Emir Timur-18 Şubat 1405
Kendi adıyla anılan büyük bir imparatorluğun kurucusu olan Timur, 9 Nisan 1336'da Keş şehri (Şehr-i Sebz) yakınlarındaki Hoca Ilgar köyünde doğmuştur. Annesi, Tekina Hatun'dur. Babası ise, Çağatay'ın önemli aşiretlerinden olan Barulas'ın başbuğlarından Emir Turagay'dır. Timur'un en büyük atası Tumanay, Moğol Hakanı Cengiz Han'ın da beşinci dereceden atasıdır.
Timur'un gençlik dönemlerinde Çağatay Hanlığı zayıflamış, siyasî otorite ve idare muhtelif bölgelerdeki emirlerin eline geçmişti. Emirler, Çağatay sülâlesinden istedikleri birisini han yapıyorlar; memnun olmazlarsa, değiştiriyorlardı. Kaynaklarda bu yönetime "Hânbâzi" (Han Oyunculuğu) denilmiştir. Timur bu dönemde ileri görüşlü bir siyaset takip ederek dostlarını çok iyi seçmiş, rakipleriyle de gücünün yeteceğine inanmadığı sürece dostane geçinmeye gayret etmiştir.
1358'de Doğu Türkistan Emiri Tuğluk-Timur ordusuyla Mâveraü'n-nehre geldiğinde, ona sadakatini arz ettiğinden, kendisine bazı makamlar verilmişti. Fakat 1360 yılında bazı konulardaki hoşnutsuzluğu sebebiyle Timur, maiyetiyle birlikte Harezm taraflarına gitmiştir. Bu tarihten itibaren Timur'un hayatının önemli bir kısmı diyar diyar gezmekle geçecektir. Bu dönemde, Türkmenlerle kurduğu yakın münasebetler, Timur'un güçlenmesinde önemli bir faktör olmuştur. 1364 yılında vefat eden Tuğluk-Timur Han'ın yerine oğlu İlyas Hoca geçmişti. Timur, İlyas Hoca ile de mücadeleye girişmiş, bazı muvaffakiyetlerine rağmen neticede başarısız olmuştu. Sonraki dönemlerde Timur, Çağatay sülâlesinden bazılarının han yapılması için gayret etmiştir. Yine bu aileden Süyurgutmuş'un han yapılmasındaki gayretleri sebebiyle "Uluğ Bey" ilân edilmiştir. Harizm ve Deşt-i Kıpçak bölgesindeki emirlerin itaat altına alınması ve bölgede asayişin sağlanması için uzun yıllar mücadele etmiştir.
1386 yılına gelindiğinde Timur, bölgede kendine itaat etmeyen bütün emirleri bertaraf etmiş ve Anadolu'nun kapısına dayanmıştı. Gürcüler mağlup edilip Kars, Tiflis, Doğu Bayezit, Erzurum, Erzincan ve Van ele geçirildi. Timur'un 1391 yılında Kıpçak Hanı Toktamış'ı "Kunduzca Savaşı"nda mağlup etmesi, gücünün zirveye çıkmasına bir işarettir. Bir sonraki seferinde ise Bağdat, Musul, Mardin ve Urfa alınarak Irak-ı Arap'ın da fethi tamamlanmıştı.
Ülkelerini kaybeden Karakoyunlu Emiri Kara Yusuf ve Sultan Ahmet Celâyir, Timur Han'ın korkusundan Memluk Sultanlığı'na sığınmak istedilerse de, bu mümkün olmadığından, Ahmet Celâyir, Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezid'e sığınmıştı. Bu sırada Sultan Bayezid'in Timur'un itaatini kabul eden Erzincan Hâkimi Taharten'i tehdit etmesi Osmanlı ile Timurluların arasının iyice açılmasına sebep olmuş, Taharten de Timur'a sığınmıştı. 1400 yılında Timur; Sivas, Malatya, Antep ve Halep'i alarak Irak ve çevresinde meşgulken, Yıldırım Bayezid de Sivas ve Erzincan'ı geri alarak Erzurum'a kadar ilerlemişti. Bu durumda savaş kaçınılmaz bir hâle gelmişti. Nihayet 28 Temmuz 1402'de Ankara yakınlarında vuku' bulan savaşı Timur kazanmıştı.
