İmam Cafer-i Sadık- 10 Mart 765
“Kim nefsine karşı yine nefsi için mücâhede ederse, kerâmetlere ulaşır. Kim de nefsine karşı Allah Teâlâ için mücâhede ederse Allâh’a ulaşır.”
İmam Cafer-i Sadık
Hz. Hüseyin Efendimizin sevgili yavruları, Zeynel Abidin Hazretlerinin torunudur. Zeynel Âbidin'in oğlu Muhammed Bâkır, onun oğlu da Cafer-i Sâdık'tır. Bu sûretle, Efendimize kıyasen olunca beşinci torun olmuş olur. Câfer-i Sâdık Hazretleri hususiyet itibariyle, Zeynel Âbidin'e benzemesi dikkati çekmektedir.
Eshâb-ı kirâmı görmekle şereflenen Tâbiîn devrinin yükseklerinden ve evliyânın büyüklerinden olup, tasavvufda büyük rehberlerden olan ve kendilerine silsile-i aliyye denilen Nakşibendiyye yolu âlimlerinin dördüncüsüdür. İsmi Câfer-i Sâdık bin Muhammed Bâkır bin Ali Zeynelâbidîn bin Hüseyin bin Ali bin Ebî Tâlib, künyesi Ebû Abdullah'dır. Tâhir, Fâdıl gibi lakabları vardır. En meşhûr lakabı, "Sâdık"tır. Babası Muhammed Bâkır, Annesi Ümmü Ferve'dir. Annesinin babası Kâsım, onun babası Muhammed ve onun babası da hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk'tır. Annesinin annesi, Abdurrahmân bin Ebû Bekr'in kızı Esmâ'dır.
702 (H.83) senesinin Rebîul-evvel ayının on yedisinde Pazartesi günü Medîne-i münevverede doğdu. 765 (H.148) senesi Recep ayının on beşinde Pazartesi günü Mekke'de vefât etti. Kabri, Cennet-ül-Bâkî'de olup, babası ve dedesi yanındadır.
Câfer-i Sâdık hazretleri, temiz ve yüksek bir neseb ve soya sâhip olduğu gibi, güzel yüzlü ve tatlı dilliydi. Bedeni sanki nûr saçıyordu. Yüzünün renginde beyaz ve kırmızı karışmış olup, tatlı bir çehresi vardı. Kuvvetli ve orta boylu idi. Kısa ve şişman değildi, saçı kumrala yakındı. Hazret-i Ali'ye çok benzerdi. On evlâdı olup, yedisi erkek, üçü kız idi. Oğulları: Mûsâ Kâzım, İshak, Muhammed, İsmâil, Abdullah, Abbâs ve Ali'dir. Mûsâ Kâzım, oniki imâmın yedincisidir.
İlk eğitimini dedesi Zeynelabidin ile babası Muhammed Bakır'dan aldı. Büyük bir alim olan Muhammed Bakır 19 yıl gibi uzun süre imamet görevinde bulundu. İmamet; namaz kıldırmadaki imamlık anlamına geldiği gibi, müminlerin emiri, halife anlamına da gelmektedir. Muhammed Bakır ve kendisinden sonra aynı vazifeyi sürdüren Cafer-i Sadık geniş bir kesim tarafından, müminlerin halifesi olarak kabul görmüşlerdir. Ancak, buradaki mana idari mekanizmadan farklı ve sadece dini manadaki emirlik mahiyetindedir.
Cafer-i Sadık, otuz yıl boyunca sürdürdüğü imamet vazifesi boyunca, sadece Şiiler tarafından değil, Sünniler ve alimleri tarafından da büyük bir hürmet ve saygıyla karşılandı ve alaka gördü. O, Emeviler ve Abbasiler döneminde mensubu bulunduğu Haşimilerin imamı olarak hizmetini ifa etti. Emeviler zamanında Ehli Beyt'e karşı sürdürülen menfi durumdan kendisi de etkilendi. Özellikle amcası Zeyd bin Ali'nin öldürülmesinden sonra tamamen siyasetten uzaklaşarak kendini dini hizmete verdi. Abbasiler döneminde de siyasetten uzak durmaya devam etti. Kendisi siyasi faaliyet ve girişimlerde bulunmadığı gibi yakın akrabalarına da, idareyi elde etmeye yönelik faaliyet ve girişimlerden uzak durmaları konusunda tavsiyelerde bulundu.
