İbn-i Arabi Risâleleri: RİSALETU’L ENVAR NURLAR KİTABI
RİSALETU’L ENVAR
NURLAR KİTABI
Bismillahirrahmanirrahim
Şeyh, İmara, önder alim, kâmil muhakkik, derin ilim sahibi, dinin ihya edicisi, İslâm'ın şerefi, hakikatlerin dili, âlemin bilgesi, uluların önderi, zamanın akıl almaz hadiselerinin mahalli, çağının biricik âlimi Ebu Abdullah Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Arabi, et-Tai, el- Hatemi, el-Endelusi - Allah sonunu güzellik eylesin- der ki:
Aklı bahşeden ve onu örneksiz, benzersiz var eden, nakli önümüze koyup yasalaştıran Allah'a hamd olsun. Minnet O'na, kudret O'nundur. Kuvvet ve değiştirme gücü O'na aittir. O'ndan başka ilah yoktur. O, büyük arşın Rabbidir. Allah'ın salâtı ve selâmı, hidayet işareti olarak ikame ettiği, kendisine dilediğini saptırıp, dilediğini hidayete erdirerek selamete ulaştırdığı, nuru indirdiği Peygamberin, O'nun tertemiz ehlibeytinin ve kıyamet gününe kadar onlara güzellikle uyan kimselerin üzerine olsun. Ey kerem sahibi veli ve ey içtenlikli sufi! İzzet sahibi Rab-be sülük etmenin, O'nun huzuruna vasıl olmanın, O'nun katından mahlukatın yanına, ama O'ndan ayrılmaksızm geri dönmenin keyfiyeti ile ilgili soruna cevap verdim.
Hiç kuşkusuz varlıkta Allah'tan, O'nun sıfatlarından ve fiillerinden başka bir şey yoktur. Her şey O'dur, Onunladır, Ondandır, Onadır.
Eğer bir göz açıp kapama anı kadar kısa bir süre alemden gizlense, perdelense, âlem bir kerede yok olur. Âlemin bekası, O'nun koruması ve bakmasıyladır. Şu kadarı var ki, O'nun nurunun zuhuru şiddetlidir, bu yüzden idrakler O'nu algılamak hususunda yetersiz kalır. Dolayısıyla bu şiddetli zuhura hicap adı verilmiştir. Allah seni muvaffak kılsın; sana ilk açıklayacağım husus, O'na sülük etmenin keyfiyetidir. Sonra O'na vasıl olmanın keyfiyetini, O'nun önünde durmanın, O'nu müşahede etme sergisi üzerine oturmanın keyfiyetini ve bu esnada sana dediklerini açıklayacağım.
Ardından O'nun katından, Onunla ve O'na yönelik olan fiillerinin yanına dönüşün ve orada helak olmayı isteyişin keyfiyetini açıklayacağım. Aslında bu, çıkılan yerde kalmaktır, dönmek değildir. Bil ki, ey kerem sahibi kardeş! Yollar türlü türlüdür. Hakkın yolları teklidirler ve Hakkın yolunu izleyenler de fertlerdir.
Hakkın yolu bir olmakla beraber saliklerin, mizacın mutedil olması veya sapkın olması, etkenin ayrılmazlığı ve beraberliği, ruhaniyetin güçlü veya zayıf olması, himmetin dosdoğru veya eğri olması, yönelişin sahih ya da sakat olması gibi durumlarının farklılığına paralel olarak farklı yönleri vardır. Saliklerin kimisinde bu durumların tümü bulunurken, kimisinde bunların bir kısmı bulunur. Bazen ruhaniyetin amacı çok yüksek ve şerefli olur da mizaç buna uygun olmaz. Aynı durum diğer hususlar için de geçerlidir. Bu durumda sana mevkileri açıklamamızın gerektiği ortaya çıkıyor: Kaç mevki vardır? Bu mevkiler ne gerektirir? Ne istenmektedir? Mevki derken, vakitlerin virtlerinin gerçekleştirileceği mahalli kast ediyoruz.
Her şeyden önce bu mahalde Hakkın senden ne istediğini bilmen gerekir. Ağırdan almadan ve yüksünmeden derhal Hakkın senden istediğini uygulaman lâzımdır.
Sözünü ettiğimiz mahaller çok olmakla birlikte altı madde halinde sıralamak mümkündür.
Birinci mahal; "elestu bi rabbikum" (Ben sizin rabbiniz değil miyim) elest âlemidir. Biz şu anda o mahalden ayrılıp gelmişiz.
İkinci mahal; şu anda bulunduğumuz dünyadır.
Üçüncü mahal; küçük ölümden (birey olarak insanın ölümünden) ve büyük ölümden (bütün olarak insanlığın ölümünden) sonra varılacak berzah (ölüm-haşir arası ara dönem)tır.
Dördüncü mahal; yeryüzünde gerçekleşen haşir mahalli ve tekrar ilk hale dönmektir.
Beşinci mahal; Cennet ve Cehennemdir.
Altıncı mahal; Cennet dışındaki kumlu tepedir.
Bu mahallerin her birinde, mahal içinde mahal niteliğinde yerler vardır; bu yerler o kadar çoktur ki onları saymak insan gücü dahilinde değildir. Ama biz, şu anda bu mahaller içinde sadece dünyayı ele almak durumundayız. Ki dünya yükümlülük, sınanma ve amel yeridir. Bil ki, insanlar, yüce Allah onları yarattığından beri yükümlüdürler; onları yokluktan varlığa çıkarttığı günden bu güne hep yolculuk etmektedirler ve yolculuklarının son durağı Cennet veya Cehennemdir. Cennet ve Cehennemin her biri de kendilerini hakkeden kimselerin durumuna göre belirginleşirler.
