İslam İnkılabının Ayak Sesleri
İslam İnkılabının Ayak Sesleri
Yıl 1987... Vicdanı kurumuş,insanlığını kaybetmiş,gözlerini dünya hakimiyeti hırsı bürümüş zalimler topluluğu kirli ayaklarıyla adım attı gözbebeğimiz Filistin’e... ‘’Hubbul Vatan Minel İman-Vatan sevgisi imandandır’’ hadisi şerifi vatanlarına çöreklenmeye çalışan işgalcileri Filistinlilere kabul ettiremezdi,ettirmedi de! ‘’İntifada’’ ne mübarek bir kelime...
Bu kelime bağrında nice şehitleri,şehideleri,yetim ve öksüzleri barındırır. İntifada vatanından sürgün edildiğinden beri insanların suskunluğuna küsen ve vatanının her karış toprağı işgal edilip insanları acımasızca öldürülürken yüzünü göstermeyerek adeta ‘’insanlık öldü mü?’’ diye haykıran Hanzala’lara kucak açar. Sahi, ‘’insanlık’’ kavramının içi boşalalı ne kadar zaman geçti? İnsanların birlik beraberlik içinde huzurlu bir hayat sürmeleri için tek güvence olan bu kavram ne zaman manasını yitirdi?
Hiç şüphesiz ‘’insan’’ olmanın idrakine varmış olması ve toplumsal olaylarda bu idrakin gerektirdiği üzere hareket etmesi gereken ‘’müslümanlar’’, ‘’insanlık’’ kavramının gerçek anlamını Muhammed Mustafa (sav)’den öğrenmiş olmalıydı! ‘’İnsan olmanın idrakine varma’’yı topyekün kainatın kendisi için yaratıldığı Fahri Kainat Efendimiz’den öğrenebilmiş olsaydık dünya zulüm kokar hale gelmezdi. O ki, peygamberlik vazifesi kendisine verilmeden önce ve peygamberlik vazifesini ifa ederken en azılı düşmanları bile O’na ‘’ Muhammedü’l Emin-Güvenilir Muhammed’’ der, canlarını mallarını tereddüt etmeden ona emanet ederlerdi. Biz insanlar çektiği onca eziyete rağmen ‘’insan olma’’nın en yüce örneğini gösteren Hz.Muhammed’in öğrettiği yolda gidebilseydik Hanzala bize sırtını dönmezdi!
Şimdi insan olamamanın neticesinde mazlumların arşı titreten feryatları bizim kulak zarımızı titretemiyor. Onların acıları bizi Dünya Kupası maçları kadar ilgilendiremiyor!
Yıl 2000... Satila-Sabra katliamlarının Filistinlilerin kalbinde açtığı yara ikinci intifadayı beraberinde getirdi. Sorulması gereken bir soru; ‘’Biz bu intifadaların neresindeyiz?’’ Meydanlara inip ellerimizde Filistin bayraklarıyla ‘’Kahrolsun İsrail!’’ diye haykırarak-sadece haykırarak- İsrail kahrolacak mı zannediyoruz? Bir yandan yaşam tarzımızı medeni(!) kılmak için Batı’nın bize dayattığı değerleri sorgulamadan kabul edip, diğer yandan kuru sloganlar atarak zalimler kahrolacak mı zannediyoruz? İsrailli şair Abşalom Kor’un şu sözleri ‘’insan’’ları harekete geçirmeli;
‘’Iydit’le olan konuşmamızda bir neticeye varmıştık:
‘Savaşmalıyız,öldürmeliyiz herkesi
Kendilerine bir vatan arayan
Ve öldürmeliyiz
Vatanımız olsun için
Nehirden nehre kadar uzanan’’
Siyonistler ‘’Arz-Mevud’un hakimi olma’’ emelleri uğrunda bir savaş veriyorken ‘’insan’’ kalmayı başarabilmiş olanlar zalim düzene parya olmaya şiddetle karşı çıkmalı!
Filistin’de İslam davası için zalime taş atan o yüreği iman dolu çocukların ellerindeki taşlardan bile daha çok taşlaşan kalbimiz bizi öyle bir hale getirdi ki, Kumandan’ın dediği gibi ‘’Acı duyma ıstırabını bile unutmuşuz,işkencenin şiddetine bakın!’’
Müslümanlar... Allah’ın yeryüzünde halife kıldığı ‘’insan’’lar... Biz hani bir vücudun uzuvları gibiydik; ayrılamazdık... Vücudumuzun her bir uzvu ayrı ayrı acı çekerken suskunluğumuzun sebebini nasıl ifade edebiliriz?
