Kafkas Kartalı; Şeyh Şamil
Kafkas Kartalı; Şeyh Şamil
6 Eylül 1859 tarihinde Kafkas Kartalı Şeyh Şamil Ruslara teslim olmak zorunda kaldı...Bu vesile ile bir kez daha Kafkasların efsane komutanı, büyük Mücahid şeyh Şamil'i rahmet ile yad ediyoruz...
Rusların, Kafkasya’da ortadan kaldırmak istediği İslâmiyeti, tekrar ihya etmek için mücadele veren, Kafkas-Rus mücadelesinin en unutulmaz siması ve düzenli Rus ordularını dize getiren büyük mücahid, Kuzey Kafkasya’nın efsanevi lideri İmam Şamil, 1797 yılında Dağıstan’ın Gimri köyünde dünyaya geldi. Küçük yaştan itibaren ilim tahsil etmeye başladı. Otuz yaşına kadar tefsir, hâdis, fıkıh ilimlerini; edebiyat, tarih ve fen bilgilerini öğrenerek, büyük bir âlim ve gönül sahibi bir veli oldu.
Şeyh Şamil, daha gençlik yıllarında Şeyh Mansur ile başlatılan hürriyet mücadelesindeki yerini aldı. Mansur’dan sonra, Gazi Muhammed, Kafkaslıların başına geçerek imam oldu. O da gönül sahibi bir veli idi. Şeyh Şamil’in çocukluk arkadaşı olan Gâzi Muhammed, Ruslarla yaptığı Gimri muhârebesinde şehîd düştü. Gâzi Muhammed’in yerine, Hamzat Bey imâmlığa seçildi. Üç sene kadar faâliyet gösteren Hamzat Bey, 1835 (H.1251) senesinde Hunzah Câmiinde bir Cumâ günü şehîd edildi. Onun şehâdetinden sonra imâmlık, yâni liderlik vazifesi Şeyh Şâmil’e teklif edildi. Şeyh Şâmil, tevâzu göstererek daha ehliyetli birinin seçilmesini istedi. Hattâ namzetler de gösterdi. Gohlok’ta toplanan âlimler ve milletin ileri gelen temsilcileri, her türlü yetkiye hâiz olarak, Şeyh Şâmil’e imâmlığı kabûl ettirdiler.
Şeyh Şamil, Rusları dize getirmenin ancak düzenli bir orduyla mümkün olacağını, teşkilâtlanılırsa Çar ordularıyla baş edebilecek durumda olduklarını, dışardan hiçbir yardımın gelmeyeceğini, bu sebeple iş başa düştüğünü her gittiği yerde îzâh ederek, kısa zamanda kısmen de olsa nizamlı bir ordu ve mülkî teşkilâtı kurmaya muvaffak oldu. Tecrübeli ve değerli yardımcıları, ordunun ve mülkî idârenin başına getirdi. Bu nâiblerin en meşhûrları şunlardı: Şuayb Molla, Taşof Hacı, Duba, Hâcı Sadu, Ahverdili Muhammed, Kabet Muhammed, Hitinav Mûsâ, Nûr Muhammed, Muhammed Emîn, Hâcı Murâd. Şeyh Şâmil’in seçtiği bu nâibler, memleketin olduğu kadar, askerî birliklerin de sevk ve idâresinde üstâd idiler.
