İstiklal Mahkemeleri-18 Eylül 1920



İstiklal Mahkemeleri, Kurtuluş savaşı döneminde orduya engel olanları, savaştan kaçanları ve bağımsızlık hareketini engellemeye çalışanları yargılama amacı ile ilk kez 18 Eylül 1920’de kuruldu.
İç isyanların yoğunlaşması üzerine TBMM Hıyanet-i Vataniye Kanununa işlerlik kazandırmak için  İstiklal Mahkemelerinin kurulmasına karar verdi. Böylece yasama ve yürütme yetkisinden sonra yargı yetkisi de TBMM tarafından kullanılacaktı.Üç döneme ayrılan İstiklal Mahkemeleri, İkinci döneminin başlaması ile birlikte ardından bu amacından sapıp, “Modern devrim”e karşı olan insanları yargılamaya, ağır cezalar vermeye ve hatta infaz etmeye başlamıştır.
Cezalara ilişkin rakamlarda tartışma vardır. Ergün Aybars’a göre, 920 – 1922 yılları arasında 59 bin 164 sanık birinci dönem İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanmış, bu 59 bin 164 sanıktan 11 bin 744 sanık aklanmış, 41 bin 768 sanık çeşitli hapis cezalarına çarptırılmıştır. 1920 yılı Ocak ayından 1922 yılı Temmuz ayına kadar geçen sürede, çeşitli İstiklal Mahkemeleri’nce verilen idam kararları 1054′tür.  Turgut Özal’a göre ise, bu rakam 2000’e yaklaşmıştır.  Fakat bununla beraber bu rakamlar ‘resmi’ rakamlardır, bu infazları uygulayan da elbet aynı ‘resmi’ kurumlardır.

Kadir Mısıroğlu’na göre ise durum şöyledir:
“Anadolu’nun şehir ve kasabalarında dolaştırılarak, on binlerce masum insan, çoğu halka gözdağı vermek maksadı ile yoktan yere darağaçlarında telef edildi. Bu öyle bir devlet terörüdür ki kurbanlarının hakiki sayısını tespit etmek mümkün değildir. Biz, vaktiyle bir eserimizde takribi on milyon nüfusa sahip bulunan o günkü Türkiye’de bu kurbanların sayısını ‘en az beş yüz bin’ (500.000) olarak göstermiştik.” “Şeyh Sait İsyanı ve Şark İstiklal Mahkemesi”, isimli kitabında Ahmet Süreyya Örgeevren şöyle söyler: "Bir ara reis Lütfi Müfit Bey bana dönerek: “Bizim dedi, milli bir gayemiz vardır. Ona varmak için ara sıra kanunun fevkine de çıkarız” dedi.


Bolu’da kurulan İstiklal Mahkemesi Başkanı Osman Bey’e ilişkin bir alıntı, bu mahkemelerin nasıl çalıştığını anlatmaya yeter: “39. ve 40. sehpalara asacak adam yoktu. İhtiyar bir köylü, yanında oğlu önünde odun yüklü merkebi geliyordu. Emrettim, ikisini de astılar.” (Melih Pekdemir, “Kemalistler ülkesinde Cumhuriyet ve Diktatörlük-2”, sayfa 27)

ÖLDÜKTEN SONRA ASILAN ALİM: İBRAHİM HAKKI

İbrahim Hakkı Hazretleri, Millî Mücadele'de özelikle de Erzurum ve Erzincan bölgelerinde sarıklı mücahitlerin başında büyük hizmetler vermişti. Çünkü onun için en önemli şey, İslâm'ın muhafazası ve bu uğurda bütün İslâm düşmanlarını bu cennet vatandan kovmaktı. Hizmetle dolu Millî Mücadele yıllarından hemen sonra yavaş yavaş Millî Mücadele ruhuna aykırı davranışlar kendisini hissettirmeye başlayınca Erzurumlu Kadı Raif Efendi ile birlikte Ankara'yı yakından takib etmeye başlamışlardı.

