MANEVİYAT BAHÇESİNDEN

 



Sonsuz semaları masmavi bir nur ile dolduran ALLAH'a hamdederim... Ruhu, nur âleminin ebediliği içinde aziz olan Allah'ın Resûlüne ve O'na inananlara selât-u selâm ederim...

 

Allah'a secde ettiğin yüzü, başkalarına karşı zillete düşürmemeğe gayret et; azîz olursun.

 

Hakkın nîmetlerinin şükrünü edâ et... Nîmet gelir, şükrü göremezse gider...

 

Sakın kimseye hakaret gözüyle bakayım deme. Unutma ki Allah'ın dostları binbir şekil, kıyafet içinde gizlidirler.

 

Halkın seni methetmesiyle zevk duyma, zemmetmesinden de acı çekme...

 

Hak kuvvetlidedir derler; sakın inanma. Bu lâf cahil sözüdür.

Kuvvet "Hak"tadır, unutma.

 

Hak için zahmet çek... Allah buyuruyor:

"Benim nâmıma zahmet çeken kulun seyyiâtını izzetim hakkı için mahvederim." 

 

İlmi var, ameli yok... 

Ameli var, ihlâsı yok.. Allah dostlarının yüzünü görmek nîmetine ermiş de, onlara bağlanmasını bilmez... Denizin dalgası bâzan 

kabarır da sahile vururken, "Ben varım" diye mırıldanır... Deniz de ona, "Sen yoksun, ben varım." der.

Aman, gurura kapılıp da gönül kırma; yanarsın.

Sana bir dua öğreteyim:

Gözlerinde göz yaşından, Allah pazarında satılan inciler peyda olurken, söyleyeceksin:

"Sonsuz salâvat incilerinin dizileriyle, nihayetsiz selâm cevherleri Muhammed Mustafâ'nın feyizlere açık ruhuna, hikmetlere açık göğsüne saçılsın... Gündüz parladıkça, güneş âlemi aydınlattıkça, ruhu rahmet ve semalara garkolsun... Tertemiz ehl-i beyt'e selâm olsun."

Bu dua îmânın zevkine yükselenler içindir. Henüz maddenin kesafetinde mahcup kalanlar, hayatta harikulâde hâdiselere tesadüf etmeyenlere ait değildir.

Vücut gözünün görmediği âlemle her an irtibatı olan mübârek bir zat kalabalık bir kitleye ders ve öğüt veriyordu.

Herkes huşû içinde güzel sözlerin tesiriyle âdetâ ruhani bir mi'râc halinde idiler; bir aralık dinleyenlerden temiz yüzlü, biraz mahcup birisi uyumaya başlıyor... Mübârek zat derhal susuyor. 

Herkes uyuyan adama kızmaya başlıyor. Yarım saat derin bir sükût. Uyuyan uyanıyor, hatasından dolayı yüzü kızarıyor... Mübârek

zat tekrar konuşmaya başlıyor... Ders bittikten sonra, uyuyan adam 

mübârek zâtın yanına yaklaşarak hatasından dolayı af dilemeğe hazırlanırken mübârek zat:

- Oğlum, üzülme... Ben senin uyumana kızmadım; yarım saat bekledim... Rüyanda gördüğün mübârek zâtın ruhanîyetine hürmet 

ve muhabbetim dolayısiyle susmaya mecburdum.

Meğer uyuyan adam rüyasında Hazret-i Resûl-i Ekrem'i görüyormuş...

Cebel-i Azamet'e: Aklı koy, orada nurdan yapılmış libası giysin, Cebel-i Kibriyâ'ya: Kalbi bağla, orada nûr-u muhabbet libasını kuşansın,

Cebel-i İzzet'e: Nefsi bırak, orada ubûdiyyet libasına sarılsın,

 Cebel-i Ezel'e: Ruhu çıkar, orada nûru'l-nur libasını alsın, sonra da aşk nârasiyle bağır, bunların derhal toplandığını görürsün... 

O zaman fetih başlar ve (Bizden olursun).

Hızır, iki gözü kör bir adama rastladı.

- "Sana dua edeyim de gözlerin açılsın.'' dedi. Âmâ gülerek ona :

- "Geç baba işine... Ben kazâ-yı ilâhîyi gözlerimden fazla severim. Onun kazâsını gözümün açılmasına değişmem." diyerek yoluna devam etti. ..

Uyku, gözlerini kapamadıkça yatmağa heves etme...

Yedi saatt en fazla uyku hamakati dâvet eder...

Çok acıkmadıkça da yeme, fazla yemek hastalık getirir...

Tam otuz yıl arkasını ne bir duvara , ne bir yastığa ve ne de mindere dayadı.. Ne de diz üstü oturmaktan başka bir tavır takındı...

- "Ne diye kendini meşakkate sokuyorsun?" dediler.

- "Allah'ımı görürken başka ne türlü durabilirim." dedi.

Tren gecenin karanlığında homurdanarak sür'atle gidiyordu.

