Ahmet Şah Mesud- 9 EYLÜL 2001
Ahmet Şah Mesud
Bir önceki gün gittiği Tacikistan’dan yeni dönmüştü. Odasında fırsat bulduğu anlarda okumayı sürdürdüğü üç kitap vardı: Ebu Zehra’nın “Peygamberin Sireti” kitabının ikinci cildi, Seyyid Sabık’ın “Hadler ve Tazirler” kitabı ve Hafız’ın divanının çok güzel bir baskısı.
Gece iki buçuğa kadar dostları Seyyid Nurullah İmad ve Afganistan’ın Hindistan Büyükelçisi ve Afganistan’ın şiirde büyük üstadı Halillullah Halili’nin oğlu Mesut Halili ile şiir okuma meclisi yapmıştı. “savaştan ve siyasetten söz etmeyin, bu gece şiir gecesi” demişti. Yüksek sesle şiir okumuşlardı.
Herkes yatağına çekildiğinde abdest alıp namaz kılmıştı.
O geceyi uykusuz geçirmişti.
“Amir Seyp” 9 Eylül 2001 Pazar günü öğle üzeri Kabil’in Kuzeyindeki “Şimali”ye gitmek üzere helikopterine yürürken Afganistan İslam Devleti dışişleri bakanlığı temsilcisi Hace Bahauddin temsilcisi yanına geldi ve “Efendim, şu iki Arap gazeteci ile ya görüş ya da müsaade et göndereyim” dedi.
İki Arap gazeteci üç haftadır onunla röportaj için bekliyordu. Faslı olduklarını söylüyorlar, Belçika pasaportu taşıyordular. İsimleri Muhammed Kerim Tuzani ve Kasım Bakkali idi. Pasaportlarında Londra Pakistan büyükelçiliğinden aldıkları Pakistan’a bir yıllık çok girişli vizeleri vardı.
Sovyetlere karşı yürütülen savaşta Arapça olarak yayınlanan ve Üstad Sayyaf’a yakınlığı ile bilinen “Elbünyanüm Mersus” isimli dergi aracılığıyla Üstad Sayyaf’a tanıştırılmışlar ve “ İslami Medya Takibi”nde çalıştıkları söylenmişti. Bir belgesel hazırlamak üzere geliyordular.
Alınan izinler ardından bölgeye intikal etmişler ve röportajlar için beklemeye başlamışlardı.
Bir keresinde o dönem Afganistan İslam Devleti Başkanı Burhanettin Rabbani, Üstad Sayyaf ve Ahmet Şah Mesud’un birlikte oldukları toplantıya denk gelmişler ve her üçünü bir arada videoya çekmek istemişler ama izin verilmemişti. Yine kendisiyle yakın görüşmek için Üstad Rabbani’nin uçağına binmek istemişler, ama yine izin verilmemişti.
Kendisiyle röportaj yaptıkları Üstad Sayyaf ise sordukları soruların basitliği, hal ve hareketlerinden şüphelenmiş ve “Amir Seyp”e üç kere bu kişilerle görüşmemesini tembihlemişti. “eğer görüşeceksen bile çok iyi bir kontrolden sonra” demeyi unutmamıştı.
Gece iki buçuğa kadar dostları Seyyid Nurullah İmad ve Afganistan’ın Hindistan Büyükelçisi ve Afganistan’ın şiirde büyük üstadı Halillullah Halili’nin oğlu Mesut Halili ile şiir okuma meclisi yapmıştı. “savaştan ve siyasetten söz etmeyin, bu gece şiir gecesi” demişti. Yüksek sesle şiir okumuşlardı.
Herkes yatağına çekildiğinde abdest alıp namaz kılmıştı.
O geceyi uykusuz geçirmişti.
“Amir Seyp” 9 Eylül 2001 Pazar günü öğle üzeri Kabil’in Kuzeyindeki “Şimali”ye gitmek üzere helikopterine yürürken Afganistan İslam Devleti dışişleri bakanlığı temsilcisi Hace Bahauddin temsilcisi yanına geldi ve “Efendim, şu iki Arap gazeteci ile ya görüş ya da müsaade et göndereyim” dedi.
