İskilipli Atıf Hoca - Necip Fazıl Kısakürek



FERT çerçevesinde ilk din mazlumluğunu, İnkılâp tarihine göz atar atmaz, İskilipli Atıf Hocada görüyoruz. Bu muazzam şehit, hiçbir alâkası bulunmayan şapka tepkisinin ruhu farz edilmek veya bu mevzuda şeriat ölçüsünü temsil edici şahsiyet kabul edilmek gibi bir anlayışa kurban gitmiştir.
Dâvamız kanun ve hükümete herhangi bir isyan tavrı almadıkları halde mazlumlaştırılan masumlar olduğu için, Atıf Hocayı, işte bu soydan bir zulmün baş kurbanlarından biri olarak, esasen zaman sırasına göre de icap ettiği gibi, başa alıyoruz.
Atıf Hocanın hayatı baştan başa macera ve çile doludur. Temsil ettiği parlak dinî şahsiyet her devrin din (alerji)si belirten hareketlerini Atıf Hocaya yönelttiği için ilk tutuklanışı Meşrutiyetin başında ve Mahmut Şevket Paşa suikastının şüpheliler kadrosu içindedir. İttihatçılara, hususiyle «Donanma Cemiyeti» faaliyetleri bakımından büyük yardımları dokunan ve bu iş için «Nazar-ı Şeriatte Kuvve-i Bahriye ve Derriye» isimli bir eser kaleme alan Atıf Hoca «Zâlime yardım edene Allah aynı zâlimi musallat eder» mealindeki hadîs gereğince aynı İttihatçıların zulmüne uğramış ve Komite kendisini Mahmut Şevket Paşanın Öldürülmesi üzerine harman ettiği din adamları arasında «Eser-i Cedid» isimli bir vapura bindirerek Sinop Kalesine sürmüştür.
Oradan Çorum'a, arkasından Boğazlıyan'a ve peşinden Sungurlu'ya sürgün ve derken:
— Affedersiniz; bir yanlışlık oldu! Hitabiyle serbest bırakılış...
Bir de üstelik teselli mükâfatı: Atıf Hoca, İptidaî Dahil Medresesi Umum Müdürü...
Medreseyi kısa zamanda öyle ıslah ediyor ki, ismi her tarafa yayılıyor ve hem madde, hem de mâna cepheleriyle örnek medresenin ne demek olduğu görülüyor.
Ecnebiler bile bu örnek medresenin manzarasına hayran... Bir gün Amerikan elçiliğinden bir grup Atıf Hocayı ziyarete geliyor, ona İslâmiyet hakkında sualler yöneltiyor ve ayrılırken ihtiramların en taşkınını gösteriyor. Gruptan yaşlı bir Amerikalı Atıf Hocaya şöyle hitap ediyor:
— Keşke genç olsaydım da talebeniz sıfatiyle yanınızda kalsaydım. Sizden feyz alsaydım...
Dünyaca meşhur bir İtalyan müsteşriki de Şeyhülislâmlık kapısına baş vurarak bazı suallerine cevap istiyor. Onu Atıf Hocaya gönderiyorlar. Atıf Hocayla saatlerce görüşüp ilmine hayran kalan müsteşrikin sözleri:
— Ben Arap ve Hind illerini gezdim ve bir çok din âlimiyle görüştüm. Hiçbiri beni sizin kadar doyuramadı. Yıllardır fikrimi harmanlayan en karışık ve girift meseleleri siz çözdünüz. Her tarafa yayılan şöhretinizin ne kadar haklı olduğunu şimdi anlıyorum.

