başkasıyla beraber olmamasıdır. Kul efendisinden
başkasına bakmamalıdır. Daima dua etmeli ve Onu
övmekle vakit geçirmelidir.
Salik der ki: O mecliste
bulunanlar kalkıp hep bir ağızdan dediler ki: Ey efendimiz! Allah için helal! Hak seninle
bütünleşti ve seni bereketli kıldı. Ne güzel hatibsin sen! Ne açık bir lisanın var! Ve ne de
güzeldir, açıklaman. Belagat sahihlerinin meydanında atının dizginlerini salıverdin. Kalbinde
nice inciler sakladın. Harikuladelikler yazdı parmak uçların. Sözlerin ala bildiğine tatlı.
Kulak, nesrini ve nazmını dinlemeye can atar. Andolsun en güzel şekilde ettin vasiyetini.
Yüce makamları açıkladın. Tasavvuf sırlarını dile getirdin. En
doğru yolu, en kadim sistemi
gösterdin. Allah bahşettiği nimetler içinde ululuğunuzdan dolayı sizi mükafatlandırsın.
Bağışların en değerlisini size bahşetsin.
Yücelerde Atlas
Perdeler
Bismillahirrahmanirrahim
Allah'ın salat ve Selamı
efendimiz Hazreti Muhammed'in, Onun ehlibeytinin ve ashabının üzerine olsun.
Salik der ki: Sonra beni başka
bir yaratılışla yeniden var etti ve şöyle dedi: "Sunime erselna rusule-na tetrâ/ Sonra
biz peyderpey resullerimizi gönderdik." (Müminun, 44) Bunun üzerine lütuf kanatlarını
açtım ve atlas perdeleri dürdüm. İrfan semasında uçmaya başladım. Birden karşımda
dalgalanan bin bayrak gördüm; beni en yüce ve en şerefli topluluğa çağırıyorlardı:
Gaiblerin
ilminden olağan üstü şeyler gördüm
Onları
kavrayanların anlatmalarına karşı korunmuşlardır
Misvak ağacının
dalına konup ötenlerin sesinden
Coşar hüzün
bülbülleri hüzünlendiklerinde
Özleri akıp
duran parlak cisimlerin ışığından
Yansıtır
üzerimize nuru, güneşin tabiatından
Yıldızların
ellerinde kazıkların oyuğu
Yokuşun azabı
zahir olur sakhlıkta
Karanlığın
basmasıyla büyücülerin nefeslerinden
Bakarsın, belki
de zaman yarın onlarla taşar
Bazı kerem
sahibi topluluklar gördüm, yüzlerini peçeyle örtmüşlerdi
Eğer yüzlerini
açsalar, gök dünyamızın üstüne gürültüyle düşer
Nice salik yolu
bir yolcu olarak izler
Bir yolculuğa
çıkar ki, gaybin içinde yüceliklere yükselir.
Hakikatin
sırrına ulaşmış nice kişi vardır ki, susar
Eğer miskin
konuşsa, öteler onu aciz bırakır
Beyt-i Makdiste
konaklarda ikamet eden niceleri var ki
Ne nefsi
susamış, ne de sırrı suya kanmıştır.
Makamının
yanında halk içinde duran nicelerinin
Mertebeleri gayb
içinde, hüzün mertebesidir.
Yolun ortasında
belirerek zahir olan bir çok kişi
Bir mekanı var
ki, her yüceden daha yücedir
Hiçbir hakikate
dönüp bakmayan bir çok pervasızı
İddiası, heba
oluş mertebesine indirmiştir
Kalplerde doğan
aydınlık şeylerden kimisi
Bir anlama delalet
eder, onlara ulaşan görür.
Nice aşık var
ki, gidiş sırrına bağlanmıştır
Yorucu ve eziyet
çektirici özlem, bu bağdan kurtarmıştır onu.
Nefesler
sahibini görürüz de musallat olmuş
Özlemler
ateşine, ki kalbi bu ateşle kavrulur.
Bir sırrı
gizleyen, onun zıddını izhar eder
Bekanın
sahnelerini talep edenlere
Nice faziletli
var ki, fazilet varlığının hakkıdır
Fakat çiğliğin
rahatında temenni etmez bunu
Nice efendi var
ki, zamanının edibini zebun kılmıştır
Kendisiyle
karşılaşanları, aktığı yerden karşılar
Nice mahir kişi
var ki, riyazet ve yüceliş kesbetmiştir
Böylece dişle ve
boğazla seslenir olmuştur.
Nice sıfatlarla
bezenenler var ki, uymuşlardır
Bedenlerine bu
sıfatlar, ölümün belayı izlemesi gibi.
Nice tecelliye
mahzar olmuş kişi vardır, ki ünsiyet ister,
Toprak bedene
bürünüp gerileyenlerle
Istıraptan
uykusu kaçan nicesi vardır, sanki
Atılmış bir ok
isabet etmiş de uzanmış körlük yatağına
Tecelli sırrı
kalbiyle kaim oldu onun için
Ne Aşağı olan
başkasıyla uyandı ne de yaklaşanla.
Hakkı hak ile
müşahede eden bir çok kişi için verilmiştir
Bir himmet,
fazlalıkları ve kabukları yok eder.
Nice keşfeden
var ve hakikati en tamamdır
Ama Ebu'l Abbas
olmasaydı, geri çevirmezdi hükmü.
Çok şaşkın
vardır, görüntüler şaşkın kılmış onları
Ona dersin ki:
yükselen bu gün kurtulmuştur
Kıyamete kadar
içtiği halde susuzluğu geçmeyen vardır
Tattığı halde
açlığın lezzeti nedir bilmeyen vardır
Bir gurbet
vardır ki, tuzak içermektedir
Ve bir kesilme
de var ki, batına yerleşmiştir.
Bir vardır,
varedilenden kaimdir
Varlığın vecdini
göstermiştir, ama kibirlenmemiştir.
İlimle yürüyen
vardır, ki işarettir
Bir arife
yönelik. Sözlerden ve kanıtlardan yukarı
Bir gün yakin
kanatlarını açan vardır
Uçar, havada
yürür, hevasız
Cimri olduğu
halde, avuçlarını açan vardır
Eğer tutma, kabzetme
olmasaydı, cömertliği övmezdi
Ünsiyet sahibi
her zaman heybetlidir.
Bir meltemle
silinip gidense yontulmuştur.
İsbat sahibinin
heybeti büyük olur
İkizler burcunu
başına taç yapar
Süha yıldızını
da nalın.
Salik der ki: Bu atlas perdeleri
birer birer yırttım, bu tazeliklerin ve letaifin olağanüstülüklerini seyre
koyuldum. Derken sonuna geldim. Zahirlerinden hareketle batınlarını bildim. Nereye? diye
bana seslenildi. Kabe kavseyne (iki yay gibi yakın olmaya) dedim, nasıl ve nerenin yok
olduğu, iki gözü olan için bütün sırların ortaya serildiği yere.
Kabe Kavseyn
Münacatı
Bismillahirrahmanirrahim
Allah'ın salat ve selamı Hazreti
Muhammed'in, ehlibeytinin ve ashabının üzerine olsun.
Salik der ki: Bunun üzerine melek
bana en yüce selamı indirdi. Onda en yüce düzeye yükseldim. Beni Kabe Kavseyn'e
indirdiğinde, dedi ki: Ayni gördükten sonra izini isteme. Sonra iki kanadını bedenine
sararak, geldiği gibi geri döndü.
Salik der ki: Karşılaştığımda,
bana, selam ver, selamın alınır, denildi. Her ne istersen iste sana bahşedilir. Bunun
üzerine icap ettiği gibi selam verdim. Dizlerimin üzerine çöktüm. Kendimden bir ses duydum.
Bu ses ne benim içimdeydi ne de dışımda. Şöyle diyordu bu ses:
Allah için! Ne
mutlu bir topluluğa ki, götürdü onları
Yokluk soyluları
Rahman'ın huzuruna.
Sevgililerinin
zikriyle zamanlarını katettiler
Kur'an'ın
sırlarıyla ahlaklandılar
Seçilmiş Haşimî
Nebiye varis oldular
Arapların en
şereflisi Adnan'ın soyundan gelen
Arzular
hareminde sevgi burakına bindiler
Nur Kudüs'üne ve
burhana doğru gece yola çıktılar
Safa taşının
üzerinde durdular, onlara verdi
Furkan
menzilinden hidayet sütünü
Bedenlerinin
kulaklarını çaldılar, böylece açıldı
Kapıları, iki
göz belirdi derken
Gözlerden biri,
görür görmez, göz bebeği gülümsedi
Rıdvan
cennetlerinde oğullarını
Bir göz de
yaşlarını aktı
Görünce onları
ateşin alevlerinin içinde
Ruh semasının
kapısını çaldılar, gördüklerinde
Rükünsüz
topraktan bir cisim
Derken seçilmiş
İsa'nın lahutu göründü onlara
Bir ruh olarak,
nefissiz ve bedensiz
Güzellik
Yusuf'la tamamlandı, derken muttali oldular
İdris'in
makamına, o şanı yüce nebinin
Harun'u görünce
Halifelik istediler, ki
Menzilleri
oluşlardan yüceydi
Arzularına nail
olunca hilafete nail oldular
Çok bahşedici
Rahman'ın kelimi Musa'nın arzularına
Yanlarında kerem
sahibi melekler secdeye kapandılar
ikinci bir
Rabbin varlığına inanmadan
Himmetleri
kabardı ve Dost oldular
Konuk sever
İbrahim'in huzurunda
Yüce sıfatları
kemal buldu ve yükseldiler
İman ve ihsan
huzurundan
Yürüyüşleri zata
doğruydu, onları yaklaştırdı
Bizzat görmeye,
oluşsuz olarak
Ona ulaştılar ve
bizzat gördüler, sakladığını
Sırrın sırrının
gaybında olanı, apaçık olarak
O münezzehtir,
isimleri yücedir
Fazlalıktan ve
eksiklikten beri.
Salik der ki: Sonra bana dedi ki:
Söyle bana, ey sevenlerin çiçeği! Ey varislerin güzelliği! Bize gelirken yolda
nelerle karşılaştın? Hangi amaçla bize geldin? Salik der ki: Sudan ayrıldığımda, beni ilk göğe
yükselttiler, göğün yıldızlarla süslenmiş olduğunu gördüm. Kimisi yol göstericiydi,
kimisi de şeytanları kovucu. Halifelerin makamlarını gördüm, karanlıkları aydınlatan
lambaları. Bunların sayısının yirmi sekiz olduğunu gördüm.
Kırka tamamlanması için huzurları
da on ikiydi. Bana denildi ki: Bunlar saliklerin menzilleridir, muhlislerin
hükmünün kaynaklarıdır. Sonra yedi halifenin feleklerde yüzdüklerini gördüm. Onları dolu
gemiye konulmuş yediye hamlettim. Oğlak burcuna ve iki kutup yıldızına baktım. Onların
iki alemin imamları olduklarını fark ettim. Cisimler semasının açılmasını
istedim derken. Orada Adem'i (a.s.) gördüm. Sağında öncesizlik karanlığı, solunda
yokluk karanlığı. Celâl ağlamasıyla cemal gülüşü arasında gidip geliyordu. Çünkü bunlar
eksiklik ve kemal anlamlarını hatırlatıyordu. Bütün peygamberlerin öldüklerini
gördüm. Çünkü onları birbirinden ayrı olarak gördüm. Hakikati taleb ettim. Bana denildi ki:
Yoldan ayrılıp fena bulmadıkça göremezsin. Çünkü suretin kemali, miraç ve akıl ehline
görünmez. Sidretul müntehaya varıncaya kadar. Orada
nefislerinin hakikatiyle
karşılaşırsın. Onlara güneşlerinin maddelerini açık bir şekilde gösterirsin. Bu, üç yüz makamın
ilkidir. Yokluksa her grup için gereklidir. Zatın hakikatini ise, Ondan başkası göremez. Her
ulaşanın amacı, anlamını müşahede etmektir. Ama gayesi içinde olanın varacağı bir
gaye olmaz. Başlangıca varit olmanın da nihayeti olmaz. Derken beni nefisler semasına
çıkardılar. Somut maddi alemden taşındım. Mesihi
müşahede etmekle suretlere
üfürüldü. Bunun üzerine bir yarılma görüldü, bitişik olan gökte ve yerde. Derhal hamdu sena
ettim. Bana güzellik ve zenginlik verildi. Kalplerin güzelliğinin semasında Yusuf'u gördüm. Beni
gaybin kaynaklarına kattı. Ona derin şükranlar sundum. Beni yüksek bir yere çıkardı.
Derken dördüncüsünde İdris'i gördüm. Sırrın tahayyül ve karışıklıktan
arınmışlığını fark ettim. Dedim ki: Son nokta burasıdır. Burası kemal
ve göz alıcı güzelliğin makamıdır.
Bu yüzden imam'dan halifeliği istedim. Bunun üzerine beni Harun'un (a.s.) katına
yükselttiler. Denildi ki: İhsan makamına halife kılınanın başına ne geldi, bilir misin? Rahman'ın
Kelimi'nin sakallarından tuttu. Beni kelam semasına yükselttiler.