İki Arap gazeteci üç haftadır onunla röportaj için bekliyordu. Faslı olduklarını söylüyorlar, Belçika pasaportu taşıyordular. İsimleri Muhammed Kerim Tuzani ve Kasım Bakkali idi. Pasaportlarında Londra Pakistan büyükelçiliğinden aldıkları Pakistan’a bir yıllık çok girişli vizeleri vardı.
Sovyetlere karşı yürütülen savaşta Arapça olarak yayınlanan ve Üstad Sayyaf’a yakınlığı ile bilinen “Elbünyanüm Mersus” isimli dergi aracılığıyla Üstad Sayyaf’a tanıştırılmışlar ve “ İslami Medya Takibi”nde çalıştıkları söylenmişti. Bir belgesel hazırlamak üzere geliyordular.
Alınan izinler ardından bölgeye intikal etmişler ve röportajlar için beklemeye başlamışlardı.
Bir keresinde o dönem Afganistan İslam Devleti Başkanı Burhanettin Rabbani, Üstad Sayyaf ve Ahmet Şah Mesud’un birlikte oldukları toplantıya denk gelmişler ve her üçünü bir arada videoya çekmek istemişler ama izin verilmemişti. Yine kendisiyle yakın görüşmek için Üstad Rabbani’nin uçağına binmek istemişler, ama yine izin verilmemişti.
Kendisiyle röportaj yaptıkları Üstad Sayyaf ise sordukları soruların basitliği, hal ve hareketlerinden şüphelenmiş ve “Amir Seyp”e üç kere bu kişilerle görüşmemesini tembihlemişti. “eğer görüşeceksen bile çok iyi bir kontrolden sonra” demeyi unutmamıştı.
Arap “Gazeteciler” son dönemde röportaj izni verilmezse gideceklerini söylemişler ve hatta 24 saat yani 10 Eylüle kadar süre vermişlerdi yetkililere.
“Amir Seyp” kafasında her zaman yan duran “Pakül”ünü düzeltti ve “iyi, tamam” dedi.. “görüşelim, acele edin ama” yanına tercüme için Mesut Halili’yi de aldı ve iki Mesut 12:30 da mülakatın yapılacağı misafirhaneye girdiler. Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Muhammet Asım Suheyl’de yanlarında.
Röportaj ya da Mesut’u “Şimali” yolculuğundan ebedi yolculuğuna götürecek süreç hazırdı.
İki Arap gazeteci kameranın arkasına geçtiler, Mesutlar ve diğer Afganlı yetkililer röportajın yapılmasını beklemeye başladılar. Kameraman olduğu söylenen Arap kamerayı hazırlarken gürültülü sesler çıkarıyordu. “Amir Seyp” Mesut diğer Mesut’a döndü ve sordu: “bu Arabın nesi var?” Tercüman Mesut’un işi şakaya vurdu: “Bu gazeteci değil, Pehlivan!”
Sonunda “büyük” kamera hazır oluyor ve Tuzani Usame, terör meseleleri ve Arap dünyasının meselelerini sormaya başlıyor. Soru sorulup tercümesi Şah Mesut’a aktarılıyor ve o cevap vermeye başlarken kameradan “çok şiddetli mavi renk bir ışık” Ahmet Şah Mesut’a doğru yöneliyor ve büyük bir patlama oluyor. Her taraf yanmaya başlıyor.
“Penşir Arslanı” ağır yaralı ve içeri giren korumalarına ancak “beni ayağa kaldırın” diyebiliyor. Derhal hastaneye götürülmek üzere helikoptere bindiriliyor ama artık çok geç.
48 yıllık ömrünün 30 yılı savaş cephelerinde geçen, Afganistan’ı Sovyetler ve Kızıl Orduya dar eden Pençşir Arslanı bu şekilde toprağa düşmüştür.
