İMAM-I AZAM'IN OSMAN EL-BEYTİ'YE MEKTUBU
Hamd Âlemlerin Rabbine, Salât ve Selâm Efendimiz Hz. Muhammed'in Bütün Âl ve Ashabına Olsun.
İmam
Husamu'd-Din b. el-Huseyn b. el-Haccac es-Seğnâkî, Hâfızuddin Muhammed b.
Muhammed el-Buharî'den; o, Şemsu'l-Eimme Muhammed b. Abdü's-Settar
el-Kerderi’den; o, Burhanüddin Ebi'l-Hasan Ali b. Ebi Bekr b. Abdi'l-Celil
el-Merginânî'den; o, Ziyâuddin Muhammed b. el-Huseyn b. Nasır el-Yersûhî'den; o,
Alâeddin Ebi Bekr Muhammed b. Ahmed es-Semerkandî'den; o, Ebu'l-Muîn Meymûn b.
Muhammed el-Mekhûli en-Nesefi’den; o, Ebû Zekeriyya Yahya b. Mutarrif
el-Belhi’den; o, Ebû Salih Muhammed b. el-Huseyn es-Semerkandi’den; o, Ebû Said
Muhammed b. Ebî Bekr el-Büstî'den; o, Ebu'l-Hasen Ali b. Ahmed el-Farisî'den; o,
fakih Nasîr b. Yahya'dan; o, Ebû Abdullah Muhammed b. Semâa et-Temimi’den; o,
İmam Ebû Yûsuf Yakub b. İbrahim el-Ensârî'den, o da İmam-ı Azam Ebû Hanîfe'den
(Allah hepsinden razı olsun) rivayet ettiğine göre, Ebû Hanîfe şöyle
dedi:
Rahman ve Rahim
Olan Allah'ın ismiyle
Ebû
Hanîfe'den Osman el-Bettî'ye. Sana selâm olsun. Ben kendisinden başka ilâh
olmayan Allah'a hamdederim.
İmdi;
ben sana Allah'a karşı tâat ve takva tavsiye ederim. Allah hesaba çekici ve
cezalandırıcı olarak kâfidir. Mektubun bana ulaştı, hakkımda ifade ettiğin
nasihatini anladım. Bu konuda gayretin olduğunu yazmışsın. Durum bizim için de
aynıdır. Benim "dalâlette kalmış mü'min" dediğimi duyduğunu, hayır ve nasihat
hususunda mektup yazmaya sevkeden şeyin, sana ağır geldiğini belirtiyorsun. Oysa
ben yemin ederim ki Allah'ın rızasından uzak bir şeyi işleyen bir kimse için,
hiçbir mazeret bahis konusu olamaz. İnsanların ihdas ettikleri ve
kendiliklerinden ortaya koydukları şey, onları hidayete ulaştırmaz. Aslolan,
Kur'ân-ı Kerîm'in getirdiği ve Hz. Peygamber'in davet ettiği, -insanlar arasında
tefrika ortaya çıktığı devreye kadar Hz. Peygamber'in ashabının yapmakta devam
edegeldikleri şeylerdir. Bundan başkası ile amel edenler bid'atçi ve
kendiliklerinden ihdas edicilerdir. Sana yazdığım mektubu anla ve hakkımdaki
düşüncelerinden sakın, şeytanın senin zihnine kötü düşünce sokacağından kork.
Allah bizi ve seni taatıyla korusun. O'ndan bizim ve senin için rahmetiyle
muvaffakiyetler diler, şöyle deriz:
Allah-u
Taâla, Hz. Muhammed'i göndermeden önce, insanlar Allah'a şirk koşma durumunda
idiler. Allah Hz. Muhammed'i, insanları İslâm'a çağırması için gönderdi. O da,
insanları Allah'tan başka ilâh olmadığına, O'nun bir olduğu ve ortağı
bulunmadığına şehâdete ve Allah'tan gelen her şeyi kabul etmeye çağırdı. İslâm'a
giren kimse mü'min, şirkten uzak, malı ve kanı hürmete lâyık, müslümanların hak
ve hürmetine sahip oldu. Hz. Peygamber'in daveti esnasında İslâm'ı terkeden;
kâfir, imandan uzak ve malı ve kam helâl sayıldı. Böyleleri için ya müslüman
olmaları yahut da öldürülmeleri dışında bir şey kabul edilmez. Fakat Allah'ın
cizye alınıp dinlerinde serbest bırakılmaları yönünde kitap ehli olanlar için
verdiği hüküm bunun haricindedir. Daha sonra iman ve tasdik edenler için
farizalar nazil oldu. Sonra o farizaları imanla birlikte işlemek de amel oldu.
Bunun için Allah Kur'ân-ı Kerîm'de "İman edip, salih amel
işleyenler"(el-Bakara,25,82,277.), "Kim Allah'a iman eder ve salih
amel işlerse...(et-Tegabün,7;et-Talak,11.) buyurur. Bu âyetlerin
birçok benzerleri Kur'ân'da mevcuttur.Buna göre ameli işlemeyen tasdiki
kaybetmiş olmaz, amel olmadan da tasdik mevcut olur. Ameli terkeden kimse, ameli
terkinden dolayı tasdiki kaybetmiş olsaydı, iman ismi ve hürmetinden de çıkmış
olurdu. Oysaki zayi edenler, sadece tasdiki zayi etmelerinden dolayı, iman
isminden, hak ve hürmetinden uzaklaşıp eski halleri olan şirke avdet etmiş
olurlar.
