YENİÇERİ
28 Haziran 1363 Yeniçeri Ocağı'nın resmi kuruluş tarihi...
Yeniçeriler kuruluşunda tamamiyle ''Bektaşi Ocağı'' geleneğinden gelen
Türkler'den oluşuyorlardı. Osmanlının büyümesi ve diğer ''Gayri
Müslim''lerin de yani ''azınlıklarında'' devlet yönetiminde söz sahibi
olması için daha sonra devşirme yoluna gidilmiştir.
Kuruluşunda adları Çeri Ocağı olan bu ordunun devşirmelerin de katılmasıyla ''Yeni'' sözcüğü eklenmiş ve ''Yeniçeri'' adı doğmuştur.
Padişahın hizmetine ait yaya kuvvetlerinden olan Yeniçeri Ocağının I.Murat zamanında 1362 de kurulduğu ''kesin olmamakla'' birlikte iddia edilmektedir. Zira Osmanlı'da tarih kayıtlarının 15. Yüzyıl sonları 16. Yüzyıl'ın başlarında tutulmaya başlandığı bilinmektedir. Ocağın yapılanmasında Selçuklular örnek alınmıştır. Yeniçeri Ocağı I. Murat zamanında Anadolu Selçukluları’ndaki hassa ordusu örnek alınarak kurulmuştu.
Devşirme usulünün Yıldırım Beyazıt zamanında edildiği iddia edilmektedir. Osmanlı Devleti devşirme usulünü sistemli hale getirip geniş çapta uygulamışlardır. Askere alınacak çocuklar, Osmanlı uyruğunda olan Hristiyan halktan alınacaktı.Çocuklar arasından 12-22 yaş arasındakiler tercih edilecekti. Evli ve ailenin tek erkek çocuğu alınmazdı. Kanun gereğince asil ailelerin çocukları tercih edilirdi. Bu çocuklar Türk ailelerin yanlarına verilerek İslamiyeti, Türkçe’yi, Türk örf ve adetlerini öğrendikten ve sünnet edildikten sonra acemi ocağına alınırdı. Burada belli bir süre eğitim gördükten sonra yeniçeri ocağına kayıt olurlardı. Bu devşirmelerin evlenmeleri ve askerlik sanatından başka bir işle meşgul olmaları yasaktı. Devşirmeler son olarak yapılan elemeden sonra zeka testine tabi tutulurlar ve nitelikleri yüksek olanlar, saray ve saltanat hizmetine alınır; bir kısmı da yeniçeri ocaklarına asker olarak alınırdı.
Kapıkulu ordusunun en kalabalık grubunu oluşturan yeniçeriler, padişahın merkezi otoritesinin temelini teşkil etmişlerdir. Yeniçeri sayesinde padişah, uç beylerinin nüfuz ve otoritesini dengelemiştir. Ayrıca Avrupa’nın ilk daimi profesyonel ordusu da yeniçerilerdir.
Osmanlı ordusunun seferlerdeki toplam asker sayısı içinde yeniçeriler hemen her zaman bir azınlık oluşturmuşlar, savaşlarda ise ordu çok baskı altında kalmadıkça cepheye sürülmemişler yada düşman öldürücü son bir darbeyle düşecek duruma geldiği zaman sürülmüşlerdir. Öte yandan içerideki ayaklanmaların bastırılmasında yeniçeriler hep asıl rolü oynamışlar ve devlet bu durumlarda onlardan başkasına nadiren güvenmiştir. Yeniçeri ocağının komutanına Yeniçeri Ağası denirdi. Yeniçeri taburlarına orta denirdi. Yılda bir elbise ve üç ayda bir yevmiye hesabı üzerinden ulufe denen maaş alan yeniçeriler, kapıkulu ordusunun en itibarlı birlikleri arasında idi. Padişahın kendisi de bir numaralı yeniçeri idi. Kendilerini Ali Osman tahtında oturan padişahın kulları bildiler ve kulluk ile övündüler.
16. Asır ortalarına kadar geçici hadiseler istisnai olmak üzere yeniçeriler arasına I. Murat zamanında konmuş olan itaat-ı mutlaka usulü sayesinde disiplin bozulmamıştı. Ayrıca Kanuni’ye kadar padişahların ordularının başında bulunmaları ve en ufak yolsuzluklarına bile göz yummamaları yeniçeri ocağını devrin en modern, düzenli ordusu olarak gösteriyordu.
İstanbul’daki isyanların tamamı kapıkulu ordusu tarafından çıkarılmıştır. Bu isyanların sebebi devlet adamları arasındaki iktidar mücadeleleri ile ekonomik ve mali sebeplerden kaynaklanıyordu. Yeniçerilerin ilk isyanları Fatih zamanına kadar uzanır. Bu isyanın sebebi padişah ile veziriazam arasındaki mücadelesiydi. Fakat genç padişah, bu isyanı bastırdığı gibi, Çandarlı Halil Paşayı bertaraf ettikten sonra kapıkulu ordusunu devleti genişletmek ve merkezileştirmek için müessir bir şekilde kullandı. 15 ve 16. Yüzyıl'da umumiyetle dirayetli padişahlar iş başına geldikleri için yeniçeriler isyan edememişlerdir.
