SİNYAL MUHABBETLERİ - SALİH MİRZABEYOĞLU
GİRİŞ
Salih Mirzabeyoğlu...
"Fikri yaşamak, yaşamayı fikir bilmek" diyerek çıktığı yolda ülkemizde ve dünyada tek orijinal her örgüsü tezatsız İslâmî bir Dünya Görüşü ortaya koyan büyük İslâm Mütefekkiri...
Üstad Necip Fazıl Kısakürek'i sıradan bir şair ve yazar kategorisine mahkum etmek isteyenlere karşı tek başına, yalın kılıç mücadelesini vermiş Büyük Doğu şövalyesi...
Bütün tağuti, kafir sistemleri redd ederek ve son yüzyılın en büyük putu demokrasiyi yıkarak "Başyücelik Sistemini" inşa eden yalnız devrimci...
2000 yılında Kartal Cezaevinde başlayan, Bolu F Tipi Cezaevinde ve tahliyesinden sonra da şehadetine kadar devam eden ve en sonunda şehadetine sebeb olan Telegram işkencesine yine insanüstü bir çaba ile tek başına mücadele eden büyük mücahid...
Evet bu yazıda İBDA Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’na uygulanan Telegram işkencesini ve bunun arkasındaki bazı isimleri deşifre ettiği 2007 yılında dönemin Baran Dergisi’nde yayınlanan "SİNYAL MUHABBETLERİ"ni yayınlayacağız...
Devlet eliyle uygulanan Telegram İşkencesi ve bunun neticesinde şehid olan Salih Mirzabeyoğlu’nun şehadetinin üzerinden bunca sene geçmesine rağmen hâlâ bu konuda herkes sus pus. Biz ise "Şeytan unutturur, Allah hatırlatır" sözünden hareketle bu konuyu unutturmamak adına, basılı eserlerinde yer almayan "SİNYAL MUHABBETLERİ"ni tekrar gündeminize sokmaya çalışıyoruz...
Bu vesileyle Şehid Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nu rahmetle ve özlemle yad ediyoruz...
YAŞASIN KUMANDAN SALİH MİRZABEYOĞLU!...
SİNYAL MUHABBETLERİ 1
1- Ömer Faruk Gez… Benim “salak sinyal”, “yamuk Naciye” gibi isimlerle andığım bu sümük, Sivas Davası sanıklarının arasına karışıp, pisliğiyle temayüz etmiş ve MÜRTED olduğu bilinen bir tip. Bunu bana, avukatım Ahmet Güvenli, Nisan ayında söyledi. Bu da, benim onlar hakkında 2 senedir Avukatlarım’a, yakınlarıma anlattıklarımı teyid ediyor.
2- Salak sinyal’den başlayarak, hepsinin durumunu özetleyen cümle şudur: Özellikle evli olanları, kadınları karşısında düştükleri “kadın” durumlarından ve aşağılık duygularından ötürü, müthiş bir kadın düşmanıdırlar. Ve kendi karılarından benim ağzımla intikam almaktadırlar.
3- Evlilerin hukuki durumu nedir? Kadın kadına ilişkinin kanunî durumu belli olduğuna göre, bu hilkat garibelerinin durumu? Hem yumurtasız, hem homoseksüel olduklarına göre?
4- “Salak sinyal”, ilk 6 aydan sonra “bu iş bize büyük geldi!” diyen Sedat ve Binnoş için “o iki salak işi berbat etti!” diyor. İşin hoş tarafı, hilkat garibeleri hakkında öğrendiklerimin % 90’ı bu salak sinyal vesilesiyle.
5- Bunların Cezaevi’ndeki durumu nedir? “Yardımcı hizmet” diye gezinenleri, erkekler tuvaletine mi gidiyor, kadınlar tuvaletine mi? Ben soru soruyorum, beni alâkadar eden birşey yok!
6- Bu imkânı kim temin etti? “Çavelâ!”… Kime şantaj yaptı? “Albay’a”… Demek ki onu Albay becermiş! “Aynen!”… diyor. Bu “Salak Sinyal”de böyle konuşacak cüret var mı? Besbelli ki, “Genelkurmay Özel Birlik” diye işe başlayanların arkasında, basit bir “düdük öttürebilme” imtiyazından başka, hiçbir güç kalmadığı belli!
7- Daha önce söylediklerime ters mi düşüyorum? Hayır! Bunların arkasındakiler çekildiler!
8- PKK hükümlülerinden biri, başka bir Cezaevi’nde iken bir arkadaşlarının durumunu anlatmıştı: Kafayı biraz bozmuş bu kişi, edep yerine bakıp bakıp gülüyormuş ve “bu ne böyle?” diyormuş… Bizim yumurtasızlar da o kafayı bozan soydan! Bu hâllerine bakmadan da, en büyük mafya olmaya çıkan sümükler!
