YENİÇERİ




28 Haziran 1363 Yeniçeri Ocağı'nın resmi kuruluş tarihi...
Yeniçeriler kuruluşunda tamamiyle ''Bektaşi Ocağı'' geleneğinden gelen Türkler'den oluşuyorlardı. Osmanlının büyümesi ve diğer ''Gayri Müslim''lerin de yani ''azınlıklarında'' devlet yönetiminde söz sahibi olması için daha sonra devşirme yoluna gidilmiştir.

Kuruluşunda adları Çeri Ocağı olan bu ordunun devşirmelerin de katılmasıyla ''Yeni'' sözcüğü eklenmiş ve ''Yeniçeri'' adı doğmuştur.

Padişahın hizmetine ait yaya kuvvetlerinden olan Yeniçeri Ocağının I.Murat zamanında 1362 de kurulduğu ''kesin olmamakla'' birlikte iddia edilmektedir. Zira Osmanlı'da tarih kayıtlarının 15. Yüzyıl sonları 16. Yüzyıl'ın başlarında tutulmaya başlandığı bilinmektedir. Ocağın yapılanmasında Selçuklular örnek alınmıştır. Yeniçeri Ocağı I. Murat zamanında Anadolu Selçukluları’ndaki hassa ordusu örnek alınarak kurulmuştu.

Devşirme usulünün Yıldırım Beyazıt zamanında edildiği iddia edilmektedir. Osmanlı Devleti devşirme usulünü sistemli hale getirip geniş çapta uygulamışlardır. Askere alınacak çocuklar, Osmanlı uyruğunda olan Hristiyan halktan alınacaktı.Çocuklar arasından 12-22 yaş arasındakiler tercih edilecekti. Evli ve ailenin tek erkek çocuğu alınmazdı. Kanun gereğince asil ailelerin çocukları tercih edilirdi. Bu çocuklar Türk ailelerin yanlarına verilerek İslamiyeti, Türkçe’yi, Türk örf ve adetlerini öğrendikten ve sünnet edildikten sonra acemi ocağına alınırdı. Burada belli bir süre eğitim gördükten sonra yeniçeri ocağına kayıt olurlardı. Bu devşirmelerin evlenmeleri ve askerlik sanatından başka bir işle meşgul olmaları yasaktı. Devşirmeler son olarak yapılan elemeden sonra zeka testine tabi tutulurlar ve nitelikleri yüksek olanlar, saray ve saltanat hizmetine alınır; bir kısmı da yeniçeri ocaklarına asker olarak alınırdı.

Kapıkulu ordusunun en kalabalık grubunu oluşturan yeniçeriler, padişahın merkezi otoritesinin temelini teşkil etmişlerdir. Yeniçeri sayesinde padişah, uç beylerinin nüfuz ve otoritesini dengelemiştir. Ayrıca Avrupa’nın ilk daimi profesyonel ordusu da yeniçerilerdir.

Osmanlı ordusunun seferlerdeki toplam asker sayısı içinde yeniçeriler hemen her zaman bir azınlık oluşturmuşlar, savaşlarda ise ordu çok baskı altında kalmadıkça cepheye sürülmemişler yada düşman öldürücü son bir darbeyle düşecek duruma geldiği zaman sürülmüşlerdir. Öte yandan içerideki ayaklanmaların bastırılmasında yeniçeriler hep asıl rolü oynamışlar ve devlet bu durumlarda onlardan başkasına nadiren güvenmiştir. Yeniçeri ocağının komutanına Yeniçeri Ağası denirdi. Yeniçeri taburlarına orta denirdi. Yılda bir elbise ve üç ayda bir yevmiye hesabı üzerinden ulufe denen maaş alan yeniçeriler, kapıkulu ordusunun en itibarlı birlikleri arasında idi. Padişahın kendisi de bir numaralı yeniçeri idi. Kendilerini Ali Osman tahtında oturan padişahın kulları bildiler ve kulluk ile övündüler.