Akıl sahibi her insanın bilmesi gerekir ki yolculuk; meşakkat, zorluklarla dolu hayat, sıkıntılar, sınamalar, tehlikeler ve büyük korkular demektir. Bu yüzden yolculuk esnasında nimetlerin, can ve mal güvenliğinin veya lezzetin olması imkansızdır. Çünkü suların tadı değişik olur; havalar farklı yönlerden eser; her konaklama yerinin ahalisi, bir başka konaklama yerinin ahalisinden karakter olarak farklı olur. Dolayısıyla yolcu, menzilindeki her aleme uygun donanıma sahip olması bir zorunluluktur. Çünkü içlerinde bir gecelik veya bir saatlik zamanı olan kimseler vardır. Böyle iken durumu böyle olan bir kimsenin rahat yüzü görmesi beklenebilir mi?
Biz bu sözleri, amel edenler içinde nimetleri gaye edinen, nimet yığmak için çabalayan kimselere cevap olsun diye söylemedik. Bize göre bu işi yapanlar, kendileriyle uğraşılmayacak, kendilerine dönüp bakılmayacak kadar değersiz ve hakir kimselerdir. Bizim amacımız, sabit mahalline varmadan müşahede lezzeti almak için acele edenler, menziline ulaşmadan fena bulmaya çabalayan, Hak yolda âlemlerden uzaklaşıp kendini Hakk'da yok etmeye çabalayanların hazzını açıklamaktır. Bizden öncü şahsiyetler, buna burun kıvırmışlardır; çünkü vaktin boşa harcanması, mertebenin düşürülmesi ve bir mahalle layık olmadığı şekilde muamele etmek anlamına gelir. Çünkü dünya onun zindanıdır; dünyaya ilgiyi vermek, dünyevî nimetleri celbetmeyi zikir haline getirmek, dünyayı yüceltmek parlak hale getirmek anlamına gelir. Bu ise, onunla ilgili tam bir edepsizlik örneğidir. İnsanın daha büyük bir işi kaçırması demektir. Çünkü hakta fena bulma zamanı, insanın içinde bulunduğu makamların en yükseğini terk etme zamanıdır.
Öte yandan tecelli, bilgi ve suret oranında gerçekleşir. Örneğin ilk zamanda çabalaman ve hazırlanman sonucu elde ettiğin bilgi ve suret, ikinci zamanda da sana gösterilir. Sen ikinci zamanda, aslında birinci zamanda senin için kararlaştırılmış bilginin suretini görüyorsun.
Senin için fazladan olan şey, ilimden ayna intikal etmiş olmandır. Yoksa suret Birdir.
Böylece asıl yerine, yani amel olmayan ahiret yurduna ertelemen gereken şeyi elde etmiş, kavramış olursun. Müşahede zamanında eğer zahirî amel sahibi isen ve Allah ilmini de batınen algılıyorsan, bu, sana daha layıktır. Çünkü Rabbini isteyen ruhaniyetin ve payını isteyen nefsaniyetin açısından, güzelliğin ve cemalin daha da artar. Nitekim insanın latif boyutu ona dair bilgi suretinde hasredilir, cisimler ise güzel veya çirkin amellerin suretleri üzere dirilirler. Bu son insana kadar böyledir. Dolayısıyla yükümlülük âleminden, yükselişler ve ilerleyişler mahallinden ayrıldığın zaman; ektiğinin semeresini alırsın.
Bunu anladıysan, bil ki, -Allah bizi ve seni muvaffak kılsın- Hakkın huzuruna girmek ve vasıtaları terk ederek doğrudan O'ndan almak ve de Onunla ünsiyet kurmak istiyorsan, ama kalbinde başkasının rabbaniyetine dair bir duygu varsa böyle bir davranış senin için sahih olmaz. Çünkü sen, egemenliği altında bulunduğun kimseye aitsin ve bunda hiç kuşku yoktur. Bu yüzden insanlardan ayrılman ve topluluklardan uzaklaşıp yalnızlığı seçmen kaçınılmazdır. Halktan uzak olduğun oranda Hakka zahirî ve batınî olarak yaklaşırsın.
İlk olarak yapman gereken şey, taharetini, namazını ve orucunu sahih bir şekilde gerçekleştirmeni sağlayacak, takva sahibi olmanı mümkün kılacak bilgiyi edinmendir.
Özellikle öğrenmen gereken budur ve bunun ötesine de geçme. Bu, sülukun ilk kapısıdır.
Bu bilgiyi edindikten sonra gereğince amel etmen lazım gelir. Vera, ardından züht ve ardından tevekkül bunu izler. Tevekküle dair hâllerden birinde dört keramete sahip olursun; bunlar, tevekkülün ilk derecesini gerçekleştirdiğinin alâmet ve işaretleridir. Bunlar tayy-i mekan etmek (yeri dürüp aşmak), su üzerinde yürümek, havayı delip geçmek ve kevn'-den yemektir. Bu kapının (babın) bir hakikati de budur. Bundan sonra makamları, hâlleri, kerametleri, inişleri peş peşe yaşarsın, tâ ölünceye kadar. Allah aşkına!.. Makamını ve vehmin hâkimiyeti karşısındaki gücünü bilinceye kadar halvete girme.