SİNYAL MUHABBETLERİ 2
Salih Mirzabeyoğlu: Nasılsınız baba, iyi misiniz?
Babası: Elhamdülillah, sen nasılsın?
Salih Mirzabeyoğlu: Ben iyi olacaktım ama iyi olamadım.
Babası: Hayrola?..
Salih Mirzabeyoğlu: Bu yumurtasızlar var ya, g..veren yumurtasızlar çetesi. Akşamdan beri de telefona hazırlıyorlar.
Babası: Ne gibi?..
Salih Mirzabeyoğlu: İşte bu telefon stresi olsun diye. Şimdi o…. çocukları şantaj malzemesi elde edecekler. Onun için 16 aydır uğraşıyorlar. Ondan sonra da masrafları çıkaramadık diye konuşuyorlar. Hem yan bahçelerden, hem sinyalle gelen sesler… Şimdi de telefona çıkacağım ya, 10 dakika- 15 dakika bilmem ne muhabbeti. Beni o sinir şeyine getirmek istiyorlar. Bir tane puşt var, yüz defa herifin suratına küfretmişim. Şimdi bir tane de görevli geldi, o da duysun, hani ben stres geçiriyorum da beni bir hastaneye kaptırıverirler hani… Ümitleri orda. Bunların analarının üstünden bir sürü adam geçmiş. Babaları da belli değil. Beni babalarına benzetiyorlar. 16. ay içindeyim, sinyalle sürekli olarak taciz… Betatron’la 24 saat taciz… Çetenin itibarını kurtaracaklar hesapta…
Babası: Benim yapmam gereken bir şey var mı? Ne kârları olacak?..
Salih Mirzabeyoğlu: Yok baba, sen aslında kulaklarını kapatsan iyi olurdu, duyması gerekenlere söylüyorum. Yâ şantaj malzemesi baba, Müslüm Gündüz hikayesi var ya. Beni ona döndürecekler. Bu anasını s….. çocukları, bütün hayatları onun bunun altına yatmakla geçmiş. Hakaret değil bu, böyle yani…
***
– “Salak Sinyal” ile sağlamasını yaptım: Duran Arar, 2003 veya 2004’te öldü. Onun Kartal’da sinyalle benim için söylediği söz şu: “Kime anlatmaya kalksa, deli diye içeri tıkarlar!..” İşte işin püf noktası da burada: Ben, “bana şöyle diyorlar, böyle diyorlar!” diye fevrî hareketler ve hâdise çıkararak ortaya çıkacaktım, herkes “bu kendi kendine ne diyor?” diye sinmiş, ben ortada kalacaktım. Nasıl olsa kimse bu işleri bilmiyor ya, neticede ben “bunalım” geçirdi numarasıyla hastahaneye, bu hilkat garibeleri de televizyon programlarında –yumurtasızlıkları, ibnelikleri ve çete heveslisi oldukları bilinmeden!- beni rezil(!) edeceklerdi!
– İş öyle olmadı! Hepsinin anasını, avradını ve bacısını, babalarıyla beraber becerdim… Tabiî ana, avrat ve bacısı olan birkaç tanesinin… Onlar da dahil, zaten hepsi “piç” olan hayvancıklar!
– Bu yumurtasız hilkat garibeleri, bana Kartal’da o malûm işleri yapanların, karikatür soyu! Ve bu çete heveslilerinin (Türkiye’nin en büyük mafyası olacaklardı), hiçbirinde, homoseksüel ve yumurtasızlıklarının yanında yürek de yok. Beni, hem şantaj, hem fizikî yönden tehdit ederlerken, onlara karşı duruşumda ben tek kalıyorum. Sizin anlayacağınız, ağlaya ağlaya savcıya gidiyorlar. En başta verdiğim mahkeme için çözümlenmiş telefon görüşmesi de bu işten.
– Biz Metris’ten Kartal Cezaevi’ne getirildiğimizde, “ehli kalb” kaydıyla bir haber vermişlerdi: “Cezalarını bulacaklar!” Bolu’da müjde’yi aldık: Belâ umumî gelir ya, uçak düştü, ve Metris’e gelenlerin kaçı içinde bilmem, 39 kişi öldü… Bir kişi kalpten gitti… Bunun dışında, Telegram işlerinin babası ve karısı öldürüldü. Kartal’daki Duran Arar geberdi. Bizim Bolu’daki hilkat garibelerinden 2’si –biri intihar, öbürü ameliyatta- geberdi. Daha bekliyorum. Kendi davranışım da dahil.
