HUBEYB İBN ADİYY
HUBEYB İBN ADİYY
İdam Sehpasında ki Kahraman!
Şimdi...
Ey insanlar! Bu kahraman için yolu
genişletiniz...
Her taraftan ve her yerden geliniz...
Büyük, küçük hepiniz geliniz...
Koşa koşa ve huşu içinde geliniz.
Fedakârlık konusunda, benzersiz bir ders almak için
geliniz!...
Siz şöyle diyeceksiniz : Daha önce bize anlattıklarının
hepsi benzersiz fedakârlıklar konusunda
verilen dersler değil miydi?
Evet, onların hepsi birer dersti...
Onların dehşet ve güzelliklerinin eş ve benzerleri
yoktu...
Fakat şimdi fedakârlık sanatında yeni bir üstadın
karşısındasmız.
Bir üstad ki, eğer onunla ilgili olayı kaçırsaydınız,
birçok iyi ve önemli şeyi kaçırmış olurdunuz.
Haydi, bütün mîlletlerin ve ülkelerin inanç sahipleri,
geliniz... Haydi, ey bütün çağ ve zamanlarda yücelik aşıkları geliniz... Siz de,
ey gururun ağırlaştırdığı kimseler, dinleri ve imanı kötü
zannedenler...
Gururunuzla
geliniz!...
Geliniz, bakınız, Allah'ın dîni, kişileri ne hale
getiriyor..
Geliniz, bakınız, bu ne izzet... Bu ne kuvvet... Bu ne
azim ve sebat... Bu ne fedakârlık... Bu ne bağlılık...
Tek kelimeyle, Hakk'a imanın ihlâslı sahiplerine
yaptırttığı bu ı
göz kamaştırıcı büyüklük!...
İdam sehpasına çıkarılmış bu cesedi görüyor
musunuz?
Ey insan oğullarının tümü! İşte bu,
bugünkü dersimizin
konusudur!...
Evet...
Karşınızda idam sehpasına çıkarılmış bu ceset, konudur,
derstir ve üstaddır...
Onun adı, Hubeyb İbn Adiyy'dir... Bu yüce adı iyi
belleyiniz...
Onu şiir gibi belleyiniz. O, her dinden, her mezhepten,
her cinsten ve her zamanda, her insan için bir şereftir!...
O, Medine'nin Evs kabilesinden ve
Ensar'dandır.
Hubeyb, Resûlüllah (sallahu aleyhi vesellem) onlara hicret etmeden ve
kendisi âlemlerin Rabbi Allah'a iman etmeden önce, onun (sallahu aleyhi vesellem) yanına sık sık
uğrardı.
O, tatlı ruhlu, açık gönüllü, sağlam imanlı ve iyi
vicdanlıydı...
O, İslâm'ın şairi Hassan İbn Sabit'in tarif ettiği
gibiydi :
«Ey Ensar'ın ortasındaki şahin!
Yumuşak huylulukta pırıl pırıl olan».
O, Bedir'de bayraklar kaldırıldığında yiğit ve atılgan
bir askerdi.
Çarpışmanın başında önüne çıkan ve kılıcıyla devirdiği
müşrikler arasında el-Haris İbn Amir İbn Nevfel de vardı...
Savaş bitip, yenilen diğer Kureyşliler Mekke'ye
döndükten sonra el-Haris'in oğulları babalarının öldürüldüğünü öğrendiler ve
savaşta onu yıkan müslümanın adını iyice bellediler: Hubeyb İbn
Adiyy...
Müslümanlar, yeni toplumlarını kurmaya devam etmek üzere
Bedirden Medine'ye döndüler...
Hubeyb çok ibadet ederdi. Her yönden âbidlerin [çok
ibadet edenlerin) huyuna ve tabiatına sahipti.
Bir aşık ruhuyla ibadete yönelmişti. Geceleyin namaz
kılar, gündüz oruç tutar ve âlemlerin Rabbi Allah'a hamdederdî.
Bir gün Resûlüllah (sallahu aleyhi vesellem), Kureyş'le ilgili bilgiler
toplamak, Kureyş'in bazı hareketlerde bulunduklarına ve yeni bir savaşa
hazırlandıklarına dair kendisine gelen haberlerin aslını öğrenmek istedi. Bu iş
için aralarında, Hubeyb'in de bulunduğu on kişiyi seçti ve Asım İbn Sabiti de
onlara başkan yaptı.