16. Asır ortalarına kadar geçici hadiseler istisnai olmak üzere yeniçeriler arasına I. Murat zamanında konmuş olan itaat-ı mutlaka usulü sayesinde disiplin bozulmamıştı. Ayrıca Kanuni’ye kadar padişahların ordularının başında bulunmaları ve en ufak yolsuzluklarına bile göz yummamaları yeniçeri ocağını devrin en modern, düzenli ordusu olarak gösteriyordu.

İstanbul’daki isyanların tamamı kapıkulu ordusu tarafından çıkarılmıştır. Bu isyanların sebebi devlet adamları arasındaki iktidar mücadeleleri ile ekonomik ve mali sebeplerden kaynaklanıyordu. Yeniçerilerin ilk isyanları Fatih zamanına kadar uzanır. Bu isyanın sebebi padişah ile veziriazam arasındaki mücadelesiydi. Fakat genç padişah, bu isyanı bastırdığı gibi, Çandarlı Halil Paşayı bertaraf ettikten sonra kapıkulu ordusunu devleti genişletmek ve merkezileştirmek için müessir bir şekilde kullandı. 15 ve 16. Yüzyıl'da umumiyetle dirayetli padişahlar iş başına geldikleri için yeniçeriler isyan edememişlerdir.

Yeniçeri ocağının çözülmeye başlaması ise III. Murat döneminde başlar. Bu dönemde yeniçeriler arasında evlilerin sayısının arttığı, kışlalarında yatmak yerine evlerinde yattıkları ve askerlik dışı işlerle (ticaret ve esnaflık gibi) uğraştıkları görülmektedir. III. Murat zamanında, akçanın değerinin düşürülmesi üzerine, düşük ayarlı akça ile ulufe almak istemeyen kapıkulu askerleri isyan ettiler ve defterdar ile vezir-i azamın kellesini istediler. Ayaklanmayı bastırmak için istekleri yerine getirildi. Bundan sonra yeniçeriler, 17. Yüzyıl boyunca vezir-i azamlığa ve hatta padişahlığa istediklerini getirmeye başladılar. Saraydaki çeşitli gruplar arasındaki iktidar mücadelesine alet oldular. Bu dönemde ocağa para ile yabancılarda girmeye başlamışlardı. Ocağa girebilmek için belirli bir süreyi geçirmeden alınan bu yabancılar, ocaktaki askerleri yavaş yavaş kendilerine uydurup, serkeşliğe sevk ediyorlardı. Herhangi bir sebeple ocaktan çıkarılanlarında sonradan ocağa alınmaları da yeniçerilerin kanunlarına vurulmuş olan önemli bir darbeydi. Kanuni’den sonra padişahların istirahatı sefer zorluğuna tercih etmeleri başkumandanlarını başlarında görmeyen askere ağır geliyordu. Padişahı zorla sefere götüren yeniçeriler ise eski disiplinli yeniçeri ordusu değildi.

Yeniçerilerin çıkardıkları isyanların en korkuncu II. Osman zamanında çıkmıştır. Genç Osman yeniçerilerin Lehistan seferindeki gayretsizliği üzerine Yeniçeri ocağını kaldırarak düzenli bir ordu kurmak ve devlete çeki düzen vermek niyetindeydi. Fakat fikirlerinin duyulması üzerine yeniçeriler isyan ettiler ve bu isyan Genç Osman’ın ölümüyle sonuçlandı. IV. Murat ve IV. Mehmet zamanında da yeniçerilerin isyanlarına tanık olmaktayız.

I. Mahmut zamanında esame denilen maaş kağıtlarının alınıp satılmasına izin verilmesiyle yanlış bir dönem başlamış oldu. Bu durum esnafın açıkgöz ve hali vakti yerinde olanlarının işine yaradı ve esame maaş olmaktan çıktı.Yeniçerilik ise artık askerlik değil; ulufe sahipliği demekti ve yeniçerilik yoksul halk tabakasının bir geçim kaynağı idi.

Yeniçeri ocağına mensup askerlerin bir çoğunun sefere gitmeyip kadıasker, vezir ve devlet görevlilerinin hizmetlerinde bulunup efendilerinin iltimasları sonucu bu askerlerin yevmiyelerine zam yapılması himayesiz olup düşman karşısında siperlerde hizmet eden yeniçerilerin gayretini kırıyordu.