– Gördüğünüz karikatür, “erkeklerine” sarılabilmeleri için, kol değişikliği tavsiyeme uygun olarak yapılmıştır.
( Sinyal’e söylediğim)
SİNYAL MUHABBETLERİ 3
– Bizim “Salak sinyal”in, yâni Ömer Hanım’ın eşi (!) Ayşe, onun iyi giyinmesinden şikâyetçi. Yalnız bu!
– Çeteciğin istikbâli, bu Ayşe’nin iki dudağı arasında. Mahrem yerine âit bilgi tarafımdan onlara malûm edildiğine göre, benim onu becerdiğime dair isbat tamam. Şimdi onlara düşen, bu yoldan ortaya çıkıp, şantaj niyetlerini gerçekleştirmek. Sonra, televizyon programları (!), basın filân derken, gelsin paralar! Öyle para gelecek ki, kendi tâbirleriyle “modası geçmiş” öbür mafya örneklerine nisbetle, bunlar en büyük olacaklar. Kendilerini özellikle ilk 6 ay ve biraz daha hafif 1 sene yardım eden elemanlara da bir maaş ikramiye vereceklerdi!
– Patron olmadan, epey patron havası da atan bu yumurtasız fareler, sigara ihtiyaçları vesaireyi, birbirlerini de kollayıp didişerek, “Kantin dilenciliği” yoluyla temin ediyorlar; hâlen. Şu ândaki durumları da, bu hâllerine uygun olarak, dilenci sınıfında; gördükleri muamele de.
– Durumlarından dolayı, bana bir şey olmaması kaydıyla göz yumulan bu hayvancıklar, kimsesiz ve müşterisiz kalmış yaşlı fahişelerin, kendi kendine boş duvarlara konuşması yerine, ellerinde cihaz, 24 saat bana edebsiz ve şantaj(!) konuşmaları… Göz yumulan ve daha önce bunu nasıl sağladıklarını anlattığım bu hayvancıklar, hiçbir şey olmamalarının palavracılığı içinde, hâlâ “Jitem, Mit” elemanı filân numarası da yapmaya çalışıyorlar ama, ne olurlarsa olsunlar karşıma almış bir yerden şimdiki durumlarını tek kelimeyle özetliyeyim: Hayvan da değil, hayvancıklar… Yumrutasız fareler, tecrübe hayvanları.
– Serdar Menderes, homo ama, onda da köpeklik… Bundan, hepsinin hâllerini anlayın! Bacıları da, aynı soydan, paçoz fahişeler! Ortaya çıksınlar diye Aysel Genç isimlisini de becerdiklerim listesine ilâve ediyorum. Hatırladım!
– “Salak Sinyal”in baba adı Abdullah… Kafa harman, bir gece yanımdaki hücreden biri bağırıyor: “Allah belânı versin ulan! Benim adım Abdullah!..” Acaba bana mı laf atıyor, yoksa o da benim gibi kıstırılmışlardan mı? Ses Ömer’in ama, o zannettirilmek için oyun da olabilir. Bu hâdise ilk betatron seansları başladıktan 2-3 ay sonra oluyor. (Yâni yaklaşık olarak bundan 2 sene önce)… Zaman içinde o hayvancıkın Ömer ve baba adının da Abdullah olduğunu öğreniyorum. Kendisini babası zanneden yumurtasız fare.
– Ayşe, Ömer’in karısı ya… 9.8.2007 gecesi. Yaptıkları edepsizliklerin mukabili: “Ayşem ne yapıyor?”… Verdiği cevab: “Hamile!”…
– Sinyal muhabbetlerinde, düğün gecesi Abdullah’ın ona yardımcı olması sabit. Soruyorum: “Abdullah’tan?” Dikkat edin: “AYNEN!” diyor. Fazla bir şey söylememe lüzum var mı?
– Bu “Salak Sinyal”, benden “İblis” dememi dilenen. Haşin bir şöhret yapacak! Hâli, vakıa hâlinde şu: Düğün gecesi, olanlar olmuş… Sonra Cezaevinde malûm olduğu üzere yeltendikleri işin istedikleri biçime sokulmak üzere yumurtaları alınmış. Ama onun için pek kayıp sayılmaz: Hem ibne, hem de yumurtaları muhabbet kuşu yumurtası!
– “Aaa! Ömer ne oldu?”… “Valla koşarken düştü Ayşe!”
– Serdar’ın bacısı Aysel ona koli yollamış… “İçinden sütyen mi çıktı?”… Cevab: “Aynen!”… Eh, işe çıkarken sırasıyla kullanırsınız!
– Onların sesini kesecek mevzu belli: Ayşe… Hamile kalışının tarihi de Aralık 2006-Ocak 2007 olması gerek… “Gerçek mi?” diye sormaya lüzum var mı? Konuştuğum adamlar ve cevabları gerçek!