Kafile, yerine getirecekleri görev için yola çıktı.
Usfan'la Mekke arasında bir yere geldiklerinde, onların haberi, Hayyan oğulları
denilen Huzeyl'li bir obaya ulaştı. Onlar hemen en usta okçularından
yüz kişiyi müslümanların üzerine gönderdiler, okçular
müslümanların izlerini takip etmeye başladılar.
Onlardan birisi, kumların üstüne düşmüş birkaç hurma
çekirdeğini görmeseydi, yollarını değiştirmek üzerelerdi. O adam, bu
çekirdeklerden birini aldı ve Araplara has garip bir firâsetle onu inceledi.
Sonra yanındaki arkadaşlarına haykırdı :
«— Bu Yesrib hurmasının çekirdeğidir, bizi onlara
götürünceye kadar bu çekirdekleri takip edelim».
Yere atılmış çekirdekleri takip ederek yürüdüler.
Nihayet aradıkları yitiklerini uzakta gördüler.
On kişinin başkanı olan, Asım, onların kendilerinin
peşinde olduklarını anladı. Arkadaşlarına bir dağın tepesine çıkmayı teklif
etti.
Yüz okçu yaklaşıp, dağın eteğinden onları kuşatıp
etraflarında sağlam bir duvar ördüler.
Kendilerine hiçbir kötülük yapmıyacaklarına dair söz
verdikten sonra onları teslim olmaya çağırdılar.
On kişi Allah onlardan razı olsun başkanları Asım İbn
Sabit el-Ensari'ye dönüp onun emrini beklemeye başladılar...
İşte o şöyle diyordu :
«— Vallahi, ben bir müşriğin sözünü kabul edemem... Ya
Rabbi! Bizim hakkımızda Peygamberine haber ver...»
Yüz okçu onlara ok atmaya başladı... Başkanları Asım,
isabet alıp şehid oldu. Onunla birlikte yedi arkadaşı daha isabet alıp şehid
oldular...
Geri kalanlara da, eğer tepeden inerlerse, hiçbir şey
yapmıyacaklarına dair söz verdiler...
Bunun üzerine üçü indiler. Hubeyb İbn Adiyy ve İki
arkadaşı... Okçular Hubeyb'le arkadaşı Zeyd İbnu'd-Disinne'nin yanına gelip
onları iplerle bağladılar.,.
Üçüncü arkadaşları zulmün başladığını görünce Asım ve
diğer kardeşlerinin şehîd oldukları yerde ölmeye karar verdi...
Ve istediği yerde şehid oldu...
Mü'minlerin en büyük, en doğru ve Allah'la Resûlü'ne
en vefalı olanlarından sekizi imanlarını, ahd ve sözlerini bu şekilde yerine
getirmişlerdi...
Hubeyb'le Zeyd bağlı oldukları iplerden kurtulmayı
denediler ama ipler çok sağlamdı...
Zalim okçular onları
Mekke'ye götürüp oradaki
müşriklere sattılar.
Hubeyb'in
ismi kulaklarda
çınladı...
Bedir'de öldürülen el-Haris İbn Amir'in oğulları bu ismi
çok iyi hatırladılar ve içlerindeki intikam duyguları yeniden
kabardı.
Hemen onu satın almaya koştular. Bedir savaşında
babalarını ve ileri gelenlerini kaybeden Mekke'lilerin çoğu ondan intikam almak
için bu konuda birbirleriyle yarışa girdiler...
En sonunda hepsi anlaştılar ve onu yalnız ona değil,
bütün müslümanlara olan kinlerini söndürecek son için hazırlamaya
başladılar!...
Başka bir kabile de Hubeyb'in arkadaşı Zeyd
İbnu'd-Disinne'ye el koydu. Böylece her ikisine ateşle işkence etmeye
başladılar..
Hubeyb kalbini, durumunu ve sonunu âlemlerin Rabbi
Allah'a teslim etmişti...
Kılı kıpırdamadan ve cesurca, kayaları eriten ve korkuyu
yok eden Allah'ın verdiği bir iç huzuruyla Allah'a itaata
yönelmişti...
Allah onunlaydı, o da Allah'la
birlikteydi...