Eğer vehminin egemenliği altındaysan, bilge, arif ve seçkin bir şeyhin kontrolü dışında halvete girmenin imkânı yoktur. Şayet vehmine kendin hükmediyorsan, o zaman derhal halvete gir ve gerisine aldırma. Bu arada halvetten önce riyazet yapman gerekir.
Riyazet; ahlâkı arındırmaktan, hafif meşrepliği terk etmekten ve eziyetlere katlanmaktan ibarettir. Çünkü insan, riyazetten önce halka açılırsa, ondan ancak nadir hükmünde adamlar gelir. İnsanlardan uzaklaştığın zaman, onları uyar; sana yönelmesinler, ilgilerini senin üzerine toplamasınlar. Çünkü insanlardan uzaklaşıp uzlete çekilen kimse, insanlar kendisine gelsinler diye kapısını açık tutmaz. Yalnızlıktan, uzletten maksat, insanları ve onlarla oturup kalkmayı, muaşeret etmeyi terk etmektir. Bu arada insanları terk etmekten maksat, onların suretlerini terk etmek değildir. Aksine, bundan maksat, kalbinin ve kulağının, onların boş sözlerinin dolduğu kaplar olmamasıdır. Aksi takdirde kalp, âlemin hezeyanından, saçmalıklarından arınamaz. Dolayısıyla bir kimse, evinde uzlete çekiliyorsa, buna karşılık halkın kendisine gelip gitmesi için kapısını da açık tutuyorsa, onun amacı liderlik ve mevki elde etmektir ve böyle bir kimse Allah'ın kapısından kovulmuştur. Helak böyle bir kimseye, ayakkabısının tasmasından daha yakındır. Allah aşkına! Bu makamda nefsinin ayartılıp baştan çıkarılmasına izin verme.
Çünkü insanların bir çoğu bu makamda helak oldu. O halde kapını insanların yüzüne kapat. Aynı şekilde evinde kendinle ailen arasına da bir kapı koy. Dilediğin zikir çeşidiyle Allah'ı anmakla meşgul olmaya bak. Hiç kuşkusuz zikirlerin en ulusu, isimdir. Yani Allah..
Allah.. Allah...demektir. Buna herhangi bir ifade ekleme. Fasit düşüncelerin, bozguncu hayallerin seni zikirden alıkoymasından sakın. Yiyeceğine dikkat et. Yiyeceğinin yağ olmasına çalış, ama hayvan yağı olmasın. Aşırı doymaktan da aşırı açlıktan da kaçın.
Mizacın orta yolunu izle. Çünkü mizaçla, onu iyice kurutacak şekilde muamelede aşırı bir yol tutulursa, bu, uzun hayallere ve hezeyanlara yol açar. Ama varit olan şey sapmayı doğuruyorsa, bu, zaten istenen bir şeydir.
Varit olan şeyin sona ermesinden sonra, gelen şeyin melekî, ruhanî olanı ile ruhanî, ateş menşeli ve şeytanî olanlarını kendi içinde birbirinden ayır. Çünkü varit olan şey, eğer melekî ise, arkasında bir serinlik, bir lezzet bırakır. Bir acı duymazsın, sende herhangi bir şekil değişikliği de olmaz, üstelik geride bir bilgi kalır. Ama şeytanî ise, arkasından organlarının dövülmüş gibi ezildiğini hissedersin, acı duyarsın, gam çekersin, derin bir hayret yaşarsın. Geride çarpılmışlık hâli bırakır; bundan sakın. Allah kalbini her şeyden arındırıncaya kadar zikret. Bu nedir? demekten sakın. Halvete girdiğin zaman akdin, "İnşallah kemislihi şey'un/ benzeri gibi hiçbir şey olmayan Allah dilerse" olsun. Halvetin esnasında karşına çıkıp da "Enallahu/ ben Allah'ım" diyen her surete şu karşılığı ver:
"Subhanallahi ente billahi /Allah'ı tenzih ederim. Sen Allah ile varsın..." Gördüğün sureti zihninde tut ve ondan sakın ve daima zikirle meşgul ol. Bu birinci akit. İkinci akde gelince; halvetin esnasında, O'ndan, kendisinden başkasını isteme. İlgini O'ndan başkasına yöneltme. Kâinatta olan her şey sana arz edilse bile, edeple al; ama orada durma.
Talebinde ısrar et. Mutlaka sana verilecektir. Ama sana arz edilen şeylerin yanında durursan, asıl isteğini elinden kaçırırsın. Fakat asıl maksadına eriştiğinde hiçbir şeyi de elinden kaçırmış olmazsın.
Bunu bildiğine göre, şunu da bil ki, yüce Allah, sana arz ettiği şeyler aracılığıyla seni sınamaktadır. Üzerine açılacak ilk kapı, sana söyleyeceğim şekilde işin belli bir tertip dahilinde sana sunulmasıdır. O da gaip his âleminin sana açılmasıdır. Halkın evlerinde işlediklerini görmene artık duvarlar ve karanlık engel oluşturmaz. Fakat, Allah seni muttali kılacak olursa, birinin sırrını bir başkasının yanında açmaktan sakın. Ama bunu açığa vursan, şu adam zina ediyor, şu içki içiyor ve şu da gıybet ediyor, dersen, o zaman kendi nefsini suçla. Bu demektir ki, şeytan seni etkisi altına almıştır, içine sızmıştır. Derhal Allah'ın Settar (ayıpları örten) ismini gerçek-leştir. Eğer ayıbını keşfettiğin bu adam sana gelirse, gizlice, seninle onun arasında olan sırrı aç ve Allah'tan utanmasını, Allah'ın sınırlarını çiğnememesini tavsiye et. Bu keşfi de bir kenara bırak ve zikirle meşgul ol.