Çar Birinci Nikola, Şeyh Şamil’e, Kafkasya’daki Müslümanları bir bayrak altında toplama sevdâsından vazgeçerse, kendisine en büyük makamların, rütbelerin verileceğini, başına krallık tâcı giydirileceğini, Çarlık hazînelerinin ayakları altına serileceğini bildiren göz kamaştırıcı şeytânî bir teklif hazırlatıp, en güvendiği generallerinden birini gönderdi. Şeyh Şâmil’in ise generale târihî cevabı şöyle oldu:
“Ben, Kafkas müslümanlarının hürriyete kavuşmaları için silaha sarılan gâzilerin en aşağısı Şâmil! Allahü teâlânın himâyesini, Çar’ın efendiliğine fedâ etmemeye yemin eden, özü sözü doğru bir müslümanım. Daha önce Çar Birinci Nikola’yı tanımadığımı, emirlerinin bu dağlarda geçersiz olduğunu General Klugenav’a anlayacağı şekilde tekrar tekrar söylemiştim. Bu sözleri sanki taşa söylemişim gibi, Çar, hâlâ görüşmek için beni Tiflis’e dâvet ediyor. Bu dâvete icâbet etmeyeceğimi bu mektubumla son defâ size bildiriyorum. Bu yüzden fânî vücûdumun parça parça kıyılacağını ve sırtımı verdiğim şu vatan topraklarında taş üstünde taş bırakılmayacağını bilsem, bu kesin karârımı hiçbir zaman değiştirmeyeceğim. Cevâbım bundan ibârettir. Nikola’ya ve onun kölelerine böylece mâlûm ola!”
Sonraki günlerde çok kanlı mücadeleler oldu. Rus kuvvetleri hep hezimete uğradı. Yenilgileri birbirini takib etti. Çar Birinci Nikola, bu hezîmetlerden sonra, bütün Kafkasya’yı fethetmek, Şeyh Şâmil’i ele geçirip bütün müslümanlara kötü günler yaşatmak maksadıyla, ordularının en seçkin generallerini bu iş için vazifelendirdi. Napolyon’u mağlub eden bu meşhur generaller; Fraytag, Svarts, Klugenav, Argutinski idi. Kalelere bıraktıkları ihtiyat kuvvetleriyle birlikte elli bini bulan bu seçme ordu, dört koldan harekete geçti. Netice yine Rus ordularının hezimeti ve bir avuç Müslüman’ın zaferi idi.
Şeyh Şâmil’in, bu kadar kısa sürede, harp târihinde ender rastlanan bir zaferi kazanması ile, Avaristan baştanbaşa düşman çizmelerinden temizlendi. Rusların yirmi beş müstahkem mevkii zapt ve tahrîb edildi. İki binden ziyade Rus askeri esir alınıp, binlercesi öldürüldü. En mühimi, yenilmez sanılan Rus ordularını çok az bir Müslüman Türk’ün iman gücü ile nasıl perişan ettiğine Rus Çarı dahi hayretle şahit oldu. Rus kaynakları 1843 senesinde yapılan bu harplerin neticesi hakkında şöyle demektedir: “Şâmil, Avaristan’da taş üstünde taş bırakmadı. Unsokul, Balakan, Moksok, Ahalçi, Tsanah, Hassat, Gergebil, Burunduk, Hunzah, Nizovaye, Ziran, Gimri gibi en önemli üslerimizi, mevzilerimizi kâmilen ele geçirip temelinden tahrib etti. Rusya’ya çok pahalıya mal olan bu Avaristan muharebelerinde yaptığımız müthiş masrafları, verdiğimiz korkunç insan ve malzeme zayiatını hesab edecek olursak, bu savaşın Kafkasya’da yaptıklarımızın en kanlı ve zararlısı olduğu meydana çıkar.”
Bu savaşlar neticesinde Kafkasya’da yaşayan Müslüman Türklerin maneviyatı yükseldi. Ruslara karşı müthiş bir direniş başladı. Şeyh Şamil’e karşı olan güvenleri çoğaldı. Canla başla ona yardıma karar verdiler. Bu savaş, Çar Birinci Nikola’nın gururunu kırdığı gibi, plânlarını da alt üst etti. Napolyon’a karşı galip gelen meşhur Rus generalleri, iki kolorduya yakın büyük bir kuvvet ile Avaristan’a saldırdıkları hâlde, Şeyh Şamil’in bir avuç ordusu karşısında tutunamamışlar, felce uğramışlardı.