Yeniçeri ocağının çözülmeye başlaması ise III. Murat döneminde başlar. Bu dönemde yeniçeriler arasında evlilerin sayısının arttığı, kışlalarında yatmak yerine evlerinde yattıkları ve askerlik dışı işlerle (ticaret ve esnaflık gibi) uğraştıkları görülmektedir. III. Murat zamanında, akçanın değerinin düşürülmesi üzerine, düşük ayarlı akça ile ulufe almak istemeyen kapıkulu askerleri isyan ettiler ve defterdar ile vezir-i azamın kellesini istediler. Ayaklanmayı bastırmak için istekleri yerine getirildi. Bundan sonra yeniçeriler, 17. Yüzyıl boyunca vezir-i azamlığa ve hatta padişahlığa istediklerini getirmeye başladılar. Saraydaki çeşitli gruplar arasındaki iktidar mücadelesine alet oldular. Bu dönemde ocağa para ile yabancılarda girmeye başlamışlardı. Ocağa girebilmek için belirli bir süreyi geçirmeden alınan bu yabancılar, ocaktaki askerleri yavaş yavaş kendilerine uydurup, serkeşliğe sevk ediyorlardı. Herhangi bir sebeple ocaktan çıkarılanlarında sonradan ocağa alınmaları da yeniçerilerin kanunlarına vurulmuş olan önemli bir darbeydi. Kanuni’den sonra padişahların istirahatı sefer zorluğuna tercih etmeleri başkumandanlarını başlarında görmeyen askere ağır geliyordu. Padişahı zorla sefere götüren yeniçeriler ise eski disiplinli yeniçeri ordusu değildi.
Yeniçerilerin çıkardıkları isyanların en korkuncu II. Osman zamanında çıkmıştır. Genç Osman yeniçerilerin Lehistan seferindeki gayretsizliği üzerine Yeniçeri ocağını kaldırarak düzenli bir ordu kurmak ve devlete çeki düzen vermek niyetindeydi. Fakat fikirlerinin duyulması üzerine yeniçeriler isyan ettiler ve bu isyan Genç Osman’ın ölümüyle sonuçlandı. IV. Murat ve IV. Mehmet zamanında da yeniçerilerin isyanlarına tanık olmaktayız.
I. Mahmut zamanında esame denilen maaş kağıtlarının alınıp satılmasına izin verilmesiyle yanlış bir dönem başlamış oldu. Bu durum esnafın açıkgöz ve hali vakti yerinde olanlarının işine yaradı ve esame maaş olmaktan çıktı.Yeniçerilik ise artık askerlik değil; ulufe sahipliği demekti ve yeniçerilik yoksul halk tabakasının bir geçim kaynağı idi.
Yeniçeri ocağına mensup askerlerin bir çoğunun sefere gitmeyip kadıasker, vezir ve devlet görevlilerinin hizmetlerinde bulunup efendilerinin iltimasları sonucu bu askerlerin yevmiyelerine zam yapılması himayesiz olup düşman karşısında siperlerde hizmet eden yeniçerilerin gayretini kırıyordu.
1560 yılından sonra İstanbul dışında, sancaklarda da yeniçeri garnizonları kuruldu. Böylece kapıkulu ordusunun nüfuz ve tesiri Anadolu’ya da yayılmış oldu. Dolayısıyla yeniçeriler eyaletlerde merkezi otoritenin ve asayişin sağlanmasında mühim bir fonksiyon ifa etti. Öte yandan yeniçeriler başkentte iktidarı tayin eden en başta gelen unsurdu. Fatih’in ölümünden sonra II. Beyazıt, I.Selim’in ve Yavuz’un tahta çıkmasını sağlamışlardır. Her saltanat değişikliğinde yeniçerilere dağıtılan cülus bahşişi de zamanla yozlaştı ve padişahlarla yeniçeriler arasında adeta bir pazarlık konusu haline geldi. Vergi toplamak ve devlet işlerini yürütmek gibi görevlerle de uğraşmaya ve vergiden muaf oldukları için de ticarete başlamışlardı. Zamanla eyaletlerdeki gelir kaynaklarına da el attılar ve iltizam işleri ile uğraştılar. 17. Yüzyıl'da taşradaki yeniçerilerin zulmünden bıkan halk onlara karşı yer yer isyan etti. Böylece devletin kuruluşu ve gelişmesinde büyük rolü olan kul sistemi zamanla yozlaştı ve devlete hakim olmaya başladı.