Hissî keşif ile hayali keşif arasındaki farkı şimdi açıklayacağız. Şöyle ki: Bir şahsın suretini ve halkın fiillerinden bir fiili gördüğün zaman, gözlerini kapat, eğer bu görüş ve keşif devam ediyorsa, bu senin ha-yalindedir demektir. Yok eğer gözlerini kapattığın zaman kayboluyorsa, bu demektir ki, onu gördüğün yerde, idrak ona taalluk etmiştir. Sonra bundan yüz çevirip zikirle meşgul olduğunda, hissî keşiften hayalî keşfe intikal etmiş olursun. Bu noktada üzerine, hissî surette aklî anlamlar inmeye başlar. Gerçekten zor bir iniştir bu.
Hiç kuşkusuz bu suretle kast edilen şeyi bilmek, ancak bir Nebînin veya Sıddıklardan Allah'ın dilediği bir kimsenin işidir; sen bununla meşgul olma. Eğer çeşitli içecekler önüne konulursa, sen bunların içinden suyu iç. Su yoksa süt iç. Ama ikisini birlikte iç-sen daha güzel olur. Bal da içebilirsin. Şarap içmekten sakın; ama yağmur suyuyla karışık olması başka. Eğer nehir ve çeşme sularıyla karışıksa, bunu içmenin hiçbir yolu yoktur. Yine zikirle meşgul ol. Derken bütün hayal âlemi senden uzaklaşır ve maddeden soyutlanmış anlamlar âlemi belirir karşında.
Fakat sen, zikrettiğin zat sana tecelli edinceye kadar zikretmeye devam et. O'nu zikretme içinde fena bulduysan, işte bu müşahede veya uyuklamadır. Bu ikisini birbirinden ayırmanın yolu şudur: Müşahede, yerinde şahidini bırakır ve arkasından bir lezzet hissedilir. Ama uyuklama geride hiçbir şey bırakmaz. Onun ardından ise uyanma, istiğfar ve pişmanlık kalır. Sonra yüce Allah, bu mekânın mertebelerini bir sınama aracı olmak üzere sana sunar. Eğer bu sunuş belli bir tertip dahilinde gerçekleşirse, ilk önce maden taşlarının ve başka şeylerin sırlarını keşfedersin. Her taşın sırrını, zararlı ve yararlı özelliklerini bilirsin. Eğer bunlara aşk ile bağlansan, onlarla beraber kalsan, kovulursun.
Sonra bunları zihninde tutma özelliğin elinden alınır, böylece hüsrana uğrarsın. Ama bunlardan istiğna etsen, bütünüyle zikirle meşgul olsan ve zikrettiğin yüce zata sığınsan, seni kıskacına alan bu çerçeve kaldırılır, bitkiler alemi sana açılır; her yeşil bitki sana seslenerek sahip olduğu zararlı ve yararlı özellikleri sana söyler. Bunlara ilişkin hükmün de baştaki hükmün gibi olmalıdır. Yiyeceğin de ilk keşif esnasındaki yiyeceğin olmalıdır; acısı ve nemi artmadığı sürece. Bu son bitkisel keşifte, sıcaklığı ve nemi ılımlı olan şeyler belirir.
Burada da durmadığın zaman, senin için hayvanlar âlemi üzerindeki perde açılır; sana selam verirler, sahip oldukları zararlı ve yararlı özellikleri sana gösterirler. Her varlık âlemi, kendi özel teşbihini ve hamdini öğretir sana.
Burada bir nükte var. Meşgul olduğun zikirlere bir göz at; eğer keşfettiğin bu âlemler de senin zikrinin aynısını tekrarlıyorlarsa, bil ki, senin keşfin gerçek değil, hayalîdir. Bu senin hâlindir ki varlıklara yerleştirilmiştir. Ama söz konusu âlemlerin zikirlerinin çeşitli olduğunu görürsen, o zaman anla ki bu keşif sahihtir. Bu miraç, tertip üzere tahlil yükselişidir.
Bu âlemler boyunca kabz hâli hep sana eşlik edecektir.
Bundan sonra, hayat sebepliliğinin canlılara sirayet edişi, her varlık üzerinde kapasitesi ve oranında etki bırakışı ve adetlerin bu sirayet edişe nasıl münderiç oldukları âlemi üzerindeki perde açılır.
Eğer bu noktada durmazsan, yükseltilirsin ve levhe ait parıldayışlar üzerindeki perde de senin için açılır. O zaman çeşitli korkulara muhatap olursun, türlü hâllere maruz kalırsın.
Önüne bir dolap konur. Bu dolapta dönüşüm suretlerini bizzat görürsün. Katı bir şeyin saydam bir şeye, saydam bir şeyin katı bir şeye dönüşmesini vs. seyredersin.
Eğer burada durmazsan kıvılcımlar saçan bir nurun üzerindeki perde açılır. Ondan kaçıp gizlenmek isteyeceksin. Sakın korkma; zikre devam et. Çünkü zikretmeye devam edersen hiçbir kötülük ve âfet sana dokunamayacaktır.
Burada durmazsan, doğuşlar nuru ve küllî terkip sureti önüne açılır. İlâhî huzura girişin, Hakkın önünde duruşun ve O'nun katından çıkıp halkın katına inişin, zahir, batın ve kemal gibi hiç kimsenin farkında olmadığı değişik yüzlerle müşahede etmenin adabını gözlemlersin. Çünkü zahir yönünde eksik kalan her şeyi batın yüzü alır. Ama zat Birdir.
