HİCRET- ÇÖLE İNEN NUR'DAN


 

KARARGÂH MEDİNE


Allah'tan, küfre silâhla karşı çıkmak emri geldi ve artık karargâh Medine...

— Teker teker, üçer beşer, Medine'ye göç etmeye başlayınız!

Öncüler harekete başladı.

İlk giden Ebu Seleme olmuştu. Medinelilerin biy'atinden bir yıl evvel...

Sonra Âmir bin Rebia ve zevcesi Leylâ... Arkasından Abdullah bin Cahş...

Derken bölük bölük sahabî Hazret-i Ömer ve yakınları.. Hazret-i Osman ve Habeşistan'dan

dönenler..

Herkes gizlice çıkıp gittiği halde, Ömer, belinde kılıç ve elinde ok, hareketinden evvel Kabe'yi

tavafa gitti, yedi kere tavaf etti ve oradaki müşriklere şöyle haykırdı:

İşte ben gidiyorum! Anasını ağlatmak, karısını kocasız ve çocuğunu babasız bırakmak

isteyenler şu vadiye doğru arkamdan gelsin!

Mekke ile Medine arasında, develerin ayak izlerinden, dalgalı, dolambaçlı, ahenkli bir yol... Bu

yolu, kâinat çapında bir kurtuluş hareketinin erleri, Allah Sevgilisinin Mekkeli sahabîleri, tevhid

muhacirleri açmıştır.



Mekke'de, Allah Resulünün yanında, Ebu Bekr ve Ali'den başka kimsecikler kalmadı. Ebu Bekr

rica etti:

— Bana da izin ver, gideyim, ey Allah'ın Resulü!

— Katlan, yâ Eba Bekr; Allah'tan niyazım o ki, seni bana yoldaş etsin.

Ebu Bekr, başına inen gökler dolusu devlet altında, başını eğdi, tek kelime söylemedi.


KUREYŞ TOPLANIYOR


Kureyş, bu anlaşılmaz, acayip, fakat ürkütücü işler karşısında, meclis evleri olan «Dar-ün-Nedve»

yi doldurdu. Bir araya geldiler. Saatlerce çekiştiler.


— Bölük bölük gidiyorlar! Nereye-.. Medine'ye mi? Orada ne yapacaklar? Hiçbir şey belli

değil... Bu gidişle her şey olabilir! Mekke'de O'ndan ve en yakın bir iki kişiden başka kimse

kalmadı! İşte sessiz bir sıyrılışla içimizden çözülüyorlar! Yarın birdenbire tepemize düşmeyecekleri

ne malûm!.. Göz göre göre razı olacak mıyız?.

Ve karar:

— Artık, ne pahasına olursa olsun, O'nu öldürmeliyiz!

Plân tamam.: Gece evine gidecekler ve uykuda öldürecekler Bir sürü kâfir bu vazifeyi üstüne aldı.

GECE


Allah'ın Sevgilisi her şeyi biliyor; yatağına yatmadı. Oraya Ali'yi yatırdı ve bir köşede «Yasin»

sûresini okumaya başladı.

Sıra, şu mealdeki âyete gelmişti:

«— Biz onların önlerine ve arkalarına duvar çektik ve şuurlarını körlettik. Ve işte görmezler.»

Âyeti sonuna kadar okudular, kalktılar, kapıyı araladılar, çıktılar.

Karanlık gölgeler, kalblerinde âyet, yerden bir avuç toprak alıp karartılara doğru serptiler.

Yürüdüler. Ne gören var, ne bir şey anlayan... Basiretleri bağlanmıştır.

ibn-i Abbas:

«— O gece Allah Resulünün saçtıkları topraktan kimin üzerine dokunduysa Bedr çenginde kılıçtan

geçti.»



Âyet meali:

«—- Şöyle dua et; de ki: Yâ Rab, beni rızan ile ve hoşlukla gideceğim yere vardır. Ve rızan ile ve

hoşlukla çıkacağım yerden çıkar! Ve bana öyle bir dayanak ver ki; düşmanlara karşı desteğim

olsun...»