17. Yüzyıl'dan itibaren ocağın kanunnamelerinin bir tarafa bırakılıp yerlerine yeni geleneklerin alması yeniçeri ocağını devletin temel dayanağı olmaktan çıkarmıştı. Ocak devlet içindir prensibinin yerini devlet ocak içindir prensibi almıştı. Bundan dolayı da yeniçerilerin desteği alınmadan hiçbir konuda değişiklik yapabilme imkanı kalmamıştı. Ayrıca yeniçerilerin değişiklik yapmak isteyen devlet adamları ve padişahları görevlerinden etmeleri ya da onları öldürmeleri veya istedikleri her şeyi çıkardıkları isyanlar sonucu devlete kabul ettirmeleri yeniçerilerin devlet yönetiminde ne derece etkili olduğunu göstermektedir.
Yeniçeri ocağında yetişen Yeniçeriler Osmanlı İmparatorluğu'nun hep son darbeyi vurucu ve yıkıcı gücü olmuştur.
Kuruluşunda adları Çeri Ocağı olan bu ordunun devşirmelerin de katılmasıyla ''Yeni'' sözcüğü eklenmiş ve ''Yeniçeri'' adı doğmuştur.
Padişahın hizmetine ait yaya kuvvetlerinden olan Yeniçeri Ocağının I.Murat zamanında 1362 de kurulduğu ''kesin olmamakla'' birlikte iddia edilmektedir. Zira Osmanlı'da tarih kayıtlarının 15. Yüzyıl sonları 16. Yüzyıl'ın başlarında tutulmaya başlandığı bilinmektedir. Ocağın yapılanmasında Selçuklular örnek alınmıştır. Yeniçeri Ocağı I. Murat zamanında Anadolu Selçukluları’ndaki hassa ordusu örnek alınarak kurulmuştu.
Devşirme usulünün Yıldırım Beyazıt zamanında edildiği iddia edilmektedir. Osmanlı Devleti devşirme usulünü sistemli hale getirip geniş çapta uygulamışlardır. Askere alınacak çocuklar, Osmanlı uyruğunda olan Hristiyan halktan alınacaktı.Çocuklar arasından 12-22 yaş arasındakiler tercih edilecekti. Evli ve ailenin tek erkek çocuğu alınmazdı. Kanun gereğince asil ailelerin çocukları tercih edilirdi. Bu çocuklar Türk ailelerin yanlarına verilerek İslamiyeti, Türkçe’yi, Türk örf ve adetlerini öğrendikten ve sünnet edildikten sonra acemi ocağına alınırdı. Burada belli bir süre eğitim gördükten sonra yeniçeri ocağına kayıt olurlardı. Bu devşirmelerin evlenmeleri ve askerlik sanatından başka bir işle meşgul olmaları yasaktı. Devşirmeler son olarak yapılan elemeden sonra zeka testine tabi tutulurlar ve nitelikleri yüksek olanlar, saray ve saltanat hizmetine alınır; bir kısmı da yeniçeri ocaklarına asker olarak alınırdı.
Kapıkulu ordusunun en kalabalık grubunu oluşturan yeniçeriler, padişahın merkezi otoritesinin temelini teşkil etmişlerdir. Yeniçeri sayesinde padişah, uç beylerinin nüfuz ve otoritesini dengelemiştir. Ayrıca Avrupa’nın ilk daimi profesyonel ordusu da yeniçerilerdir.
Osmanlı ordusunun seferlerdeki toplam asker sayısı içinde yeniçeriler hemen her zaman bir azınlık oluşturmuşlar, savaşlarda ise ordu çok baskı altında kalmadıkça cepheye sürülmemişler yada düşman öldürücü son bir darbeyle düşecek duruma geldiği zaman sürülmüşlerdir. Öte yandan içerideki ayaklanmaların bastırılmasında yeniçeriler hep asıl rolü oynamışlar ve devlet bu durumlarda onlardan başkasına nadiren güvenmiştir. Yeniçeri ocağının komutanına Yeniçeri Ağası denirdi. Yeniçeri taburlarına orta denirdi. Yılda bir elbise ve üç ayda bir yevmiye hesabı üzerinden ulufe denen maaş alan yeniçeriler, kapıkulu ordusunun en itibarlı birlikleri arasında idi. Padişahın kendisi de bir numaralı yeniçeri idi. Kendilerini Ali Osman tahtında oturan padişahın kulları bildiler ve kulluk ile övündüler.
16. Asır ortalarına kadar geçici hadiseler istisnai olmak üzere yeniçeriler arasına I. Murat zamanında konmuş olan itaat-ı mutlaka usulü sayesinde disiplin bozulmamıştı. Ayrıca Kanuni’ye kadar padişahların ordularının başında bulunmaları ve en ufak yolsuzluklarına bile göz yummamaları yeniçeri ocağını devrin en modern, düzenli ordusu olarak gösteriyordu.