Bütün din bilgilerinde olduğu gibi, zamânının bütün fen ilimlerinde de söz sâhibiydi. Yetiştirdiği talebeler, cebir ve kimyâ ilimlerinde çeşitli keşifler yapmışlar, bu ilimlerin temel sistematiğini kurmuşlardır. Fizik ve kimyâ ilimlerinin konusunu teşkil eden madde ve onlar üzerindeki bilgisi, o kadar çoktu ki, bu hususlarda zamânında yaşayan herkese akıl-ilim hocalığı yapardı. Kimyânın babası sayılan Câbir de, Câfer-i Sâdık'ın talebesidir. İmâm-ı Câfer'in en meşhûr talebesi, Hanefî mezhebinin kurucusu ve Ehl-i sünnetin reisi olan İmâm-ı A'zâm Ebû Hanife Nu'man bin Sâbit'tir. İmâm-ı A'zâm, Câfer-i Sâdık'ın derslerine ve sohbetlerine iki sene devâm ederek, o gizli ve âşikâr mârifet kaynağından ilim ve evliyâlık yolunda çok istifâde etti. İmâm-ı A'zâm, onun huzûrunda kavuştuğu yüksek mertebeleri anlatmak için; "O iki sene olmasaydı, Nûman helâk olmuştu." buyurmuştur. İmâm-ı A'zâm bu sözü ile hocası Câfer-i Sâdık hazretlerinin büyüklüğünü, kıymetini, kavuştuğu yüksek dereceleri anlatmak istemiştir.
İmâm-ı Câfer-i Sâdık, hadîs ilminde sika güvenilir bir râvi olup, kendisinden pek çok hadîs-i şerîf rivâyet edilmiştir. Bu hadîs-i şerîfleri, babasından, o da kendi babasından ve annesinden, Atâ bin Ebî Rebâh'dan ve Zührî gibi birçok râviden alıp öğrenmiş ve kendisinden de Süfyân-ı Sevrî, Süfyân bin Uyeyne, İmâm-ı A'zâm Ebû Hanîfe, Mâlik bin Enes, Ebû Eyyûb-i Sahtiyânî gibi büyük alimler hadîs-i şerîf bildirmişlerdir. Hadîs-i şerîfler, Sahîh-i Buhârî'nin dışında kalan Kütüb-i Sitte'nin hepsinde yer alır. Hadîs ilminde, İmâm-ı Şâfiî ve Yahyâ bin Muîn, onun sika, güvenilir olduğunu bildirmişlerdir. İmâm-ı A'zâm Ebû Hanîfe, onun hakkında; "Ondan daha fakih, fıkıh ilmini bilen kimse görmedim." buyurdu. Ebû Hâtem de, onun sika bir râvi olduğunu söylüyor. Sâlih bin Ebil-Esved, İmâm-ı Câfer'in; "Beni kaybetmeden önce, her ilimden sorunuz. Benden sonra, size, benim gibi söyleyen birisini bulamazsınız." buyurduğunu haber verdi. Her ilimde üstâd, her mârifette mâhirdi. Doğruluğu ve sadâkatı o kadar çoktur ki, bundan dolayı kendisine "Sâdık" lakabı verildi.
Cafer-i Sadık 765 yılında Medine'de Hakkın rahmetine kavuştu. Şiilerin iddialarına göre Abbasi halifesi Ebu Cafer el-Mansur tarafından zehirletilerek vefatına sebebiyet verildi. Naaşı Cennetül Baki'de babası ve dedesinin yanına defnedildi. Mezarı tahrip edilene kadar ziyaretgah olarak kullanıldı. Vefatından sonra Şia iki büyük kola ayrıldı. Oğullarından İsmail adına müsteniden "İsmailiye" ve Musa Kazım'ı imam olarak kabul eden "İsnaaşeriyye". Ayrıca Caferiler de kendilerini ona dayandırırlar.