O zamana kadar istikrarlı bir şekilde büyüyen ve stratejisini gaza ve kâfirlerle mücadele üzerine kuran Osmanlı, on yıl kadar sürecek ve adına "fetret devri" denilen, bir kargaşa dönemine sürüklenecekti. Bu savaştan sonra Timur, Batı Anadolu'ya kadar gelerek o zamana kadar Müslümanların almaya muvaffak olamadıkları İzmir ve Foça'yı ele geçirmiştir. Bu Anadolu seferi münasebetiyle Tire yakınlarında bir kaya üzerine Farsça bir kitabe kazdırmıştır. Bir sonraki yıl Gürcistan ve Ermenistan üzerine yürümüştür. 1404 yılında Semerkant'a dönen Timur, burada çok kalmadan daha önce karar vermiş olduğu Çin seferine çıkmıştır. Sefer güzergâhında bulunan Türkistan'daki Otrar şehrinde bazı düzenlemeler yapmak ve kararlar almak için bir süre kalmış; ancak bir müddet sonra hastalanmıştır. 18 Şubat 1405 tarihinde ise hastalıktan kurtulamayarak vefat etmiştir.
İşte tarihçilerin Timur için söyledikleri:
At binen, kılıç kuşanan, attığı oku yüzük deliğinden geçiren bir çocuk; on iki yaşında savaşa katılan bir bahadır; savaşlardan, savaş talimlerinden arta kalan zamanını okumakla, büyük âlimlerden ders almakla geçiren genç bir idealist; üç yüz kişilik bir kuvvetle on bin kişilik bir orduyu yenen eşsiz stratejist; bir savaşta ayağından yaralanan ve bu yüzden adının sonuna Fars dilinde "topal" anlamına gelen "lenk" sıfatı eklenen bir başbuğ (Türkler 'Aksak Timur' Batılılar 'Tamerlan' derler); dünya tarihine, özellikle Türk-İslâm tarihini çok iyi bilen, dinin, ilim ve sanatın koruyucusu; Asya'da Türkçe'nin, Türk sanat ve kültürünün Fars kültürünün baskısı altında yok olup gitmesini önleyen, öne geçmesi, örnek olması çığırını açan hükümdar; aman dileyenin dostu, düşmanlarının acımasız baş belası, ama askerlerinin âdeta taptığı hükümdar ve milletinin babası...
Bu kadar değil. Günahını sevabından, zulmünü adaletinden çok göstermek isteyenler de vardır. Kellelerden kuleler yaptığını, şehirleri yakıp yıktığını da hatırlatırlar. Yıldırım Bayezid'le savaşmış ve kardeş orduları birbirine kırdırmış olmakla da suçlanır. Gerçekten Ankara Savaşı'ndan sonra Osmanlı Devleti bir süre bocalamış ve bir fetret devri geçirmiştir. Fakat aynı tarihçiler, hatta bütün tarihçiler, Timur'un son ana kadar savaşı başlatmamak için, Yıldırım'ın ise başlatmak için gayret gösterdiğini yazarlar.
Ey Firdevsî, kalk, kalk da, her satırında kötülediğin mağlup Türk'ü şimdi gör!
Timur'u, Hıristiyan Batı, zalim ve yıkıcı olarak anar. Timur, daha hayatta iken bu suçlamalara cevap vermiştir. O, İlhanlı Devleti'nin ve ona bağlı Çağatay Hanlığı'nın kargaşalıklar, entrikalarla sarsıldığı bir dönemde, yenilmez bir güç olarak ortaya çıkmıştı. Türk, İran ve Arap tarihçileri, bu kargaşalığa Yahudi tüccarların ve Hıristiyan misyonerlerin birinci derecede sebep olduklarını belirtirler. Bu tüccarlar ve bazı misyonerler Avrupa krallarına casusluk yapıyorlardı ve bunlar bütün Türkistan'a dolmuşlardı. Timur bunların faaliyetlerine son verdi. Hindistan'dan Hıristiyan misyonerlerin kovulmasını, bu kıtada Müslümanlığın yayılmasını sağladı. Bunun için Hıristiyanlar ona düşman idi. Timur, aldığı yerlerde, Yunan ve Roma eserlerinin kalıntılarını, putları yıkmıştı. Bu yüzden ona "yıkıcı" demişlerdir.