Bir polis komiserinin oğlu olan Mesut mühendislik okuduğu Kabil üniversitesinde “Genç Müslümanlar” örgütüne katılmış ve o dönem etkili komünist hareketlere karşı faaliyetlere girişmiştir.
Serdar Davud’un bir darbe ile işbaşına gelmesi ardından kendi bölgesi Pençşir’de başarısız bir darbe girişiminde bulunmuş, Pakistan’a döndüğünde Hikmetyar ve Pakistan istihbaratı ile husumeti başlamış ve yeniden Afganistan’a dönmüştür.
Afganistan’da Nur Muhammed Taraki eliyle yapılan askeri darbe sonrasında halk içinde başlayan isyanlarla birlikte Ahmet şah Mesut oldukça zor bir coğrafyaya sahip Pençşir Vadisini Sovyetler için adeta geçilmez bir hale getirmiştir. Her yıl iki kere Vadi içerisine düzenlenen Kızıl ordu saldırılarını büyük taktik becerisi ile savuşturmayı bilmiş ve Rusları ateşkese zorlamıştır.
Sovyetlerin çekilmesi sonrasında Özbek komutan Abdurreşit Dostumla anlaşıp Doktor Necibullah Rejimini düşürmüş ve Pakistan’da üslenen “Cihad” liderlerini devletlerini kurmak üzere başkent Kabil’e davet etmiştir.
Ancak “Mücahit” liderler arasında meydana gelen anlaşmazlıklar Afganistan’ı iç savaşa sürüklemiş, daha sonra kavganın asıl tarafları Üstad Rabbani ile Gülbeddin Hikmetyar anlaşmış olsalar da Güney’den gelen Taliban kasırgası tüm hesapları bozmuştur.
Gelişen süreç içerisinde ve ölümüne kadar da “Amir Seyp – Komutan” Mesut ayakta kalmayı başarmıştır.
Ahmet Şah Mesut 11 Eylülden iki gün önce şehit edilmiş, 11 Eylül sonrasında ise omurgasını kendi güçlerinin oluşturduğu ve Muhammed Kasîm Fehim’in komutasını yürüttüğü “Kuzey Güçleri” Amerikalılarla işbirliği içerisinde Kabil’e yürümüş ve Taliban rejimini yıkmıştır.
Ahmet Şah Mesut’un çok iyi planlamış bir suikastla öldürülmesini daha önceki Kuzeyli 34 komutanın Mesutla görüştükten sonra pusuya düşürülerek öldürülmesi, Abdullah Azzam ve General Ziyaülhak suikastları, 1988 Ravalpindi Uçri Kamp patlamalarından bağımsız düşünmemek gerekir.
“Pençşir Arslanı” na yakın kaynaklara göre kamera ile bir suikast yapılacağı istihbaratının gelmesine rağmen ( ki Üstad Sayyaf’ın uyarılarını da göz önüne almak gerekir) gazeteci rolündeki Arapların kameralarının çok titiz bir şekilde aranmaması başka soruları da gündeme getirmektedir.
Yine Mesut’un bizzat kendisine yönelik bir suikast girişimi olur da ölürse suikastçılarının kesinlikle öldürülmemesi talimatına rağmen suikasttan canlı kurtulan diğer Arabın öldürülmesi içeride de işbirlikçiler olduğu ihtimallerini güçlendirmektedir. Ele geçirilen suikastçı öldürülerek Mesut suikastı çözülemeyecek cinayetler arasında yerini almıştır.
Düşmanları tarafından kibirli, dostları tarafından ise yabancılardan emir almaya tahammülsüz bir Afgan milliyetçisi olarak tanımladı Ahmet Şah Mesut onlara göre sağ olsaydı Afgan topraklarında yabancı üstlere kesinlikle müsaade etmezdi.