İbrahim Hakkı daha 1921 yılının Temmuz ayında iken Ankara'nın makam-ı hilâfeti ilga edeceğini, medreseleri kapatıp, her türlü din eğitimine zincir vuracağını etrafındakilere haber verdiğinde kimseyi inandıramamıştı. Fakat İbrahim Hakkı Efendi'nin Erzincan ulemasına 1921 senesinde söylediği Ankara hakkındaki kanaatleri daha sonra ayniyle çıkmıştı. Gerçekten 1924 yılında hem hilafet kaldırılmış ve hem de onun gözü gibi sevdiği ve bir daha açılmamak kaydıyla kapısına kilit vurulan medreseler kapatılmıştı. Hilâfetin kaldırılması özellikle onu derinden yaralamıştı. Çünkü ona göre hilâfet müessesesi çok önemliydi. İslâm dünyasını değişen dünyada ayakta tutacak yegâne kurum ona göre hilâfet-i İslâmiyeydi.

İstiklal Mahkemesi ve idam kararı

Şark İstiklal Mahkemeleri, 1924 yılı sonlarına doğru hakkında gıyabî olarak idam karan verir. Ancak o bu kararın verildiği sıralarda hayata gözlerini kapar.

Vefat haberi İstiklal Mahkemesine intikal ettirilir, mahkemenin gönderdiği bir heyet, durumu yerinde tespit eder ve bir rapor halinde Ankara'ya bildirir. İstiklal Mahkemesi bu büyük İslâm âliminin gıyabında verdiği idam kararının infazına fırsat bulamaz. Çünkü kendisi bu karardan önce 14 Ekim 1924 (15 Rebiü'l-evvel 1343) tarihinde Pazartesi günü vefat etmiştir.

''Vefat etmeden önce savunmasını yazmış Rüyasında Peygamber Efendimizi görmüş..
Efendimiz;Ey İbrahim! Biz kucağımızı açmış seni bekliyoruz.Yoksa yanımıza gelmek istemez misin? demiş.

Ve İbrahim Hakkı hazretleri hemen uyanır..

Daha önce yazdığı savunmasını hemen yırtar.Namaz da vefat eder.
Defnedildikten sonra Hükümete haber verilir.Nam-ı diğer seyyar kasap olan istiklal mahkemesi heyeti,ölenin o şahıs olduğuna inanmak için mezarından çıkartılır.Evet, ölen giyabında idam cezasi verilen İbrahim Hakkı Hazretleridir.

Buraya kadar her şey normal

Bundan sonra...

''Mübarek zatı mezardan çıkartıp orda derma-çatma bir idam ağacı kurulur
Adalet!!! yerini bulsun diye O zatın cesedini orda asarlar..Alem-i ibret olsun diye günlerce idam ağacında bekletirler""



Kabri halen Erzincan Terzi Baba Kabristanındadır.

İskilipli Atıf hoca, Şapka Kanunu’nun çıkmasından yaklaşık 1,5 yıl önce bastırdığı ve “Milli Eğitim Bakanlığı” tarafından da onaylanan “Frenk Mukallitliği ve Şapka” isimli risaleden dolayı yargılanıp idama mahkûm edilmiştir. Oysa bir hukuk kaidesidir ki, yürürlüğe giren bir kanundan önce bu kanuna aykırı olan fiiller suç sayılamaz. Kemalistlerin İskilipli Hoca’nın “İngilizlerle işbirliği yaptığı” iftirası dahi bu durum içinde tutarsızdır, zira o dönemde savaş süresince işgal kuvvetleriyle işbirliği yapmış veya Milli Mücadeleye karşı çıkmış olanlar Lozan Sulh Konferansı’nda İngilizlerin ısrarı sonucunda affedilmişlerdir. (İkinci devre Zabıt Ceridesi, cild 8, sayfa 871, 1156, 1260.)
Erzurumlu Şeyh İbrahim Hakkı Efendi, Şeyh Esad Erbilli, Süleyman Hilmi Tunahan, Mustafa Sabri Efendi ve daha niceleri…
Kemal Tahir’in “Kurt Kanunu” eserinde bir itirafçının itirafından kısa bir alıntı yeterli olacaktır: “Bu yol, muhaliflerini gerçek suça itelemek yoludur. Varılmak istenen yer de, muhalifsiz hükümet etmek…” (Kemal Tahir, Kurt Kanunu, Tekin Yayınları, Istanbul 1982, sayfa 190, 191) Demokrasi, özgürlük, barış, yenilik iddialarına dahi uymazlar. ‘Kendi koydukları kanuna, kendi hukuklarına dahi uymazlar, tıpkı bugünlerde olduğu gibi...’

