FIKH-I EKBER ŞERHİ-ALİYYUL KÂRİ'DE DÖRT HALİFE
Hz. Peygamber'den Sonra İnsanların En Faziletlisi:
Hz. Peygamber'den sonra insanların en faziletlisi Ebû Bekr es Siddîk radıyellahu anh, sonra Ömer b, Hattab, sonra Osman b. Affan, sonra Ali b. Ebû Tâlib radıyalîahu anhum'dur.
Burada Hz. Peygamber'den sonra demek, Hz. Peygamber'in varlığından sonra dünyada bulunduğu halde demektir. İsa aleyhisselâm'ın yeryüzüne inmesi her ne kadar Hz. Peygamberden sonra olacaksa da esas peygamberliği ondan evvel olmuştur, dünyadaki varlığı da öncedir. İmam Âzam'in yukarıdaki söz ile zaman bakımından uzaklığı kasdetmiş olması uzak bir ihtimal değildir.
“Şerh'ul-Makâsid”da büyük âlimlerin şu görüşe sahip bulundukları zikredilmektedir: Peygamberlerden dördü yaşayanlar zümresindendir. Bunlar da Hızır, İlyas, yeryüzünde; İsa ile İdrîs aleyhimesseIâm ise gökyüzünde yaşamaktadırlar. Hasılı peygamberlerden sonra insanların en üstünü Hz. Ebû Bekir'dir.
Hz. Ebû Bekr'in cahiliyet devrindeki ismi Abd'ül-Kâbe idi. Resülullah sallellahu aleyhi vesellem kendisine “Abdullah” adını vermiştir. Hz. Ebû Bekr'in babasının ismi “Ebû Kuhâfe Osman b. Âmir b. Kâ'b b. Sa'd b. Teym b. Mürre b. Kâ'b b. Lüey b. Gâlib b. Fehr el-Kureşi es-Sıddîk et-Teymi’dir. Sıddık adını çok doğru olması, hakkı kuvvetle kabul etmesi, inancının ve tasdikinin kuvvetli olması dolayısıyla almıştır. Gelmiş ve gelecek velilerin en üstünüdür. Hz. Ebû Bekr'in velilerin en üstünü olduğu hususunda icma vaki olmuştur. Rafizilerin buna muhalefetlerine itibar yoktur. Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem onu, kendi yerine namazı kıldırmak için öne geçirmiştir ve o, gerçek bir halifedir.
Hz. Peygamberin Ebû Bekir'i Yazılı Bir Ahit İle Halife Nasb Etmekten Vazgeçmesi :
Buharî ve Müslim'de Hz. Aişe'den şöyle dediği rivayet edilmiştir. Hz. Peygamber hasta olunca ;
“Ebû Bekr'i ve kardeşini bana çağır ki Ebû Bekir için bir yazı yazdıracağım. Zira ben bir kişinin (hilâfeti temenni ederek) ben Ebû Bekir'den daha liyakatliyim, demesinden korkuyorum, Allah da, müslümanlar da Ebû Bekir'den başkasını kabul etmez.” buyurdu.[1]
Hz. Ömer'in vefatından önce ;
“Eğer benden sonra bir halife seçersem, benden daha hayırlı olan Hz. Ebû Bekir bunu yapmıştır. Eğer bir halife seçmezsem benden daha hayırlı olan Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem de bunu yapmamıştır.” sözünden kasdettiğj mana, şu olsa gerek: Yani Hz. Peygamber, yazılı bir ahid ile halife nasbetmemiştir. Eğer bir ahid yazacak olsa, bunu Hz. Ebu Bekir için yazardı. Belki bunu yazmak istedi, fakat sonradan terketti. Ve “Allah Teâlâ da müslümanlar da Ebû Bekir'den başkasını kabul etmez.” buyurdu. Bu söz, mücerred bir ahid yazmaktan daha mübalâğalı olmuştur. Zira bu söz, müslümanlara Hz. Ebû Bekr'i halife nasbetmeyi hem söz, hem de fiil ile göstermiştir. Hz. Peygamber Hz. Ebû Bekr'i kendine halife nasbetmek için rızaî bir ihtiyar ile ihtiyar etti ve bunun için bir ahidname yazmak da istedi. Sonra, müslümanların Hz. Ebû Bekir etrafında ittifak edeceklerini bilerek bu ahidnameyi yazmaktan vazgeçip, Allah'ın iradesi ve müslümanların seçmesi ile yetindi. Sonra hastalığının beşinci gününde perşembe günü yine yazmak istedi. Bazılarında, bu söz hastalık yönünden mi, yoksa uyulması gerekli olan hususlardan mı olduğu hususunda şüpheye düşünce yukarıda zikredilen sebeplere dayanarak Hz. Peygamber abidnameyi yazmaktan vazgeçmiştir. Yâni bazılarının kalbine hastalık halinde Hz. Peygamber'in yazdığı yazının muteber olup olmadığı hususunda şüphe girdi. Bu şüphe üzerine Hz. Peygamber yazı yazdırmayı terk etmiştir.