– Ayşe, teselliye hiç ihtiyacı olmayan, hattâ benim vasıtamla gizli bir hınç duyduğu karısından intikam alan Ümeeer’i, teselli ediyor: “Benim durumum yine iyi, Aysel Serdar’ın çiftleştiği cinsten hamile kalmış!”
– Şimdi asıl mesele şu: Göz yumulan, o arada mafya olmaya özenen bu sümüklerin, cihazlarını kim verdi ve yumurtaları niye alındı? Yumurtalarının niye alındığı, benim için üç aşağı-beş yukarı malûm, ama kendileri BİLMİYOR! Şu ânda benim tabirimle, -ortada kaldılar ya!-, “oralarının faizini yiyorlar!”.
– Bunların anlattığım kılığa girmelerinin bir sebebi de, kraldan çok kralcı hesabı, yalakalık… Ben hâdise çıkarırsam, bunlar cihazları ve heybetleriyle (!) beni zaptedeceklermiş (!) Zaten olay olmuş da bizim haberimiz yok: 2 ceset ve 19 yumurtasız hilkat garibesi! Sanırım dünyada bunun örneği yok! Tarihe geçtiler! Ayşe’nin orasında!
– İçlerinden birinin kod adı, benim koyduğum: Orkid… 2 legal ve bir sürü illegal babası olan. Anası rahat hareket edebilmek için, poşet içinde bir yere bırakmış. Akıllıca ama cahil bulduğum –hepsi cahil!- ona, hepsi için geçerli olmak üzere, şu tavsiyede bulundum: Bari kestirmişken, hepsini kestirseydiniz. Her neyse olan olmuş. Şimdi sizin yapacağınız iş, tek reel sermayeniz olan ödünüz yolundan para kazanıp, Mındıkoğlu’na baş vurmak. Gerçek sermayeniz artık çöktü ama!
– Netice olarak: Çete hevesleri çökmüş, dilencilerle, tam imhaya kadar devamdayız. Dua!
SİNYAL MUHABBETLERİ 4
– Tekrar: 2 ölü, 19 sakat (hem de hilkat garibesi soyundan)… “Siz benim eserimsiniz, benim için öyle oldunuz!” diyorum.
– Pisliklerinin yanısıra, ikide bir Metris’teki hâdiselerden bahsediyorlar. “Metris’teki komandolar şuydu!”… Eh, bunlar, Bolu’daki komandoları ve gardiyanları himayelerine almışlar… Ama hâlleri şu: “Abiler, görüyorsunuz, biz de sizin gibi iş yapıyoruz!”… Tamı tamına bir cümle: “Abi, müdüre bizim sigarayı söyleyiver!”… Aynen sabit: İlaç niyetiyle kullanılma yanında, içmek ve tütüne sararak uyuşturucu niyetine aldıkları anason tayınları da var!
– Düştükleri, karşımda onca himayeye rağmen -karşımda derken, saklanarak ve bilmezden gelinerek yaptıkları cihaz işlerinden bahsediyorum; yoksa, fare kadar korkaklar!- tesellileri, oralarının “kısmen” kesilmesi… Yâni sadece yumurtalarının alınmasıyla teselli(!) buluyorlar!
– Bir komiklik: Orkid isimlisi, hepsinin hâlini temsilen biri… Onun hilkat garibesi bunak yumurtasız fare hâli içinde İslam düşmanlığının (her tarafı düşman olsa ne olur) sebebi, anası: Anası, iki legal, bir sürü illegal erkeği olmuş bu kadın, onu poşet içinde çöp niyetine sokağa bırakmış… Bizim salak orkid de bana musallat, mafya(!) olacak ya… Ona dediğim: “Annenin haline bakıp da İslâm düşmanı olacağına, ona kızdığın için müslüman olsan daha mantıklı değil mi?”
– Benden dilendikleri bir çete ismi: “İtirafçı Çetesi”… Aradan geçen zaman içinde muratlarının tersi olarak ona kavuştular: her şeylerini itiraf ettirdiğim ve himmet edenleriyle beraber ağızlarından nerelerine kadar nelerini ne ettiğim ve neticede hâllerini itiraf ettirdiğim “İtirafçı Çete”.
– Orkid, ilk başlarda, -bundan 22 ay önce-, “yumurtasız” hâlleri için, “bizim yaşam biçimimiz!” diyordu. Tonton farenin, -hayvanın konuşması insanın hoşuna gider ya, bu hariç!”- ağzına bile yakışmıyor bu lâf. Yine garibanlıkları içinde ağızlarına yakışmayan bir lâf: “Biz ateistiz!”… Yazık hayvancıklar: “Siz bir hiçsiniz, o lâflar ağzınıza bile yakışmıyor!”