Bediüzzaman Hazretleri Hazreti Hüseyin'in soyundan gelen Cafer-i Sadık için şu ifadelere yer verir; "...Hazret-i Hüseyin'in neslinden gelen imamlar, hususan Zeynelâbidin ve Cafer-i Sadık ki, herbiri birer mânevî mehdî hükmüne geçmiş, mânevî zulmü ve zulümatı dağıtıp envâr-ı Kur'âniyeyi ve hakaik-i imaniyeyi neşretmişler, cedd-i emcedlerinin birer vârisi olduklarını göstermişler" (Mektubat, s. 100).
Peygamber Efendimizin Hazreti Hasan ve Hüseyin'e gösterdiği sevginin arka planında onların mübarek soyundan gelenlerin de hissesi vardır. Hazreti Hüseyin'e (ra) karşı gösterdikleri fevkalade ehemmiyet ve şefkat, O'nun nurani silsilesinden gelen Zeynelabidin, Cafer-i Sadık gibi şanlı imamların ve "hakikî verese-i Nebeviye gibi çok mehdîmisal zevât-ı nuraniyenin namına ve din-i İslâm ve vazife-i Risâlet hesabına boynunu öpmüş, kemâl-i şefkat ve ehemmiyetini göstermiştir" (Lem'alar, s. 26).
Günümüze kadar ulaşan eserleri şunlardır:
Misbahu'ş-şeria; dini ve ahlaki sözleri ihtiva eder. Tefsirü'l-Kur'an, Kitabü'l-Cefr (el-Hafiye), İhtilacü'l-aza; insan organlarındaki titreme ve sebepleri üzerinde durur. Heyakilü'n-nur; tılsımlardan bahseder. Esratü'l-vayh, Havassü'l-Kur'anil-azim, Kitabü't-tevhid, Risâletü'l-vesaya, Duaü'l-cevşen. Bu eserlerinin dışında da bazı Risâleleri mevcuttur
Câfer-i Sâdık hazretlerinin, oğlu Mûsâ Kâzım için olan nasîhatı meşhûrdur. Oğluna buyurdu ki:
"Ey oğlum, kendi rızkına râzı ol! Kendi rızkına râzı olan, kimseye muhtâc olmaz. Gözü başkasının malında olan, fakir olarak ölür. Allahü teâlânın taksim ettiği rızka râzı olmayan, O'nu kazâ ve kaderinde, dilediğini yaratmakta töhmet altında tutmuştur. Kendi kusurlarını küçük gören, başkasınınkilerini büyütmüş olur. Her zaman kendi kusurlarını büyük gör. Başkasının gizli bir şeyini açığa vuranın, evindeki gizli şeyler herkesçe bilinir. Kardeşi için kuyu kazan, o kuyuya kendisi düşer. Ahmaklar arasında bulunan horlanır, âlimler arasında bulunan hürmet görür.
"Ey oğlum, insanlara kızmaktan çok sakın, yoksa sana da kızarlar. Boş iş ve söze karışmaktan sakın, sonra aşağılanırsın."
"Ey oğlum, lehinde veya aleyhinde de olsa, hakkı, doğruyu söyle! Böyle yaparsan herkes seninle istişâre eder danışır, fikrini alır."
"Ey oğlum, arkadaşlık yaptığın, ziyâretine gittiğin kimse, iyi ahlâk sâhibi olsun, kötü ahlâkı olanlarla arkadaşlık etme, onlarla görüşme! Çünkü onlar, suyu olmayan çöl, dalları yeşermeyen ağaç, ot bitmeyen topraktırlar."
"Ey oğlum, Allahü teâlânın kitâbını okuyucu, iyilikleri emredici, kötülüğü nehyedici, sana gelmeyene sen gidici, seninle konuşmayanla konuşucu ol! İsteyene ver. Gıybetten, koğuculuktan sakın. Çünkü söz taşımak, insanların kalbinde düşmanlığı arttırır. İnsanların ayıplarını görme, insanların ayıplarını gören, onların hedefi olur."