Dolayısıyla ortada bir eksiklik söz konusu değildir. Bu arada Allah'tan ilâhî ilimleri almanın keyfiyetini, bu ilimleri alan kişinin hangi kapasitelere sahip olması gerektiğini, almanın, vermenin, kabz ve bastın adabını, kalbin yakıcı helakten nasıl korunduğunu görürsün. Bu arada bütün yolların daire şeklinde olduğunu, bir çizgi halinde dümdüz giden yol olmadığını ve bunun gibi bu risalenin kapasitesini aşan daha bir çok şeyi görürsün.
Bunların tümünün yanında durmayıp devam edersen, nazarî ilimlerin, sağlıklı fikirlerin, anlayışlara zaman zaman musallat olan katı suretlerin mertebeleri, vehim ile bilgi arasındaki fark, oluşların ruhlar âlemi ile cisimler âlemi arasından türeyişleri, bu türeyişin sebebi, ilâhî sırrın inayet âlemine sirayet edişi, mücahede ile veya mücahedesiz oluşu terk edenlerin bu davranışlarının sebebi ve bunun gibi birer birer anlatılması durumunda konunun uzamasına sebep olacak daha bir çok olgunun üzerindeki perde senin için kaldırılır.
Bu makamın yanında durmazsan, tasvir, güzelleştirme ve cemal âlemi, akılların sahip olmak durumunda oldukları mukaddes suretler, şekil güzelliği, düzen gibi bitkisel nefisler, tazelik, yumuşaklık ve rahmet gibi, vasıfların mevsuflara sirayet edişleri makamının perdesi açılır. Bu huzurdan şairlere yardım gelir. Bundan önceki makamdan da hatiplere yardım gelir.
Bunun yanında da durmazsan, bununla birlikte kutubluk mertebeleri ve daha önce gözlemlediğin üzerindeki perde kaldırılıp sana gösterilir. Bu, sol âlemdir ve bu yer de kalbdir. Bu âlem sana tecelli ettiğinde, yansımaları, daimî varlıkların devamlılıklarını, sonsuz varlıkların sonsuzluklarını, varlıkların tertiplerini, varoluşun onlara sirayet edişini bilirsin. İlâhî hikmetler, onları koruma gücü, onları ehil olanlara tebliğ güvenilirliği verilir sana. Rumuz ve icmal (sembolik ve mücmel ifade) yeteneği bahşedilir. Bağış, örtme ve açma üzeredir.
Burada da durmazsan, hamiyet, öfke, taassup âlemi, âlemdeki zahirî ihtilafların kaynağı ve suretlerin farklılığı gibi şeyler açılır önüne.
Eğer bu makamda durmazsan, gayret âlemi, hakkın en eksiksiz yönleriyle keşfi, sağlıklı görüşler, dosdoğru mezhepler ve münzel (indirilmiş) şeraitler üzerindeki perde açılır. Bir âlem görürsün ki, yüce Allah, onu en güzel bir şekilde kutsal marifetlerle süslemiştir.
Önüne açılan her âlem mutlaka sana, yüceltme, saygı sunma ve tazimle karşılık verir; makamını ve ilâhî huzurla, irtibatlı mertebesini sana ifade eder ve seni kendine âşık eder. Burada da durmazsan, senin için vakar, sekine, sebat ve mekr âleminin üzerindeki perde kaldırılır, sırların kapalılıkları ve bu alanla ilgili benzeri hususlar önüne açılır.
Eğer bu âlemde durmazsan, senin için hayret, kusur, acizlik âleminin, amellerin hazinelerinin perdesi kaldırılır. Burası illîyun âlemidir. Şayet bu âlemde durmazsan, cennetler âleminin, derecelerinin, bu derecelerin iç içe girişlerinin, bazı nimetlerin üstünlüklerinin perdesi açılır. Ki sen bu sırada daracık bir yolda durmaktasın. Sonra cehennemin kıyısına götürülürsün, derekelerinin mertebelerini, bu mertebelerin iç içe girmişliğini, cehenneme götürücü amellerden bazılarının diğer bazısından üstün oluşunu seyredersin. Cennet ve cehennemden her birine ulaştıran ameller üzerindeki perde de kaldırılır.
Eğer burada durmazsan, helak olmuş ruhlar üzerindeki perde senin için kaldırılır. Bu ruhlar azap sahnelerinden birinde görünürler sana. Bu sahnede şaşkın ve sarhoşturlar; vecdin etkisindedirler. Hâlleri seni çağırır.
Eğer bu çağrıyı dinlemeyip durmazsan, senin için bir nurun üzerindeki perde kaldırılır ki, onda kendinden başkasını görmezsin. Büyük bir vecde kapılırsın, şiddetli bir aşka ntutulursun. Orada Allah ile bir lezzet hissedersin ki, bundan önce böylesini hiç görmemişsindir. Gözünde bundan önce gördüğün her şey küçülür. Kandilin fitilinin ucundaki alev gibi orada çırpınıp durursun. Şayet burada durmazsan, Adem oğullarının suretlerinin üzerindeki suretlerin perdesi açılır. Bazı perdeler kaldırılır, bazıları indirilir. Her birinin kendine, has teşbihi vardır, perdeyi indirdiğin zaman bunları tanır, bilirsin. Sakın dehşete kapılma. Onların arasında kendi suretini de göreceksin. Buradan hareketle içinde bulunduğun vakti de bilirsin. Burada da durmazsan, rahmanı divanın ve onun üzerindeki her şeyin perdesi açılır. Bu her şeye baktığında gördüğün, muttali olduğun her şeyi göreceğin gibi bundan fazlasını da göreceksin. Orada bilmediğin ilim, müşahede etmediğin obje kalmayacaktır. Sen her şeydeki illetini ara. Burada illetine vakıf olduğun zaman,
sonunun neresi olduğunu, en son menzilinin ne olduğunu, nihaî mertebenin nerede bulunduğunu, hangi ismin rabbin olduğunu, irfan ve velayette nasibinin ne olduğunu, hususiyetinin suretini bilirsin.