Filistin’li esirler bizi insanlık kavramını hatırlamaya davet ediyor ;
‘’Size sesleniyoruz ve bu mektubu cezaevi mürekkebiyle kağıda döküyoruz! Bizler İsrail cezaevlerindeki Filistinli esirler olarak hep birlikte ayağa kalkmanız ve bizi yalnız bırakmamanız için dua ediyoruz!’’
Filistin Davası deyince Türkiye’nin rolünden bahsetmek bu kutlu davanın neresinde olduğumuz ya da ol(a)madığımızı gün ışığına çıkarmak açısından mühimdir. Kumandan’ın şu sözleri bu davanın yalnızca üzülenler ve herhangi bir aksiyonda bulunamayanlar tarafında olduğumuzu açıkça göstermektedir;
‘’Dünyada,-Filistin meselesi hakkında bu kadar müteessirsiniz-,İsrail devletini ilk tanıyan devlet biziz... Yaser Arafat’ın bir sözü var,’’Filistinliler Abdulhamid’i hala minnetle anarlar!’’ diye... Biliyorsunuz Abdulhamid’e şu kadar altuna yaptıramadığımızı onun hallinden sonra gayet cüz’i bir miktara yaptırdık diye,Yahudi söylüyor;orada toprak almaları,yerleşmeleri,devlet olma yolunda ilk zemini hazırlamaları davası... Bugün dünyada müslümanların başına gelenler, biz millet olarak tarihi misyonumuzu kaybettiğimiz için, bizim yüzümüzden gelmiştir...’’
‘’Arap Baharı’’,dünya hakimiyeti ideali doğrultusunda Batı Medeniyeti’nin Ortadoğu’da uygulamaya koyduğu kanlı rejim değişikliğinden başka hiçbir şey getirmedi. Bu kanlı rejim değişikliğinin en soğuk yüzünü gören Suriye Halkı oldu. 1947 yılında bağımsız olan Suriye Halkının hiçbir zaman huzurlu bir hayatı olmadı. Anneliğin,babalığın anlamı orda hep farklıydı!
Suriye’de anne olmak,bin kere ölmektir! Evlatları açlıktan kırılırken ölmektir! Evleri başına yıkılırken ölmektir! Can yoldaşı bir gün gidip geri gelmediğinde hem anne hem baba olmaktır!
Suriye’de çocuk olmak,bir anda,hiç beklemediği bir anda hem annesini hem de babasını yitirmektir!
Irak...
‘’İnsanlık öldü’’ cümlesini belki de en acı şekilde dünyaya ispat etti Irak Halkı’nın yaşadığı acılar...
Amerikan askerleri Irak Halkı’nı sözde Saddam’dan kurtarmak için Irak’a girip, hapishanelerde masum insanlara zulmederken, kadınlara tecavüz ederken üç maymunu oynayan insanlar(!) tüm dünyaya gerçekten de ‘’nasıl insan olunamazmış’’ı gösterdi!
Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Amerikan askerlerine sapasağlam evlerine dönmeleri için dua ediyoruz derken yutulan diller, belki de kardeşlerimize yaşattığımız en büyük acıydı!
Şimdi herkesin ağzında aynı cümle;
‘’Ümmet başbakanımıza dua ediyor!’’
Vicdanlara sorulmalı; ‘’Amerikan askerleri tarafından tecavüze uğrayıp hamile kalan Nur Bacılar, Fatıma Bacılar da Başbakanımıza dua ediyor mudur acaba?’’
‘’Halkıma, Ramadi’nin, Halidiye’nin ve Felluce’nin insanlarına; erdem ve onurlarını kaybetmeyen tüm dünyadaki insanlara...
Bu size, Amerikan-siyonist hapishanesi Ebu Garib’ten kardeşiniz Nur’un mektubudur.
İnanın buradaki aşağılanmayı, sefaleti ve haysiyetsizliği size nasıl anlatacağımı, kelimelere nasıl dökeceğimi bilemiyorum.
Siz sıcak evlerinizde karınlarınızı doyurup sevdiklerinizle bir arada otururken bizim maruz kaldığımız aşağılanma ve çektiğimiz açlığı, sizler su içerken çektiğimiz susuzluğu, sizler derin uykuda iken Amerikalıların bize yaşattığı uykusuz geceleri, sizler giyinikken bizim yaşadığımız çıplaklığı, bizi soyup önlerinde sıraya dizmelerini nasıl anlatabilir, nasıl kelimelere dökebilirim...