Orada Musa'yı (a.s.) gördüm. Bana "merhaba" dedi ve beni oturttu. Şefkat
makamına dikkatimi çekti. Sonra bana dedi ki: Ben, kadim konuşulmuşun Kelim'i
(konuşanıyım. Eğer levhaları atmasaydın, ben de şahısların başlarını çekmezdim. Sen saygın,
ikrama mahzar olmuş bir kulsun. Bizim katımızda değerin büyüktür.
Ona dedim ki:
Dostluk istiyorum.
Dedi ki: o, canlıların boşluğunu kapatan içindir. İşte ben oyum, dedim.
Dedi ki: O halde ey salik! Yedinci göğe yüksel. Dostluğun seması orasıdır. Dostluğun
direkleri ve binası oraya dayanır. Baktım bu semanın sahibi sırtını Beytu'l-Ma'mur'a dayamış.
Beni bir ferahlık, bir sevinç aldı. Her gün oraya yetmiş bin melek giriyordu. Ki yaşayan bir
delile dayalı olarak yaşasın ve helak olan da bir delile dayalı olarak helak olsun.
Sid-re'de benim için iki görünen nehir, iki de batın nehir ortaya kondu. Zahir iki nehir, Kitabı
okumak ve sünnete sarılmak, Batın iki nehir ise tevhit ve minnetti. Sonra Sidretu'l-Münteha'ya vardım.
Dedim ki: Son nokta burasıdır. Bunun üzerine kerem sahibi resul bana şu ayeti
okudu: "Ve ma minna illa velehu mekamun me'alumun / Bizim her birimiz için, bilinen
bir makam vardır." (Saffat,164) Senin yaklaşman, yükselmen, sarkman ve Makam-ı Mahmud'la, gören
ve görünen huzuruyla buluşman zorunludur. Sonra beni bu yüce Sidre'den
kapıp ikilik kürsüsüne indirdiler. Orada çok yüce bir vasiyet kavradım. Sonra benim
için letaiften kanatlar yapıldı. Atlas perdelerin zahirliğin dürüp topladım. Üç yüz huzurdan geçtim
de onlara bir bakış bile bakmadım. Sonra varislerin göğüslerinin levhinde yazan
kalemin hareketini sağımda işittim. Kalemi hareket ettirene yaklaştığımda, bana
denildi ki: Yarıma razı ol, kanaat getir. Salik der ki: Benden bu
sözü işitince, beni sakladı,
kulluk elbisesi içinde beni sakladı. Sonra bana dedi ki: Kulum! Sözün sınırını çizme. Çünkü
konuşan, konuşulan benim ve söz de bendendir. Benim sözümü benden başkası taşıyamaz.
Tıpkı arzıma ve göğüme sığmadığım gibi.
Ev Edna (Veya
daha yakın) Münacatı
Bismillahirrahmanirrahim
Allah'ın salat
ve selamı efendimiz Hazreti Muhammedi'in, ehlibeytinin ve ashabının üzerine olsun.
Salik der ki: Sonra benim için
yokluktan iki kanat yaptı. Bu kanatlarla "ev edna" (veya daha yakın) huzuruna uçtum.
Huzurun meydanına indiğimde, isimlerinin duvarına düştüğümde, şu şiiri okudum:
Daima nida
edenden
Daima cevab
verene...
Gözlerimi
uykusuz bıraktın, aramızı uzattın
Bana vecd ve
inleme miras bıraktın
Havada
yapayalnız kıldın beni
Bağlı, aşık ve
garib.
Bana dedi ki: Bu beni istedi.
Selam ver. Eğer takdirim senin aleyhine cereyan etmişse, işini bana bırak ve
teslim ol. Ey Salik! Seni "ev edna" (veya daha yakın) huzuruna has kılmak istiyorum. Kur'an
cevherlerinin ve göz kamaştırıcı incilerinin ayetlerindeki işaretlerin hakikatlerine muttali
oldun mu? Kur'an'ı suret suret bu açıdan kavradın mı ki senin için suret kemali sahih
olsun? Sana tercüman lisa-niyle onun açıklamalarını ve paha biçilmez değerlerini
söyleyeceğim. Ebu Hamid'in Kur'an'ın cevherlerine ve incilerine dair münacatları gibi. Ben onu
zamanında öne çıkarmıştım, meydanında herkesi geçmişti. Zamanının güneşinin ve ayının
sırrıydı. O zamanlar onun tarzında bir şey yazılmış değildi.
Derken yol senin zamanına ulaştı.
Senin henüz olgunlaşmamış zamanın gelip çattı. Senin için onunkinden daha ince bir
şekilde yün eğirdik. Varlığın ve ciddiyetin nis-betinde onun yününü ve ciddiyetsizliğini
kaldırdık. Sen, bizim için harika bir tarzda ördün. Ona saf bir gömlek giydirdin, değişik
renklere sahip. İri gözlü bakirenin bozulmamış incisi gibi. Aralarında farkın varlığı
açıktır. Genelinizin birbirinize katılmanızın yolu apaçık ortadadır. Çünkü biz senin için incileri ve
cevherleri tek bir ipe dizdik. Uzak farkın huzurunda bu dizilişi bariz kıldık. Buna vakıf
olan kişinin, neredeyse senin ona kattığın nisbeti fark etmeyeceği görülür. Senin
münacatmda onun nisbetinin sırrı sana görünecektir. Sebebinin makamının yüksekliği de. O halde
tercümanın Rahman'm dilinden, Kur'an'ın sırlarından, Furkan'm cevherlerinden, sülük
incilerinden, meliklerin sülukunun cevherlerinden, boyunların gerdanlıklarından,
denizlerden çıkarılan göz alıcı nadide sedeflerden, kibritlerin remzlerinden ve yakutların
parlaklıklarından sana aktardıklarını dinle.
Ey salik! Kulak ver, sırların
kapalılıklarını kavramak için. Nurların doğuşlarını, parıldayışlarını kavramak için
basiret gözünü aç. Ezeli küllîlikle ebedî küllîlikten yok ol. Biz bunun kaynaklarını senin için
özetledik. Senden başka niceleri buna kavuşmaya yeltendi, yarı yolda kesildi. Bir yarıyı
senin için ayırdık. Sana meşakkatsiz bahşettik. İlâhî huzur denizlerinden kendini tanı. Ona
balçıktan kalıplar inşa et. Çünkü kabukla beraber öz de
olmalıdır. Bedenle beraber kalbin
olması gibi. Sırların ve gaiplerin mahalli ile saba ve güney rüzgarlarının estiği yer birbirinden
ne kadar uzaktır. O halde bu sırların anlamlarını seçmekten başka yol yoktur.
Amacın nedir? Uzatmak mı, yoksa özetlemek mi? Çünkü burası "ev edna" (veya
daha yakın) huzurudur. Burada ince sırdan veya latif manadan başka bir şey bulunmaz. İmam Ebu
Hamid'in münacatından faydalar buradan gönderildi.
Ona dedim ki: Talib, işaretin
vaki oluşunu anladığı zaman, ibare onun için kısa ve öz kılınır-eğer tahsil ehli ise,
kendisi onu ayrıntılandırmaya muvaffak olur. Bana kısa ve özlü bir lafızla bir çok anlamı sor,
benim için som altın gibi özetle.
Salik der ki: Bana dedi ki: Evet,
özetleyeceğiz, maksadı ifade ederek kısaca sunacağız. Şimdi sana bir
tercüman göstereceğiz; o sana kitabın sırlarını ilka edecek. Sana, özlerin kabuğunu takdim
edecek: "Ve ma kâne libeşerin en yukellimehullahu illa vehyen ev min verai hıcabin /
Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur." (Şura, 51) Biz ona
emrettik ki, sana onunla ilgili olmak üzere, ekim ve biçim, yol
ve cihad, tecelli ve çözülme, başlangıç
ve sonuç, yükseliş ve buluşma, dikme ve devşirme, harf ve anlam, ticaret ve kâr,
salah ve başarı, kapıyı çalmak ve açmak, sülük ve vasıl olmak, cümleler ve fasılalar, yer ve
gökler, lafızlar ve işaretler gibi hakiki işaretler arasındaki şeyleri sorsun. Sen de bunların
yazılı remzlerini düzenle. Tâ ki senin için dizilmiş olsun, mülk içinde irtibat sağlansın.
Salik der ki: Ona dedim ki: Ey
efendim! Şüphesiz kulun gözü senin sayende keskindir. Gördüğü gibi kulak da
verdi. Eğer onu hikmet ve eğri ile doğruyu ayıran hitapla desteklersen, doğru cevap vermeye
muvaffak olacaktır. Bana dedi ki: Seni dost edinmedik ki, seni destekleyelim. Sonra
tercümana dedi: Ona ilk açacağın şey vahyin sırrı ve özüdür. Ona bunun kapılarını,
Fatihatu'l-Kitap'tan aç.
Salik der ki: Bunun üzerine
toplantı meclisine girdik, münazara sergisini serdik. Tercüman kollarını sıvadı ve dedi
ki: Kur'an'ın sırlarının cevherlerinden ve paha biçilmez gerdanlıklarından cevaplar getir.
İmam Ebu
Hamid'in Münacatnın Ayetleri
Alametler ve Övgüler Rüknü
Dedim ki: Allah'a yemin ederim
ki, kalp dizinlerinin en keskinini, dil oklarının en etkilisini sordun.
Tercüman şöyle dedi:
Fatihatu'l-Kitap (Fatiha suresi) hakkında ne düşünüyorsun?
Dedim ki: Yüce yaratıcı onu iki
kısma ayırmış, ki varlıkta iki ilâh olmasın.
Dedi ki: Ondaki işaretler, remzler ve inciler
hangileridir?
Dedim ki: Onda kızıl ve sarı yakutlar, sarı renkli amber, yaş ud ağacı vardır.
Ey
Tercüman! Ana kitaba bakmayayım mı? onda bir yere intisap yoktur. Aksine o, bütün
alemler için apaçık imamdır. Âlemlerden kimisi imamı bilip tabi oldu, yüceltti. Kimi de onu
bilemedi, değerini düşürdü, aşağıya indirdi. O sabit bir köktür ki, dalları göktedir.
Rabbinin izniyle yemişini her an vermektedir. Hem de suya
hiç ihtiyacı yoktur. O,
değişmezlere göre tekrarlanan (Mesani)dır. Fatiha, açık yollara göre, furkanla ahlaklananlar için
Ümmü'l-Kur'an'dır.
Salik der ki: Durmadan bana
Kur'an'ın cevherlerini ve incilerini sure sure sordu, derken sonuna vardı. Der ki:
Tercüman Kur'an'ın cevherlerine ve incilerine ilişkin sorusunu tamamlayınca, münazara sergisini
dürdü, toplantı kapısını kapattı. Böylece amaç da benim için tecelli etti. Dedi ki: Tam
da arzu edilen yere geldin. Sen iksirsin. Usta alimin ağır konuşmasısın. Tökezlemeyen soylu bir ata
bindin. Körelmeyen ve darbesi sonuna kadar
nüfuz eden keskin bir kılıçla
vurdun. İşte levh önünde duruyor. Sana vahyedileni oku.
En Yüce Levhin
Münacatı
Bismillahirrahmanirrahim
Allah'ın salat ve selamı
efendimiz Hazreti Muhammed'in, ehlibeytinin ve ashabının üzerine olsun.
Salik der ki: Sonra övgü eliyle
beni kendine çekti. Beni tevhid levhinin huzuruna indirdi. O ilahî kalem ve Rabbani
ilimdi. Bu levhte yazılmış olduğunu gördüm, merhamet ve neşe ehlinin makamlarının. Bunun
üzerine nimet perdesini kaldırdım, rahmet tevhidi göründü bana. Sonra ebedîlik
perdesini kaldırdım, kayyumluk tevhidi bana göründü. Sonra nurlar perdesini kaldırdım, izhar
tevhidi göründü bana. Sonra nispet perdesini kaldırdım, yürüyüş tevhidi göründü bana.
Sonra ifade perdesini kaldırdım, şehadet tevhidi göründü
bana. Sonra ikilik perdesini
kaldırdım, cem (topluluk) tevhidi göründü bana. Sonra halk perdesini kaldırdım,
Hakk tevhidi göründü bana. Sonra emir perdesini kaldırdım, sır tevhidi göründü
bana. Sonra terk perdesini kaldırdım, mülk tevhidi göründü bana. Sonra sahiblik perdesini
kaldırdım, kulluk tevhidi göründü bana. Sonra dostluk perdesini kaldırdım, tecelli
tevhidi göründü bana.
Sonra veraset perdesini
kaldırdım, ihtiyaçsızlık tevhidi göründü bana. Sonra İslam perdesini kaldırdım, alametler
tevhidi göründü bana. Sonra kapının fer'i perdesini kaldırdım, sebepler tevhidi
göründü bana. Sonra ameller perdesini kaldırdım, inzal tevhidi göründü bana. Sonra müsemma
perdesini kaldırdım, isimler tevhidi göründü bana. Sonra deneme perdesini kaldırdım, ihtiyar
(seçme) tevhidi göründü bana. Sonra haberdar olmak perdesini kaldırdım, genişlik
tevhidi göründü bana. Sonra tabi olma perdesini kaldırdım,
dinleme tevhidi göründü bana.