Birinci mevki kompartımanlarından birinde, iki kişi aralarında konuşuyorlardı. Biri, diğerine:

"Birader, on bin lira vererek, işimi yaptırabildim. Vermesem yüz bin liralık fabrikam mahvolacaktı." Diğeri onu tasdik etti:

"Ne yaparsın kardeşim, geçim için bugün böyle." diye mırıldandı. Kompartımanın bir köşesinde, gözleri hafif yumuk, yakaza halinde bulunan nur yüzlü bir ihtiyar, gözlerini açarak söze karıştı:

"Oğlum hareketiniz asla doğru değildir. Sizde biraz Allah korkusu olsa bu parayı vermez, fabrikanızın mahvolmasını tercih ederdiniz ." Ve şöyle devam etti:

"İnsan harbe gidiyor, ateşler içine atılıyor, sizin yüzbin liralık fabrikanızdan daha kıymetli olan canını veriyor... Siz ise bu hareketinizle rüşvete yol açıyor ve Allah korkusunu fabrikanız uğruna fedâ ediyorsunuz..." dedi ve yine nurlu yüzünü çevirerek kendi âlemine daldı...

Yıldızlı bir gecede secdeye kapanmış dua ediyordu:

Yarabbî... Sen mutlak ve ezelî merhametsin... Bu ezelî mer-

hametini, diyar diyar gezip, herkese anlatmak istiyorum.

Fakat korkuyorunı: Merhametinin büyüklüğünü anlarlar da, Sana kimse ibâdet etmez... Beni affet... Rahmetinle yoğur...

Yirmi gün yemez içmez, hayran bir halde bir köşede otururdu. Bir gün dedi ki:

"Benim ölümüm sizinkilere benzemez. Benim ölümüm Hak'tan davet ve kendimden kabûldür."

Nitekim bir gün, bir meclis içinde otururken, "Evet, başüstüne" diye âni olarak bağırdığı duyuldu... Ruhunu teslim etmişti.

Biri onun yanına sokuldu:

- Biraz param var, dedi. Sana vermek istiyorum, verirsem

ne olur? Cevap verdi:

- Verirsen senin için iyi olur, vermezsen benim için iyi olur.

Dilediğini yap ...

Sadaka Allah namınadır... Sadakada nefsin haz duymasın...

Yuvarlanırsın .. Aman dikkat et...

Kendini o kadar çok maddeye verme, kaptırma. Maddi hesap ruh dünyasının eşiğinden bir adım ileri gidemez.

Hayatın en güzel günü, bu gündür, bu andır. Hazırlığını derhal yap. Yarın belki kıyamet kopacaktır.. Bu sözümü yabana atma...

Bunu anlamayan zaten hayattan bir şey anlamış değildir.

Doğruluktan sakın ayrılma.. Unutma ki, suyun bir karış altında veya denizin binlerce metre derinliğinde boğulmak arasında fark yoktur.

Acz içinde kıvranan, bir mikrobun tesiriyle yuvarlanan, anahtar deliğinden geçen ince bir rüzgârla tepelenen insan... Dikkat et...

Bu mikrop, dünya hayâtını tehdit eder, mânevî maraz ise ebedî hayatı mahveder.

İnsanoğlu binlerce yıl hayvanlar gibi yaşadı. Nihayet Allah'ı, merhameti buldu. Bundan da medeniyet doğdu. Bugün Allah'ı unuttu; merhameti, sevgiyi, işlerine gelmiyor diye terketti. Bugünün insanı, ebedi hayata kıymet vermeyen üstün zekâları ile şöyle haykırıyor:

- Sonumuz yokluktur, insan tekrar dirilir mi?

Günah işleyip de duyulmasını istemeyen kimse, Meleğin vücudunu elbette inkâra bahane arar.. Dünyanın bugünkü haline bakın:

Aç kurtlar gibi birbirlerini yiyorlar, öldürüyorlar. Bunlar hep öğündükleri üstün zekâlarının işleri...

Yetmiş kere yaya hacca gitti. Uçsuz bucaksız çöllerde, çenesi göğsünde ve gözleri adımlarında, yetmiş kere hac yolu... Kolay değil... Son haccında, çölde bir köpek gördü; susuzluktan dili sarkmış; nefes nefese çırpınmakta. .. Haykırdı:

- Yetmiş kere yaya hac sevabını bir içim suya kim satın alır?

Bana bir içim su! ..

Bir adam, ona bir içim su verdi. O da köpeğe içirdi ve dedi ki:

- İşte bütün haclarını kadar sevaplı bir iş. Zira Allâh'ın Resûlü, "Kim olursa olsun her ciğeri yanana su vermekte ecir vardır." buyurdu.

Dalga dalga hacca gidenlere bakarak mırıldandı:

- Şu hacca gidenlerin hali ne garip... Dereler, tepeler, çöller, denizler, dağlar, diyarlar aşıp geliyorlar... Allah evini, Resûllerinin eserlerini görmek için... Halbuki, kendi nefs sahralarını aşabilselerdi, orada doğrudan doğruya Allâh'ın eserlerini göreceklerdi...

Çöllerde gezerken bir zenci gördük. Yanında Allah dendiği zaman simsiyah yüzü bembeyaz oluyor, sonra tekrar yerli yerine dönüyordu...