Burada durmazsan, senin için her şeyin üzerindeki perde açılır ve bu her şeyin bilinme yerleri gözlerinin önüne serilir. Her şeyin izini gözlemler, haberini bilirsin, baş aşağı devrilişlerini gözlemler, onları algılarsın. Nun mülkünde mücmelin tafisilini öğrenirsin.
Burada durmazsan, senin için muharrik üzerindeki perde kaldırılır. Burada durmazsan, silinirsin, sonra kaybedilirsin, sonra yok edilirsin, sonra ezilirsin, sonra belirsiz kılınırsın. Nihayet silinince ve kardeşlerinin bütün izleri sende sona erince, tekrar sabitleştirilirsin, sonra hazır kılınırsın, sonra baki kılınırsın, sonra toplanırsın, sonra kaybedilirsin ve üzerinde bulunan çeşitli hilatlar soyulur. Sonra geldiğin yoldan geri döndürülürsün. Gördüğün her şeyi değişik suretlerde gözlemlersin. Derken dünyevî, kayıtlı his âlemine geri dönersin veya kaybedildiğin yerde tutulursun.
Her salikin amacı, izlediği, sülük ettiği yola uygundur. Kimisi kendi diliyle münacat eder, kimisi dilinden başka bir dille münacat eder. Hangi dil ile olursa olsun bir dille münacat eden kimse, bu dilin peygamberinin varisidir. Bu tarikatin mensuplarının dilinden duyarsın: Falan Musevî'dir, İsevî'dir, İbrahi-mî'dir, İdrisî'dir...diye. Kimisi iki, üç, dört ve daha fazla dil ile münacat eder.
Kâmil o kimsedir ki, bütün dillerle münacat eder. İşte, gayesinin doğrultusunda hareket ettiği sürece sadece bu kimse Muhammedi'dir. Dönmediği sürece de makamında durmuş demektir. Çünkü bunlar içinde bu makarada helak olan kimseler de vardır, Ebu İkal gibi. Bu kimseler bu makamda ölür ve bu makamda hasredilirler.
Bunların içinde merdud (döndürülmüş) kimseler de vardır. Ama bu helak olanın makamından daha mükemmeldir. Fakat merdud ile helak olanın bir makamda temessül etmeleri şarttır. Eğer helak edilen merdud makamlarından en yüksek makamda olursa, merdud kimse daha yüksektir, diyemeyiz. Fakat başta ikisinin makamda temessül etmelerini şart koştuk. Çünkü helak olanın makamından inen merdud, helak olanın mertebesine varıncaya kadar yaşar. Böylece aşağı inişte ondan fazla olur, sarkmada ondan fazla olur, yükseklikte ondan fazla olur, telakkide ondan fazla olur. Merdudlardan iki kişiye gelince, bunlardan kimisi nefsi ile ilgili olarak iner. Ki bu sözünü ettiğimiz inen kimsedir. Bu, bizim katımızda ariftir. O, nefsini kemale erdirmek için izlediği yoldan farklı bir yolla dönmüştür, dolayısıyla mukimdir.
Kimisi irşat ve hidayet diliyle halka döner. Bu kimse, varis, âlimdir. Ama her davetçi, aynı makamda bir varis değildir. Onları birleştiren davet makamıdır, bu makamda bazısı bazısından üstündür. Kimisi Musa'nın, kimisi İsa'nın, kimisi Şam'ın, kimisi İshak'm, kimisi İsmail'in, kimis Adem'in, kimisi İd-ris'in, kimisi İbrahim'in, kimisi Yusuf'un, kimisi Harun'un dilinden davet eder. Bunlar sufîlerdir. Bizden önde gelenlere ek olarak hâl sahipleridir.
Kimisi de Hz.Muhammed'in (s.a.v) diliyle davet eder. Bunlar sebat ve hakikat ehli nefislerini kınayan kimselerdir. İnsanları Allah'a davet ettikleri zaman, kimisi kulluk hakikatinde fena bulma kapısından davet eder. "Ve kad halektuke min kablu ve lem teku şey'a / Daha önce, sen hiçbir şey değilken seni yaratmıştım." (En'âm, 9.) ayetinde buna işaret edilir. Kimi, kulluğu mülahaza etme babında insanları davet eder. zillet, yoksulluk gibi kulluk makamının gerektirdiği nitelikleri esas alırlar.
Kimisi, rahmanı ahlâkı göz önünde bulundurarak insanları davet eder. Kimisi, zorlayıcı ahlâkı esas alarak davet eder. Bazısı da ilâhi ahlâk esasında insanları çağırır ki, en yüksek ve yüce babdır.
