Celali İsyanlarının Başlaması- 15 Nisan 1519
On altıncı yüzyıl ve on yedinci yüzyılın başlarında başta devlet görevlileri olmak üzere Osmanlı devlet düzenine karşı girişilen hareketler Celali isyanları olarak bilinmektedir. 1519 yılında Tokat civarında Bozoklu Şeyh Celal adlı bir kişinin mehdilik iddiası ile isyan etmesi üzerine bundan sonraki isyanlar amaç ve türleri aynı olmaksızın Celali adı ile anılmaya başlayacaktır.[1] Celali isyanlarının çıkış sebepleri; 16. ve 17. yüzyıllarda Avrupa ve Osmanlı İmparatorluğunda gerçekleşen askeri, idari, ekonomik dönüşümler ve merkeziyetçilik çerçevesindeki devlet politikalarıyla yakından ilişkilidir. [2] Ancak bu dönüşümlerde Osmanlı ve Avrupa farklı yönlerde ilerlemiştir. Avrupa’nın feodal yapıdaki güçlü aristokrasi sınıfı önemini kaybederken, devlet tarafından atanan görevliler ile birlikte merkezi bir yönetime geçiş süreci başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nda ise devlet tarafından atanan görevliler ile merkezi yönetim sağlanırken zamanla değişen bu yapı yerini mahalli güçlerin egemen olduğu dolaylı bir yönetime bırakmıştır.[3] Ancak bu yüzyıllarda devlet bu yerel güçleri kontrol altında tutarak merkeziyetçiliği devam ettiriyordu. Görüldüğü üzere Avrupa ve Osmanlı iki farklı çizgide ilerleyerek farklı devlet modelleri oluşturacaklardır.
Yazımın ileriki aşamalarında Celali hareketlerini ortaya çıkaran harici ve dahili etkenlere yer verecek, isyanlardaki karakterleri sunacak ve Celali hareketlerinin Osmanlı soysa-ekonomik yapısına etkilerini ele alacağım.
I. Celali Hareketlerinin Ortaya Çıkışında Tetikleyici Unsurlar
Osmanlı İmparatorluğu’nda büyük yankılar uyandıran Celali İsyanları, temelde birkaç ana etken ışığında patlak vermek birlikte, birçok yan unsura sahip geniş bir etkenler döngüsünün ürünüdür. Bu nedenle Celali Hareketlerini dahili sebepler ile birlikte harici de 16. yüzyıl ile dünyada başlamış olan birçok değişim ve dönüşüm süreci ile açıklamak gerekir.
16. yüzyıl ortalarına kadar Osmanlı İmparatorluğu hakim güç konumunda idi, karşında belirgin bir siyasi güç yoktu. Bu yüzyılda Avrupa’da meydana gelen teknolojik ve ekonomik gelişmeler Avrupa’yı Osmanlıya karşı bir güç konumu getirerek ikili arasındaki ilişkilere yeni yönler de vermiş oldu.[4]
A. Dahili ve Haricideki Teknolojik ve Askeri Dönüşümler
Kanuni’nin son dönemlerine doğru imparatorluk nihai sınırlarına ulaşmıştı. Bu konuda Fatma Acun makalesinde şunları aktarmıştır ‘’Orduların sınır bölgelerine ulaşma zamanları giderek uzadığı için, bu tarihten (1520- 1566) itibaren fetihler ve toprak kazanımları azalmaya başladı. Örneğin, Kanuni’nin doğu seferi esnasında İran sınırına vardığında, savaş mevsimi neredeyse bitmiş ve askerler yorgun hale gelmişti’’. Bununla birlikte Osmanlılar Doğu’da Safevilere (1579- 1590), Batı’da Habsburglulara (1593- 1606) karşı zorlu mücadeleler vermiştir. Bu uzun savaş dönemlerinde yeni toprak kazanımları büyük ölçüde durmuştur. Bunun temel nedeni ise Avrupa’nın teknolojik olarak geliştirilmiş ateşli silahları kullanmasına karşın Osmanlı ordusunun yetersiz olmasıdır. Avrupa’nın iyi eğitilmiş ve teknolojik olarak iyi donatılmış olan orduları karşısında Osmanlı sipahileri aciz kalıyordu. Sonuç olarak Osmanlının orduda yeniliklere gitmesi de kaçınılmaz olmuştur. Yeniliklerin yapılması daha fazla para dolayısıyla hazineye daha fazla yük anlamına gelmektedir. Bu amaçla devlet, gelirlerini artırmak için ilk olarak halktan toplanan vergiler üzerine yönelmiştir. Ayni olarak köylüden toplanan vergiler uzun dönemlere yayılarak nakdi olarak alınmaya başlanmıştır. Diğer taraftan toprak sistemi ile oynanmış, tımarlar askerlikle alakası olmayan kişilere tahsis edilirken devletin nakit ihtiyacı karşılanmış ancak tımar sisteminde meydana gelen bu bozulma devleti uzun vade de sosyo-ekonomik boyutta olumsuz yönde etkileyecektir.[5]B. Osmanlı Tımar Sisteminde Bozulma