İstanbul’daki isyanların tamamı kapıkulu ordusu tarafından çıkarılmıştır. Bu isyanların sebebi devlet adamları arasındaki iktidar mücadeleleri ile ekonomik ve mali sebeplerden kaynaklanıyordu. Yeniçerilerin ilk isyanları Fatih zamanına kadar uzanır. Bu isyanın sebebi padişah ile veziriazam arasındaki mücadelesiydi. Fakat genç padişah, bu isyanı bastırdığı gibi, Çandarlı Halil Paşayı bertaraf ettikten sonra kapıkulu ordusunu devleti genişletmek ve merkezileştirmek için müessir bir şekilde kullandı. 15 ve 16. Yüzyıl'da umumiyetle dirayetli padişahlar iş başına geldikleri için yeniçeriler isyan edememişlerdir.
Yeniçeri ocağının çözülmeye başlaması ise III. Murat döneminde başlar. Bu dönemde yeniçeriler arasında evlilerin sayısının arttığı, kışlalarında yatmak yerine evlerinde yattıkları ve askerlik dışı işlerle (ticaret ve esnaflık gibi) uğraştıkları görülmektedir. III. Murat zamanında, akçanın değerinin düşürülmesi üzerine, düşük ayarlı akça ile ulufe almak istemeyen kapıkulu askerleri isyan ettiler ve defterdar ile vezir-i azamın kellesini istediler. Ayaklanmayı bastırmak için istekleri yerine getirildi. Bundan sonra yeniçeriler, 17. Yüzyıl boyunca vezir-i azamlığa ve hatta padişahlığa istediklerini getirmeye başladılar. Saraydaki çeşitli gruplar arasındaki iktidar mücadelesine alet oldular. Bu dönemde ocağa para ile yabancılarda girmeye başlamışlardı. Ocağa girebilmek için belirli bir süreyi geçirmeden alınan bu yabancılar, ocaktaki askerleri yavaş yavaş kendilerine uydurup, serkeşliğe sevk ediyorlardı. Herhangi bir sebeple ocaktan çıkarılanlarında sonradan ocağa alınmaları da yeniçerilerin kanunlarına vurulmuş olan önemli bir darbeydi. Kanuni’den sonra padişahların istirahatı sefer zorluğuna tercih etmeleri başkumandanlarını başlarında görmeyen askere ağır geliyordu. Padişahı zorla sefere götüren yeniçeriler ise eski disiplinli yeniçeri ordusu değildi.
Yeniçerilerin çıkardıkları isyanların en korkuncu II. Osman zamanında çıkmıştır. Genç Osman yeniçerilerin Lehistan seferindeki gayretsizliği üzerine Yeniçeri ocağını kaldırarak düzenli bir ordu kurmak ve devlete çeki düzen vermek niyetindeydi. Fakat fikirlerinin duyulması üzerine yeniçeriler isyan ettiler ve bu isyan Genç Osman’ın ölümüyle sonuçlandı. IV. Murat ve IV. Mehmet zamanında da yeniçerilerin isyanlarına tanık olmaktayız.
I. Mahmut zamanında esame denilen maaş kağıtlarının alınıp satılmasına izin verilmesiyle yanlış bir dönem başlamış oldu. Bu durum esnafın açıkgöz ve hali vakti yerinde olanlarının işine yaradı ve esame maaş olmaktan çıktı.Yeniçerilik ise artık askerlik değil; ulufe sahipliği demekti ve yeniçerilik yoksul halk tabakasının bir geçim kaynağı idi.
Yeniçeri ocağına mensup askerlerin bir çoğunun sefere gitmeyip kadıasker, vezir ve devlet görevlilerinin hizmetlerinde bulunup efendilerinin iltimasları sonucu bu askerlerin yevmiyelerine zam yapılması himayesiz olup düşman karşısında siperlerde hizmet eden yeniçerilerin gayretini kırıyordu.
1560 yılından sonra İstanbul dışında, sancaklarda da yeniçeri garnizonları kuruldu. Böylece kapıkulu ordusunun nüfuz ve tesiri Anadolu’ya da yayılmış oldu. Dolayısıyla yeniçeriler eyaletlerde merkezi otoritenin ve asayişin sağlanmasında mühim bir fonksiyon ifa etti. Öte yandan yeniçeriler başkentte iktidarı tayin eden en başta gelen unsurdu. Fatih’in ölümünden sonra II. Beyazıt, I.Selim’in ve Yavuz’un tahta çıkmasını sağlamışlardır. Her saltanat değişikliğinde yeniçerilere dağıtılan cülus bahşişi de zamanla yozlaştı ve padişahlarla yeniçeriler arasında adeta bir pazarlık konusu haline geldi. Vergi toplamak ve devlet işlerini yürütmek gibi görevlerle de uğraşmaya ve vergiden muaf oldukları için de ticarete başlamışlardı. Zamanla eyaletlerdeki gelir kaynaklarına da el attılar ve iltizam işleri ile uğraştılar. 17. Yüzyıl'da taşradaki yeniçerilerin zulmünden bıkan halk onlara karşı yer yer isyan etti. Böylece devletin kuruluşu ve gelişmesinde büyük rolü olan kul sistemi zamanla yozlaştı ve devlete hakim olmaya başladı.