1560 yılından sonra İstanbul dışında, sancaklarda da yeniçeri garnizonları kuruldu. Böylece kapıkulu ordusunun nüfuz ve tesiri Anadolu’ya da yayılmış oldu. Dolayısıyla yeniçeriler eyaletlerde merkezi otoritenin ve asayişin sağlanmasında mühim bir fonksiyon ifa etti. Öte yandan yeniçeriler başkentte iktidarı tayin eden en başta gelen unsurdu. Fatih’in ölümünden sonra II. Beyazıt, I.Selim’in ve Yavuz’un tahta çıkmasını sağlamışlardır. Her saltanat değişikliğinde yeniçerilere dağıtılan cülus bahşişi de zamanla yozlaştı ve padişahlarla yeniçeriler arasında adeta bir pazarlık konusu haline geldi. Vergi toplamak ve devlet işlerini yürütmek gibi görevlerle de uğraşmaya ve vergiden muaf oldukları için de ticarete başlamışlardı. Zamanla eyaletlerdeki gelir kaynaklarına da el attılar ve iltizam işleri ile uğraştılar. 17. Yüzyıl'da taşradaki yeniçerilerin zulmünden bıkan halk onlara karşı yer yer isyan etti. Böylece devletin kuruluşu ve gelişmesinde büyük rolü olan kul sistemi zamanla yozlaştı ve devlete hakim olmaya başladı.

17. Yüzyıl'dan itibaren ocağın kanunnamelerinin bir tarafa bırakılıp yerlerine yeni geleneklerin alması yeniçeri ocağını devletin temel dayanağı olmaktan çıkarmıştı. Ocak devlet içindir prensibinin yerini devlet ocak içindir prensibi almıştı. Bundan dolayı da yeniçerilerin desteği alınmadan hiçbir konuda değişiklik yapabilme imkanı kalmamıştı. Ayrıca yeniçerilerin değişiklik yapmak isteyen devlet adamları ve padişahları görevlerinden etmeleri ya da onları öldürmeleri veya istedikleri her şeyi çıkardıkları isyanlar sonucu devlete kabul ettirmeleri yeniçerilerin devlet yönetiminde ne derece etkili olduğunu göstermektedir.

