Bir Tablo: Demokratik Müslümanlar
Günümüz Müslümanın başına dert olan kavram kargaşası...
Veya "kimlik" bunalımı...
"Kim" olduğunu, kendini hangi sıfatlar ile tanımladığını, tanımladığı sıfatları ne kadar bildiği...
Bunların hepsinin ayrı ayrı sorunlar ile beraber getirdiği kavram kargaşası. En olmadık ve hatta birbirine zıt kavramları tek potada eritip ortaya bir acube-acuze çıkartma sorunu...
Ve bu ortaya çıkan acube-acuzeyi de sanat eseri diye yutturma çabaları...
Evet bu kavramlardan birisi de Demokrasi...
Batı'nın kendi iç çekişmelerini sonlandırmak için bulduğu bu yöntem, Doğu'ya işgal, savaş, katliam, tecavüz, sömürü olarak kendini dayattı...
Bu öyle bir dayatma ki, Müslümanlar kendilerini ifade ederken de bu dayatmanın sonucu olarak, "Demokratik Müslüman" oluverdiler...
"Amaç-Araç" ilişkisini doğru kuramayan Müslüman için amaç ve araç yer değiştirip, Demokrasi amaç, İslâm ise araç oluverdi...
Yıllar öne okumuş olduğum Mehmed Alagaş'ın "Kimlik Tercihi" isimli kitabının önsözünde geçen küçük bir tabloyu iktibas ediyoruz...Halimizi çok güzel anlatmış. Belki de eksik...
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.
Hamd, sena ve övgülerin en güzeli, ezelde ve ebedde var olan, lutfuyla kainatı ve bizleri yaratıp var eden, sayısız nimetlerle yaşatan ve rahmetiyle doğru yolu gösteren Allah (c.c.)'a mahsustur.
Salat ve selam da, alemlerin Rabbi tarafından sevilen, insanların ise tanıyıp, idrak edebilme nisbetince sevebildikleri, efendimiz, önderimiz, rehberimiz Hz. Muhammed Mustafa'ya, aline, ashabına ve onun yolunu izlemeye çalışan ümmeti üzerine olsun.
Karmaşık ve çalkantılı bir dönemde yaşıyoruz. Neyin ne olduğu veya nelerin ne olmadığı açıklık kazanmış değil. Hatta meseleler o kadar girili bir hal almış ki, birbirine zıd unsurlar dahi, birbiriyle ilintili ve birbiriyle benzer olarak algılanabiliyor. Bunun en açık örneği, İslam ile demokrasiyi veya müslümanlık ile laikliği ideolojik kardeş görme eğilimleridir.
İdeolojik düzlemdeki bu kavram kargaşası tabi ki topluma da yansımış ve içinde yaşadığımız toplum, ne idiğü belirsiz bir kimlik girdabına sürüklenmiştir.
Hiç düşündünüz mü bilmiyorum!.
Resulullah (s.a.v.)'in son peygamber olduğu ve yeni bir peygamber gönderilmeyeceği bilinen bir gerçektir. Bu gerçeği bilmemize ve bu gerçeğe iman etmemize rağmen yine de farazi olarak düşünelim.
Acaba Resulullah (s.a.v.) içinde yaşadığımız bu topluma tekrar gönderilseydi ne olurdu?
Efendimiz (s.a.v.), bu toplumu nasıl tanımlardı?
Tabi ki bu tanımlama, topluma yönelteceği bazı sorular ve bu sorulara karşılık alacağı cevaplara göre belirlenecekti. Nitekim bütün bir topluma yönelteceği sorular ve alacağı cevaplar muhtemelen şöyle olacaktı.
“Alemlerin Rabbi olan Allah'a inanıyor musunuz?”
Bütün bir toplumdan ortak bir haykırış.,
“Evet Ya Resulullah”
Bu haykırış karşısında oldukça umudlanan Efendimiz (s.a.v.)'in ikinci sorusu.