Rahmet, Resûlullâh'ın kalb-i pâkine ve rûh-u muallâlarına mütealliktir. Onun için Cenâb-ı Hak Kitâb-ı Celîl'inde (meâlen); "Ben ve Melâikeler Nebî'ye selât-u selâm getiriyoruz. Ne duruyorsunuz, siz de selât-u selâm getirin, acabasız teslim olun." buyuruyor...

Rahmet-i ilâhiye bu makamdan tevzi olunur. İlâhi rahmet hakîkât-ı Muhammediyeye nâzil olmadıkça onun parçaları olan hakîkatlere nâil olunamaz.

Selât-u selâm getirmek, herkesin nefsi için rahmet talep etmektir. Bunu anlayan insanda basîret başlar... Basîret; Evliyâya makâm-ı fuatta fetih buyurulan ruh gözüdür. Onun için bu işlerde yürümek isteyen Allah'a inanır ve mü'min olur. Kendini Allah'a teslim eder, İslâm olur...

Hakk'a teslim olmak demek, kısmet-i ezelîyesinden râzî ve hoşnut olmaktır. Kulun teslimiyetini Hak görünce ünsiyet başlar...

O vakit Âdem insan olur.. Ve derhal dâvet-i ilâhiye vâki olur...

O dâvete namaz denir... Hak buyuruyor: "Namazın yarısı benim için, yarısı kulum içindir..."

İbâdet, azanın ıslâhı içindir... Yalan yanlış şekil ile Allah'a,

Peygamber'e yaklaşılmaz... Gözünü dört aç... Bu yüzden ibâdet yapıyorum diye gaflette olanlar sayısızdır...

Hazret-i Ömer (R.A.) gözleri yaşlarla dolar, haykırarak Resûl'e selât-u selâm getirir.. Kendisine soruldukta:

"Ben Hazret-i Resûl'de erimeden evvel kaskatı bir şâkî idim...

Resûl'ün nazarı benim kesafetimi eritti... Daima gözümün önüne gelir: 

İslâm nûruna kavuşmadan evvel, câhiliyet âdetleri üzere minimini yavrum, ciğerpârem kızımı, diri diri gömmek için çukur kazarken, sakalıma toprak bulaşmıştı.. Yavrum, ufacık elleriyle sakalımdaki toprakları silerken ben de kocaman ellerimle onu, sevgili yavrumu çukura tıkıyordum... İşte, şimdi o sahne gözümün önüne gelir, durmadan ağlarım.. Nûr-u Nübüvvet'le eriyip insan olduğumdan dolayı da Resûlullah'a selât-u selâm getiririm.."

Ne yaparsan yap ah alma, can yakma, gönül kırma... Hayvana (bile) eziyet etme, nur içinde haşrolunursun... Canını yakmak istediğin hayvan veya insan bâzan o anda kendinde olmaz, o zaman işe asıl sahibi karışır, gücüne gider, derhal tepelenirsin...

Çirkin yüzün aynaya zarar vermediğini bil...

Şefkat ve merhamet sahibi insanlar, Allah'ın sevgili kullarıdır.

Hakk'a ermiş haykırıyor:

- Ey adâlet ile uğraşanlar! Bana cevap veriniz:

Dış görünüşüyle namuslu, fakat rûhu ile hırsız olan bir adamı hangi cezaya çarparsınız?

Gövdesi ile katil olan, rûhuyla maktûl olan bir kimse hakkında nasıl hüküm verirsiniz?

Hareketleriyle aldatıcı ve zâlim olduğu halde, aynı derecede aldatılan ve zulme uğrayan kimse hakkında ne dersiniz?

Sonra, nedâmetleri suçlarından daha büyük olanlar hakkındaki hükmünüz nedir? Nedâmet, sizin hizmet ettiğiniz kanunun tatbik etmek istediği adâletin hedefi değil midir? Fakat siz suçluya nedâmet aşılayamadığınız gibi onu mâsumun kalbinden de çıkaramazsınız:

Mâbeddeki köşe taşının, temelindeki taştan daha yüksek olmadığını bir anlasanız.. Fakat nerede...

Deniz kenarında oynayan ve kumdan kuleler yapmak için uğraşan, sonra güle güle yıkan çocuklar gibisiniz... Fakat siz o kuleleri yaparken deniz, sahile daha fazla kum yığıyor ve siz kulenizi yıktığınız zaman deniz size gülüyor.. Zaten deniz daima masumlara güler... Gülerim o topallara ki, rakkaselere haset ederler..

Gülerim o öküzlere ki, boyunduruğunu sever ve ormanın içinde gezen geyikleri sürüden ayrılmış zavallı sayarlar...

Gölgelerini görürler, güneşi bir gölge kaynağı sanırlar..


Dr. Münir Derman - Allah Dostu Der Ki 

Hiç yorum yok

Öne Çıkan Yayın

İBDA ve İBDA-C Nedir?

İBDA-C’nin daha iyi anlaşılması için İBDA'nın kısaca tarif ve izahını yapmak istiyoruz… Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu’nun "...

İzleyiciler

Popüler Yayınlar

Tema resimleri duncan1890 tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.