Ayasofya Ressamı: Şevket Dağ
Şevket Dağ, 1875 yılında İstanbul’un Küçük Mustafa Paşa Mahallesi’nde doğmuştur. İlk öğrenimini Aşık Paşa’da Hacı Ferhat Okulu’nda bitiren sanatçı, orta öğrenimini öğretmen okulunda tamamlamıştır. Dağ’ın küçük yaşlarda resim sanatına olan ilgi ve sevgisi dönemin ünlü halk ressamı Emin Baba’nın etkisiyle ortaya çıkmıştır. Emin Baba’nın gemi resimlerinden feyz alan Dağ, sanat eğitimi almak üzere Sanayi-i Nefise Mektebi’ne girmiştir. Osman Hamdi Bey’in girişimleriyle 1883 yılında kurulan Sanayi-i Nefise Mektebi’nin resim bölümüne giren Türk gençlerinden biri olan Şevket Dağ, Osman Hamdi bey ve resim hocası Valeri’nin öğrencisi olmuştur. Sanayi-i Nefise Mektebi’nde uygulanan eğitim doğrultusunda klasik-akademik bir resim eğitimi alan Şevket Dağ, Nefise Mektebi’nin ilk mezunları arasında yer almıştır.
Sanayi-i Nefise Mektebi’ni 1897 yılında bitiren sanatçı Evkaf’ta katip olarak çalışmaya başlamıştır. Mesleğinin dışında bir işte çalışıyor olması resim yapmasını kısıtlamasına rağmen genç bir ressam olarak dönemin önemli sergilerinden ‘’İstanbul Salonu’’ sergilerine katılmıştır. Şevket Bey, 1902 yılında ikincisi düzenlenen “İstanbul Salonu’’ sergisine üç resim, 1903 yılında üçüncüsü düzenlenen yine aynı sergiye altı resimle katılarak sanat çevrelerince övgüyle karşılanmıştır. Bu sergiler hakkındaki izlenimlerini Malumat dergisindeki yazısında kaleme alan Celal Esad Arseven, genç ressamlardan Şevket Dağ’ı enteriyör ressamı olarak tanıtarak onu bu alanda birinciliği almaya aday göstermiştir. Henüz kariyerinin başında genç bir ressam olarak aldığı bu övgüler, sanatçıyı olumlu yönde etkilemiş olmalı ki sanat hayatı boyunca enteriyör (iç mekân) teması üzerinde yoğunlaşarakkendine özgü eserler ortaya koymuştur.
Şevket Dağ, sanat çevrelerince tanınan bir ressam olarak dönemin uluslararası sergilerine katılmıştır. Münih’te Glas Palas’ta düzenlenen uluslararası sergiye resimler göndererek altın madalya almaya hak kazanmıştır. 1904 ve 1910 yılında Bulgaristan ve Yunanistan`da düzenlenen sergilere de resimler göndererek madalyalar kazanmıştır. Ayrıca Paris’te Salon des artistes Français’de 1933 yılında düzenlenen sergide üç resmi sergilenmiştir. Sanatçı yurtdışına gitmemekle birlikte uluslararası sergilere resimlerini göndererek ününü pekiştirmiştir.
Sanatçı öğretmenliğe devam ederken 1917 yılında Şişli semtinde savaş ve asker temalı resimler yaptırılmak üzere Şişli Atölyesi kurulmuştur. Bu atölyede üretilen savaş resimleri ve değişik temalı resimler, Türkler’in askeri alandaki başarılarının ve sanat alanındaki yeteneklerinin gösterilmesi amacıyla öncelikle Galatasaray Yurdu’nda Savaş Resimleri ve Diğerleri adı altında sergilenmiş, daha sonra sergilenmek üzere Viyana’ya gönderilmiştir. Şişli Atölyesi içerisinde olmamakla birlikte Şevket Dağ, 1918 yılında gerçekleşen Viyana Sergisi’ne “Ayasofya Narteksi” ve “Rüstem Paşa Camii’’ isimli iki iç mekân temalı resim göndermiştir.
Hayatını Ayasofya'ya adadığı için "Ayasofya Ressamı" diye tanınan bu babacan ressam, soyadına uygun olarak dağ gibi bir gövdeye sahip olsa da, son derece hassas, duygulu, neşeli ve nüktedan bir "Osmanlı"ydı. Bir ara 120'ye çıkan kilosuyla ilk bakışta pehlivana benzerdi; pehlivandı da... Hoca Ali Rıza ile zaman zaman güreştikleri rivayet edilir. Başka bir zevki de evinde saat tamir etmekti; saatçiliği ikinci meslek olarak benimsemişti. Deve derisinden Karagöz suretleri keser ve oynatırdı.
Bir sonraki kuşağın ressamları gibi bohem değil, mazbut bir İstanbul beyefendisi olan Şevket Dağ, son derece şık giyinir, yaz kış beyaz kolalı yaka kullanır, ipek kravatlarının üstüne palet şeklinde altın bir iğne takardı. Sürekli resim yapmasına rağmen üzerinde ufacık bir boya lekesi gören olmamıştı. Amansız bir alkol ve sigara düşmanıydı; sigara içtiğini hissettiği öğrencilerinin resimlerine iki metre uzaktan bakardı. Galatasaray'dan sonra Darülmuallimin'de görev yaptı ve tam yirmi dört yıl sürdürdüğü bu görevi sırasında yüzlerce öğrenci yetiştirdi. Kendisinden önceki öğretmenlerin aksine, talebelerini tabiata çıkarak resim yapmaları için teşvik eder, yapılan resimleri büyük bir ilgi ve dikkatle gözden geçirir, hatalarını latifeler yaparak düzeltirdi. Sadece iyi bir ressam değil, öğrencilerinin hafızalarında silinmez izler bırakmış çok iyi bir öğretmendi de. Derslerine bir kere geç kalmamıştı, son derece dakikti. Belki de saatlerle haşir neşir olduğu için zamanı çok iyi kullanır, randevularına asla geç kalmazdı. 24 Mayıs 1944'te son randevusuna yetişemedi, çünkü Bebek vapurunda kalp krizi geçirdi.
Vapurda dağ gibi devrilen Şevket Dağ'ın son sözü -ve son nüktesi- şudur: "İnsan davul zurna ile ölmez, böyle ölür.''
Hiç yorum yok