17. Yüzyıl'dan itibaren ocağın kanunnamelerinin bir tarafa bırakılıp yerlerine yeni geleneklerin alması yeniçeri ocağını devletin temel dayanağı olmaktan çıkarmıştı. Ocak devlet içindir prensibinin yerini devlet ocak içindir prensibi almıştı. Bundan dolayı da yeniçerilerin desteği alınmadan hiçbir konuda değişiklik yapabilme imkanı kalmamıştı. Ayrıca yeniçerilerin değişiklik yapmak isteyen devlet adamları ve padişahları görevlerinden etmeleri ya da onları öldürmeleri veya istedikleri her şeyi çıkardıkları isyanlar sonucu devlete kabul ettirmeleri yeniçerilerin devlet yönetiminde ne derece etkili olduğunu göstermektedir.
Yeniçeri ocağında yetişen Yeniçeriler Osmanlı İmparatorluğu'nun hep son darbeyi vurucu ve yıkıcı gücü olmuştur.
*********************************************************
Üstad'ın "YENİÇERİ" adlı eserinden:
Genç Osman sedire yaslanmış,
hoca Ömer Efendinin getirdiği tomarı kelime kelime
yudumlarken, gözlerinin önünde bütün bir
âlem canlanıyor:
Suluca Karahöyük... Ne kadar
Türk, ne kadar güzel bir ad... Anadoluda birçok yer isimleri gibi
renk ve çizgi
dolu...
Suluca Karahöyük, Amasya
taraflarında, Yeşilırmağın tatlı bir kıvrımıyle çevrili,
kırlarda kaybolmuş izbe bir
bucak...
Orada her
şey yeşil. Su, ağaç, dağ, taş, kuş, böcek, her
şey...
Yeşilliklerin bir çardak
sonra çatı biçiminde kümelendiği bir nokta... Bu, mekân hissini veren
bir şeydir: bir ev...
Yeşilırmağın öte yanından ve
uzaktan geçenlerin, bu noktaya bakarak şöyle konuştukları hayal edilebilir:
— Ne var,
şu sarmaşıkların kuşattığı yerde?
— Bir
ev...
— Kim oturuyor
orada?
— Erenlerden
biri...
— «Erenler» ne
demek?
— Kendilerini Allaha
verenler, Allahta muradlarma kavuşanlar...
— Nasıl bir insanmış bu
erenlerden biri dediğin?
— Yeşil sarıklı, süt beyaz
sakallı, başı secdeden kalkmaz, gözünden yaş dinmez, ağzından
Allah ismi düşmez bir
pîr...
Hayal ettiğimiz konuşma,
Hacı Bektaş Velî'yi dış çizgileriyle ifade
etmekte gerçekten yerindedir; ve bu mübarek pîr, Amasya'nın
Suluca Karahöyük bucağında, kemalin
tek mizanını şeriatte
bulan bir züht dairesi içinde
Bektaşiliğin ilk ve sağlam bağlılarını
erginleştirmektedir.
Bundan 643 yıl evvel (1326)
bir gün, Suluca Karahöyük bucağının baktığı ovada bir toz
bulutu...
Toz bulutu, Hacı Bektaş Velî
dergâhına doğru ilerliyor.
Bulut yaklaşınca her
şey belirdi:
40-50 atlı... En önde, yağız
atlara kurulmuş tuğ taşıyan birkaç öncü... Arkalarında ve beyaz
bir küheylan üzerinde, haşmetli
ve başbuğ kıyafetli biri... En arkada da maiyet atlıları...
O anda, dergâhın içinde,
kubbeye karşı zikirle meşgul Hacı Bektaş Velî'nin hiç bir şeyden haberi yok...
Alay dergâhın kapısına
gelince öncüler hemen attan inip tuğları yere diktiler.
Bir nida:
— Sultan Orhan Gazi, Hacı
Bektaş Velî'nin ellerinden öpmeye geldi!
Hacı Bektaş Velî, kapıda...
Dudaklarında ince bir tebessüm, genç devletin ilk teşkilâtçı
ikinci Padişahına
bakıyor.
Orhan Gazi, Besmeleyle sağ
ayağını atarak içeriye girdi. Uzun, etraflı, derin ve içten bir
konuşma...
Orhan Gazi,
Şeyhin ışık saçan yüzüne bakıp dedi:
— Bu uzun yoldan, size,
devletimize ve ordumuza dua etmenizi dilemek için geldim. Yanıma
da yeni teşkil ettiğimiz
askerlerden birkaçını aldım.