Daha sonra gelişen Amerika işgali esnasında sağ olmadığı için pratikte bunun test edilmesi mümkün olmamasına rağmen, Sovyetler Birliği işgali döneminde yaptığı destansı direnişini büyük oranda kendi kaynaklarıyla yürütmeye özen göstermesi ve Pakistan’a hiçbir şekilde rağbet göstermemesi bunun en canlı delilidir.
“Amir Seyp”in öldürülmesi ile 11 Eylül ve küresel güçlerin bölge ile ilgili çekişmelerinin kesinlikle bağlantısı vardır. Abdullah Azzam’ı kim öldürdü ise, Ziyaülhak kimler tarafından ortadan kaldırıldı ise, Mesut suikastında da o bağlantılara bakmak yerinde olacaktır.
“Amir Seyp” kafasında her zaman yan duran “Pakül”ünü düzeltti ve “iyi, tamam” dedi.. “görüşelim, acele edin ama” yanına tercüme için Mesut Halili’yi de aldı ve iki Mesut 12:30 da mülakatın yapılacağı misafirhaneye girdiler. Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Muhammet Asım Suheyl’de yanlarında.
Röportaj ya da Mesut’u “Şimali” yolculuğundan ebedi yolculuğuna götürecek süreç hazırdı.
İki Arap gazeteci kameranın arkasına geçtiler, Mesutlar ve diğer Afganlı yetkililer röportajın yapılmasını beklemeye başladılar. Kameraman olduğu söylenen Arap kamerayı hazırlarken gürültülü sesler çıkarıyordu. “Amir Seyp” Mesut diğer Mesut’a döndü ve sordu: “bu Arabın nesi var?” Tercüman Mesut’un işi şakaya vurdu: “Bu gazeteci değil, Pehlivan!”
Sonunda “büyük” kamera hazır oluyor ve Tuzani Usame, terör meseleleri ve Arap dünyasının meselelerini sormaya başlıyor. Soru sorulup tercümesi Şah Mesut’a aktarılıyor ve o cevap vermeye başlarken kameradan “çok şiddetli mavi renk bir ışık” Ahmet Şah Mesut’a doğru yöneliyor ve büyük bir patlama oluyor. Her taraf yanmaya başlıyor.
“Penşir Arslanı” ağır yaralı ve içeri giren korumalarına ancak “beni ayağa kaldırın” diyebiliyor. Derhal hastaneye götürülmek üzere helikoptere bindiriliyor ama artık çok geç.
48 yıllık ömrünün 30 yılı savaş cephelerinde geçen, Afganistan’ı Sovyetler ve Kızıl Orduya dar eden Pençşir Arslanı bu şekilde toprağa düşmüştür.
Bir polis komiserinin oğlu olan Mesut mühendislik okuduğu Kabil üniversitesinde “Genç Müslümanlar” örgütüne katılmış ve o dönem etkili komünist hareketlere karşı faaliyetlere girişmiştir.
Serdar Davud’un bir darbe ile işbaşına gelmesi ardından kendi bölgesi Pençşir’de başarısız bir darbe girişiminde bulunmuş, Pakistan’a döndüğünde Hikmetyar ve Pakistan istihbaratı ile husumeti başlamış ve yeniden Afganistan’a dönmüştür.
Afganistan’da Nur Muhammed Taraki eliyle yapılan askeri darbe sonrasında halk içinde başlayan isyanlarla birlikte Ahmet şah Mesut oldukça zor bir coğrafyaya sahip Pençşir Vadisini Sovyetler için adeta geçilmez bir hale getirmiştir. Her yıl iki kere Vadi içerisine düzenlenen Kızıl ordu saldırılarını büyük taktik becerisi ile savuşturmayı bilmiş ve Rusları ateşkese zorlamıştır.
Sovyetlerin çekilmesi sonrasında Özbek komutan Abdurreşit Dostumla anlaşıp Doktor Necibullah Rejimini düşürmüş ve Pakistan’da üslenen “Cihad” liderlerini devletlerini kurmak üzere başkent Kabil’e davet etmiştir.