Sonra şüphe perdesini kaldırdım, gayb tevhidi göründü bana. Sonra öncesizlik (kıdem)
perdesini kaldırdım, kerem tevhidi göründü bana. Sonra teslimiyet perdesini kaldırdım,
tazim tevhidi göründü bana. Sonra na'leyn (iki nalın-Musa'nın tuva vadisinde
nalınlarını çıkarmasına telmih)perdesini kaldırdım, iki kevn tevhidi göründü bana. Sonra sena
perdesini kaldırdım, yokluk tevhidi göründü bana. Sonra minnet perdesini kaldırdım, güç tevhidi
göründü bana. Sonra arzetme perdesini kaldırdım, huzur
tevhidi göründü bana. Sonra "affet, marufu
emret" perdesini kaldırdım, sarf tevhidi göründü bana. Sonra
divan perdesini kaldırdım, son
varılacak yer tevhidi göründü bana. Sonra mülk perdesini kaldırdım, ifk (iftira) tevhidi
göründü bana. Sonra kurtuluş perdesini kaldırdım, ihlas tevhidi göründü bana. Sonra ibadet
perdesini kaldırdım, sahiblik tevhidi göründü bana. Sonra ateş perdesini kaldırdım,
istiğfar tevhidi göründü bana. Sonra bakıp muttali olma perdesini kaldırdım, vasıflar tevhidi
göründü bana. Sonra şirk perdesini kaldırdım, mülk tevhidi göründü bana. Sonra ihsan
perdesini kaldırdım, iman tevhidi göründü bana. Sonra kefalet perdesini kaldırdım, vekalet
tevhidi göründü bana.
Salik der ki: Bu kıymetli
sahnelerde, ulu makamlarda bana seslenince ve ben hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın
işitmediği, hiçbir beşer kalbinin düşünmediği, hiçbir düşüncenin kapsamına almadığı
şeyleri görünce, bana dedi ki: Ey salik! Bu makamlar nerede onlar nerede! Dedim ki:
Aralarında neseb ve sebeb vardır. Doğru söyledin, dedi.
Sonra şöyle dedi: Ey resul! Ona
atı yaklaştır ki, ona çandan sesleneyim.
Rüzgarların Münacatı,
Çan çıngırtısı ve Kanat Tüyü
Bismillahirrahmanirrahim
Allah'ın salat ve selamı
efendimiz Hz. Muhammed'in, ehlibeytinin ve ashabının üzerine olsun.
Salik der ki: Hür soylu atın
sırtına bindim. DOST, DOST, dedim. İncelikler ve latif varlıklar, yumuşaklıklar ve
marifetler arasında yandım, at çan huzurunda duruncaya kadar. İmtihanın vaki olmasıyla
melodilerin çıngırtısını duydum. Tüylerim diken diken oldu.
Yanımda olan her şey bir anda yok
oldu. Sonra rüzgarlarını üzerime şiddetle estirdi. Sonra kanatlarının tüyleriyle üzerimi
örttü. Ardından beni rahatlattı. Derken alemleri gördüm; başkalarının üzerine
üşüşüyorlardı, akbabaların leşlerin üzerine üşüşmeleri gibi. Bu manzara karşısında şu maksadı
ifade eden sözlerle olayı tasvir ettim:
Onun kanatlarının
gölgesiyle zamanımdan gizlendim
Gözlerim görür
zamanımı, ama o görmez beni
Eğer günlere
sorulsa "ismim nedir?" diye, bilemez
Mekan nerede?
diye sorulsa, mekanımı bilmezler
Salik der ki: Bu sert esen
rüzgarlar dinince, gök gürlemesinin sarsıcı zangırtısı durduğunda, şakaklardan terler
boşanıyordu. Korkudan ve dehşetten eridim. Kanatlarını açtı ve rüzgar dindi, dedi.
Bu rüzgar nereden geçerse, orayı
havaya savrulmuş toz dumana çevirir, yakıp yıkar. Çünkü; gayret rüzgarıdır. Yoksa
onun sahibiyle beraber başkası kalamaz. Bu rüzgar kötülükler atar, hem bırakmaz,
hem vazgeçmez. İnsanın derisini kavurur. Bunu hikmetli kitabda apaçık söyledik: "Ve
Jî adin izerselna aleyhimurrihal'akime /Ad kavminde de ibretler vardır. Onlara kasıp
kavuran rüzgarı göndermiştik." (Zariyat, 41) Bu rüzgar uğradığı
bir şeyi mutlaka kum gibi
savurur. Ben de bu kanadı, bu makamın sahipleri için bir koruyucu bir kalkan yaptım. Bazen
bunun için bir himaye ve kalkan olarak da isteyebilir. Dolayısıyla kendisine uğradığında
ona sapına tüy takılmış her türlü oku atar ve bu tüyün dallarına takılır. Bazen bir ok
bundan kurtulur veya düşer. İnayet ehlinden birinin kalbine isabet eder de durumuna gıpta
eder. böylece kalpler hızla bu oku atana doğru meyleder. Okun hedefe koşması gibi. Bu
durumda hem bulanlar, hem de vecde gelenler aşağıdaki
beyitlere benzer beyitler inşad
ederler:
Bana sevgi ve
aşk okunu attı
Bir ok ki aşk
müptelasının ve kara sevdalının kalbine isabet etti.
Bunun gibi daha nice beyitler
söylenmiştir. Bu oklar kanadın tüyüne asıldıklarında onun koruması altında selamette
olur. Ama bundan önce de onun yok olmayacağından, telef olmayacağından emin
olurlar. Bazen vahiy huzurunda ve himayesinde vecd ile ilgili iddiası da iptal olabilir.
İddiası iptal olunca, bizim ona gösterdiğimiz üzere onu geri çevirmezler. Çünkü biz onu
olabilecek en kolay şekilde indirdik. Onunla "evha" (vahyetti) huzuru arasına yerleştik. Bazen
yaşlılığında anahtarlarının elinde olduğunu tahayyül edebilir. Asla, onunla onun
arasında çölleri ve sahraları vardır. Bineklerin boyunlarına sarılarak onları aşarlar, ama
henüz oraya ulaşabilmiş değildirler. Onun arzında vaat ile tehdit arasında bir noktada
hazırlanıyorlar. Orası onlara göre Süreyya yıldızı uzaklığındadır. Eğer
içlerinden biri bir şeyden şikayet ederse, onun şöyle dediğini
görürsün: Yazıklar olsun sana,
kuşkusuz sen bir yalan ortaya attın. Ne keskin cevap ve ne dehşetli bir söz. Beklerler, ama
bakmazlar. Merhamet isterler, ama merhamet etmezler. Haykırırlar ve kendilerine cevap
verilir: "Orada kesin sesinizi ve konuşmayın." "Ve ma zalemnahum velakin kânu humuz
zalimin / Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendileri zalim kimselerdir."
(Zuhruf,76)
Salik der ki: Sonra şöyle dedi:
Rüzgarlar dinince kanatlarını onların üzerine yaydı, kalblerine huzur telkin edip
onlara esenlik içirdi. Sırlarına lütuf estirdiğinde, bu nefesin meltemi bazı kalblere isabet
eder. Bu kalbleri özlem yakıp kavurmakta, şefkat ve iştiyak ateşi tutuşmaktadır. Bu nefes
onları teskin eder. Oysa bundan önce kor ateşin kavuruculuğunu yüreklerinde
hissediyorlardı. Bu kandil sönünce, hakikat ehli ona nefesler
sahibi adını verirler. Önceki
kısa değinmelerimizin birinde buna işaret etmiştim. Nefesler sahibini musallat olmuş gibi
görürsün, onu orada tut ve anla.
Salik der ki: Sonra bana dedi ki:
Burada gördüğünü gördün. İstediğine nail oldun. Evet, dedim, niyet ettiklerimin
bazısını gördüm ve arzu ettiklerimin çok azına nail oldum. İzzetin hakkı için, huzurla
birlikte durmadım ve ona bir bakış bakmadım. Çünkü kevnin her cüzü perdedir. Sıfatlar da
sebeplerdir. Dedi ki: İstediğin sana verilecektir. Senin durumun inancına bağlıdır. Ona dedim ki:
Şimdi kederim yok oldu, gamımın gecesi dağıldı. Dedi ki: Seni kalbinin durağına ve aklının
karargahına ulaştıracağım. Dedim ki: Benim bir
karargahım, yoktur: "Kellâ
la vezere ilâ rabbike yevmeizin'l mustekar / Hayır, hayır! Sığınacak yer yoktur! O gün varıp
durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur." (Kıyamet, 11-12) Dedim ki: Allah'ı
istiyorum. Çünkü rububiyette kulların tevhidi vardır. Dedi ki: Bu güne kadar kimsenin izlemediği
bir yol izleyecek, elde edilmemiş, ulaşılmamış bir himmete sahib kılınacaksın.
Parçalamadığın perde, yırtmadığın örtü, ortadan kaldırmadığın, silip atmadığın zorluk kalmayacak. Nereye? diye
seslenilir. Seslenilen kimsede bütün izler ve
aynler yok edilir. Çünkü bir
menzilde karar kılamaz, bir menzilde gögünden eser bulunmaz. Ben, tebliğle her salike ve
makama ulaşmış herkese seslenirim. Sanır ki, sona ve nihayete ermiş. Hitabı duyduğunda "bu
kuluna vahyettiği makamdır" der. O zaman onun katından tebliğle döner. Oysa bu hitabın
kendi sınırıyla ilgili olduğunu bilmez. Dolayısıyla şehadete misal âlemine dönmek ister.
Mirasa ve kemale yönelik arzusu artar. Bazen temsilden de aciz olur. Eksiklik kendisine
gösterilir. Bunun üzerine vasıl olmak ve eksiklikleri tamamlamak
için geri dönmeyi ister. Ama
önündeki yol da kesilir. Sana gelince, her çukur yanında sana seslendim. Orada
sana baktım. Gizli sesleniş ve güzellik arası bir bakış baktım. Bunların tümünde
doymazsın, ikna olmazsın. Adım atmaz ve toplamazsın. Dersin ki: bu, değiştirmeye dönüştü.
Çoğun az bir kısmıdır. Dedim ki: Kul, mevlayı nasıl
bilsin ki? Eğer dediklerin olmasaydı, Allah'ın "levla=olmasaydı"
sözleri tükenmezdi. Kulun iradesi olmaz, ki onunla dönüşü ve görmeyi istesin. Sadece ifade etme ve
arttırma vardır. Eğer senden vaki olur da benden vaki olmazsa, sen kendinden konuşmuş
olursun, benden değil. Benim de kanıtım olur ve kanıt
sunma geleneği, yolları benim
için açığa kavuşmuş olur. İzzetin hakkı için, eğer beni ebedler boyunca baki kılsan, yine
de senden daha fazlasını isterdim. Çünkü ben nihayetin imkansız olduğunu biliyorum.
Böyle iken bu halden nasıl geri dönebilirim. Eğer benden mülke dönmemi istersen, şart koş.
Bu takdirde gözlerim aydınlanır ve gurur duyarım.
Dedi ki: Biz şart koşmayız.
Dedim ki:
Nurum onların üzerine yayılmış olur ve himmetle onları yüceltmiş olurum. Ben de gam
çemberinin dışına çıkarım. Senin kalbinle onların iç dünyalarına seslenirim. Senin
gaybının hazinelerinde gizlenmiş olarak. İz bulurlar, ama ayn bulmazlar. "Eyne"yi
(nerede) taleb ederler, ama bir "eyn" (nere) bulmazlar. Derken
kederleri artar, isimleri
güçlenir. Böylece bu irşad ve hidayette son ve başlangıç sahibi ben olurum. Yırt perdeleri, yamncaya
kadar. İstenir ama yetişilmez. Tıpkı senin de isteyip de yetişememen gibi. Eğer doğru olsa
benim için bu şart koşma, bu irtibata güç getirirsem, o zaman sererim döşeği. Yürürüm
kasılma ile açılma arasında. Dedi ki: "Evha" (vahyet-ti) huzuruna yüksel. Orada olacakları
sana söylerim. Orada sana "Kalem" ve "Nun"un sırrını bahşederim. Tâ ki bir şeye
"ol" deyip de oluverinceye kadar.
"Evha"
(vahyetti) huzuru
Bismillahirrahmanirrahim
Allah'ın salat ve selamı
efendimiz Hazreti Muhammedi'in, ehlibeytinin ve ashabının üzerine olsun.
Salik der ki: Kendimden kapıp
götürüldüm, kendimden yok edildim. Bazı şeylerle ve sırlarla karşılaştım. Üzerleri
ikrar ve inkarla örtülmüştü. Bunlar ibarelerden sıyrılır belirginleşmişlerdi. İşaretten
bile inceydiler. Nitelenmeleri ve vasfedilmeleri mümkün değildi. Sınırlandırılamaz,
sıfatlandırılamazlardı. Bunlarla ilgili olarak en fazla "dedim" "dedi" şeklinde söz
edilebilirdi. Makam ve hal yok oldu. Misal de zıt da kalmadı. Ne bir
başlangıç kaldı ne bir sınır.
Cennet ve cehennem ortadan kalktı. Karanlıklar ve nurlar yok oldu. Her yakınlık ve uçuş yok
oldu. Ne kanat kaldı, ne de şerefli bir topluluk. Soru ve cevap birleşti. Yazı ve kitap
zail oldu.
Cevap veren cevap verilendi.