— Dualarım sizinle...
İnşallah zahmetiniz boşa çıkmaz. Göreyim, beraber getirdiğiniz
yeni askeri...
Dışarıya çıktılar. Orhan
Gazi'nin işaretiyle, kılıkları ve edaları öbürlerinden ayrı, bir arada
duran birkaç asker koşup
Şeyh ile Sultanın karşısında saf
bağladılar.
Şeyh bunların yüzüne baktı:
— Maşallah!. Ne güzel, ne
civan kişiler!.
Ve ilerleyip sağ elini
bunlardan bir tanesinin başına koydu:
«— İsimleri «Yeniçeri»
olsun... Allah yüzlerini ak, pazılarını güçlü, kılıçlarını keskin,
oklarını vurucu, kendilerini daima
düşmana galip eylesin...»
Yeniçeri böyle kuruldu ve
ruhunu Bektaşi ocağından devşirdi. .
TEŞKİLÂT
Eski Türkler gibi her
ferdiyle cenkçi olan, ayrıca askerî teşkilâta ihtiyacı bulunmayan ve
ordu-millet karakterini yaşatan
bir oymak, istiklâle erip de devlet haline gelmeye ve
millet-ordu keyfiyetinden haber vermeye
başlayınca askerlik sınıfını kurmak zorunda kalınmış ve ilk iş
olarak «Yaya» adiyle bin neferlik
bir grup asker teşkil edilmişti. Muharebe zamanında kendilerine 1
akçe
gündelik verilen bu asker
ayrı bir sınıf çerçevesine alınınca, başında fikrî bir disiplin
bulunmadığı için, işi hemen ceberut ve
kuvvet imtiyazına dökmüş ve sivil halk üzerine baş belası
kesilmeye başlamıştı.
Bu hale karşı Çandarlı Kara
Halil (Osmanlı Devletinde ilk kaadi-yi asker) düzenli ve
kışlalarda oturur, yeni bir sınıf asker
teşkilini düşündü ve projesini, veziri sıfatiyle Padişaha arzetti. Hatıra
ilk gelen, Osmanlı tabiiyeti
altındaki rumlar oldu. Bunların ihtida edenleriyle saf Türkler
arasında hiçbir fark
gözetilemeyeceğinden, ordunun bu yeni unsurlar sayesinde daha sıkı bir disiplin
altına alınabileceği sanıldı. Ve
işte bu gayeyle «devşirme» usulü Orhan Gazi tarafından kanunlaştırıldı.
İlk olarak 1000 rum delikanlısı devşirilecektir.
Bunlardan herbirine, eski
«yaya»lar gibi günde 1 dirhem maaş verilecektir.
Devşirmeler süresiz olarak
vazifede kalıp kışlalarda oturacaklar ve evlenemeyecekler. Sakat
ve ihtiyar oluncaya kadar bu
halleri devam edecek... Gösterecekleri yararlılıklara göre
lûtuflandırılacaklar ve
mesleklerinde ilerleyecekler...
Bazı tarihçiler Orhan
Gazi'nin devşirmecilik buluşunu dahice bir keşif ve usul sayarlar. Onlara
göre bu teşebbüs, mağlûptan
faydalanma ve kuvvet kazanma politikasındandır. Yine onlara
göre, Osmanlılar boyuna muharebe
etmek zorunda oldukları için, sağ Müslüman ve Türk unsurunun korunması için bundan daha
yerinde bir çare düşünülemezdi.
Bu görüş bellibaşlı bir
şart altında doğru, o şart yerine getirilemeyince de hataların en kaatiliyle yanlıştır. Yabancı unsur ve
kan, İslâm
ve Türklük havanında dövülüp
kendisinden tek istiklâl zerresi kalmamacasına
bünyeleştirilmedikçe, elde edilecek netice,
hayat değil ölümdür. Nitekim pek kısa bir devre sonra, gereken maddî
ve manevî baskıyı üzerinde
bulamadığı için, rum kanı, Türk ordusu içinde Türkten intikamını
almaya başlamıştır.
Yevmiye 2 ekmek, 2000 gram
et, 100 gram pirinç ve 30 gram yağdan ibaret tayın ve bir
dirhem gündelikle devşirilen
yabancı unsur kadrosu, yeniçeri ismiyle orduda yüzüğün ana taşı
mevkiine oturunca evvela etrafını
saran öbür taşlara örnek olacak bir cevher değerini göstermiş sonra
da, ruhunu pençe içine alıcı,
sistemli ve usullü bir terbiye ve murakabeden mahrum kalan
aslına dönmeye, cemiyeti bozmaya,
cemiyetle beraber bozulmaya ve bütün bozuluşların temsilcisi
olmaya başlamıştır. Fakat ilk
devrinde yani vecd ve aşk çığrında (ideolojik) çapta olmasa bile resmî
ve içtimaî bir güdüm
altındadır. Cenkten uzak kaldıklar «hazar» vaktinde kürsü şeyhlerinin ders halkasında yetiştirilirler,
ahlâk ve din inceliklerini öğrenirlerdi.