Keza,
insanların tasdik konusunda birbirinden farklı olmadıkları, birbirinden az yahut
da çok tasdik edici olmamaları, fakat bunun yanında amel konusunda birbirinden
farklı oldukları durumu da, tasdik ve amelin farklı şeyler olduğunu ortaya
koymaktadır. İnsanlara terettüb eden farizalar farklıdır. Sema ehli ile
peygamberlerin dini aynıdır. Bunun için Allah "O, size, dinden Nuh'a
emrettiğini, sana vahyettiğimizi. İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya emrettiğimiz;
dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin diye, kanun
yaptı."(eş-Şura,13.) buyurur.
Bil ki,
Allah'ı ve Resullerini tasdik etmekten hasıl olan hidayet, farz kılınan
amellerdeki hidayet gibi değildir. Bunu anlamak sana niçin güç geliyor? Halbuki
sen o kimseyi, tasdiki dolayısıyla Allah'ın kitabında belirttiği gibi mü'min;
farizaların bir kısmını bilmediğinden ötürü de cahil olarak isimlendiriyorsun.
Cahil olan bilmediğini öğrenir. Allah ve Resulünü bilmekten sapan kimse,
insanların mü'min oldukları halde öğrenebilecekleri şeyi bilmekten sapan kimse
gibi olur mu? Allah-u Taâla, farizaları bildirirken şöyle buyurur. "Allah,
yanılmayasınız diye size bunları açıklıyor. Allah her şeyi hakkıyla
bilir."(el-Maide,175.), "Şayet şahit kadınlardan biri unutursa diğeri
ona hatırlatır."(el-Bakara,282.),
"Musa dedi ki: Ben o işi henüz doğru yolu görmeyecek halde iken
yaptım."(eş-Şuara,20),Yani cehaletle işledim demektir. Bu
hususun kabul edilmesinde, Allah'ın kitabı ve Hz. Peygamber'in sünnetindeki
delillerin anlaşılması senin gibi bir kimseye zor gelmeyecek kadar açık ve
aşikârdır. Sen; zâlim mü'min, günahkâr mü'min, âsi mü'min ve hatalı mü'min
demiyor musun? İman hususunda hidâyete ulaşmış olan kimse, zulüm ve hata ettiği
konuda doğru yolu bulmuş olur mu? Yahut hak konusundaki hatadan dolayı delalette
olur mu? Hz. Yakub'un oğulları, babalarına "sen eski
dalaletindesin"(Yusuf,95.) demişlerdi. Onların bu ifadeleri ile
"sen eski küfründesin," mânâsını kasdettiklerini zannediyor musun? Allah, seni
böyle anlamaktan korusun, zîra sen Kur'ân-ı bilen bir kimsesin.
Bil ki;
durum, senin bize yazdığın gibi, insanlar farizalardan önce tasdik ehli idiler,
daha sonra farizalar geldi şeklinde olursa, tasdik ehlinin tasdik ismine hak
kazanmaları, ancak amellerle mükellef olmaları zamanında mümkün olurdu. Bundan
önce onları, dinlerini ve senin katında durumlarının ne olduğunu bana
açıklamadın. O takdirde onlar, tasdik edici durumuna, amellerle mükellef
kılındıkları zaman hak kazanırlar. Eğer onların mü'min olduklarını, haklarında
müslümanların hükümlerinin ve hürmetinin icra edileceğini iddia edersen, doğru
söylemiş olursun. Bu konuda isabet olduğu için ben de sana mektup
yazmadım.
Eğer
onların kâfir olduklarını söylersen, bid'atçi olup, Hz. Peygamber ve Kur'ân'a
muhalefet etmiş olursun. Ehli bid'atten, hakkı reddedenlerin sözlerini kabul
eder, onun ne kâfir ne de mü'min olduğunu söylersen, bil ki bu düşünce bid'at
olup, Hz. Peygamber ve ashabına karşı bir muhalefet teşkil eder.
Hz. Ali
ve Hz. Ömer, mü'minlerin emiri ismini aldılar. Ashap onları mü'minlerin emiri
diye isimlendirirken, bütün farizalarda itaatkâr olanların emiri mânâsını mı
kastediyorlardı? Hz. Ali kendisiyle harbeden Şam ehlini, kazıyye kitabında
"mü'minler" olarak isimlendirmiştir. Hz. Ali kendileriyle harbederken, onlar
işledikleri amelde hidâyeti bulmuşlar mıydı? Hz. Peygamber'in ashabı birbiriyle
savaştı. Karşılıklı savaşan zümrelerin, her ikisi de fiillerinde hak ve hidâyete
ermiş değillerdir. el-Bâgıye=mütecaviz zümre ismi sana göre nedir? Allah'a yemin
ederim ki kıble ehlinin günahları arasında adam öldürmekten, hele Hz.