Eğer, bir halifenin tâyini ümmet üzerinde şüphe meydana getirecek işlerden olsaydı, mazeret için kesin bir şekilde onu açıklardı. Ancak, muhtelif sebepler ve deliller Hz. Ebû Bekr'în hilâfet için tâyin edildiğine ve bunu anladıklarına delâlet edince, burada maksat hasıl olmuştur. Sonra Ansar'ın hepsi Hz. Ebû Bekr'e biat etmişlerdir. Ancak halifeliğin kendisine verilmesini isteyen Sâ'd b. Ubade biat etmemiştir. Bu sebepten, Hz. Ömer ile Ebû Ubeyde ve Ansar'dan orada bulunanlar Hz. Ebû Bekr'e biat edince bir sahabi gelip;
“Sa'd'ı öldürdünüz.” demiştir. Hz. Ömer bunun üzerine:
“Onu Allah öldürmüştür.” cevabını vermiştir. Hem sahabeden hiçbiri Hz. Peygamber'in Ebû Bekir'den başka Hz. Ali, Hz. Abbas ve başka kimseler hakkında birini hilâfet için nasbettiği hususunda açık bir şekilde beyanda bulunduğu rivayet edilmemiştir. Eğer olsaydı Hz. Ömer ile Ebû Ubeyde'nin bunu açıklamaları gerekirdi.
İbn-i Batta'nın rivayet ettiğine göre, Ömer b. Abdil-Aziz Muhammed b. Züheyr el-Hanzalî'yi Hasan-i Basrî'ye göndererek:
“Hazreti peygamber Hz. Ebû Bekr'i halîfe tayin etmiş midir?” diye sorunca:
“Senin arkadaşın (Yâni Ömer b. Abdil-Aziz) şüphede midir? Evet, kendinden başka ilâh bulunmayan Allah'a yemin ederim ki, Hz. Peygamber Ebû Bekr'i halife nasbetmiştir. Muhakkak Hz. Ebû Bekir, hilâfet makamına oturmakta Allah için en seçkin kişi idi.”
Metinde geçtiği üzere, “Hz. Peygamber'den sonra insanların en hayırlısı” ibaresinde insan kaydını koymanın sebebi, Cebrail, Mîkâil, İsrafil, Azrail, Arş'ı yüklenen meleklerle Mukarrebûn meleklerden Kerûbbiyyûn gibi seçkin melekler insanların avam tabakasından daha üstün olmalarına binaendir. Bu melekler her ne kadar müctehidlerin sözlerinden anlaşılan en doğru görüşe göre nebi ve resullerden daha aşağı mertebede iseler de onlar insanların avam tabakasından daha yukarı mertebededirler. Din işinde bu mesele için kesin bir zaruret yoktur.