Tütünün Türkiye'ye
girmesiyle beraber çubuk içmeleri ve «Bektaşi tarikatında şaraba bile izin vardır!» diye, ayılması
olmayan bir sarhoşluğa düşmeleri bir oldu.
Başta tertemiz ruhu doğru
bektaşi tarikatına, hem o tarikatın sözde bağlılarından, hem
de yeniçerilerden gelen bir
ihanet, daima Türk cemiyetinin için için güdücülerini
bulamamasından meydana gelir ve karşılıklı
birbirini tamamlarken nihayet hastalık, devlet yarı ömrüne basar
basmaz
(Genç Osman Devri) bütün
dehşeti ile patlak verdi. Bektaşiğilin şeriata tam
uygun zamanında, Hacı Bektaşi Velî,
yeniçerinin başını sıvazlarken cüppesinin kolları gayet geniş enli ve
sarkık olduğu için külahına aynı
şekilde sarkık bir parça ilave edecek kadar ocak ruhuna
bağlanan ve şeklini o ruhtan alan yeni Türk askeri, eğer o ruhu hem
Bektaşilik ocağında ve hem kendisinde
mahfuz tutabilse ve tarihi
intikallerini bu bütünlük içinde yerine getirebilseydi, Türk
tarihi, bambaşka bir seyir takip
ederdi.
İLK TEŞEKKÜL
Her şey zaman ve mekânı zabt ve feth etmek kudretinde büyük bir fikir
adamıyla, devlet adamının
içice vücut bulmamasından ve
bilhassa Türk Cemiyetinin üstün tefekkürden yana yoksun kalmasından...
Böyleyken yeniçerilik
Avrupada ilk askeri teşkilât olmak şerefine de
mâliktir. Fransa Kralı VII. Şarl, ancak onbeşinci asrın ortalarında
(Francs-Archers) adiyle okçu-piyade birliklerini ayrı bir sınıf olarak teşkil etmişti
ki, yeniçeriliğin meydana getirilmesinden tam 122 yıl sonra...
Ondördüncü asrın başlarında
ve bütün dünyada ilk olarak teşkilâtlandırılan ve ilk
zamanlarında akşam namazlarından sonra
kışla imamının karşısında kendisine ruh ve ahlâk üflenen
yeniçeri, cemiyetiyle beraber vecd ve
aşkını kaybemeseydi de yeni zaman ve mekânın verimlerini din
emri ve kendi öz malı bilip
benimseyebilse ve büyük aksiyonunu sürdürebilseydi -biraz
evvelki
dikkatimize ek olarak
bildirelim- bugün topyekûn İslâmın
ve
Türkündü.
İÇTEN İSLAH
Bizim kavrayamadığımız ve
henüz muhasebesini yapamadığımız bu hakikati Avrupalı çoktan kavramış
bulunuyor.
1942 yılında, kendi kurmay
dairesindeki makam odasında Mareşal Fevzi Çakmakla karşı karşıyayım.
Mareşal masasında duran bir
kitabı bana uzatıp:
— Bunu gördün mü? dedi,
İngilizlerin
yeni bir
eseri...
Kitaba
baktım:
— Hayır paşam, haberim yok!!
Yeniçerilik üzerinde bir tetkik ve fikir eseri...
— Çok alâkaya değer bir
kitap.
— Evet çok alâkaya değer.
Her şeyden
evvel sana sorayım;
Yeniçeriliğin lağvını doğru mu bulursun, yanlış
mı?
— Bu fevkalâde derin ve
girift bir dava paşam, dedim; ben her şeyden önce
Yeniçeriliğin malûm hale getirilmesinin, o hale
mani topluca fikriyat ve murakabesini doğru bulurum. İş o hale
gelince de Ocağı kökünden kazımayı
zaruret kabul ederim.
Mareşal kitabı uzatarak
şu cevabı verdi:
— Bu kitap diyor ki, Türkler
en büyük hatalarını yeniçeriliği kaldırmak suretiyle
göstermişlerdir.
Ocağın içine girip ruhuna
nüfuz edecekler ve onu yıkmak değil, düzeltmek yolunu
arayacaklardı.
Son derece alâka uyandırıcı
bir tez kitabı... Tercüme ve neşrettireceğim.
Mareşale dedim
ki:
— Bu tezleriyle
İngilizler,
demek istiyor ki: Türklere
düşen borç, Tanzimat arifesinde kör bir taklit hareketiyle Batılıları
benimsemeye kalkışıp tereddiye uğramış kendi eski müesseselerini yıkmak
ve böylece mesnetsiz kalmak
yerine, öz bünyelerini zaman ve mekânın aydınlığında ıslah
etmektir.