Yeniçeri ocağında yetişen Yeniçeriler Osmanlı İmparatorluğu'nun hep son darbeyi vurucu ve yıkıcı gücü olmuştur.
*********************************************************
Üstad'ın "YENİÇERİ" adlı eserinden:
Genç Osman sedire yaslanmış, hoca Ömer Efendinin getirdiği tomarı kelime kelime yudumlarken, gözlerinin önünde bütün bir âlem canlanıyor:
Suluca Karahöyük... Ne kadar Türk, ne kadar güzel bir ad... Anadoluda birçok yer isimleri gibi renk ve çizgi dolu...
Suluca Karahöyük, Amasya taraflarında, Yeşilırmağın tatlı bir kıvrımıyle çevrili, kırlarda kaybolmuş izbe bir bucak...
Orada her şey yeşil. Su, ağaç, dağ, taş, kuş, böcek, her şey...
Yeşilliklerin bir çardak sonra çatı biçiminde kümelendiği bir nokta... Bu, mekân hissini veren bir şeydir: bir ev...
Yeşilırmağın öte yanından ve uzaktan geçenlerin, bu noktaya bakarak şöyle konuştukları hayal edilebilir:
— Ne var, şu sarmaşıkların kuşattığı yerde?
— Bir ev...
— Kim oturuyor orada?
— Erenlerden biri...
— «Erenler» ne demek?
— Kendilerini Allaha verenler, Allahta muradlarma kavuşanlar...
— Nasıl bir insanmış bu erenlerden biri dediğin?
— Yeşil sarıklı, süt beyaz sakallı, başı secdeden kalkmaz, gözünden yaş dinmez, ağzından Allah ismi düşmez bir pîr...
Hayal ettiğimiz konuşma, Hacı Bektaş Velî'yi dış çizgileriyle ifade etmekte gerçekten yerindedir; ve bu mübarek pîr, Amasya'nın Suluca Karahöyük bucağında, kemalin tek mizanını şeriatte bulan bir züht dairesi içinde Bektaşiliğin ilk ve sağlam bağlılarını erginleştirmektedir.
Bundan 643 yıl evvel (1326) bir gün, Suluca Karahöyük bucağının baktığı ovada bir toz bulutu...
Toz bulutu, Hacı Bektaş Velî dergâhına doğru ilerliyor.
Bulut yaklaşınca her şey belirdi:
40-50 atlı... En önde, yağız atlara kurulmuş tuğ taşıyan birkaç öncü... Arkalarında ve beyaz bir küheylan üzerinde, haşmetli ve başbuğ kıyafetli biri... En arkada da maiyet atlıları...
O anda, dergâhın içinde, kubbeye karşı zikirle meşgul Hacı Bektaş Velî'nin hiç bir şeyden haberi yok...
Alay dergâhın kapısına gelince öncüler hemen attan inip tuğları yere diktiler.
Bir nida:
— Sultan Orhan Gazi, Hacı Bektaş Velî'nin ellerinden öpmeye geldi!
Hacı Bektaş Velî, kapıda... Dudaklarında ince bir tebessüm, genç devletin ilk teşkilâtçı ikinci Padişahına bakıyor.
Orhan Gazi, Besmeleyle sağ ayağını atarak içeriye girdi. Uzun, etraflı, derin ve içten bir konuşma...
Orhan Gazi, Şeyhin ışık saçan yüzüne bakıp dedi:
— Bu uzun yoldan, size, devletimize ve ordumuza dua etmenizi dilemek için geldim. Yanıma da yeni teşkil ettiğimiz askerlerden birkaçını aldım.