Biraz sonra bir kâfir gelip, Allah'ın Resulünün kapısı önünde bekleyenlere seslendi:

— Ne bekliyorsunuz?.

— O'nu gözetliyoruz!

— Gözetlediğiniz insan çoktan çıkıp gitti! Siz ayakta uyuya durun!.



Baktılar ki, yatakta, taze delikanlı, Ali'den başka kimse yok...

DOĞRU EBU BEKR'E


Allah'ın Resulü, Hazret-i Ali'ye emir vermişlerdi:

— Ben Allah'ın emriyle Medine'ye hicret ediyorum. Sen birkaç gün burada kal; bendeki

emânetleri sahiplerine teslim et ve ardımca gel!

Ve doğruca Ebu Bekr'e yollandılar. Ebu Bekr, Allah Resulünün geldiğini görünce hayrete düştü.

Böyle birdenbire gelişinin sırrı nedir acaba?. Ve kapıyı açıp niyaz etti:

— Buyursunlar, ey Allah'ın Resulü...

— Yâ Eba Bekr, Medine'ye hicret izni verildi. Gidiyorum.

— Ben de beraber miyim?

— Evet.

Ebu Bekr şevk ve saadet içinde atıldı:

— Binilecek iki devem var. Birini sen al!

— Parasiyle...

'Buyurdu Allah'ın Resulü ve deveyi satın aldı.

Ebu Bekr'in birçok hediyesini alan Allah'ın Resulü, bu defa kabul etmemiş, nefsiyle ve maliyle

hicreti tamamlamak istemişti.

Hazret-i Ebu Bekr, kızını çağırdı:

— Ayişe, yol eşyamızı hazırlayın!



Hazret-i Ayişe:

«—• Aceleyle, giyeceklerini hazırladık. Yiyeceklerini de bir torbaya doldurup ağzını bağladık.

Allah'ın Resulü parayla bir kılavuz tuttular, develeri ve eşyayı ona teslim ettiler. Amr isimli hizmetçilerini de

beraber aldılar. Bunlara deniz tarafından gidip istikameti belli etmemelerini, dolambaçlı kavisler

çizerek izleri karıştırmalarını ve üç gün sonra Sevr dağındaki mağaranın önünde bulunmalarını

emrettiler. Kılavuz ve hizmetçi develerle gitti. Kendileri de babamla dosdoğru Sevr dağındaki

mağaraya.»

MEKKE'DE FIRTINA:


Ertesi günü Mekke çalkalandı:

— Gitmiş! Başlarını alıp gitmişler!

Duran adamın karşısında dişlerini gösteren ve hırlama tecrübeleri yapan köpek, o adam andını

dönüp yürümeye başlayınca nasıl köpürür?

Öyle köpürdüler.

Her sıyrılış, mutlaka arkasından bir atılış çeker.

Öyle atıldılar.

Aramadıkları delik, adam çıkartmadıkları istikamet kalmadı. O'nu bulup da getirene yüz deve ihsan

vâdettiler.

Pertavsızlarla inceliyormuş gibi, izler üstüne kapandılar...

Bir iz buldular. İki çift iz.. Yanyana, birbirleriyle sarmaş dolaş, biri öbürünün elinden, öbürü de

diğerinin alnından öpen birer çift iz...

Domuzlar gibi izleri koklaya koklaya gittiler. Sevr dağı... Tepesine kadar çıktılar. İzler bir

mağaranın önünde kesiliverdi.



Mağaranın ağzını kocaman bir örümcek ağı perdelemiş.. Ağın ortasında iri bir örümcek, nokta

kadar gözleri fırıl fırıl, uzun ayaklarının salıncağından yaylanıyor. Kenarda bir güvercin yuvası ve

yumurtaları.

Mağaranın ağzı önünde konuşanlar:

— İçeride olmasınlar?

— Deli misin sen? Boydan boya örümcek ağına baksana!

— Ne olur. ne olmaz; bir kere girip bakalım! Ümeyye bin-i Halef isimli kâfir;

— Haydi oradan, akılsızlar! örümcek buraya, daha Muhammed doğmadan ağlarını çekmiş...

Basıp gittiler.