– Bu fareler, benle kendilerini büyüteceklerdi. Oysa onlara dediğim gibi: “Hangi lağımda olursa olsun, fare faredir. Ben fareleri temizlemekle övünebilirim ama, sen hiçbir zaman farelikten çıkamazsın!”
– Bizim ehl-i kalbe hürmetimiz ve itikadımız malûm; bunlar da, hâllerine bakmadan, edepsizlik yapmakta. Sonunda şöyle dedim: Bir kısım büyüklerde ileride olacakları görme hassası vardır. Düştüğün durumdan belli değil mi, seni vaktiyle “hamur ettirmişler”, sonra da yumurtalarını aldırmışlar, karşıma öyle getirtmişler. Bu, himmetle alay etmeye yeltenmelerinin bedeli; hem de onları cihazlarıyla beraber “şey etmişken”.
– Orkid, bundan 1.5 sene önce “Bizi Ramazan kandırdı!” demişti; o ilk başarısızlıklarının ardından ve şikayet edebilecekleri bir ben kalmışım gibi. Sonra, hilkat garibesi ve ortada kalmış durumlarının faizi olarak devam etmelerine göz yumulunca, o lâfı şimdi onlara ben hatırlattım: “Ramazan seni ne diye kandırdı? Alırım diye mi?”… Ramazan, para işinin dışında, “gezeriz!” diye bunları kandırmış. Hâni şöyle yarı gizli bir kuruluş gibi –yarısı mahkûm, yarısı resmî etiketli niyetine “yarı gizli” diyorum-, onlar da dışarıya çıkabilecek(!)… Nişanlın Ramazan seni o hâle soktuktan sonra bırakıp kaçtı ha? Vay namussuz!”… Orkid, cihazın başındaki tip.
– Bir hususu bilhassa belirtmeliyim: “Sinyal Muhabbetleri” başlığı altında karaladığım satırlarda, edeb sınırlarının ne kadar zorlandığı ve aşıldığı malûm. Ama bu, melâyani bir söğüp sayma değil, onların hâllerinin ve dillerinin, benim de mecburen mukabelede bulunmamın karşılığıdır; hem de pek azıyla aktardığım şeyler. Unutmayın: Cihazla elektrik veriliyor ve doğrudan kulak içinden beyne, taciz altındayım: Tam 26 aydır. Ve bunun çok hafifi olarak 2001’den bugüne 7 seneye yakın. Ondan önce meşhur “Kartal Cezaevi” hadisesi malûm: Yâni bu iş, maceraları ve şiddetleri ayrı, 8 senedir devam ediyor. Yazdıklarımda, neleri yaşamış ve yaşayan bir insan olduğum anlaşılmalı. (Oturduğu yerden “edep” tenkidi yapan puştlar da bunu hep hatırlasın)
– Son olarak: Ne zaman yılgın ve bezgin olsam, beni yeni bir solukla ayaklandıran ve heyecanlandıran, bir dua gibi okuduğum, “İdeolocya Örgüsü”nden şu vahid:
“Ve biz her şeye rağmen, yüzbinleri aşan kadromuzla yürüyoruz; her şeye rağmen yürüyoruz, yürüyeceğiz ve güzel isimleri arasında “Galip” isminin sahibi Allah adına ve aşkına yürümekten vazgeçmeyeceğiz!
Rabbim, Rabbim; bize ne güzel bir yol nasip ettin! Sırlarının ve nimetlerinin hazinesi olan saraya, elbette ki, bundan daha kolay şartlarla gidilemezdi. Mademki zorluk bu kadar müthiş, o halde tam yolun üzerindeyiz; ve mademki tam yolun üzerindeyiz, o halde yürüyeceğiz ve erişeceğiz! Çünkü biz, her türlü bedavacılık ve lüpçülükten uzak, senden, nimetinle mütenasip ebedî devleti istiyoruz; o halde her çileyi çekeceğiz ve sonunda -yalnız senin dilemen şartiyle- bu devleti kazanacağız! Mademki ıstırap bu kadar büyük, mazhariyet ve devlet de o nisbette azîm olacaktır.”
– Biz “Salak Sinyal” başlığı altında anlatıyoruz ya… Salak Sinyal (Ömer), geçen hafta “gönüllü sevk” olması muhtemel, kaçtı! Belki de sepetlendi; ama içlerinde en korkak olan oydu! Bir seneye yakındır ortalarda görünmeyen gardiyan Ramazan da, meğer tâyin olmuş; o da “yumurtasızları” bırakıp öyle tüydü. Kantini soyanlardanmış.