Ama ona kendi devrinin İslâm âlimleri, "Kutbeddin","Sâhib-Kırân-ı Âzam Cennet Mekân" adını da vermiş ve böylece onun, Dinin kutbu, en ileri geleni; Kutlu, güçlü ve cennetlik" bir hükümdar olduğunu da söylemişlerdir. İsfahan'dan yetmiş bin kişiyi kılıçtan geçirip kellelerini kule gibi yığması da insan kellesinden kule yapan hükümdar" olarak anılmasına sebep olmuştur. Buna kendisinin verdiği cevap şudur: “İsfahan'a bıraktığım memurlarımı ve beş bin kişilik askerimi, isyan edip bir tekini bile sağ bırakmadan kılıçtan geçirdikleri, dinsizlik ettikleri için..."
İran tarihçilerinin, Timur'un daima aleyhinde olmalarının, böylece batıda olduğu gibi doğuda da kötülenmesinin bir sebebi de şudur: Timur, İran seferinde, Şehname'nin yazarı ünlü şair Firdevsî'nin mezarına giderek, "Kalk, kalk da, her satırında kötülediğin mağlup Türk'ü şimdi gör!" demiştir.
O, kendi devrine kadar Bilge Kağan'dan başka hiçbir Türk hükümdarın göstermediği bir anlayışla, gurur kaynağını şu sözlerle belirtmiştir:
"Biz ki Melik-i Turan, Emîr-i Türkistan'ız,
Biz ki Türk oğlu Türk'üz;
Biz ki milletlerin en kadîmî ve en ulusu
Türk'ün başbuğuyuz!..."
Yaşadığı devirden, cihangirliğinden, yaptıklarından söz etmeden de onun kimliğini belirttiğimiz zaman büyüklüğünü ifade etmiş oluruz:
Timur, Sultan II. Murad Han'ın 1441 yılında yazdığı bir nâme ile kendisini Büyük Türk Hakanı olarak tanıdığını ve tâbi olduğunu bildirdiği âlim hükümdar Şahruh'un babası; şair hükümdar Hüseyin Baykara'nın ve bu gün Ay'ın en geniş kraterlerinden birine adı verilen Ay atlasında Türk adını bulunduran ünlü astronom Uluğ Beğ'in dedesidir.
Timur Ölüm döşeğinde şunları söyledi:
"Oğullarım,
Milletin refahını, saadetini sağlamak için sizlere bıraktığım vasiyeti ve tüzükleri iyi okuyun, asla unutmayı ve tatbik edin. Milletin dertlerine derman bulmak vazifenizdir.
Zayıfları koruyun, yoksulları zenginlerin zulmüne bırakmayın. "Adalet ve iyilik etmek" düsturunuz, rehberiniz olsun.
Benim gibi uzun saltanat sürmek isterseniz, kılıcınızı iyice düşünerek çekiniz, bir defa çektikten sonra da onu ustalıkla kullanınız.
Aranıza nifak tohumları ekilmemesi için çok dikkatli olun. Bazı nedimleriniz ve düşmanlarınız nifak tohumları saçmaya, bundan faydalanmaya çalışacaklardır. Fakat vasiyetimde size idare şeklini, ana ilkelerini gösterdim. Bunlara sadık kalırsanız taç başınızdan düşmez.
Ölüm döşeğimde söylenen babanızın bu sözlerini unutmayın.
Benden sonra hakan Pir Muhammed Cihangir olacaktır. Ona, bana itaat eder gibi itaat edeceksiniz. Kumandanlarım, şimdi itaat yemini ediniz!"
(Ve bütün kumandanlar, saray adamları, ağlayarak yemin ettiler.)
Son sözü "Lâilâhe illallah" oldu. Cenazesini mumyalayarak Semerkant'a götürdüler. Sağlığında çok sevdiği torunu Muhammed Sultan için yaptırdığı türbeye, torununun yanına gömüldü.