Hazret-i Ebu Bekr:

«— Eğer içeriye doğru şöyle dikkatle baksalardı bizi görürlerdi.»

Allah Resulü:

«— Yâ Eba Bekr; o iki kişinin üçüncüsü Allah olduktan sonra sen ne sanıyorsun? Kim, ne

görebilir?»


Mağara ve Ötesi

MAĞARADA


Hazret-i Ebu Bekr:

«— Mağaranın içinde gördüm ki, mübarek ayakları kanamış... O nermin ayakların sahibi, yalın

ayak yürümeye ve cefa çekmeye alışık değillerdi.»



Hazret-i Ebu Bekr:

«— Ey Allah'ın Resulü, ben basit bir ferdim; ölmüşüm, kalmışım, ne çıkar! Amma sana bir zarar

erişecek olursa bütün ümmet helak olur!»

Allah'ın Resulü:

«— Merak etme, Eba Bekr, Allah bizimledir.»

Mağarada üç gün kaldılar. Ebu Bekr Hazretlerinin oğlu Abdullah, geceleri gelip kendilerini ziyaret ediyor,

Mekke haberlerini veriyor ve gün doğmadan gizlice Mekke'ye dönüyordu.



Mağarada Allah'ın Sevgilisi, mukaddes başını, âlemin en büyük Peygamber dostu Ebu Bekr'in

kucağına koymuş uyumakta...

Ebu Bekr, uyanıklığı mı, uyku hali mi daha güzel ve canlı olduğunu kestiremediği bu yüze bakıyor.

Allah Sevgilisinin yüzü...

Anîden, mağaranın deliklerinden birinde küçük bir yılan başı gördü... Hemen çıplak ayağı ile

deliği tıkadı. Ebu Bekr'in ayağına incecik bir neşter gibi yılanın dili girip çıktı. Ebu Bekr acıdan

yandı. Fakat Allah'ın Sevgilisi uyanmasın diye hiç kıpırdamadı. O kadar yandı ki, gözlerinden yaş

boşandı ve şıp şıp, Allah Resulünün yüzüne damladı;

Uyandılar:

— Ne oldu yâ Eba Bekr?

— Hiç efendim!

Karşılıklı oturdular.

Sevr mağarasında bu karşılıklı oturuşun sırrı bilinse..

MANEVÎ MİRAÇ


Peygamberin Miracı değil bu; o hâs ismiyle tek ve mutlak Miraç...

Bir de Allah'ın her insana açık bıraktığı bir yol var. Allah'a ermenin yolu..

Allah'a ermenin, Allah'ta fena ve beka bulmanın, İlâhî marifete ulaşmanın yolu... Erenlerin yolu...

Erenler dediğimiz harikulade insanların yolu... Mansur'un yolu, Mevlânâ'nın yolu. Yunus Emre'nin

yolu ve daha nice, her biri bunlardan her birinin bilmem kaç misli değerinde namsız ve nişansız

Allah dostlarının yolu... Velîler yolu...

Evvelâ imân, sonra şeriat, sonra tarikat, peşinden hakikat ve marifet yolu.. Tek kelimesiyle tasavvuf

yolu...

Tasavvufun dine sonradan girdiğini, şuradan ve buradan devşirildiğini, hiç değilse dini

yurmuşatmak ve derinleştirmek için. doğduğunu, yoksa sert ve çetin ölçülerden ibaret dinin böyle

bir ruha malik olmadığını sananlar vardır.

Güneşin, ışığını aydan aldığı fikrinden daha bedbaht bir zan...

Yarasalara mahsus bir görüş...

Böyleleri, genişliğine, uzunluğuna ve derinliğine tam ve mutlak hacim belirten dinin derinlik

buudunu görmeyenler ve onu ruhlarında satıh haline getirenlerdir. O'nu anlamayanlar. Halbuki

şeriat O'nun, Allah Resulünün zahiri,'tasavvuf da bâtınıdır. Biri, içinde nur cümbüşü kopan,

perdeleri kapalı elmas sarayın dışı, öbürü de içi ve ziyafet sofrası... Ve her şey O'nunla ve O'ndan...