SİNYAL MUHABBETLERİ 5
1- “Elektromanyetik dalgalara ses bindirmek”… Ve telkinle zihinde uyandırılan görüntü hariç, görüntü göndermek. İşin aslını bilenler, bu söylediklerimin aslı üzerinde düşünüp gerekli şeyleri anlatabilirler.
2- Yumurtasız fareler üyelerinden biri de cürmüyle “fındık faresi Nadir” isimli paçoz… “Aranızda bir tane bile adam yok!” demem üzerine, bir yaman olarak o fındık faresini söylüyorlar: Babasını öldürmüş… Bu palavra bir yana, daha önce “bitirim çocuklar” cümlesinden olarak, babasını öldürmesinin sebebi de şu: Babası onu kirletmiş.
3- Bir açık ziyaret günü: Malûm betatron ve sinyal işlerinden sonra, hem cihaz tesiri, hem de asab bozukluğu içinde titremelerime, onların tehdit ettiklerinden olmuş gibi bir görüntüye katık olmak üzere bir tertib: Fındık faresinin anası, -o zaman anası olduğunu bilmiyorum!-, mütecessis ve hain bir bakış, içinde korku da dahil, yanımdan geçip masaya otururken, o ânda betatron bir ân çarpıntı ve hararetle vücudumu rahatsız ediyor: Sonradan anlaşılıyor ki, ben “cin” filân diyeceğim, onlar yılışacak ve ilgililerin görmezden geldiği şartlar içinde ben, kafayı yemiş biri olarak gösterileceğim. Derdimi anlatmaya dilim döndüğü ve yakınlarım bildiği için, “inceldiği yerden kopsun” hesabı, ses tonumu yükselterek ve onlara lâf attığımı belli ederek konuşuyoruz. Sözkonusu ****** kadının, -sonradan, becerdiklerimden biri olduğunu hatırladım!-, arkadan masaya gelen fındık faresi, yumurtasız, homoseksüel ve bücür oğluna, ziyaretçimin ismini söylerken pis bir hançere kullandığını belirteyim: Bana sinir vermek üzere yapılan o tertibin faydası, koridordan ve sinyalden gelen konuşma tarzıyla benzerliğinden dolayı, salak oğlunu gözle tanımış olmam. Bundan başka, o şıllık kadının sesi, epey zaman, “bizim ekmek paramız!” diye sinyalde kullanılmıştı. Yâni, daha önce sesi alınmış! Çıkışta anlamazlıktan gelip, oğluna tabiî bir şekilde ismini soruyorum, “adın Nadir mi?” diyorum: Ağzı yüzü titreyerek “hayır!” diyor.
4- Bir başka ziyaret: Sözkonusu şıllık karı oğlunu beklerken, ağzında sakız, tam bir pavyon kadını mimikleri ve abartılı ağız hareketleriyle, temkin tavrını da bozmayarak, şöyle beni süzüyor. Arkadan oğlu geliyor: “Aa benim ödveren oğlum! Ekmek paramız!” hesabı onun yanaklarına asılıyor. Benle ilgilenmiyorlar gibi, benim lâf çarptırmalarıma muhatab. İşin hoş tarafı şu: Sinyal başında hepsi birbirinden cevval bu sümük tipler, benim bir saldırı hareketim veya saldırgan tavrım karşısında, kendileri yok, ağlaya ağlaya Savcı’ya gitmek üzere -yâni mağdur olarak!- efeler.
5- Hem dilenci, hem yumurtasız, hem ödveren, hem de beyinsiz farecikler… Hani gözü açık bir adamı su dolabına bağlasan, biteviye dönmekten kafayı yer; onun yerine gözlerini kör edip bağlasan daha verimli olur… Bunların yumurtalarının alınmasındaki en büyük sebep de, yaptıkları işten belli, biteviye tekrarlar içinde, çenelerine vurmuş hâlleri… Şıllık kadından bahsediyordum: Oğlu(!) ile birlikte meşguliyetleri, benim önümle. Oğlu’nun(!) ve yanındaki farelerin sinyalde sürekli “Yediği önünde, yemediği arkasında!” lâfını, onları beraber görünce hatırlıyorum. “Sana neyi hatırlatıyor!” hesabı, lastikli bir lâfı o yana bu yana çekip belden aşağı tedailer uyandırmaya ve asabımı bozmaya çalışan bu salaklar, şıllık kadını görünce bana şunu hatırlatıyor: “Yediği önünde, yemediği arkasında, artanı da kızında!”… Nadir’e “o benim ödveren oğlum, bizim ekmek paramız!” diye yanaklarına yapışması fark etmez. O, onun kızı; ve kadın bunu biliyor!