Tımar sisteminde meydana gelen bozulma temelde askeri, ekonomik ve toplumsal yapılar gibi birçok başlık altında değerlendirilebilir. Ancak konunun önemi ve mahiyeti açısından kendisini bir başlık olarak sunmayı makul gördüm.Osmanlı imparatorluğu toprağa dayalı bir köylü imparatorluğudur. Hububat ekimi yapılabilecek olan her karış toprak devletin malı sayılmıştır. Bu miri arazi üzerinde devlete karşı görev ve sorumluluklara sahip, tarım yapan her birey (bazı devlet görevlileri, ilmiye, kalemiye ve seyfiye hariç ) ise vergi vermekle yükümlü kılınmıştır. Osmanlı imparatorluğu devletin bekası için, köylüden alınan bu vergileri belli kurallara bağlamıştır. Vergilerin toplanması için devlet tarafından taşraya görevliler atanmış, köylünün dolaylı olarak önemli bir devlet gelirinin korunması amaçlanmıştır. İşte bu aşamada tımar sistemini anlamlandırmak gerekmektedir; ‘’ Osmanlılardaki duruma göre, Devleti kendi hizmetindeki insanlardan bazılarına hizmetleri mukabilinde, maaş verecek yerde, muayyen yerlerin vergilerinden bir kısmını kendi hesaplarına toplamak hakkını tanır ki, bu aşağı yukarı Timar demektir. Bu suretle hizmetlerine mukabil maaş yerine reayadan bazı vergileri alanların mühim bir kısmı askerî ödev görmiye borçlu oldukları için, teşkilât esasında askerî sayılabilir’’.[6]
Tımar rejiminin bozulması kaynaklarda farklı tarihsel süreçler içerisine sunulmaktadır. Bozulmanın ilk nedeni ise askeri hizmet karşılığı verilen dirliklerin, zaman içerisinde hazine ya da nüfuzlu kişiler tarafından tekele alınması, para ile satılan bir gelir durumuna getirilmesidir. Bu durum özellikle 17. yüzyılda toprak aristokrasisi elindeki imparatorluğu askeri ve mali yönden bunalıma itmiştir.[7] Durumun açıklanması için tarihi kaynaklara bakıldığında ‘’Meselâ, Koçubey, Timar kanununun ilk defa 1584 (992) de Özdemir Oğlu Osman Paşa tarafından bozulmuş olduğunu, Acem Seferi sırasında, Sipahizade veya kuloğlu olmayan bir takım kimselerin, yararlıklarına karşılık, dirliğe alındıklarını söylüyor. Halbuki, daha Kanunî Süleyman Devrinde bile, yalnız seferlerde yararlık gösteren garip yiğitlere değil, Anadolu’da kıyam halinde bulunan softalara ve eşkıya guruplarına karşı hükümete yardımda bulunan kimselere bile, mükâfat olarak, dirlik veriliyordu’’.[8]
Tımar 1530 yılına kadar mükemmel derecede işleyen, devler tarafından ehemmiyetle kontrol altında tutulan bir yapıydı. 1530- 1555 yılları arasında tımar sistemindeki çatlaklar ortaya çıkmaya başlamıştır.
Çiftçiler ekonomik darlıklarla karşılaşmışlar ve bu da direk olarak tımar sistemi içerisinde yetişen sipahilere yansımıştır. Diğer bir hususta tahrir defterlerinde yer alan reaya, tımar sahipleri ve beyler arasında yaşanan sorunlardır. Doğu’da ve Batı’da süren savaşlarda hezimete uğrayan tımarlı sipahiler durumlarından hoşnut değillerdir ve disiplinleri bozulan bu gruplar eşkıyalık ve soygunlarda boy göstermeye başlamışlardır.[9]
15. yüzyıl ortalarında tımarlılara nispeten kapıkullarının devlet içinde daha önemli bir konuma gelmesi ve iktisadi darlık nedeni ile bunalan sipahiler isyan için hazır durumdaydı. Bunun en güzel örneği; Kanuni’nin artık yaşlandığı dönemde genç bir hükümdara duyulan ihtiyaçta şehzade Mustafa’nın etrafında toplanan grupların ayaklanma ihtimalidir. Bu ayaklanmalarda sipahilerin etkisi ne kadardı bilinmemekle birlikte Nahcivan’da sipahilerin Kanuniye dargınlıklarını göstermek için iyi harp etmedikleri Peçevi tarafından kayıt edilmiştir.[10] Yine 1559 yılında Kanuni’yi devirmek için uğraşan şehzade Beyazid’in orduları, tımarlı sipahiler tarafından korunmuştur. Aynı yıl kanlı bir iç savaş da olması ile devletin tımarlı sipahilere olan güvenini iyiden iyiye sarsmış, hükümet Anadolu’nun güvenliği için değişiklikler yapma yoluna gitmiştir. Mustafa Akdağ bir yazısında şunları nakletmiştir; ‘’ Meselâ, o zamana kadar İstanbul ve yakınlarında oturagelmekte olan kapı kullarının Anadolu’ya yayılmalarına müsaade olundu. Aynı zamanda, birkaç şehzadenin Anadolu
sancaklarında valilik etmeleri gibi sipahilere isyan vesilesi olan bir âdete son verilerek yalnız veliaht olanın vali yollanması kararlaştırıldı. Bayezid isyanı dolayısıyla, Anadolu tımar dirliklerinde birçok karışıklıklar oldu. İlk elde, bütün Bayezid tarafında bulunmuş olan sipahilerin dirlikleri ellerinden alındı ise de çok geçmeden böylelerinin sayısı fazla olduğu anlaşılarak cezalıların çoğu affolundu. Fakat, ne olursa olsun, bundan sonra artık hükümet tımarlı sipahileri bir türlü memnun edemedi’’.[11] Anadolu’da güvensizlik ortamı devam ederken bundan en çok etkilenen beyler devriye bölükleri kurarak taşrada idari teşkilatın değişmesinde ilk adımı atmış oluyorlardı.