—''"O'nun zahiri, O'nun bâtını... O'nun dış ve iç tecellileri... Tek dâva ve yol, O'nun ruhaniyetine

yapışmaktan ibaret... O'nsuz oluş yok...

Bu ruhaniyet, dışına hiç sızıntı vermeyen sert ölçülerin hendese şekli gerisindedir ve iç ve dış,

birbirine sıkı sıkıya mutabıktır. Ve insan veya topyekûn insanlık, bu ölçülerden geçecek olursa,

tepesine ebediyet yağmurunun indiğini ve Allah'a giden yolun açıklığını görecektir.

Mağaranın içinden öyle bir pencere açtık ki, kucakladığı ufukları en kaba topografya nisbetieriyle

belirtmek için bile, kütüphaneler dolusu kitap yazmak lâzım...

Pencereyi kapatıyor ve sadece dipsizlik âleminden bir işaretçik çekip dış plâna dönüyoruz, işte bu

yolu O, Allah'ın Sevgilisi, Sevr mağarasında açtı ve ilk bâtın istikametini Ebu Bekr'e gösterdi.

Ebu Bekr'i karşısına aldı, dizleri üstü oturttu, gözlerini yumdurdu ve kendisine gizli zikri tâlim etti:

— Dilini damağına yapıştır, hiç oynatma, bütün canını kalbinde topla ve onun içinden gizlice

haykır: Allah, Allah, Allah...



Kutupların Kutubuna bağlı tarikat yolunun ikinci kutbu Hazret-i Ali... Ona gösterilen de açık

zikirdir. Ağız ve kalb bir arada zikir...

Bâtm yolu iki kapıdan Allah'ın Sevgilisine varır: Ebu Bekr ve Ali kapıları.. Birinde farika gizlilik,

öbüründe açıklık..."



Gizli zikir fârikasıyle, Ebu Bekr geçidinden Allah Resulünün ruhaniyetine varan yolun, hiç

bozulmadan bugüne kadar gelmiş bir mektebi vardır.



Açık zikrin ise, bozulanı ve bozulmayaniyle birçok mektebi var.. Çoğu bozulmuş ve çığırından

çıkmış...

İşte her dalından binlerce kol ve budak fışkırmış olan erenler ağacının bozulmayan halkalanışı

«Silsile-i Zeheb» Altun Silsile:

Ebu Bekr O'ndan aldı ve sırasıyle biri öbürüne verdi:

Selman-ı Farisî...

Kasım bin Muhammed bin Ebu Bekr...

Cafer-i Sadık...

Bayezid-i Bestamî...

Ebülhasan-ı Hirkanî...

Ebu Ali Farimedî...

Yusuf-ü Hemedânî...

Abdülhalik Gucdevanî....

Arif-i Rivegerî...

Mahmud Encir Fagnevî...

Ali Râmitenî...

Muhammed Bâbâ Semmasî...

Seyyid Emir Külâl...

Şah-ı Nakşibend Muhammed Bahaeddin...

Alâeddin Attar...

Yakub-u Çerhî...

Ubeydullah Ahrar.;.

Muhammed Zahid...

Derviş Muhammed...

Hacegi Emkengî...

Muhammed Bâkibillâh...

İmam-ı Rabbânî...

Muhammed Masum...

Seyfüddin...

Seyyid Nur...

Mazhar-ı Can-ı Canan...

Abdullah Dehlevî...

Mevlânâ Halid...

Seyyid Tâha...

Seyyid Fehim Arvâsî...

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî...

Ortalama kırkar sene ara ile bin dört yüz yıla yakın bir zaman şeridini tutan bu kademeler,

Mukaddes Emaneti, bir avuç su halinde sahibinden aldılar ve tek zerresini dökmeden birbirinin

avucuna devredip zamanımıza kadar getirdiler.

«Altun Silsile» nin son kahramanı, Efendim, Mürşidim ve Kurtarıcım Abdülhakîm Efendi

Hazretleri, 1943 yılında Ankara'da vefat etti ve Bağlum köyünün silîk ve sönük mezarlığında,

namsız ve nişansız, bir taşın altına geçti.