Bir gün evinde esir olduğu el-Haris'in kızlarından biri
yanına geldi. Ama hemen, garip bir şeyi görmeleri için halka seslenerek koşa
koşa oradan ayrıldı...
«— Vallahi onu elindeki büyük bir salkımdan üzüm yerken
gördüm. Halbuki o zincirle bağlı... ve bütün Mekke'de bir üzüm tanesi bile
yok...
Onun
Allah'ın, Hubeyb'e verdiği
bir rızıktan başka birşey olduğunu sanmıyorum!...
Evet... o Allah'ın salih kuluna verdiği bir
rızıktı. Nitekim, da önce bunun
benzerini İmran'ın kızı Meryem'e vermişti.
«— Zekeriya mabedde onun yanına her girişinde, yanında
bir yiyecek bulurdu...
O: «Ey Meryem! Bu sana nereden geldi?» dedi.
O da şöyle cevap verdi: «Bu Allah'ın katındandır,
doğrusu Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır». [Âl-i İmran/37)
Müşrikler, Hubeyb'e, arkadaşı ve kardeşi Zeyd
İbnu'd-Disinne'nin (radıyallahu anh) şehâdet haberini getirdiler.
Onlar, bununla Hubeyb'in sinirlerini bozacaklarını ve
ona ölümü benzerini
tattıracaklarını zannediyorlardı.
Halbuki onlar, Rahim olan Allah'ın onu misafir ettiğini, ona
sekînet (iç huzuru) ve rahmetini indirdiğini bilmiyorlardı.
Onun imanı konusunda pazarlık yapıyorlar, eğer M.......i, ondan da önce inandığı Rabbini inkâr ederse onu kurtaracaklarına dair söz
veriyorlardı. Fakat onlar güneşi balçıkla sıvamaya çalışan kimseler
gibiydiler!...
Evet, Hubeyb'in imanı, kuvvet, uzaklık, ateş ve ışık
yönünden güneş gibiydi...
O, kendisinden ışık isteyen herkesi aydınlatıyor ve
kendisinden sıcaklık isteyen herkesi ısıtıyordu. Fakat kendisine yaklaşan ve
meydan okuyanı ise yakıp mahvediyordu.
Umduklarını bulamayınca kahramanı akıbetine
sürüklediler. Onu, Ten'îm denilen öldürüleceği yere çıkardılar.
Götürdükleri yere varır varmaz Hubeyb onlardan iki rekat
namaz kılmak için izin istedi. Onun, teslim olmak, Allah'ı, peygamberini ve
dinini inkâr ettiğini açıklamakla sonuçlanacak bir konuşma yapabileceğini
zannederek ona izin verdiler...
Hubeyb huşu, teslimiyet ve tevazu içinde iki rekat namaz
kıldı.,.
Ruhundan imanın tadı fışkırdı, devamlı namaz kılmak,
namaz kılmak istiyordu...
Fakat katillerinin bulunduğu tarafa dönüp onlara şöyle
dedi :
«— Vallahi, eğer ölümden korktuğum için namazı uzatmış
olduğumu düşünmeseydiniz, daha fazla namaz kılmak isterdim!.»
Daha sonra ellerini semâya doğru uzatıp :
„— Allah'ım! Onları yok et ve hiçbirini sağ bırakma»
dedi.
Bunu da söyledikten sonra, kararlılıkla onların yüzüne
baktı ve
şu
şiiri söylemeye başladı
:
«Müslüman olarak öldürülürsem, Allah yolundaki ölümümün
herhangi bir yerde olmasına aldırmam. Çünkü bu Allah içindir. Eğer, o dilerse,
parçalanmış bir uzvun geri kalanlarını da mübarek kılar».
Belki de Arap tarihinde ilk defa onlar, bir adamı idam
sehpasına çıkarıp orada öldürüyorlardı...
Onlar hurma dallarından, üstüne Hubeyb'i
yerleştirdikleri büyük bir idam sehpası hazırlamışlar, onun kol ve bacaklarını
iplerle bağlamışlardı. Müşrikler açıkça görülen bir sevinç içinde toplanmışlar,
mızrak sahipleri de mızraklarını bilemişlerdi...
Bütün bu vahşilik, idam sehpasındaki kahramanın önünde
kasıtlı bir yavaşlık içerisinde cereyan etmişti!... O gözlerini yummamış
ve
yüzünü aydınlatan şaşırtıcı vakar da
gitmemişti...