İşte bu yolla Osmanlı ordusunda meydana gelen sipahi boşluğu, kapı kullarının artırılması ve beylerin tuttuğu sekbanların devlet askeri niteliğine büründürülmesi ile doldurulmuş oluyorken, 17. yüzyıl ile birlikte temeli tımarlılara dayanan Osmanlı imparatorluğunda, kapı kulları ve sekban ya da sarıca olarak adlandırılan leventler ön plana çıkmıştır.
17. yüzyılda Anadolu’daki karışıkların devam etmesi ve uzun süreli savaşlara girilmesi tımar düzeninin bozulmasında bir hayli etkili oldu. Savaş yükü artan sipahi bu durumdan hoşnut değildi ve ilk defa Kıbrıs seferinde savaştan feragat ve harbden kalma yolları aramaya başlamıştı. III. Murat döneminde İran seferi sırasında daha sonra ise Avusturya seferleri sırasında görüleceği üzere tımar sistemi iyice karışmıştı. Seferden kalmaya çalışan grubun yanında, Anadolu’da asayişi sağlayacak olan küçük tımar sahipleri de, suhte ve levent ayaklanmalarını destekler olmuştu. Devlet bu girişimler karşısında dirlik tevcih ederek sindirme yolunu tercih ederken artık tımarın askeri bir başarı gözetmeksizin verildiği de ortadadır. İşte Avusturya seferi sırasında levent olarak adlandırılan çiftini bozmuş Anadolu reayasına bel bağlayan çavuşlar, Alabeyler, Zaimler gibi pek çok dirlik erbabı isyancı haline bürünmüşlerdi.
Tımar sisteminde meydana gelen bozulma kapı kullarının artması dolayısıyla ulufe masraflarının artması anlamına geliyordu. Ulufe maaşları başlarda ümera tarafından veriliyordu ancak askere duyulan ihtiyaç nedeni ile devlet beylere ulufeleri hazineden sağlar oldu. Tımar sistemi içinde yetişen sipahi hiçbir şekilde hazine için artı masraf getirmiyordu. Tımarın bozulması ile toprak sistemi çökmüş, dolayısıyla toprak üzerinde uygulanan vergi sistemi de sekteye uğramıştır. Dirlik olarak verilen yerler zamanla iltizam sisteminin uygulandığı topraklara dönüşmüş, askeri yönünü yitirerek beylerin tasarruf ettiği alanlar haline gelmiştir.
C. Osmanlı İmparatorluğu Dahili ve Haricindeki Toplumsal ve Ekonomik Dönüşümler
Avrupa’daki gelişmeler karşısında Osmanlılar adaptasyon problemi yaşamaktaydılar. Kanuni döneminde devlet içerindeki politikalar hariçtekiler ile birlikte yürütülüyordu. Ancak Kanuni sonrası hariçteki politikaların takip edilmemesi yalnızca imparatorluk dahilindeki değişmelere yoğunlaşılması Osmanlı İmparatorluğunu bir dizi sıkıntıya sürükleyecektir. Başta ekonomik ve askeri yapılar olmak üzere birçok düzen 17. yüzyıl krizine bağlı olarak Avrupa ve Osmanlı ilişkilerine yansımıştır. Kriz sonrası genel bir fiyat artışı olmuş, mevcut idareciler otoritelerini yitirmiş, siyasi kurumlar gerilemiş, isyanlar patlak vermiştir.1500’lerde Avrupa ve Asya’da başlayan ve yüzyılın sonuna kadar süren yüksek derecedeki nüfus artışı dikkat çekmektedir. Amerika’nın keşfinden sonra Avrupa nüfusunun bir kısmını Amerika’ya kaydırırken aynı durum Osmanlı toplumunda nüfus yoğunluğuna bağlı olarak mevcut toprak ve kaynaklar üzerinde baskı oluşturmuş, sonuçta toplum düzeninde bozulmalar meydana gelmiştir.[12]
Yeni Dünya’dan gelen gümüş Avrupa ile ilişkiler sonucu artık Osmanlı ülkesine de girmeye başlamıştı. Artan miktarlarda Osmanlıya akan bu gümüş akçenin değerinin düşmesine, fiyatlarda büyük dalgalanmalara neden olmuştur.[13] Bu paranın İpek yolu boyunca İran’dan Hindistan’a geçmesi Osmanlı ticaret dengesini bozmuştur. Değeri düşük akçe ile maaş alan kapıkulları, enflasyonu karşılar oranda maaş istemişler, istekleri reddedilince yeniçeriler 1589-91 yılları arasında iki kere ve 1593 yılında da bir kere ayaklanmışlardır. Akçe’nin devalüe çalışmaları sonuçsuz kalmış, imparatorluk krize girmiştir. Değeri düşük akçe nedeni ile aynı miktarda malın alınamaması sadece ulufeli askerleri değil şehir ve köy halkı arasında da sıkıntılara neden olmuştur.