— Dualarım sizinle... İnşallah zahmetiniz boşa çıkmaz. Göreyim, beraber getirdiğiniz yeni askeri...
Dışarıya çıktılar. Orhan Gazi'nin işaretiyle, kılıkları ve edaları öbürlerinden ayrı, bir arada duran birkaç asker koşup Şeyh ile Sultanın karşısında saf bağladılar.
Şeyh bunların yüzüne baktı:
— Maşallah!. Ne güzel, ne civan kişiler!.
Ve ilerleyip sağ elini bunlardan bir tanesinin başına koydu:
«— İsimleri «Yeniçeri» olsun... Allah yüzlerini ak, pazılarını güçlü, kılıçlarını keskin, oklarını vurucu, kendilerini daima düşmana galip eylesin...»
Yeniçeri böyle kuruldu ve ruhunu Bektaşi ocağından devşirdi. .
TEŞKİLÂT
Eski Türkler gibi her ferdiyle cenkçi olan, ayrıca askerî teşkilâta ihtiyacı bulunmayan ve ordu-millet karakterini yaşatan bir oymak, istiklâle erip de devlet haline gelmeye ve millet-ordu keyfiyetinden haber vermeye başlayınca askerlik sınıfını kurmak zorunda kalınmış ve ilk iş olarak «Yaya» adiyle bin neferlik bir grup asker teşkil edilmişti. Muharebe zamanında kendilerine 1 akçe
gündelik verilen bu asker ayrı bir sınıf çerçevesine alınınca, başında fikrî bir disiplin bulunmadığı için, işi hemen ceberut ve kuvvet imtiyazına dökmüş ve sivil halk üzerine baş belası kesilmeye başlamıştı.
Bu hale karşı Çandarlı Kara Halil (Osmanlı Devletinde ilk kaadi-yi asker) düzenli ve kışlalarda oturur, yeni bir sınıf asker teşkilini düşündü ve projesini, veziri sıfatiyle Padişaha arzetti. Hatıra ilk gelen, Osmanlı tabiiyeti altındaki rumlar oldu. Bunların ihtida edenleriyle saf Türkler arasında hiçbir fark gözetilemeyeceğinden, ordunun bu yeni unsurlar sayesinde daha sıkı bir disiplin altına alınabileceği sanıldı. Ve işte bu gayeyle «devşirme» usulü Orhan Gazi tarafından kanunlaştırıldı.
İlk olarak 1000 rum delikanlısı devşirilecektir.
Bunlardan herbirine, eski «yaya»lar gibi günde 1 dirhem maaş verilecektir.
Devşirmeler süresiz olarak vazifede kalıp kışlalarda oturacaklar ve evlenemeyecekler. Sakat ve ihtiyar oluncaya kadar bu halleri devam edecek... Gösterecekleri yararlılıklara göre lûtuflandırılacaklar ve mesleklerinde ilerleyecekler...
Bazı tarihçiler Orhan Gazi'nin devşirmecilik buluşunu dahice bir keşif ve usul sayarlar. Onlara göre bu teşebbüs, mağlûptan faydalanma ve kuvvet kazanma politikasındandır. Yine onlara göre, Osmanlılar boyuna muharebe etmek zorunda oldukları için, sağ Müslüman ve Türk unsurunun korunması için bundan daha yerinde bir çare düşünülemezdi.
Bu görüş bellibaşlı bir şart altında doğru, o şart yerine getirilemeyince de hataların en kaatiliyle yanlıştır. Yabancı unsur ve kan, İslâm ve Türklük havanında dövülüp kendisinden tek istiklâl zerresi kalmamacasına bünyeleştirilmedikçe, elde edilecek netice, hayat değil ölümdür. Nitekim pek kısa bir devre sonra, gereken maddî ve manevî baskıyı üzerinde bulamadığı için, rum kanı, Türk ordusu içinde Türkten intikamını almaya başlamıştır.