Çar Nikola, bu hezimetten sonra da, Şeyh Şâmil’in karşısına General Vorontsof’u çıkardı. Onu Kafkas Orduları Başkumandanlığına getirerek; “Bütün ordularım bu uğurda feda olsun. Hazinelerimin bütün kapıları Kafkasya için ardına kadar açıktır. İstediğin her şeyi bol bol alabilirsin. Bunun karşılığında sizden Şeyh Şâmil’i ölü veya diri olarak ele geçirmenizi ve Dargo denilen yuvasını kasıp kavurarak çiğnemenizi istiyorum” dedi. General Vorontsof, Kafkasya’yı bir uçtan bir uca fethetmek için altmış bin kişilik bir kuvvetle harekete geçti. Şeyh Şâmil’in yok denecek kadar az bir askeri karşısında perişân olup şaşkına döndü. Şeyh Şâmil’in iki ay süren çok mahâretli ve kanlı yıpratma muhârebeleri karşısında mevcûdunun büyük bir kısmını ve üç generalini kaybetti.
Bundan sonraki günlerde Şeyh Şâmil, Kafkasya’ya musallat olan Rus ordularına sık sık akınlar düzenledi. Onları memleketlerinden çıkarmak için geceli gündüzlü çalıştı. Fırsat buldukça, Çar Birinci Nikola’yı can evinden vuruyor, hiç beklemediği yerlere saldırıyordu. Hiçbir devletten yardım görmeden, tam yirmi beş sene Ruslarla mücadele ederek vatanını savundu. Yeni Rus Çarı İkinci Aleksandr başa geçtikten sonra, Şeyh Şâmil meselesini hâlledip Kafkasya’yı baştanbaşa fethetmek için, Prens Baryatinski kumandanlığında elli bin seçme askerden oluşan bir orduyu Şamil’in üzerine gönderdi. Bu muazzam kuvvete karşı, Şeyh Şâmil de beş bine yakın süvârisiyle Ruslarla çarpışmaya başladı. Uzun ve kanlı çarpışmalardan sonra, Şeyh Şâmil, Gunip Dağına çekildi. Bu dağda beş yüz kadar fedaîsi ile bir buçuk ay süreyle koskoca ordu ile savaştı. Ellerinde atacak barutları, yiyecek bir şeyleri kalmadı. Etrafındaki yiğit askerlerinin dört yüz kadarı da şehîd olmuştu. Yiyecek yerine karınlarına taş bağlayarak düşmanla mücadeleye devâm ediyorlardı.
Dost ülkelerden hiçbir yardım göremeyen İmam Şamil’in, nihayet elindeki bütün kuvvet kaynakları tükenir ve 1859’un 6 Eylül’ünde Gunip’te Prens Baryatinsky komutasındaki 70.000 kişilik Rus ordusuna, yanında birkaç yüz kişi kalıncaya kadar direndikten sonra teslim olur.
İmam Şamil, aile efradı ve 40 kadar adamı Petersburg’a Çar’ın sarayına götürülür. Rus Çarı II.Aleksandr tarafından sarayın kapısında hayrete düşülecek derecede nazik karşılanır. Çar, babası 1.Nikola’ya ve ihtişamlı ordularına tam otuz beş yıl Kafkasya’yı zindan eden, zamanının bu en büyük kahramanını karşısında görür görmez, yüzünden ve sakalından hayranlıkla öpmekten kendini alıkoyamaz.
İmam Şamil bir ay kadar sarayda misafir edildikten sonra, saygın tutsak olarak esaret yıllarını geçireceği Kaluga’ya gönderilir. Ancak Şamil ve ailesine esaret çok ağır gelir. İki yıl içinde Şamil’in simsiyah saçları beyazlar. Büyük kızı Nafisat ile gelini Muhammed Gazi’nin hanımı Kerimet üzüntüden vereme yakalanarak ölürler.
Şeyh Şamil Hac’ca gitmek için birçok kez Çardan izin ister. Ancak aradan on yıl geçtikten sonra Çar, onun Hac’ca gitmesine izin verir. Bir tedbir olarak da oğlu Muhammed Şefi’yi alıkoyar ve Hacc’ı ifa ettikten sonra derhal Rusya’ya dönmesini şart koşar.