Akçenin değerini yitirmesinin yanında uluslar arası ticaret yollarının değişmesi de Osmanlı ticaretini dolayısı ile hazineye girecek olan büyük miktardaki nakdin önüne geçmiştir. Devlet gelirlerinin azalmasına neden olan diğer bir etmen ise artısı olmayan savaşlardır. Ganimet ve toprak kazanımı sağlamayan savaşlar, vergilendirilecek nüfusun da önüne geçmiştir. Bu dönemde yapılan savaşlar getirisi olmamakla birlikte mevcut gelirinde harcanmasına neden olmuştur.
Avrupa’nın merkantilist politikaları karşısında Osmanlı’da provizyonist politikalar takip edilmektedir. Dolayısıyla mahalli üretimi azaltacak ve ham madde satışını artıracak olan birçok ticari meta Osmanlı imparatorluğuna girmeye başlamıştır. Devlet ihracatı kontrol altında tutarken ithalat için belli kurallar koymamış, kendi tüccarını korucu uygulamalar oluşturmamış, sonuç olarak birçok yerel ticari işletme zarar görerek iflas etmiştir.
II. Celali Hareketlerinde Müteşekkil Yapılar
A. Elitler ve Eşkiyalar
Celali isyanları, başta devlet görevlileri olmak üzere pek yapıdan önemli karakterlerin asi hareketleri altında gerçekleşen eşkıyalık hareketleridir. Bu nedenle isyanların genel mahiyeti üzerinde durmak, neden sadece bir isyan değil de eşkıya hareketi olarak da görüldüğünü sorgulamak gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki; isyanlar çoğu zaman devlet görevlileri arasında çıkmış veya bir devlet görevi bahşedilmesi ile isyandan vazgeçerek devletin sadık kulu haline gelmişlerdir.
Bu dönemin Celali liderleri idari teşkilatın içinden geliyordu. Hemen hemen hepsi devlet teşkilatında görevli iken, haklı veya haksız azledilmişlerdi. Bu konuda Mücteba İlgürel şunları aktarmıştır; ‘’ İsyanlarını bir hak arama şeklinde gösteren Celali liderlerin etrafında toplanana ikinci sınıf reisler, genellikle beylerin maiyetindeki gayri memnun görevlilerden oluşuyordu. Mansıb mağduru olup, can korkusu ile bir lider etrafında toplananlar, çok defa verilen görevi yerine getirmemek veya görev yerine gitmemekle itham edilenler, sefere katılmakta gecikmiş veya hiç katılmamış tımarlı sipahileri Celali gruplarını teşkil ediyorlardı. Bundan başka alınan yenilgilerin sorumlusu olarak gösterilen veya cepheden kaçmış takibata uğramış tımar sahiplerinin de çareyi Celalilere katılmakta buldukları bilinmektedir’’.[14]
İsyanları anlayabilmek için şu iki soruyu iyi irdelemek gerekmektedir; Elitlerin durumları nasıldı ve bu durum 18. yüzyıla kadar isyanların mahiyetini nasıl şekillendirdi? Osmanlı’da topraktan tasarruf eden elitler devlete karşı ciddi bir muhalif güç olamamışlardır. Sorunların çözümünü devlete isyan etmekte ya da devletin ve toplumun düzenine karşı gelmekte bulmamışlar, aksine sisteme dahil olmak adına isyan etmişlerdir. Genel olarak devleti yıkmak veya Osmanlı sülalesi karşıtı olmak gibi amaçları olmamıştır. Elitlerin bu tutumunda iki etken gözümüze çapmaktadır. İlki; bu elitler devlet tarafında yetiştirilmiş ve geleceklerini devlete bağlamışlardır. Dolayısıyla devletin idamesi elitlerin her koşulda yararına olacaktır. İkinci etken ise; devletin taşrada elitler arası rekabet oluşturarak bütüncül bir güç olmalarının önüne geçmesidir. Bu nedenle isyanların arka planı incelendiğinde gözler önüne serilen gerçeklik göstermektedir ki; elitlerin devlete karşı isyanına rastlanmamıştır.[15]
Celali isyanları özele indirgendiğinde isyan kavramından çok eşkıyalık kavramı içinde ele alınmayı gerekli kılmaktadır. Dolayısıyla isyan kavramı ile karsılaştırıldığında, eşkıyalık devlete karşı ciddi bir problemin çok ötesindedir. Eşkıyalık hareketleri zaman içerisinde farklı kimliklere aksetse de gelen olarak; eski köylüler, topraksız kişiler, talebeler, ücretli askerler ve başıboşlar gibi gruplardan meydana gelmektedir. Bu kişiler topluluk haline gelerek, dahil oldukları sosyal gruplarla bağlantılarını kesmişler ve suni bir yapılanma meydana getirmişlerdir. Dolayısıyla sosyal yapıyı değiştirme yolun gitmemişler devlet için ciddi bir tehlike oluşturmamışlardır. Belli bir ideolojileri veya düşmanları yoktur. Bir gün Celali iken ertesi gün devlet hizmetinde olmaları, aynı şekilde liderlerinde bir gün eşkıya iken ertesi gün sancak beyi olması amaçlarının bulunan düzendeki boşlukları suiistimal etmekten öteye gitmediğini göstermektedir.