Tek avizesindeki tek mumda sayısız güneşler pırıldayan, Allah Sevgilisine ait bâtın sarayı yolunun,

kapkaranlık Sevr mağarasında açıldığını pek az insan bilir.


— 42 —

Nur Sütunu

YOLA DEVAM

Mağaradan çıktılar. Develeri ve hizmetçileri buldular ve Medine yolunu tuttular. Artık tarih,

zamanı sayabilir... Birinci sene...

İslâm takvimi işlemeye başlıyor.



Yolda «Kudey» diye bir yer var. Orada Ümm-ü Mâbed isimli bir kadın... Gelip geçenlere yiyecek

içecek satıyor. Son derece acıkmışlardı. Kadına hitap ettiler:

— Yiyecek bir şeyin var mı?

— Hiçbir şey kalmadı; kusura bakmayın! Bir tarafta cılız bir koyun..

Allatı'ın Resulü sordular:

— Şu koyuncağızın sütü de mi yok?

— Nerede, dedi kadın; öyle bitkin halde ki, sürüye gidemedi. İşte olduğu yerde duruyor.

Allah'ın Resulü cevap verdiler:

— Eğer izin verirsen biraz sağalım. Ne çıkarsa bize yeter...

— Buyurun; tecrübe edin!

Allah'ın Resulü, koyunun yanına gitti, çömeldi, ellerini uzattı ve «Allah'ın izniyle» deyip sağmaya

başladı. Süt... Süt fışkırarak geliyor. Çanak öylesine doldu ki, kendileri, mağara dostu ve

hizmetçileri kana kana içtikleri halde yine arttı.



Onlar yola çıktıktan sonra Ümm-ü Mâbed'in kocası geldi:

— Bu ne hal? Bu koyunun tek damla sütü yoktu.

— Bir mübarek adam geldi. Allah'ın ismini söyleyip elini uzatır uzatmaz süt inmeye başladı.

— Nasıl adam anlat?

— Nur yüzlü bir inasn... Simsiyah saçlı, simsiyah gözlü, incecik kaşlı ve gür kirpikli... Gözünün

karası gayet siyah ve akı gayet beyaz bir insan... Uzun boylu... Sesi ne fazla kalın, ne ince; amma

fevkalâde tatlı... Konuşması harika...

— Kureyş'ten çıkan Peygamberdir bu zât... Keşke geldikleri zaman evde bulunaydım!.

Memesine, Allah Resulünün parmakları değen koyunu uzun zaman sağdılar. Koyun, kıtlık ve

hayvan hastalıkları zamanında bile sütünü eksiltmedi.

GERİDE OLANLAR


Hazret-i Ebu Bekr'in kızı Esma Hatun:

«Allah'ın Resulü ile babam, çıkıp gittiler. Ne olup bittiğinden hiç haber alamadık. O günlerde,

arkasında. Kureyşlilerden bir topluluk, Ebu Cehl kapımızın önüne geldi ve bana haykırdı:

— Nerede baban?

— Hiç haberim yok!

Yüzüme bir tokat attı, kulağımdan küpem düştü.»

Ebu Bekr ailesiyle Ali'ye, yapmadıkları baskı bırakmadılar.



Atlı ve yaya, Allah Resulünün peşindeler. Süraka isimli biri, atiyle sağa sola seğirtirken onları

gördü. Hazret-i Ebu Bekr de atlıyı görünce korktu:

— Ey Allah'ın Resulü, kâfirler bizi bastı!

— Korkma, yâ Eba Bekr, kâfirler bize zarar eriştiremez.

Atlı, uzaklardan, dört nala üzerlerine geliyor. Allah'ın Resulü'ne erişecek bir mesafede Süraka'nın atı suya düşmüş gibi göğsü-Resûlü ellerini kaldırıp dua ettiler.

Karşılıklı ses gelebilene kadar kumlara batıverdi. Çabaladıkça battı. Meydanda, atın başıyle

Süraka'nın göğsünden yukarısı...

Süra'ka haykırdı:

— Bildim; duan ile oldu! Yine dua et kurtulayım, düşmanlarını savayım!

Bir duada sıçrayan ve kurtulan at.. Süraka ileride müslüman...