Bil ki, Nübüvvet ve Velayet şu üç hususta ortaktır: Birincisi; kesbi bir öğrenme çabası olmaksızın bilmek. İkincisi; normalde bedenen yapılamayan veya bedenin yapma gücü bulunmayan şeyleri himmetle yapmak. Üçüncüsü; hayal âlemini his dünyasında görmek.
Aralarında sadece hitap farkı vardır. Çünkü veliye yönelik hitap Nebiye yönelik hitap gibi değildir. Velilerin yükseliş makamlarının Nebilerin yükseliş makamlarının üzerinde olduğu vehmedilmemelidir. Böyle değildir. Çünkü yükselişler bazı olguları gerektirirler. Eğer üzerinde yükseldikleri şey noktasında ortak olsalardı, bu takdirde Nebî için olanlar Veli için de söz konusu olurdu. Fakat bize göre böyle değildir. Sadece usûlde ortaklıkları söz konusudur. Usûl derken makamları kast ediyoruz. Kuşkusuz Nebilerin yükselişleri aslî nur iledir. Velilerin yükselişleri ise aslî nurun feyzi iledir. Bununla beraber tevekkül makamında ikisi birleşse de yönelişleri aynı değildir. Üstünlük makamda değil, yöneliştedir.
Yönelişlerse tevekkül edene dönüktür. Aynı durum fena, beka, cem, fark, kesilme, koparılma gibi her hâl ve makam için gecelidir.
Bil ki, Allah'ın her Velisi, her ne alırsa alsın, şeriatına bağlı olduğu Nebinin ruhaniyeti aracılığıyla alır ve şahit olduğu şeylere bu makamdan şahit olur.
Fakat Velilerin bazısı bunu bilir, bazısı da bilmez ve "bana Allah bunu söyledi", der.
Oysa bunu söyleyen, dediğimiz ruhanîyetten başkası değildir.
Burada nice lâtif sır gizlidir. Ne var ki, bu sayfalar o sırları açıklamaya dar gelir.
Ayrıca bu risalede zihinlere yaklaştırma ve özetleme üslubunu esas aldık. Öte yandan, bütün Nebilerin (a.s) makamlarını kendinde toplayan Hz. Muhammed (s.a.v) ümmetinden velilerden biri Musa'nın (a.s.) varisi olabilir. Ama Muhammedi nurdan, Musevî nurdan değil.
Böylece bu velinin Hz. Muhammed'e (s.a.v) göre durumu, Musa'nın (a.s.) onun (s.a.v) karşısındaki durumu gibidir. Örneğin bir Veliden, ölümü esnasında Musa veya İsa mülahazası görülebilir. Onu tanımayan avamdan kimseler de, ölümü esnasında bu Nebinin adını andığı için onun Yahudi veya Hıristiyan olduğunu sanır. Oysa bu, makamına dair bilgisinin ve bu makamla nitelenişinin kuvvetinin göstergesidir. Ama kutub, Hz. Muhammed'in (s.a.v) kalbi üzeredir. Biz, İsa'nın kalbi üzere adamlarla karşılaştık. İlk karşılaştığım şeyh bunlardan biriydi. Musa'nın kalbi üzere olanlar, İbrahim'in kalbi üzere olanlar ve diğer Peygamberlerin (a.s) kalbi üzere olanlar vardır. Bu söylediklerimizi ancak ashabımız bilir.
Bil ki, bütün Nebilere ve Resullere, bütün ruhlarda makamlarını veren Hz. Muhammed Aleyhisselâmdır. Tâ ki cismen gönderilinceye kadar. Biz O'na tabi olduk, diğer peygamberler de Hz. Muhammed'i (s.a.v) görenler veya ondan sonra gelenler hükmünde olmak üzere bize katıldılar. O halde geçmiş peygamberlerin velileri, peygamberlerinden alırlar, peygamberleri de Hz. Muhammed'den (s.a.v) alırlar ilimlerini. Böylece Muhammedi velayet, O'ndan almak noktasında bütün peygamberleri birleştirmektedir. Bu yüzden hadiste şöyle buyurulmuştur: "Bu ümmetin alimleri, İsrail oğullarının Nebileri gibidir." Yüce Allah bizimle ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "Li tekunu şuhedae ale'n Nasi / Sizin insanlığa şahit olmanız için." (Bakara, 143) Hz. Resul (s.a.v) hakkında da şöyle buyurmuştur: "Ve yevme neb'asu min külli ümmetin şehiden aleyhim min enfusihim / O gün her ümmetin içinden kendilerine birer şahit göndereceğiz." (Nahl, 89) Şu halde biz veliler, o Nebilerin tabilerinin üzerinde şahitleriz, küllî Muhammedi verasetten dolayı halvette himmet tasarrufunda bulunuruz.
Bil ki, hikmetli, kâmil, muhakkik ve oturmuş şahsiyet, her hâle ve her vakte layık olduğu şekilde muamele eder, bunları birbirine karıştırmaz. Hz. Muhammed'in (s.a.v) tavrı budur. O'nun rabbi ile münasebeti iki yay gibi ya da ondan daha yakındı. Sabah olup bunu yanındakilere anlatınca, müşrikler O'nu tasdik etmediler. Çünkü bu olayın izleri üzerinde zuhur etmemişti. Ama izleri üzerinde zuhur edince, başka olayların aksine bunu onayladılar. Çünkü yüzüne peçe örtüyordu.