Celali hareketleri süresince sancak beylerinden en alt düzey vergi toplayıcısına kadar çeşitli devlet görevlileri yanlarındaki sekban orduları yardımıyla reayayı kanuni olmayan yollarla vergilendirmeye ve aşırı baskı uygulama yoluna gitmişlerdir. Köy ve kasabaların yağmalanması sonucu bu gayri kanuni girişimler kadılar tarafından merkeze bildirilmiştir. Devlet bu sorun karşısında bölgelere polis görevi görecek olan Celali serdarı göndermiş ardından vezir atayarak asayişi sağlamaya çalışmıştır. Devletin bu iki çabası sonuçsuz kalınca ‘’ böl ve yönet’’ taktiği uygulanmaya başlanmıştır. Buna göre ücretli askerler ile isyan eden medrese talebeleri birbirine düşürülmüş, medreseliler silahlandırılarak eşkıyalarla çarpışmalarına teşvik olunmuştur. Devletin bu uygulaması terk etki yapmış ve ortalık katliam alanına dönmüştür. Dolayısıyla devlet pişman olduğu bu hareketten vazgeçerek, eşkıyaların üzerine büyük ordular göndererek ya da anlaşma yolu pazarlık ederek sorunları çözüme kavuşturmayı denemiştir.
Haçova Savaşı (1596 ) kaynakların büyük çoğunluğunda celali olaylarının başlangıcı olarak görülmektedir. Savaş esnasında yapılan yoklamada bulunmayanların firari sayılacağı ve tutuklanarak, idam edileceği, mal ve mülklerine devletçe el konulacağına dair Cağalazade Sinan Paşa’nın emirlerine atıfta bulunulur.[16]
Avusturya karşısında korkan askerler geri çekilmişti öyle ki Cağalazade Sinan Paşa kaçmış, padişah ise cephe gerisine çekilmiştir. Şans eseri savaşın kazanılması ile Sinan Paşa sadrazam olmuştu ki bu süre bir ayı geçmemişti. Sinan Paşa’dan sonraki sadrazam Paşa’nın emirlerini geçersiz saymamış aksine genişleterek, sadece savaş firarilerini değil savaşa hiç katılmayanları da kaçak olarak ilan etmiştir. Firariler arasında tımar sahipleri 20.000 – 50.000 akçe gelire sahip zeamet sahiplerinin olması bu kişilerin çok değerli toprak sahibi rütbeli askerler ve eyalet yöneticileri olduğunu ve devletin acil olarak gelir arayışı içine düştüğünü görmekteyiz.[17] Sözü geçen firarilerin bir kısmı İran sınırında kaynaşan Celalilere katılmışlar ve onlara liderlik etmişlerdir ki bu, isyan edenlerin çoğunluğunun neden devlet görevlisi olduğunu açıklamaktadır.
Haçova’dan sonra savaşlar on yıl daha sürmüş, Osmanlı belirgin bir zafer kazanamamıştır. Kısmi toprak kazanımları olurken kayıplar da bir o kadar fazladır. Tımarlı sipahiler artan savaş yükü karşısında iyice bunalmış, Anadolu’daki kanunsuzluk karşısında öfkelenmişlerdir. Kapıkulları ise değersiz olan ulufesinden muzdaripti. Savaşlardan dönen sekbanlar ise yeni işlerini Celaliler arasında buluyor, Celaliler’in her başarısı işsiz olan her kesimden halkı kendine çekiyordu. Celalilerin savları halk arasında doğru gözüküyordu. Bununla birlikte onların hiçbir zaman devlete ihanetleri ya da ayrı bir devlet kurma gibi amaçları olmamış, devlet içinde yükselme kendine mevki edinme arzusu ile yanan bu kişiler bu uğurda pek çok insanı harcamayı göze almıştır.