Bu zaten bizim tezimiz...
Fakat köklü bir din görüşüne mâlik olunmadan böyle bir hareket yapılamaz ve Yeniçeriliğin
top atışıyla yıkılmasından başka çare bulunamazdı. İngilizlerin işi sadece Yeniçerilik planında
ele alıp fazlasını itiraf edemedikleri büyük hakikati görelim
ve şahsiyetimize
dönmekten başka çaremiz
olmadığını anlayalım
İLK ÖRNEK
Şimdi Yeniçeriyi manası ve maddesiyle başından ele
alarak hızlı şimşek aydınlıkları içinde
takip edebiliriz.
Evvelce işaret ettiğimiz
gibi, Hacı Bektaş Velî'nin ruh ve mana aşıladığı Yeniçeri, temel
harcındaki çürük ve yabancı kan
felâketine rağmen, o devirde dipdiri ve sapasağlam Türk ruhundan
aldığı kuvvet sayesinde hemen bir
saadet unsuru haline gelir; ve bu hal, cemiyetin İslâm vecd ve
aşkını sürdürdüğü merhale boyunca
devam eder. Türk cemiyetinde zaaf eserleri başladığı
hengâmelerde
de ilk belirti, bellibaşlı
uzuvlar üstünde tecelli edici hastalıklar gibi, tezahür çerçevesini
daima Yeniçeride
bulur.
İlk Yeniçeri, gayesini, davasını, ahlâkını, nizamını, vücut hikmetini tam
kavramış ve bu ölçülere gönülden bağlanmış bir saffet örneğidir.
Öyle ki, dalkılıç olarak
burçlarına tırmandığı kalenin tepesinde, ahdine hiyanet etmiş prensin
kafasını
kesip mızrağına yerleştirir
ve mızrağı havaya kaldırıp nida eder:
— İşte, İslâm
padişahına verdiği sözü
tutmayan kâfir beyi! İşte,
böylelerini bekleyen
âkibet!
Bu levhada,
şuur ve ahlâkın, içice en mükemmel tecellisine
şahidiz.
Osmanlı devletinin
kuruluşundan öteye iki-buçuk asır devam eden vecd ve aşk çığırına
bağlı Yeniçeri, Kosova'da,
Niğbolu'da, İstanbul'un
fethinde, Çaldıran'da,
Mohaç'ta, Viyana önlerinde yazdığı şehnamelerle insanlık tarihinin ruh ve madde bakımlarından en
üstün ve en ulvî askeridir.
Sonra da aynı bakımlardan,
yine insanlık tarihinin en alçak ve sefil askeri olacaktır.
Onun üstünlük ve ulvilik
devresine ait destanlar, mevzuumuzun dışında... Ulvîliklerin
ulvîliğinden, süflîliklerin
süflîliğine düşebilmenin belirttiği, insan idrakini yakıcı, muhal
çapında vakıayı sadece kötülük
planında ele alırken, ilk devreye ait kısa bir nisbet unsuru
göstermekle kalıyoruz.
Hızını Sultan Osman, Orhan
ve Murad'dan alan Türk devlet ve cemiyeti, ilk buhranını
Yıldırım Beyazid devrinde kaydeder.
Niğbolu kahramanı koca Yıldırım, ne hazindir ki, devlet
reisliği planında ilk bozulma
örneğidir. Babasının naaşı soğumadan öldürdüğü şehzadeyle, sarayda kardeş katilliğini
yaygınlaştırırken, yabancı kadın alarak hanedan kanına ilk zehirleyici kanı
aşılayan, ilk defa içki içen ve
kılığından edasına ve deli saçması fermanlarına kadar kör bir azamet
tavrı takınan, hep o ... Yıldırım
Beyazid zamanında, bütün bir meziyet ve fazilet ve radaet
yemişleri tomurcuklanmaya
başlamıştır.
Yıldırım'ın bu tezatlı hali,
şevk ve hayatiyetinin en verimli anlarını yaşayan Türk
cemiyetini, az kaldı kökünden kazıyıp
yokluk kuyusuna atıyordu. Timurlenk karşısındaki bozgun ve ondan
sonra devletin kapaklanması,
yıkılması ve «Fetret Devri» nin açılması, ancak bu hal ile izah edilebilir
ve Padişahın bahtsızlığına
yorulamaz.
Ancak, kötülük sadece devlet
reisi ve fert planında kaldığı, cemiyet ise henüz saffetini
muhafaza ettiği için yıkılım
gerçekleşemedi, tam bir çöküşe dönemedi ve taptaze Türk cemiyeti, biraz sonra içinden Fatih'leri,
Yavuzları fışkırtmak üzere ayağa kalkmayı bildi.
NFK
YENİÇERİ
YENİÇERİ
Hiç yorum yok