6- Şu Orkid… “Bizi Ramazan kandırdı!” diyen… Sonradan Ramazan’ın kim olduğunu karıştırmak üzere, “o benim üvey babam!” diyor… Çoktan tüyen Ramazan’ı bildiğim için mesele anlaşılıyor: Ramazan, hem Orkid’in anasını, hem de onu becermiş! Mafya yapmış!
7- “Bakanlar kurulu toplantısı var!”… Koşturmacalar vesaire. Toplantıda konuşulanları bana bazen duyuruyorlar; doktorun sesi de var. Sonra mesele anlaşılıyor. “Kabine: Bakanlar kurulu. Doktorun odası” demek. Doktorun sesinden “ilginç bir denemeyi berbat ettiniz!” demesini daha önce yazmıştım. Anladığıma göre, Ramazan’ın Orkid’i “kandırdığı” ve “kirlettiği” mekân orası oluyor.
8- Benim sırtımdan yükseleceklerdi; beni küçük düşürüp, zebun ederek. Ben himmetçilerine rağmen onları hallettim; ben büyüdüm, -himmetçilerini muhatap alarak söylüyorum-, onlar yine ödveren fare olarak kaldılar.
9- Kendilerini bazen astsubay, bazen yüzbaşı, bazen er, bazen gardiyan takdim eden bu “maaşsız” ve yumurtasız ve homoseksüeller, kendi söyledikleri şunları unutuyorlar: Orkid’in, “bizi Ramazan kandırdı!” demesi, ilk 3 aydan sonra kendi ağlama seanslarında, “çaresiziz ağabey”, “şanssızız ağabey!” demeleri, karşısındakinin “uğursuz, uğursuz! Ama devlet bu kadar genci açıkta bırakacak değil ya!” demesi… Yâni çetecileri!
10- Şu “bizi Ramazan kandırdı!” hikâyesi… Birbuçuk sene önce panikle söylenen o sözden sonra, bugüne kadar tevili çabası içindeler. Orkid, “Ramazan kim? Benim üvey babam!” diyor… Salak… O zaman durum şöyle oluyor: Orkid’in üvey babası, aynı zamanda onun kocası oluyor; annesi açısından da, kocası, aynı zamanda damadı(!)
11- Benle alay ediyorlar: “Herşeyden anlayan Kumandan!”… Benim cevabım hazır: “Sizin düştüğünüz hâlden belli değil mi?”
12- Allah izin verirse, bu salakların beni “kandırmalarının” da, neticede “siz kandırıyorsunuz, …lende siz oluyorsunuz”a dönüşünü anlatacağım.
SİNYAL MUHABBETLERİ 6
– Bizim yumurtasızların hâli şu: Telefon sapıkları gibi… “Dışarıda olsanız, telefon edecek paranız da yok!”… Dilenciler!
– Orkid: Sesi şu, gerçek şahıs olarak tanıtılan ve o rolü oynayan bu… Kendi kazdıkları kuyudan çıkamamak üzere, biraz daha derinleşmelerine bir misâl de, bu Orkid denilen şahıs; beni yanıltmaları bile kendi aleyhlerine!
– Yemek, helâ, namaz, Kur’ân, okuma, yazma, televizyon, yatma, kalkma; kısaca her ân, her durumda, hem kulak ve beyin yolundan ses, hem fizikî rahatsızlık vermek üzere faaliyetteler. Neticede, kurşun yemiş adamın yarasını tedavi etmek yerine, ona psiklojik tedavi (!) uygulama gibi, ayrıca alay eziyetiyle beraber, “kafayı yemişliğe” getirme. Niyet bu! 30 ayın özellikle ilk 6 ayında çok yoğun çektiğim bu sıkıntılardan sonrasını yazdıklarımdan biliyorsunuz. Toplam olarak şu hâdise gösterir: Sayımdan sonra kalabalık gardiyan grubu dışarı çıkarken, kapıyı kapatmak üzere olan, -epeydir görmemiştim!-, “şuurunu sildiler mi, silmediler mi?” diye yanındakine soruyor. Başka bir tip, koridorda, “Salih Mirzabeyoğlu kılıbık! Arkadaşları için karısını bırakamıyor!” diyor. Arkadaşlar da bu yumurtasız fareler olacak!
– “Orkid” diyordum… Ne zaman helâya girsem veya namaza dursam, bir bahaneyle kapıdan bir tip seslenir! Yine öyle bir hâdise: Helâdayken telaşla açılan ve vurulan mazgal kapağı, benim telaşla dışarı çıkmam, hemen kapanan kapak. Atik davranıp “bak buraya!” diyorum. Kapak açılıyor: “Niye çağırdın!”… “Hiiiç! İyi akşamlar diyecektim!”… Hani bu iş, bayram değil seyran değil hikâyesi gibi. “Ne iyi akşamları? Başka kime uğradın!”… “Uğramadım! Şimdi uğrayacaktım, moralim bozuldu!”… O hâdiseden sonra o, gerek ses, gerek telkin yoluyla uyandırılan suret olarak, cihazı kullananlardan Orkid’dir.