B. İsyanlar
1. Karayazıcı
Karayazıcı adı ile bilinen Celali liderinin asıl adı Abdülhalim’dir. Bu kişi devlet içinde kimi zaman sekbanlık kimi zaman ise subaylık yapmış, ayrıca Sivas eyaletine bağlı sancakların birinin de sancak beyidir.[18] Tarsus- Silifke yöresindeki medrese talebelerinin isyanlarını yatıştırmakla görevlendirildiği sırada bağlı bulundu sancakbeyi görevden alındığı için, ona ve adamlarına yol verilmiştir. Bu aşamada başıboş gezen çetelere katılarak onların lideri konumuna gelmiş, savaştan kaçan firarilerle ordusunu genişletmiş ve ordusu için gerekli teçhizatı sağlamak için köyleri yağmalamaya başlamıştır.Karayazıcının gücünü kırmak için gönderilen Karaman Beylerbeyi Hüseyin Paşa, vazifesini yapmak yerine Karayazıcıya katılmıştır. Osmanlılar sonra Mehmet Paşa idaresindeki bir orduyu bu iki isyancı üzerine gönderseler de sonuç alamamışlardır. Karayazıcıyı savaşla yola getiremeyeceğini anlayan devlet onu Amasya sancakbeyliğine atamıştır. Ancak bu sürede Anadolu’da devam eden isyanlar Mehmet Paşa tarafından kanlı bir şekilde bastırılmaktaydı. Öyle ki devlet Paşayı görevden almış Karayazıcıyı Çorum sancakbeyliğine atayarak buranın güvenliğini sağlamaya çalışmıştır. Karayazıcı’nın orduları burada asayişi sağlamak yerine, yağma ve talanda bulunmuşlardır. Bu nedenle Karayazıcı üzerine tekrar Hasan Paşa komutasında bir ordu gönderildi, uzun takip ve mücadeleler sonucunda Kayseri civarında sıkıştırılan Celalilere büyük kayıplar verdirildi. Canik dağlarına kaçan Karayazıcı’nın doğal nedenlerden dolayı 48 yaşında öldüğü belirtilmektedir.[19]
2. Deli Hasan
Lidersiz kalan Celali orduların başına Karayazıcı’nın kardeşi deli Hasan geçmiştir. O da kardeşi gibi, Osmanlı İmparatorluğundan ayrılmak istemiyor, sistem içerisinde bir makam arzusu taşıyordu. Ancak adamlarının arzusu yağma ve talandan başka bir şey değildi, hatta Özsek ve Peşte’de Hıristiyanlara karşı savaşmışlarsa da buraları yağmalamaktan da öte durmamışlardır. Papa ve Venedik ile anlaşmalar yaptığı öğrenilen Deli Hasan, Belgrad’a kaçtıktan sonra 1606’da yakalanarak idam edilmiştir.3. Tahvil Halil
Padişah I Ahmet zamanında eşkıyalık yapan Celali lideri Tahvil Halil ve adamlarına karşı uzlaşmacı yaklaşımlar sergilenmiştir. Tahvil Halil Bağdat beylerbeyliğine, on iki adamı da sancakbeyliklerine getirilmiştir. Bu yolla padişah onları sistemin içine çekmekte, ordularını kendi ordularını katmak istemektedir. Bu siyasetin işlediği de açıkça görülmektedir. Celali liderler köylülerden uzaklaşarak askeri gruba dahil olmuş devletin sadık kulları olarak İran ve Avusturyalılar ile savaşır olmuşlardır.4. Kalenderoğlu Mehmed
Kalenderoğlu Mehmed çavuşluk ve mütesellimlik görevlerinde bulunmuş 1605 yılında Saruhan’da isyan etmiştir. Bu dönemde sadrazam Kuyucu Murad Paşa Doğu’daCanbuladoğlu ile de savaşmakta olduğundan Kalenderoğlu’na mevkiler vererek isyanların önüne geçmek istese de bu girişim sonuçsuz kalmıştır. Canbuladoğulları’na karşı Oruç ovasında kazandığı zaferin ardından Göksun ovasına yönelerek buradaki Kalenderoğlu birliklerini tamamen dağıttı. Kuyucu Murad Paşa’dan sonra sadrazam olan Nasuh Paşa Celaliler ile uzlaşı sağlamış, İranlılarla yaşanan gerginlikleri hafifletmiştir.