MEDİNE UFUKLARI


Medine.. Medeniyet kelimesinin mefhum yatağı Medine... Peygamber beldesi Medine... İşte

incecik hurma ağaçlan ve dümdüz damlı çatılarıyle ufuk çizgisi üstünde yayılmış, «Medine-i

Münevvere» olmaya can atıyor. Ve zira işte, mesafeleri ağzında tatlı tatlı, ahenkli ahenkli çiğneyen

bir deveye binmiş, yanında mağara dostu Ebu Bekr, Medine'ye Nur geliyor.



Medine'ye yaklaşan Nur Sütunu..

Peygamber Beldesi

BÜTÜN MEDİNE YOLLARINDA


Allah Resulünün Mekke'den çıktığını haber alan Medineliler, her gün sabahtan akşama kadar,

yollara dökülmüş, ufukları tarıyor. Her gün ufukları tarıyorlar ve akşam olup da batan güneş

ortalığı kızıllığa boğunca, yine hiçbir işaret görmemekten kızgın ve küskün evlerine dönüyorlar.

Bir gündü. Mesafeler, yelpaze kanatları gibi dalga  dalga... Bir iş için evinin damına çıkmış biryahudi...

Uzaklara baktı; ağır ağır yol alan iki deve üstünde iki insan gördü. Öyle bir hal ki, onlardan başka kimse

olamazdı.

Çığlığı bastı:

—• Hey, müslümanlar, beklediğiniz geliyor!..

Bir koşuşmadır başladı. Evine kapağı atan, en ziynetli elbiselerini giyinen, silâhlarını kuşanan, şehir

dışına çıkan, yayılan, dökülen bir kalabalık...

Allah'ın Resulü, bir saatlik mesafede. Kubâ köyü civarında.. Ebu Bekr'le beraber beyazlar

giyinmişler, deve sırtında geliyorlar.

Yakınlardan, koşuşanlar... Allah'ın Resulünün eteklerine yapıştılar; develerinden indirdiler ve Kubâ

köyünde Amr bin Avfoğullarının evine kondurdular.

Güneş kızgın, hava bayıltıcı ve Medine yakın.. Biraz dinlenmelerini rica ettiler.

Medine'den Küba'ya doğru akın...



Allah'ın Resulü istirahate çekildi. Ebu Bekr evin önünü dolduran karşılayıcılarla sohbet etti. Bölük

bölük müslümanlar Küba'ya akmakta devam ediyor.

Bu köyde dört gün kaldılar. Birdenbire Medine'ye gitmek istemiyorlar ve yanı başında bulundukları

Peygamber Beldesinin bütün ruhiyle ve tamamiyle zahir olmasını bekliyorlardı. Bu sırada Hazret-i

Ali de, kendisine verilen emirleri yerine getirip yola çıkmış, Küba'da Allah'ın Resûlüne

kavuşmuştu.

Allah'ın Resulü Küba'da bir mescid yaptırdılar.

İşte müslüman topluluğunun ilk mescidi... Allah onu:

«— Takva üzerine atılan mescid...»

Diye andı.

Allah Resulünün, sahabîleri ile toplanıp açıkça namaz kıldıkları ilk ibadet yeri burasıdır.

Medine önlerine ve Küba'ya pazartesi günü gelmişler, salı, çarşamba ve perşembe günlerini

orada geçirmişler ve cuma sabahı hareket etmişlerdi. Peşlerinde yüzden fazla insan Küba'dan

ayrıldılar.

ÇÖKEN DEVE


Küba'dan çıkınca Salim ibn Avf'lara uğradılar. Orada, vadinin ortasında cuma namazını kıldılar.

O noktada da bir mescid yükseldi ve ismi Cuma Mescidi diye kaldı.

• Peygamber Beldesinin kapılarında ilk cuma namazının hutbesinden:

«— Kıyamet günü, hesap günü... İnsanlara, çobansız bıraktığı koyunun hesabı sorulacak... Herkes,

nefsini yarım hurma ile olsun kurtaracak hayırlı işi işlemeye baksın. O da yoksa tatlı söz...»