Ona, mızraklar saplanmaya ve kılıçlar da etini doğramaya
başlamıştı.
Bu sırada Kureyş'in ileri gelenlerinden biri ona
yaklaşıp :
«—Sen kendin sağlam ve ailen arasında rahat bir halde
olduğun halde, M.......'in senin yerinde
olmasını ister misin?» dedi.
İşte sadece burada, Hubeyb bir fırtına gibi kıpırdanmaya
çalışıp katillerine karşı :
«— Vallahi, M.......'e bir diken batırılması
karşılığında, dünya rahatına kavuşmayı ve çoluk çocuğumun arasında olmayı
istemem» diye haykırdı...
Öldürmeye niyetlendikleri sırada, arkadaşı Zeyd
İbnu'd-Disinne'nin söylediği yüce sözlerin aynısı!... Dün, Zeyd'in söylediği
şahane sözlerin aynısı!... Onları, bugün de Hubeyb söylüyor... O sözler ki
henüz müslüman olmamış Ebû Süfyan'ın ellerini çırparak ve dehşet içinde şu
sözleri söylemesine sebep oluyordu :
«— M.......'in ashabının, M.......'i sevdiği gibi,
başkasını seven hiç kimseyi görmedim!...»
Hubeyb'in söylediği o sözler, mızrak ve kılıçların
kahramanımızın vücuduna gönderilmesi için sanki bir komut olmuş nihayet onlar
çılgınca ve vahşice ona gitmişlerdi...
Olayın yakınındaki bir yerde, kuşlar ve şahinler
uçuşuyordu. Sanki onlar kasapların işinin bitip oradan ayrılmalarını
bekliyordu. Çünkü onlar oraya gelip onun taze cesedinden lezzetli bir yiyecek
elde etmek istiyorlardı...
Fakat onlar hemen aralarında cıvıldaşıp bir araya
geldiler. Sanki onlar aralarında birşeyler fısıldaşıyorlarmış gibi gagalarını
birbirine yaklaştırdılar...
Kuşlar, ansızın gökyüzünü yara yara ve uzaklara, hem de
çok uzaklara doğru uçmaya başladılar.
Sanki onlar duyulan ve içgüdüleriyle salih ve âbid bir
adamın idam sehpasındaki cesedinden yayılan kokuyu duymuşlar ve ona
yaklaşmaktan veya ona bir kötülük yapmaktan utanmışlardı!...
Kuş sürüsü, kötü birşey, yapmaktan çekinerek ve insaf
ederek uzayın derinliklerine gitmişti.
Müşrik topluluğu da azgınlık ve düşmanlık yaparak
Mekke'deki intikam dolu yuvalarına dönmüştü...
Şehidin cesedi bir grup Kureyşli'nin kılıç ve
mızraklarıyla korunarak bekletiliyordu.
Hubeyb, hurma dallarından yapılan idam sehpasına
çıkarılıp ona iplerle bağlandığında yüzünü gökyüzüne çevirip, yüce Rabbine şöyle
yalvarmıştı :
«— Allah'ım! Biz Peygamberinin risâletini tebliğ ettik.
Sabahleyin, bize yapılanları ona ulaştır...»
Allah onun duasını kabul etmişti...
Medine'de Hz. Peygamber'i, ashabının işkencede olduğuna
dair kuvvetli bir duygu bastı... Ona, ashabından birinin asılı olduğu haber
verilmişti...
Hemen o,
el-Mikdad İbn Amr'ı ve ez-Zübeyr
İbnu'l-Avvam'ı çağırdı... Onlar atlarına atlayıp oraya
gittiler.
Allah onları bilinen yerde biraraya getirmişti. Onlar
arkadaşları Hubeyb'in cesedini indirdiler. İşte orada nemli toprağın altında
kucaklamak için temiz bir yer onu beklemekteydi...
Hiç kimse —bugüne kadar Hubeyb'in kabrinin nerede olduğunu bilmemektedir
Belki, onun için en doğrusu ve en uygunu buydu. Böylece
onun tarihin hafızasındaki ve dünyanın vicdanındaki yeri daima idam
seh-
pasındaki bir kahraman
olacaktır!... [1]
Hiç yorum yok