Hz. Ömer'in Fazileti:
Hz. Ebû Bekir'den sonra insanların en üstünü Ömer b. Hattab'tır. Künyesi şöyledir: Ömer b. Hattab b. Nüfeyl b. Abd'il-Uzza b. Rebâh b. Abdillâh b. Kard b. Dırah b. Adîy b. Kâ'b-el-Kureşî el-Adevî. Hz. Ömer'in meşhur olan künyesi Faruk'tur. Yâni hak ile bâtılı birbirinden ayırmak hususunda mübalâğa edici demektir. Çünkü Hz. Peygamber sallellahu aleyhi veseilem onun hakkında şöyle buyurmuştur :
“Şüphesiz, hak Ömer'in lisanı üzerinde gelir,” [2]
Bir görüşe göre, muvafık ile münafıkı birbirinden ayırdettiği için Hz. Ömer bu künyeyi almıştır. Hz. Ömer hakkında şu âyet-i kerime inmiştir:
“Sana indirilen Kur'an'a ve senden önce indirilen kitaplara iman ettik, diye boş iddiada bulunanlara bakmaz mısın? O azgın şeytana karşı muhakeme olmak istiyorlar.” [3]
Âlimler; Hz. Ömer'in fazileti ve halifeliğinin gerçek olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Hz. Ömer'in şehid edilmesi ve Hz. Osman'ın vefatından evvel biat etmesi uzun bir şekilde Buhârî'de zikredilmiştir. Oraya müracaat, edilmelidir.
Hz. Osman'ın Fazileti:
Hz. Ömer'den sonra insanların en üstünü, üçüncü halîfe Hz. Osman b. Affan'dır. Künyesi şöyledir: Osman b. Affan b. Âs b. Ümeyye b. Abdiş-Şems b. Abd-i Menâf b. Kusay el-Kureşî el-Emevî.
Hz Osman Zün-Nüreyn lâkabı ile meşhurdur. Bu lâkabı almasının sebebi, Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem'in iki kızı ile evlenmiş bulunmasıdır. Hz. Peygamber'in bir kızı ölünce ikinci kızını ona nikahlamıştır. Ve bu kızının da ölmesi üzerine buyurmuştur ki:
“Başka bir kızım daha bulunsa, onu da Osman'a nikâh ederdim.” Hattâ şöyle denilmektedir;
“Âdem âleyhisselâm'dan beri Kıyamete kadar hiçbir peygamber'in iki kızını Hz. Osman'dan başkasının nikahladığı vâki olmamıştır. Hz. Osman'ın bu künyeyi, Hz. Peygamber Ebü Bekir radıyellahu anh'a bir kerre, Hz. Osman'a ise iki kerre dua ettiği için aldığı da söylenmektedir.
Hz. Alî'nin Fazileti:
Hz. Osman'dan sonra insanların en üstünü Hz. Ali b. Ebi Talib'tir. Onun da künyesi şöyledir: Ali b. Ebî Tâlib b. Abdil-Muttalib b. Hâşim b. Abd-i Menaf b; Kusay el-Kureşî el-Hâşimî." Hz. Ali'nin meşhur ofan künyesi Murtaza'dır. Hz. Ali, Hz. Peygamber'in kızı Fatımat'üz-Zehrâ'nın kocası, Hz. Peygamber'in amcasının oğludur. Hz.Ali yüksek derecede ilim sahibi idi. Sahabenin büyüklerinin kendisinden sordukları müşkül meseleler karşısında verdiği fetvaları çoktur ve meşhurdur. O'nun bu fetvalarının çokluğu Hz. Peygamber'in kendisi hakkında buyurduğu;
“Ben ilmin şehriyim, Hz. Aîi de kapısıdır.” [4]
“Sizin en iyi hüküm vereniniz Ali'dir.” sözlerini doğrulamaktadır.
Dört halifenin faziletleri hadis kitaplarında yazılıdır, onların hayat hikâyeleri ile şemailleri ilim adamlarının lisanlarında şöhret bulmuştur. “Mişkât”, şerhi “Mirkât” da bir kısmını açıklamışızdır. Hz. Ebü Bekir'in üstünlüğüne delâlet eden en kuvvetli delil, Hz. Peygamber'in, hastalığı zamanında gece ve gündüz onu halka imamlık yapmaya nasbetmesidir. Bunun için sahabenin büyükleri demişlerdir ki; “Hz. Peygamber'in dini işlerimiz için seçtiği kişiyi dünya işlerimiz için nasbetmeye hiç razı olmaz mıyız?