Deniz ve taşları, hakikat ve gülleri geçip gitti. Gök gitti, nurları söndürüldü. Artık hak ile
baki olma haline dönmem; aynın ortadan kalkıp silinmesinden sonra. Derken
gaibler-de sırların sırrının ruh özünü, nefsin kalbinin anlamında buldum. Dün bunu düşünmezdim
bile. Sonra başıma göz kamaştırıcı taç giydirdi. Yücelik güllerini taktı başıma.
Üzerime yücelik hırkasını geçirdi. Bana "aynı şekilde duyur" diye izin verildi. Ama bu duyuru,
rüzgarlar huzurunda koştuğum şarta bağlıdır. Çan ve kanat huzurunda bağladığım akde
göredir. Bu gün ben seslenirim, bana seslenilir. Hediye veririm, hediye alırım. Gece yürütürüm, gece bana gelmek için yürünür. Tevekkül ederim, bana tevekkül edilir. Derken
ilmimin kapsamında olan bütün huzurları bana bahşetti.
İsmime doğru sülük edenler
bunları birer birer delip geçerler. Kendilerinin idrak etmelerini sağladığımdan başka benden bir şey
idrak etmezler. Onlardan hiçbiri, kendisini sahip kıldığımdan öte, varlığımdan bir
şeye sahip olamaz. Tabi ki benim katımda onlara yönelik bir inayet varsa, eğer ilmimin
kapsamında onlar için önceden hidayet hükmü verilmişse. Yoksa irfan denizinde yüzerler,
lütufların derinliklerinde kuşatılmış olurlar. Allah onlara yolu kolaylaştırmış ve vahyin
sırlarını onlara öğretmiştir.
Perdeleyenin
benim için koyduğu bazı sınırları haber verme babı:
Benim için konulan sınır,
"evha" (vahyetti) huzurunda elde ettiğim şeyleri, bana soran iyilere açıklamamdır.
İzin Münacatı:
Salik der ki: Bana, eşit düzeyde
duyurma, başkası konumunda durmama, hitapta, yüce tebliğ yeri ve Nebevi miras
olduğu için kürsü huzurunu aşmama iznini verince, karşınıza haber veren, yasaklayan
ve emreden olarak çıktım. Sakın "evha" (vahyetti) huzuruyla ilişkimin inni (benlik
ve öz mertebesi itibariyle ayni varlığın gerçekleşmesi) bir ilişki olduğunu sanmayın. Bu
vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir. Buna ilişkin
olarak size sunacağım delil,
baştan itibaren şu ana kadar olup bitenleri size tarif etmenidir, ki ben bütün bunlarda sülük
ettim. Ondan, önceki şarta ve bağlantıya dayalı olarak en yüce adalet mahiyetindeki tebliği
kabul etmedim. Dolayısıyla bana ferdi var etmeyi nispet etmeyin. Çünkü O Efendi, bense
kulum. Burada olanlar; remzler ve sırlardan başka bir şey değildir. Düşünceler ve zihinler
onlara yetişemezler. Bunlar çok şefkat edenin bağışlarından başka bir şey değildir. Bunlara
ancak tat (zevk) düzeyinde nail olunabilir. Ayrıca
ancak benim gibi içinde aşk ve
şevk olan kimselere ulaşırlar.
Salik der ki: Beni bu kutsal
huzura vardırınca, üzerimdeki ipek giysileri soyup çıkardı. Beni kapısında çıplak
bırakıverdi. Ki yalvararak içeride neler olduğunu söylemesini kendisinden isteyeyim. Böylece
muhtaçlığım (fakirliğim), yoksunluğum (miskinliğim)da gerçekleşsin, omurgam kırılsın.
Ne istediğini öğrendiğimde içimde bir şiirin şekli belirdi. Basit bahrinden beyitler akıcı
bir üslupla döküldü dilimden. Yazı da sarsılıp şekillenmeye
başladı, kapısını çalarak,
vatanından ve sevenlerinden ayrı kalan biri olarak söyledim:
Ey yakarıp
yalvardığım!
Ne çok istersin
beni engellemeyi
Kaç kez istedim
size ulaşmayı
Yalvararak,
ürpererek
Kaç kez duydum
soluklarımı
Ah! Kalbimin
paralanışı
Bir kalp ki erir,
bir ah çekiş ki
Gittikçe
yükselir, aşkımın dayanılmaz acısından
Ey görünürde
ayn, ki
İkiliğimi ondan
elde ettim
Kapısında göz
yaşı döktüğüm
Yalvardığını,
yakardığım
Ey nefis!
Kederinden öl
Sevgiliye ada
kendini
Ona duyduğun
özlemin ifadesi olarak, belki
Ağıt yakar
vefasızın resmine.
Kapısında
durduğumda
Uzun uzun soluk
alarak, yalvararak
İnleyerek,
şefkat göstererek
Yutkunarak,
hıçkırarak.
Sevgili,
seslendi, kimdir
Kapıda? diye.
Dedim ki: çağrılmış bir genç.
Dedi ki: Bir
iddiadır bu, var mı bir şahit
Onu bilen? Var
dedim, yanımda.
Eğer yalan
söylüyorsam, efendim!
Göz yaşlarımın
şahitliği yeter bana
Uykusuz
kalışlarım, saç sakal birbirine karışmalarım
Elem çekişlerim,
sızlanışlarım
Ahu vah figan
edişlerim, şaşkın dolaşmalarım
Koyduğum
kurallara göre amel edişlerim
Geceler boyunca
ağladım
Hatta yatağım
bile beni ağlattı
İç çekişlerim
buna şahittir
Ve doğan
yıldızların parıldayışı
Bana dedi ki:
doğru söyledin. Nedir
İstediğin? Dedim
ki: Beni dinlemen.
Maksadım
batıştır, ve zahirim
Yolumu yeniden
başa getirmekte.
Bazı tutkulu
arzularına yönelerek
Ulaşılmaz, en
azize doğru
Ey zahirden
zahir olan!
Daha ne kadar,
engellen, diyeceksin!
Bakışlarımı
perdeleme
En yüksek
mahallin parlaklığıyla
Bahşet,
bahşetmeyi tasarladığını
Ey en parlak
ululuk sahibi!
Nerede hicap,
hep vardı
Yanımda bir
insan olduğu sürece.
Korunduğumda
dörtle
Gizlilik ve dört
ortadan kayboldu
Bilgim bilginle
kaimdir
Gözler ve
kulağım da
Hayat ve
kudretim de
Zat senin
zatındır, diyorum
Söz senin
sözündür, irade de
Onun gibi. O
halde doğ üzerime
Ey göz! Ona
ağlama
Bu gün, özlemle.
Göz yaşlarını kes.
Eğer başkası
terk etseydi
Ona ağlardım. O
halde bundan yararlan.
Salik der ki: İçimde yerleşik
olan duygularımı ifade eden, gerçek halimi dile getiren şiirimi dinleyince, kapıyı açtı,
perdeyi kaldırdı ve sana söyleyeceklerimi dinle. Ey resul (elçi)! Sana indirileni tebliğ
et, dedi.
Teşrif, tenzih,
tarif ve uyarı münacatı:
Uyarı, en mükemmel ve en güzel
yaratılışla, en sağlam ve en güzel, korunmuş, dokunulmaz kılınmış hakla
ilgilidir. Ki "Elif. Lam. Mim."de "incire ve zeytine
andolsun"da korunup muhafaza edilmiştir. Ben
buna, kutsal huzurda kor olarak işaret ettim. Şöyle dedim:
Bir meltem esti,
akşam vakti girince ve şafak öncesinde
Kutsal huzurdan,
güzellik bahçesinin kokularıyla
Parlak bir işaret
belirdi, "ara" ufuktan, bize göründü
Su pınarlarının
kurulukta olduğunu göstermekte
Kelimullah'ı
(Musa'yı) görmediniz mi? nasıl belirdi
Ona hitap,
ağaçlardan ve bir kor içinde
Salik der ki: Bu teşrif, tenzih,
tarif ve uyarı makamında bana söylenen şudur: Kulum! Sen benim hamdimsin. Emanetimin
ve ahdimin taşıyıcısısın. Sen benim boyum ve enimsin. Arzımda halifemsin.
Hakkımın ölçüleriyle kaim olansın. Bütün mahlukatıma gönderilensin.
En aşağı alemin, en yakın ve en
yukarı vadidedir. Sen benim aynamsm, sıfatlarımın tecelligahısm. İsimlerimin
açıklayıcısısın. Göklerimin yoktan vare-dicisisin. Sen mahlukatın içinde bakışımın yerisin. Cemimin
ve ayrılığımın toplandığı mekansın. Sen benim hırkamsın. Arzım ve semamsın.
Arşım ve büyüklüğümsün. Sen beyaz incisin, yeşil zebercetsin sen. Seni kuşandım,
üzerine istiva ettim. Sana geldim, seninle mahlukatıma
tecelli ettim.
Sen münezzehsin, ne yücedir
gücün! Egemenliğin benim egemenliğimdir. Böyle iken yüce olmaz mısın hiç! Elin benim
elimdir; böyle iken bağışın büyük olmaz mı! Sana denk olacak bir benzerin yoktur. Sana
eş olacak bir dengin olmaz. Sen suyun sırrısın, göğün
yıldızlarının sırrısın sen. Hayatın ruhunun hayatı, ölülerin
dirilticisisin. Sen ariflerin cenneti, saliklerin
gayesi, yakmlaş-tırılmışların (mukarrebin) reyhanı, sağ ehlinin selamı, talihlerin
muradı, uzlete çekilmişlerin, yalnızların, her şeyden ilgilerini koparmışların yoldaşısın sen.
Özlemle kavrulanların huzuru, korkanların güveni, alemlerin ürkütücü yalnızlığı, varislerin
mirası, sevenlerin göz aydınlığısın. Vuslata erenlerin armağanı, sığınanların güvencesi,
seyredenlerin dinlencesi, parçalanmışların etrafında toplandığı sancak ve
hamdedenlerin övgüsüsün sen.
Sen sedeflerin incisi, vasıfların
denizi, sıfatların sahibi, adalet mahallisin. Vasfedenlerin makamı, şereflilere
şeref payesini veresin. Enam ve Araf'ın sırrısın sen. Ne mutlu bir sırra ki sana
ulaşır, senin önünde secdeye kapanır! Onun için katımda, koyduğum sınırın ötesinde
gizlediğim bir ödül vardır. Başta bununla sana münacat ettim,
en yüksek mahalden yükseltildiğin
sırada. Kulum! Sen benim sırrımsm, emrimin mekanısın. Burası senin
yüceliğinin yeridir. Ki her varlığın üstündedir. Burası senin şeref makamındır.
Sen güllerin bahçesi ve
bahçelerin gülüsün. Sırların mağribi ve mağribin sırlarısın. Nurların maşrıkı ve maşrıkların
nurlarısın. Sen olmasaydın makamları ve
sahneleri ortaya çıkarmazdım. Görülen ve gören var
olmazdı. Alametler ve övgüye
değer varlıklar övülmezdi. Mülk ile me-lekut birbirinden ayırt edilmezdi. Lahut, nasut zırhına
bürünmezdi.
Varlıklar seninle ortaya
çıktılar, düzen içinde tertip edildiler. Varlıkların arzı seninle süslendi, bezendi. Kulum! Sen
olmasaydın, sülük ve sefer olmazdi, ayn ve eser olmazdı, vuslat ve dönüş olmazdı. Keşf ve
gözlem olmazdı. Mekan ve yerleşme olmazdı. Hal ve renklenme olmazdı.
Tat olmazdı, içme olmazdı. Kabuk
olmazdı, öz olmazdı. Hitap olmazdı, nefis olmazdı. Heybet olmazdı, ünsiyet olmazdı.
Nefes olmazdı, kor olmazdı. At olmazdı, çan olmazdı. Kanat olmazdı, uçma olmazdı.
Rüzgarlar olmazdı, duruş olmazdı. Miraç (yükseliş) olmazdı, huzursuzluk olmazdı. Yer
edinme olmazdı, tecelli olmazdı. Cömertlik olmazdı, varlık olmazdı. Hamd olmazdı,
övülen olmazdı. Yaklaşma olmazdı, yükselme olmazdı. Sarkma olmazdı, buluşma olmazdı.
Kolaylık olmazdı, yumuşaklık olmazdı. Bürüme olmazdı, perde olmazdı. Nasıl
(keyfe) olmazdı, nerede (eyne) olmazdı. Cem olmazdı, ara olmazdı. Yarılma olmazdı, bitişme
olmazdı. Toplanma olmazdı, ayrılma olmazdı. Kesinlik olmazdı, son olmazdı. Vahiy
olmazdı, kelam olmazdı. Parıldama olmazdı, şimşek olmazdı. Hak olmazdı, halk olmazdı.
Seslenme olmazdı, dinleme olmazdı. Lezzet olmazdı, yararlanma olmazdı. Yüzme
olmazdı, soyulma olmazdı. Doğruluk olmazdı, yakin olmazdı. Gizli olmazdı, açık olmazdı.