Dönemin Kastamonu milletvekili A. Kadir Kemal şöyle diyordu: “Korkup çekinmeye lüzum yoktur. İcap ederse, bu memleketi kurtarmak için 500 bin kişiyi idam etmeli ve bundan asla çekinmemelidir.”
Demokrasi için demokrasiden, adalet için adaletten, ülkenin insanlarını kurtarmak için ülkenin insanlarından vazgeçerler. Tabiri caizse, ilkokul çocuğuna dahi mantıksız gelecek şu düşünce içindedirler, “Oyuncak arabalar ile güzel oyun oynamak için oyuncak arabalarımızın bir kısmını kıralım”.

1920 şu demektir; Türkiye’de hilafette vardır, saltanatta vardır.1920 tarihinde Konya’nın Kapu Camiisi'nde Bozkırın merkez camiisinde bir gurup insan yürüyüş yapmıştır.Demiştir ki;”Ey Ankara hükümeti! Biz gelecekte makamı hilafete karşı bir süikast sezintisi içerisindeyiz.Hatta saltanatın kaldırılıp, hilafetin yok edilip başka şeylerin gelişeceği endişesi içerisindeyiz.Onun için ahkamı şeriyye ye ve makamı hilafete hakkıyla bağlanmanızı istiyoruz’‘ diyerek 1920 yılında yürüyüş yapmışlardır.O zaman normal bir hadise…

Kazım Karabekir Paşa Hazretlerine 1921 yılında Kadı Rağıp efendi geliyor.Diyor ki  ”bak evlat, seni ben yetiştirdim.Gel bakalım.Ben korkular seziyorum.Çabuk yaz bakalım, bir telgrafla meclise yaz.Meclisin 1 numaralı adamına yaz.1-Saltanat kaldırılacak mı?, 2-Cumhuriyet kurulacak mı?, 3-Hilafeti yok edecek misin?

El cevap:Kazım Karabekir Hazretlerine..Uzun bir girişten sonra ”hiç merak etmeyin, Kadı Rağıp efendinin sorduğu bu üç suale de çok açık cevap veriyorum.1-Saltanat kaldırılmayacak, 2-Cumhuriyet’in kurulması hiç mümkün değildir, 3-Hele hele İslamın en ali makamı olan hilafetin kaldırılması mümkün değildir.Bunların hepsi bir fikri mahsusa-i vehimden ibarettir.Hüsnü kuruntudan ibarettir.Sakın ha siz endişeye kapılmayın”

Bundan sonra Konya düşman memleket gibi algılanır olmuş. Başına gelenler de cabası...

TBMM Arşivi Konya İstiklal Mahkemeleri T2 dosya no:274 Karar defteri 4,2 Taksim B Karar No:276

Onlarca ulema , binlerce müslüman, on binlerce Konya’nın Hadim’den Ermene’ğine, en önemlisi Bozkır’ından insanlar İsmet Paşa’nın bir şifre telgrafıyla demiştir ki;
”Bütün bir Konya bölgesi irticaya müsait bir bölge olduğundan, gericiliğe müsait bir zemin oluşturduğundan Konya halkının bütünüyle tutuklanmasına…” Dünyanın yüzkarası telgrafıdır bu. Bütün Konya halkının tutuklanmasına.....

Bir Koministin kitabından, diyor ki:”Yazık oldu Konyalılara, (20 yıllarındaki nüfusunu düşünün)  bir tek Bozkır’da 780 kişi idam edildi” diyor.

TBMM Arşivi Konya İstiklal Mahkemeleri T14 No5 Zarf48

Bozkırın nüfusu o tarihte köyleriyle birlikte bütün erkeklerinin idam edildiğini gösterir.Konya merkezinde 2300 kişi anında tutuklanmış, 805 kişi 3 gün içerisinde sırayla idam edilmiştir.1495 kişide tutuklamalarla kürek, kala, bende ve ömür boyu gibi çeşitli cezalar ile cezalandırılmıştır.
Suçu ne?  Daha makamı hilafet var.Bu adam hilafet istedi diye niye hapse atıyorsun?

Herşey bahaneydi…

İstiklal mahkemeleri ülkede Müslüman bırakmamanın, Müslüman nesil yetiştirecek alim bırakmamanın bahanesiydi...