Sonra Cumhur-i sahabenin, Hz. Ebû Bekr'in hilâfet makamına nasbi ve diğerlerinin de son durumda onlara ittibaı konusunda ittifakları vardır. el-Hulâsa adlı kitapta şöyle bir ibare vardır: “İki kişinin bilgi ve hal gidiş bakımından durumları bir olsa, fakat kıraat bakımından biri diğerinden daha iyi olsa, buna rağmen cemaat diğerini imamlığa geçirse cemaat hataya düşmüş olur. Yine bunun gibi, bilgi ve ahlâk bakımından birbirine denk olan iki kişiden biri muhakeme usullerini bilmek bakımından diğerinden daha üstün olsa, buna rağmen diğerini kadılığa nasbetseler, yine hata işlemiş olurlar.
Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'in üstünlüğü hakkında Ehl-i Sünnet âlimleri arasında ittifak edilmiştir. Bu tertip Hz. Osman ile Hz. Ali arasında da aynendir. Ehl-i Sünnet âlimlerinin ekserisinin görüşü de budur. Ancak Küfe ve Basralılardan buna muhalif bir görüş rivayet edilmektedir.
Sonra bil ki, Rafızilerle Mutezilenin çoğunluğu Hz. Ali'yi Hz. Ebû Bekir üzerine üstün tutmaktadırlar. Ebû Hanîfe hazretlerinden de Hz. Alî'yi Hz. Osman'a üstün tuttuğu yolunda bir rivayet nakledilmektedir. En sağlam görüş, Ehl-i Sünnet âlimlerinin çoğunluğunun kabul ettiği kuvvetli görüştür. Ebû Hanife'den rivayet edilen kuvvetli görüş de bu yoldadır. Nitekim metinde de bu görüş üzre halifelerin tertibini yapmıştır.
“Şerh'ul-Akâid”de de selef âlimlerinin görüşlerini bu tertip üzre bulduk. Doğrusu selef âlimleri bunun delilini bulmasalar bu şekilde bir tertip yapmazlardı. Selef âlimleri Hz. Osman'ı, Hz. Alî'den üstün tutmada tereddütlü olsalar gerek ki, sadece Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'i diğerlerine karşı üstün tutmayı ve Hasan ile Hüseyin'i sevmeyi Ehl-i Sünnet'in alâmetlerinden saymışlardır. El insaf! Eğer üstünlükten maksat sevabın çokluğu ise bu noktada tereddüt etmenin bir yönü vardır. Eğer, akıllı kişilerin saydıkları faziletlerin çokluğu kasdedilmişse o zaman bu noktada duraklamanın bir manası yoktur. Buradaki üstünlük sözünden maksat, Hz. Osman'ın Ali üzerine üstünlüğüdür. Hemen öncesinde duraklama sözü geçmesi bir karinedir. Yoksa dört halife arasındaki üstünlük kasdedilmiş değildir.
Muteehhirin âlimlerinden (sonraki âlimlerden) bazılarından nakledilen husus şudur: bu mânada üstünlük hakkında kesin bir hüküm yoktur. Zira bunlardan biri için rivayet edilen bir fazilet yoktur ki, diğerinin bu fazilete ortaklığı bulunmasın. Birinin bu fazilete hakikaten tahsis edilmesi takdirinde diğerinin de başkasına tahsisi gerekir. Zira bu fazilet ya haddizatındaki şerefi, yahut kemiyetinin fazlalığı sebebiyle birçok faziletlerden daha tercihli olabilir.
Başka bir haşiyeci de şöyle demiştir:
“Hz. Osman ile Hz. Ali arasındaki fazilet tercihinde duraklamaya bir sebep yoktur. Belki Hz. Ali’nin daha üstün olduğuna hükmetmek gereklidir. Zira onun hakkında menkıbelerinin yaygınlığı, faziletlerinin çokluğu, kemal sıfatları ile vasıflanmış bulunduğu ve birçok kerametlere tahsis edildiğine delâlet eden rivayetler tevatür derecesinde nakledilmiştir.” Bu haşiyecinin sözünün akışından anlaşılan manadır. Bu sebepten denilmiştir ki bu görüşte bir nevi rafızîlik rayihası vardır. Ancak bu şüphesiz bir uydurmadır. Zira Hz. Ali'nin yüksek kemalâtı ve faziletleri çoktur. Bu konudaki rivayetlerin tevatür derecesine ulaşması inkârı mümkün olmayacak bir mâna taşır. Eğer bu, sünneti terk ve iptal etmekse rivayet ve dirayet ehlinden hiçbir kişi sünnî değildir. Dinde taassubtan, hak ve yakîn olan bilgilerden uzaklaşmaktan sakın.