5. Canbuladoğlu Ali
Bu sülale Halep’ten Suriye’ye kadar olan bölgede uzun süre hakimiyet sürdürmüştür. İsyanlar arasında en tehlikeli olarak görülmektedir. Osmanlı’nın 1516 yılında omsalı topraklarına katıldıkları an itibari ile problem teşkil etmişlerdir. 1571’de İnebahtı yenilgisinin hemen ardından Celaliler konumlarını güçlendirmek için ittifaklar yapmaya başlamışlardır. 1606 yılında Canbuladoğulları’nın isyan etmesi ile ayrılma düşünceleri Osmanlılar tarafından fark edildi. Kuyucu Murad Paşa önderliğindeki ordular ve Canbuladoğlu Ali’nin orduları Oruç Ovasında karşılaştılar. Mağlub olan Celalilerden 100. 000 adam ve 48 eşkıya lideri öldürüldü. İstanbul’a getirilen Canbuladoğlu Ali Temeşvar beylerbeyliğine atanmış, bir yıl sonra kaçtığı Belgrad’da yakalanarak öldürülmüştür.[20]Son büyük celali isyan Canbuladoğulları’nın da bastırılması ile Osmanlı tarihinde bir dönem kapanmış oldu. Devlet Kuyucu Murad Paşa aracılığıyla pazarlık ve rotasyon gibi tedbirlerin yanı sıra güce başvurma yolunu da yönelmiştir. Özellikle devletin bütünlüğünü tehdit eden bu son isyanda sert gücün kullanımı oldukça göze çarpmaktadır. Nitekim bu tarihten ( 1606 ) sonra birkaç küçük isyan dışında geniş çaplı Celali hareketleri ile karşılaşılmamaktadır. 1628- 1648 yılları arası Celali hareketlerinin ikinci dönemi olarak, daha çok mahalli halka zarar veren küçük çaplı Celali faaliyetleri olarak karşımıza çıkmaktadır.
III. Anadolu Köylüsü Ve Büyük Kaçgunluk
A. İsyanlar Karşısında Anadolu Halkının Tutumu
Celali hareketlerin köylüyü soktuğu sıkıntılar, nüfus baskısı, devletin ve yerel elitlerin sürekli daha fazla vergi isteği Anadolu köylüsünü çıkmaza sokmuştu.[21] Bu koşular altında bile isyana başvurmamışlar ya da başvuramamışlardı. Peki neden Anadolu halkı isyan etmedi?Osmanlı toplum yapısı birkaç grubun bir araya gelerek organize hareketlerini engelleyici özelliklere sahipti. Devlet görevlilerinin sürekli değişmesi, elitler ile köylüler arası ilişkilerin devlet kontrolünde olması dolayısıyla köylülerin diğer gruplarla ittifak yapamaması, tımar sahibi ve köylü arasındaki sorumlulukların kurallara oturtulması ve sorunların mahkeme yolu ile çözülmesi gibi nedenlerle köylüleri içeren toplu bir hareket söz konusu olmamıştır. Bu durum karşısında Celali hareketleri altında ezilen köylü çareyi yerini yurdunu terk etmekte bazıları ise eşkıyalara katılmakta bulmuşlardır.
B. Büyük Kaçgunluk
Celali olayların yarattığı en büyük sonuçlardan biri ‘’büyük kaçgun ‘’ olarak adlandırılan göç hareketleridir.[22] Terk edenler ise genel olarak toprağa bağlı vergi ödeyen köylülerdi. İlk terk edenler işsiz güçsüz bekar erkeklerden oluşmaktaydı. Örneğin Anakara’nın Bacı kazasına bağlı 38 köyden 33’ünün halkı kaçmış bulunmaktadır.[23] Anadolu’da yapılan gözlemlerde nüfusun üçte ikisi yer değiştirmiştir. Anadolu halkı genel olarak bir kısmı dağlara, vergi memurlarının ulaşamayacakları yerlere, bir kısmı ise surları olan şehirlere göç etmiş, kalanlar ise Celaliler arasına katılmışlardır. Göçler sonucu şehir nüfusu oldukça artmış, pahalılık hayatı güçleştirmeye başlamıştır. göçler sonucu boş kalan topraklar nedeni ile tarımsal verimlilik düşmüştür ki bu dönemin doğal afetleri de bunda bir hayli etkili olmuştur.[24] Bununla birlikte işsiz ve topraksız gençlerin göçü kırsal dengenin bozulmasına neden olmuştur. Bu gençlerin nüfus hareketi olarak başlayan göçleri onların Celalilere katılması ve eşkıyalık girişimleri ile noktalanmıştır.Sonuç:
16 ve 17. yüzyıllarda dünyada meydana gelen dönüşümler ve Osmanlıların bu dönüşümler karşısında takındığı tutum Celali hareketlerin oluşum sürecinde farklı etkiler yaratmıştır. Temel olarak özellikle askeri alanında teknolojik eksikliğin giderilme çalışmaları Osmanlının bu yüzyıllarda dünyada olup bitenler karşısında kayıtsız olmadığını açık bir şekilde göstermiştir. Dahili de ise toprak imparatorlu olan Osmanlı’da başta Tımar sisteminde meydana gelen bozulmalar devleti uzun vadede ekonomik, askeri ve sosyal bunalımlar içerisine girmesine neden olmuştur. Devlet sisteminde meydana gelen değişmeler güçler arası dengeleri değiştirmeye başlamışsa da elitlerin belirgin güç olarak karşımıza çıkacağı 18. Yüzyıla kadar devlet merkezi kontrolü elinde bulundurmaya devam etmiştir. Öyle ki isyanlarda lider konumunda olan eski devlet görevlileri devletin onları istihdam etmesi ile devletin sadık kulları haline geliyorlardı. Dolayısıyla (Canbuladoğulları hariç) isyanların mahiyetine de bakacak olursak devlet içerisinde mevki sahibi olmak isteyen grupların eşkıyalık yapma girişimleri olarak gözümüze çarpmaktadır. 1606 yılına kadar süren birinci evrede isyanlar güç kullanarak bastırılmıştır. 1628- 1648 yılları arası mahalli küçük eşkıya hareketleri dışında geniş çaplı isyan görülmemiştir.