Ey kardeşlerim; kamyonlarınızı ve arabalarınızı Amerikan malları taşırken gördüğümüzde kalbimiz sıkışıyor. Çünkü o araçlar benim halkıma ve ülkeme ait.
Yüreğim kan ağlayarak şöyle diyorum: Allah’ım! Benim insanlarım, haysiyetlerini ve şereflerini bir avuç Amerikan Doları’na satmış. Yaşadıklarımızı ve kirletilen onurumuzu düşündükçe gözlerimden yaşlar boşanıyor.
Ey kardeşlerim;
Amerikalıların elinde ne ızdıraplar çektiğimizi, neler acılar yaşadığımızı, Allah aşkına, nasıl anlatıp nasıl kelimelere dökeyim.
Kardeşlerim;
Allah’a yemin ederim ki, yaşadıklarımızı dile getirmekten acizim. Bundan ar ediyorum. Ama yine de kelimelere sığınarak size olanları anlatacağım. Amerikalılar’ın bizlere yaptığı haysiyetsizlikleri, çektirdiği eziyeti, işkenceyi ve aşağılanmaları elimden geldiğince anlatacağım...
Hayvani zevklerinin aracı olmadığımızda, kendimizi şehvetlerine teslim etmediğimizde bizi nasıl öldüresiye dövdüklerini ifade etmeme izin verin...
Siz ey bizim dini liderlerimiz olarak ortalarda tozup gezenler!
Amerikalılar’ın bize reva gördüğü bu cinsel ve hayvani eziyetler karşısında hâlâ nasıl oluyor da açık alınla ortalarda görünebiliyorsunuz?
Peygamber Efendimizin en değerli hazineniz buyurduğu haysiyet ve şerefinizi çiğnetmekten pek sıkılmış gibi görünmüyorsunuz.
Bizi ve kendinizi birkaç dolar kırıntısı karşılığında pazarlardaki köleler gibi Amerikalılar’a ve Siyonistler’e mi sattınız? Haysiyet ve şerefinizi ne çabuk kaybettiniz?
Allah’ın bizi sizlere bir emanet olarak verdiğini ne çabuk unuttunuz?
Hani bizleri koruyacak, besleyecek ve namusumuzu asla çiğnetmeyecektiniz? Ne oldu size, verdiğiniz söze?
Amerikalılar, Ebu Garib’te namusunuzu her gün ayaklar altına alıyor. Mektubumu okuyanları, Allah adına, Ebu Garib Hapishanesi’ndeki vahşiliklere dur demeye çağırıyorum. Buradaki insanlığa sığmayan işkenceleri durdurmak için sesinizi yükseltmeye davet ediyorum. Burada yapılanlar, Siyonistler’in hapishanelerde Filistinli gençlere ve kadınlara yaptıklarından daha berbat.
Orada fiziki işkence yapıyorlardı. Oysa burada her gün ırzımıza geçiyorlar. Vahşi, kana susamış hayvanlar gibi bedenlerimize saldırıyorlar. Avazımız çıktığı kadar çığlıklar atıyoruz ama kimsenin bizi duyduğu yok!
Eğer kalbinizde, ruhunuzda bir zerre insanlık, haysiyet, onur ve şeref varsa, birleşin ve bu hapishaneye saldırın. Gelin ve kurtarın bizi!
Elinize geçen bütün silahlarla bu hapishaneye saldırın! Hem onları hem de bizleri öldürün!!!
Biz çoktan ölüme razıyız. Burayı yerle bir edin!
Hepimizin karnında onların piçleri var! Çoğumuz hamileyiz! Biz dünden ölüme razıyız!
Size yalvarıyoruz; gelin ve kurtarın bizleri! Size, ailelerimize ve ülkemize daha fazla utanç vermemek için ölmek istiyoruz! Bizi öldürün! Size yalvarıyorum; Allah için bizleri, Amerikalılar’ı ve onların piçlerini öldürün!
Allah rızası için! Size yalvarıyoruz!..”
Bacınız Nur. (10 Nisan 2004). ‘’
Bu noktada başımızdan aşağı kaynar su dökülmüşçesine bizi etkilemesi gereken bir söz;
‘’ Bacısı bir kafir tarafından tecavüze uğramamış, evladı bir kafir tarafından boğazı kesilmemiş bir insan cihadı anlayamaz. Onun hayatı çiçek böcek dağıtmakla geçer’’
Şamil Basayev
Arakan...
Allah diyenin katledildiği mahzun coğrafya.. Buda heykellerine tapmadığı için diri diri yakılan müslümanların yaşadığı,daha doğrusu yaşayamadığı,coğrafya...