Yevmiye 2 ekmek, 2000 gram et, 100 gram pirinç ve 30 gram yağdan ibaret tayın ve bir dirhem gündelikle devşirilen yabancı unsur kadrosu, yeniçeri ismiyle orduda yüzüğün ana taşı mevkiine oturunca evvela etrafını saran öbür taşlara örnek olacak bir cevher değerini göstermiş sonra da, ruhunu pençe içine alıcı, sistemli ve usullü bir terbiye ve murakabeden mahrum kalan aslına dönmeye, cemiyeti bozmaya, cemiyetle beraber bozulmaya ve bütün bozuluşların temsilcisi olmaya başlamıştır. Fakat ilk devrinde yani vecd ve aşk çığrında (ideolojik) çapta olmasa bile resmî ve içtimaî bir güdüm altındadır. Cenkten uzak kaldıklar «hazar» vaktinde kürsü şeyhlerinin ders halkasında yetiştirilirler, ahlâk ve din inceliklerini öğrenirlerdi.
Tütünün Türkiye'ye girmesiyle beraber çubuk içmeleri ve «Bektaşi tarikatında şaraba bile izin vardır!» diye, ayılması olmayan bir sarhoşluğa düşmeleri bir oldu.
Başta tertemiz ruhu doğru bektaşi tarikatına, hem o tarikatın sözde bağlılarından, hem de yeniçerilerden gelen bir ihanet, daima Türk cemiyetinin için için güdücülerini bulamamasından meydana gelir ve karşılıklı birbirini tamamlarken nihayet hastalık, devlet yarı ömrüne basar basmaz
(Genç Osman Devri) bütün dehşeti ile patlak verdi. Bektaşiğilin şeriata tam uygun zamanında, Hacı Bektaşi Velî, yeniçerinin başını sıvazlarken cüppesinin kolları gayet geniş enli ve sarkık olduğu için külahına aynı şekilde sarkık bir parça ilave edecek kadar ocak ruhuna bağlanan ve şeklini o ruhtan alan yeni Türk askeri, eğer o ruhu hem Bektaşilik ocağında ve hem kendisinde
mahfuz tutabilse ve tarihi intikallerini bu bütünlük içinde yerine getirebilseydi, Türk tarihi, bambaşka bir seyir takip ederdi.
İLK TEŞEKKÜL
Her şey zaman ve mekânı zabt ve feth etmek kudretinde büyük bir fikir adamıyla, devlet adamının
içice vücut bulmamasından ve bilhassa Türk Cemiyetinin üstün tefekkürden yana yoksun kalmasından...
Böyleyken yeniçerilik Avrupada ilk askeri teşkilât olmak şerefine de mâliktir. Fransa Kralı VII. Şarl, ancak onbeşinci asrın ortalarında (Francs-Archers) adiyle okçu-piyade birliklerini ayrı bir sınıf olarak teşkil etmişti ki, yeniçeriliğin meydana getirilmesinden tam 122 yıl sonra...
Ondördüncü asrın başlarında ve bütün dünyada ilk olarak teşkilâtlandırılan ve ilk zamanlarında akşam namazlarından sonra kışla imamının karşısında kendisine ruh ve ahlâk üflenen yeniçeri, cemiyetiyle beraber vecd ve aşkını kaybemeseydi de yeni zaman ve mekânın verimlerini din emri ve kendi öz malı bilip benimseyebilse ve büyük aksiyonunu sürdürebilseydi -biraz evvelki
dikkatimize ek olarak bildirelim- bugün topyekûn İslâmın ve Türkündü.