Yer yine KONYA, 15 Kasım 1920

Bir adet istiklal mahkemesi görevini tutukluların çokluğundan yapamadığı için o bölgenin komutanı İsmet Paşa’ya  haber gönderir, İstiklal mahkemesi yetmiyor diye. 4 tane istiklal mahkemesi daha gönderir.
Harp divanı denilen yerler vardı.Yargılamasız idam eden mahkemeler…Adam hukukçu değil, ”gel bakalım sakallısın, sarıklısın, şalvarlısın” gereği düşünüldü idam…
O istiklal mahkemeleri de yetmedi.10 tane de HARP DİVANI gönderildi.

İstiklal Mahkemeleri 1928 yılında bitmiştir. 8 yıl aralıksız hizmet veren İstiklal mahkemesinin Başkanı Kel Ali, yaptığı basın toplantısında diyor ki; biz 8 yılda sadece ve sadece 2875 kişiyi idam ettik.” Bu resmi rakam.Şimdi 2875 kişiyi duyunca içleriniz ürperiyor.

Resmi rakam bu.Ama gerçek rakam?..Onlardan sadece 1 cellatın hatırasını naklediyorum. Cellat KARA ALİ…
1928 yılında ”son tevrat” gazetesinde yayınladığı hatıralarında diyor ki ”bizim patronlar yalan söylüyor.O kadar cellatın içinde sadece benim CELLAT KARA ALİ olarak idam ettiklerimin sayısı 5216 dır” diyor.


İşte bir ülke gerçeği….

Kurtuluş savaşın da, Çanakkale savaşın da canını malını feda etmiş, evlatlarını feda etmiş olan dedem savaştan döndüğü zaman başına neyin geleceğinden habersizdi.Vatan kurtulmuştu ama….Milleti cihad için coşturan, küffara karşı gayrete getiren ve ilk kurşunu kendi sıkan dedem, hocam, şimdi idam sehpasındaydı ve son nefesini veriyordu…
Her ne kadar ölüm emrini Kel Ali’ler veriyor olsa da aslında paşa ve büyük komutan olarak tanıtılan insanlar imzalamıştı idam fermanını.Hem de mahkemeler kurulmadan çok önce…


Şimdi düşünüyoruz, acaba cumhuriyetin kurulmasından bahsedenler, ”ne zorluklar ile kuruldu” derken bunu mu kastediyorlar?Yani bir cellada düşen 5216 kişinin idam edilmesinin, sayının çok olması sebebiyle verdiği zorluğu ve sıkıntısını mı hatırlatıyorlar? Bilemiyoruz….


İstiklâl Mahkemeleri'nde idam edilen tek kadın

İstiklâl Mahkemeleri'nde birçok insanın şapka yüzünden asıldığı bilinir ama biri var ki onun hikâyesine akıl sır erdiremiyor insan. 24 Kasım 1925'te Kahramanmaraş'ta kurulan 23 darağacında bir de kadın vardır: Şalcı Şöhret Bacı. Erzurum'da yetim çocuklarına bakmak için el işi şal örüp çarşıda satan bir annedir o. Devlet birden şapka giymeyi emredince, yayılan dedikodularla birlikte Maraş halkı protesto amacıyla şehir merkezine doğru yürüyüşe geçer. O esnada kadınlar hamamından çıkan Şöhret Bacı'ya "Senin oğlanlar hükümeti taşa tutuyor, git onlara sahip ol." der biri. Fevri bir kadındır Şalcı Bacı. Bohçasıyla hamamdan dışarı fırladığı gibi hükümet konağının önüne gider. Asker ve halk arasında sürtüşme olduğunu görünce evlatlarını aramaya başlar. Bulamayınca, oğullarını askerlerin teslim aldığını düşünür. Annelik duygusuyla bağırarak bohçasındaki takunyaları askerlere fırlatır ve şapka hakkında kötü sözler sarf eder. Ne olduğunu anlamadan tutuklanır, yargılanır ve 22 erkekle birlikte asılır. Rivayete göre, "Ben hatun kişiyim, şapkayla ne işim olur?" dese de dinletemez kimseye. İdam edilirken kadın olduğu anlaşılmasın diye başına çuval geçirilir. Bu süreçte idam edilen ilk ve tek kadın olur.
 

Hiç yorum yok

Öne Çıkan Yayın

İBDA ve İBDA-C Nedir?

İBDA-C’nin daha iyi anlaşılması için İBDA'nın kısaca tarif ve izahını yapmak istiyoruz… Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu’nun "...

İzleyiciler

Popüler Yayınlar

Tema resimleri duncan1890 tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.