Hz. Ali'nin, Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'den üstün kabul edilmesinin Ehl-i Sünnet mezhebine muhalif olduğunda bir gizlilik yoktur.
Selef âlimlerinin tümü bu görüştedir. Ancak, sonradan gelen âlimlerden bir kısmı Hz. Ali'nin, Hz. Osman'dan üstün olduğuna meyletmişlerdir. Sahabe'den Eb'ut-Tufel bunlardandır. Eb'ut-Tufeyl'in inandığı ve Allah'ın dininde dayandığı görüş şudur: Hz. Ebû Bekr'in diğerlerinden üstün olduğu kesindir. Çünkü Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem kendisine, vekâlet yolu ile insanlara, imamlık yapmasını ona emretmiştir. Halbuki İslâm dininde biliniyor ki, imamlığa lâyık olan daha üstündür. Hz. Ali de o zaman Medine'de bulunuyordu. Sahabe'den diğer büyük sahabîler de öyle. Hastalık günlerinde Hz. Peygamber Hz. Ebû Bekr'i imamlığa üstün olduğunu bildiği için geçirmişti. Hattâ bir keresinde Hz. Ebû Bekir geri çekilerek Hz. Ömer imamlık için öne geçmek üzere iken Hz. Peygamber sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:
“Allah da mü'minler de Ebû Bekir'den başkasını kabul etmez.” Hz. Âişe'nin, babasına karşı gelme kazıyyesi meşhurdur. Hz. Ebû Bekr'in imamlık yapması, hilâfet makamına nasbedileceğine bir işaret idi. Bunun için sahebe, “Hz. Peygamber: O’nu dinî işimiz için seçti, dünyaya ait işlerimiz için biz onu neden seçmeyelim?” diyerek Hz. Ali'nin, kendisini Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer üzerine üstün tutan kimseleri, iftira eden kişiyi döver gibi dövdüğü rivayet edilmiştir.
Dört Halife Gerçek Halifedir :
Geçmişte olduğu gibi bu dört halife hak üzerinde bakîdirler. Hak ile beraber daimdirler. Onların hepsini severiz.
Hallerinde bir değişiklik, kemallerinde bir noksanlık olmaksızın hak üzerinde bakidirler. Bu ibarede Rafızîlere reddiye vardır. Onlar üç halife hakkında şöyle derler. Üç halife Hz. Peygamber zamanındaki hallerini değiştirdiler. Onlar hakkında, faziletlerine delâlet eden ayetler, güzel hayat hikâyelerini bildiren hadisler gelmiştir. Yukarıdaki sözde Haricîlere de reddiye variır. Onlar da Hz. Ali ve ona uyanları kâfir olduklarına hükmediyorlar. Bir mü'minin öldürülmesi günahını irtikâb ettikleri için Hz. Muaviye ve ona uyanların da kâfir olduğuna hükmediyorlar. Zira Hâricilere göre, adam öldürmek, insanı iman sınırından çıkaracak büyük bir günahtır.
Biz bu dört halifeyi severiz, sayarız. Onlardan hiçbirine sövmeyiz. Çünkü Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor.