Ancak “Mücahit” liderler arasında meydana gelen anlaşmazlıklar Afganistan’ı iç savaşa sürüklemiş, daha sonra kavganın asıl tarafları Üstad Rabbani ile Gülbeddin Hikmetyar anlaşmış olsalar da Güney’den gelen Taliban kasırgası tüm hesapları bozmuştur.
Gelişen süreç içerisinde ve ölümüne kadar da “Amir Seyp – Komutan” Mesut ayakta kalmayı başarmıştır.
Ahmet Şah Mesut 11 Eylülden iki gün önce şehit edilmiş, 11 Eylül sonrasında ise omurgasını kendi güçlerinin oluşturduğu ve Muhammed Kasîm Fehim’in komutasını yürüttüğü “Kuzey Güçleri” Amerikalılarla işbirliği içerisinde Kabil’e yürümüş ve Taliban rejimini yıkmıştır.
Ahmet Şah Mesut’un çok iyi planlamış bir suikastla öldürülmesini daha önceki Kuzeyli 34 komutanın Mesutla görüştükten sonra pusuya düşürülerek öldürülmesi, Abdullah Azzam ve General Ziyaülhak suikastları, 1988 Ravalpindi Uçri Kamp patlamalarından bağımsız düşünmemek gerekir.
“Pençşir Arslanı” na yakın kaynaklara göre kamera ile bir suikast yapılacağı istihbaratının gelmesine rağmen ( ki Üstad Sayyaf’ın uyarılarını da göz önüne almak gerekir) gazeteci rolündeki Arapların kameralarının çok titiz bir şekilde aranmaması başka soruları da gündeme getirmektedir.
Yine Mesut’un bizzat kendisine yönelik bir suikast girişimi olur da ölürse suikastçılarının kesinlikle öldürülmemesi talimatına rağmen suikasttan canlı kurtulan diğer Arabın öldürülmesi içeride de işbirlikçiler olduğu ihtimallerini güçlendirmektedir. Ele geçirilen suikastçı öldürülerek Mesut suikastı çözülemeyecek cinayetler arasında yerini almıştır.
Düşmanları tarafından kibirli, dostları tarafından ise yabancılardan emir almaya tahammülsüz bir Afgan milliyetçisi olarak tanımladı Ahmet Şah Mesut onlara göre sağ olsaydı Afgan topraklarında yabancı üstlere kesinlikle müsaade etmezdi.
Daha sonra gelişen Amerika işgali esnasında sağ olmadığı için pratikte bunun test edilmesi mümkün olmamasına rağmen, Sovyetler Birliği işgali döneminde yaptığı destansı direnişini büyük oranda kendi kaynaklarıyla yürütmeye özen göstermesi ve Pakistan’a hiçbir şekilde rağbet göstermemesi bunun en canlı delilidir.
“Amir Seyp”in öldürülmesi ile 11 Eylül ve küresel güçlerin bölge ile ilgili çekişmelerinin kesinlikle bağlantısı vardır. Abdullah Azzam’ı kim öldürdü ise, Ziyaülhak kimler tarafından ortadan kaldırıldı ise, Mesut suikastında da o bağlantılara bakmak yerinde olacaktır.
Bir keresinde oğlunu çağırmış ve evinin arkasındaki tepeyi göstererek “şu yamaca doğru koş bakalım” demiş. Yanındakilere çocuğun yorulup yamaçta durduğu yeri gösterip vasiyetini yapmış “beni işte tam oraya gömün”
Bir şair, bir askeri deha, bir derviş ve olağanüstü cesaret örneği Ahmet Şah Mesut 9 Eylül 2001 günü (13 yıl önce bugün) şehit edildi.
Bir şair, bir askeri deha, bir derviş ve olağanüstü cesaret örneği Ahmet Şah Mesut 9 Eylül 2001 günü (13 yıl önce bugün) şehit edildi.
Mahmut Osmanoğlu
Hiç yorum yok