Kandil olmazdı, ışık olmazdı. Giriş olmazdı, çıkış olmazdı. Sıfatım için bir ayn zuhur
etmezdi, vuslat ya da ayrılık tahakkuk etmezdi. Arş olmazdı. Döşek serilmezdi, bulut
kaldı-rılmazdı. Nurlar surları aydınlatmazdı. Halk denizleri tavırlara akmazdı. Sen olmasaydın, kulluk
edilmezdim, birlenmezdim. Bilinmezdim. Çağırmazdım, icabet edilmezdim. Dua
edilmezdim, dualara icabet etmezdim. Şükredilmezdim, inkar edilmezdim, batın veya zahir
olmazdım. Takdim etmez, tehir etmez, sonlandırmazdım. Emretmez, gizlemez, açıklamaz,
haber vermez, açıklamaz ve işaret etmezdim. Sen feleğin kutbusun, meleklerin
öğretmenisin. Mahbeste rehin ve en kutsal makamda sultansın.
Sen benim kimyamsm, simyamsın.
Sen kalblerin iksiri, gayp bahçelerinin havuzusun. Seninle aynler yer değiştirir. Ey
İnsan! İrade eden sensin, inanan sensin. Rabbin senden ve sanadır. Mabudun gözlerinin
önündedir. İrfanların sana döner. Senden başkasını bilmedim. Sadece sana münacat
ettim.
Takdis Münacatı:
Ben birim ki, fikirlerin beni
kuşatması mümkün değildir. Sırlar bana ulaşamaz. Basiretler ve gözler beni idrak
edemez. Ben latifim ve her şeyden haberdarım. Hikmet sahibiyim, kadirim. Yok olurken
de var olurken de ben olduğum gibiydim. Yok iken bende hasıl olan bir şey olmadığı gibi,
bir şeyi yitirip de sonra var etmiş değilim. İlmim senin yalınlığın iledir, kudretim senin
adımlarında zuhur eder. Tenzihten münezzehim. Keyfiyet ki
teşbihten beridir, acizlikte de
marifetim kemal üzeredir. Bu celal huzurudur. Benim, akla gelebilecek bir mislim yoktur.
Akıllar, bir benzerimin olduğuna delalet etmezler. Zihinler, ululuğum karşısında şaşkındırlar.
Sırlar, ridamm arşını tavaf etmektedirler. Sen ve ben harf ve mana gibiyiz. Daha doğrusu
mana ve mana gibiyiz. Sen, gizli, nakledilen ve dilsel misilsin. Bense birim, birle bir
içinde birim. Fert fertle çarpılınca Rab kalır kul yok olur. Bu dış sır, senin ve miraç sahipleri
içindir. İki gözü olan bunda katlanma görmez. Yoğunlaşma da yoktur, ancak ayrılık hali
başka.
Minnet Münacatı:
Kulum! Senin için perdeyi
yırttım. Senin için akıl almaz şeyler sergiledim. Derken kavmine öz gerçekleri götürdün.
Bu yalancı bir büyücüdür, dediler. Kulum! Sana ahlâk sırlarını bahşettim, yaratıcı
(Halik) ismimin anahtarını eline verdim. Kafirler sana dediler ki: bu ancak bir uydurmadır. Kulum!
Sana "ol" ve olverdi, sözünden "nun" sırrını verdim. Bu deli bir büyücüdür, dediler.
Kulum! Onlara Kevser sırlarını götürdün, bu etkileyici bir büyüden başka bir şey değildir,
dediler.
Kulum! Kafiyelerin dizginini
eline verdim. Senin için anlamların işaretlerini ve şiarlarını yükselttim. Böylece nazmeden ve
nesredenin huzurunda öne geçtin. Onlarsa, bu şairdir, Resul değildir, dediler. Kulum! Apaçık nuru sana
gösterdim. Sen de onları yakini bilgiye muttali kıldın. Fakat bu öncekilerin kitablarından
başka bir şey değildir, dediler.
Kulum! Seni ilâhî huzura
çıkardım, seni keyfiyetten ve mahiyetten sildim. Eğer birini ona muttali kılan olsaydı, seni
muttali kılardım. Başkasını ona vakıf kılan olsaydın, seni vakıf kılardım. Oysa başkası
sahih olmaz, öyleyse nasıl zikrettin veya nehyettiğin ve emrettiğin nedir?
Kulum! Anlattım sana ki, arş
senin gölgendir, sır sağanağı senin çisintindir. Bunlar nerede senin şeref makamların
nerede! Seni isimlerle destekledim. Seni göklere yükselttim. Seni atlas perdelerin
ötesine geçirdim. Her makamı ve mevkii sana gösterdim. Bununla yüce efendi oldun. Tatlı
akışın kaynağı oldun. Süslü öfkeyi kestin. Yolda seninle ilgili olarak güven iddia eden
herkes için, sen gerçek bir sırsın. Bu, doğru kimsenin nefsine yerleştirdiğim bir özelliktir.
Bu, ulu bir mirastır; cem ve varlık ehlinden intikal edip gelir.
Senin değerin imamlıktan
yüksektir. Çünkü imamlık, arkasına ve önüne bakan kimseyle sınırlıdır.
Cihetler, fazlalığın ve
eksikliğin yeridir. Rüzgarın ve ziyanın mahallidir. Sen ise bundan münezzehsin. Çünkü sen
mülksün, maliksin. Sonra Kabe Kavs-yen'de sana tecelli ettim. Orada senin içinde eseri
ve ayni sildim. Sende iki yolu yok ettim. Ki ayn olarak sende insanlığından başka bir şey
kalmasın. Seni varlık içinde insan olarak sergiledim.
Böylece kalabalık düzene kavuştu.
Dal köküyle buluştu. Her şey birleşti. Kabuklar ortadan kalktı. Varlığın kemali ortaya
çıktı. Gördün kü, kulluk eden mabudun kendisidir. Kulum! Bütün nimetler
karşındadır. Tevhidin özü gözlerinin önündedir. İzzetim hakkı için alçak ve basık yerde
oturuşun uzadıkça uzadı. Engebeli gecede bekleyişin de. Bir yerde karar kılamıyordun. Üzerine
gün doğmuyordu. Bunun üzerine askerlerden acele
etmelerini istedin. "Ey
Yesribliler, bu gün size durmak yok, geri dönün." Bunun üzerine karanlık gecene, yıkılmış
memleketine remzli ay doğdu. Memleketin ki tahrif edilmiş ve kaçış da hızlıydı. Karanlığın
giysisini çıkardı. Bir billur parçası gibiydi. Nurdan giysiler içinde böbürlenerek yürüyordu.
Sonra seni buluttan gölgeler
içinde getirdim. Bulutlar ovalara ve tepelere yağmur yağdırdı. Çorak araziler
kabarmaya başladı, düz topraklar yeşerdi. Bu makamları delip geçtin. Senin gelişin için
huzurlar belirginleşti. Her huzurda senin için bir çadır vardı. Orada sana güzel zikirden sergilere işaret
edildi. Seni bu nispetlerden hep yükseltiyordum. Derken seni müsebbib aracılığıyla
sebepten perdeledim. Kendine, "mürit benim", dedin.
Başlatan ve tekrarlayan benim.
Bununla, vardığın yerden dönmen gerektiğini ifade ettim. Ayrıldığın makamlara dönmen. Bu
yükseliş dönüşüdür, ayrılık dönüşü değil.
Talim Münacatı:
Kulum! Sen, gayb hazinelerinde
sakladığım damatlardansın. Saklamamın sebebi, kalblerin ruhlarının sırlarının
onlara muttali olmasından kıskan-mamdır. Onlar bizim yanımızda hazır bulundurulmuşlardır.
Sağırdırlar, dilsizdirler, görmezler ve geri dönmezler.
Onların dizginlerine sarılan,
onların imamlarının arkasında namaz kılan, yüksek bir inayetle Tur'un sonunu elde eder. Yazılı
kitabın (kitabu'l-mestur) anlamlarına vakıf olur. Kuşkusuz doğru yolu göstermek Allah'ın
işidir. Dolayısıyla anlamların hakikatlerine vakıf olmak isteyen, büyük Kur'an'la ve
tekrarlanan yedi (seb'ul-mesani) ile ahlaklansın. Kitapta hiçbir şeyi gözden kaçırmadık. Basit ve
yazı alemine feyz olarak yağmak isteyen kimsenin kuşatıcı Kur'an olması gerekir:
"Yemhullâhu ma yeşâu ve yusbit ve ındehû ummul kitab
/Allah dilediğini siler,
dilediğini yerinde bırakır. Ana kitab O'nun katındadır." (Ra'd,39) Arifin hamdı ile varisin hamdı
arasındaki fark, kadim ile hadis (sonradan olma) arasındaki fark kadardır.
Dedi ki: Herkes, kendi mizaç ve
meşrebine göre iş yapar. Benim büyük ismim uludur, uzaklıkta ulu ve kerem sahibidir.
"Ve Jî enfusikum e fe la tubsirun I ve sizin nefislerinizde. Görmüyor musunuz?"
(Zariyat,21) O biricik faal sırdır. Ona ancak yükselen ve sonsuzluğa eren ulaşır. Bir de "Ellezi
âteynahu âyatina fenseleha minha / kendisine ayetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan
sıyrılıp çıkan." (Araf, 175) Arif, alaka kesmekten
hoşlanmayan, şeriat perdesini
yırtan, söyleyen, ama minnet etmeyen kimsedir: "Elhamdu lillâhi'llezî ezhebe anne'l hüzne
/ Bizden hüznü gideren Allah'a hamdolsun." (Fatır,34) Sığmağa doğru sülük eden, putları
paramparça eden, sağanak ve çisinti yağdıran kimsenin, bize bunu gösteren
Allah'a hamdolsun, demesi gerekir. Sadece "Lam"ı söyleyen,
yanında hasıl olanın ötesine geçmeyen, sınırını başlangıcına döndüren, benzerini
ve zıddını görmeyen, tehdidine ve vadine sahip olan yakınlığından ve uzaklığından
emin olan, ondan sonra kimsenin kendisine gelmeyeceğini bilen "Kalul hamdu
lillâhülezi sadekana va'dehu / dedi ki: bize verdiği sözde sadık ola Allah'a hamdolsun."
(Zümer,74) Halifeye tabi olan, her korkudan emin olur. Sırlar onun etrafında dolanır. Yüksek bir
mertebe elde eder. Sizden emir sahibi olan bir kimse de onu düşmana nispet etmez. Çünkü
Deyyan (kahhar-hesaba çeken)'dan başka fail yoktur." "Kul küllün min indillâh/de ki hepsi
Allah'tandır" (Nisa,78) Veziri eleştirip O'nun emrini reddeden kimse, emiri suçlamış, O'nun
değerini bilmemiştir. "Men yutiı'r resule fe kad etaallâh / Resule itaat eden Allah'a itaat
etmiş olur." (Nisa,80) Sıfat ve isimler sahibi O'dur. Bil ki, sıfat sana mevsufu (sıfatlananı),
isim de sana müsemmayı (isimleneni) gösterir. "Ve alleme'l ademe'l esma / Adem'e isimleri
öğretti." (Bakara,31) Bana bütün kelimeleri toplayan kitab verildi. Ağacın meyvesini
yemekten ancak kafir kaçınır. Ağacın meyvesinden yiyen iyilerin makamlarından yoksun
kalır. Aynı sudan beslenen kimi ağaç: "Kullen numiddu haulâi ve haulâi min atâi
rab-bike I Hepsine, onlara da bunlara da Rabbinin ihsanından veririz." (İsra,20) Bu ezelî
ahde vefa göstermenin gereğidir ve ebedî ahdin de anahtarıdır: "Hel cezaul ihsanî illel
ihsan/İyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey midir?" (Rahman,60)
Sure Başları
Sırlarının Münacatı:
Kulum! Benden bana tebliğ et. Ki
benim sözüm haktır. Cem ve ayrılık ehlinin lisanıyla hitap et. Çünkü konuşan benim,
telafuz eden sen. Tebliğ eden benim, ezberleyen sen. Benim adıma onlara söyle. Ben,
benden bana hitab edenim. Hiç kuşkusuz surelerin başları, makul suretlere sahib
kimselerin meçhulüdür. "Zalike fazlu'llâhi yu'tihi men yeşau/ Bu Allah'ın lütfudur. Onu
dilediğine verir." (Maide,54) Bunlar toplam yirmi altı suredir. Bu da suretin kemali demektir:
"Ve'I kamere kaddernahu menazile / Ay için de menziller takdir ettik." (Yasin,39) Onda
âlemin tümünü ikmal ettim. Emir ve yasakları bana belirdiğinden kendimle onların arasını ayırdım:
"İnnî enallâhu la ilahe illa ena fa'budnî / Şüphesiz ben, ben Allah'ım. Benden başka ilah
yoktur. Öyleyse bana kulluk edin." (Ta-ha,14) Bu sure başlarının bazısı tekil, bazılı
ikilidir. Bazısı da anlamı cem eder mahiyette çoğuldur: "Lein şekertum leezîdennekum / Eğer
şükrederseniz, size yönelik nimetimi arttırırım." (İbrahim,7)
Kimisi arttırılmış ve yeterli
kılınmıştır.