– “Orkid geldi, erkeksen saldırsaydın ya!” cinsinden, beni kızdırıcı ve kışkırtıcı sinyal muhabbetlerinden sonra, birkaç kere bu Orkid’e, “sinyalde bahsedilen Orkid sen misin?” dedim. İsim niyetine Orkid diye konuşuyorum; gayet tabiî, karşılıklı bir sakar duruş oluyor, davranışlarda tabiîlik bozuluyor. Yine, “Orkid gelecek, haydi saldırsana!” lâflarından sonra, kapıyı kapamaya o gelince, “Hoş geldin Orkid!” diyorum. Arkadan, “Sinyalde sen, benim Orkid dediğim tip oluyorsun!” diyorum… “Benim onlarla alâkam yok!” diyor. “Eğer alâkan yoksa, o zaman hakkını helâl et, çünkü çok kötü şeyler söyledim!” diyorum; neler söylediğimi yazdım, biliyorsunuz. Bunun üzerine o, “bizim de bir takım hatalarımız olmuş olabilir!” diyor. Hatası, oyun ve kurguya, başta anlattığım gibi âlet olması. Bu son görüşümde ona bahsettiğim izahı yapma ihtiyacım da, sinyaldeki pislik tiple, benimle muaşereti hiç ona benzemiyen kişiliği dolayısıyla. Nitekim, “senin sesinle pislik yapıyorlar!” demem üzerine, “benim sesimi mi benzetiyorlar?” diye hoşnutsuzluk hâli.
– Onlar gittikten sonra, yine başlayan konuşmalarda, benim manyak olarak bilineceğime âit bir delil (!) olarak, Orkid’i, o gelen zannetmemi istiyorlar. Yâni bana yapılanları isbat edemem! Benim için de önemli olan, bunu dışarıya duyurmak, böyle bir şey yapıldığını anlatmak değil mi? Gerisi, ölümüne kadar vız! Yâni, Kartal Cezaevi’nde olduğu gibi, “psikolojik bunalım geçirdi!” numarasına artık inanacak kimse yok dışarıda!
– “Keriz, kimin kim olduğunu bile bilmiyorsun!”… Çok sağlam olarak bildiklerim var ya! İkincisi, Orkid, sinyalde Orkid dediğimdir. Yâni onun hakkında söylediklerimin hepsi doğru; onun cüsse olarak dış yüzde konuştuğum olmaması hiç önemli değil.
– Sağlam mı? Meselâ, sinyaldeki Orkid’in ilk 6 aydaki başarısızlığın ardından, “bizi Ramazan kandırdı!” demesi ve bugüne kadar bana o ismi unutturmaya çabalamaları. “Bizi Ramazan kandırdı, Avukat mahallinde dikilen!” demişti. Yaklaşık 3-4 sene hep Avukat mahallinin orda, içeriye bakan görevli veya görevli kılıklı. Tek kişilik hücreye geçmek ve bu işlerin yapılmaya başlanmasından, malûm hâdiselerden sonra, yaklaşık bir senedir o tip ortada yok. Farzedelim o değil; o değilse bile, 2 kişiden biridir.
– Beni aldatmaları da aleyhlerine dedim… Evdeki hesab çarşıya uymayınca ve havaları bozulunca, genel olarak kurguya katılanlar da etraflarından çekildi. Bundan sonra da kimseye hava atacak hâlleri yok; yâni yiyen pek kalmadı ve ortada kalmış hilkat garibeleri olarak, giden yumurtalarının faizini yeme cinsinden, işlerine (!) devam ediyorlar. Kantin dilencisi olarak. (Maaş yerine! Ayrıca Türkiye’nin en büyük mafyası olma filân hayâlleri bitti!)
– Furkan dergisinde Sinami Orhan’ın “zihin kontrolüyle ilgili” bilgilendirmesinde, özellikle son (Aralık) sayısında çıkanlar, içinde bulunduğum duruma âit bir kanaat verebilir.* Hoş: Uluslararası zihin kontrolü jargonunda, Ajan’a “ibne” deniyormuş; kasıt ve vasıf bu. Benim onların hâllerini bilmeme ne dersiniz? Israrla söylüyorum: Bunlar, bırakın uluslar arasını, Türkiye çapında da karikatür zavallı tipler.
Hiç yorum yok