Ve Allah'a hamd, Allah'ın Kitabını methettiler. Namazdan sonra develerine bindiler ve Medine... O

vakit Medine gayet mamur ve etrafı bahçelik, tarlalık... Kimin önünden geçseler davet:

— Buyursunlar, ey Allah'ın Resulü...

— Bakalım, devemiz kimin evinin önünde çökecek?



Devenin yularını boynuna bırakmışlar, hiç idare etmiyorlar. Deve, sağına, soluna bakınıp Medine

sokaklarında ilerliyor. Bütün şehir ayakta ve cümbüş içinde...

Deve, Sehl ve Süheyl isimli iki öksüze ait, boş bir yerin önünde çöktü. Biraz sonra kalktı, azıcık

yürüdü ve Ebâ Eyyub-ül-Ensarî Hazretlerinin kapısının önünde yine çöktü. Allah'ın Resulü, deve

üzerinde bir müddet beklediler. Deve yine kalktı, ilk çöktüğü yere geldi, tekrar çöktü ve boynunu

uzatıp toprağa koydu ve garip bir sesle inledi.

Allah'ın Resulü deveden indiler:

«— Konağımız burasıdır inşallah...»

Devenin ilk ve son çöktüğü yer Peygamber Mescidi, ikinci çöktüğü yer de misafir olacakları ev...



Ebâ Eyyub Hazretleri, ilerleyip Allah'ın Sevgilisini evine aldı. Allah'ın Resulü alt katı istediler.

Üstteki çardak katı ev sahibi ile zevcesine kaldı. Fakat o gece Ebâ Eyyub ve zevcesi uyuyamayacak

ve Cebrail'in inip kendisine Kur'ân getirdiği Allah'ın Sevgilisine yalvara yalvara, O'nu üst kata

çıkaracaklardır.

KARŞILAMA


Karşılama; misilsiz oldu. Bütün Medine, göklerin ötesindeki mânayı getiren ve nur huzmesini

.Medine'ye çeviren mukaddes misafiri bir ana baba günü ayaklanışı ile ve şevklerin en taşkıniyle

karşıladı. Perde arkasında oturan kadınlar, evlerin damlarını bastı. Önlerinden Allah'ın Resulü

geçerken şiirler okudular:

«Medine'nin Veda Yokuşu başından «Üzerimize ayın ondördü doğdu. «Şükürler olsun; bize vacip

oldu şükür...»

Genç kızlar, Arap adetince defleriyle çıktılar ve şenlik yaptılar.

Allah'ın Resulü onlara sordu:

— Beni seviyor musunuz? Haykırdılar:

— Evet, ey Allah'ın Resulü... Allah'ın Resulü tebessüm buyurdular:

— Benim kalbim de sizi sevîyor.

Sokaklarda, yalınayak başı kabak, koşuşan, zıplayan çocuklar:

— Allah'ın Resulü geldi, Allah'ın Resulü geldi!

Çöle İnen Nur
Necip Fazıl Kısakürek

1 yorum:

  1. Mağaranın içinden öyle bir pencere açtık ki, kucakladığı ufukları en kaba topografya nisbetieriyle belirtmek için bile, kütüphaneler dolusu kitap yazmak lâzım... Pencereyi kapatıyor ve sadece dipsizlik âleminden bir işaretçik çekip dış plâna dönüyoruz, işte bu yolu O, Allah'ın Sevgilisi, Sevr mağarasında açtı ve ilk bâtın istikametini Ebu Bekr'e gösterdi. Ebu Bekr'i karşısına aldı, dizleri üstü oturttu, gözlerini yumdurdu ve kendisine gizli zikri tâlim etti: — Dilini damağına yapıştır, hiç oynatma, bütün canını kalbinde topla ve onun içinden gizlice haykır: Allah, Allah, Allah...

    YanıtlaSil

Öne Çıkan Yayın

İBDA ve İBDA-C Nedir?

İBDA-C’nin daha iyi anlaşılması için İBDA'nın kısaca tarif ve izahını yapmak istiyoruz… Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu’nun "...

İzleyiciler

Popüler Yayınlar

Tema resimleri duncan1890 tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.