“Benim ashabıma sövmeyin.” Allah Teâlâ da ilk muhacir müslümanlar hakkında şöyle buyuruyor:
“Muhacir ve Ansar'dan İslâm'a ilk girerek öne geçen müslümanlar; bir de güzel amellerde bulunmak suretiyle onların izinde yürüyenler; Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuştur.” [5]
Bu dört halifenin İslâm'a ilk giren ve Cennet'e ilk girecek olan müslümanlardan oldukları hususunda ittifak vardır. Bunlar, Allah'ın rıza Cennetine ilk olarak gireceklerdir. Bu âyet, onların şanlarının yüceliğine, imanlarının kesinliğine, makamlarının güzelliğine kesinlikle delâlet ediyor, ister aklî olsun, ister naklî olsun bu âyet karşısında kesin bir delilden başkası kabul edilemez. Bunlara karşı terbiyesizlikte bulunan, onlara çamur atan, onlarda var olan Hz. Peygamberle sohbet faziletine saygısızlıkta bulunanların böyle bir kat'î delilleri yoktur. Sahabe, Hz. Ebu Bekr'in Hz. Peygamberle sohbetini, arkadaşlığını inkâr eden kâfir olduğunda ittifak etmişlerdir. Çünkü onun sahabîliği hakkında nas vardır. Cenabı Hak Kur'an-ı Kerîm'de söyle buyuruyor:
“Eğer siz peygamber'e yardım etmezseniz, Allah ona vaktiyle yardım ettiği gibi yine yardım eder. Hani Mekke müşrikleri onu Mekke'den çıkardıkları zaman ikinin ikincisi (Hz. Ebû Bekir) ile beraber mağarada idiler. O vakit Hz. Peygamber arkadaşına şöyle diyordu: Üzülme, çünkü Allah'ın yardımı bizimle beraberdir.” [6]
Müfessirler, bu âyetteki Peygamberin arkadaşı ifadesinden, Hz. Ebû Bekr'in kasdedildiğinde ittifak halindedirler. Bunda Hz. Ebû Bekr'in, Hz. Peygamber'in ashabı arasında en kâmil bir ferd olduğuna işaret vardır.
Sahabileri Hayırla Anmak:
Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem'in sahabîlerini yalnız hayır ile anarız.
Zira o fesad maksadı ile ısrar ederek yapılmış olmayıp kendi içtihadından doğmuştur. Belki onlar, bu kötülükten hayr-ı meâd'a dönmüşlerdir. Bizim onlara karşı iyi bir zanda bulunmamız gerekir. Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem de onlar hakkında şöyle buyuruyor:
“En hayırlı nesil benim asrımın neslidir.” [7]
Yine Hz. Peygamber şöyle buyuruyor;
“Ashabımdan bahsedildiği zaman dilinizi tutun.” [8]
Bu hadislere dayanarak ilim adamlarının çoğunluğu, sahabenin hepsinin güvenilir kişiler olduğu görüşündedirler. Bu güvenilir oluş, Hz. Osman ve Hz. Ali devrindeki fitneden evvel de sonra da bakidir. Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem yine şöyle buyuruyor:
“Benim ashabım, yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanıız, doğru yolu bulursunuz.»
İbn-i Dakik sinde şöyle diyor:
“Sahabe arasında ihtilâf bulunduğu hususunda nakledilen rivayetlerin bir kısmı bâtıldır, bir kısmı yalandır; onlara iltifat edilmez. Doğru olanlarını güzel bir şekilde tevil ederiz. Zira onlar hakkında Allah Teâlâ'nın medh-u senası geçmiştir. Buna ilâve edilen sözler tevile ihtimali vardır. Şüphe vehimli bulunan sözler gerçek ve bilinen hususları bâtıl kılmaz.
Bu konuda İmam Şafiî şöyle diyor:
“Allah Teâlâ sahabe devrinde akan o kanlardan bizim ellerimizi temizlemiştir, dolayısıyla dillerimizi onunla bulaştırmamalıyız.”
İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Âişe ile Hz. Ali arasında cereyan eden vakadan sorulunca şöyle cevap vermiştir:
“O bir ümmettir ki gelip geçti. Kazandıkları işler kendilerine aittir, sizin kazandıklarınız da size aittir. Siz onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz.” mealindeki âyet-i kerimeyi okudu.
İmam Âzam Ebû Hanife de şöyle buyuruyor:
“Hz. Ali olmasaydı Haricîlerin hayat hikâyelerini bilemezdik.”
*****************************************************
[1] Müslim. Sahih, e. IV, s. 1857, Hadis No: 2387; Buharî, Sahih.
[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. II. 53; İbn-i Mace, Mukaddime, II.
[3] En-Nîsâ: 4/60.
[4] Feyz'ul-Kadir, c. III s. 46, Taberanî.
[5] Et-Tevhe: 9/100.
[6] Et-Tevbe: 9/40-174.
[7] Buharı, c. IV, fazailus-sahabe, 5. s. 189.
[8] Feyzul Kadir, c. I, s. 347.
Hiç yorum yok