İsyanlar sonucu Anadolu halkında ‘’büyük kaçgun’’ olarak adlandırılan göçler görülürken, köylü arasında Osmanlı toplum yapısına bağlı olarak herhangi bir isyan söz konusu olmamıştır. Bu göçler ile birlikte şehirlerde bir dizi sorunlar ortaya çıkmıştır.
Dipnotlar:
1.William J. Griswold, Anadolu’da Büyük İsyan ‘’ 1591- 1611 ‘’, s.11
2. Mustafa Akdağ, Celali İsyanları ‘’1550- 1603 ‘’
3. Fatma Acun, ‘’ Celali İsyanları ‘’
4. Fatma Acun, a.g.e.
5.Mustafa Akdağ, ‘’ Tımar Rejiminin Bozuluşu ‘’
6. Mustafa Akdağ, ‘’Tımar Rejiminin Bozuluşu ‘’
7. Halil İnalcık, ‘’Tanzimat Nedir? ‘’
8. Mustafa Akdağ, ‘’Celali İsyanlarının Başlaması’’
9. Ali Künhül- Ahbar, Nurü Osmaniye Yazması, no. 4307, s.323
10. Peçevi, c. 2, s. 334
11. Mustafa Akadağ, ‘’ Tımar Rejiminin Bozuluşu ‘’
12. Fatma Acun, a.g.e. , s. 423
13. Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, s. 36
14. Mücteba İlgürel, ‘’ Celali İsyanları ‘’, s. 255
15. Karen Barkey, Bandits and Bureaucrats, s. 55- 84
16. Griswold, a.g.e. , s. 14- 18
17. Fatma Acun, a.g.e., s.699
18. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi III, s. 100
19. Fatma Acun, ‘’Celali İsyanları ‘’
20. Griswold, a.g.e.
21. Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası
22. Mustafa Akdağ, ‘’ Celali İsyanlarından Büyük Kaçgunluk 1603- 1606 ‘’
23. Mustafa Akdağ, Celali İsyanları, s.251- 252
24. Griswold, a.g.e. , s. 39- 40
Kaynakça:
1. Acun Fatma, ‘’ Celali İsyanları ( 1591- 1611 ), Türkler Ansiklopedisi, c.9, Ankara, 2002
2. Akdağ Mustafa, ‘’ Celali İsyanlarında Büyük Kaçgunluk 1603- 1606, Tarih Araştırmaları Dergisi, Ankara, 1964
3. Akdağ, Büyük Celali Karışıklıkları Başlaması, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Erzurum, 1963
4. Akdağ, ‘’Celali Fetreti’’, DTCFD, Ankara, 1951
5. Akdağ, ‘’Tımar Rejiminin Bozulması ‘’, DTCFD, 1952
6. Akdağ, Türkiye Tarihinde İçtimai Buhranlar Serisinden Medreseli İsyanları, İsmail Akgün matbaası, İstanbul, 1952
7. Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası Celali İsyanları, Barış Yayınları, Ankara, 1999
8. Barkey Karen, Eşkıyalar ve Devlet, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2002
9. İlgürel Mücteba, ‘’ Celali İsyanları, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, c.7, İstanbul, 1993
10. Koç Yunus, ‘’Osmanlıda Toplumsal Dinamizmden Celali İsyanlarına Giden Yol ya da İki Belgeye Tek Yorum, Bilig Güz, sayı 35, Ankara
11. Öztuna Yılmaz, ‘’ Kuyucu Murad Paşa’nın Sadrazamlığı ( 9 Aralık 1606- 5 Ağustos 1611) ve Celali İhtilalını Söndürmesi, Büyük Osmanlı Tarihi, c.3, Ötüken Yayınları, s.432- 349, İstanbul 1994
12. Uzunçarşılı İsmail Hakkı, ‘’ Aanadolu İsyanları ve Kuyucu Murad Paşa ‘’, Osmanlı Tarihi, TTK Basımevi, c.3, 1. Kısım, 3. Baskı, s.99- 113, Ankara 1983
Melek Arıçiçek- Aks-i Tarih
Hiç yorum yok