Her salikin, O'ndaki hâllerden etkilenmesi ve âlemlerin bazısını bazısına karıştırması zorunludur. Fakat bu makamdan, zahirde alışılagelen yasa doğrultusunda cereyan eden ilâhî hikmet makamına yükselmesi de gereklidir. Yine harikuladelikleri kendi sırrına çevirmesi de gerekir. Ki sürekli beraberlikten dolayı harikuladelikler onun için normal şeylere dönüşsünler. Bu kimse her nefeste artık "De ki: Rabbi zidni ilmen / Rabbim ilmimi arttır." der, felek nefsini döndürdüğü sürece. Vaktinin kendi nefsi olması için çalışmalıdır.
Bu vakte ait bir şey de kendisine varit olunca bunu kabul etsin, ama aşk ile bağlanmaktan sakınarak korusun. Çünkü attığı zaman buna muhtaç olacaktır.
Şeyhlerin çoğuna feyizler, terbiye esnasında varit olur. Bunun yanında bizim anlattığımız hususları korumada titiz davranmadılar ve bu hususta küllî olarak zühdü tercih ettiler. Aslında vakit uzun olduğu halde, kişinin hazır olması bakımından kısalabilir.
Kiminin vakti bir saat, kiminin bir hafta, kiminin bir ay, kiminin bir sene, kiminin de ömründe bir keredir.
Bazı insanların da hiç vakti yoktur. Şahsiyetin yüceliği vaktinin darlığını gösterir. Vakti olmayan kimse, hayvanîliğinin üzerinde olmasından dolayı mahrum kalmıştır. Çünkü kalpte melekuta yönelik şehvet varken melekut ve irfan kapısının açılması imkansızdır.
Müşahede eden kimse açısından Allah'ı bilme kapısına gelince, kalpte mülk ve melekut alemine yönelik toplu bir bakış olduğu sürece açılmaz.
Bil ki, insan bu vazedilmiş olgular doğrultusunda bir seyir izlediği zaman, onları ikame etmiş olur. Bu olgulardan biriyle ilgili olarak da özellikle cennetten başka öte bir himmeti de olmaz. İşte bu alan, su ve mihrabı olan bir âlemdir. Aynı şekilde eğer himmet, gerekli kapasite olmaksızın ibadetlerin ötesiyle irtibatlı olursa, her hangi bir keşif gerçekleştirmeyeceği gibi himmetin de bir faydası olmayacaktır. Aksine bu amelin sahibi bir hastaya benzer ki, bütün gücü kaybolmuş, ama iradesi yerinde duruyor. Himmeti hareket halindedir, ancak alet işlevsizdir. Böyle bir kimse himmet etti diye maksadına ulaşabilir mi?
Dolayısıyla himmet ve başka etkenlerle kemale erme istidadına sahip olmak bir zorunluluktur. Bu aşamadan sonra kişi hakikatin aynına ulaştığında himmeti eksik kalır. Bu ise arzunun hasıl olması demek değildir. Elde eden kimse ise arzu etmemiş olarak belirginleşir.
Bu, perdenin kaldırılması sırasında içine düştüğü dehşetten başka bir şey değildir.
Çünkü müşahede esnasında sahip olduğu bilgi, onun ilgisini kendisi hakkında zuhur edenin üstünde bir olguya yöneltir, zuhur eden şeye değil. Çünkü zuhur edenin objesi bir olmakla birlikte veçheleri sonsuzdur. Bunlar bizdeki etkilerdir de. Bu yüzden bilen kimse her zaman susuzdur ve bilgi bahşeden de daima onunla ilintilidir. Öyleyse amel edenler böyle bir iş için amel etsinler ve yarışanlar da bunun gibi bir sonuç için yarışsınlar.
Bil ki, insan bu vazedilmiş olgular doğrultusunda bir seyir izlediği zaman, onları ikame etmiş olur. Bu olgulardan biriyle ilgili olarak da özellikle cennetten başka öte bir himmeti de olmaz. İşte bu alan, su ve mihrabı olan bir âlemdir. Aynı şekilde eğer himmet, gerekli kapasite olmaksızın ibadetlerin ötesiyle irtibatlı olursa, her hangi bir keşif gerçekleştirmeyeceği gibi himmetin de bir faydası olmayacaktır. Aksine bu amelin sahibi bir hastaya benzer ki, bütün gücü kaybolmuş, ama iradesi yerinde duruyor. Himmeti hareket halindedir, ancak alet işlevsizdir. Böyle bir kimse himmet etti diye maksadına ulaşabilir mi?
Dolayısıyla himmet ve başka etkenlerle kemale erme istidadına sahip olmak bir zorunluluktur. Bu aşamadan sonra kişi hakikatin aynına ulaştığında himmeti eksik kalır. Bu ise arzunun hasıl olması demek değildir. Elde eden kimse ise arzu etmemiş olarak belirginleşir.
Bu, perdenin kaldırılması sırasında içine düştüğü dehşetten başka bir şey değildir.
Çünkü müşahede esnasında sahip olduğu bilgi, onun ilgisini kendisi hakkında zuhur edenin üstünde bir olguya yöneltir, zuhur eden şeye değil. Çünkü zuhur edenin objesi bir olmakla birlikte veçheleri sonsuzdur. Bunlar bizdeki etkilerdir de. Bu yüzden bilen kimse her zaman susuzdur ve bilgi bahşeden de daima onunla ilintilidir. Öyleyse amel edenler böyle bir iş için amel etsinler ve yarışanlar da bunun gibi bir sonuç için yarışsınlar. Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun.
Salat ve selam efendimiz Hz. Muhammed'in, O'nun ehlibeytinin ve ashabının üzerine olsun.

Hiç yorum yok