Peygamber'in ashabının kanlarını dökmekten daha büyük bir günah bilmiyorum.
Çarpışan iki zümrenin sana göre isimleri nedir? Her ikisi de aynı zamanda
isabetli değildir. Eğer her ikisinin de isabetli olduğunu söylersen, o takdirde
bid'at işlemiş olursun. Her ikisi de isabetsizdir, dersen yine bid'atçi olursun.
Eğer ikisinden biri hidayet üzeredir, dersen diğerinin durumu nedir? Eğer Allah
bilir dersen, isabet etmiş olursun. Sana yazdığım bu hususu anlamaya
çalış.
Bil ki;
benim görüşüm şudur: Kıble ehli mü'mindir. Onları terkettikleri herhangi bir
farizadan dolayı imandan çıkmış kabul etmem. İmanla birlikte bütün farizaları
işlemekle Allah'a itaat eden kimse bize göre Cennet ehlidir, imanı ve ameli
terkeden kimse ise, kâfir ve Cehennemliktir. İmanı bulunduğu halde, farizaların
bazısını terkeden kimse, günahkâr mü'mindir. Onun azap görmesi yahut affedilmesi
Allah'ın dilemesini bağlıdır. Eğer Allah ona azap ederse, günah işlediğinden
dolayı azap eder, günahını, mağfiret buyurursa affeder. Ben Hz. Peygamber'in
ashabı arasında önceden geçen ihtilaflar için, "Allah en iyisini bilir" diyorum.
Kıble ehli için senin de bundan başka düşündüğünü zannetmem. Çünkü bu Allah
Resulünün ashabının, sünnet ve fıkhın hamillerinin meselesidir. Arkadaşın Ata b.
Ebî Rebah da bu görüşte idi. Biz onun için de bu hususu Hz. Peygamber'in
ashabının meselesi olduğunu belirtiyoruz. Arkadaşın Nâfi de bu görüşte idi,
fakat o, bu hususta İbnu Ömer'den ayrıldı. Salim b. Saîd b. Cübeyr de "Bu Hz.
Peygamber'in ashabının meselesidir," demiştir. Arkadaşın Nâfi, Abdullah b.
Ömer'in görüşünün de bu olduğunu iddia etti. Keza Abdu'l-Kerim'in Tavus'dan,
onun da İbnu Abbas'tan naklettiğine göre, onun görüşü de bu yöndedir. Hz.
Ali'nin kazıyye kitabını yazarken, çarpışan iki zümrenin ikisini de, mü'min
olarak isimlendirdiği bana ulaşmıştır. Karşılaştığımız, senden haber getiren
yakınlarınız, Ömer b. Abdu'l-Aziz'in de bu görüşte olduğunu, daha sonra "Bu
konuda bana bir kitap yazın," diyerek bunu evladına öğretmeye koyulduğunu, bunun
öğretilmesini emrettiğini, arkadaşlarının da bunu öğrettiklerini rivayet
ettiler. Bu hal de müslümanlarca kabul gördü.
Bil ki;
bildiğiniz ve insanlara öğrettiğiniz şeylerin en faziletlisi sünnettir. Senin
için lâyık olan, sünneti öğrenmeleri gereken ehil kimseleri
bilmendir.
Zikrettiğin
mürcie (Küfürle beraber amelin fayda vermediği gibi, iman edilince işlenen
günahların da zarar vermeyeceğini iddia eden bir fırka.) meselesine gelince: Bid'at ehli hak ve
doğruyu söyleyen kimseleri bu isimle isimlendirirse, hakkı söyleyenlerin bunda
ne günahı vardır? Oysaki böyle isimlendirilenler, adi ve sünnet ehli
kimselerdir. Mürcie ismini de ancak onlara düşman olan kimseler vermiştir. Yemin
ederim ki, insanları hakka çağırsan, onlar da bu konuda sana tabi olsalar, daha
sonra da sen onları kötülüklerle tavsif etsen, bu hakka zarar vermez. Onlar
böyle yaparlarsa, buna bid'at denir. Bu durum, hakikat ehlinden aldığın
hususlara, noksanlık ve kusur getirir mi?
Eğer
mektubun ve açıklamaların uzayacağı endişesi olmasaydı, yazdığın hususlarda,
geniş cevaplar verirdim. Senin için müşkil olan veya bid'atçilerin sana
ulaştırdıkları konular olursa, bana bildir. İnşâallah, sana o konularda cevap
veririm. Senin ve benim için hayra
vesile olacak hususlarda
kusur etmem. Kendisinden yardım dilenen, ancak Allah'tır. Selâm iletmek ve
ihtiyaç için mektup yazmayı ihmal etme. Allah bize, iyi bir akıbet ve temiz bir
hayat nasib etsin. Allah'ın selâmı, rahmet ve bereketi senin üzerine
olsun.
Allah'a
hamd olsun. Cenâb-ı Hak, Efendimiz Hz. Muhammed'e, onun yakınlarına ve ashabına,
hepsine salât ve selâm eylesin.
Hiç yorum yok