“Allah'ın Resulü olduğuma ve Kur'an-ı Kerim'e inanıyor musunuz?”
Bütün bir toplumdan, ortak ve bütüncül bir haykırış daha.
“Elbette Ya Resulullah”
Böyle bir toplumla ilk defa karşılaşan ve bu hayati sorulara böylesine coşkulu ve olumlu bir cevap alan Resulullah (s.a.v.) gerçekten mesud olmuştur.
Çünkü sorun kalmamıştır artık!.
Bu toplumu meydana getiren insanlar Allah'a, Resulüne ve Kur'an-ı Kerim'e inandıklarına göre çözülmeyecek sorun, aşılmayacak engel yok demekti!.
Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)'ı hamd ile teşbih ve tekbir eden Resulullah (s.a.v.), önündeki koskoca topluma umud ve rahmet dolu gözleriyle tekrar bakarak son soruyu sorar.
“Şeriat istiyor musunuz?”
Kısmi evetleri bastıran üçüncü bir haykırış daha.
“Hayır Ya Resulullah”
Efendimiz (s.a.v.) belkide göğe yükseltildiği Miraç mucizesinde yaşamadığı bir hayreti yaşıyor!.
“Nasıl olurdu?”
Allah'a, Resulüne ve Kur'an-ı Kerim'e inandıklarını, iman ettiklerini söyleyen bir' toplum, Allah'ın hükümlerine karşı nasıl böyle bir cevap verebilirdi!.
Efendimiz (s.a.v.), sorumu herhalde yanlış anladılar diyerek tekrar sorar.
“Allah'ın şeriatını istiyor musunuz?”
“Maazallah Ya Resulullah!.”
Mübarek gözleri hayretle biraz daha açılan ve böyle bir durum karşısında şaşkınlıktan kurtulamayan Efendimiz (s.a.v.), topluma yönelttiği sorulara devam etmek ve ne idiğü belirsiz bu durumun aslını öğrenmek istemektedir. Ancak yanına büyük bir hürmetle gelen resmi bir görevli “Lütfen şeriat propagandası yapmayınız!” diyerek önündeki mikrofon denilen aleti almış ve kürsüden inmesini istirham etmişti!.
Gerçekten şaşılacak ve şaşılası bir durumdu bu!.
Kitlenin ön saflarında duran bazı din görevlileri ise, bu durum karşısında şaşıran Efendimiz (s.a.v.)'i aydınlatmak(l) gayesiyle çığrışmaya başlamışlardı.
“Ya Resulullah, bizler laik müslümanlarız!.”
“Ya Resulullah, bizler demokrat müslümanlanz!”
Bu gibi çığırışlarla şaşkınlığı daha da artan Efendimiz (s.a.v.), meydandaki bir heykele dikkatlice ve git gide artan bir hüzünle bakmaya başlamıştır. Çünkü meydandaki heykelin başı üstüne oturan şeytan aleyhillane, lanetli gözleriyle Efendimiz (s.a.v.)'e bakmakta ve “Senin ümmetini ne hale getirdim” diyerek kahkahalarla gülmektedir.
Şeytandan ve şeytanın şerrinden Allah'a sığınan Resulullah (s.a.v.)'in, farazi olarak verdiğimiz bu örnekten ve böylesi bir toplumdan, şu ayet-i kerimeleri okuyarak uzaklaştığını görüyoruz.
“De ki: “Rabbim, eğer onlara va'dolunan (azab)ı mutlaka bana göstereceksen,”, “Rabbim, bu durumda beni zulmeden kavmin içinde kılma.” [1]
İlahi kelam ile ifadesini bulmuş olan bu duaya, bütün müslümanlarla birlikte biz de amin diyoruz.
[1] Muminun: 23/93-94.
Mehmed Alagaş-Kimlik Tercihi -Önsözü
Hiç yorum yok