Kimisi eksik bırakılmışken
eksikliğini giderip tekmil etmiştir: "E ve lem yerev enna ne'tî arde nenkusuha rain
etrafiha / Bizim, yeryüzüne gelip, onu uçlar ından eksilttiğimizi görmediler mi?" (Ra'd,41)
kimisi şekil olarak benzer, kimisi de farklıdır. Yine bazısı ayrı yazılırken bazısı bitişik
yazılır. Eğer dileseydi "Allahu leceale'nnase ummeten vahıdeten / Allah insanları bir ümmet
yapardı." (Hud, 118) Bunların sonu beş harftir. Geride vasıf ve
mevsuf olarak iki tane kalıyor;
Adem ve Havva'nın ikamet cennetindeki makamından ve imamlık barınağından: "Fe
kula min haysu şi'tuma / Dilediğiniz yerden yiyin." (A'raf, 19) Bunların meblağı yetmiş sekizdir.
Kime bunların hakikatleri gösterildiyse, en yüceleri ve en aşağıyı doldurmuş olur: "Fî
süsiletin zeruha sebûne ziraan feslukûh / Onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincir içinde
oraya sokun." (Hakka,32) Bunların her bir bölümü için ayrılmış bir cüz vardır.
Dolayısıyla bunlardan müfret olanlar, resmin ezelî olarak kalması
içindir. Sabit olanları ise hal
olarak var olmaları içindir. Cem olanları ise, ebed sürekliliği içindir: "Yursilissemae
aleykum midraren / Üzerinize göğü bol bol göndersin." (Hud,52) O halde müfretlik ezelî deniz
içindir. (....) Muhammedi berzah içindir. Cem ise ebedî deniz içindir.
Kulum! Bu harflerin varlığı
haremde senin için üç yüz bin beş yüz otuz iki olarak kesin araştırma şeklinde
sınırlandırıldı. Ayrıntının ilki Nuh suresinden güneşin doğuşlarına kadardır. Sonra kelime ve ruhun
içinde indiği terkibin sonuna kadar sürer. Onları saydıktan sonra çarpar ve toplarsın. Ondan
bir çıkarma yapıp bir kenara koyarsın. Böylece şeriatın tamamı sana görünür, bu da
tabiatın yarılıp helak olmasına kadar devam eder. Nun ve'l Kalem'den aziz kitabın sonuna
kadar kalan budur. Dolayısıyla Hz. Muhammed'in (s.a.v.) gönderilişi Necm suresindendir;
bütün Araplara ve acemlere. Bakara suresinden ve Onun katından resullerin gönderilişine
kadar. Bu resullerin Fatiha'da bir payları yoktur. Onda isabet eden bir ok da atmış
değildirler. Bütün kerem sahibi resuller içinde Muhammed Aleyhisselâm Ona has kılınmıştır.
Nitekim aşağıdaki rivayet de buna işaret etmektedir: "Biri sordu: ne zaman Nebî olarak
gönde-rildin? Dedi ki: Adem, henüz su ile balç ık arasında bir varlık iken." O, Nebilerin
anahtarıydı, bu yüzden Necm suresinden Kur'an'ın sonuna
kadar kısmına sahip kılınmıştır.
Bu ikisi arasındakiler ise, makamların sulbünden olmak üzere Onun kerem sahibi unsuruna
dağılırlar. Böylece cem edici varlık onun için sahih bir nitelemedir. Bu yüzden en
erişilmez mahalle has kılınmıştır. Sana bütün kelimelerin toplayıcısı verildi. Çıkarmadan
sonra geride kalanlar senin içindir. Bunlar da nüzul ve fetih zamanlarıdır. Bu, Kur'an'dan
mukaddesin benzeridir. Ondan sonra ak-des gelir. Takdisi ise içinde nazil olduğu şeyle
ilgilidir. Senin için bunun anlamlarına işaret ettim. Ama alimlerden
başkası bunları düşünemez.
Kulum! Bu, nitelenmesi büyük
incelik gerektiren bir konudur. Zaten keşfedilmesi de bu inceliğinden dolayı
engellenmektedir. Ey insan! Sayılar gözünün önünde perde işlevini görmektedir. Bu, nurdan yeşil
satırlardır; tercümanın oluşturduğu perdenin gerisinden parıldamaktadır. Ona vakıf kılmak
için meşiyeti tattırdığım kimseler içindir. Ki onu yanına bırakasın. O halde mücahede yap.
Sonra başarı ve yardıma nail olursun. Belki bu müşahededen lezzet alırsın.
Kulum! Sen, bu harflerden sonra tefsir mev-zusu, tabir mahalli, irdeleyici eleştirmenin
araştırması ve sır ve iksir sahibi kılındın. Varlığın basit bir şeyi ile ikna olmayansın sen. İki
gözü olan izin varlığı iki kısma ayırdın: bir kısmı bölünmez. Bir kısmı ise bölünür. Hayret! Şu
bölünen zahiri varlığa ve bölünmeyen Batıni varlığa! Zahir, koç burcunda güneştir.
Batın ise aslan burcundadır.
Tahkik et ve bak
bir anlama ki gizlemiştir
Kesafeti altında
karanlıkların
Eğer gizlediyse,
işte görünüyor
Hayret! Allah'a
andolsun, ikisi de yemindir
Güneş için kork
ve Ay(Kamer)ı terk et
Yalnızda;
parlasın ve yok olsun
İki ayağın
nalınlarını çıkar; biri kevni
Biri de ilmi. Ki
çift eder ve kelim ondan olur.
Ama bunlar üçe bölünürler. Bu ise
üç maddenin hakikatidir. Delil ile bölünmeyen kısım ise Al-i İmran süresidir.
Mevsuf ile bölünen kısım ise, bu ikisinden başka surelerdeki harflerin sırlarıdır. Bunlara
bölünen üç ise, hitab eden, hitab edilen ve hitabedir. Ey uyuyan! Uyan gaflet uykusundan, gözlerini
aç. Sonra bunlar on iki ayn'e bölünürler. Bu ise, her ilâhî alemin ruhanî ve cismanî
alemlerinin kemalidir. On üçüncüsü ise, bölünmeyen kısımdır. Orada isimleri ve bütün sözleri
kapsayan kitabı öğrendin. Bunlardan bazısı şüpheyi gidermek içindir. Gaiblerden
zuhur ettiği için. Bunlar da Bakara suresi ile Secde süresidir. Bu surelerin bazısı, inerek gelen
kimselerden zorluğu kaldırmak içindir. Bunlar da A'raf, Ta-Ha ve Şuara
sureleridir. Bazısı, Veli, Nebî ve Resul olarak Ezelî inayeti tarif etmeye yöneliktir. Yunus ve
Meryem (a.s.) sureleri buna örnektir. Kimisi ayırıcı ve toplayıcı olaylara, yarılmayan kayaya
ilişkindir. Hud, Fussilet, Şura, Duhan ve Müm'min sureleri buna örnektir. Bazısı aklî
meselelerin açıklanmasının tekidine, ayrı ayrı konuları haber vermeye ilişkindir. Yusuf.
Zuhruf, Kasas ve Rum sureleri buna örnektir. Bu surelerden bazıları, gözlem ve
arınma ehli için terkipten ibret almaya ilişkindir. Kaf ve Casiye sureleri gibi. Bazısı,
Nübüvvet ve Velilikte hidayetin gerçekleşmesine yöneliktir. İbrahim, Nemi ve Lokman gibi.
Bazısı, bizzat görmekten kaynaklanan amelle iman düzeyine inişin tahkiki içindir.
Ra'd suresi buna örnektir. Kimisi yönlendirme, tenzih mahallinde
yeminle koruma içindir. Yunus,
Nun ve gibi.
Bazısı, inatçı hasım karşısında
delil istemek içindir. Ahkaf suresi gibi. Bazısı, azap tehdidiyle yapılan açıklamayı
pekiştirmeye yöneliktir. Hicr ve Ankebut sureleri gibi. Bu surelerin başındaki birbirinden
kopuk harflerden "Elifi zata teslim et. Geride kalanları ise sıfat say: "Efe men huve
kaimun alâ külli nefsin bima kesebet / Her kesin kazandığını gözetleyip muhafaza eden
mi?" (Ra'd,33)
Kelimeleri Cem
Edenin Münacatı / Karınca Münacatı
Kulum! Yücelik göğünün
sebeplerinin isimlerinin yücelik karıncası seninle, zatların feleklerinin zatına musahhar
olmuş zatının letafetinden yüce oldu. Seninle bu nispetin ilgisi nedir! Bu işaretin en yüce
doğuşunu getirdi. Ne var ki, vehimlerden saklanmıştır. Vahiy ve ilham sahibinin parlak ve zahir
özelliğini tabir etmesinden gizlendi. Eğer şaşkın dolaşanlar, kelimelerin mürekkebini acizlik
ve hayret çöllerinde yitirseler ve arifler gayret gemilerine binerek himmet denizlerini
assalar, senin fiilinin zahirine vakıf olurlar ve senden sadır olanları bilirler. Bir karınca süslendi
ve susuz kimse gibi dolandı durdu. Bildi ve kara sevdaya tutulmuş aşık gibi bir
söz söyledi. Özlemden değil, şevkten zayıf düştü.Gaybin gizlilik çöllerini dere tepe
katetti. Henüz menzile ulaşamadı, onu mekanına sevk et ve anlamının tekliğiyle benim için
olan kimdir?
Bir karınca yuvasından başını
çıkardı, tekrar geri çekti. Yürüdü ve ortaya çıktı.
Parıldadı ve kapanıp belirsiz
oldu. Acele etti, kanatlanıp uçtu. Durdu ve yerleşti. Uzandı ve saldırdı.
Ona, bu özellik sana nereden
geldi? diye sorulduğunda, dedi ki: "O, O'nun sıfatının fiilinin eserinden sadır olan
himmetle ahlaklandı", böylece soruyu soran bu kişinin sıfatlarının varlığından olan
eserle ilgili olarak istediği düzeye yükseldi. Derken "ne-re"den ve "nasıl"dan kayboldu,
adalet ve zulüm mü-talasmdan uzaklaştı.
Bir karınca,
benzerlerini eğitici
Bir karıncanın
idrak edebileceğinin çok ötesine yükseldi
Çünkü senin
sırrının kendisine sirayet ettiğini gördü
Ona dedi ki: Ey
efendim! Yüceliği isimlendir
Derken göz bir
inciye bakmaktan kamaştı
Öyle ki, hayret
içinde güneşe: vazgeç, dersin
Nerede? Onun
ilminde "nerede" yok ki
Nasıl? Onun
herhangi bir hükmünde "nasıl" olmaz ki..
Beyaz İnci
Münacatı:
Yanımda el değmemiş bir inci var;
bembeyaz bir taze. Zatımın denizinin derinliğinden çıkardım onu. Sıfatlarımdan
hiçbirini tanımadı. Sonra onu gözün karasında gizledim. Vuslatı da ayrılığı da bilmedi.
Başkasının arzusuna nail olmasın diye. Veya keşif ve muamma olarak bilinmesin diye.
Ama seni ön kıdemin inayetine çekince, doğru sözlerin toplayıcısına yükseltince seni,
"ol" emri seni güçlerinden aşağı indirince, seni de mahallime sokunca, seni ağırlamak bana
zorunlu oldu. Ki hakikat şahitleri, sen susmuş iken, kendi
hal lisanları ile senin adına
konuşsunlar. Varlıklar, seni ölü iken, senin adına iş yapsınlar, etkilensinler. Bu yüksek ve ferdi
mertebeyi idrak etmek, varlık bu gün ve dün kayıtlarıyla mahpeste iken, ezelî ve ebedî
hayatla bütünleşmekle olur. Bunlar senin önünde duran en yüksek prensiplerdir.
Bunlar sayesinde sayılmayan
şeyleri sayma gücüne nail olursun. Zat ile zatın yiyeceğinden ye. Nice ta-libler
zatın varlığı için şekillerin bakî kalmasını istediler. Sen tek başına kendi ırmağında yüz. Kendi
kitabında yazılanları oku. Seni bembeyaz inciyle, el değmemiş, insan ve cinlerden hiç
kimsenin dokunmadığı, zihinlerin ve gözlerin erişemediği eşsiz bakireyle nikahladım. Bilgi
ve ayn olarak görülmüş değildir. İhsan sırrından hiçbir
zaman ayrılmış değildir. Ne
"nasıl"dır, ne "nerede"dir. Ne şekildir, ne ayndir. Onun
ismi "Bir"in gaybmdadır.
Sonsuzluğun en yüce nimeti ve ebedin en yüksek merhametidir. En hayırlı gelinle gerdeğe gir. O
kutsiyetin zirvesidir. Bu tadılmamış ilk şaraptır. Karanlık bir enginliktir. Ameli bir mehir
olmadan al onu. Nebevi bir ecir de gerekmez. Salik der ki: Sır meclisinde bekaretini bozdum.
Yesrib vehminin sırrıyla zatı kayboldu. Birden Allah Resulünün (s.a.v) mührünü gördüm.
Sevinçten şaşkına döndüm. Neşenin etkisiyle eteklerim yerlerde süründü. Hemen
şu ayeti okudum: "Enallahû la ilahe illâ ena fe'budnl /Ben Allah'ım. Benden başka ilah
yoktur. Bana kulluk edin." (Ta-ha,14) Derhal kapalı sırlar secdeye kapandı, Samedî sıfatlar
teheccüde kalktı. Tam bu noktada benim için iflas gerçekleşti. İnsanların
Melikî'nin sözlerinin dikkat çektiği makam.