Şamil, 1870 yılında maiyetindeki adamları ile birlikte Rusya’dan ayrılarak önce İstanbul’a uğrar. Abdülaziz Han sarayında hazırlıklar yaptırarak, senelerdir Ruslara kan kusturan İmam Şâmil hazretlerini beklemeye başlar. Kafkasya’da, İslâmiyeti yok etmeğe uğraşan Ruslara karşı verdiği amansız mücadeleyi iftihar gözyaşlarıyla tâkib eden müslüman Türk milleti, Şeyh Şamil’e hayrandır. Onun esaretten kurtulup İstanbul’a geldiği gün, yer yerinden oynamış, halk sahile dökülmüştür. Abdülaziz Han, onu sarayın kapısında karşılayıp, büyük bir hürmetle; “Babam kabrinden kalksaydı ancak bu kadar sevinebilirdim” diyerek, çok iltifâtlarda bulunur.
Şamil, aşkına düştüğü son menzile bir an evvel varmak için Sultan’ın kendisine tahsis ettiği vapur ile yola koyulur. Vapurun her uğradığı yerde, halk görülmemiş bir heyecanla Şeyh Şamil’i karşılıyor, onun duasını almak yarışına giriyorlardı. Peygamberimizin ve Kâbe’nin hasretiyle yanan Şeyh Şamil’in heyecanı, oralara yaklaştıkça artıyordu. O sırada Mekke emîri olan Şerif Abdullah da, Şeyh Şâmil’i çok seviyordu. Onu büyük bir itibarla karşıladı. Hicaz’da, onun büyük bir âlim ve kahraman olduğunu işiten herkes, onu görmeye can atıyor, ilgi ve hürmet gösteriyordu.
Hac sırasında orada bulunduğunu duyan, dünyanın dört bir yanından gelmiş yaklaşık yüzbin müslümanın onu görmek için meydana getirdiği izdiham sonucu, hükümet makamları İmam Şamil’i Kâbe’nin üstüne çıkarmak suretiyle bu hayran kalabalığın arzusunu tatmin edebildi.
Şeyh Şamil, büyük bir îtinâ ile bütün şartlarına âzamî titizliği göstererek haccını yaptıktan sonra, ömrünü O’nun sünnet-i seniyyesini yaymak için uğraştığı, bu uğurda ölümü göze aldığı, sevgili, muhterem, mübârek Peygamberi, iki cihânın efendisi M....... aleyhisselâmın huzûr-ı şerîflerine gitmek için, nûrlu Medîne yollarına düştü. Her an aşkıyla yandığı efendisine yaklaşıyor, şimdiye kadar içinde kopan fırtınalar her geçen saniye daha da şiddetleniyordu. Peygamber Efendimiz’e olan aşkının çokluğundan ve O’na kavuşmanın heyecanından dolayı gözünden sel gibi gözyaşı akıtan Şeyh Şamil, Resûlullah’ın huzûr-ı şerîflerine geldi. Başta Medine muhafızı Hafız Paşa, seyyidler, dünyânın dört bucağından gelmiş hacılar, onu heyecanla tâkib ediyordu. Kabr-i saâdetlerinin kıble tarafına geçip, mübârek ayak uçlarından Resûlullah’a, gönlünün en derin köşelerinden coşup gelen vecd ile:
“Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ Resûlallah! Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ Habîballah! Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ Seyyidel evvelîne vel-âhirîn!” diyerek selâm verince, Resûlullah’ın, selâmına mukâbelesi ile şereflendi. Orada bulunanların şâhid olduğu bu hâdiseden sonra Şeyh Şâmil, uzun müddet duâ edip gözyaşı dökerek hasretini giderdi, gönlündeki fırtınaları dindirdi.
Şeyh Şâmil, Medine günlerinde son derece takatten düşer, çektiği büyük ızdırap artık tahammül edilmez bir hal alır ve hastalanarak yatağa düşer.
Bütün hayatını ülkesinin milli bağımsızlığına adayan, askeri dehasını bütün dünyaya ve bizzat ebedi düşmanı Rus yüksek makamlarına dahi kabul ettiren, adını dünya tarihine “gelmiş geçmiş en büyük gerilla lideri” olarak yazdıran İmam Şamil 4 Şubat 1871’de 74 yaşında iken hayata gözlerini yumar. Allah rahmet eylesin ve bizleri de şefaatine mazhar etsin.
Hiç yorum yok