Sadece aklımıza geldikçe ‘’yetişin Müslümanlar,Arakanda kıyım var!’’ diyecek kadar hayatımıza sokabildiğimiz kanayan uzuvlarımızdan biri Arakan... Haftanın 7 günü belli saatlerde dizilerimizi kaçırmadan izlerken onları aklımızın,kalbimizin bir köşesine kazıyamıyoruz. Sosyal medyada bir şekilde gündeme yerleşmişse ‘’ah,vah’’ ediyoruz,sonrası yine malum...
Doğu Türkistan...
Çin zulmü altında vahşetin her türlüsünü tadarak yaşamak zorunda bırakılan Müslüman Uygur Türkleri...
Müslüman Uygurların Ramazan ayı geldiğinde oruç tutmalarına dahi izin vermeyen zalimler, oruç tuttuğunu anladıkları Müslümanı işkence ile öldürüyor. Onlar, bizim gibi Ramazan ayını sevinçle karşılayamıyor... Onlar için Ramazan ayının gelişi birilerinin daha şehit edileceği anlamına geliyor...
Tüm bunlara rağmen ne yazık ki; Türkçülükten dem vuranlar bile bu mezalimi görmezden geliyor!
Afganistan...
Hindikuş Dağları nice şehitlere kucak açmıştır. Hindikuş Dağlarında nice zalimler cehennemin dibine gömülmüştür! Şimdi NATO zulmü tüm hızıyla devam ederken, Afganistan bizim arasıra da olsa aklımıza gelmez oldu.
Afganlı Müslümanların ‘’unutulma’’ kaderini paylaşanlardan biri de Müslüman Çeçenler...
Çeçen direnişi ne yazık ki gündemimizden çıkarıldı fakat onlar,ahdlerine sadık müslümanlar, canlarını ALLAH yolunda bir bir teslim etmeye devam ediyor.
İmam Mansur, İmam Gazi Muhammed,İmam Şamil,İmam Hamzat Bek,Muhammed Emin, Cahar Dudayev, Aslan Maşadov, Şamil Basayev, Abdulhalim Sadullayev ve diğerleri... Çeçen direnişinin ruhunu kavramak için bu kahramam İslam erlerinin hayatını irdelemek yeterli..
Müslümanlar onları tanıdıkça uğruna direndikleri kutlu yolun asla terkedilmemesi gerektiğni anlayacaktır.
Bütün bu zulümler karşısında sorulması ve cevaplandırılması gereken sorular elbette var.
Öncelikle şu; Neden yüreği sökülmüş bu çağda bütün acıları yalnızca Müslümanlar yaşıyor?
Ayrıca; İslam coğrafyasına dayatılan,Müslüman kanı emen vampirlerin güce tapan düzeni karşısında Müslümanlar ne yapmalı?
Bu soruların cevaplarını Kumandan’ın Başyücelik Devletinden işaretleyelim;
‘’ Demokrasi ve liberalizmden,Birleşmiş Milletler Teşkilatı ve Avrupa Ortak pazarına kadar, fikir ve kuruluşlar planında içiçe bir yumak olarak şekillendirilen ‘’Yeni Dünya Düzeni’’, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupanın birlikleriyle rekabet ortamı içinde de olsa bizim gibi ülkelere biçtikleri parya statüsünde müşterek, bir hegemonya sistemidir. Elbette ‘’hayır!’’ diyoruz; ülkemizden başlayarak teklif ettiğimiz ‘’Yeni Dünya Düzenimiz’’ ile!..’’
‘’İslam dünyasının bugün derece derece benimsemesi,benimsetmesi ve kavgasını yapması gereken husus,Birleşmiş Milletler Teşkilatını reddetmek bizim için de buna ek olarak Avrupa Ortak Pazarına girilmesine şiddetle karşı çıkmaktır.. Bunun başkasının ‘’ol!’’ dediği şeye sadece ‘’olmam!’’ demekten ibaret aciz bir tavır belirtmemesi için tek tezi de, bizim Başyücelik Devleti Modelimizdir;yani ‘’Büyük Doğu-İbda anlayışının otoritesini benimsemek ve hakim kılmak!..’’
Şu bilinmeli ve inanılmalıdır ki; ‘’ Müslümanların çektiği acıların tamamı beklenen İslam İnkılabının ayak sesleridir!’’
Bu İslam İnkılabını gerçekleştirip,topyekün insanlığın selamete kavuşmasına vesile olacak olan da yüreğinde ‘’Büyük Doğu-İbda’’ idealini yaşatan ve bunun heyecanını bütün hücrelerinde hisseden gençliktir!
Yazan: Ahu-Dil
Hiç yorum yok