Nur Nefesleri
İşaretlerinin Münacatı / Farklı sırları Ayıklama
Bismillahirrahmanirrahim
Allah'ın salat
ve selamı efendimiz Hazreti Muhammed'in, ehlibeytinin ve ashabının üzerine olsun.
Salik der ki: Sonra bana,
"ben" içinde "ben" hakkında ne diyorsun? dedi.
Dedim ki: Arzu ve temenni, ümitsizlik ve
tutsaklık varlığı.
Dedi ki: "O"(Huve) ve
"O"(Zalike) hakkında ne dersin?
Dedim ki: İkisi de Malik'in sıfatlarıdır; biri gayb, biri
huzur, biri karanlık, biri nur, biri örtü, biri perdedir.
Dedi ki: Cisimlerin birleşmesine,
kaynaşmasına ne dersin?
Dedim ki: Cisimlerin kaynaşması, ruhanî kaynaşmanın
sonucudur.
Dedi ki: Doğum ve tenasül için ne dersin?
Dedim ki: Kavuşmanın ve
ayrışmanın sonucudur.
Dedi ki: Berzah hayatı hakkında
ne dersin?
Dedim ki: İlâhî bir hayattır.
Dedi ki: Oradan geri dönüş ondan daha mı
iyidir?
Dedim ki: Ondan geri dönmek sahih değildir. Onun hakkında böyle konuşulmaz
da. Geri dönüş ancak dünya ile ahiret arasında bir çukur olarak belirlenen ilk berzah için
geçerlidir.
Dedi ki: Dönüşün başlangıca
yönelik olması sahih olur mu?
Dedim ki: Adil hikmette böyle bir şey olmaz.
Dedi ki:
Zürriyetlerin babalarının sırtından çıkarılması zamanını düşünüp anladın mı?
Ona dedim ki:
Mehirde bulunan ilk şahit bendim, nasıl anlamam?
Dedi ki: Bundan önce ikinci bir
misak bilir misin?
Ona dedim ki: İlk yakın varoluşta gerçekleşti.
Dedi ki: İki misak
görüyorum.
Dedim ki: Bunlardan başkası olmaz.
Ademî İşaretler
Salik der ki: Sonra bana Adem'in
(a.s.) dilinden hitap etti. Bana dedi ki: Ey çocuk! Nereden geliyorsun? Melekler:
şuhut halindeki fesat ile geldi.
Dedim ki: Varlığının kendisinden.
Dedi ki: Melekler
neden isimleri bilemediler?
Dedim ki: Çünkü onlar hep semada idiler.
Dedi ki: Peki niçin Ona secde
ettiler?
Dedim ki: Çünkü tayininin sahih olduğunu gördüler.
Dedi ki: Secde etmekten
yüz çevirip büyüklenen niçin yüz çevirdi?
Dedim ki: Çünkü çamur boyutu Onun parlak
nurunu perdeliyordu.
Dedi ki: Niçin yıldız olmadı da ağaç oldu?
Dedim ki: Ortaya çıkan
ayrılıktan dolayı.
Dedi ki: Onu aynı sudan beslemiyor muyduk?
Dedim ki: Evet, ama
görünürde bazısı bazısından üstün kılınmıştı.
Dedi ki: Adem masum olduğu halde niçin yasağı
çiğnedi?
Dedim ki: Bu hikmetin açık olmasından dolayı.
Dedi ki: Avret yerlerinin açığa
çıkmasının sırrı nedir?
Dedim ki: Olabilecek amaçlarını bizzat gözlemlemeleri için.
Dedi
ki:Peki niçin avret yerlerinin üzerini cennet yapraklarıyla örtmeye başladılar?
Dedim ki:
Başkalarının mülahazasına karşı koruyucu bir kalkanları olsun diye.
Dedi ki: Bu ikisinin
varlıktaki benzerleri nedir?
Dedim ki: Kalem ve gözlemlenen levhtir.
Dedi ki: Niçin sadece
Adem günahla suçlandı, eşi değil?
Dedim ki: Çünkü eşi onun küllünden bir cüzdü.
Dedi ki:
Niçin nimetler onlardan alıkondu?
Dedim ki: Kullukları sabit olsun diye.
Dedi ki: Ayaklarının
kayması niçin Şeytana izafe edildi? Halbuki buna gücü yetmezdi?
Dedim ki: Çünkü sen
şeytanı görünür alemde eksikliğin sıfatı ve hüsranın delili kılmışsın.
Dedi ki: Niçin bu
dünyada bazısını bazısına düşman kılmıştır?
Dedim ki: Senin desteğinle müstağni olsunlar ve
muhtaçlıkları gerçekleşsin. Senin celâlin aziz ve kahhar
sıfatıyla tekleşsin.
Dedi ki:
Yüce kelimeleri öğrenmesiyle birlikte niçin onun tevbesini kabul ettim?
Dedim ki: Çünkü o bu
kelimeleri rububiyet huzurundan öğrendi.
Dedi ki: Niçin Oğullardan birinin kurbanı
kabul edildi, diğerininki kabul edilmedi?
Dedim ki: Çünkü sen ikisini, Adem'in
oğullarının aslı kıldın. Onlar iki ayrı kabzadan var olmuşlardı.
Bu yüzden birinin rızaya,
öbürününse hüsrana has olması kaçınılmazdı.
Dedi ki: Niçin karga onun öğretmeni oldu?
Dedim
ki: Çünkü sen ona karanlık geceden bir elbise giydirdin. O da fiil ve hal
olarak ona ilim verdi. Kabrin karanlığından ona bir elbise giydirdi.
Dedi ki: Niçin onu yaratmasını
iki eline nispet etti "onu iki elimle yarattım", dedi?
Dedim ki: Üstün gelmediği için.
Dedi ki: Niçin İblis, Adem'in oğluna her yönden geldiği halde yukarısından gelmedi?
Dedim
ki: Mevlasınm emrinin nuruyla yanmasın diye.
Dedi ki: O halde aşağısından gelip onu
kaybetseydi ya!
Dedim ki: Çünkü o, onu kendisine yararı olmayan bir şeye çağırıyordu.
Dedi ki: Niçin İblis, birleşme yurdunda Adem'e galip geldi?
Dedim ki: Çünkü Adem'de kuru
çamur yönü vardı.
Dedi ki: Ve şekillenmiş balçık.
Dedim ki: Kuru balçık, en yüce ile en aşağı
arasındaki berzah sırrına ilişkin bir işarettir.
Dedi ki: Peki iblis, söylediği
bir hakikat olduğu halde hangi anlamda "kuru çamurdan yarattığın bir beşere secde
edecek değilim" dedi?
Dedim ki: Diğer unsurlarla karıştığı için böyle dedi. Bu yüzden onun
yanında yol bozulmuş oldu.
Dedi ki: Tertip tam tersini gerektirdiği halde, niçin onda
acıkmazlık, soyulmazlık, susamazlık ve güneşte yanmazlık niteliklerini birleştirdi? Bunun
hikmeti nedir, ey Salik?!
Dedim ki: Sıcaklık susamanın sebebidir. Bu yüzden onu güneşin
kuşluk vaktinde doğmasıyla birlikte zikretmiştir. Açlık, bir canlının iç soyunmasıdır. Bu
yüzden onu bedenin dış soyunmasıyla birlikte zikretmiştir.
Dedi ki: Niçin tevbesini kabul
etmeden önce onu seçti?
Dedim ki: Kıdeminin önceliği bunu gerektirmiştir.
Dedi ki:
Onun için hangi açıdan en güzel yaratılış (ahsen-ı takvim) niteliği sahih olmuştur?
Dedim
ki: Çünkü O, kadim olanın sureti üzeredir.
Dedi ki: Peki niçin aşağıların aşağısına (esfel-ı
safilin) döndürülmüştür?
Dedim ki: Burada çamura işaret edilmiştir.
Dedi ki: Öyleyse
neden salih amelli olması durumunda yükseltileceği şeklinde bir istisnaya yer verilmiştir?
Dedim
ki: Burada da ruhların sıfatına işaret edilmiştir. Bu sıfat, şahıslarla kaim olan balçığa
illetini bahşetmektedir.
Dedi ki: Ne güzel cevap verdin. Ona
Dedim ki: Seninle konuştum.
Musevî
İşaretler:
Salik der ki: Sonra bana,
Musa'nın (a.s.) diliyle hitap etti ve dedi ki: Teslim olmuş kul ne diyor? Musa'nın Kavmi niçin
ondan sonra fitneye düştü?
Dedim ki: O efendinin kuluna verdiği bir ziyafetti.
Dedi ki:
Cebrail'in izinden alınan bir avuç toprağın etkisiyle buzağıda böğürme sesi niçin zuhur etti?
Dedim
ki: Bu, hayatın, izleri takip etmeye bağlı olduğuna dikkat çekmeye yöneliktir.
Dedi
ki: Niçin onun için bir buluşma vakti tayin edildi?
Dedim ki: Vakitlerin boyunduruğu altında
olduğunu bilmesi için.
Dedi ki: Belirlenen vakit gece olarak sayıldı da gündüz olarak
sayılmadı?
Dedim ki: Gözlere görünmediğin, gizlenmiş olduğun için. Böylece onun sırların
gaiplerinden kırk makamdan geçmesini sağladın. Bunun neticesinde seher vakitlerinde buluşma
gerçekleşti onun için. Sonra ruhlar makamında, Muhammed Aleyhisselâmm ümmetinin
geneliyle uyuştu. Çünkü Muhammed Aleyhisselâmm ümmeti kırk sabahla
ahlaklanmıştır. Bu varislerin buluşma vaktidir. Âlemlerin rabbinin Kelimi (Musa)
bu şerefe nail olmuştur. Nitekim namaz hususunda Hz.
Muhammed'le (s.a.v) ünlü diyalogu da bundan kaynaklanıyor. Çünkü Musa ümmeti
arasında iken, zikredildiği gibi kardeşleri için şefkat taleb etmiştir. Çünkü Musa
(a.s.), Hz. Muhammed'in (s.a.v.) ileride "kul kendisi için istediğini kardeşi için de
istemedikçe kamil imana sahip olamaz" diyeceğini sezmişti. Hz. Muhammed'in (s.a.v), Musa (a.s.)
ile ilgili olarak "eğer bu gün yaşasaydı, bana tabi olmaktan başka bir şey
yapamazdı." dediğini duymadınız mı? Aleyhisselâm efendimiz bu sözleriyle anlamı bizim için
açıklıyor ve Musa'nın bizden olduğu hakikatini gözler önüne seriyor.
Dedi ki: Niçin asasını taşa vurdu
da ondan su fışkırdı? Kapalı denize vurdu da deniz
yarılıp açıldı?
Dedim ki: Bunun
sırrı asadadır. Taştan bunun için su fışkırdı. Asadaki egemenlik (Kayyumluk) sırrından
kaynaklanmaktadır. Bu yüzden deniz yarılınca kupkuru bir yol belirdi.
Dedi ki: Peki
niçin nalınlarını çıkardı?
Dedim ki: Bu, insanın ikiliğinin ortadan kalkmasına yönelik bir işarettir.
Dedi ki: Niçin Musa, Allah ile konuşmaya özgü kılındı?
Dedim ki: Hz. Muhammed'in
(s.a.v.) mirasından payına düşen kısma nail olduğu hususunda içi mutmain olsun diye.
Nitekim bu yüzden ona verilen levhalarda, bütün sözlerin toplayıcısı kitaba karşılık,
bilinen her şeye ait tafsilat yer almıştır.
Dedi ki: Öyleyse, bakmaktan aciz olduğu halde niçin
görmek (rü'yet) istedi?
Dedim ki: Mirastan kendisine bir eser kalmaması için.
Dedi ki:
Öyleyse niçin ona şükredenlerden olmasını emrettik?
Dedim ki: Yakınlığının ve yüksek makama
erişmişliğinin daha da artması için. Ki yüceler alemine
geceleyin yürütülüp götürüldüğünde
seni Hz. Muhammed'in (s.a.v.) gözüyle görebilsin.
Dedi ki: Onu niçin sandığa
koyduk?
Dedim ki: Hikmet, nasut olmadan ortaya çıkabilir mi?
Dedi ki: O halde niçin onu
denize attık?
Dedim ki: Bu, ilme işarettir.
Dedi ki: Denizle ilim nasıl beraber olabilir?
Dedim ki: Eğer o olmasaydı, anlayış sahipleri nezdinde bu sahih olmazdı.
Dedi ki: Niçin
kardeşinin kendisine yardımcı olarak gönderilmesini istedi?
Dedim ki: Bu, muhataplarına karşı
beslediği merhametin ifadesidir. Ki ağzından kelamın çıktığını gördüklerinde akılları
başlarından gitmesin. Çünkü aracıların ortadan kaldırılması suretiyle seninle konuşan birinin
konuşmasına, yoğun aracıların kıskacmdaki kimseler tahammül edemezler.
Dedi ki: Niçin asa yılana
dönüştü?
Dedim ki: "Ve cezau seyyietin seyyietun misluha / Kötülüğün cezası onun gibi bir
kötülüktür." (Şura,40) Ve "hel cezau'l ihsanı illâ'l ihsan / İyiliğin karşılığı iyilikten
başka bir şey midir?" (Rahman, 60) Dedi ki: O bizimle beraber ve imkan sahibi kılınmışken niçin
korktu?