Atıf Hoca, İslâm âleminin her tarafından mektuplar alıyor, birçok dergide çıkan yazıları ve bazı risaleleriyle Fas'tan Hindistan'a kadar adını ulaştırmış bulunuyordu. Hattâ Fransa'da müsteşriklerin yayınladığı bir dergi, kendisinden yüksek bir telif ücreti karşılığında İslâmiyete ait yazılar istemişti.
Bazı ecnebi idareler altında bulunan İslâm toplulukları, Türkiye’ye heyetler göndererek Atıf Hocayı ziyaret ettirirler ve başta medreseler bulunmak üzere girişilecek ıslah hareketlerini Atıf Hocadan öğrenmek isterlerdi.
Atıf Hocadan faydalanmak isteyen İslâm âleminin başında Kırım vardı.
Atıf Hocaya belki makamların en üstünü olan üç ayaklı sehpanın hazırlanmakta olduğu günlerde Kırım Müslümanlarının reisi İstanbul'a gelmiş, Atıf Hocayı Kırım'a davet etmiş ve kendisine Evkaf Nezaretiyle beraber Kırım'daki bütün dinî müesseselerin ıslahı işini sunmuştu. Fakat Atıf Hoca, bu teklife, benzerlerine verdiği cevapla mukabele etmişti:
— Vatanımdan ayrılamam! İslâmî kalkınma dâvasının iş merkezi Türkiye'dir. Başka bir yer olamaz!
Atıf Hoca, yalnız ezberleme bir ilimle değil, o ilmin tefekkür hassası ve en ince hikmetleriyle de doluydu. Yani gerçek ve derin mümin...
Hoca, bir akşam Yıldız Sarayında Vahidüddin'in iftar sofrasında... Tam bir Avrupalı edasiyle yemek yiyor ve çatal - bıçağını bir diplomat itinasiyle kullanıyor. Beyaz sarık altında bu zarafet edası Sultanın gözünden kaçmadı:
— Sizi tebrik ederim Hoca Efendi Hazretleri; çatal-bıçak kullanmaktaki zarif ve hâkim edanızı pek beğendim. Halbuki çatal - bıçakla yemek yemeyi günah sayanlar bile var...
Hoca, güzel yüzünü parıldatan bir tebessümle cevap verdi:
— Hayır, Şevketmaab; bu işde hiç bir günah yoktur! Peygamber Efendimiz, çatalın prensibini ortaya koyan ucu tırtıllı bir dal parçasiyle de yemek yedikleri gibi, kendilerinden sonra icat edilen temizlik vasıtaları ve faydalı âletlerin kullanılmasında da hiçbir dinî engel düşünülemez!
Bundan sonra Atıf Hoca, bazı yeniliklere karşı «bid'at» iddiasiyle karşı duranların halini ve «bid'at» sınırlarının ince noktalarını izah ediyor ve bütün iftar sofrasını kuşatanlarla beraber Padişahın hayranlığını kazanıyor. Kendisine, ayrılırken bir hediye vermek isteyen Hünkâra da, eşine az rastlanır bir faziletin şu sözleriyle karşılık veriyor:
— Kulunuzu ihsan almaya alıştırmamanızı niyaz ederim, Efendimiz!
Padişah büsbütün hayran...
Atıf Hocada, maddî menfaat tiksintisi ve hediye kabul etmemek prensibi o kadar kökleşmişti ki, bir gün evine, karısının iyi baklava yaptığı ifadesiyle bir tepsi getiren eski ve emektar bir odacısının masum ricasını da reddetmiş; ve ertesi günü, adamın kalbini almak arzusiyle şöyle demişti:
— Hediyeni kabul edemediğim için beni affet evlâdım! Öyle bir meslek ve dâva üzerindeyim ki, maddî menfaatin miskal kadarına bile tahammül edemez.
Atıf Hoca, aynı zamanda İslâmî ruhun büyük hamle ve hareket (aksiyon) mizacına da sahip...
«Teali-i islâm : İslâmın Yükselişi» isimli bir cemiyet kurmuş ve İzmir'in Yunanlılarca işgalinde ilk protesto sesi bu dernekten yükselmiştir.
Atıf Hoca, bu derneğin kurucusu ve reisi sıfatiyle, yanına o devrin din âlimlerinden bir heyet alarak, işgal altındaki İstanbul'da bulunan İtilâf kuvvetleri mümessillerine gidiyor. Yunanlıların İzmir'i işgal etmelerini şiddetle protesto ediyor ve istilâcıların çehrelerini hayret ve dehşet çizgileriyle dolduran şu sözleri söylüyor:
Kötü politika yüzünden zebun düşmüş bir milletin zaafını bu dereceye kadar istismar etmek, hiçbir din ve insaf ölçüsüne sığdırılamaz! Gayeniz, Türk milletinin şahsında İslam’a darbe vurmaksa bunu açıkça bildiriniz ki, biz de ona göre başımızın çaresine bakalım.

ESERLERİ:

Japonya Büyük Elçisi Baron Uşida, İstanbul'a ayak basar basmaz, ilk iş olarak, resmî ziyaretlerinin peşinden, şöhreti Japonya'ya kadar erişen Atıf Hocayı ziyaret etmiş, onunla başbaşa saatler geçirmiş, ayrılırken de şöyle demişti:
— Sizin gibi birkaç hoca daha olsaydı İslâmiyet bütün Doğuyu, bu arada da Japonya’yı fethederdi.
İşte bu tesir ve mânanın sahibi Atıf Hoca, din yolundaki gayretlerinin fikir zemini olarak «Atıf Efendi Kütüphanesi» ismiyle bir yayın çerçevesi kurmuş ve şu eserleri kaleme alıp neşretmişti:
Mir'at-ül-İslâm (İslâmın Aynası)
İslâm Yolu
İslâm Çığırı
Din-i İslâmda Müskirat
Nazar-ı Şeriatte Kuvay-ı Berrüye ve Bahriye;
Tesettür-ü Şer'î (Şer'î Örtünme)
Muayyene-tüt-Talebe (Öğrenci Ölçüleri)
Medeniyet-i Şer'iye (Şeriat Terakkileri)
Ve bu 8 eserden sonra, kendisini darağacına göndermekte âmil olan veya kendisi gibi bir adamın yaşatılmaması fikrini ilham eden meşhur eseri:
« FRENK MUKALLİTLİĞİ»
Cumhuriyetin birinci yılını tamamlamaya doğru gittiği bir zamanda (1340-1924) ve henüz İslâmi ölçüler hor görülmeye başlamamışken, hususiyle Şapka Kanunundan mevsimlerce evvel çıkan bu eser, şahsiyet ve asliyet müdafaacısı ve İslâm ruhuna tam uygun bir fikir yapısı arzeder ve sahibini mimletmekten ve ilk fırsatta yok etmek fırsatını aşılamaktan başka bir suç belirtmez. Zira Atıf
Hoca, herhangi ezberci bir şeriat adamı değil,, din öfke ve hamlesine sahip, som bir şahsiyettir ve böylelerinin yaşatılması, girişilecek bazı işler bakımından çok korkulu...

Son Devrin Din Mazlumları

Öne Çıkan Yayın

İBDA ve İBDA-C Nedir?

İBDA-C’nin daha iyi anlaşılması için İBDA'nın kısaca tarif ve izahını yapmak istiyoruz… Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu’nun "...

İzleyiciler

Popüler Yayınlar

Tema resimleri duncan1890 tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.