İÇTEN İSLAH
Bizim kavrayamadığımız ve henüz muhasebesini yapamadığımız bu hakikati Avrupalı çoktan kavramış bulunuyor.
1942 yılında, kendi kurmay dairesindeki makam odasında Mareşal Fevzi Çakmakla karşı karşıyayım.
Mareşal masasında duran bir kitabı bana uzatıp:
— Bunu gördün mü? dedi, İngilizlerin yeni bir eseri...
Kitaba baktım:
— Hayır paşam, haberim yok!! Yeniçerilik üzerinde bir tetkik ve fikir eseri...
— Çok alâkaya değer bir kitap.
— Evet çok alâkaya değer. Her şeyden evvel sana sorayım; Yeniçeriliğin lağvını doğru mu bulursun, yanlış mı?
— Bu fevkalâde derin ve girift bir dava paşam, dedim; ben her şeyden önce Yeniçeriliğin malûm hale getirilmesinin, o hale mani topluca fikriyat ve murakabesini doğru bulurum. İş o hale gelince de Ocağı kökünden kazımayı zaruret kabul ederim.
Mareşal kitabı uzatarak şu cevabı verdi:
— Bu kitap diyor ki, Türkler en büyük hatalarını yeniçeriliği kaldırmak suretiyle göstermişlerdir.
Ocağın içine girip ruhuna nüfuz edecekler ve onu yıkmak değil, düzeltmek yolunu arayacaklardı.
Son derece alâka uyandırıcı bir tez kitabı... Tercüme ve neşrettireceğim.
Mareşale dedim ki:
— Bu tezleriyle İngilizler, demek istiyor ki: Türklere düşen borç, Tanzimat arifesinde kör bir taklit hareketiyle Batılıları benimsemeye kalkışıp tereddiye uğramış kendi eski müesseselerini yıkmak ve böylece mesnetsiz kalmak yerine, öz bünyelerini zaman ve mekânın aydınlığında ıslah etmektir.
Bu zaten bizim tezimiz... Fakat köklü bir din görüşüne mâlik olunmadan böyle bir hareket yapılamaz ve Yeniçeriliğin top atışıyla yıkılmasından başka çare bulunamazdı. İngilizlerin işi sadece Yeniçerilik planında ele alıp fazlasını itiraf edemedikleri büyük hakikati görelim ve şahsiyetimize dönmekten başka çaremiz olmadığını anlayalım
İLK ÖRNEK
Şimdi Yeniçeriyi manası ve maddesiyle başından ele alarak hızlı şimşek aydınlıkları içinde takip edebiliriz.
Evvelce işaret ettiğimiz gibi, Hacı Bektaş Velî'nin ruh ve mana aşıladığı Yeniçeri, temel harcındaki çürük ve yabancı kan felâketine rağmen, o devirde dipdiri ve sapasağlam Türk ruhundan aldığı kuvvet sayesinde hemen bir saadet unsuru haline gelir; ve bu hal, cemiyetin İslâm vecd ve aşkını sürdürdüğü merhale boyunca devam eder. Türk cemiyetinde zaaf eserleri başladığı hengâmelerde
de ilk belirti, bellibaşlı uzuvlar üstünde tecelli edici hastalıklar gibi, tezahür çerçevesini daima Yeniçeride bulur.
İlk Yeniçeri, gayesini, davasını, ahlâkını, nizamını, vücut hikmetini tam kavramış ve bu ölçülere gönülden bağlanmış bir saffet örneğidir. Öyle ki, dalkılıç olarak burçlarına tırmandığı kalenin tepesinde, ahdine hiyanet etmiş prensin kafasını
kesip mızrağına yerleştirir ve mızrağı havaya kaldırıp nida eder:
İşte, İslâm padişahına verdiği sözü tutmayan kâfir beyi! İşte, böylelerini bekleyen âkibet!
Bu levhada, şuur ve ahlâkın, içice en mükemmel tecellisine şahidiz.
Osmanlı devletinin kuruluşundan öteye iki-buçuk asır devam eden vecd ve aşk çığırına bağlı Yeniçeri, Kosova'da, Niğbolu'da, İstanbul'un fethinde, Çaldıran'da, Mohaç'ta, Viyana önlerinde yazdığı şehnamelerle insanlık tarihinin ruh ve madde bakımlarından en üstün ve en ulvî askeridir.
Sonra da aynı bakımlardan, yine insanlık tarihinin en alçak ve sefil askeri olacaktır.
Onun üstünlük ve ulvilik devresine ait destanlar, mevzuumuzun dışında... Ulvîliklerin ulvîliğinden, süflîliklerin süflîliğine düşebilmenin belirttiği, insan idrakini yakıcı, muhal çapında vakıayı sadece kötülük planında ele alırken, ilk devreye ait kısa bir nisbet unsuru göstermekle kalıyoruz.
Hızını Sultan Osman, Orhan ve Murad'dan alan Türk devlet ve cemiyeti, ilk buhranını Yıldırım Beyazid devrinde kaydeder. Niğbolu kahramanı koca Yıldırım, ne hazindir ki, devlet reisliği planında ilk bozulma örneğidir. Babasının naaşı soğumadan öldürdüğü şehzadeyle, sarayda kardeş katilliğini yaygınlaştırırken, yabancı kadın alarak hanedan kanına ilk zehirleyici kanı aşılayan, ilk defa içki içen ve kılığından edasına ve deli saçması fermanlarına kadar kör bir azamet tavrı takınan, hep o ... Yıldırım Beyazid zamanında, bütün bir meziyet ve fazilet ve radaet yemişleri tomurcuklanmaya başlamıştır.
Yıldırım'ın bu tezatlı hali, şevk ve hayatiyetinin en verimli anlarını yaşayan Türk cemiyetini, az kaldı kökünden kazıyıp yokluk kuyusuna atıyordu. Timurlenk karşısındaki bozgun ve ondan sonra devletin kapaklanması, yıkılması ve «Fetret Devri» nin açılması, ancak bu hal ile izah edilebilir ve Padişahın bahtsızlığına yorulamaz.
Ancak, kötülük sadece devlet reisi ve fert planında kaldığı, cemiyet ise henüz saffetini muhafaza ettiği için yıkılım gerçekleşemedi, tam bir çöküşe dönemedi ve taptaze Türk cemiyeti, biraz sonra içinden Fatih'leri, Yavuzları fışkırtmak üzere ayağa kalkmayı bildi.
NFK
YENİÇERİ

Hiç yorum yok

Öne Çıkan Yayın

İBDA ve İBDA-C Nedir?

İBDA-C’nin daha iyi anlaşılması için İBDA'nın kısaca tarif ve izahını yapmak istiyoruz… Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu’nun "...

İzleyiciler

Popüler Yayınlar

Tema resimleri duncan1890 tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.