Dedim ki: Şu sözlerinden dolayı: "İnne rabbî seyehdîn / Şüphesiz rabbim bana
doğru yolu gösterecektir." (Şûra, 62)
Dedi ki: Niçin elini koynundan lekesiz bembeyaz
çıkardı?
Dedim ki: Bununla insana, gaybinden çıktığı zaman illetlerinden beri olduğuna
işaret ediliyor.
Dedi ki: O halde niçin "Senuîduha sîreteha'l ula / Biz onu şimdi ilk haline
sokacağız." (Ta-ha, 21)
Dedim ki: Burada, Musa'ya fena makamına ulaşacağı ve sahih bir buluşmaya
nail olacağı müjdesi veriliyor.
Dedi ki: Musa niçin levhaları yere attı?
Dedim ki: Kapı
açılınca anahtarı ne yapmak gerekir?
Dedi ki: Peki niçin ceberut inek olayı yaşandı?
Dedim ki: Çünkü inek, berzah huzurunun yükselişlerinden seslendi.
Dedi
ki: Şeref, en yüce melekuttan başka bir yerde midir ki?
Dedim ki: İki tarafın insanda
birleşmesi daha şiddetli, daha yüksek ve daha evladır.
Dedi ki: Öyleyse niçin ölü, inekten
bir parça ile dirildi?
Dedim ki: Bununla, cennetin bir tarafının, onun arzedilişi yönünde olduğuna
işaret edilmiştir. ,
Dedi ki: Niçin ölünün dirilmesi, ineğin bir parçasının vurulmasıyla
gerçekleşti?
Dedim ki: Kalbin üzerinde bizzat yakınlığı gözlemlemesini engelleyen bir
perde vardır.
Dedi ki: Musa'nın karakterinde hidayet ve rahmet olduğu halde niçin öfke
ile kardeşini öldürmek istedi? Dedim ki: Sen bu özelliği ona, öfkesi dindikten sonra,
nimet taleb etmesi için verdin.
İsevî İşaretler
Salik der ki: Sonra bana ruhunun
dilinden hitab etti, bağışlarının esintileriyle beni destekledi ve bana dedi ki: Niçin
İsa'nın durumu Adem'in (a.s.) durumu gibidir?
Dedim ki: Sonraki bir çok bakımdan
öncekinin benzeridir.
Dedi ki: Niçin babası olmadı?
Dedim ki: Çünkü babasız olması, inkarcı
iftiracının aleyhindeki delilin rükünlerinden biridir.
Nasıl? dedi.
Dedim ki: Çünkü İsa,
kendisinden sonra Nebilerin sonuncusu olan Muhammed'in (s.a.v.) geldiği sonuncu Nebidir.
Dedim ki: Bu,ilâhî egemenliğin alemleri kaplamasının başlangıcıdır. Çünkü Hz. Nebî
(s.a.v.), Adem henüz su ile balçık arasında bir varlık iken, Nebiydi. Efendi ile kul arasında,
inayet ve varlık dışında bir münasebet yoktur.
Dedi ki: Niçin İsa ruh ile
desteklenmiştir?
Dedim ki: Onu bir kalem bir levhe yazmış değildir. O ana rahmine şehvetsiz
ilka edilmiştir, bu yüzden varlıkların atılmasında onun için bir teselli yoktur.
Dedi ki: Bu ruh nereden sadır
oldu?
Dedim ki: Her türlü kötülükten münezzeh kuddüsün huzurundan.
Dedi ki:
Niçin beşikte konuştu?
Dedim ki: İnkar ehline karşı ikinci bir şahittir bu.
Dedi ki: İllet
bakımından bundan önce bir şahit var mı?
Dedim ki: Meryem'in hurma dalını silkelemesi.
İbrahimi
İşaretler
Salik der ki: Sonra bana dostunun
(Halil) dilinden hitab etti ve dedi ki: Güzel cevap vermeli, güzel söz söylemelisin.
Eh, söyle bakalım, yıldızın, ayın ve güneşin varlığı nedir?
Dedim ki: Ruh, akıl ve nefis
üzerine itaat etmektir.
Dedi ki: Niçin onlarda rububiyet ispat
ettin?
Dedim ki: Çünkü toprak menşeli varoluş üzerinde kahredici güce sahip
olduklarını gördüğü için.
Dedi ki: Peki, niçin
"Veccehtu vechiye lülezî fetares semauati ve'l ard / Ben, yüzümü gökleri ve yeri yoktan var edene
çevirdim" (En'am, 79) dedi?
Dedim ki: Çünkü bazısının bazısından üstün olduğunu gördü.
Dedi ki: Sence niçin yıldızlara bakıp da ben hastayım, dedi?
Dedim ki: Hikmetli isminden
sadır olan yüce bir hikmete işarettir.
Dedi ki: İmanı kesin ve sabit
olduğu halde neden ölülerin diriltilmesini görmek istedi?
Dedim ki: Bilgi ile bizzat
görmeyi birleştirmek için böyle bir talepte bulundu. Bunun gibi bir mesele ile ilgili olarak el-Hasan
şöyle der-ki güzel söylemiştir-:
Haberin olsun!
Bana şarap içir ve bana, bu şaraptır, de.
Açıktan içirmen
mümkün ise gizlice içirme
Arzu ettiğinin
ismiyle mubah kıl, beni de künye ile çağır
Çünkü önünde
örtü olan lezzetlerden hayır gelmez.
Dedi ki: Niçin ona dört kuş
gösterdik?
Ona dedim ki: Bu unsurlara yönelik bir işarettir, başka değil.
Dedi ki: Niçin
oğlunu kurban olarak seçti?
Dedim ki: Cömertliği hem hakikat hem de burhan olarak gerçekleşsin
diye.
Dedi ki: Bununla neyi kast etti?
Dedim ki: Varit olup malik olanı ağırlamak
istedi. Çünkü kalbine nazil olunca, Rabbini ağırlaması gerektiğin anladı.
Dedi ki: Oğlunu değil de
kendini kurban olarak sunsaydı ya!
Dedim ki: Kendisini kurban etmesi durumunda
kendisiyle çekişecek, tartışacak, dolayısıyla mücadele
etmesi gerekecek kimseler
olmayacaktı.
Dedi ki: Niçin vahiy uykuda gelmişti?
Dedim ki: Bu alanda hissin yerleşeceği yer
olmasın diye.
Dedi ki: Onu niçin bazı
kelimelerle sınadık? Bu kelimeleri göklerin sahibine tevbe etmek için öğrenmişti?
Dedim ki:
Sınama, makamların en üstünüdür demedi mi?
Dedi ki: İbrahim'e ve İsmail'e beyti tavaf
edenler için temizlemelerini niçin emretti?
Dedim ki: Resullerin efendisi Hz. Muhammed
Aleyhisselâma verilen önemin bir ifadesi olması için.
Dedi ki: Niçin İshak orada yoktu
da başkası vardı?
Dedim ki: Çünkü Muhammed (s.a.v.) onun soyundan gelmeyecekti.
Dedi
ki: Niçin Mekke'ye bereket verilmesi için dua etti?
Dedim ki: Anne bereketli olunca
kızlar da bereketli olur.
Dedi ki: İbrahim Kabe'nin
duvarlarını yükseltince niçin İsmail bu amellerinin kabul edilmesi için dua etti? Dedim ki:
Halil'in (İbrahim'in) kemali belirgin olması için kendi noksanlığını izhar etti. Çünkü
onun her bir çocuğunun, babasının kadri karşısında kendi değerini küçültmesi gerekir.
Yusufî İşaretler
Salik der ki: Sonra bana Yakub
oğlu Yusuf'un dilinden hitab etti ve dedi ki: Doğru görüşlü anlayış sahibi kişi
"Kalennesvetu in haza illâ melekun kerî-mun / Kadınlar: Bu, kerem sahibi bir melekten başka
bir şey değildir." (Yusuf, 31) ifadesi hakkında ne der?
Dedim ki: Çünkü Yusuf, genel
olarak en güzel yaratılışa sahip olma özelliğiyle belirginleşmişti.
Sonra şöyle dedi:
Niçin ucuz bir fiyata satıldı?
Dedim ki: İnsanın, insan olarak eksik bir varlık olduğunu
bilmesi için. Eğer fiyatı yüksek olur, yücelirse, bu, yüceler aleminin zatına eklediği fazladan
bir nitelikten dolayıdır.
Dedi ki: Niçin su kabının arkasına saklandı?
Dedim ki: Bununla,
sevenlerin kavuşması için kapıyı çalmak istedi.
Muhammedi
İşaretler
Salik der ki: Sonra bana
Muhammed'in (s.a.v.) dilinden hitab etti ve şöyle dedi: Ey, sahib olduğu şeylere varis olmak
için, Ona giden yolu taleb eden! Apaçık ufuk hakkında ne dersin?
Dedim ki: Orası,
yakınlaştırılmışların keşif mahallidir.
Dedi ki: Neden tecelli ufukta gerçekleşti?
Dedim ki: Bu,
ahlâkın yüceliğine dikkat çekmeye yöneliktir.
Dedi ki: "Ve ma yentiku anil hevâ / O, nevasından
konuşmaz." (Necm, 3) ifadesine ne dersin?
Dedim ki: Burada istivanın sırları kast
ediliyor.
Dedi ki: Fatiha'nm (kul ile Rab arasında) paylaşımına ne dersin?
Dedim ki: Bu, apaçık
kulluktur.
Dedi ki: Niçin rahmet senaya/övgüye has kılınmıştır?
Dedim ki: Sen kimsin
ve ben kimim, belli olsun diye.
Dedi ki: Niçin Melîk (sahip-hükümran) sıfatı hamde
özgü kılınmıştır?
Dedim ki: Tevhidin gerçekleşmesi için.
Dedi ki: Niçin ibadette ve
yardımda kuşku vaki olmuştur? Dedim ki: Kudretin varlığın
acizliğinden ayırt edilmesi için.
Dedi ki: Niçin Fatiha'nın ikinci yarısı kula özgü kılınmıştır?
Dedim ki: Fatiha'ya me-sani
(ikilenen/tekrarlanan) isminin verilmesinin sahih olması için.
Dedi ki: Kendisine Furkan
verilmesi bakımından Musa, Muhammed'e eşittir; böyle
iken nasıl olur da siyadet
(efendilik-liderlik) Ona özgü olur?
Dedim ki: Kur'an ve ibadet verilmek suretiyle ayrıcalıklı
kılınmasından dolayı.
Dedi ki: Nuh ve gözde peygamberlerden Zekeriyya da ibadet hususunda Ona
ortaktır?
Dedim ki: Zekeriyya nimet için ibadet ederdi, Nuh ise rububiyet için ibadet
ederdi. Muhammed ise tenzih için ibadet ederdi.
Dedi ki: Yahya, övünç kaynağı
liderlikte (siyadet) Ona ortaktır?
Dedim ki: Onun ki zahiri liderlikti. Bu yüzden
apaçık kitapta ondan söz edilmiştir. Ama kitapta ibadet edenlerin efendisi Muhammed'in liderliği,
önderliği gizlenmiştir. Sonra bu, onun dilinden iki şahit aracılığıyla açıklanmıştır. Biri
genelin seyidi, biri de törenlerin seyididir. Salik der ki: Sonra bana şöyle dedi: Burada dur ve
buradan ayrılma. Eğer sana anahtar verilirse ve eğer istersen aç.
Bahşettiklerinden
dolayı Allah'a hamdolsun. Allah'ın salat ve selamı en aziz ve aydınlık
Muhammed'in üzerine olsun.
Müellif der ki:
Bu sırlarda yer alan şiirlerin tamamı bana aittir. Yalnızca dört beyit
başkalarına aittir. Bunlardan biri "zamanımdan gizlendim..." diye
başlayan beyitlerdir.
Biri de "haberin olsun, bana şarap içir... "diye başlayan
beyitlerdir. Bunların tümü
Fas şehrinde beş yüz doksan dört senesinin cemadiyel evvel ayının yirmisinde
tamamlandı. Allah'ın salat e selamı efendimiz Hz. Muhammed'in, ehlibeytinin ve
ashabının üzerine olsun.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Öne Çıkan Yayın
İBDA ve İBDA-C Nedir?
İBDA-C’nin daha iyi anlaşılması için İBDA'nın kısaca tarif ve izahını yapmak istiyoruz… Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu’nun "...

İzleyiciler
Sayfalar
Popüler Yayınlar
-
23:270Hz. Ebu Bekir (r.a.), Ka’ka bin Amr (r.a.) hakkında şöyle söylemiştir: "Askerler arasında Ka’ka'nın sesi bin kişiye bedeldir...
-
22:052NİYAZİ-İ MISRİ DİVANI MEHDİ'NİN BENİ ASFAR İLE SAVAŞI Muhakkikler dimişlerdür Benî Asfar durur Efrenc Delîl-i müntehâsı...
-
12:000Beraat Gecesi Prof. Dr. Mahmud Es'ad Coşan Mübarek “üç aylar”dan Şâbân-ı şerîf içindeyiz; Ramazan’a az kaldı. Hem on bir...
-
13:130NİYÂZÎ-İ MISRİ VE OSMANLI'NIN YIKILIŞI Niyazî-i Mısri Efendi'nin Rodos'a sürgün gidişi bir yabancı gözüyle... Dimitri Kante...
Hiç yorum yok